Print Friendly and PDF

OTUZ YEDİNCİ SİFİR...Vasiyetler

 


[Rahman ve Rahim Allah Teâlâ’nın adıyla]

Tavsiye

Bilhassa hükümdarlar arasında olmak üzere, herhangi bir kavmin vasisi veya elçisi veya şahidi olma! Gusül abdesti alırken yıkandığın yere küçük abdestini bozma, abdestini ayrı bir yere boz. Mümkün mertebe adakta bulunma, fakat adakta bulunursan adağını yerine getir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem adakta bulunanın cimri olduğuna şahitlik etmiştir. Düş­manla karşılaşmayı arzulama, fakat karşılaştığında sebat göster, kaçma. Bilhassa sahabe olmak üzere, müminlere küfretme. Sahabeye küfretmek ashabı hakkında Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi mahzun eder. Rüzgâra sövme, rüzgâr Rahman’ın nefesindendir. Allah Teâlâ’dan rüzgârın ve onunla gönderdiği şey­lerin hayırlısını iste, onun ve getireceği şeylerin kötülüğünden O’na sı­ğın. Yeni bir elbise giydiğinde besmeleyle giy ve şöyle de: ‘Allah Teâlâ’m! Bu elbisenin ve dikiliş sebebinin en hayırlısını bana ulaştır. Onun ve dikiliş sebebinin kötülüklerini bana ulaştırma.’ Kıblende bulunduklarında, uyuyanlara dokunma. Şeriatın giymeni yasakladığı ipek, altın vb. gibi eşyayı giyme, ipekli bir şey üzerine oturma. Zimmî ile karşılaşınca önce sen selam verme, ona yolu daralt. Üzümü kerem diye isimlendirme. ‘İneb, huble’ deyin, kerem demeyin. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden bu konuda ge­len bir hadiste şöyle denilir: ‘Üzüme kerem demeyin, kerem Müslüman adamdır.’ Kerem demeyin, ineb ve huble deyiniz. Deve ve küçükbaş hayvanları (yavrularının kendilerini emmesinden korumak üzere) bağ­lamayın; satmak istediğinizde ve müşteri bunu isterse durum farklıdır. Genel olarak Allah Teâlâ’dan başkası adına yemin etme.

Kıbleye yönelen herhangi bir günahkârı tekfir etme. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem birisini tekfir etmişse, onu tekfir edebilirsin. Cemaatle namaz kıl­mak isteyen bir eşin olduğunda, onu cemaate gitmekten alıkoyma, fakat evinin onun adına daha hayırlı olduğunu kendisine öğret. Öfkeyle veya sakinken, kendine, evladma, hizmetçine veya malına beddua etmekten uzak dur ve kendini koru. Hastayı yemeye zorlama, hiç kimseye ateşle azap etme, et yediğinde onu bıçakla kesme, çiğneyerek ye!

Tavsiye

Yemek ve namaz aynı anda hazır olunca önce yemeğe başla. Aç bir haldeyken namaz kılmaktan uzak dur. Allah Teâlâ’nın kendisine itaati emrettiği birisi (mesela, ulu’l-emr) günah bir işi emrederse, kendisine itaat etme. Kendisinden dolayı mazeret (beyan edeceğin) şeyden uzak dur. Birini ikrah ettiğinde ve zorladığında, mazeret dileyerek kendisini genişletmiş olmazsın. Sıradan bir insan bile olsa seninle konuşana karşı tevazu sahi­bi ol! Unutma ki, herkesin kendi nezdinde bir değeri vardır. Tevazu göstermekle onun kalbini kazanırsın, o da -senin aleyhine değillehine olur. "Allah Teâlâ sana sevilmeyi emretmiştir. Böyle davranmak da insanlara sevilmenin yoludur. Senin nezdinde birinin şahitliği bulunsa ve o kişi bunu bilmezse ve ona muhtaç Hakk gelmiş olsa, gerçeği ona bildirmeli­sin. Yoksul kardeşine gücün yettiği miktarda ihsanda bulun ki, öyle bir ikramın sevabı büyüktür. Allah Teâlâ’dan korkmalı, iman ederek O’ndan umut etmelisin. Korku ve umudun eşit olsa bile, yine de umut ve Allah Teâlâ hakkında hüsnüzannın sana hakim olsun. Allah Teâlâ’nın rahmetinde tamahkâr ol! Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in ‘Kâfir Allah Teâlâ’nın katındaki rahmeti bilseydi, hiç kimse cennetten umut kesmezdi’ dediğini hatırla. Hangi hediye olursa olsun, hediyeyi reddetme veya küçümseme. Her nefes Allah Teâlâ’ya tövbe ederek yönel. Herhangi bir hususta birisiyle ortaklık yapınca, onu al­datma. Bir şey yaparken en güzelini yap. Çünkü Allah Teâlâ her şey üzerine ihsanı, yani O’nu görerek yapma (düsturunu) yazdı. Tevazu sahibi ol, kimseye karşı böbürlenme. Ali b. Ebu Talib el-Kayravani bu konuda şu dizeleri söylemiştir:

insanlar temsil yoluyla birbirine denk:

Babaları Adem anaları da Havva Asıl bakımından bir nesepleri olsa bile Övünecekleri bir nesep; toprak ve sudur bağları Sadece ihsan sahiplerinin üstünlüğü vardır Onlar doğruya yönlendiren kılavuzlar

Herkesin değerini güzelce bil Cahiller bilgi sahiplerine düşman

Allah Teâlâ’dan çekinmenin dışında övünülecek bir özellik yok! O’ndan çekinmek ve takva sahibi olmak Allah Teâlâ’nın kullarıyla arasındaki bağdır. Seni ilgilendirmeyen ve manası olmayan hususlarda dedikodu yapmak­tan sakın. Fakat bilhassa bir hayrı başkalarına ulaştırırken durum farklı­dır (mesela evlilikte taraflar hakkında doğruyu söylemek gibi). Çok so­ru sorma, soracaksan sadece seni saadete ulaştıracak ahlak ve bilgiyle il­gili hususlarda soru sormalısın. ‘Bilmiyorsanız, Zikir ehline sorun.’451 Her insanın her hareketi, duruşu, girmesi veya çıkması şeriatın beş hük­münden birisinden yoksun değildir. Bilmiyorsan, şeriatın bu husustaki hükmünü sorup gücün yettiği ölçüde sorumluluğunu yerine getirmek üzere çalışmalısın. Yasaklara daha çok riayet etmeli ve kendi hakkında azimedere (fetvaya değil) sarılmalısın. Malı zayi etmekten sakın. Malı zayi etmek, Allah Teâlâ’ya isyan ve günah yolunda onu harcamaktır. Malı zayi etmenin bir yönü, Hakkı razı etmeyecek bir işte kullanacağını bildiğin birine onu vermektir; öyle yapacağını bilmezsen sorumluluğun yoktur. Hiç kimseyi -öyle kalacağına inanıyor ikenAllah Teâlâ’nın razı olmadığı bir işte ve durumda bulunurken terk etme! Buna imkân yoktur, sadece ila­hi hükümlerde durum farklıdır. Bu itibarla fakihler, ortadan kalktığını gösteren bir delil yoksa, şahısta bilinen halin sürekliliğini kabul ederler. Aynı durum bu kez döndüğü hal için geçerlidir; onun ortadan kalktığı­nı gösteren bir delil olmadıkça, yeni halin de sürekliliğini kabul ederler.

Katı ve inatçı olmaktan sakınmalısın. İnsanları bezdiren, onları ka­çırtan, işlerini zorlaştıran birisi olma. Buna mukabil kolaylaştıran, öğre­ten ve müjdeleyen ol. Açık ve gizli, taşkınlıktan ve fuhuştan uzak dur. Allah Teâlâ kendisinden utanılmaya en layık olan kimsedir. Allah Teâlâ’yı razı etme­yen bir yoldayken O’nun mühlet vermesi nedeniyle kendini aldatma. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Biz günahları çoğalsın diye onlara mühlet veririz, onlar için şiddetli azap vardır.’452 Allah Teâlâ’nın bu hususta tuzağa düşürmesinden sakın. ‘Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümit kesme, O’nun rahmetinden kâfir bir ka­vim ümit keser,’453 Şarap içmek vb. gibi aklı götüren her şeyden uzak dur. Konuşurken yapmacıklıktan kendini koru. Namazda rükû ederken veya secde esnasında Kur’an okuma. Rükû ederken söyleyeceğin şudur: ‘Subhane rabbiye’l-azim ve bi-hamdihi (yüce Rabbim münezzehtir, O’na hamdederim).’ Rabbini tazim etmelisin. Secdede ise şöyle dersin: ‘Subhane Rabbiyel a’la ve bi hamdihi (yüce Rabbim münezzehtir, O’na hamdederim.)’ Bu sözü en az üç kez ve daha fazlasıyla söylemen gere­kir.

Tavsiye

Bilhassa seher vakiderinde olmak üzere, hem kendin hem başkaları için çok istiğfar etmelisin. Allah Teâlâ’nın yeryüzünde bulunan herkes için is­tiğfar eden melekleri olduğu kadar bilhassa iman edenler için her halle­rinde ve meclislerinden kalkarken istiğfar eden melekleri vardır. Doğru söylemenin şeriat tarafından emredildiği yerde doğru söylemelisin; korkak olma ve çekinme. Şeriatın kendisinden uzaklaşmanı istediği bir yerde ve durumda yalan söylemekten uzak dur. Üç korkun olsun: Allah Teâlâ’dan kork, kendin için kork, Allah Teâlâ’dan korkmayandan kork! Hatip ve imam olduğunda, hutbeyi kısa mt, Cuma namazını uzat. Böyle yapmak kişinin dinde anlayış sahibi olduğunun delilidir. Yaptığın her amelde ve işte Allah Teâlâ karşısında bulunmanın şuuru (huzur-mea’l-Hakk) ve salih ni­yet sahibi olmalısın. Yaşlılara saygı göstermelisin, unutma ki, yaşlıdan Allah Teâlâ bile hayâ eder. Kur’an okuyucularına ve adil hakimlere saygıda ve ikramda bulunmalısın. Borçtan kendini uzak tut. Borç geceleyin düşün­celere düşürürken gündüz insanı hor ve zelil eder. Rabbine dünyanın süsünden herhangi birini ortak koşma; sen nefsinin gayelerine değil, seni bilfiil var edene aitsin. Nefsin gayeleri mevcut durumda hastalıklar demektir. Bu konuda bize bildirilen bir rivayet vardır: Abdal’dan (Bedeller’den) birisi arkadaşlarıyla havada yürürken, yeşil bir bahçenin üze­rinden geçiyorlarmış. Orada büyük bir pınar varmış. Bedel aşağıya inip abdest almak ve o güzel bahçede namaz kılmak istemiş. Ansızın cemaa­tin arasından düşmüş, onların arasından ayrılmış ve bu (talebi) ölçü­sünde onların derecelerinden aşağı inmiştir. Burada ne kadar önemli bir sır bulunduğuna bakınız! Burada ince bir mana vardır. Allah Teâlâ öğüt alır­san, sana bu sırla öğüt verir. Gücün yeterse gece ve gündüz her vakit Rabbine dua etmelisin. Hiçbir vakit bunu ihmal etme.

Zekât verirken bir hakkı Hakk sahibinin vekiline ulaştırma görevini yerine getirdiğini unutma ve zekâtı böyle bir niyede ver. O kişi Allah Teâlâ’nın senin malında belirlediği kendi hakkını alan bir zekât görevlisidir. Hü­kümdar izni olmadan zekâtını hükümdarın belirlediği görevliden başka­sına verme. Onun izin verdiği kişi ise zekât görevlisidir. Sen zekât hu­susunda (görevini ihmal etme) ve söylediğim tarzın dışında kendini tezkiye etme. Zekât görevlisi malını alırken zalim olursa, sorumlu -sen değilodur. Bu hususta insanlara birtakım kuşkular gelmiştir ki işin gerçeğini ahiret hayatında öğrenebilirler. Ehl-i beyt’ten olan şeriflere sadaka verme! Onlara ulaştırdıklarını -sadaka değilhediye saymalısın. Onlara ‘sadaka’ niyetiyle verirsen günah işlemiş olursun. Sadaka niyetiy­le verdiğini onlara bildirirsen, durum farklıdır: Onlar verdiğin ‘sadaka’yı yediklerinde hiç kuşkusuz sadaka yiyerek günaha düşerlerken sen ise Ehl-i beyt’e almaları helal olmayan bir şeyi verdiğin için günahkâr olursun; hâlbuki uzaklaştıracak bir işte (Hakka) yaklaşacağını zannet­miştin. Hakkın olmadan Allah Teâlâ’nın malına el sürmemelisin. Nasıl bir in­san olursa olsun, babandan uzak durmaman gerekir, insanların ayıpla­rını araştırma, sadece kendinle ilgilen. Oğluna güzel isim ver, ona edebi öğret. Eşin geçimsiz birisi olursa, onu idare et, kendi aklının derecesin­den onun akıl düzeyine in. Böyle davranmak aklının kâmil olduğunu gösterir. Herkese -senin kendi durumuna göre değilonun durumuna ve seviyesine göre davran. Bu itibarla kadınlara hakim olan hal, kâmil adamların derecesine yükselememektir; bunun istisnası, İmran kızı Meryem ile Firavun’un eşi Asiye gibi, nas ile kâmil oldukları sabit olan ve bildirilen kadınlardır. O ikisinin kemalini bildirmek üzere Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den gelen hadis vardır.

Hüküm verirken adil ol. İhtiyacını giderdikten sonra ateşi söndür. Çörek otu kullan, çörek otu, ölüm dışında her hastalığa şifadır. Şehrin ileri gelenlerinden biri cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Bütün doktor­lar hastalığın kendisinde ilerlemiş ve yerleşmiş bir halde kendisini gör­düklerinde bu hastalığın ilacı olmadığını söylemişlerdi. İble şehrinden Afiroğullarından bir hadisçi kendisini görmüş. Hadisçinin adı Sa’d esSuud idi. Onun bu hadis hakkında sağlam bir imanı vardı ve kesin ola­rak inanırdı. Adama şöyle demiş: cEy adam! niçin tedavi olmuyorsun?’ Adam ‘doktorlar bu hastalığın ilacı yoktur’ dediler diye cevap verince, şöyle demiş: ‘Doktorlar yalan söylemiş, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem onlardan daha doğru söylemiştir! Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem çörek otunun bütün hastalıklara şifa olduğunu söylemiştir. Senin maruz kaldığın hastalık da onun şifa oldu­ğu hastalıklardan biridir.’ Sonra şöyle eklemiştir: ‘Çörek otu ve balı al, karıştır ve bütün bedenine, başına, yüzüne, ayaklarına ve her tarafına sür ve ovuştur, bir müddet öyle kal.’ Adam yıkanmış, derisi soyulmuş, eskinin yerine başka bir deri gelmiş, dökülen saçları yeniden bitmiş, da­ha önceki afiyet ve sağlık haline dönmüş. Doktorlar ve insanlar onun Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in hadisi hakkındaki sağlam imanına şaşırmıştı. Allah Teâlâ kendisine merhamet eylesin, o her hastalığı tedavi ederken çörek otu kullanırdı. Göz iltihabına karşı da onu kullanırdı; gözüne sürme şeklin­de sürer, gözü birden iyileşirdi.

Tavsiye

Gücün ölçüşünce müslüman kardeşinin iffetini koru, haremine sal­dırı olduğunda onu yalnız bırakma. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle dediği ri­vayet edilir: ‘Bir mümin müslüman kardeşini saygınlığının çiğnendiği ve iffetine laf edilen bir yerde yalnız bırakırsa, Allah Teâlâ da yardım istediği bir yerde kendisini yalnız bırakır.’ Şeyh Ebu Abdullah ed-Dakkak -ki

Mağrip şehirlerinden Faslı idikadar bu hadise hakkını veren başka bi­rini görmedim. Kimsenin gıybetini yapmadığı kadar kimsenin de gıy­beti onun yanında yapılamazdı. Bazen şöyle derdi: ‘Hz. Ebu Bekir’den sonra benim kadar sıddîk kimse yoktur.’ Bunu söylerdi ve kendisi de bir seyyid idi. Menakıbım ve hayatını şeyhimiz Ebu Abdullah Muhammed b. Kasım b. Abdurrahman b. Abdulkerim et-Temimi el-Fasi derlemişti. O Fas şehrinde, Aynü’l-Hayl’deki Ezher camiinin imamıydı ve kitabını el-Müstefad miri Zikri’s-Salihin mine’l-lbad diye isimlendirmiş, Fas’ta yazmıştı. O kitabı zannedersem 593’te şeyhin huzurunda okumuştuk. Müslümanlardan birisiyle karşılaşınca selam verirken onunla musafaha yap, fakat yabancıların yaptıkları gibi öpüşme. Öpüşmek köjtü bir alış­kanlıktır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle denilmiş: ‘Bir adam bir adamla karşı­laştığında, onu öpebilir mi?’ O da ‘Hayır’ diye cevap vermiş. ‘Peki musafaha edebilir mi’ diye sorduklarında ‘evet, edebilir’ diye cevap vermiştir. Başka bir hadiste Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘iki Müslüman musafaha ederken henüz ayrılmadan Allah Teâlâ onların günahlarına mağfiret eder’ der.

Eşine, kızlarına, müminlerin kadınlarına evlerinin dışındayken elbi­selerini çıkartmamalarını tavsiye etmelisin. Gecelerken vasiyetini başı­nın üzerinde yazılı tutmalısın. Uyuduktan sonra, canlıların arasında mı yoksa ölülerin arasında mı sabahlayacağını bilemezsin. Allah Teâlâ uykuda öleceğine hükmettiği kişinin nefesini tutarken ötekini belli bir süreye kadar bırakır. Unutma ki yaratıklar karşısında tevazu sahibi olmak Allah Teâlâ katında yüksek mertebe sahibi olmak demektir. Kadınlarla ve ço­cuklarla çok oturup kalkma! Onlarla oturup kalkmak -seviyelerine indi­ğin ölçüdeaklını eksiltirken aynı zamanda -çocuklarla değil dekadın­larla oturup kalkmak nedeniyle tezahür edebilecek fitneler vardır. Eşle­rine sözü eğip bükmemelerini tavsiye etmelisin. Sözü eğip bükerlerse, kalbinde hastalık bulunanların dikkaderini çekerler. Onlara evlerinde oturmayı, gözlerini (harama bakmaktan) kapatmalarını, ziynetlerini Allah Teâlâ’nın emrettiği yerlerin/kimselerin dışında açmamalarını tavsiye etmeli­sin. Hizmetkârların eşlerinin yanına girmemelidir; çünkü onlar da er ki­şidir. Kadınlarını yetişkin erkeklerden perdelediğin gibi onlardan perde­lenmelisin. Çünkü onlar da erkek sınıfındandır. Melekle oturan ve onun karşısında güvenilir bir yakın ol, ona karşı tevazu sahibi ol. İkinci bir arkadaş türü olma; o şeytandır. Emirlerini ve sözlerini dinleyerek, me­leğe karşı şeytana yardımcı olma. Onu başarısızlığa mahkûm et. Buna mukabil meleğin ilhamını kabul ederek, şeytana karşı yardım iste. Se­ninle beraber oturan kerem sahibi yazar meleklere ikramda bulun. On­lar seni muhafaza eden meleklerdir. Sen de onlara sadece hayır yazdır, onlara yazdırdıkların sana okunacaktır. Dünya bütün nimederiyle bir­likte üzerine akarken onlarda Allah Teâlâ’nın rızasına aykırı şekilde davranmak­tan ve tasarrufta bulunmaktan sakın. Bu itibarla verdiği nimederle Allah Teâlâ’ya asi olma! Nimete şükrün bir yönü de nimeder vasıtasıyla Allah Teâlâ’ya itaat etmen, daha doğrusu nimederi O’na itaat etmek vesilesi edinmek­tir. Dünyevi işlerde yarışmaktan sakın, gücün ölçüşünce onları azalt ve dünya ehliyle arkadaşlığı azalt. Onların kalpleri, nimetlere olan sevgileri nedeniyle, Allah Teâlâ’dan gafildir. Kalp Allah Teâlâ’dan gafil kalınca, dil de O’nu zikretmez; sadece yemin ederek Allah Teâlâ’yı zikredebilir veya Allah Teâlâ’nın kendi­sine öfkeleneceği yerlerde ve durumlarda O’nun adını zikredebilir.

Tavsiye

Çok yemek yeme! Çok yemek zekâyı alır götürür. Hayatta kalmak için ye ve itaat etmek maksadıyla yaşa! Yemek için yaşama veya şişman­lamak için yemek yeme. Helalle doymuş bir midenin tekrar yemesi ka­dar kötü dolmuş bir kap olamaz. Bedenini ayakta tutacak birkaç lokma insana yeterlidir. Bir imamın arkasında namaz kılarken ona uy ve tâbi ol; imam tekbir getirmeden sen tekbir getirme, rükûa gitmeden rükû etme, başını kaldırmadan başını kaldırma, secdeye gitmeden secde et­me. Namazı bitirdikten sonra ‘amin’ de ve imamdan ayrı hareket etme. İmamlık yapınca cemaatin en zayıfını dikkate al; onun namazdan so­ğumasına vesile olacak şekilde namazı uzatma. Rükû ve secdeleri ta­mamlarken namazı kısa tut, bir ayet okurken hangisinden başlayacağına dikkat et. Allah Teâlâ’nın ‘Ey insanlar’ veya ‘ey iman edenler’ dediğini duyunca, kendini muhatap kabul et, kulağını açarak dinle. Bu hitapta söylenenleri kabul ederken, ne söyleniyorsa ona göre hareket et. Allah Teâlâ bir şeyi yasak­larsa ondan uzak dur, emrederse gücün ölçüşünce yap! Yapamayacağın bir şey duyduğunda, o vakit o emirle yükümlü değilsin. Bunu bilmeli­sin! ‘Gücünüz ölçüşünce Allah Teâlâ’dan korkun, dinleyin ve itaat edin.’

imam ‘semiAllah Teâlâu li-men hamideh (Allah Teâlâ kendisine hamd edeni duydu)’ deyince, bu sözün Allah Teâlâ’nın kulunun diliyle söylemiş olduğu bir söz olduğuna inan. Sen de ‘Rabbena ve leke’l-hamd, hamden kesiran tayyiben mübareken (Rabbimiz! En mübarek ve temiz hamdler sana­dır; çok, temiz ve mübarek hamdler)’ diye karşılık ver. Rabbimiz böyle bir hamdi sevdiği gibi şu şekildeki bir hamdi de sever ve ondan razı olur: ‘Gökler ile yer ve o ikisinin arasındaki yerler, bunun dışında dile getireceğim her yer dolusunca hamd Allah Teâlâ’ya aittir.’ Allah Teâlâ’nın söylediği söz doğrudur. Hepimiz O’nun kuluyuz. O’nun verdiğini engelleyecek veya engellediğini verecek olan yoktur. Çalışanın gayreti bu hususta fayda vermez. Rükûda üç kere şu duayı oku: ‘Subhanallahi’l-azim (yüce Allah Teâlâ’yı tenzih ederim).’ Dilersen ‘subhane rabbiye’l-azim ve bi-hamdihi’ de diyebilirsin. Secdede üç kere ‘Subhane rabbiye’l-a’la ve bi-hamdihi (A’la rabbimi tenzih ederim, hamd ederim)’ demelisin. Bu sayı en azı­dır. İbn Rahaviyye namaz kılanın rükûda ve secdelerinde üç kez bu tes­pihleri yapmadığı takdirde, namazının caiz olmadığı görüşündedir. Daha önce şunu tavsiye etmiştik: Gücün ölçüşünce alimler arasındaki görüş ayrılıklarından uzak dur. Hacca gitmek istediğinde, hac için ih­rama gir veya kurban keseceksen hac ve umreye birlikte niyetlen. Kur­ban kesmeyeceksen umre yapmak üzere ihrama gir. Bu durumda temettü’ haccı yapmalısın. Bu sayede (alimler arasındaki) görüş ayrılı­ğının dışına çıkmış olursun. Bunu bilmeyip, hac için ihrama girdiğinde yanında kurban da yoksa, umre yapmış olursun. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem veda haccmda sahabesine böyle emretmiş, kurbanı olmayanların ih­ramdan çıkmalarını söylemiştir.

Bir hastayı ziyaret ederken veya ölmüş insanın yanında bulunurken sadece hayır söz söyle. Köpeğin yaladığı bir kap görünce, o suyu boşalt ve kendisiyle abdest alma. Kabı yedi kere yıkadıktan sonra sekizincide toprakla yıkaman lazımdır; istersen ilk keresinde toprakla yıkayabilirsin. Uykudan uyandığında elini abdest suyunun bulunduğu kaba daldırma. Necaset elbisene bulaşmasın; küçük abdestini bozduğunda üzerine sıç­ramasın. Yolculuktan dönerken gece vakti eve girme, mescitte gecele, orada iki rekât namaz kıl, sonra evine gidersin. Haber vermeden eve girme, ailenin seni mutlu ve memnun kılacak şekilde karşılamalarını sağlayacak birisini haberci olarak gönder. Ailen geleceğini haber alınca, görmek istemediğin hallerini düzeltirler. Önündeki yemeğe sinek düş­tüğünde, sineği yemeğe batırmaksızın kovma! Sineğin bir kanadında zehir, diğerinde ilaç vardır. O ilaç her zaman hastalığın bulunduğu ka­nadın zararını götürür. Birisine dayak atarken yüzüne vurma veya onunla dövüşmekten sakın. Birisini sevdiğinde, sevdiğini ona söyle; bunu söylemek onun seni sevmesini sağlar, o da seni sever, seni görür.

Bir yakının ölünce onun cenaze işlerini üsden, güzelce kefenle, gü­zel bir şekilde yıka. Sana bir yemek getirildiğinde yemeğin her yönün­den veya üzerinden yeme. Namaza yürürken vakar ve sekinet üzere yü­rü, fakat kibirlenme, bir yokuştan iner gibi yürü! Böyle yürümek kibri uzaklaştırır. İhtiyacını karşılarken acele davran. Uykun gelmişken na­maz kılma; uyu, uyku gidince namaz kılarsın. Bir gece namaz kılıyor­dum. Uykum geldiği için de uykuyu kendimden uzaklaştırmaya çalışı­yordum. Uyku gitti. Fakat bir de baktım ki okumak yerine kendime kötü sözler söylüyorum. Bunun üzerine namazı bıraktım, uyudum. Yatsı namazından önce uyuma, onun ardından da konuşma. Fecr na­mazını kıldığında, sağ tarafının üzerine uzan, daha sonra sabah nama­zını kılarsın. Teşehhüde kalktığında, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e salât ve selam getir, kabir azabından, cehennem azabından, Deccal Mesih fitnesinden, ölü ve dirilerin fitnesinden Allah Teâlâ’ya sığın. Bunu terk etmemeye çalış, ta ki tavsiyeme uyarak yaptığın fiillerle (alimler arasındaki) görüş ayrılıkla­rından uzaklaşırsın. Ben sana terk edip etmemede alimler arasında gö­rüş ayrılığı bulunduğunu bildiğim işleri terk etmeni tavsiye ediyorum. Böyle yapınca yaptığın ibadet, üzerinde görüş ayrılığı bulunmayacak şekilde, noksansız ve tam ibadete döner. Tavsiyelerdeki gayem budur. Sen de yaptığım tavsiyelerden hiçbirini ihmal etme.

Tavsiye                                                                                             '

Oruçluyken büyük günah işlememeye çalış. Öyle bir günah orucu­nu bozar. Oruç sana değil, Allah Teâlâ’ya ait bir ibadettir. Allah Teâlâ razı olmaya­cağı bir işteyken seni görmesin. Orucu tutarken en güzel halde ve ihsan üzere bulunmalısın (Allah Teâlâ’yı görür gibi). Birisi sana kötü söz söyler veya seninle kavgaya tutuşursa, ‘ben oruçluyum’ de, onun fiiline karşılık verme. Zengin isen insanlara vakfedeceğin bir sadaka-i cariyen olsun. Öyle bir vakıf belirli bir insan grubuna mahsus değil, şahadeti lafızla söyleyen veya Müslüman olarak doğan tüm Müslümanlara tahsis edilir. Vakıflar zikrettiğim üzere kurulmazsa, insanların haram yedikleri bir (mala) dönerler. Bunun yanı sıra vakfeden de Müslümanlıktan başka belirli bir şart ileri sürmüş olduğu için günah işlemiş olur. Bir şaft ko­şacaksa -ki koşması da lazımdırhallerinin çoğunluğunda hayrın gö­rünmesi şartını ileri sürebilir. Din hususunda faydalı bir ilmin oldu­ğunda da ilmi insanlara yaymak, kıyamete kadar dinleyen herkesin fay­dalanmasını sağlamak gerekir.

Kardeşim! Bir insan elinde çekilmiş haldeki kılıcı senden almak is­terse, kılıcı kınına sokmadan kendisine uzatma. Şeriatın nahoş karşıla­dığı bir işte bir müslümanı gördüğünde, onun amelini nahoş gör, faili olan müslümanı nahoş görme ve kınama. Onun amelini nahoş görme­de dürüst ve doğru sözlüysen söz konusu amelin benzerini yapmaman lazımdır. Aynı ameli kendin başkasında gördüğünde nahoş karşıladı­ğında, böyle davranışın sebebiyle ikiyüzlü olursun. Burada gizli bir sır ve yadırganan işin başkalaşmasına yol açan sırlı bir tuzak vardır. Bir yolculuktayken eylenmek istersen, bunu duyurma. Geceleyin ayak ta­kımı o yola yönelirler ve onlardan herhangi birisi sana eziyet edebilir. Bir menzile yerleştiğinde, şöyle dua etmen gerekir. ‘Euzu bikelimetillahi tammeh min şerri ma-halaka (yarattığı bütün şeylerin kö­tülüğünden Allah Teâlâ’nın tam kelimelerine sığınırım.)’ Bu durumda orada bulunduğun sürece hiçbir şey sana zarar vermeyecektir. Arkadaşım Ab­dullah Bedr el-Habeşi, Şeyh Rebi b. Mahmud el-Hattab el-Mardini’den aktararak şöyle demiştir: ‘Bir gece Re’sü’l-ayn’de bir mescitte konakla­mıştık. Orada cerarir denilen zehirli akrepler vardı, kuyruklarını sokar­ken kaldırıyorlardı ve birini soktuklarında o kişi yaşamazdı. Bir adam mescide gelmiş ve bu duayı okuyarak mescitte gecelemiş. O gece akrep kendisini sokmuş, sonra başından geçenleri Şeyh er-Rebi’ye aktardığın­da şeyh şöyle demiş: ‘Hadis sahih olarak tahakkuk etmiştir. Allah Teâlâ ölü­mü senden uzaklaştırmıştır. O akrepler kimi soksa o kişi ölür.’ Benzer bir hadiseyi de kendim tecrübe etmiştim. Bu duayı okumuşken bir ke­resinde birden çok akrep beni sokmuştu, onların acılarını hissetmedim. Fakat elbisemde iki kurşun vardı ve onların sokulmanın acısını uzaklaş­tırdıklarını duymuştum. Akrebin bana tesir etmeyişinin duadan mı yok­sa kurşundan mı veya her ikisinden mi kaynaklandığını bilmiyorum. Fakat yolculuk boyunca sokulan yer şişmişti ve üç gün boyunca şişkin­lik sürmüş, ben ise acı hissetmemiştim. Yemek, içmek, bir yere girmek, çıkmak, hareket, durmak gibi başlayacağın her fiilde önce besmele çekmelisin. Allah Teâlâ’nın evine girerken sağ ayağınla girmeli, çıkarken de sağ ayağınla çıkmalısın. Ayrılırken sağ ayağınla, ayakkabını çıkarırken sol ayağınla başlaman gerekir.

Tavsiye

Yanınızda üçüncü biri varken arkadaşınla gizlice bir şey konuşma. Öyle bir davranış hiç kuşkusuz yanınızdakini tedirgin eder. Allah Teâlâ’nın kul­ları hakkındaki muradı, kalpleri uzlaştırmak, sevgi ve muhabbeti temin­dir. Allah Teâlâ ülfeti Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e yönelik ihsanlarından birisi sayarak şöyle demiştir: ‘Yeryüzündeki her şeyi infak etseydin onların kalplerini uzlaştıramazdın, fakat Allah Teâlâ onları uzlaştırdı.’454 Üçüncü birinin anlayama­yacağı bir dille konuşmamalısın. Öyle bir davranışla gizli konuşmak arasında fark yoktur. Her zaman doğru söyle. Fiillerinde insanların en dürüstü olmalısın ki, en doğru görüşlü olabilesin. Horozun öttüğünü duyduğunda, Allah Teâlâ’nın ihsanını talep et; horoz meleği gördüğünde öter. Eşeğin anırdığını duyunca şeytandan Allah Teâlâ’ya sığın. Eşek şeytanı gördü­ğünde anırırken horoz meleği gördüğünde öter. Rivayete göre, Allah Teâlâ’nın gökyüzünde bir horozu vardır. O horoz ötüp yeryüzündeki diğer ho­rozlar sesini duyduğunda, onlar da öter ve feryat ederler. Her duru­munda zorunlu bir şekilde Allah Teâlâ’ya hamd et. Bu hamdle Allah Teâlâ senden razı olur. İnsanlar arasında bozgunculuk çoğaldığında, salih işlere de­vam etmelisin. Belki Allah Teâlâ onlara salihi ve bozuk insanı kapsayacak şe­kilde azap gönderir. Bu durumda onların fitne üzere canlarının alınma­sına karşılık; hayırlı bir amelde diriltilir ve haşredilirsin. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sizden özellikle zalimlere isabet edecek fitneden korkun, biliniz ki Allah Teâlâ şiddetli ceza sahibidir.5455

Hapşırıp el-hamdülillah (demeyen) birisini kınama. Kınamak yeri­ne Allah Teâlâ’ya hamd etmesi gerektiğini kendisine hatırlat, bundan sonra (yapmazsa) onu kınayabilirsin. Öfke sana hakim olduğunda, gücün öl­çüşünce onu tutman ve yutman gerekir. Hiç kimseyi yüzüne karşı öv­me! Yüzüne karşı birisini övdüğünde, onu mahcup edersin. Birisi yü­züne karşı seni överse, zarif bir şekilde onun yüzüne toprak at. Mesela toprağı avucuna alarak o kişinin önüne atmak şeklinde yapar ve şöyle dersin: ‘Topraktan yaratılmış olan ne umabilir ki? Ben kimim ve değe­rim nedir ki?’ Böyle davranmakla kendini kınamış, övene değerini izhar etmiş, o da hem senin hem kendi değerini öğrenmiş olur. Övenlerin yüzüne öyle toprak atmak lazımdır. Şeyhimiz Abdulhalim el-Ğammad, Sela şehrinde insanların kendisine saygı gösterdikleri ve gözlerini dik­tikleri cazip binekli bir adam gördüğünde, hem o adama hem saygı gösterenlere şöyle derdi: Toprak üzerinde binekli bir toprak!’ Sonra oradan ayrılarak, şu şiiri söyledi:

Nerden geldik nereye gidiyoruz

Zanneder misin bütün bunlar unutulacak

Onun üzerinde hakim hal, hayret ve kendinden geçmeydi. Küçük çocuğunu, akşam karanlığı çöktüğünde tasarruftan alıkoy. Çünkü şey­tanlar bu esnada yayılır ve bir vesvesenin çocuğa ulaşmasından emin olamazsın. Şâri böyle buyurmuştur. Hizmetçin yemek yapıp getirdi­ğinde, onu da yemeğe oturt; direnir ve teeddüp ederse, yemekten tattır, bir lokma bile olsa vermen gerekir. Yemek yemeyen bir göz sahibi ba­karken yemek yememelisin. Cuma imam hutbe okurken birinin konuş­tuğunu duyarsan, ona ‘sus’ deme; dersen, sen de Cuma vaktinde abesle iştigal edenlerden olursun. İmam hutbe okurken hiçbir şeyi taşla veya başka bir şeyle kurcalama. Bu da abes ve boş iş sayılır. Oruçlu olup iftar edeceğin zaman, bulabilirsen hurmayla, bulamazsan birkaç yudum suy­la orucunu açmalısın. Su içerken tek sayıyla içmeli ve iftarını hızla aç­malısın. Ardından namaz kılarsın. Yemek hazırsa, önce yemen gerekir. Başka bir ifadeyle yemek hazır olduğunda namazdan önce yemekle baş­lamalısın. Birisi seninle konuşup sağa sola baktığım gördüğünde, onun sözünü emanet kabul etmeli ve onu sana emanet verdiğini düşünmeli­sin. Sözü ifşa ederek emanete hıyanet etmemelisin. İnsanlar arasında kalbini murakabe eyle; mümin insanlardan birisi hakkında kalbine bir değişme ve bozuk düşünce geldiğinde, o düşünceyi kalbinden uzaklaş­tır, ona karşı hayır zanda bulun, kalbine gelen düşünce hakkında onun için mazeret ara. Yürürken beraber yürüdüğünle arana bir ağaç veya duvar girip tekrar karşılaştığınızda, ona selam ver; selam verirsen ayrıl­dığın hal üzere kendisini sevdiğini bildirmiş olursun.

Tavsiye

Arkadaşlık yaptığın veya seninle arkadaşlık yapan herkese rütbesine ve derecesine göre davran. Allah Teâlâ karşısında ise O’na vermiş olduğun sözü yerine getirmek üzere davran. O’na verdiğin söz rububiyetini ka­bul sözüdür. Allah Teâlâ es-Sahib, yani arkadaştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem böyle bu­yurdu. Ayedere de onlar hakkında düşünerek davran. Duyuların idrak etmiş olduğu işlere, ibret gözüyle bakarak davran. Bunun yanı sıra Pey­gamberlere ittiba ederek ve uyarak, meleklere temizlik ve zikirle, şeyta­na onun şeytan olduğunu bilip kendisine muhalefet ederek davranmalı­sın. Hafaza meleklerine, kendilerine yazdıracağın işlerin güzel olmasını temin ederek davran. Senden yaşlı olana saygı, küçüğe merhamet gös­ter. Dengin olanı affet, ona insaf göster, kendine tercih et, hakkını nef­sinin hakkına tercih et, kendi hakkını onun hakkı için terk etmen la­zımdır. Alimlere saygı ve hürmede davran. Beyinsizlere ve düşüncesiz­lere karşı bağışlayıcı ol, cahillere karşı siyasede, kötülere karşı güler yüz­le ve kötülüklerinden emin kalmayı sağlayacak şekilde davran. Hayvan­lara karşı, onların ihtiyaçlarını gözeterek davran; çünkü onlar dilsizdir. Ağaçlara ve taşlara karşı, onları gereksiz bir amaçla kullanmamak şek­linde davran. Yeryüzüne karşı, onun üzerinde namaz kılarak davran. Ölülere karşı, onlara dua ederek davran; onların iyiliklerini zikret, kötü­lüklerini hatırlama! Keşf ve vecd ehli sufilere karşı, hallerini (kendileri­ne) teslimiyet üzere davran. Onlar hal ehli olanlardır. Allah Teâlâ yolundaki kardeşlerine, hareket ve duruşlarını tecessüsten uzaklaşarak davran. Ço­cuklara karşı iyilik yaparak davran. Eşine karşı güzel ahlakla davran. Ev halkına karşı sevgiyle davran. Namaza ise huzurla muamele et. Oruca günahlardan uzaklaşarak, hacdaki uygulamalara Allah Teâlâ’yı zikrederek ve yücelterek muamele et. Zekâta karşı onu hemen ödeyerek muamele et. Tevhide ihlasla, ilahi isimlere, her ilahi ismin ortaya çıkardığı ahlaka göre davran. Bu itibarla ilahi isimler karşısındaki muamele ve davranış, onlarla ahlaklanmaktır. Dünyaya karşı ondan yüz çevirerek muamele et. Ahirete onun peşinden koşarak muamele et. Kadınlara onların fitnele­rinden uzaklaşarak davran. Mala onu harcayarak, ateşe ve ilahi sınırlara karşı ise takva ve korkuyla davran. Cennete karşı, onu talep ederek, veli­lere karşı, onların dosduklarını ve velayetlerini artıracak şekilde davran. Düşmanlara karşı, onlara eziyet vermeyecek şekilde davran. Nasihat edene karşı, onun sözünü kabul ederek davran. Sana bir şey söyleyenin sözüne kulak ver. Bu itibarla bütün varlıklara nasihade davran.

Hükümdarların karşısında onların emirlerini işitip itaat ederek dav­ran. Zalim yöneticilerden ise şerlerinden emin olmak maksadıyla gücün yettiğince uzak durmalısın. Hükümdarlarla arkadaşlıktan kendini uzak tut. Hükümdarlarla içli dışlı olursan işin zorlaşır, Onu bırakırsan seni zelil eder. Böyle bir durumla karşılaşırsan, onlarla arkadaşlıktan uzak kalmalısın. Kur’an okuyana okuduğu sürece kendisini dinleyerek karşı­lık ver. Kur’an’a da onu düşünerek karşılık ver. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in hadi­sine sahih ve zayıfını araştırarak karşılık ver, hadisi ana ilkelere başvura­rak değerlendir, ana ilkelere uygun olanı al. Bununla beraber böyle bir hadisin geliş yolu sahih olmasa bile asıllar ve ilkeler (ayetler) onu teyit eder. Asılla çelişen hadisi, rivayet yolu sahih olsa bile, dikkate alma; bu durum hadisin başka bir yorumunu bilmediğinde böyledir. Çünkü tek ravisi olan haberler sadece güçlü zan ifade ederler. Sen tevatürle gelen sünnet ile Allah Teâlâ’nın kitabına uymalısın. O ikisi uyulabilecek ve kendile­riyle oturulacak en hayırlı iki kaynaktır. Sahabe arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarını incelemekten ve onlar hakkında konuşmaktan uzak dur; bütün sahabeye muhabbet besle, herhangi birini kınamaya izin yoktur. Biz kendisine göre Allah Teâlâ’ya ibadet ettiğimiz dini onlardan öğ­rendik; sen de dini onlardan alırken kendilerine karşı adaletle davran ve onları suçlama. Sahabe nesli en hayırlı nesildir!

Evine karşı onda namaz kılarak davran. Meclisinde, Allah Teâlâ’yı o mec­liste zikrederek davran. Oradan ayrılışına ise istiğfar ederek davran. Bü­tün bu hususlarda işin esası, her Hakk sahibine hakkını teslim etmektir. Hiç kimsenin senden talep edeceği bir hakkının üzerinde kalmamasına çalış. Suçluya onu bağışlayarak ve affederek karşılık ver; günahkâra kar­şı ona iyilik ve ihsan ile, gözüne karşı Allah Teâlâ’nın yasakladıklarından alı­koymakla, kulağına en güzel sözü dinlemekle davran. Diline, kötü söz söylemekten alıkoymakla davran. O söz doğru bile olsa şeriat böyle bir sözü nahoş karşılamış, onu söylemeyi yasaklamıştır. Günahlara korkuy­la karşılık ver, iyiliklere umutla karşılık ver. Duaya zorlanarak karşılık ver. Hakkın seni bir işe veya bir işi terke çağırmasına ‘buyur’ diye karşı­lık vermen gerekir.

Nebevî Tavsiyeler

Ali b. Ebu Talib’in şöyle dediği bize aktarılmıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bana tavsiyede bulunarak şöyle demiştir: ‘Ey Ali! Sana bir tavsiyede bu­lunacağım. Onu aklında tut, o tavsiyeye uyarsan sürekli hayır ve iyilikte bulunursun. Ey Ali! Müminin üç alameti vardır: Namaz, oruç ve zekât. Tekellüf sahibinin üç alameti vardır: Gördüğünde yağcılık eder, yanın­da yokken gıybet eder, musibet gelince bela okur. Zalimin üç alameti vardır: Kendinden aşağı derecedekıni zorbalıkla ezer, üzerindekine karşı isyan eder, zulme taraf olur. Riyakârın üç alameti vardır: İnsanlar ara­sındayken dinçtir, tek başına kalınca tembelleşir, bütün işlerinde övül­meyi sever. Münafığın da üç alameti vardır: Konuşunca yalan söyler, söz yerince tutmaz, emanet alınca ihanet eder. Ey Ali! Tembellerin üç alameti vardır: İhmal edinceye kadar geciktirir, zayi edinceye kadar ih­mal eder, günah işleyinceye kadar zayi eder. Akıllı şahıs üç yerde teza­hür eder: Geçimi için mücadele eder, haram olmayan işlerden hazzını kazanır, günahın peşinde koşmaz.’

‘Ey Ali! Yakînin bir alameti de Allah Teâlâ’yı kızdıracak bir işle kimseyi razı etmemendir. Allah Teâlâ’nın ihsan ettiği bir şeye karşılık kimseyi övme­men gerekir, emretmediği sürece kimseyi kınamaman lazımdır. Rızkı harisin hırs getirmediği gibi istemeyenin isteksizliği de rızkı engelle­mez. Allah Teâlâ rahadığı, kendi taksimiyle; genişliği, yakîne ve rızaya yerleş­tirmiştir. Buna mukabil üzüntü ve gamı da kendisini kızdıran işlere yer­leştirmiştir. Ey Ali! Bilgisizlikten daha şiddedi fakirlik, akıldan daha cömert mal, kendini beğenmekten daha tehlikeli yalnızlık, istişareden daha güçlü dayanışma yoktur. Yakin gibi iman, kendini haramdan ko­rumak gibi vera, güzel ahlak gibi iyilik, tefekkür gibi ibadet yoktur.’

‘Ey Ali! Her şeyin bir afeti vardır: Sözün afeti yalan, bilginin afeti unutmak, ibadetin afeti riyakârlık, zarifliğin afeti sululuk, cesaretin afeti taşkınlık, müsamahanın afeti başa kakmak, güzelliğin afeti kendini be­ğenmek, değerin ve asaletin afeti iftihar, hayanın afeti zayıflık, keremin afeti böbürlenmek, ihsanın afeti cimrilik, cömerdiğin afeti israf, ibade­tin afeti kibir, dindarlığın afeti hevadır. Ey Ali! Bir kişi seni yüzüne kar­şı överse şöyle de: ‘Allah Teâlâ’m! Beni söylediklerinden daha hayırlı birisi yap, bilmedikleri işlerimi bağışla, hakkımda söyledikleri hususta beni yargılama.’ Böyle yaparsan onların sözlerinden emin olursun. Ey Ali! Oruçlu akşamladığında orucunu açarken şöyle de: ‘Allah Teâlâ’m! Senin için oruç tuttum, rızkınla iftar ettim.’ Böyle dersen o gün -kendi ücrederinden hiçbir şey eksilmeksizinoruç tutan herkesin sevabı sana yazılır. Oruç tutan her insanın kabul edilen bir duası vardır. Birinci lokmada şöyle der: ‘Rahman ve Rahim Allah Teâlâ’nın adıyla! Ey mağfireti geniş olan Allah Teâlâ, beni bağışla.’ İftarda bu duayı okuyana mağfiret edilir. Bilmelisin ki oruç cehennemden koruyan bir kalkandır. Ey Ali! Güneş’e ve Ay’a yönelme, onlara sırtını dön. Onlara yönelmek hastalık iken onlara sırtı­nı dönmek ilaçtır. Ey Ali! Yasin suresini çok oku. Yasin suresini oku­manın on bereketi vardır: Aç insan Yasin’i okursa doyar, susamış okur­sa suya kanar, çıplak okursa giyinir, hasta okursa iyileşir, korkak okursa emniyet bulur, hapisteki okursa kurtulur, bekâr okursa evlenir, yolcu okursa yolculuğunda ona yardım edilir, malını kaybeden okursa malım bulur. Bunun yanı sıra eceli gelen birinin başında okunursa ölümü ko­laylaşır. Sabah vakti Yasin’i okuyan, akşama kadar; akşam okuyan da sabaha kadar güvendedir.’

‘Ey Ali.' Cuma gecesi Duhan suresini oku ki, mağfirete mazhar ola­sın. Ey Ali! Ayete’l-Kürsü’yü her namazın sonunda oku. Onu okursan şükredenlerin kalpleri, peygamberlerin sevabı ve iyilerin amelleri sana verilir. Ey Ali! Haşr suresini oku. Onu okursan kıyamette her şeyden güvende olarak diriltilirsin. Ey Ali! Tebareke ve Secde surelerini oku.

Bu iki sure seni kıyamette korkularından kurtarır. Ey Ali! Yattığında Tebareke suresini oku. Bu sure seni kabir azabından, Münker ile Nekir’in sorularından kurtarır. Ey Ali! Abdestliyken ihlas suresini oku. Onu okursan kıyamette sana şöyle hitap edilir: ‘Ey Allah Teâlâ’yı öven kişi! Kalk ve cennete gir.’ Ey Ali! Bakara suresini oku. Bu sureyi okumak be­reket, okumamak pişmanlıktır. Tembel insanlar uykusuzluk nedeniyle bu sureye güç yetiremez.

Ey Ali! Güneşin altında uzun süre kalma. Güneş altında kalmak hastalığa yol açar, elbiseyi eskitir ve rengini soldurur. Ey Ali! Yangın­dan güvende kalmanı sağlayacak dua şudur: ‘Allah Teâlâ’m! Seni tenzih ede­rim, Senden başka ilah yoktur. Sana tevekkül ettim. Yüce Arş’ın sahibi­sin.’ Ey Ali! Kuruntulardan kurtulmak için şu ayeti okuman gerekir: ‘Kur’arı’ı okuduğunda seninle ahirete inanmayanlar arasında bir perde çe­keriz’ Ayetin bu kısmından ‘Gerisin geriye kaçarlar456 kısmına kadar okumalısın. ‘Ey Ali! Her türlü kem gözden uzak kalman için şöyle de­men gerekir: ‘Allah Teâlâ neyi dilerse o olur, neyi dilemezse o olmaz. Ben Allah Teâlâ’nın her şeye güç yetirdiğine şahitlik ederim. Allah Teâlâ her şeyi bilgisiyle ihata etmiş, her şeyi sayıca saymıştır. O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.’ Ey Ali! Zeytin ye, zeytinyağı kullan. Zeytin yiyen ve yağını kullanana şeytan kırk sabah yaldaşamaz.

Ey Ali! Yemeğe tuzla başla, tuzla bitir. Tuz yetmiş hastalığın ilacı­dır ki onlardan birisi delilik, diğeri cüzzam, ayrıca abraş, boğaz ağrısı, kemik ağrısı, mide ağrısı vardır. Ey Ali! Yemek yemeye başlarken ‘Allah Teâlâ’nın adıyla’ diye başla, bitirdiğinde ‘Allah Teâlâ’ya hamdolsun’ de. Böyle ya­parsan muhafaza melekleri sürekli iyiliklerini yazarlar. Ey Ali! Ayın baş­langıcında hilali gördüğünde üç kere ‘Allah Teâlâu ekber’ ve üç kere ‘Beni ya­ratan, seni yaratan, senin için menziller belirleyip âlemlere ayet kılan Allah Teâlâ’ya hamdolsun’ de ve ardından şöyle ekle: ‘Allah Teâlâ meleklerine karşı se­ninle övünmüştür. O şöyle der: ‘Ey meleklerim! Böyle diyen bir kulu cehennemden azat ettim, şahit olunuz.’ Ey Ali! Aynaya bakarken şöyle de: ‘Allah Teâlâ’m! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlakımı güzel yap ve be­ni rızıklandır.’ Ey Ali! Bir aslan görüp başın sıkıntıya girdiğinde, üç ke­re tekbir getir ve şöyle de: ‘Allah Teâlâ korkup çekindiğim bu hayvandan da­ha büyük, daha yüce ve daha izzedidir. Allah Teâlâ’m! Bu hayvanın kötülü­ğünden sana sığınırım.’ Böyle demek Allah Teâlâ’nın izniyle yeterlidir. Havla­yan bir köpek gördüğünde şöyle de: ‘Ey insanlar ve cinler topluluğu! Göklerin ve yerin çeperlerinden , çıkmaya çalışsanız bir sultan olmaksızın oradan çıkamazsınız*57 Ey Ali! Evinden bir ihtiyaç maksadıyla çıktığın­da, Ayete’l-kürsü’yü okumalısın. Bu sureyi okumakla ihtiyacın -Allah Teâlâ’nın izniylekarşılanır. Ey Ali! Abdest aldığında şöyle demelisin: ‘Allah Teâlâ’nın adıyla, salât ve selam Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in üzerine olsun.’ Ey Ali! Gecele­yin az da olsa namaz kıl, seherlerde Allah Teâlâ’ya dua eyle, duan reddedilmez, çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘Onlar seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.’458 Ey Ali! Ölüyü yıkamak gerekir. Kim bir ölüyü yıkarsa kendisine yetmiş kere mağfiret edilir. Bu mağfiretlerden birisi bütün yaratılmışla­ra dağıtılsaydı, hepsini kuşatırdı.’

Hz. Ali diyor ki, bunun üzerine şöyle dedim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Pey­gamberi! Bir ölüyü yıkayan kişi ne demelidir?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle dedi: ‘Ey Rahman! Mağfiret eyle.’ Yıkamayı tamamlayıncaya kadar böyle dua eder. Ey Ali! Tek başına yolculuğa çıkma, çünkü şeytan yal­nızla beraber, iki kişiden nispeten daha uzaktır. Ey Ali! Bir kişi tek ba­şına yolculuğa çıktığında, sapıtır, iki kişi de sapıtır, hâlbuki üç kişi bir cemaattir.’ Ey Ali! Yolculuğa çıktığında vadilerde konaklama. Vadiler yılanların ve yırtıcı hayvanların mekânlarıdır.’ Ey Ali! Üç kişi bir hay­vanın üzerine binmesin. Öyle bir durumda en öndeki lanetlenmiştir.’ Ey Ali! Kölenin veya cariyenin bir çocuğu olduğunda, sağ kulağına ezan oku ve sol kulağına kamet getir. Böyle yaparsan şeytan çocuğa za­rar veremez.’ Ey Ali! Hilal gecesi veya ayın yarısının olduğu gece ailene yaklaşma. Aksi halde (doğacak) çocuğun deliliğe maruz kalır. Hz. Ali şöyle demiştir: ‘Ey Allah Teâlâ’nın peygamberi! Niçin öyle olur?’ O da şöyle cevap vermiştir: ‘Çünkü cinler kadınlara en çok ayın ortasında ve hilalin çıktığı gece musallat olurlar. Delilerin gece yarısı ve hilalin çıktığı gece çığlık attıklarını görmez misin?’ Ey Ali! Sana bir sıkıntı geldiğinde şöyle demelisin: ‘Allah Teâlâ’m! Muhammed hakkı için ve onun ailesinin hakkı için beni kurtarmanı istiyorum. Bir şehre girmek istediğinde veya bir köye girmek istediğinde orayı görünce şöyle de: Allah Teâlâ’m bu şehrin hayrını ve bu şehir hakkında takdir ettiğin iyilikleri diliyorum. Bu şeh­rin kötülüğünden ve orada takdir ettiğin kötülüklerden sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Bu şehrin hayrıyla beni rızıklandır, kötülüklerinden koru. Be­ni o şehir halkına sevdir, o şehir halkının salihlerini de bize sevdir.’

Ey Ali! Bir yere yerleştiğinde şöyle de: Allah Teâlâ’m! Bizi mübarek bir menzile yerleştir, Sen yerleştirenlerin en h’ayırlısısın. Böyle dua edersen oranın hayirlı rızkını yer, kötülüğü ise senden uzaklaşır. Ey Ali! Mürai­likten sakın. Çünkü onun sebebini bilemez, fitnesinden kurtulamazsın.

Ey Ali! Peştamal takmadan hamama girme, çünkü avret mahalline ba­kan ve bakılan kişi lanetlenmiştir. Ey Ali! ‘İşaret parmağına ve orta parmağa yüzük takma, bu davranış Lut kavminin fullerindendir.’ Ey Ali! İpekli elbise giyme, ipekli elbise şeytânı çağırır. Ey Ali! Rükû veya secdedeyken Kur’an okuma. Ey Ali! Tartışmaktan uzak dur, tartışmak amelleri ortadan kaldırır. Ey Ali! Dilenciyi küçümseme, at üzerinde sa­na gelse bile istediğini ver. Sadaka dilencinin eline düşmeden önce Allah Teâlâ’nın eline düşer.’ Ey Ali! Sadakayı erken ver, çünkü sadakayla beraber bela bulunmaz. Ey Ali! İnsanlara güzel davran. İnsanlara güzel dav­ranmakla gündüz oruç tutan ve gece ibadet edenlerin derecelerine erer­sin. Ey Ali! Öfkeden sakın, şeytan Âdemoğluna en çok öfkelendiğinde hakim olur. Ey Ali! Mizah ve şakadan sakın, mizah Âdemoğlunun hey­bet ve vakarını götürür. Ey Ali! İhlas suresini oku, ihlas suresi fakirliği ortadan kaldırır. Faizden uzak dur, faizde altı özellik vardır ki üçü dün­yada, üçü ahirette ortaya çıkar: Dünyadakiler, zenginliği yok etmek, yokluğu hızlandırmak ve rızkı yok etmektir. Ahirette olan özellikleri, hesabın kötü olması, Allah Teâlâ’yı öfkelendirmek, cehennemde kalmak veya orada yalnız başına kalmaktır. -Kuşku ravidendir.-

Ey Ali! Evine girerken evdekilere selam ver; evdekilere selam ver­mek, evin hayrını artırır. Ey Ali! Fakir ve miskinleri sev ki, Allah Teâlâ da se­ni sevsin. Ey Ali! Miskinleri küçümseme, kıyamet günü melekler de se­ni küçümser. Ey Ali! Sadaka vermen gerekir, sadaka kötülüğü senden uzaklaştırır. Ey Ali! Ailenin ihtiyaçlarını cömertçe karşıla ve geçimlerini sağla ki Arş’ın sahibinden korkmana gerek kalmasın. Ey Ali! Bineğe bi­nince şöyle dua et: ‘Bize ilcramda bulunan ve İslam’a ulaştıran Allah Teâlâ’ya hamdolsun. O bize Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem vasıtasıyla hidayet etmiş ve ihsan­da bulunmuştur. Bu bineği bize amade kılan Allah Teâlâ’ya hamdolsun, biz Rabbimize gidenleriz.’ Ey Ali! Allah Teâlâ’dan kork denildiğinde, öfkelenme; yoksa Allah Teâlâ kıyamet günü sana kötülük yapar. Ey Ali! Allah Teâlâ kulunun şöyle demesini sever: ‘Allah Teâlâ’m! Bana mağfiret eyle, günahları senden başka kimse bağışlayamaz.’ Kul bu sözü söyleyince Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey meleklerim! Bu kulum günahları benden başka kimsenin bağışlayama­yacağını bilmiştir, onu bağışladığıma şahit olun.’ Ey Ali! Yeni bir elbise giydiğinde şöyle de: ‘Allah Teâlâ’nın adıyla; hamd bu elbiseyi bana giydiren ve avret mahallimi örtüp insanlara muhtaç olmaktan kurtaran Allah Teâlâ’ya ol­sun.’ Böyle deyince elbise henüz üzerindeyken Allah Teâlâ sana mağfiret ey­ler.

Ey Ali! Kim yeni bir elbise giyer ve bir yoksulu veya çıplak bir ye­timi giydirirse, Allah Teâlâ’ya komşu olur, Allah Teâlâ ona eman verir, bu elbise üze­rinde olduğu sürece onu muhafaza eder. Ey Ali! Çarşıya girerken şöyle de: Allah Teâlâ’nın adıyla; Allah Teâlâ için şahitlik ederim ki, O’ndan başka ilah yok­tur. Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem O’nun kulu ve peygamberidir.’ Bunu söyleyince Allah Teâlâ şöyle der: ‘insanlar gafil iken kulum beni zikretti, şahit olun ki kulumu bağışladım.’ Ey Ali! Allah Teâlâ ismini sokaklarda zikreden bir kulu­nu beğenir. O kul mescide girdiğinde şöyle der: Allah Teâlâ’nın adıyla giriyo­rum; Allah Teâlâ’nın peygamberinin üzerine salât ve selam olsun. Allah Teâlâ’m! Bana rahmetinin kapılarını aç.’ Çıkarken de şöyle der: ‘Allah Teâlâ’nın adıyla çıkıyorum, Allah Teâlâ’nın peygamberine salât ve selam olsun. Allah Teâlâ’m bana ihsanın kapılarını aç.’ Ey Ali! Müezzinin ezan okuduğunu duyduğunda, sözlerini tekrarla ki müezzinin aldığı sevap sana yazılsın. Ey Ali! Abdestini bitirdiğinde şöyle de: ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah olmadığına şahitlik ede­rim. Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem de O’nun elçisi ve kuludur. Allah Teâlâ’m! Beni tövbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle. Bu duayı yaptığında annenin seni doğurduğu gündeki gibi günahlarından temizlenmiş olursun, sekiz cennet kapısı açılır ve ‘dilediğinden gir’ denilir. Ey Ali! Yemeğini biti­rince şöyle de: ‘Hamd beni yediren, içiren ve bizi Müslüman yapan Allah Teâlâ’ya mahsustur.’ Ey Ali içtiğinde şöyle de: ‘Hamd, bizi suyla içiren Allah Teâlâ’ya mahsustur. Allah Teâlâ onu merhametiyle tatlı ve içilebilir bir su kılmış, onu günahlarımız nedeniyle acı ve tuzlu yapmamıştır. Böyle dua eden biri şakir (şükreden) diye yazılır. Ey Ali! Yalan söylemekten uzak dur, yalan yüzü karartır, insan yalan söyler, söyler, en sonunda Allah Teâlâ katında yalancı diye yazılır ve isimlendirilir; insan doğru söyler, söyler, en so­nunda Allah Teâlâ katında dürüst ve doğru sözlü diye isimlendirilir. Hiç kuş­kusuz yalan imandan uzaktır.

Ey Ali! Kimsenin gıybetini yapma, gıybet oruçlunun orucunu bo­zar. İnsanların dedikodusunu yapan kişi kıyamette onların etini yer. Ey Ali! Laf taşıyıcı olmaktan sakın. Laf taşıyıcılar cennete giremez. Ey Ali! Allah Teâlâ adına yalan veya doğru yemin etme. Ey Ali! Yeminlerinizi Allah Teâlâ’nın karşısına koymayınız. Allah Teâlâ yalan yere kendi üzerine yemin edene merhamet etmez, onu temize çıkarmaz. Ey Ali! Dilini tut, dilini hayra alıştır. Kıyamet günü kul en çok dilinden dolayı azap görür. Ey Ali! Is­rarcı olmaktan sakın, ısrarcılık pişmanlık getirir. Ey Ali! Hırslı olmak­tan sakın, hırs babanı (Hz. Adem’i) cennetten çıkarmıştır. Ey Ali! Ha­setten sakın, haset ateşin odunu yemesi gibi iyilikleri yer. Ey Ali! İnsanlan güldürmek üzere yalan söyleyene yazıklar olsun, yazıklar olsun, ya­zıklar olsun! Ey Ali! Misvak kullanman gerekir; misvak ağzı temizler­ken Rabbin rızasını kazandırır, dişleri parlatır. Ey Ali! Dişlerini temiz­lerken parmaklarını kullanarak temizlemelisin. Meleklere en nahoş ge­len şey bir kulun ağzında yemek görmektir.

Hz. Ali şöyle demiştir: ‘Ey Allah Teâlâ’nın peygamberi ‘Âdem Rabbinderı kelimeler alıp tövbe etti459 ayetinde kastedilen nedir?’ O kelimeler neler­dir?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ Adem’i Hint toprağına, Havva’yı Cidde’ye, yılanı İsfahan’a, İblis’i Bisan’a indirdi. Cennette yı­lan ve tavustan daha güzel bir şey yoktu. Yılanın üzerinde katırda oldu­ğu gibi çizgiler vardı. İblis onun arasına girdiğinde, Âdem’i kandırmış, aldatmış, Allah Teâlâ da yılana gazap etmiş, güzelliğini kendisinden alarak şöyle demiştir: ‘Senin rızkını topraktan vereceğim! Karnın üzerinde toprak üzerinde yürüyeceksin. Sana merhamet edene Allah Teâlâ merhamet etmeyecektir. Allah Teâlâ tavus kuşuna da gazap etmiş, İblis’in ağaca gitmesi­ne kılavuzluk ettiği için ayaklarını mesh etmiştir. Âdem yüz sene başını göğe kaldırmaksızın hatasına ağlayarak kalmıştır. Bu esnada mahzun bir şekilde oturmaktaydı. Allah Teâlâ Cebrail’i kendisine göndererek şöyle demiştir: ‘Ey Âdem! Allah Teâlâ sana selam ediyor ve sana şöyle diyor: Seni iki elimle yaratıp ruhumu üflemedim mi? Meleklerim sana secde etmedi mi? Seni kulum Havva ile nikahlamadım mı? Bu ağlama da nedir öyle?’ Âdem şöyle cevap vermiş: ‘Ey Cebrail! Beni ağlamaktan uzak tutacak nedir ki? Ben Rabbime komşuluktan uzaklaştırıldım.’ Cebrail şöyle demiş: ‘Ey Âdem! Şu kelimeleri söylersen Allah Teâlâ günahına mağfiret edip tövbeni kabul eder.’ Hz. Âdem ‘Onlar nelerdir?’ diye sorunca, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle cevap vermiş: ‘Allah Teâlâ’m! Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ve onun ai­lesinin hakkı için senden isterim. Allah Teâlâ’m! Seni tenzih ederim, sana hamd ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, günahları sen­den başkası bağışlayamaz, sen merhamedilerin en hayırlısısın. Allah Teâlâ’m! Seni tenzih ederim, senden başka ilah yok! Bir kötülük işledim, kendi­me zulmettim. Benim tövbemi kabul et çünkü tövbeleri kabul eden ve merhamet eden sensin. Allah Teâlâ’m! Sana hamdederim, senden başka ilah yok. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim, mağfiret eyle, mağfiret edenlerin en hayırlısısın. İşte Âdem’in kelimeleri bunlardı.’

Ey Ali! Ev yılanlarına dokunmanı yasaklarım; yassı ve kuyruğu ke­sikler hariç! Onlar iki şeytandır. Yolunda yılan gördüğünde, üç kez ‘yo­lumdan çık’ demeden onu öldürme; dördüncüyü söyledikten sonra öl-

dürebilirsin. Ey Ali! Yolda bir yılan gördüğünde, onu öldür. Ben cinle­re yolda yılan suretinde görünmemeleri şeklinde şart koştum. Kim yılan suretinde görünürse, kendisini ölüme atmış demektir: Ey Ali! Dört özellik bedbahtlık özelliğidir: Göz katılığı, kalp katılığı, uzun emel ve dünya sevgisi! Ey Ali! Dört.özellikten seni sakındırırım: Kuvvetli haset, hırs, yalan ve öfke. Ey Ali! İnsanların en kötüsünün kim olduğunu sana bildireyim mi?’ Şöyle dedim: ‘Evet, ey Allah Teâlâ’nın peygamberi, bildir!’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘tek başına yolculuk yapan, misafirine cimrilik yapan ve kö­lesini döven kişidir’ dedi. Ardından ekledi: ‘Bütün bunlardan daha kö­tüsünü bildireyim mi?’ ‘Bildir ey Allah Teâlâ’nın peygamberi’ dedim. ‘Bütün bunlardan daha kötüsü kendisinden hayır beklenmeyen ve kötülüğün­den emin olunmayan kişidir’ dedi. Ey Ali! Cenaze namazı kılarken şöy­le de: ‘Allah Teâlâ’m! bu senin kulun ve kulunun oğludur. Henüz bir şey de­ğilken yaratılıştaki hikmetin ona işlemiştir. O sana misafir gelmiştir, sen onun yerleşeceği en hayırlı menzilsin. Allah Teâlâ’m! Onun delilini ortaya koy, peygamberine kat, sabit bir sözle onu sabit kıl. O sana muhtaç iken Sen kendisinden müstağnisin. O, ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur’ diye kelime-i şehadet getirirdi. Onu bağışla, merhamet eyle, sevabından „ mahrum kılma, bizi ondan sonra fitneye düşürme. Allah Teâlâ’m! Temiz birisiyse temizliğini artır, hatalıysa günahlarını bağışla.’

Ey Ali! Bir kadının cenaze namazını kılınca şöyle dua et: ‘Allah Teâlâ’m! Sen onu yarattın, onu sevdin, onun sahibisin, gizlisini ve açığını bilen­sin. Biz şefaatçi ve duacı olarak sana geldik. Bu kadını bağışla, merha­met et, ecrinden mahrum bırakma, bizi onun ardından fitneye düşür­me.’ Çocuğun namazını kılınca şöyle dua et: ‘Allah Teâlâ’m! Onu anne ve babasının takipçisi yap, o ikisine sabır ver, çocuğu onların öncüsü kıl, onlara nur ver. Bu çocuğu onlar için nur kıl, anne-babasını cennete koy, onları çocuğun ecrinden mahrum bırakma.’ Ey Ali! Abdest alırken şöy­le de: ‘Allah Teâlâ’m! Abdesti tam almayı, mağfiretini tam elde etmeyi dili­yorum.’ Ey Ali! Mümin kul kırk seneyi yaşadığında, Allah Teâlâ onu üç bela­dan emin kılar: Delirme, cüzzam ve abraş hastalığı. Altmışa geldiğinde, ahirete yüz dönmüştür artık. Altmıştan sonra Allah Teâlâ ona sevdiği işlerde kendisine yönelmeyi nasip eder. Yetmişe geldiğinde, gök ehli ile yeryüzündeki Salihler onu severler. Seksene geldiğinde, iyilikleri yazılır, gü­nahları silinir. Doksana geldiğinde, geçmiş ve gelecek günahları bağış­lanır. Yüz yaşına geldiğinde, onun adı gökte ‘Allah Teâlâ’nın yerdeki esiri’ diye

yazılır. Ey Ali! Tavsiyemi dinle, sen Hakk üzeresin, Hakk da seninle bera­berdir.

Salihlerin Tavsiyeleri

Bir adam Zünnûn’a şöyle demiş: ‘Vallahiben seni sevmiyorum.’ Ziinnûn şöyle karşılık vermiş: ‘Allah Teâlâ’yı tanıyorsan bu sana yeter, O’nu tanımıyor ve bilmiyorsan O’nu tanıyan birisini ara ki, seni Allah Teâlâ’ya ulaş­tırsın. Ondan Efendinin yasaklarına nasıl uyacağını öğrenirsin.’ Zünnûn’un söylediğinin benzeri bir arkadaşımızla aramızdaki konuş­mada ortaya çıkmıştı. Arkadaşım Abdullah b. el-Üstad el-Mebrurî salihlerin büyüklerinden birisiydi. Bir kardeşi vardı öldü. Rüyasında kendisine şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ sana nasıl davrandı?’ Şöyle cevap vermiş: ‘Beni cennetine yerleştirdi, orada yiyorum içiyorum, hurilerden istifade ediyorum.’ Şöyle dedim: ‘Sana bunu sormuyorum, ben sana ‘rabbini gördün mü?’ diye soruyorum.’ Şöyle demiş: ‘O’nu ancak tanıyan göre­bilir.’ Sonra uyanmış, bineğine binmiş, İşbiliye’de yanımıza gelerek rü­yayı anlatmış ve şöyle demişti: ‘Sana geldim ki bana Allah Teâlâ’yı tanıtasın.’ Bir yaratılmışın keşif ve müşahede yoluyla -nazarî deliller yoluyla değilbilebileceği şekilde Allah Teâlâ hakkında marifet elde edinceye kadar yanı­mızda kaldı. Ariflerden birisi şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ’nın kitabında nitele­diği kimselerle beraber ol ve onlardan ayrılma. Onlar takva ehli ve Allah Teâlâ’nın mertebesine yakın kimselerdir. Umulur ki bu sayede göklerin melekûtuna yükselir, Ebrar ile oturan ve hayırlı kimselerle ünsiyet eden bi­ri olursun. Takvada kararlı ve azimet sahibi olursan kurtuldun demek­tir; daha doğrusu ömrünün kalan kısmında kurtuluşa erdin demektir.’ Alimlerden birisi şöyle demiştir: ‘Dünyada ahiret için azık topla! Dün­yadaki en hayırlı azık takvadır, iyilikler peşinde koş, derecelerde ömrün sona ermeden önce yarış içinde ol!

Tavsiye

Alimlerden birisine ‘tavsiyede bulun’ denilince, şöyle demiş: Arala­rında aldatıcı bir üslupla süslü sözlerle konuşup zorlamalı davrananlar­dan uzaklaş. Onlar konuştuklarında birbirlerini aldatırken kalpleri kin, nefret, haset, kibir, hırs, tamah, buğz, düşmanlık, tuzakla doludur. On­ların dindarlıkları taassuptur, inançları iki yüzlülük, amelleri riyadır. Onlar dünya arzularını tercih ederler ve sadece dünyayı talep ederler, böyle bir şeyin imkânsızlığını bildikleri halde dünyada ebedi kalmak is­terler. Bu itibarla yiyemeyeceklerini toplar, oturamayacakları binaları yapar, ulaşamayacakları şeyleri arzular, haram kazanır, günahlara har­car, iyiliğe mani olur, yasaklanmışın peşinden koşarlar.

Tavsiye

Yusuf b. el-Hüseyin’in şöyle dediği aktarılmıştır: ‘Yanından ayrılır­ken Zünnûn’a şöyle sordum: ‘Kimle oturup kalkayım?’ Cevap verdi: ‘Kendisini gördüğünde Allah Teâlâ’yı hatırlatan biriyle oturup kalkmalısın. O kişinin heybeti içine yerkşir, onunla konuşmak senin amelini artırır, onun ameli ise dünyayı gözühde değersizleştirir. Yakınındayken Allah Teâlâ’ya asi olmazsın. Sana diliyle değil, davranış ve hal diliyle tavsiyede bulu­nur. Seni yönlendirdiği işi kendisi terk etmiştir. Yani o (müktesep) er­demlerden uzaklaşmıştır. Çünkü insan halinin gerektirdiği iyi bir amel üzere bulunur, seni ise sözüyle halinin gerektirmiş olduğu başka bir amele yönlendirebilir. O esnada kendi vakti ise seni yönlendirdiği ameli işlemeyi gerektirmez. Bu sebeple diliyle onu yapmanı ister, yani fiilleri­nin düzgün olmasını talep eder. Bu durum ‘insanlara iyiliği emredersi­niz460 ayetinin anlamıdır; burada herhangi bir iyilik belirtilmemiştir. ‘Kendinizi unutursunuz, siz kitabı okuyorsunuz, düşünmez misiniz?’461

Hz. İsa'dan Gelen Bir Tavsiye

Hz. İsa şöyle der: ‘Ey İsrail oğulları biliniz ki, ahiret karşısında dünya; battığı yer karşısında güneşin doğduğu yere benzer. Güneşin doğduğu yere yöneldikçe battığı yerden uzaklaşırsınız. Battığı yere yö­neldiğinizde, doğduğu yerden uzaklaşırsınız.’ Hz. İsa salih ameller işle­yerek ahirete yaklaşsınlar diye onlara böyle tavsiyede bulunmuştur.

Tavsiye

Bir alim şöyle tavsiyede bulunmuştur: ‘Sapıtan ve taşkınlıklarında körleşenler gibi olmayın. Onlar daveti duymaz, çağırana icabet etmez­ler. Onları sürekli ahiretten yüz çevirirken, arkalarını dönerken ve uzak­laşırken görürsün. Onlar topukları üzerinde gerisin geriye dönenlerdir. Onlar dünyaya kendilerini bütünüyle verir, leşin etrafındaki köpelder gibi, dünya karşısında köpeklik ederler. Onlar şehvedere kapılır, namazı terk eder, öğüt dinlemez, hatırlatma kendilerine fayda vermez. Bu nite­likteki birisinin bir süre mühlet verilmiş olduğu aşikârdır. Onlar belli bir süre nimedenir, ardından ölüm onları Hakka ulaştırır. Başka bir ifa­deyle isteyerek veya istemeyerek de olsa, ölüm onların yaptıklarını izhar eder, sevdiklerini isteksizce bırakır, topladıklarını başkalarına terk eder­ler. Miras bıraktıkları malı ise adamın eşi veya oğlunun eşi veya damadı veya miras sahibi olan başka birisi harcarken vebal onların üzerinde ka­lır. Kıyamet günü çocuklarının önünde ayağa kalktığında pişmanlık du­yar. Böyle insanlardan olmaktan sakının. Siz dünyalarını ahirederi için yaşayan kimselerden olunuz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Ruhları en yüce mahale bağlanmış olan bedenlerle dünyaya eşlik edin.’

Salih bir adam birisine tavsiyede bulunurken şöyle demiş: ‘O’ndan uzak kaldığını düşünme. Öyle düşünürsen aldanmış olursun.’ Bunun üzerine kendisine şöyle denilmiş: ‘Nasıl olmaz ki bu?’ Şöyle cevap ver­miş: ‘Hileye maruz kalan, O’nun ihsanlarına bakandır. Böyle bir insan ihsanlarına bakarken O’na bakmaktan geri durur.’ Sonra şöyle demiş: ‘insanlar sebebe bağlanırken sıddîklar sebeplerin sahibine ve velisine bağlanmıştır.’ Sonra şöyle demiş: ‘Onların ihsanlara bağlanmasının alameti, talep ettikleri lütuflardır. Sadık insanın kalbinin ihsanları veren Hakka bağlandığının alameti, ihsanlar üzerine dökülürken Allah Teâlâ’ya yö­nelerek onlardan müstağni kalabilmesi ve uzaklaşabilmesidir.’ Şöyle demiştir: ‘İçinde bulunduğun anda Allah Teâlâ’ya itimat etmelisin; haline iti­mat etme.’ Şöyle demiştir: ‘İyi düşün, böyle bir davranış tevhidin özü­dür.’

Ruhani ve Nebevi Bir Tavsiye

Hz. İsa arkadaşlarından birisine tavsiyede bulunurken şöyle demiş­tir: ‘Dünyaya karşı sağır ol, yüzünü ölüme çevir; kendini hastalığın za­yıf düşürdüğü bir hasta kabul et.’ Ölümü çokça an, çünkü ölüm mümi­ne öyle bir iyilik getirir ki, onun ardında kötülük bulunmadığı gibi baş­ka bir hayır da yoktur.

Tavsiye

Zünnûn şöyle demiştir: ‘Uç şey iman alametidir: Kalbin Müslü­manların çektiği musibetlerden dolayı üzülmesi, iyiliklerine vesile ol­mak üzere onlara bolca tavsiyede bulunmak, kendisini tanımasalar ve sevmeseler dahi insanları maslahata ve menfaatlerine yönlendirmek!’ Ahmed b. Ahmed b. Seleme şöyle demiştir: ‘Zünnûn bana şöyle tavsi­yede bulunmuştur: ‘insanların ayıbıyla ilgilenirken kendi ayıbından ha­bersiz kalma. Onların üzerine gözetmen olarak gönderilmedin.’ Sonra şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ’ya en sevgili gelen kul kendisinden en çok bilgi alandır, insanın aklının tamlığının ve tevazu sahibi olmasının delili sözü dinlemesidir, daha önce onu bilse bile dinler, süratle hakikati kabul eder; kendisinden aşağı mertebedeki birisinden gelse dahi kabul eder, kendisine geldiğinde -nefsine rağmenhakikati ikrar eder.’

Bir Rahibin Müslüman Bir Arife Tavsiyesi

Bir arif manastırında ibadete çekilmiş bir rahiple karşılaşmış, otur­muş ve sohbet etmiş. Dışarıdan ‘Rahip’ diye bağırdığında, rahip başını çıkartarak ‘kim o?’ diye karşılık vermiş. Adam ‘Hemcinsin olan bir Âdem’ demiş. Rahip ‘Ne istiyorsun?’ diye sorunca, şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ’ya giden yol nasıldır?’ Rahip şöyle demiş: ‘Arzularına karşı koyacaksın.’ Arif ‘En hayırlı yiyecek nedir?’ diye sorunca, rahip ‘takva’ diye cevap vermiş. Adam ‘insanlardan uzaklaşarak bu manastıra niçin yerleştin?’ diye sorunca şöyle demiş: ‘Kalbim adına onların fitnelerinden korktum, aklımı onların kötü arkadaşlığından dalaletten kurtarmak istedim, nef­simi de onları idare etmenin güçlükleri ve kötü fiillerine karşı rahata er­dirmek istedim. Rabbimle huzur halinde bulundum ve onlardan uzak­laşarak rahatladım.’ Arif şöyle demiş: ‘Ey Mesih’in takipçilerinden olan insan! Rabbiniz ile olan ilişkinizi nasıl buldun? Lütfen sözünü süsleme­den ve karmaşık cümleler kurmadan bana en doğru sözü söyle.’ Rahip bir süre susmuş ve düşünmüş, ardından şöyle demiştir: ‘Olabilecek en kötü şekildedir.’ Arif‘nasıl olur?’ deyince, rahip cevap vermiş: ‘Allah Teâlâ bi­ze bedenlerimize karşı katı olmayı, nefislerimizle mücadele etmeyi, gündüz oruç tutmayı, gece ibadeti, insan yaratılışına yerleşmiş şehvetle­ri terki, insana egemen arzuya karşı koymayı, insana musallat olan düşmanla savaşmayı, geçimsizliği ve huysuzluğu bırakmayı, sıkıntı ve güçlüklere karşı sabretmeyi emretti. Bütün bunlara rağmen sevabı ve ödülü geciktirerek ölümden sonraya, ahirete bıraktı. Hâlbuki yol uzun, yoldaki dikenler çok, hayret var, umutsuzluk korkusu var. Rabbimizle ilişkimizde ortaya çıkan haller bunlardır. Ey Muhammed’in tâbileri! Siz Rabbiniz ile ilişkinizi nasıl buldunuz?’

Arif şöyle demiş: ‘Rabbimiz bize en güzel ve en iyi şekilde davran­dı.’ Rahip sormuş: ‘Nasıl davranmıştır, bir anlat bana?’ Arif şöyle de­miş: ‘Rabbimiz bize amele başlamazdan önce büyük bir peşinat vermiş­tir, sayılamayacak türde hayır ve lütuflar, ihsanlar ve mevhibeler vermiş­tir. Biz O’nun karşısında amellere başlamazdan farklı ihsan ve nimetler lütfetmiştir. Bu itibarla gecemiz ve gündüzümüz farklı nimet ve ihsan­larda geçmiştir. Bunların bir kısmı alışagelmiş peşin nimetler iken bir kısmı kazanma yoluyla elde edilen nimetlerdir.’ Rahip şöyle demiş: ‘Rab bir iken size başkalarından ayrı olarak niçin böyle davrandı ki?’ Arif şöyle demiş: ‘Nimet ve ihsana gelirsek, Allah Teâlâ’nın ihsan ve lütufları geneldir ve herkese gelmiştir. Burada bize mahsus olan, Allah Teâlâ’ya karşı inancımızda hüsnüzan sahibi olmamız, doğru düşünce, hakikati ikrar etmek, O’na teslim ve O’ndan razı olmaktır. Allah Teâlâ iman ederek teslim olmayı, O’na boyun eğmeyi, amel ve muameledeki dürüstlüğü nasip et­tiği için hakikatlerin bilgisine muvaffak kılındık. Ameldeki dürüsdük derken kastettiğim nefsin muhasebesi, yola ve gereklerine bağlanmak, gaybden ortaya çıkan hallerin tasarruflarına kapılmamak, kalbe an be an gelen ruhani vahiy, ilham ve düşünceleri sürekli kontrol etmektir.’

Rahip şöyle demiş: ‘Daha fazla açıklama yap, yaptıkların çok güzel tavsiyeler! Bu devirde kimseden benzerini duymadım.’ Arif şöyle de­miş: ‘Daha fazla açıklama yapacağım, söylediklerimi dinle, dinlediğini anla, anladığını idrak et. Allah Teâlâ kendisini topraktan yaratırken insan ön­cesinde zikre şayan bir şey değildi. Sonra Allah Teâlâ onun neslini sağlam bir yere atılan kokuşmuş bir su olan meniden meydana getirmiştir. Onu dokuz ay boyunca halden Hakk geçirdikten sonra en sonunda sağlıklı bir bünye, tam bir suret, düzgün bir boy ve salim duyularla birlikte yeryü­züne çıkardı. Sonra onu iki sene boyunca saf bir süt ile beslemiştir. O süt içenler için hoş ve tadı bir süttür. Ardından türlü lütuflarıyla insanı büyütmüş, yetiştirmiş ve geliştirmiştir. En sonunda olgunluğa ulaşmış ve istiva haline kavuşmuştur. Ardından ona hikmet ve bilgi vermiş, sonra arınmış bir kalp, inceyi duyan bir kulak, keskin bir göz, leziz bir zevk, hoş kokuyu alan burun, yumuşak bir dokunma duyusu, konuşan bir dil, sahih bir akıl, iyi bir kavrayış, duru bir zihin, temyiz ve fikir kuvveti, irade, meşiyet ve ihtiyar ihsan etmiştir. Bunun yanı sıra itaatkâr organlar, yapan eller ve koşan ayaklar vermiştir. Sonra ona beyan ve fe­sahat öğretmiş, kalemle yazı yazmayı, işleri, harfi, ekin ve ziraatı, alışve­rişi, geçimi için çalışmayı, türlü menfaatler peşinde koşmayı, evler edinmeyi, izzet ve otorite peşinden koşmayı, emretmek, yasaklamak, başkanlık, yönetme, siyaset etmek gibi özellikler ve kabiliyetler vermiş­tir. Yeryüzündeki bütün canlı, bitki ve madenleri ona amade kılmış, in­san bütün bunların üzerinde bir efendi gibi hüküm veren, belirli bir sü­reye kadar onlarda tasarruf edip yararlanan bir hükümdar ve sahip ola­rak görevlendirilmiştir.

Allah Teâlâ ihsan ve fazlından daha çok vermek istemiş, cömertlik ve ih­sanı nedeniyle bütün bu verdiklerinden daha üstün ve şerefli olan başka bir nimetini kendisine ihsan etmek istemiştir. Söz konusu nimet türü, meleklerine ve cennet ehli olan özel kullarına ihsan etmiş olduğu ebedi nimettir. O nimete herhangi bir eksiklik katışamayacağı kadar onun ke­sintiye uğraması mümkün değildir. Hâlbuki dünya nimeti umutsuzluk­la karışmış, onun lezzetleri acılarla, mutlulukları hüzünle, ferahı gamla, rahatı yorgunlukla, izzeti zilletle, duruluğu kirle, zenginliği yoksullukla, sağlığı hastalıkla katışmıştır. Binaenaleyh dünya ehli orada nimet gö­rürken azap çeker, güvendeyken aldanır, keremliyken zayıf düşer. Onlar mutmain olmaksızın korkarlar, emniyet bulmaksızın endişe içerisinde kalırlar, birbirine zıt şeyler arasında gidip gelirler. Bu zıtlıklara misal olarak ışık ile karanlık, gece ile gündüz, yaz ile kış, sıcak ile soğuk, yaş­lık ile kuruluk, susuzluk ile kanmak, açlık ile tokluk, uyku ile uyanıklık, rahadık ile yorgunluk, gençlik ile yaşlılık, güç ile zayıflık, hayat ile ölüm vb. hususları verebiliriz. Dünya ehli bu zıüar arasında gider gelir, bun­lara maruz kalır, kendilerinden geçmiş bir halde bu zıdıklar arasında ka­labilirler.’

‘Ey rahip! Benim Rabbim insanları lezzetlerle karışık acılardan ve böyle işlerden kurtarmak, onları umutsuzluğun bulunmadığı bir nime­te, elemin bulunmadığı hazza, hüznün bulunmadığı mutluluğa, gamın bulunmadığı feraha, zilletin bulunmadığı izzete, zafiyetin bulunmadığı keramete, yorgunluğun bulunmadığı rahatlığa, kirin bulunmadığı du­ruluğa, korkunun bulunmadığı emniyete, yoksulluğu olmayan zengin­liğe, hastalığı olmayan sıhhate, ölümü olmayan hayata, yaşlılığı olma­yan gençliğe, ehli arasında kuşkunun bulunmadığı dostluğa taşımak ve geçirmek istemiştir. Oraya geçince onlar karanlığın katışmadığı nurda, uykunun giremediği uyanıklıkta, gafletin olmadığı zikirde, bilgisizliğin olmadığı bilgide, düşmanlık, haset ve gıybetin bulunmadığı ehli arasın­daki sadakat ve arkadaşlıkta bulunurlar. Onlar birbirine bakan döşekler üzerinde güvenli ve mutmain bir şekilde kardeş olarak yerleşirler; son­suza kadar böyle devam eder. İnsan bu özel karanlık mizaca sahip ol­duğu sürece -ki bu mizaç, ahiret diyarına, duru sıfat ve ezeli hallere la­yık olmayan unsurlardan meydana gelen kir ve pisliklerin bulunduğu bir yerdirilahi inayet ezeli hikmetiyle onu başka bir yaratılışla yarat­mayı murat etmiş ve gerektirmiştir. Bir ayet-i kerimede ‘Siz ilk yaratılışı öğrendiniz, hatırlamıyor musunuzP*462 denilir. Ahiret yaratılışı -birincisi misalsiz olduğu gibiherhangi bir misale göre olmayan bir yaratılıştır. Onlar ahiret yaratılışında büyük ve küçük abdest ihtiyacı hissetmezler, kendilerinden bir fazlalık çıkmaz. Onların yiyecek ve gıdalarının fazlala­rı, ter şeklinde dışarıya çıkar. O ter misk kokusundan daha hoş ve daha güzeldir. Bu yaratılış nerede, öteki yaratılış nerede? Dünyadaki mizaç nerede, ahiretteki mizaç nerede? Bununla beraber o yaratılış da, tabiî, karışımları itidal ve düzenli olan bir yaratılış ve mizaçtır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Bilmediğiniz şeylerde sizi inşa ederiz.’463 Başka bir ayette ‘Allah Teâlâ ahiret yaratılışını inşa edendir464 denilir. Allah Teâlâ bu sebeple peygamberle­rini kullarına gönderdi. Onlar kullan bu hususa yönlendirir, kulları ahirete davet ve teşvik eder, ahiret yoluna yönlendirir, kendisine var­mamdan önce ahiret yurdu için hazırlık yapmalarını öğüderler. Böylece dünya şehvederinden ve hazlarından ayrılmak onlara kolay gelir. Aynı zamanda dünyanın güçlükleri, sıkıntı ve musibederi onlara kolay gelir. Bu kolaylık, onların dünyadan sonra gelen ahireti umut etmelerinden kaynaklanır. Ahiret hayatını yitiren kişi, hiç kuşkusuz, apaçık bir hüsra­na uğramıştır.’

Arif şöyle demiş: ‘Ey rahip! Rabbimizle ilişkimiz hakkında biz böyle düşündük ve buna iman ettik. Bu inanca göre, dünyadaki haya­tımız güzelleşti, dünyayı değersiz görmemiz bize kolay geldi, onun şehvetlerini terk etmek mümkün oldu, ahiret yaratılışını ve ahiret haya­tını talebimiz güçlendi, bu konuda hırsımız pekişti, ibadetin güçlüğü bize kolay geldi. Biz ibadet ederken bir güçlük hissetmiyoruz. Aksine ibadeti bir nimet, keramet, övünç ve şeref kabul ediyoruz. Allah Teâlâ bizi kendisini zikretmeye ehil kılmış, kalplerimizi buna yönlendirmiş, gö­nüllerimizi açmış, gözlerimizi nurlandırmıştır. Böylelikle Allah Teâlâ bize tür­lü nimederi ve ihsanlarıyla tanınmış ve kendisini bildirmiştir.’ Rahip şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ bu yapağın güzel tavsiyeler nedeniyle sana hayır ve ihsan versin.’

Tavsiye ve Nasihat

Zünnûn şöyle demiş: ‘Dünya işlerinde akıllı ve zeki iken ahiret işle­rinde ahmak olan biri zekâ ve akıl sahibi sayılmaz. Hilim gösterilmesi gereken yerde sefih davranan, tevazu izhar edilmesi gereken yerde ki­birli olan akıllı değildir. Tabiatına ait işlerde ve yerlerde arzusunu yiti­ren, hakikat söylendiğinde öfkelenen veya akıllı insanın ardından koştu­ğu şeyi değersiz gören veya zeki insanların değersiz gördüğü bir işin peşinden koşan, Allah Teâlâ’nın verdiği çokluğu az gören veya nefsinden mey­dana gelen az ölçüdeki şükrü çok gören kişi de akıllı değildir. Başkasın­dan insaf talep ederken başkasına insaf göstermeyen akıllı değildir. İtaat etmesi gereken yerde Allah Teâlâ’yı unutan ve muhtaç olduğu zaman da O’nu hatırlayan akıllı değildir. Bilgi toplayıp öğrenen fakat onu öğretirken arzusuna uyan kişi de akıllı değildir. Allah Teâlâ’ya karşı hayâsı az olan kişi ve­ya nimeti izhar ederken şükürden gafil kalan kişi, mücahede ederken aciz kalan kişi akıllı değildir. O aciz kalırken onun düşmanı kendisiyle mücadelede sabırlı ve dirençlidir. Merdiğini elbise edinip de edebini merdiği edinmeyen ve takvayı elbise edinmeyen akıllı değildir. Bilgi ve marifetini bir zerafet ve kendi meclisinde ziynet yapmayan akıllı değil­dir.’ Sonra şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ’dan bağışlanma dilerim! Söz çoktur. Sözü kesmezsen söz bitmez.’ Ayağa kalkıp şunları söylemiş: ‘Üç şeyden yoksun kalmayın: Din işlerinizde imana göz kulak olun, ahiret için dünyadan azıklanın, emrettiği ve yasakladığı hususlarda Allah Teâlâ’dan var­dım isteyin.’

Lokman'm Tavsiyesi

Hz. Lokman oğluna şöyle demiştir: Alimlerle otur, onların dizleri­ne yapış. Ölü bir toprağı göğün yağmuruyla canlandırması gibi, Allah Teâlâ da ölü kalpleri bilgi nuruyla canlandırır. Alimlerle tartışmaktan sakın, çünkü hikmet gökten saf ve duru bir halde inmiş, insanlar kendisini öğ­rendiklerinde nefislerinin arzusuna çevirmiş ve yönlendirmişlerdir.’

Hikmet Tavsiyesi

Zünnûn el-Mısri’nin şöyle dediği aktarılmıştır: ‘İnsanların ayıpları­na bakan nefsinin ayıplarından habersiz ve kör kalır. Firdevs ve cehen­nemle ilgilenen, dedikoduyla meşgul olmaz artık. İnsanlardan kaçan, şerlerinden kurtulur. Kim fazlaya şükrederse ona ilave edilir.’ Birisi şöy­le demiştir: Dünyayı talep edip arzularına karşı haris ve tâmahkâr olan bir alim, başkasım tedavi edip kendini hasta eden doktora benzer. Öyle bir doktordan hayır ve iyilik umulmaz. Kendisi hastayken başkasına na­sıl şifa verebilir ki?’

Sahih Bir Tavsiye

Allah Teâlâ’yı bilen velilerden birisine ‘günahın sebebi nedir?’ diye soru­lunca şöyle cevap vermiş: ‘Günahın sebebi bakıştır. Bakıştan da ;lk ba­kış kastedilir. İlk bakış insanı Allah Teâlâ’ya yönlendirirse günah olmaz; yönlendirmezse kuruntularla karışır ve şehvet ortaya çıkar. Bütün bunlar organlarda ortaya çıkmayan bâtında ve içte var olmalarından sonradır.

Şehvet karşılanırsa karşılanır; aksi halde kendisinden talep doğar. Talep meydana geldiğinde, kendisinden fiil ortaya çıkar.’

Tezkire

Bu tezkirede nebevi bir tavsiye vardır; Hz. İsa İsrail oğullarına öğüt verirken bir defasında şöyle demiş: ‘Ey alimler ve fakihler! Ahiret yoluna yönelmişsiniz, fakat oraya doğru yürümüyorsunuz. Cennete gi­riyorsunuz, fakat kimsenin sizi yönlendirmesine müsaade etmiyorsu­nuz. Cahil insan alimden daha mazur olsa bile, hiçbirinin mazereti yok­tur.’ Salih bir insan şöyle demiştir: ‘Dünya işleriyle meşguliyeti terk eden zahit, sevgide insaflı olan ve insanların haklarını yerine getiren te­vazu sahibidir. Öfkesini yutup sıkıntıya tahammül eden ve sabrı düstur edinen, hilim sahibidir. Adalete yapışıp boş sözleri terk eden, konuşma­sı veciz olup onu ilgilendirmeyen işleri bırakan, bütün işlerinde ölçülü davranan insan akıllıdır. Allah Teâlâ’ya yaklaştırıcı işlere kendini adayan, dün­yanın meşguliyederinden yüz çeviren ise çok yememelidir. Doyarsa tembelleşir, daha fazla yerse hastalanır. Öyle biri de abiddir.’

Tavsiye

Bir arkadaşı kendisine ‘bize tavsiyede bulun, umulur ki Allah Teâlâ senin tavsiyen sayesinde, bize fayda verir’ dediğinde salih bir insan Allah Teâlâ’nın kullarına şöyle tavsiyede bulunmuştur: ‘Bütün eşyaya karşı Allah Teâlâ’yı tercih edin, kendi aranızda ve Allah Teâlâ ile ilişkilerinizde doğru ve dürüst olunuz. Allah Teâlâ’yı bütün kalbinizle sevin, O’nun kapısına yapışın, O’nunla meşgul olun. Ölümü bir yastık edinin; uyuduğunuzda bir yastık gibi başınızın altına koyun, uyandığınızda ise gözünüzün önüne koyun. Dünyaya hiçbir ihtiyacınız yokmuş gibi hareket edin. Ahiret sizin için kaçınıl­mazdır. Dillerinizi koruyun, günahtan sakının! Sadece Rabbinizle ifti­har edin. Allah Teâlâ’nın halis kulu olun ki, selamete eresiniz ve insanlar sizden selamete kavuşsun. Böyle olunca, Allah Teâlâ’nın nimetine ulaşmış olursunuz.’ Sonra şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ’dan bağışlanma dilerim! Söz dünyada tatlı olsa bile ahirette büyük sorumluluk getirecektir.’ Sonra şöyle eklemiş­tir: ‘Sadık olanlara doğrulukları sorulacaktır. Bu söylediklerim yeterlidir.’

Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem'e Ait Bir Tavsiye

‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Ebu Hureyre’ye bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Bu tavsiyelerden manalara delalet eden harfleri kendisiyle inşa ettiğim kalemime Allah Teâlâ’nın yazdırdığı kısmını zikredeceğim. Önce benim için lambayı yakan hizmetçiye hitap ederek şunları söyledim. O lambayı yakmıştı, ben de Allah Teâlâ’nın gönlüme ilka ettiği ilahi sırları ve rabbani ma­rifetleri yazabildim:

Lambayı yak, belki görebilirim Varaklara yazılmış manaları düzenlerim

Onun hizmetini yapanlar

Onun hallerinden haber verirler

Haddi olmayan ve sınırlanmayan harfler içerisinde

Manaları düzenli bir şekilde gözlere görünür

              Ulvi kalem suretini yazar

Benim elimde kalem bulunduğu sürece

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Ey Ebu Hureyre! Abdest alınca şöyle de: ‘Bismillah-ve’l-hamdülillah (Allah Teâlâ’nın adıyla, hamd Allah Teâlâ’ya mahsustur).’ Böyle söylediğinde halaza melekleri o abdestten ayrılınca­ya kadar senin adına sevap yazarlar. Ey Ebu Hureyre! Yemek yerken ‘Bismillah ve’l-hamdülillah (Allah Teâlâ’nın adıyla, hamd Allah Teâlâ’ya mahsustur) de. Hafaza melekleri yemek senden ayrılıncaya kadar sürekli senin için iyilikler yazmaya devam ederler. Ey Ebu Hureyre! Ailenle ve cariyenle bir araya geldiğinde, ‘Bismillah ve’l-hamdülillah (Allah Teâlâ’nın adıyla, hamd Allah Teâlâ’ya mahsustur)’ de. Bunu söyleyince hafaza melekleri boy abdesti alana kadar sana iyilik yazmayı sürdürürler. Boy abdesti aldığında Allah Teâlâ günahlarını bağışlar. Ey Ebu Hureyre! O birleşmeden dolayı bir çocu­ğun olursa, kendisinden geride bir şey kalmayıncaya kadar, o çocuğun nefesleri adedince senin için iyilik yazılır. Ey Ebu Hureyre! Bir bineğe bindiğinde, ‘Bismillah ve’l-hamdülillah (Allah Teâlâ’nın adıyla, hamd Allah Teâlâ’ya mahsustur) de. Bunu dersen, binekten ininceye kadar ibadet etmiş kişi­lerden olursun. Ey Ebu Hureyre! Gemiye bindiğinde, ‘Bismillah ve’lhamdülillah (Allah Teâlâ’nın adıyla, hamd Allah Teâlâ’ya mahsustur) de. Gemiden ininceye kadar abidlerden olursun. Ey Ebu Hureyre! Bir elbise giydi­ğinde, ‘Bismillah ve’l-hamdülillah (Allah Teâlâ’nın adıyla, hamd Allah Teâlâ’ya mah­sustur) de. Böyle dersen elbisedeki her iplik sayısınca senin için on iyilik yazılır.

‘Ey Ebu Hureyre! Elinle vermiş olduğun şey seni korkutmasın. Böyle bir haldeyken ölürsen Allah Teâlâ katında muteber birisi olursun. Ey Ebu Hureyre! Eşine sadece kendi evinde hücre cezası ver, din işlerinin dışındaki bir hususta onu dövme, azarlama. Böyle davrandığında dünya yollarında yürürken bile Allah Teâlâ’nın cehennemden azat ettiği kimselerden olursun. Ey Ebu Hureyre! Senden büyük veya küçük olanlardan gelen eziyetlere tahammül et, senden daha hayırlı veya daha kötü olan insan­lardan gelen eziyetlere tahammül et. Böyle davranırsan Allah Teâlâ melekleri­ne karşı seninle övünür. O birisiyle meleklerine karşı övünürse, o kişi kıyamette bütün kötülüklerden kurtulmuş bir durumda gelir.’

‘Ey Ebu Hureyre! Komutan veya komutanın veziri veya hükümda­rın huzuruna giren birisi veya onun istişare ettiği birisi olduğunda, be­nim siret ve sünnetimi ihlal etme. Bir hükümdar veya onun veziri veya onun yanına girip çıkan veya onun kendisiyle istişare ettiği birisi benim siretime ve sünnetime aykırı gelirse, kıyamet gününde cehennem onu her yerden kendine doğru çeker. ‘Ebu Hureyre! Bir saat adil davran­mak, iki sene gecesi ibadet ve gündüzü oruçla geçirilmiş ibadetten ha­yırlıdır.

‘Ey Ebu Hureyre! Küçük veya büyük günah işleyen müminlere de ki: Hiç kimse işlediği günahta ısrar ederken ölmesin. Rabbiyle güna­hında ısrar edici olarak karşılaşanın küçük günahının cezası, büyük gü­nah işleyerek O’nunla karşılaşanın cezasıyla birdir. Bunun sebebi gü­nahta ısrarlı olmaktır.’ Ebu Hureyre! Allah Teâlâ’la tövbe etmiş olduğun bü­yük günahları işleyerek karşılaşmış olman, O’nun herhangi bir kitabını öğrenip de unutmuş bir halde karşılaşmandan hayırlıdır. Ey Ebu Hureyre! Valilere lanet etme, Allah Teâlâ cehennem ümmetini oraya valileri­ne lanet etmeleri nedeniyle sokmuştur. Ey Ebu Hureyre! Şeytandan başka hiçbir şeye kötü söz söyleme. Kötü söz söylememişken ölürsen Allah Teâlâ’nın bütün peygamberleri ve müminleri seninle musafaha eder, cennete ulaşıncaya kadar böyle devam edersin. Ey Ebu Hureyre! Sana zulmedene kötü söz söyleme ki, ecrin sana kat be kat verilebilsin. Ey Ebu Hureyre! Yetimi ve dulu doyur, yetim için merhamedi bir baba, dul hanım için şefkatli bir eş gibi öl. Böyle yapınca dünyada alıp verdi­ğin her nefesin karşılığında cennette sana öyle bir köşk verilir ki, onlar­dan her biri dünya ve içerisindeki her şeyden hayırlıdır. Ey Ebu Hureyre! Gece karanlıklarında Allah Teâlâ’nın mesciderine yürü. Böyle yapar­san ayağını attığın her adımda her şeyin ölçüsüne denk iyilikler sana ya­zılır. Bunlar yedi kat aşağıya varıncaya kadar sevip veya sevmediğin her şeye denktir.

Ey Ebu Hureyre! Mescitler evin, Allah Teâlâ yolunda cihat, hac ve umre düsturun ve âdetin olsun. Böyle yaparak ölürsen, kabirde ve kıyamet günü sırat köprüsünde Allah Teâlâ seninle ünsiyet eder, cennette seninle ko­nuşur. Ey Ebu Hureyre! Fakiri kovma, yoksa kıyamette melekler de se­ni küçümser. Ey Ebu Hureyre! Öfkelenme, Allah Teâlâ’dan kork denildiğinde öfkelenme. Kötü bir iş yapmaya niyetlendiğinde, Allah Teâlâ’dan kork deni­lince öfkelenme. Kötü bir işe niyetlendiğinde ve sana ‘Allah Teâlâ’dan sakın’ denilince, öfkeye kapılma. O işi yaptığında, hatanın cezası cehennem­dir. Ey Ebu Hureyre! Bir kişiye ‘Allah Teâlâ’dan kork’ denilir de, o kişi öfkeye kapılırsa, kıyamet günü getirilir ve bir yere yerleştirilir, bütün melekler yanından geçerken kendisine şöyle derler: ‘Sen kendisine ‘Allah Teâlâ’dan kork’ denilmiş, buna karşılık öfkeye kapılmış birisisin.’ Bu söz onu üzer. Kıyamet gününün kötülüklerinden veya kötülüğünden -kuşku ravidendirsakınmalısın. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ’nın sana emanet verdiği kimselere karşı O’nu görür gibi davran, çünkü Allah Teâlâ’nın emanet ettiği bir şeye karşı kötülük yapanı Cenab-ı Allah Teâlâ sıratta bekler ve ceza verir. Nice mümin sırata kısas için gönderilir!

Ey Ebu Hureyre! Her Müslüman gecenin ortasında birkaç rekât ile olsa namaz kılmalıdır. Gece ortasında Allah Teâlâ’yı razı etmek maksadıyla namaz kılanın dünya ve ahiret ihtiyaçları karşılanır. Ebu Hureyre şöyle sormuş: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Hangi gece namaz daha faziledidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Gece ortasındaki namaz’ diye cevap vermiştir.

Ey Ebu Hureyre! Gücün yettiği ölçüde, Müslümanların kanları, malları ve ırzları hakkında yükün hafiflemiş bir halde Allah Teâlâ’ya kavuşmalı­sın. Böyle bir durumda Allah Teâlâ’ya yakın insanların birincilerinden olursun. Allah Teâlâ’nın yarattığı hiç kimse hakkında bir maksadın olmasın. Aksi halde Allah Teâlâ kıyamet günü cehennem kötülüklerine seni arz eder. Ey Ebu Hureyre! Cehennemi hatırladığında, ondan Allah Teâlâ’ya sığın, kalbini ondan uzaklaştır, nefsin ve derin onun karşısında titresin. Böyle yaparsan Allah Teâlâ seni cehennem ateşinden kurtarır. Ey Ebu Hureyre! Cennete arzu duy­duğunda, orada senin için bir nasip ve iyi söz yaratması için Allah Teâlâ’ya dua et, kalbin cennete arzu duysun, gözlerin yaşarsın, sen de ona iman et. Böyle yaparsan Allah Teâlâ cenneti ihsan eder, seni geriye çevirmez. Ey Ebu Hureyre! Kıyamet günü cennete benimle beraber girinceye kadar ben­den ayrılmak istemiyorsan, hiçbir zaman unutmayacak şekilde beni sevmelisin. Bilmelisin ki, beni seversen üç şey seni terk etmez. Ebu Hureyre şöyle demiş: ‘Onları bana bildir, ey Allah Teâlâ’nın peygamberi?’ Şöy­le buyurmuş: ‘Allah Teâlâ’nın taksimine razı ol. Allah Teâlâ’nın taksimine razı olmuş bir şekilde dünyadan çıkan insandan Allah Teâlâ razı olur. Allah Teâlâ bir insandan razı olursa, onun varacağı yer cennettir.’

Ey Ebu Hureyre! Marufu emret ve münkerden alıkoy. Ebu Hureyre şöyle demiş: ‘Marufu nasıl emredeyim, münkerden nasıl uzak­laştırayım?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘İnsanlara hayrı öğret, onla­ra iyiliği telkin et, günah işleyen birisini görüp onun Allah Teâlâ’nın azabından ve kılıcından korkmadığına şahit olduğunda, onun kılıcından ve kırba­cından korkman doğru olmadığı gibi kendisine ‘Allah Teâlâ’dan kork’ deme­den geçip gitmen de caiz değildir. Ey Ebu Hureyre! Kur’an’ı öğren ve onu insanlara öğret. Ölüm gelinceye kadar bu hal üzere kal. Bu halde ölünce, melekler kabrine gelir, sana selam verirler, kıyamete değin senin için bağışlanma dilerler. Müminlerin Allah Teâlâ’nın evini haccetmeleri gibi, melekler de seni ziyarete gelir. Ey Ebu Hureyre! Müslümanlara güler yüz göster, onlarla musafaha ederken selâmlaşarak musafaha et. Bulun­duğun her yerde ve zamanda böyle davran. Hafaza meleklerinin dışın­daki bütün melekler senin için bağışlanma dilerler, sana dua ederler. Bil ki dünyadan çıkarken melekler birine istiğfarda bulunursa, Allah Teâlâ onun günahlarına mağfiret eder. Ey Ebu Hureyre! Dünyada ve ahirette övgü ve iyiliğin seni kuşatmasını istersen, dilini insanları gıybetten uzak tut. Çünkü insanların gıybetini yapmayana Allah Teâlâ dünya ve ahirette yardım eder. Dünyada yardım etmesi insanların kendisini suçladıkları durumda meleklerin onları yalanlaması demek iken ahirette yardım etmesi yap­mış oldukları kötülükleri bağışlayarak amellerini en güzel şekilde ya­pılmış amel olarak kabul etmesidir.

Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ yolunda yürü ki, rızkını genişletsin. Ey Ebu Hureyre! Akrabalarını ziyaret et ki, hesap etmediğin yönden Allah Teâlâ sana rızık versin. Kabe’yi ziyaret et ki, Allah Teâlâ Harem beldede işlemiş ol­duğun günahlarını bağışlasın. Ey Ebu Hureyre! Köle azat et ki, Allah Teâlâ onun her uzvuna karşılık senin bir uzvunu azat etsin. Köleyi azat etme­de kat be kat sevaplar vardır. Ey Ebu Hureyre! Açları doyur ki, onun iyiliğinin bir misli sana yazılsın ve kötülüklerinden hiçbir şey sana ya­zılmasın. Ey Ebu Hureyre! Yapmış olduğun hiçbir iyiliği küçük görme; senden su isteyenin kabına su koymanı bile küçümseme. O da iyilikler­den birisidir. Büyük veya küçük bütün iyiliklerin ve hayırların sevabı cennettir. Ey Ebu Hureyre! Ailene namaz kılmayı emret, çünkü Allah Teâlâ rızkı hesap etmediğin yerden verir. Şeytan eviçte girecek bir yer veya yol bulamasın. Ey Ebu Hureyre! Müslüman kardeşin hapşırdığında ona ‘yerhamukellah (Allah Teâlâ sana merhamet etsin)’ de. Böyle dersen Allah Teâlâ sa­na yirmi iyilik sevabı yazar. Şöyle dedim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! An­nem ve babam sana feda olsun, bu nasıl oluyor?’ Şöyle dedi: ‘Sen mü­min kardeşine ‘Allah Teâlâ sana merhamet etsin’ dediğinde sana on iyilik ya­zılır. O da sana ‘Allah Teâlâ sana hidayet etsin’ diye karşılık verince on iyilik daha yazılır.

Ey Ebu Hureyre! Müslüman erkek ve kadınlar, mümin erkek ve kadınlar için istiğfarda bulun. Böyle yaparsan onların hepsi senin adına şefaatçi olurlar ve sen de onların sevaplarına sahip olursun. Bununla be­raber onların sevaplarından hiçbir şey eksiltilmez. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ katında sadık birisi olmak istersen, O’nun bütün peygamberlerine, nebilerine ve kitaplarına iman etmelisin. Ey Ebu Hureyre! Bedenine ateşin haram kılınmasını istersen, sabahladığında ve akşamladığında şu duayı okumalısın: ‘La-ilahe illAllahu  vahdehu la şerike leh la ilahe illAllah Teâlâu lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdu, la-ilahe illAllah Teâlâu vAllah Teâlâu ekber, la-ilahe illAllah Teâlâu ve la-havle ve la-kuvvete illa billâh. (Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, O’nun ortağı yoktur, Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, mülk ve sonsuz sena O’na aittir, Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, Allah Teâlâ en büyüktür, Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.) Ey Ebu Hureyre! Ölüm vaktinde can çekişen birinin yanına girdiğinde yapman gereken iş ona telkinde bulunmaktır. Bir peygamber bile olsa ona kelime-i şahadeti telkin etmelisin. Ey Ebu Hureyre! Bir insan can çekişirken hastaya ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, O’nun ortağı yoktur’ di­ye kelime-i şahadet telkini verirsen ve hasta da onu söylerse, bütün iyi­liklerinin bir misli telkin edene de verilir. Hasta kelime-i şahadeti söy­lemese, telkin verenin boynu ‘la-ilahe illAllah Teâlâ’ sözü karşılığında azat edi­lir. Ey Ebu Hureyre! Ölülere ‘La-ilahe illAllah Teâlâ, rabbi iğfır lî (Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, Rabbim, beni bağışla)’ diye kelime-i şahadet telkini vermelisin. Bu ifade bütün günahları siler götürür. Şöyle dedim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Bu buyurduğun ölüler için de, diriler için durum nedir?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ifadesini yirmiden fazla tekrarlayarak ‘Yok eder, yok eder’ demiştir. Ey Ebu Hureyre! Gücün yeterse yağmur yağınca onun altında iki rekât namaz kılmaya çalış. Böyle bir namaza karşılık yağan her damla sayısınca sevap verilirken yağmurun bitirdiği her yap­rak sayısınca sevap verilir. Ey Ebu Hureyre! Suyu sadaka olarak ver, çünkü bir kişi abdest alırsa -onun sevaplarından hiçbir şey eksilmeksizinsevaplarının bir misli sana verilir. Ey Ebu Hureyre! Bir insanın gü­nahlarının bir ot yetiştirmesinin karşılığında bağışlandığını biliyor mu­sun? Hayvanlar gelmiş, otu yemişler, bunun karşılığında otu yetiştiren adamın günahları bağışlanmış. Ey Ebu Hureyre! insanlara güzel söz söyle ki, kıyamet günü felaha eresin. Ey Ebu Hureyre! İster kâfir ister Müslüman ölsün, yoksula karşı iyi davran. Kâfir bir yoksula yardım et­tiğinde, Allah Teâlâ sana merhamet ederken müslüman bir yoksula yardım etmenden ise daha sevaplı bir iş yoktur. Ey Ebu Hureyre! Ailenin ihti­yaçlarını karşılarken veya annenin veya oğlunun ihtiyacını karşılarken onun izni olmaksızın sadaka vermemen lazımdır. Ey Ebu Hureyre! Eşinin malından herhangi bir miktar senin için helal değildir; sen iste­meden verdiği ise bunun dışındadır. Bu durum ‘Kendi istekleriyle size verdikleri size helaldir465 ayetinde ifade edilir. Ey Ebu Hureyre! Kadın­lara eşlerinin evlerinden herhangi bir şeyi sadaka olarak vermelerinin helal olmadığını söyle. Fakat eşleri evde olmadığında ve evde bozulacak yaş bir şey varsa, ondan verebilirler.

Ey Ebu Hureyre! İnsanlara benim sünnetimi öğret. Bunu yaparsan kıyamette senin için parlak bir nur ortaya çıkar, senden önceki ve son­raki bütün nesiller o nur nedeniyle sana gıpta ederler. Ey Ebu Hureyre! Müezzin veya imam ol. Ezanda sesini yükseltirsen sesin arşa varana ka­dar yükselir. Bu esnada sesinin üzerine vurduğu her şey karşılığında sa­na on sevap verilir, imam olduğunda, ardında namaz kılanların sayısın­ca sana sevap verilir, namazlarının sevabının bir misli de senin için yazı­lır. Bununla beraber onların namazlarından hiçbir şey eksiltilmez. Fakat bunun böyle olması hain bir imam olmaman şartına bağlıdır.’ Şöyle dedim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! İmam hain nasıl olabilir ki? Şöyle de­di: ‘Onları düşünmeden duayı kendine tahsis edersen cemaate ihanet etmiş olursun.’ Ey Ebu Hureyre! (Çocuğuna veya kölene) Edep öğre­tirken üç defadan fazla dövme. Üçten fazla döversen, kıyamete kısas ce­zasıyla karşılaşırsın. Ey Ebu Hureyre! Evinin küçüklerine namaz ve abdest adabını öğret. On yaşına ulaştıklarında döverek zorlayabilirsin. Fa­kat üçü geçmemek gerekir. Ey Ebu Hureyre! Yolda kalmışlara karşı gö­revini unutma. Yolda kalanı evine veya kendi evine ulaştır, böyle yapar­san melekler de seni sırata taşır.

Ey Ebu Hureyre! Fakirlerle otur, kalk. Allah Teâlâ’nın rahmeti bir an bile olsa onlardan uzak değildir. Ey Ebu Hureyre! Müslümanların yolların­da kendilerine eziyet etme, çünkü yollarda onlara eziyet edeni bütün

Müslümanlar ve melekler kınar. Ey Ebu Hureyre! Yolda eziyetle karşı­laştığında, onu toprakla örtmelisin. Böyle yaparsan kıyamette Allah Teâlâ se­nin günahını örter. Ey Ebu Hureyre! Amaya yol gösterirken, sol elini sağ elinle tut, böyle bir davranış sadakadır. Ey Ebu Hureyre! Kendisine yolu göstermek maksadıyla gözleri görmeyen birisiyle bir mil yürüyene, attığı her adım karşılığında kıyamet günü Allah Teâlâ onu memnun edecek sözleri ona duyurur. Ey Ebu Hureyre! Senden iyilik isteyen sağıra ku­lak ver. Böyle yaparsan kıyamette Allah Teâlâ seni memnun edecek sözleri sa­na işittirir. Ey Ebu Hureyre! Yolunu şaşırmışa yolunu göster, böyle ya­parsan kıyamette melekler seni en iyi yere yönlendirirler. Ey Ebu Hureyre! Bir Yahudi’yi Havra’ya veya Hıristiyanı kiliseye, Sabii’yi ken­di ibadethanesine, Mecusi’yi ateş tapınağına, müşriki ise put haneye yönlendirme! Onları ibadet hanelerine götürürsen, tövbe edinceye ka­dar onların işledikleri günahların misli sana yazılır. Ey Ebu Hureyre! Hiç kimseyi Allah Teâlâ’nın sınırlarının dışında bir yere yönlendirme. Öyle davranırsan, o kişinin işlediği günahın misli sana verilir. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ’nın kullarını O’nun mesciderine, Harem şehre ve kabri­me yönlendir. Böyle yapınca onların ecirlerinin bir misli sana verilirken kendi ecirlerinden hiçbir şey eksiltilmez.

Ey Ebu Hureyre! Kadınlara kabrimi ziyaretin üzerlerine farz ol­madığını bildir. Yanlarında mahrem erkek bulunursa, Allah Teâlâ’nın evini zi­yaret onların görevidir. Mahremleri yoksa onu da ziyaret edemezler. Şöyle dedim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Yaşlı bir kadın bile olsa, öyle mi?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘yaşlı da olsa böyle’ diye cevap verdi.

Ey Ebu Hureyre! Gücün yeterse hiçbir zalim hakkına el uzatmasın veya sana dil uzatmasın. Ben senin adına bunu isterim. Ey Ebu Hureyre! Bir komutanın (olursa) senin gibi adil davranmalıdır. Sen adil davranıp da görevlendirdiğin kişi zalim olursa, işlediği günahta sen onun ortağı olurken sevapta o senin ortağın olmaz. Ey Ebu Hureyre! Zekât vacip olacak miktarda malın olduğunda zekâtını ver. Zekâtını vermiş bir halde malına afet gelirse, verdiğin zekât kıyamet gününe onu taşır. Ey Ebu Hureyre! Bir Yahudi veya Hıristiyan ile karşılaştığında abdesdiyken onlarla musafaha etme; musafaha edersen abdestini tazele. Ey Ebu Hureyre! Yahudi, Mecusi ve Hıristiyan için künye kullanma, onları kendi adlarıyla isimlendir ki, tahkir etmiş olasın. Onlardan her­hangi birine saygı göstermen doğru değildir. Müslümanlarla yaptıkları zimmet sözleşmesi nedeniyle üzerinizdeki hakları, rızaları olmaksızın mallarını almamak, izinleri olmaksızın evlerine girmemek, çocuklarıyla aralarına girmemek, eşleri hakkında hıyanet etmemektir. Dinin ne ol­duğunu öğrenmen için sana böyle emredilmiştir. Ey Ebu Hureyre! Bir Yahudi veya Hıristiyan veya Mecusiyle baş başa kaldığında, onu İslam’a davet etmeden yanından ayrılman doğru değildir.

Ey Ebu Hureyre! Ehl-i kitap içinden birisiyle tartışma, çünkü tartı­şırken o sana (kitabındaki) vahiyden bir şeyi söylemiş, sen onu yalan­lamış veya sen bir vahiy söylemiş o da seni yalanlamış olabilir. İslam’a davet etmen bunun dışındadır. Bu durum şu ayette belirtilir: ‘Onlarla en güzel şekilde tartış.*466 Kastedilen İslam’a davettir. Ey Ebu Hureyre! İster imam ol, ister olma, temiz olduktan sonra bir elbiseyle namaz kıl. Ey Ebu Hureyre! Bedir şehitleri gibi sevap almak ister misin? Cuma günü giyebileceği bir elbisesi olmayan yoksul Müslüman ara! Ona bir elbise hediye et veya ödünç ver. Ey Ebu Hureyre! Ateşin sesini duy­mamak, kötülüğünün sana ulaşmamasını ister misin? Senden yardım is­teyene yardım et; ister yanan, ister hırsız, ister sele kapılmış ister boğu­lan biri olsun, birdir. Ey Ebu Hureyre! Sıkıntıya düşenlerin sıkıntısını, endişelilerin endişelerini gider ki kıyametin endişelerinden kurtulasın. Ey Ebu Hureyre! Borçluya hakkını ödemek üzere gayret et ki, melekler de sana istiğfar etmek maksadıyla seninle beraber yürüsün. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ birinin borcunu yerine getirmek istediğini bilirse, onu hesap etmediği yönden rızıklandırır, hayatında veya ölümünden sonra borcunu ödemeyi onun adına kolaylaştırır. Ey Ebu Hureyre! Helal mal kazanıp zekâtını veren sonra miras olarak malı bırakan kişinin varisleri o malla hangi iyiliği yaparsa -kendi ecirleri eksilmeksizinbir misli de kendisine yazılır. Ey Ebu Hureyre! Kim iffetli bir erkek veya kadına zi­na iftirasında bulunursa, kıyamette cehennem vadilerinden birisinde hapsedilir; ta ki söylediği sözün beyanı gelene veya ortaya çıkana kadar! Ebu Hureyre şöyle demiş: ‘Hibal vadisi ne demektir?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘içinde sel bulunan cehennem vadisi’ demiştir.

Ey Ebu Hureyre! Bir adam borçluyken ölür ve ellerinde kesin bir delil olmadığı halde varisleri bu borcu inkâr edebilir. Allah Teâlâ onun bor­cunu ödeme iradesine sahip olmadığını biliyorsa, öyle bir borç kıyamet gününde hayırlarından ödenir. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ yolunda öldürü­lenin bütün günahları bağışlanır; bunun istisnası borcu veya iffetli bir kadına veya erkeğe zina iftirasıdır. Ey Ebu Hureyre! Her günah kıya­mette bir üzüntü vesilesidir. Nice günahlar gamdan ortaya çıkmışken nice gamlar günahtan ortaya çıkar. Bir müslümanın üzerindeki en bü­yük günah, başkasının kanını veya malını veya ırzını ihlalden kaynakla­nan zulüm günahıdır. Ey Ebu Hureyre! Bu günahlardan herhangi biri­sini işleyip ölümünden önce Allah Teâlâ’ya tövbe eden ve bağışlanması için ya­karan bir kul, o günaha sahip olmaz; Allah Teâlâ kıyamet günü dilediği şekil­de kendi katından verecekleriyle hasımlarını razı eder. Ey Ebu Hureyre! Bir insan sana zulmettiğinde, onu şikâyet etme ve insanlara duyurma! Onun halini insanlara duyurduğunda sen ve o kişi eşit olursun. Ey Ebu Hureyre! Küçük veya büyük bir haksızlığı bağışlayanın ecri Allah Teâlâ’ya kalmıştır. Bir kişinin ecri Allah Teâlâ’ya kalırsa, o kişi, Hakka yakın ve cennete girecek olan kullardan birisidir.

Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ’nın yaratıklarından herhangi birisini kor­kutma; yoksa kıyamet günü Allah Teâlâ’nın melekleri de seni korkutur. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ’nın rahmetinin yaşarken, ölürken, kabirde ve diriltilirken üzerinde olmasını istersen, geceleyin kalk ve namaz kıl. Bu na­mazla sadece rabbinin rızasını maksat edin, ardından ailene de namaz kılmalarım söyle! Namazı kılmalarının ardından seni uyandırırlar. Bu esnada geceden üç saat, gündüz üç saat üzerinden geçmiştir. Bu esnada evinde Allah Teâlâ’ya ibadet eden kimse bulunduğunda, Allah Teâlâ o ibadetin bir mislini de sana verir. Ey Ebu Hureyre! Evin bütün köşelerinde namaz kıl ki, evinin nuru, gökteki yıldız ve ışıklı cisimlerin yeryüzündekilerin göreceği şekilde parladığı gibi parlar. Ey Ebu Hureyre! Sabah akşam muhtaç akrabaların için çalış ki, dünya ve ahirette Allah Teâlâ’nın veli ve sev­diklerine taksim etmiş olduğu hayırdan büyük pay elde edesin. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ’nın bütün yaratıklarına merhamet eyle ki, kıyamette Allah Teâlâ da seni ateşten kurtarsın. Şöyle dedim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Ben suda bulunan sineklere bile merhamet ederim.’ Allah Teâlâ’nın Peygambe­ri şöyle buyurdu: ‘Allah Teâlâ sana merhamet eder, Allah Teâlâ sana merhamet eder, Allah Teâlâ sana merhamet eder.’ Ey Ebu Hureyre! Sana bir musibet indiğinde, Allah Teâlâ’nın verdiği nedeniyle razı ol. Allah Teâlâ da bilir ki, musibetin sevabı senin için musibetin kendisinden sevimlidir. Bu durumda Allah Teâlâ sana mağfiret, rahmet ve hidayet ihsan eder. Ey Ebu Hureyre! Mahzun iken teselli edilmeyi istediğin kadar, mahzun insanı teselli et. Ona Allah Teâlâ’nın musibet için hazırlamış olduğu sevabı hatırlat. Bunun için attığın her adıma karşılık Allah Teâlâ bir köle azadı sevabı verir.

Ey Ebu Hureyre! Bir kadın cemaatine uğradığında, onlara selam verme; onlar selam verirse, onların selamını al. Ey Ebu Hureyre! Bir

Müslüman diğer bir müslümana selam verir, o da selamını alırsa, me­lekler yetmiş kere o Müslüman için dua ederler. Ey Ebu Hureyre! Bir müslümanla karşılaşıp da ona selam vermeyen müslümana melekler şa­şırır. Ey Ebu Hureyre! Selam vermeyi alışkanlık haline getir. Selam vermek cennediklerin özelliklerindendir. Bu itibarla selam cennet ehli­nin selamlaşmasıdır. İbn Şahin şöyle demiştir: ‘Selam kıyamette cennet­liklerin selamlaşmasıdır.’ Ey Ebu Hureyre! Sabah akşam dilin Allah Teâlâ’yı zikretmekle meşgul olsun ki, sabah akşam dilinde hiçbir hata kalmasın. Ey Ebu Hureyre! Suyun kiri temizlemesi gibi, iyilikler kötülükleri siler. Ey Ebu Hureyre! Kardeşinin ayıbını ört ki, Allah Teâlâ senin yardımcın ol­sun. Ey Ebu Hureyre! Allah Teâlâ’nın belirlediği hadlerden birisiyle ilgili ola­rak hükümdarın huzuruna çıkmadan önce, kardeşine yardım et ve ayı­bını ört. Fakat canınla veya malınla destek olma. Allah Teâlâ’nın herhangi bir

haddi hususunda aracı olmaya çalışan kişi de onun gibidir.’

• / .

Tavsiye

Alimlerden birisi benim de tavsiye edeceğim tavsiyelerinde şöyle demiştir: Bilmelisin ki nefsini muhasebe eden, kazanır; gafil kalan, za­rara uğrar. İşlerin sonuçlarını düşünen, kurtulur. İbret gözüyle bakan, hakikati görür, anlayan bilir. İnsanın helaki, ifratta ve yavaşlıktadır; bu­na mukabil teennide selamet ve bereket vardır. İyiliği yaymak mutluluk ve saadet kazandırır. Kanaatin eşlik ettiği az mal zilletteki israftan hayır­lıdır. Takva kurtuluş iken itaat mülktür. Doğruyu ve sıdkı takip eden muvaffak olurken yalan söyleyen hüsrana uğrar. Cahil arkadaş yorucuy­ken akıllı nedime gıpta edilir. Bilmediğinde bilene sor, pişman oldu­ğunda, pişman olduğun işi bırak. Öfkelendiğinde hilim sahibi ol. Ema­net verildiğinde onu gizle. Teşekkür ederek sana karşılık veren kişi sana bir iyilik ulaştırmış demektir. Sana övgüyü borç veren kişiye fiilinle kar­şılık ver. Kim önce iyilik yaparsa teşekkür ile seni meşgul eder. Benden sana gelen elçiyi anla, onu gözlerinin önünde tut. Benim tavsiyem fayda verdiğinde, onu başkalarına da ulaştır. Bunu yaparsan kerim olan sana teşekkür eder, senden mükâfat bekler. Alçak kişi ise korkarak bunu he­sap eder. Senin onun hakkında yaptığın iş sonunda kınanmaya varır. Şair şöyle demiştir:

Sana düşmanlık eden bir alçağa iyi davrandığında

Onu öldürmüşsün demektir

Ona karşı affedici ol

Bunu kendiliğimden yaptım de

Bağışlarsan bunun değeri büyük ,                                                        .

Cezalandırırsan asla zulüm yapma

Buna karşılık ve vefa beklersen , . ,                                                       ,

Ona uzun bir şükür tevdi ettin demektir

Allah Teâlâ’yı bilen ariflerden birisi birine tavsiyede bulunurken şöyle de­miştir: Marifette iddiacı olma! Aksi halde zühtte yoldan çıkmış veya ibadete bağlanmış biri olursun. Şöyle denilmiş: ‘Allah Teâlâ sana merhamet etsin, bu söylediğini bize açıkla.’ Arif şöyle karşılık vermiş: ‘Marifette herhangi bir hususta kendine işaret edip de hakikatlerinden yoksun isen iddiacı olursun. Zahitlikte bir halle nitelenip o hal sende bulunmadı­ğında, zühdü .tahrif etmiş olursun. Kalbini ibadete bağlayıp ibadetle kurtulacağını zannettiğinde, kendini ibadete bağlamış olursun. Bu du­rumda -Allah Teâlâ’nın ihsanıyla değilibadet sayesinde kurtulacağını zannet­miş olursun.’

Peygamber Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Ebu Hureyre’ye tavsiyede bulunurken şöyle de­miştir: ‘Ey Ebu Hureyre! Öyle bir kavmin yolunu takip etmelisin ki, insanlar ürktüklerinde onlar ürkmezler; insanlar cehennemden eman ta­lep ettiklerinde cehennemden korkmazlar.’ Ebu Hureyre şöyle demiş: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Onlar kimdir? Bana onları tarif et, özellikleri­ni söyle ki, kendilerini tanıyayım!’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiş: ‘Ahir zamanda ümmetimden gelecek ve kıyamet günü peygamberlerle bera­ber diriltilecek bir kavimden söz ediyorum. İnsanlar onların hallerini görünce peygamber olduklarım zannederler. En sonunda ben onlara söz konusu insanları tanıtırım ve ‘benim ümmetim, benim ümmetim’ derim. Benim sözlerimle insanlar onların peygamber olmadıklarını öğ­renir. Onlar da şimşek gibi ve rüzgâr gibi geçerlerken nurları orada bu­lunanların gözlerini perdeler.’ Şöyle dedim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi bana onların amellerini söyle, belki ben de onlara katılırım.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Bu kavim zor bir yol takip etmiş, böylelikle peygamberlerin derecesine katılmış kimselerdir. Onlar Allah Teâlâ kendilerini doyurmuşken açlığı tokluğa tercih etmişlerdir. Allah Teâlâ kendilerini giydir­dikten sonra, çıplaklığı giyinmeye tercih etmişlerdir. Allah Teâlâ onları içir­dikten sonra susuzluğu suya yeğlemişlerdir. Onlar Allah Teâlâ katindakini umarak bütün bu nimetleri terk etmiş, hesabından korkarak helali terk etmiş, bedenleriyle dünyadayken dünyadan herhangi bir işle meşgul olmamışlardır. Melekler onların Rablerine itaatleri karşısında şaşırmış­lardır. Onlara ne mutlu, onlara ne Mutlu! Allah Teâlâ’nın bizi bir araya getir­mesini isterim.’ Soıira tiz. Peygamber o insanları özleyerek ağlamış, şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ yeryüzündekilere bir azap murat ettiğinde onlara bakar, azabı kendilerinden uzaklaştırır. Ey Ebu Hureyre! Onların yolu­nu takip etmen gerekir. Onların yoluna aykırı davranan son derece şid­detli bir hesap içerisinde bîtap düşer.’

Bir tanıdığımıza içinde birtakım şiirlerin bulunduğu bir tavsiye mektubu yazmıştım. O şiirlerde onun insanlığını kemale erdirmek mak­sadıyla onu teşvik ediyordum.

Ravh ve Rayharı olunca sen Aralarında bir insan olursun

Allah Teâlâ sana suretini vermiş Yaratıklar içinde Rahman ol diye

O’nun suretini elde eden insan Varlığa geleni ve olmuş olanı elde etmiş

Gaybde bulunan sırlar Anın meydana getirdiği sırlar,

Yaratan birini davet edince                             -

İhsan edici olarak davet eder onu

Salihlerden birisi bir insana şöyle tavsiyede bulunmuş: ‘Hakimlere çok soru sor, onlara soracağın ilk şey de akıl olsun. Her şey akılla idrak edilir. Allah Teâlâ’ya hizmet etmek istediğinde, kime hizmet edeceğini düşün, sonra hizmet et.’ İbrahim el-Ahmimi, Zünnûn’dan tavsiyede bulunma­sını istemiş, bu tavsiyeleri de ezberleyeceğini bildirmiş. Zünnûn şöyle demiş: ‘Gerçekten yapabilir misin?’ İbrahim ‘evet, Allah Teâlâ izin verirse’ deyince, Zünnûn şöyle demiş: ‘Ey İbrahim! Benden beş tavsiyeyi ezber­le. Onları ezberlersen bundan sonra sana isabet edecek hiçbir şeye değer verme.’ İbrahim ‘Allah Teâlâ sana merhamet etsin, o beş şey nedir?’ diye so­runca, Zünnûn şöyle demiştir: ‘Yoksulluğa bağrını aç, sabrı yastık edin, şehvetlerden yüz çevir, hevaya karşı çık, bütün işlerinde Allah Teâlâ’ya yönel. Bunları yapınca Allah Teâlâ sana şükür, rıza, korku, ümit ve sabır hallerini kazandırır. Bu beş özellik ise beş tane daha kazandırır: Bilgi, amel, farz­ları yerine getirmek, haramlardan kaçmak ve sözleri tutmak! Bu beş Hakk beş şeyle ulaşılır: Derin bilgi, tam marifet, yetkin hikmet, etkin bir basiret, korkan bir nefis! Beş şeyle imtihan edilen kişiye yazıklar olsun: Mahrumiyet, günah, başarısızlık, Allah Teâlâ’nın gazap ettiği hususta nefsi be­ğenmek, insanları rahatsızlık etmek! Kötülerin kötüsü ise beş fiildir: Kötü ve çirkin fiil, nahoş amel, günahlarla sırttaki ağır yük, Allah Teâlâ’nın sevmediği hususlarda insanlar hakkında tecessüs, nahoş bulacağı işlerle Allah Teâlâ’nın karşısına çıkmak. Şu beş özelliğini ihlasla yapan ve (onları birleştirene) ne mutlu, ne Mutlu: Bilgisi ile ameli, sevgisi ile öfkesi, verme­si ile alması, konuşması ile susması, fiili ile sözü. Ey İbrahim! Bilmelisin ki helalin yönleri beştir: Dürüst ticaret, faydalı sanat, kara ve deniz avcı­lığı, helal miras, razı olduğun bir yerden gelen hediye! Bütün dünya beş şeyin dışında lüzumsuzdur. Bunlar; seni doyuracak ekmek, içirecek su, seni örtecek elbise, yerleşeceğin ev, kullanacağın bilgidir. Onlara beş şe­yin daha eşlik etmesi gerekir: İhlas, niyet, tevfik, Hakka uymak, temizhelal yiyecek ve giyecek. Rahatlık beş şeydedir: Kötü arkadaşları terk, dünyaya karşı zahitlik, susmak, insanların seni görmediği bir yerde yap­tığın itaatten tat almak, Allah Teâlâ’nın kullarım değersiz görmemek. Öyle ki Allah Teâlâ’ya karşı günah işleyenleri bile değersiz ve hakir görmezsin. Bunları yerine getirince beş şey senden düşer: Riyakârlık, tartışma, kavga, süs­lenme, makam sevgisi! Himmet beş şeyde cem’ olur ve toplanır: Allah Teâlâ’nın dışındaki bütün ilgileri kesmek, hesaba çekileceğin bütün hazlan terk, düşmandan ve arkadaştan sıkılmak (zahitlik), halin hafifliği ve bi­riktirmeyi terk! Ey İbrahim! Beş şeyi daha aklında tutmalısın: Kaybolan nimet, gelecek bela, kesin olan öliim, öldürücü fitne, sabit olduktan sonra kayan ayak. Ey İbrahim! Bu tavsiyeler kâfidir, onlara göre davra­nırsan yeterlidir.’ Bu konuda Ebu’l-Utahiyye şu şiiri yazmıştır:

Ben beni görene aidim

Ben dostumu görürüm, O da beni

Bir an bile sahip olduğumu görmem                                         '

Görülmeyenin mekânı benim mekânım

Ölünceye kadar rızkım var benim

Herkes gayret etse de düşmanlık edemezler bana

Yardımı Allah Teâlâ’dan iste sen Falana, falana ve falana karşı

Mal helalinden olmalıdır Araz, vech ve lisan için

Yoksulluk, üzerinde kapının bulunduğu zillet Kapının anahtarı acizlik ve sığınma Benim rızkım Allah Teâlâ’ya ait Allah Teâlâ onu ihsan eder bana

Allah Teâlâ her zaman yüce O’nun yücelikte bir ortağı yok

Yaratıklarına ihsanlarını lütfetmiş O’ndan başka herkes fani Ya Rab! Zamandan ağlamadık Ancak bir zaman hakkında ağladık

Hz. Ömer'in Tavsiyesi

Ömer İbnıi’l-Hattab şöyle der: ‘İnsanlara kalbinde olandan daha çok huşu gösteren insan nifak üzere nifak izhar etmiştir.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den gelen bir vasiyet ve tavsiyede, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Herhangi bir eksiklik olmaksızın tevazu gösterene ne Mutlu! Miskinliğe varmaksızın nefsi hakkında zelil davranana ne mutlu! Günaha harcamaksızın topladığı malı harcayana ne Mutlu! Anlayış ve hikmet sahipleriyle oturup kalkan, yoksul ve miskinlere merhamet ede­ne ne Mutlu! Kazancı helal, ahlakı düzgün, görünen yönü keremli, kö­tülüğü ve şerri insanlara ulaşmayan kimseye ne mutlu! Bilgisine göre amel eden, malının fazlasını verip de sözünün fazlasını kendine tutana ne Mutlu!’

Fudayl b. Iyaz'm Müminlerin Emirine Tavsiyeleri

Bize aktarıldığına göre müminlerin emiri Harun Reşid yanında Fadl b. Rebi’ olduğu halde hac yapmıştı. Rebi’ şöyle anlatır: ‘Müminle­rin emiri benim yanıma geldi. Ben de koşarak ona doğru gittim ve şöy­le dedim: ‘Ey müminlerin emiri! Bana haber gönderseydin hemen ge­lirdim.’ O da şöyle dedi: ‘Yazık sana! İçimden geçen oydu. Kendisine bir şeyler soracağım birini bul bana.’ Ben de ‘Süfyan b. Uyeyne bura­dadır’ deyince halife ‘bizi ona götür’ dedi. Yanına vardık, kapısını çal­dık, ‘kim o?’ diye sordu, ‘müminlerin emiri’ denilince ‘ona hemen ica­bet edeyim’ diyerek şöyle dedi: ‘Ey müminlerin emiri! Bana elçi gön­derseydin ben gelirdim.’ Bunun üzerine Harun er-Reşid ona ‘Allah Teâlâ sa­na merhamet etsin! Sen bizim geliş sebebimizle ilgilen’ dedi. Bir süre onunla sohbet etti, sonra şöyle dedi: ‘Borcun var mı?’ O da ‘evet’ diye cevap verince, halife ‘borcunu öde’ dedi. Yanından çıktığımızda şöyle dedi: ‘Arkadaşın bana hiçbir fayda vermedi. Soru soracağım birini bul bana.’ Ben de ‘Abdurrezzak var’ dedim. Yanına gittiğimizde Süfyan ile yaşananların aynısı onunla yaşanınca halife şöyle dedi: ‘Arkadaşın bana bir fayda veremedi. Bana kendisine soru soracağım birini bul.’ Ben de şöyle dedim: ‘Fudayl b. Iyaz var, ona gidebiliriz.’ Harun ‘bizi ona gö­tür’ dedi. Gittiğimizde Fudayl Kur’an-ı Kerim’den bir ayeti tekrarlaya­rak namaz kılıyordu. Bana ‘kapıyı çal’ dedi, ben de çaldım. Fudayl ‘Kim o?’ diye sordu. Ben de ‘müminlerin emirine kapıyı aç’ diye cevap ver­dim. Fudayl ‘Benim müminlerin emiriyle işim olmaz’ deyince, ben de ‘Subhanallah! Müminlerin emirine itaat etmen gerekmez mi?’ dedim. Sözüm üzerine aşağıya indi, kapıyı açtı, odaya doğru çıktı, lambayı söndürdü, evin köşelerinden birisine çekildi. Biz de içeri girdik. Elleri­mizle onu aramaya başladık. Müminlerin emiri benden önce kendisine ulaştı ve şöyle dedi: ‘Ey adam! Ne kadar yumuşak bir avucun var. Yarın Allah Teâlâ’nın azabından kurtulmuş olurlar inşAllah Teâlâ!’ Ben de içimden ‘bu gece takva sahibi biriyle konuşacağız’ dedim. Şöyle dedi: ‘Bizim geliş sebe­bimizi dinlersen, Allah Teâlâ sana merhamet etsin.’

Bunun üzerine Fudayl halifeye şöyle dedi: ‘Ömer b. Abdülaziz ha­lifelik görevini üstlendiğinde Salim b. Abdullah, Muhammed b. Ka’b el-Kurazi, Reca b. Hayat5! çağırıp onlara şöyle demiş: ‘Bir belaya duçar kaldım, benimle bu hususta istişare ediniz.’ Demek ki halife halifelik görevini bela addetmişken sen ve arkadaşların ise onu nimet saydınız. Salim b. Abdullah kendisine-şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ’nın azabından kurtul­mak istersen dünyaya karşı oruçlu ol, iftarın ise ölüm olsun.’ Muham­med b. Ka’b şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ’nın azabından kurtulmak istersen Müs­lümanların büyüğü senin nezdinde baban, orta yaşlısı kardeşin, küçüğü de evladın mesabesinde olsun. Babana saygı göster, kardeşine ikramda bulun, evladına şefkat göster.’ Reca b. Hayat ise şöyle demiş: ‘Yarın Allah Teâlâ’nın azabından kurtulmak istersen kendin için istediğini müslümanlar için iste, kendin için istemediğini onlar için de isteme. Bundan sonra dilersen öl.’ Harun! Ben de sana bunları söylerim. Senin adına ayakların kaydığı o gündeki en çetin ve şiddedi korkudan endişe ederim. Sana böyle tavsiyede bulunacak biri maiyetinde var mı?’ Harun bayılacak şe­kilde ağlamaya başladı. Ben ‘Müminlerin emirine karşı yumuşak ol’ de­yince, Fudayl ‘sen ve arkadaşların onu öldürüyorsunuz, ben de şefkat gösteriyorum’ dedi.

Harun Reşid ayılınca şöyle dedi: ‘Allah Teâlâ sana merhamet eylesin! Bana daha çok tavsiyede bulun.’ Fudayl devam etti: ‘Ey müminlerin emiri! Bana ulaştığına göre Ömer b. Abdülaziz’in bir zekât toplayıcısı kendisine şikâyette bulunarak şöyle yazmış: ‘Kardeşim! Sana cehen­nemliklerin ateşte geçen uzun uykusuzluklarını hatırlatırım. Orada ebe­di kalırlar. Allah Teâlâ katından herhangi bir şey seni uzaklaştırmasın ve sana yüz çevirtmesin. Allah Teâlâ’nın mertebesi umudunu bağladığın yer olsun.’ Mektubu okuduğunda, sanki bütün şehirler dürüldü de Ömer b. Abdü­laziz’in yanına geldi. Ona şöyle dedi: ‘Seni çıkartan nedir? Şöyle cevap verdi: ‘Kalbim senin mektubunla kendinden geçti. Allah Teâlâ’ya kavuşuncaya kadar bir daha yönetici olmam.’ Bunun üzerine Harun ağlamaya baş­lamış, sonra şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ sana merhamet etsin, bana daha tavsi­yede bulun.’ Fudayl şöyle demiş: ‘Ey müminlerin emiri! Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in amcası Abbas Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e gelerek şöyle sormuş: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Beni komutan olarak görevlendir.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiş: ‘Komutanlık kıyamet günü pişmanlık ve hasret demektir, gücün yeterse komutan olma.’ Harun tekrar ağlamaya başlamış, sonra ‘Allah Teâlâ sana merhamet etsin, bana tavsiyede bulun’ demiş. Fudayl devam etmiş: ‘Ey güzel yüzlü insan! Sen kıyamet günü Allah Teâlâ’nın yaratıklarının hesabını soracağı birisisin. Gücün varsa bu güzel yüzü korumaya çalış. Kalbinde yönettiklerinden birisi hakkında kin varken sabahlama veya akşamlama. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Müminlere kindar olarak sabahlayan cennet kokusu duyamaz.’ Harun ağlamış, sonra şöyle de­miş: ‘Borcun var mı?’ Fudayl ‘evet, Rabbime bir borcum var’ diye ce­vap vermiş. Sonra eklemiş: ‘Rabbim o borcun hesabını bana sormadı, lâkin sorarsa vay bana, vay! O borç nedeniyle beni hesaba çekerse yazık bana! Delilimi bana sorarsa yazık bana!’ Harun şöyle demiş: ‘Ben, ‘kul­lara borcun var mı?’ diye sordum.’ Fudayl cevap vermiş: ‘Bana Rabbim öyle bir emir vermedi. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Allah Teâlâ nzık verendir.5467’ Harun şöyle dedi: ‘Şu yüz dinarı al, ailene harca, ibadetini yaparken kuvvetini yerine getirecek gıda alırsın.’ Fudayl şöyle dedi: ‘Subhanallah! Ben sana kurtuluş yolunu gösteriyorum, sen bana böyle karşılık veriyorsun. Allah Teâlâ sana selamet versin, seni başarıya erdirsin.’ Sonra sustu ve bir daha bi­zimle konuşmadı.

Fudayl’ın yanından çıktık, kapıya geldiğimizde Harun bize şöyle dedi: ‘Bir daha size bir adam sorarsam bana böyle birisini gösterin. Bu adam müminlerin efendisidir.’ Eşlerinden biri yanına gelmiş, şöyle de­miş: ‘Be adam! İçinde bulunduğumuz darlığı ve sıkıntıyı görmüyor musun? Halifenin verdiği malı kabul etmiş olsaydın sıkıntıdan kurtu­lurduk.’ Fudayl şöyle cevap vermiş: ‘ikimizin durumu şöyle bir kavme benziyor: Bir katırları var, katırın kazancından yerler. Yaşlandığında, onu keserler, bu kez etini yerler.’ Harun bu sözü işittiğinde şöyle dedi: ‘İçeri girelim, belki malı kabul eder.’ Fudayl bunu öğrenince, dışarı çıku, odanın kapısmda yere oturdu, Harun geldi, onun yanına oturdu, konuşmaya başladı, o ise cevap vermiyordu. Biz bu haldeyken zenci bir cariye çıkıp şöyle dedi: ‘Ey adam! İhtiyara pek eziyet ettin bu gece.’ Bu söz üzerine ihtiyar ayrıldı, biz de oradan ayrıldık.

Bir adam Zünnûn el-Mısri’ye şöyle demiş: ‘Bana doğruluk ve mari­fet yolunu göster.’ Zünnûn cevap vermiş: ‘Kardeşim! Bulunduğun hal üzere Allah Teâlâ’nın karşısında doğru ve dürüst ol. Haldeki doğruluk Kitap ve Sünnete uymaktır. Yükselmediğin bir makama yükselmiş gibi dav­ranma, yoksa ayağın kayar. Gördüğün bir şeyi terk etmekten sakın.’

Şefkatli ve Samimi Bir Tavsiye

Senin için en tercihe şayan ve en sevimli iş, Allah Teâlâ’nın farz kıldığı hü­kümleri yerine getirmek ve yasaklamış olduğu işlerden sakınmak olma­lıdır. Çünkü kendisiyle Allah Teâlâ’ya ibadet ettiğin (farz) işler, senin kendin için tercih edip O’nun farz kılmadığı iyilik amellerinden üstündür; hâl­buki sen o amellerin senin için maksada daha ulaştırıcı olduklarını zan­nedersin. Söz konusu amellere devam edene misal olarak, yoksulluk, az mal ve benzeri hususlarla nefsini terbiye edeni verebiliriz. Kula layık olan ve yaraşan, her zaman Allah Teâlâ’nın farz kıldığı işleri gözetmektir. Böylece farzları hakkıyla yerine getirerek O’nun sınırlarına tam olarak riayet ederken yasaklarını gözetip gerekli şekilde onlardan uzak durur. Kulları rablerine ibadetten uzaklaştırıp imanın ve ibadederin tadını alamayışla­rının bir sebebi vardır. Bu sayede onlar sıdkın ve doğruluğun hakikatlerine ulaşamamış, kalpleriyle ahireti düşünmek arasında perdeler oluş­muş, Allah Teâlâ’nın ahirette velilerine hazırladığı nimet ve düşmanlan için ha­zırladığı azaptan perdelenmişlerdir. Hâlbuki perdelenme olmasaydı, adeta onlar gibi olurlar ve (nimet ve azabı) müşahede ederlerdi. İşte onları bütün bunlardan alıkoyan, Allah Teâlâ’nın kalplerine, kulaklarına, gözle­rine, dillerine, ellerine, ayaklarına, midelerine ve cinsel organlarına farz kıldığı hükümler karşısındaki gevşeklikleridir. Bütün bunlara vakıf olup hükümlerini sağlamca yerine getirseler, iyilik onlara nüfuz eder ve ha­kim olur, bedenleri ile kalpleri Allah Teâlâ’nın iyilik ve ikramlarını taşımaktan aciz kalırdı. Fakat erkek ve kadınların çoğu günahları değersiz görmüş, onlara karşı gevşek davranmış, eksikliklerini ihmal etmiş, dünyada doğ­ru ve dürüst olanların sevabının hazzından mahrum kalmışlardır. Bina­enaleyh söyleyip yapmadığın işler nedeniyle Allah Teâlâ’dan mağfiret dilemeli­sin!

Tavsiye

Abdullah el-Muğavir, Batı Endülüs’teki İşbiliye’nin beldelerinden Leble’de yaşamış büyük bir adamdı. Onun Allah Teâlâ yoluna girmesinin se­bebi şuydu: Muvahhider Leble’ye girdiklerinde bir kadın önüne atılarak şöyle demiş: ‘Beni İşbiliye’ye götür, bu kavmin elinden beni kurtar.’ Kadını yanına almış, dışarı çıkartmış, zalim ve zorba adamlardan birisi olan Abdullah son derece güzel ve alımlı biri olan kadınla baş başa kal­mış. Nefsi kendisini kadınla olmaya zorlamış. Bunun üzerine Abdullah kendi kendine şöyle demiş: ‘Ey nefsim! Bu kadın senin elinde bir ema­net, emanete hıyanet etmek istemiyorum. Böyle bir davranış emanetin sahibine vefakârlık sayılamaz.’ Nefsi onu zorlamış ve mutlaka o işi yapması için ısrar etmiş. Nefsinin kendisini yoldan çıkarmasından kor­kunca, bir taş almış ve cinsel organının altına koymuş. Sonra bir taş da­ha almış ve üzerine koymuş ve iki taş arasında onu sıkıştırmış ve sonra şöyle demiş: ‘Ey nefsim! Bir tarafta ateş, bir tarafta ayıp!’ Zamanın bü­yüklerinden birisi gelmiş, haccetmek üzere oradan geçiyormuş. Sonra ölünceye kadar İskenderiye’de kalmış. Ben kendisine yetiştim fakat kar­şılaşmadım. Ebu’l-Hasan el-İşbili bana şöyle demişti: ‘Abdullah elMuğavir bana tavsiyede bulunarak şöyle dedi: ‘Ey Ebu Hasan! Sana beş şeyi tavsiye eder, beş şeyden uzak durmanı isterim: Yaratılmışların ezi­yetlerine tahammül etmeni, onlara eziyet etmemeni tavsiye ederim. Kardeşlerini rahata çıkartmanı tavsiye ederim. Bir dil değil, kulak ol­manı tavsiye ederim. Yani konuşmaktan daha çok dinlemelisin. Beşinci­si de kendine davrandığın gibi insanlara davranmanı tavsiye ederim. Kadınlarla oturup kalkmaktan, dünyayı sevmekten, başkanlığı sevmek­ten, iddia sahibi olmak ve Allah Teâlâ adamları hakkında ileri geri konuşmak­tan da uzak kalmanı isterim.’

Tavsiye

İbn Mervan çl-Maliki’nin birlikte oturmakla ilgili sözlerini bize ak­taran bir bilge şöyle demiştir: ‘İbn Ebi’d-Dünya demiştir ki; ‘Muhammed b. Hüseyin’in şöyle dediğini duydum: ‘Bir hakim diğer bir hakime ‘bana tavsiyede bulun’ deyince, o da şöyle karşılık vermiş: ‘Himmetini Allah Teâlâ’ya tahsis et, günahın ölçüşünce üzül. Öyle üzülenler vardır ki, onun hüznü ebedi muduluğa işarettir, öyle sevinenler vardır ki bu se­vinme ebedi bedbahtlığa götürür.’

Nebevi Tavsiye

Ebu’d-Derda’nın hadisinden bize aktarılmıştır, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Ölmeden önce tövbe ediniz. Başka bir meşguliyet çık­madan önce salih amelleri süratle yerine getiriniz. Rabbinizle aranızdaki bağı koparmayın. Böyle yaparsanız saadete erersiniz. Çok sadaka verin, rızık bulursunuz. İyiliği emredin ki kazanç elde edesiniz. Kötülüğü en­gelleyin ki yardıma mazhar olursunuz. Ey insanlar! Sizin en akıllınız ölümü en çok hatırlayanınız en arifiniz ise ölüme en çok hazırlanandır. Aklın alametlerinden birisi aldanış ve gaflet yerlerinden uzaklaşmak, ebedilik yurduna yönelmek, kabirleri ziyaret, diriliş günü için hazırlanmaktır.’ Birisi şu şiiri okumuştu:

Yeryüzünün sırtındayken zaman mühlet vermişti bize Hayat, yurt ve vatan bir araya getirmişti bizi Sonra zaman tasarrufuyla beraberliği bitirdi Şimdi yeryüzü kefenlenmiş bir halde, içinde saklar bizi

Tavsiye

Harem bölgesinde Cürhemi, Amr b. Lihye demiştir ki; ‘Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ yeryüzünde zulüm ile zulüm peşinde koşana şiddetle azap eder.’468 İbn Abbas bu nedenle Taife yerleşmişti. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle dediği aktarılır: ‘Mekke’de yemek biriktirmek, orada taşkınlık yapmaktır.’ Cürhemi, Amr b. Lihye’ye şöyle tavsiye etmiştir:

Ey Amr, Mekke’de zalim olma, Orası, Harem şehir!             v

Ad kavmine bir sor, nerede onlar?

Orada bütün yaratıklar dokunulmazdır Amalîk kabilesine de bir sor Onlar orada yaşamışlardı ya -

Tavsiye

Zünnûn’un bir gence tavsiyelerde bulunurken şunları şöylemiştir: ‘Delikanlı! Kendin için melâmet silahını beline tak ve zulmü kovarak nefsinin arzularını törpüle! Böyle yaparsan yarın selamet elbisesini ku­şanırsın. Onu eman bahçesine hapset, iman farzlarının sıkıntılarını nef­sine tattır. Öyle yaparsan cennet nimetlerini kazanırsın. Sabır, kâsesini yudumla. Fakirlik üzere melâmeti yurt edin. İşin tamam olana kadar böyle devam et.’ Bu tavsiyeler üzerine genç şöyle demiş: ‘Hangi nefs btına dayanabilir ki?’ Zünnûn cevap vermiş: ‘Sürekli aç kalarak sabre­den, karanlığın elbiseleri içerisinde düşünen nefs buna dayanabilir. Hiçbir şart ve kayıt olmaksızın dünyayı satarak ahireti alan nefs daya­nabilir. Darlık ve sıkıntı ruhbanlığının zırhını üzerine geçirmiş, karan­lıkları felak’ın aydınlığına sürmüş bir nefs dayanabilir. Hal böyle iken sıkıntılar vadisinde sülük eden ve hazları terk ederek kendisine hakim olmuş bir nefs hakkındaki zannın nedir? O gözünü ahirete çevirmiş, hakikati görmüş, günahlardan kendini çekip almış, hayatta kalabilecek miktardaki besinle yetinmiş, arzu ve hevanın askerlerini yenmiş, karan­lıkların dalgaları içerisinde bir çiçek gibi ortaya çıkmış bir nefistir. Bina­enaleyh o, hasret kadehiyle sarhoş olmuş, dalgaların içerisinde izzetine varmak üzere yola koyulmuştur. Kuşkusuz geçim araçları tükenmiş, sı­kıntılarla yüz yüze gelmiştir. Böyle bir nefis, gelecek gün için hazırlanan bir nefistir. Bütün bunlar ise el-Hay ve el-Kayyum’un muvaffak kılma­sıyla gerçekleşir.’                                  .

Tavsiye

Zünnûn kardeşi Kifl’e tavsiyede bulunurken şöyle demiş: ‘Karde­şim hayırla nitelen ve hayrı tavsif eden birisi olma.’

Nebebî Tavsiye

Muhammed b. Kasım Fas şehrinde bize bir söz aktarırken şöyle demiştir: ‘Hibetullah b. Mesud bize aktarmış ve şöyle demiştir: Bize Muhammed b. Berekat aktararak şöyle demiştir: Bize Muhammed b. Selamet b. Cafer aktararak şöyle demiştir: Hibetullah b. İbrahim elHavlani, Ali b. Huseyn b. Bündar’dan aktararak şöyle demiştir: İsmail b. Ahmed b. Ebu Hazim bize aktararak şöyle demiştir: Ebu Sena Amr b. Haşim bize aktararak şöyle demiştir: Süleyman b. Ebi Kerime, Mu­hammed b. Amr’dan, o da Ebu Seleme’den, o ise Ebu Hureyre’den ak­tararak onun şöyle dediğini söylemiştir: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘Ey Ebu Hureyre! Seninle komşuluk yapanla iyi komşuluk yap ki, (elinden ve dilinden emin olunan) Müslüman olasın. Seninle arkadaşlık yapanla iyi arkadaşlık yap ki, mümin olasın. Allah Teâlâ’nın farzlarını yerine getir ki, abid olasın. Allah Teâlâ’nın taksimine rıza göster ki zahit olasın.’

Tavsiye

Nazım şeklinde yazılmış hikmetli ve öğüt içeren bir tavsiyesinde Ebu’l-Utahiyye şöyle der:

En hayırlı hazine senin ulaştığın hayır En kötü söz ise gereksiz ve fuzuli söz Bilmelisin ki kişi dilinin ülkesinde Öİüm orada onun yolunu bekler

Neyin çokluğu insana yeterli olur ki?

Azı yeterli olmayan bir şeyin çoğu yeterli olabilir mi ki?

Kabir insanların döşeği Orada dost dostundan ayrılır Dünyada azık olarak takva azığını edin Orada herkes bir misafir, yakında yola çıkacak Temennileri al, sayı bakımından bir değeri yok Temenniler kendiliğiyle gelirler sana

Zamanın hadiseleri bir lugaz Güçleri sana gelir, seni sürükler

Bunlardan birisi de divanında yer alan şu şiirdir:

Ademoğlu pek çok şeyi bilmediği için eksik Onun gelişi ve gidişi takdir edilmiş Nefsin seni aldatır, dünyayı severek                                                                      .

ölüm Hakk, beka kolay

Dünyaya aldanma dünyadaki her şey Değersiz! Keşke bilseyâin

Ey dünyanın sakini! Dünyanın çiçeği nedir ki?

Gün be gün solan bir şey

Sana ulaşan zenginliğe bir sor Tatmin olmazsan yoksul kalırsın

Ey başkası için çok mal toplayan kişi!

Günahın azı da büyüktür

Elinde hadiselere karşı bir kuvvet var mı? '

Veya senin üzerinde bir kefen

Kabre vardığında ne diyeceksin

Münker ve nekir sorunca nasıl cevap verirsin?

Tavsiye

Birisi şöyle demiştir: ‘Üstadıma ‘insanlar arasmdan kiminle sohbet edeyim, kiminle sükûnet bulayım?’ diye sorunca şöyle dedi: ‘Allah Teâlâ’nın senin hakkında bildiğini kendisinden saklamanın gerekmediği bir kişiyle sohbet etmelisin. Zahirin insanlara, bâtının Allah Teâlâ’ya ait olsun. İnsanlara en güzel şekilde davran.’

Tavsiye

Yöneticilik yapmış birisinden aktarılmıştır. Bir seyyah şöyle demiş: ‘Bir seyahatte Şam civarındaydım. Bir nehre vardım. Ona altın nehri denilirdi. Nehrin civarındaki köylerinden birisinde bir manastır gör­düm. Manastırda bir rahip vardı. Ona ‘Ey rahip’ diye bağırdım, cevap vermedi, ikinci kez ‘ey rahip! cevap ver’ dedim yine cevap vermedi. Üçüncü kez ‘ey rahip! bana cevap ver’ deyince -başka bir rivayette ‘üçüncü kez ey rabbani diye bağırdım’dışarı çıktı, beni gördü, ‘İhtiya­cın nedir, ne istiyorsun?’ dedi. Ben de ‘bana fayda verecek şekilde öğüt ve tavsiyede bulun’ dedim. Rahip şöyle dedi: ‘Dünyayı mı terk ettin?’ ‘Evet’ dedim. Şöyle dedi: ‘Yemeğini ye, sus, nefsini hasta et! Çünkü sen öleceksin. Ölümsüz el-Hayy’ın önünde bulunacağını hatırla.’ Sonra şu şiiri okudu:

Kanaatkar olsaydık yeterdi bize                                                                            .

Ey vatanımız! Pek az bir şey

Senin verdiğin nimetler pek az

Belaların ise çok

Kabir yok edici                                     ,

Sen kabirlerde yürüme Kendinle iftihar edip durma Kendini eleştiren basiretli

Seyyah şöyle dedi: ‘Yanından ayrıldım, gece uyudum. Sabah olun­ca yanma gittim ve ‘ey rahip, bu hikmedi cümlelerden daha fazla söyle’ dedim. Şöyle dedi: ‘Elinle kazandığından ye, alın teri döktüğün besin­lerden beslen. Yakîn’in zayıf olursa, Rabbinden iste! Rabbin seni zen­gin eder.’ Sonra şu şiiri okudu:

Kıyamet saati yaklaştı artık Yeryüzü öyle sarsılacak ki Bir söyleyen ve isteyen olmalı O gün sorar yeryüzüne ‘ne oluyor?’ diye Yeryüzü Rabbinin haberlerini ihbar eder Rabbin de hiç kuşkusuz ilham eder ona Yeryüzü o gün parçalanır Yaşlılar ve gençler daha da yaşlanır

İnsanlar içmeden sarhoş görünür Ne/s ise kendini korkutan işleri görür

Nefis önceden yaptıklarım hazırlanmış görür Zerre bile olsa miskal tanesi kadar Günahlarım benim belam, çare yok Haşırda onları taşıyacaksın Kadir hükümdar hesaba çeker seni Ya nefsin aleyhine ya da lehine amellerin

Şöyle devam etti: ‘Rahibin yanından ayrıldım, gece uyudum, sabah olduğunda tekrar kendisini ziyaret ettim ve şöyle bağırdım: ‘Ey rahip! O hikmet cümlelerinden daha fazla istiyorum.’ Rahip şöyle dedi: ‘Farz­ları yerine getir, kıyamet gününü hatırla, kimseden yardım veya borç isteme.’ Sonra şu şiirleri okudu:

Dünyayı terk edip ona karşı buğz niyeti taşırsan

Senin terkin isyan maksatlıdır gerçekte hüküm verdiğinde

Ey yüzü parlak kişi! Tövbeye niyetlenirsen

Senin dünyayla ömrün yarışır durur

Ölümden sonra sakin kalman şart

Sütün ağırlığı toprağın altında seni razı kılar

Her türlü suçun bulunduğu bir kitap verir

Kıyamet korkularına ve arz gününe şahitlik eder

Gece karanlıklarında Allah Teâlâ’ya itaat etmek üzere ibadete kalkmalısın Belki kızdırdığını razı edebilirsin

Adam şöyle dedi: ‘Rahibin yanından ayrıldım. Gece uyudum, sa­bah olduğunda tekrar kendisini ziyarete gittim ‘Ey rahip! Hikmet cüm­lelerinden daha fazla istiyorum’ dedim. Rahip şöyle dedi: ‘Ey adam!

Rabbime ibadetten beni alıkoydun.’ Bu söz üzerine vedalaşmak maksa­dıyla kalktığımda baha şöyle dedi: ‘Sabır ekmeğin olsun, fakirlikten ay­rılma.’ Sonra da şu şiiri okudu:

Doğruluk yoluna yönelince Fesada ısrarlı olunca

Gündüz oyun ve eğlenceyle aldanırsın Gecende ise uykudan usanmazsın

Kullara zulmetme sakın

Kullara zulümden daha zararlı bir şey yok

Gıdanı hazırla, yolculuğun var senin

Tek başına uzak sefere çıkacaksın

Azığın elzem olanlar olsun

Hiç kuşkusuz ölüm kulların varış yeri

Bir kavme misafir olmak mutlu eder seni:

Azıkları var onların senin azığın yok iken

Allah Teâlâ ehli içinden nefsine karşı samimi ve ihlaslı davranan yolun âlimlerinden birisinden aktarılmıştır: ‘Allah Teâlâ’nın huzurunda belli bir ma­kamı olduğunu bilen insanın, dünyadaki fiilleri hakkında az ve değersiz olanın çok ve kıymedi olana tesir etmemesini Allah Teâlâ’dan dilemesi gere­kir. Bunun yanı sıra ilahi kurallara ve (ibadetteki) ciddiyete karşı eksik­lik ve ihmal göstermemeyi dilemelidir. Söz konusu insan bilhassa sağlam-muhkem bilgi ve idrak delilleriyle aklının aşılanmasıyla Allah Teâlâ’nın te­yit ettiği birisi olunca, cahillerin hayrete düştüğü gaflet karanlıklarında kendisini başıboş dolaştırmamasını O’ndan talep etmelidir. Bu özellik­teki kimselere şaşılır ve hayret edilir! Onlar Allah Teâlâ’ya itaat etmekten uzak­laşıp O’ndan başkasıyla ünsiyet etmiş, dünyaya yönelmiş, onun halleriy­le hallenmiş, afetlerine maruz kalmışlardır. Buna mukabil dünya onlara sadece (ibadet hususunda) gevşeklik kazandırmışken onlar dünyaya ik­ramları artırmış ve saygı göstermişlerdir. Bazıları ise uykudan uyanmış, boynundan bağları ve zincirleri çıkartmış, kalbinden ise kir ve pas elbi­sesini çıkartıp atmıştır. Kardeşim! Sana karşı en samimi ve ihlaslı olan kişi, bulunduğun durumdan maksada taşıyan, sana yolculuğu tavsiye eden, senin adına ‘-acak, -ecek; umarım, belki de, olacak’ gibi gelecek zaman eklerini ve edatlarını uygun görmeyen kişidir. Ben bu kiplerin ve eklerin sahibine sadece hüsran ve pişmanlık getirdiğini gördüm. Allah Teâlâ ehli ‘-acak -ecek’ ekine kararlılık ve azim; ihmale ve ertelemeye hemen başlamakla karşı koymuşlardır. Hiç kuşkusuz sizin için yol aydınlanmış­tır. Yardım istenilen mürşit ve delil Allah Teâlâ’dır.

Tavsiye

Allah Teâlâ ehlinden birisine kulun şehvetini dindirmek için bulabileceği en iyi yardımcının ne olduğu sorulmuş, o da şöyle demiş: ‘Gündüz oruç tutmak, gece ibadet etmek, şehvetleri azaltmak, onları görmezden gelmek, nefsin şehvederi hatırlatmasına imkân vermemek şehveti tes­kinde yardım eder.’ Bunun üzerine şöyle denilmiş: ‘Bir adam gündüz oruç tutuyor, gece ibadet ediyor, şehvederine uymuyor, bununla birlik­te nefsinde hareket ve zorlama görüyor? Bunun durumu nedir?’ Allah Teâlâ ehlinden olan kişi şöyle demiş: ‘Bu durum onda daha önceden bulunan şehvetin fazlalığı ve ifratından kaynaklanır. Öyle bir insan gücü ölçü­şünce şehvetine yardımcı olacak vesileleri kesip koparmalı, nefsini hü­zün ve gamla engellemeli, ölümü hatırlayarak, ecelin yaklaştığını düşü­nerek, arzuları kısaltarak şehvetin otoritesini kırmalı ve kalbini başka iş­lerle meşgul etmelidir.’ Sen de nefsinden şehvetleri kes kopar, seni gö­zeteni murakabe et, seni hesaba çekecek olana itaatte ısrarlı ve devamlı ol! Doğru yola ulaştırmasını Allah Teâlâ’dan dileriz. Bizi her türlü darlıktan çıkartacak olan O’dur. Allah Teâlâ güçlüdür ve şefkadidir.

Hatırda Kalan Bir Tavsiye

Alimlerden birisi şöyle demiştir: ‘Kadere bel bağlayan rahata erer. (Halini) tashih eden rahata erer, yaklaşmaya çalışan yaklaşır, kalbini arındırmaya çalışanın kalbi arınır, tevekkül edene güven verilir, kendisi­ni ilgilendirmeyen bir işte kendini zorlayan kendini ilgilendireni yitirir.’ Birisine şöyle sorulmuş: ‘Kul cennete neyle ulaşır?’ Şöyle cevap vermiş: ‘Hilenin bulunmadığı istikamet, unutmanın bulunmadığı içtihat, gizli­de ve açıkta Allah Teâlâ’yı murakabe, hazırlanarak ölümü beklemek, hesaba çekilmezden önce nefsi hesaba çekmekle cennete ulaşır. Korkan bir arif ol, tavsif eden-arif olma! Makam ve rızkını çoğaltmak maksadıyla nefsi­nin tarafını tutarak Rabbine hasım olma. Aksine kendi nefsine karşı rabbinin yanında bulun. Kendi aleyhinde olma. Kimseye küçümsemek veya hafife almak gözüyle bakma. Bir müşrik bile olsa, böyle davranma ve kendi akıbetinden endişe ederek, belki bir gün marifetin senden alı­nır ve o müşrike verilir diye endişe ederek davran. Zünnûn şöyle demiş: ‘Nıbtîden Allah Teâlâ’ya sığının.’ Kelimenin ‘kıptî’nin Arapçalaşmış hali oldu­ğu söylenmiştir. Bu tavsiye yararlı ve garip bir tavsiyedir. Zünnûn bunu tecrübe ederek söylemiştir. Bu konuda da bir hikâyesi vardır. Zünnûn el-Mısri şöyle der: ‘Dendare denilen bir yerde şöyle bir yazı gördüm: Azat edilmiş kölelerden, yeni yetme gençlerden, köleleştirilmiş asker­lerden, Araplaşmış kıptîlerden uzak durunuz.’ Bu rivayeti bize Yunus b. Yahya el-Abbas 599 senesinde Rükn-i Yemani civarında Ebu Bekr b. Abdulbaki’den, o da Ebu’l-Fadl b. Ahmed’den, o da Ahmed b. Abdul­lah’tan, o da Muhammed b. İbrahim’den aktararak şöyle demiştir: ‘Abdulhakim b. Ahmed b. Sellam’ın şöyle dediğini duydum: Zünnûn’un bu hikâyeyi aktardığını işittim.’

Tavsiye

Immad Abdullah b. Hasen -ki İbn en-Nuhas diye bilinirbize ak­tarmıştır: Bize Bedr el-Cezeri aktararak şöyle demiştir: Salihlerden biri­si olan Ali b. Hattab el-Cezeri, Cezire’de bize şöyle aktarmıştır: Bir ge­ce rüyamda Hakkı gördüm, bana şöyle dedi: ‘Ey İbn Hattab! Bir te­mennide bulun.’ Sustum. Bunun üzerine tekrar ‘Ey İbn Hattab! Te­mennide bulun’ dedi. Yine sustum. Bu sözü üç kez tekrarlamış, dör­düncüde şöyle dedi: Ey İbn Abbas! Mülküm sana yönelmiş, melekûtum sana dönmüştür. Bir şey iste diyorum, susuyorsun.’ Bunun üzerine şöyle dedim: ‘Ya Rabbi! Konuşursam senin vasıtanla konuşurum, bir şey söylersem dilimde kelimeleri yaratmanla söyleyebilirim. Böyleyken ne söyleyebilirim ki?’ Şöyle dedi: ‘Sen kendi dilinle söyle.’ Ben de şöyle dedim: ‘Ya Rab! Peygamberlerine onlara indirdiğin kitaplarla şeref ver­din, beni de arada vasıtanın bulunmadığı bir konuşmayla şereflendir­din.’ Şöyle dedi: ‘Ey İbn Hattab! Kendisine karşı kötülük yapan birine iyilik yaparak karşılık verenin Allah Teâlâ şükrünü saf ve samimi olarak kabul eder. Buna mukabil iyilik yapana kötülük yapanın nimetini küfre çevi­rir.’ Şöyle dedim: ‘Ya Rabbi! Daha fazla söyle.’ Şöyle dedi: ‘İbn Hattab! Bu kadarı sana yeter.’ ,

Tavsiye

Bunlar Kur’an-ı Kerim’de Hakkın kullarına dönük emir ve yasakla­rından ibaret olan faydalı ve doğru ilahi tavsiyelerdir. Bu tavsiyeler elHakim ve el-Hamid tarafından Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in kalbine indirilmiş, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem de apaçık bir Arapçayla korkutucu­lardan olmuştur. Şimdi bu tavsiyelerin bir kısmını hatırlatmak, gafil kalpleri uyarmak, O’nun kelamından berekedenmek maksadıyla zikre­deceğiz: Bu ilahi tavsiyelerden birisi şudur: ‘Yeryüzünde bozgun çıkar­mayın.’469, ‘İnsanların iman ettiği gibi iman edin*470, ‘Sizi ve sizden önceki­leri yaratan Rabbinize ibadet edin’471, ‘Artık bunu bile bile Allah Teâlâ’ya ortak koşmayın.’472. Burada düşünen kimseler için bir sır vardır. ‘Yakıtı insanlar,ve taşlar olan ateşten sakının’473, ‘İman edenler ve salih amel işleyenlere kendileri için altlarından nehirler akan cennetlerin olduğunu müjdele’474, ‘Benimle yaptığınız söze uyun, benden korkun’475, ‘Size verdiğim nimetimi zikredin’476, ‘İndirmiş olduğum vahyi tasdik edici olarak iman edin’477, ‘Onu ilk inkâr eden olmayın, ayetlerimi ucuza satmayın, sadece benden korkun, hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin, namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber rükû edin, sabır ve namazla Allah Teâlâ’dan yardım isteyin.’478 ‘Kimsenin kimseye bir fayda veremediği ve şefaatin kabul edil­mediği, kimseye yardım edilmediği günden korkun.’479 ‘Rabbinize dönü­nüz480 ‘Size verdiğimiz temiz rızıklardan yiyin’481, ‘Bağışlama isteyinizf482, ‘Allah Teâlâ’nın rızkından yiyin, için, yeryüzünde bozguncu olarak koşmayın’483, ‘Size verdiğimize kuvvetle sarılın, onda olanları zikredin ki sakınmış olası­nız’484, ‘Sadece Allah Teâlâ’ya ibadet edin, anne babaya iyilik yapın, akrabaya, ye­timlere, miskinlere iyilik yapın, insanlara güzel söyleyin, namazı kılın, ze­kâtı verin’485, ‘Kanlarınızı akıtmayın, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarma­yın’486, ‘Allah Teâlâ’nın indirdiğine iman edin’487, ‘Size verdiğimizi kuvvetle alın ve dinleyin.’488 ‘İnkâr etmeyin’489, ‘Bizi gözetleme, demeyin; bize bak, deyin’490, ‘Affedin ve bağışlayın’491, ‘Kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah Teâlâ katında bulursunuz’492, ‘İbrahim’in makamını musalla edinin; evimi tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için temizleyin’493, ‘Mutlaka ve mut­laka Müslüman olarak ölünüz’494, ‘Allah Teâlâ’ya ve bize indirilene iman ettik, İb­rahim’e, İsmail’e, lshak’a, Yakub’a sonrakilere, Musa’ya, İsa’ya Rablerinden nebilere indirilmiş olanlara iman ettik, deyin495 ‘Yüzünü Mescid-i haram tarafına çevir, her nerede olursanız yüzlerinizi o yöne çeviriniz’496, ‘İyilik­lerde yarışın’497, ‘Onlardan korkmayın, benden korkun.’498 ‘Beni zikredin, ben de sizi zikredeyim, bana şükredin, nankör olmayın’499, ‘Yeryüzünde bu­lunan helal ve temiz şeyleri yiyin’500, ‘Şeytanın izlerini takip etmeyin’501, ‘Allah Teâlâ’nın indirdiğine tâbi olun’502, ‘Sizden hilali gören oruç tutsun... sayıyı tamamlamanız ve hidayeti karşılığında Allah Teâlâ’yı tazim edin.’503 ‘Bana icabet etsinler, bana iman etsinler’504, ‘Beyaz ip siyah ipten ayrılıncaya kadar yi­yin ve için, sonra orucu geceye tamamlayın, mescitlerde itikâfa girmişken eşlerinize yaklaşmayın, bunlar Allah Teâlâ’nın sınırlarıdır, onlara yaklaşmayın.’505 ‘Mallarınızı aranızda haksız yere yemeyin’506, ‘Evlere kapılarından gi­rin’507, ‘İyilik evlere arkalarından girmek değildir’508, ‘Allah Teâlâ yolunda sizinle savaşanlarla savaşın, aşırı gitmeyin, Allah Teâlâ aşırı gidenleri sevmez509 ‘Bul­duğunuz yerde onları öldürün, sizi çıkardıkları gibi onları çıkarın’510, ‘On­ları Mescid-i Haram’da öldürmeyin, orada sizinle savaşırlarsa onları öldü­rün’511, ‘Fitne olmayıncaya ve din Allah Teâlâ’ya ait olana kadar onlarla sava­şın.’512 ‘Kim size karşı haddi aşarsa aştıkları şekilde onlara karşılık veri­niz’513, ‘Allah Teâlâ yolunda nafaka verin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın, iyilik yapın’514, ‘Hac ve umreyi Allah Teâlâ için tamamlayın.’515 ‘Kurban mahalli­ne ulaşmadan saçlarınızı kesmeyin.’516 ‘Azıklanın, en hayırlı azık takvadır, ey akıl sahipleri benden çekinin.’517 ‘Mescid-i Haram’da Allah Teâlâ’yı zikredin, si­ze hidayet etmesine karşılık O’nu zikredin’518, ‘İnsanların indiği yerden siz de inin, Allah Teâlâ’dan bağışlanma dileyin’519, ‘Allah Teâlâ’yı babalarınızı zikrettiğiniz gibi veya daha güçlü bir şekilde zikredin’520, ‘Belirli günlerde Allah Teâlâ’yı zikre­din’521, ‘Hepiniz birden barışa girin’522, ‘Sizinle savaşıncaya kadar Mesçid-i Haram’da onlarla savaşmayın’523, ‘İman edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin’524, ‘İman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlenmeyin’525, ‘Hayız esnasında kadınlardan uzak durun, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın, temizlendiklerinde Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde onlara yakla­şın.’526 ‘Tarlalarınıza dilediğiniz şekilde yaklaşın, kendiniz için önceden iyi­lik yapın, Allah Teâlâ’dan korkun, biliniz ki O’na kavuşacaksınız> (Ya Muham­med!) müminleri müjdele’527, ‘Yeminlerinizden dolayı... Allah Teâlâ’yı engel kıl­mayın, Allah Teâlâ’dan korkun, insanları uzlaştırın.’5211, ‘Bunlar Allah Teâlâ’nın kurallarıdfr’529, ‘Onları iyilikte tutun, iyilikle salıverin, onlara zarar vermek üzere kendilerini tutmayın’530, ‘Allah Teâlâ’nın ayetlerini alay konusu yapmayın, Allah Teâlâ’nın üzerinizdeki nimetini zikredin, size indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın, Allah Teâlâ onunla size öğüt verir531 ‘Onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın532 ‘Hiçbir anne çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yü­zünden zarara uğratılmamalıdır.’533 ‘Meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin; Allah Teâlâ Gafur ve Halim’dir.’534, ‘Zengin olan durmuna göre, fakir olan da durumuna göre (hediye cinsinden bir şeyler) vermelidir’535, ‘Affetmek takvaya daha yakındır, aranızdaki geçmiş iyilikleri unutmayın’536, ‘Namazlara ve orta namazına dikkat edin, Allah Teâlâ için ibadet yapın’537, ‘Alışverişin, dostluk ve şefaatin fayda vermediği gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan infak ediniz.’538 ‘Sadakalarımzı eziyet ederek ve başa kakarak boşa çıkarmayın’539, ‘Kazandıklarınızın temizlerinden infak ediniz’540, ‘Allah Teâlâ’dan korkun ve faizin fazlasını geriye bırakın’5*1, ‘Allah Teâlâ’ya döndürüleceğiniz günden korkun’542, ‘Belirli bir süreye kadar borçlandığınızda om yazın, aranızdan adil olan bir kişi onu yazsın, onu yazan Allah Teâlâ’nın öğrettiği şekilde yazmalıdır’543,Alışveriş yaptığınızda şahit bulundurun’544, ‘Emanet verilen kişi emaneti yerine getirsin, Rabbi olan Allah Teâlâ’dan korksun, şahitliği gizlemeyiniz545

Bilmelisin ki, Allah Teâlâ kitabında övdüğü ve kınadığı bütün özellikleri zikretmiştir. Onları zikretmiş olması Allah Teâlâ’nın bir tavsiyesi, kınadıkların­dan sakınmamız, övdükleriyle nitelenmemizi sağlamak maksadı taşır. Allah Teâlâ bazı hususları onaylamış, kulları onlara teşvik etmiş, her özellik sahibini de Allah Teâlâ nezdindeki haline göre tavsif etmiştir. Bu hususta öv­düklerinden birisi şudur: ‘Gaybe iman eden, namazı kılan ve rızıklarımızdan infak edenler...’546 İman Allah Teâlâ’nın peygamberlerine indirdiği şeylere ve ahirete iman demektir. Onlar hakkında şöyle der: ‘Onlar Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler.’547 Yani kendileri için bilinmeyen bir konu­da verdiği haberlerde Rablerini tasdik ettikleri için beyan ve muvaffaki­yete sahiptirler. Onlar kurtuluşa erenlerdir, yani Allah Teâlâ’nın rahmetinde kalıp, azabından kurtulanlardır. Allah Teâlâ’nın kınadığı hususlardan birisi kâ­fir ve münafıkların halidir. Kâfir Allah Teâlâ’ya karşı inatçılığı ve direnmeyi iz­har ettiği bir yüze sahiptir, Hakkın onu bilip bilmemesi birdir, çünkü o bu hususta ne akla ne şeriata göre bir şeye iman etmemiştir. Allah Teâlâ öyle­lerinin kalplerini küfür mührüyle mühürlediğini bildirmiştir; artık ken­disini bilmekle beraber iman o kalbe girmez. Allah Teâlâ öyle birinin kulağı­nın anlayışını da mühürlemiştir. O kişi cahildir. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın söylemiş olduğunu bilemez ve anlayamaz. Onların akıl gözlerinde de perde vardır. Bunun bir tezahürü de gördükleri mucizeleri sihir sayma­larıdır. İkiyüzlü münafık hakkında Allah Teâlâ, onun şöyle dediğini bildirir: ‘Allah Teâlâ’ya iman mı edeceğiz?0548 Burada O’ndan gelenlere imanı da kaste­der. Hâlbuki gerçek öyle değildir. Münafık Allah Teâlâ’yı ve iman eden mü­minleri kandırmak için imandan söz eder. Bu itibarla münafık insan, fe­sadı ve bozgunculuğu iyilik, iyiliği fesat, imanı sefihlik ve akılsızlık sa­yar. Ona göre müminler, sefih yani akılsız kimselerdir. Münafık mü­minleri razı edecek bir yüzle kendilerine görünürken kâfirlere ise onları razı edecek bir yüzle gelir. Allah Teâlâ onların ‘Dalaleti hidayet karşılığında satın alanlar’ olduklarını bildirmiştir. ‘Onların ticareti fayda vermemiş, doğru yolu da bulamamışlardır.’549 Onlar Allah Teâlâ’nın söylemiş olduğu hu­susları duyamayacak şekilde sağır, doğruyu söyleyemeyecek şekilde dil­siz, O’nun ayederi hakkında düşünemeyecek ve bakamayacak şekilde kördürler. Onların geriye dönüşü söz konusu değildir.

Allah Teâlâ’nın kınadığı bir grup da ‘Verdikleri sözden sonra Allah Teâlâ’ya verdik­leri sözü bozan, Allah Teâlâ’nın bağlanmasını emrettiği şeyi koparanlardır. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. Onlar hüsrana uğrayan kimselerdir.’550 Sonra şöyle der: ‘Onlar nasıl da Allah Teâlâ’yı inkâr ederler? Siz ölü idiniz, sizi diriltti, sonra öldürüp sonra diriltir, sonra tekrar O’na döndürülürsü­nüz.’551 Allah Teâlâ bir grubu eleştirirken şöyle der: ‘İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki kitabı okuyorsunuz, aklınız yok mu?’552 Allah Teâlâ’nın kınadığı hususlardan birisi de değerliyi vermek ve değersizi ta­leptir. İnsanın böyle davranmasının sebebi, bilgisinin azlığı ve himme­tinin düşüklüğüdür. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Hani, Ey Musa, bir yemeğe sabrı­mız kalmadı demiştiniz.’553 Burada Allah Teâlâ karşısında sabırlı davranmanın güçlüğüne işaret edilir. ‘Bizim için Rabbine dua et, bize toprağın yetiştirdi­ği bakla, soğan, sarımsak çıkartsın. Siz değersiz olanı daha hasırlı olanla mı değiştirirsiniz dedi.’554 Değersiz olan zikredilen sebzeler iken değerli olan Allah Teâlâ’nın kendilerine indirdiği bıldırcın ve kudret helvasıydı. Allah Teâlâ onla­rın himmederinin düşüklüğüne işaret ederek şöyle der: ‘Şehre ininf555 Bunun anlamı onların ulvi olandan aşağı ve süfliye inmiş olmalarıdır. Kendilerine şöyle denilir: ‘Şehre inin, istedikleriniz oradadır.’556 Bunlar size döndürülen amellerinizdir. ‘Onların üzerine zillet ve yoksulluk bıra­kılmıştır.’557 Çünkü onlar şehre inmişlerdir. ‘Allah Teâlâ’nın gazabını satın almış­lardır.’558 Onlar Allah Teâlâ’nın onlar için tercih ettiğini tercih etmemiş, pey­gamberleri ve Allah Teâlâ’nın ayetlerini inkâr etmişler, haksız yere peygamber­leri öldürmüşler, Allah Teâlâ’ya asi olmuşlar, haddi aşmışlardır. Allah Teâlâ’nın onlar­da kınadığı özelliklerden birisi de kalp katılığıdır. Allah Teâlâ ihsan ettiği nimederini ifade ettikten sonra şöyle der: ‘Sonra kalpleri katılaştı, taş gibi oldular, hatta taştan bile katı!’559 Kalplerinin taştan daha katı olmasının sebebi, ‘Bazı taşların içinden nehirlerin fışkırması, bazı taşların parçalanıp içlerinden suyun çıkması, bazı taşların Allah Teâlâ korkusundan yuvarlanması­dır.’560 Sizin kalplerinizde ise bunlardan herhangi biri bulunmaz; İşte Allah Teâlâ onları bu nedenle kınamıştır. Allah Teâlâ’nın kınadığı hususlardan birisi de ‘Kişiye nefsinin vermiş olduğu vesveselerdir.’561 Şeytan insana davranı­şını süsler, değersiz bir bedele karşılık satın almak için ‘bu Allah Teâlâ katındandır’ der. Şeytanın insana güzel gösterdiği şeyler, makam ve başkan­lık gibi işlerdir. Allah Teâlâ böyle insanlara yazık olduğunu bildirmiştir. Bü­tün bu özellikleri Allah Teâlâ bize kendilerinden uzaklaşalım diye kitabında zikretmiş ve aktarmıştır.

Allah Teâlâ’nın kullarına tavsiye ettiği ve övdüğü fiillerden birisi, ‘O’ndan başkasına ibadet etmemeleri, anne babaya, yakınlara, yetimlere, miskinlere iyilik etmeleri, insanlara güzel söz söylemeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleridir.’562 Burada Allah Teâlâ’nın tavsiyesine göre yaşayanlar zikredilmiş­tir. Bazen de Allah Teâlâ’nın kınadığı fiilleri yapanları bize bildirmiştir. Böyle yapmasının maksadı, kınamış olduğu fiillerin sahibi olan insanların yo­lundan gitmemizi engellemektir. Bu sözün ardından şöyle demiştir: ‘Sonra yüz çevirdiniz, sadece azınız yüz çevirmedi, siz yüz çevirenlersi­niz.’563 ‘Siz nefislerinizi öldürenlersiniz, bir grubunuzu ülkelerinden çıkarır, günah ve düşmanlıkta yardımlaşırsınız, esirler size geldiğinde haram kılın­dığı halde onları bedel olarak kullanırsınız. Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?’564 Kastedilen onların ve benzerlerinin hakkında söyledikleridir. ‘Allah Teâlâ’yı ve peygamberini inkâr eden, Allah Teâlâ ve peygamberini ayırmak isteyen, kitabın bir kısmına inanır, bir kısmına inanmayız diyen, bunun arasında bir yol tutmak isteyenler vardır.’565 Allah Teâlâ söz konusu insanların ‘gerçek kâfirler566 olduklarım beyan buyurmuş­tur. Böyle davrananların cezası, dünya hayatında sürülmek iken kıyamet gününde en şiddedi azaba maruz kalmaktır. ‘Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvalık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah Teâlâ yaptığınızdan habersiz değildir.’567 Allah Teâlâ onların ‘Ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlar568 olduklarını beyan etmiş­tir. ‘Onların azabı hafifletilmez, onlara yardım da edilmez.’569 Onlar hida­yet karşılığında dalaleti satın alanlardır. Bu ticaret fayda vermemiş, doğ­ru yolu bulamamışlardır. Onların benzerleri de mağfiret karşılığında azabı satın almışlardır. Allah Teâlâ onların ateş karşısındaki sabırlarına taac­cüp ederek şöyle der: ‘Ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar!’570 Bu ayet onların Hakkı bildiklerini, kesin bilgilerine rağmen inkâr ettiklerini gös­terir. Nemi suresinde bu nitelikteki insanlar hakkında şöyle der: 1Nefis­leri kesin olarak inandığı halde, onları inkâr etmişlerdir.’571 Yani onlar, peygamberlerin Allah Teâlâ’dan aktardıkları hususlarda doğru söylediklerini gösteren deliller bulunduğunu içlerinden biliyorlardı, inkâr etmelerinin nedeni, ‘zulüm ve taşkınlıktır.’572 Araplar için Kur’an’ın benzeri bir mu­cize ne olabilir? Bu nedenle Allah Teâlâ şöyle der: ‘Bunun nedeni Allah Teâlâ’nın kitabı Hakk ile indirmiş olmasıdır.’573                                                                ,

Allah Teâlâ, kitapta insanlara açıkladıktan sonra indirmiş olduğu açık de­lilleri ve hidayeti gizleyenler hakkında şöyle der: ‘Onlar Allah Teâlâ’nın ve lanetçilerin lanet ettiği kimselerdir.’574 Kendisine sorulan bir konunun cevabı­nı bildiği halde, Allah Teâlâ katından indirilmiş bir meseleyle ilgili o cevabı gizleyenler, Allah Teâlâ’nın cehennem ateşiyle dağladığı kişilerdendir? ‘Allah Teâlâ’nın indirdiği kitabı gizleyenler ve ucuz bir bedel karşılığında onu satanlar.. 575 Burada satmak derken, elde ettikleri mal veya başkanlık gibi dünyevi iş­lerle onu saklayanlar kastedilir. ‘Onlar ahirette hiçbir karşılık elde edeme­yecek kimselerdir, Allah Teâlâ onlarla konuşmaz, kıyamet günü onlara bakmaz, onları tezkiye etmez, onlar için elim azap vardır.’576 Allah Teâlâ kullarına tavsi­yede bulunurken onlara şöyle der: ‘İyilik yüzleriniz i doğuya veya batıya çevirmek değildir, iyi olan kişi Allah Teâlâ’ya, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden, sevmesine rağmen malı yakınlara veren, yetim­lere, yoksullara, yolda kalanlara, dilencilere, kölelere veren, namazı kılan, zekâtı veren, sözlerini yerine getiren, sıkıntıda ve darlıkta sabredenler­dir.’577 Allah Teâlâ o insanların ‘Doğru sözlüler ve takva sahipleri5711 olduklarını bildirmiştir. Allah Teâlâ yakını öldürülen kan sahihine affı, kıyamette katil ile maktulun arasına girmemeyi tavsiye etmiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem kısas yo­luyla birini öldürenin hükmüyle katilin hükmünün bir olduğunu beyan etmiştir. Hadiste belirtilen husus ‘Kötülüğün karşılığı onun "gibi kötülük­tür579 ayetinde belirtilir. Dokuz insanı öldüren birinin kısası hakkında, ‘onu öldürmek haddi aşmak bakımından katilin fiiliyle aynı olurdu’ demiş, onu öldürmemiş, bırakmıştır. Kardeşini affeden kan sahibi ma­rufa uymuştur, ‘bundan sonra haddi aşan için büyük azap vardır’. Kas­tedilen daha önce affederek diyete razı olmuşken taşkınlık yaparak katili öldüren kişidir.

Allah Teâlâ vefat anında kişinin tasarruf hakkının bulunduğu malda vasi­yet edebileceğini söylemiştir. Bu mal üçte birdir ve akrabalara verilir. Onlar, mirasta hakkı olmayanlardır. İbn Abbas’ın görüşüne göre, anne baba da bu kısma dahildir. Bu yoruma göre ölüm vaktinde anne ve ba­basına vasiyette bulunmayan kul günahkârdır. Allah Teâlâ vasiyetten sonra vasiyeti değiştirmenin günah olduğunu beyan etmiştir.

Bunlar, haklarında nas bulunan ilahi tavsiyelerdir. Bu tavsiyelerden birisi de müteşabih ayedere uymamak ve onları nazari düşünceye göre tevil etmemektir. Onlara ancak kalbinde eğrilik bulunanlar uyabilir. Allah Teâlâ ‘Onun tevilini Allah Teâlâ bilir ve bilgide derinleşenler de hepsine iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır derler580 der. Burada bağlaç (ve) edatını atıf edatı kabul edenler, bilgide derinleşenleri müteşabihin maksadını bilenler sınıfına katmış olur. Allah Teâlâ kullarının mazeretini ortaya koymak maksadıyla şöyle der: ‘İnsanlara şehvet sevgisi güzel gösterilmiştir.’581

Başka bir ayette şöyle der: ‘Rabbimiz iman ettik, bizim günahlarımızı ba­ğışla, bizi cehennem azabından koru diyenler, sabredenler, sadaka verenler, ibadet edenler, seher vakitlerinde istiğfar dileyenler...582 Onlar takva sa­hibi olanlardır. ‘Onlar için Rablerinin katından altlarından nehirler akan cennetler vardır, orada kalıcıdırlar, onlar için temiz eşler vardır.58î Allah Teâlâ peygamberleri ve adaleti tavsiye edenleri haksız yere öldürenlerden söz etmiş, onlara acı bir azap verileceğini, bu azaptan onları kurtaracak yar­dımcının bulunmadığını bildirmiştir. Allah Teâlâ, kendilerinden korku ve çe­kinme yokken, müminleri bırakarak, dinine yardım etmek için kâfirleri dost edinmemizi yasaklamıştır. Kâfirleri dost edinen, Allah Teâlâ’nın katında hiçbir şey elde edemez. Allah Teâlâ bizi kendisinden sakındırmış, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem de O’nun zatı hakkında düşünmeyi yasaklamıştır. Ayette ‘O’nun benzeri bir şey yoktur584 denilir. Allah Teâlâ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e bize şöyle de­mesini emretti: ‘De ki, Allah Teâlâ’yı seviyorsanız bana uyun.’585 Peygambere uyanlar hakkında da şöyle der: ‘Allah Teâlâ sizi sever, günahlarınızı bağışlar.’586

İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ben şirk koşulmaktan en müstağni olanım. Her kim benden başkasını ortak koştuğu bir iş yaparsa, ben ondan uza­ğım, o amel ortak koştuğunundur.’

İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ kutsi hadiste şöyle der: ‘Benim katımda en gıpta edilecek dostum şöyle bir mümin kulumdur: Onun namazdan hazzı büyüktür, rabbine kendisini görürcesine ibadet eder, gizlide ve açıkta O’na itaat eder, insanların arasında gizlenmiştir, parmakla gösterilmez, rızkı yeterlidir ve bu hususta sabırlıdır.’ Sonra Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Rabbinden bu kutsi hadisi aktardıktan sonra şöyle demiştir: ‘Umut ettikleri sürade ve­rilmiş, ağlamaları az olmuş, mirası da az olmuştur.’

İnsanların Arasım Düzeltmekle İlgili İlahi Tavsiye

Enes b. Malik şöyle demiştir: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemle bir gün otururken dişleri görünecek kadar güldüğünü gördük. Ömer şöyle dedi: ‘Annem ve babam sana feda olsun ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Seni güldüren nedir? Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle dedi: Ümmetimden iki adam izzet sahibi Rabbin huzuruna getirildi, onlardan birisi ‘Rabbim! Bu kardeşimden benim hakkımı al’ dedi. Allah Teâlâ da ona ‘kardeşine borcunu öde’ dedi. Adam ‘Rabbim! İyiliklerimden geride hiçbir şey kalmadı ki?’ deyince mazlûm şöyle dedi: ‘Rabbim! Günahlarımın bir kısmını yüklensin.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin gözleri dolmuş sonra şöyle demiştir: ‘O gün çetin bir gün­dür. O gün insanlar günahlarını taşıyacak birisine muhtaçtırlar.’ Sonra devamla şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ bunu isteyene şöyle der: ‘Başını kaldır, cennedere bak.’ Adam başını kaldırıp şöyle der: ‘Rabbim! İncilerle do­natılmış gümüşten şehirler, altından köşkler görüyorum. Acaba hangi peygambere aittirler? Yoksa hangi şehide aittirler.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Bunlar bana bedel verene aittir.’ Adam şöyle der: ‘Rabbim! Kim onun bedeline sahip olabilir ki?’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sen buna sahipsin.’ Kul ‘na­sıl?’ deyince, Allah Teâlâ ‘kardeşini bağışlayarak’ diye cevap verir. Mazlûm kul ‘Rabbim! Kardeşimi bağışladım’ der. Allah Teâlâ ‘Öyleyse kardeşinin elinden tut, onu cennete götür’ der. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Allah Teâlâ’dan kor­kun, aranızı düzeltin. Allah Teâlâ kıyamet günü müminlerin arasını düzeltir.’

Tevrat'tan İlahi Tavsiyeler

Kabu’l-Ahbar’dan bize aktarıldığına göre şöyle demiştir: Tevrat’ta on iki kelime buldum, onları yazdım, boynuma astım. Her gün zevkle onlara bakarım. Bunlar şunlardır: Ey Ademoğlu! Sana yaptığım taksi­me razı olursan, kalbin ve bedenin rahata erer, sen övülürsün. Yaptığım taksime razı olmazsan dünya sana musallat olur; öyle ki hayvanlar ara­sında vahşi bir hayvan gibi uykusuz kalırsın. İzzetim ve celalim üzerine yemin olsun ki, sen senin adına takdir ettiğime ulaşabilirsin. Razı ol­madığın için kınanır ve zemmedilirsin. Ey Ademoğlu! Her şey seni kendisi için isterken ben seni senin için istiyorum, sen ise benden kaçı-

A                                                                                                                                                                                                                                      A

yorsun. Ey Ademoğlu! Bana karşı ne kadar da insafsızsın? Ey Ademoğ­lu! Seni topraktan yarattım. Sonra atılmış bir meniden yarattım. Ey Ademoğlu! Şanın üzere yemin olsun ki, ben seni severim. Senin üze­rindeki hakkım, senin de beni sevmendir. Ey Âdemoğlu! Ben seni ken­dim için, bütün eşyayı senin için yarattım. Kendim için yarattığımı se­nin için yarattığıma telef etme. Ey Âdemoğlu! Ben seni (henüz işleme­diğin) yarınki bir amel sebebiyle hesaba çekmeyeceğim gibi sen de ya­rının rızkını benden isteme. Ey Âdemoğlu! Benim senin üzerinde belir­lediğim farzlarım vardır. Senin de rızkın benim sorumluluğumdadır. Farzlarımı ifa etme hususunda bana ihanet etsen bile, senin davranışın nedeniyle ben rızkın hakkında seni yalnız bırakmam. Ey Âdemoğlu! Rızkının kaçacağından endişelenme. Benim hâzinelerim dolu ve tü­kenmezdir. Ey Âdemoğlu! Benim otoritem baki olduğu sürece hiçbir otorite sahibinden korkma. Otoritem tükenmeyecek şekilde bakidir ve sonsuzdur. Ey Âdemoğlu! Sıratı geçinceye kadar, tuzağımdan ve hi­lemden emin olma.’

Tavsiye

Allah Teâlâ’dan korkma konusunda dostluk makamı ile ilgilidir. Allah Teâlâ, dostu Hz. İbrahim’e şöyle der: ‘Ey İbrahim! Sende gördüğüm bu şid­detli korku da nedir böyle? Hz. İbrahim şöyle cevap vermiştir: ‘Ya Rabbi! Nasıl korkmayayım ve nasıl endişeli olmayayım ki? Babam Âdem sana çok yakındı; onu ellerinle yarattın, ruhundan üfledin, me­leklere kendisine secde etmelerini emrettin, sadece bir günah nedeniyle onu civarından uzaklaştırdın.’ Allah Teâlâ kendisine şöyle vahyetti: ‘Ey İbra­him! Sevgilinin yaptığı hata sevgiliye pek ağır gelir.’

İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ’dan perdeleyen işler hakkındadır. Allah Teâlâ Hz. Davud’a şöyle vahyetmiştir: ‘Ey Davud! İsrail oğullarına şehvederine uymayı yasakla. Şehvedere bağlı kalpler benden perdelenmiştir.’

İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ’yı her durumda zikretmek gerekir. Hz. Musa şöyle demiştir: ‘Ya Rab! Sen uzakta mısın yakın mısın? Uzakta isen seni çağırayım, ya­kın isen seninle münacat edeyim? Allah Teâlâ şöyle demiştir: Ben beni zikre­denle otururum. Kim beni zikrederse onunla beraberim.’ Hz. Musa sormuş: ‘Rabbim! Sana en sevimli gelen amel hangisidir?’ Allah Teâlâ cevap vermiş: ‘Her durumda beni çokça zikretmek en sevdiğim ameldir.’

Geceyi İbadetle Geçirmek Hakkında Tavsiye

Allah Teâlâ gecenin son üçte birlik kısmında yakın semâya iner ve şöyle der: ‘Beni sevdiğini iddia edip de şimdi uykuda olanlar yalan söylemiş­tir. Seven sevdiğiyle baş başa kalmak istemez mi? Ben sevdiklerimi görmekteyim. Onlar beni gözlerinin önünde canlandırmış, beni görerek bana hitap etmiş, huzurumda benimle sohbet etmişlerdir. Yarın da on­ların gözleri cennerierimde parıldar.’

Tavsiyeler

Allah Teâlâ Hz. Musa ile konuşurken şu tavsiyelerde bulunmuştur: ‘Ey Musa! Bana yaklaş, benim değerimi bil, çünkü ben Allah Teâlâ’m. Ey Musa!

Bütün yaratıkların arasında niçin seninle konuştuğumu, peygamberlik görevi ve konuşmak üzere niçin seni seçtiğimi, İsrail oğullarından başka birisini seçmediğimi biliyor musun? Hz. Musa cevap vermiş: ‘Hayır, ya Rabbi, bilmiyorum.’ Allah Teâlâ şöyle demiştir: ‘Ben kullarımın sırlarına muttaliyim. Onların arasında senin kalbinden daha çok benim sabit ve sürekli sevgim (meveddet) için saf ve temiz bir kalp görmedim.’ Hz. Musa şöyle dedi: ‘Rabbim! Hiçbir şey değilken beni niçin yarattın?’ Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘Seninle bir hayır murat ettim.’ Hz. Musa ‘kime kar­şı?’ deyince Allah Teâlâ şöyle dedi: ‘Cennetimde meleklerimle beraber seni ci­varıma yerleştirdim. Orada ebedi nimete mazhar, Mutlu, rahata ermiş bir şekilde kalırsın.’ Hz. Musa şöyle dedi: ‘Rabbim! Bunun için yap­mam gereken nedir?’ Allah Teâlâ şöyle dedi: ‘Dilin her daim zikrimle meşgul olsun, kalbin benden dolayı ürpersin, bedenin bana hizmet etmek üzere meşgul olsun, ayağını cennete girmiş bile görsen tuzağımdan emin ol­ma.’ Hz. Musa şöyle dedi: ‘Rabbim! Beni niçin Firavun ile sınadın?’ Allah Teâlâ şöyle dedi: ‘Ben seni kendim için seçtim, kendi dilimle İsrail oğulla­rına hitap ettim, sözümü onlara duyurdum, Tevrat’ın şeriatını, dindeki kuralları, ahiret yolunu onlara öğrettim. Onlardan veya başkalarından sana tâbi olan her kim olursa olsun, bu şeriatı öğrenmelidir. Ey Musa! İsrail oğullarına şunu bildir ve söyle: Ben gökleri ve yeri yarattığımda, onlar için ehil de yarattım. Göklerin ehli melekler ile kendilerine verilen emirlerde Allah Teâlâ’ya asi olmayıp emredileni yapan seçkin kullardır. Ey Mu­sa! Benden İsrail oğullarına tebliğ et ve şunu söyle: Tavsiyemi kabul edip verdiği sözü tutan ve bana karşı asi olmayanları meleklerimin de­recesine yükseltirim, onlara cennetimi helal kılarım. Onları yaptıkları iş­lere karşılık en güzel şekilde ödüllendiririm.’

‘Ey Musa! Benden İsrail oğullarına bildir ve onlara de ki: Cinleri, insanları ve hayvanları yarattığımda, onlara dünya hayatının maslahadarını ilham yoluyla bildirdim, menfaatlerini nasıl elde edeceklerini ve za­rarlarından nasıl kaçınacaklarını gösterdim. Bütün bunları onlarda ya­rattığım duymak', görmek, kalp, temyiz ve şuur gibi güç ve fiiller vasıta­sıyla kendilerine öğrettim. Aynı şekilde, nebilerime, resullerime ve kul­larım arasından seçkinlere ilham ettim. Onlara mebde ve meadın du­rumunu ve ahiretteki yaratılışın keyfiyetini açıkladım, yolu beyan ettim, ahirete nasıl varacaklarını bildirdim. Ey Musa! İsrail oğullarına de ki: Peygamberlerden tavsiyelerimi öğrenip kabul eder, ona göre amel eder­lerse muhtaç oldukları dünya ve ahiretin bütün menfaat ve maslahadarım onlara taahhüt ederim. Onlar bana verdikleri sözü tutarlarsa, ben de -ister İsrail oğlu ister başka bir kavimden olsunverdiğim sözü tuta­rım. Sözlerini tutarlarsa onları nebilerime ve meleklerime katarım. On­lar ahiret hayatı olan karar yurdunda peygamber ve meleklerimle bera­ber olurlar. Hz. Musa şöyle demiş: ‘Rabbim! Bizi cennette yaratıp dünyanın sıkıntı, musibet ve belalarından uzak falmış olsaydın, bizim için daha hayırlı olmaz mıydı?’ Allah Teâlâ cevap verdi: ‘Ey Musa! Babanız Adem’e söylediğin gibi davrandım, fakat cennetin değerini bilemedi, tavsiyemi tutmadı, verdiği sözü yerine getiremedi, isyan etti, ben de onu cennetten çıkardım. Tövbe ettiğinde, tövbesini kabul ettim ve ona cennete dönmeyi vadettim. Aynı zamanda kendim üzerine yeminle şu­nu taahhüt ettim: Âdem’in zürriyetinden ancak tavsiyemi tutan, verdiği sözü yerine getirenler cennete girebilecektir. ‘Benim taahhüdüme zalim­ler erişemez.’587 Cennetime de kibirliler giremez, çünkü ben orayı ‘Yer­yüzünde büyüklük taslamayan, bozgunculuk aramayanlar için yarattım.,5SS Ey Musa! Kullarımı çağır ve onlara nimetlerimi söyle. Onlar bu nimet­lerin arasından sadece peşin ve şimdi olanları veya hemen ve gelecekte menfaatlerine olanları zikrederler. Ey Musa! Cennetimi kaçıranlara ya­zık olsun. Menfaatinden mahrum kalıp pişman olanlara yazıklar olsun! Ey Musa! Ben gökleri ve yeri yarattığımda, cenneti de yarattım, en gü­zel renklerle süsledim, ehlinin nimetini ve muduluklarını ‘ravh ve rayhan’ olarak yarattım. Dünyadakiler bir kere uzaktan cennete bakmış olsalardı, artık dünya hayatı onları kendisine cezb edemezdi. Ey Musa! Cennet dostlarım ve salih kullarım için hazırlanmıştır. Onlar Allah Teâlâ’la karşılaştıklarında selamete kavuşanlardır. Onlara ne Mutlu, ne güzel ye­re varacaklardır!’

İlahi Tavsiyelerden Biri

cEy Ademoğlu! Günün başlangıcında dört rekât namaz fal. O na­maz günün sonuna kadar sana yeter.’ Hadisi İmam Nesei aktarmıştır. Tavsiye içeren ilahi bir kınama ve ikazda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Ey Ademoğlu! Nasıl da aciz bırakıyorsun beni! Ben seni şöyle bir şeyden yarattım: Seni düzenleyip itidal verdim, ellerin önünde yürüdün, sonra (mal) topladın, (sadakayı) engelledin. Can boğaza gelince, ‘sadaka veri­rim’ dedin. Sadaka vakti o zaman mıdır?’

Korku Hakkında İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey Ademoğlu! Malın fazlasını harcarsan senin için daha hayırlıdır. Elinde tutman ise senin için kötüdür. Veren el, alan el­den hayırlıdır.

Lütuf İçeren İlahi Tavsiye

Musa b. Muhammed el-Kurazi, Mekke’de aktarmıştır ki; Ziya Abdulvahhab İbnu’s-Sekine ile rıbatında bir araya geldiğimizde Bağ­dat’ta bize şöyle dedi: Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Kul abdest bozup sonra abdest almazsa bana sıkıntı vermiş olur. Abdest alıp namaz kılmazsa yi­ne bana sıkintı vermiş olur. Namaz kılıp dua etmezse bana sıkıntı ver­miş olurv Dua edip ben icabet etmezsem, bu kez ben sıkıntı veririm. Ben sıkıntı veren bir rab değilim, ben sıkıntı veren bir rab değilim, ben sıkıntı veren bir rab değilim.’

Organları Temizlemek Hakkında Faydalı-İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey Peygamberlerin ve korkutucuların kardeşi!’ Bu sözle Efendimiz Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’e hitap edilir. Bu tavsiye Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in kutsi bir hadisle Allah Teâlâ’dan aktardığı tavsiyedir: ‘Evlerimden herhangi birisine girerken selim kalplerle, doğru dillerle, temiz ellerle, temiz cinsel organlarla girin. Bir evime kullardan birine haksızlık yap­mış bir halde girmeyin. Kul benim huzurumda namaza durduğunda haksız bir şekilde aldığını Hakk sahibine ulaştırmadığı sürece, onun na­mazını kabul etmem. Hakkı sahibine ulaştırdığında ise kendisiyle duy­duğu kulağı, kendisiyle gördüğü gözü olurum. O da benim dostlarım­dan, seçkinlerimden birisi ve peygamber, sıddîk ve şehitlerle beraber cennette komşu olur.’

Tavsiye

Dünyaya düşkün insanın azarlanması hakkındadır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey Ademoğlu! Dünya sana üç korku verdi; fakirlik, hastalık ve ölüm! Yine de onun peşinde koşarsın.’

Tevazu Hakkında Melekten Gelen Tavsiye

Allah Teâlâ yanında Cebrail bulunurken Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle vahyetti: ‘Dilersen nebi ve kul ol, dilersen nebi ve melek ol.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Cebrail’e baktı, Cebrail ona tevazu göstermesini ima edince şöyle dedi: ‘Ben bir kul-nebi olayım.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Melekpeygamber* demiş olsaydım, benim karşımda dağlar altın ve gümüşe dönmüş olarak yürüyecekti.’

V elilerin Yüceltilmesi Hakkında İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ şöyle der: ‘Kim bir velim hakkında bana saygısızlık yaparsa, ona savaş açarım.’ Bir rivayette ‘ona savaş ilan ederim’ denilir. Şöyle demiştir: ‘Benim katımda en sevimli ibadet, nasihat, yani samimiyet ve ihlastır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey Âdemoğlu! Benim ihsanım sana inmişken senden bana kötülük yükselmiştir. Ben nimetlerle sana kendimi sevdiri­rim, sen de her gün işlediğin günahlarla beni senden soğutursun. Her gün saygın bir melek senin kötü fiilini bildirmek üzere bana gelir.’ Ey Ademoğlu! Beni murakabe etmiyorsun. Bilmiyor musun ki sen gözle­rimin önünde bulunmaktasın. Ey Ademoğlu! Yalnız kaldığında veya şehvetinin peşinden koştuğunda, beni hatırla, kalbinden onları çıkart­mamı iste, seni günahtan korumamı dile, şehvederi sana kötü göster­memi, itaati kolaylaştırmamı, onu sana sevdirmemi, gözünün önünde itaati süslü göstermemi benden dile. Ey Âdemoğlu! Ben sana yardım dilemen, ipime sarılman için emir verdim ve sana yasaklar koydum, ba­na asi olup yüz çevirmen için değil! Sen çevirirsen ben de yüz çeviririm. Ben sana muhtaç değilim, sen bana muhtaçsın. Dünyayı yarattım, bana kavuşmak üzere hazırlan diye onu sana amade kıldım. Benden yüz çe­virmeyecek ve yeryüzünde ebedi kalmayacak şekilde ondan azık tedarik etmeni istedim. Bilmelisin ki, ahiret yurdu senin için dünyadan hayırlı­dır. Benim senin için seçtiğimden başkasını seçme, bana kavuşmayı na­hoş karşılama. Benimle kavuşmayı nahoş bulan biriyle ben de karşılaş­mayı nahoş bulurum. Kim benimle karşılaşmayı isterse, ben de onunla karşılaşmayı isterim ve severim.’

tlahi Tavsiye

Korku ve teşvik hakkındadır. Bize Muhammed b. Mesleme b. Veddah -Kurtubalıdırşöyle bir hadise aktarmıştır: Allah Teâlâ İsrail oğulla­rına şöyle demiştir: ‘Biz sizi ahirete teşvik ediyoruz, siz yanaşmıyorsu­nuz. Biz size dünyanın değersizliğini gösteriyoruz, siz değersiz görmü­yorsunuz. Biz sizi ateşle korkutuyoruz, siz korkmuyorsunuz. Biz sizi cennete teşvik ediyoruz, ona hasret duymuyorsunuz. Biz size şefkat gösteriyoruz, sizin kalbiniz yumuşamıyor. Biz size ilgi gösteriyoruz, siz ağlamıyorsunuz. Allah Teâlâ’nın bir kılıcı vardır ki, uyku nedir bilmez. Onun yeri cehennem yurdudur.’

Tavsiye

Seni ancak masum bir halde sevenin sevgisini muhafaza eyle! Se­ninle arkadaşlık edip sevdiği hususlarda sana uyan, sevmediği hususlar­da sana karşı gelen kişi, kendi arzusuyla arkadaşlık ediyor ve ona uyu­yor demektir. Kendi arzusuna uyan ve onunla arkadaş olan ise dünya­daki rahadığın peşindedir demektir. Ey müritler topluluğu! Sizden (Allah Teâlâ’ya giden) yolu talep edenler, alimlerden cehaleti, zahiderden dünya sevgisini ve rağbeti, marifet ehlinden de susmayı öğrenmelidir. Şeyhi­min huzuruna ilk girdiğimde, henüz yüzünü görmeden bana bir şeyler söyledi ve tavsiyede bulundu. Benimle konuştu ben de kendisine şöyle dedim: ‘Seni görmeden kabul ediyorum. Senin tavsiyeni ezberleyece­ğim. Söylediklerini üzerimde görmeden bana bakma.’ Bunun üzerine şeyhim ‘Bu himmet üstün ve değerli bir himmettir’ dedi ve ekledi: ‘Ev­ladım! Kapıyı kapa, sebepleri kes, el-Vehhab ile otur ki arada perde ol­maksızın seninle konuşsun.’ Ben de bereketini müşahede edene kadar bu tavsiyeyle amel ettim. Ardından huzuruna girdim. O da verdiği he­diyeyi üzerimde görerek şöyle dedi: ‘İşte böyle davranmayı sürdür. Böyle yapmazsan olmaz.’ Sonra bana şöyle dedi: ‘Yazdığını sil, ezberle­diğini unut, bilgilerini yok say, her durumda Allah Teâlâ’nın karşısında böyle hareket et. Yoksa bilgine göre O’nun karşısında konuşma. Öyle bir dav­ranış vakit zayi etmek demektir. Allah Teâlâ Peygamberine hitap ederken buyürduğu gibi, sen de bilginin artmasını talep et ve iste. Allah Teâlâ peygam­berine ve onun ümmetine şöyle emreder: ‘De ki, Rabbim, bilgimi artır.’589 Yoksulluk diliyle hacetini talep et, tahakküm edercesine değil! Allah Teâlâ Ebu Yezid el-Bestami’ye şöyle der: ‘Bana zillet ve yoksullukla yak­laş.’ Başka bir defasında ‘nefsini terk et5 diye emretmiştir. Allah Teâlâ Hz. Musa’ya şöyle vahyetti: ‘Bir kuş gibi ol; o kuş ağaçların uçlarından yer, saf sulardan içer, gece çökünce de benimle ünsiyet etmek için bana asi olanlardan çekinerek ve kaçarak bir mağaraya sığınır. Ey Musa! Nefsim üzerine yemin ettim ki, kendimden başka kimsenin amelini tamamla­mayacağım. Ey Musa! Benden başka hiçbir emel sahibinin emeli gaye­sine varmayacak, benden başkasına bel bağlayanın belini kıracağım. Benden başkasıyla ünsiyet edenin yalnızlığını arttıracağım. Benden baş­kasını sevenden yüz çevireceğim. Ey Musa! Benim öyle kullarım vardır ki, bana münacat ederlerse, kulak veririm, beni çağırırlarsa yönelirim, bana yönelirlerse onlara yaklaşırım, bana yaklaşırlarsa ben daha çok yaklaşırım. Onlar bana yaklaştıklarında kendilerini kuşatırım. Onlar be­ni dost edinirlerse, ben de onları dost edinirim. Onlar beni yakın kabul ederlerse, ben de onları yakın sayarım. Benim için amel yaparlarsa, ödüllerini veririm. Onlar benim himayemdedirler ve benimle iftihar ederler. Ben onların işlerini yönetirim, kalplerini idare ederim, hallerini üstlenirim, onların kalplerinde beni zikretmenin dışında herhangi bir hususta rahatlık bırakmam. Beni zikretmek onların hastalıklarının ilacı, kalplerinin aydınlığıdır. Onlar benden başkasıyla ünsiyet etmezler. Kalplerinin yüklerini benim nezdimde indirirler. Benden başkasının ya­nında karar kılamaz ve yerleşmezler.

Anlatıldığına göre, eski peygamberlik devirlerinde ilhama mazhar olan birisi varmış. Adam Allah Teâlâ’nın insanları yükümlü tutması ve imtihan etmesi meselesi üzerinde düşünmüş, konunun hikmeti hakkında doğru bir yorum bülamamış, Allah Teâlâ ise kendisine kulluk hakkında düşünmesini emretmişti. O da halvetlerde Rabbine münacata başlayarak sırrıyla ve diliyle şöyle demiş: ‘Rabbim! Beni yarattın fakat bana görüş sormadın. Beni öldüreceksin, yine benimle istişare etmeyeceksin. Bana bildirme­den emir verdin, yasaklar koydun. Hevayı inatçı bir güç olarak ve şey­tanı da azgın bir güç olarak üzerime musallat kıldın. Nefsimde derin ar­zular ve şehvetler terkip ettin. Gözlerimin önüne dünyayı süslenmiş bir halde yerleştirdin. Ardından beni korkuttun, tehdit ve korkutmayla be­ni icbar ettin ve şöyle dedin: ‘Sana emredildiği gibi dosdoğru ol, arzuya uyma, seni benim yolumdan saptırır. Şeytandan sakın, şeytan sana yak­laşmasın, dünya seni aldatmasın, şehvetlerinin seni alçaltmasından, on­lardan uzak dur, emellerin ve kuruntuların seni alıkoymasın, sana hem­cinslerin hakkında tavsiyede bulunurum, onlarla iyi geçin.’ Sonra başka emirler verdin ve dedin ki: ‘Maişetini helal yoldan araman gerekir, çün­kü maişetini nereden kazandığından mesulsün. Onu talep etmezsen mesul olduğun kadar helal yoldan kendisini aramasan da mesulsün. Dünyadan nasibini unutmaman gerektiği gibi ahiretten de nasibini unutma. Allah Teâlâ sana ihsanda bulunduğu kadar sen de iyilik yap ve ih­sanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk peşinde koşma. Ahiretten yüz çevirme, hem dünyan ve hem ahiretin hüsrana uğrar. Böyle bir şey apa­çık bir hüsrandır.’ Rabbim! Birbirine zıt işler, birbirini çeken güçler ve birbirine karşıt haller arasında bulundum. Nasıl davranacağımı bilmiyo­rum, neyi yapacağım hakkında doğrudan emin değilim? Kendi işlerim hakkında hayretteyim, çözümü yitirdim. Rabbim! imdadıma yetiş, elimden tut, beni kurtuluşa yönlendir, öyle yapmazsan helak olurum.’

Bu sözler üzerine Allah Teâlâ kendisine şöyle vahyetmiş: ‘Ey kulum! Ben sana yaptığında bana yardım edeceğin bir işi emretmedim veya yaptı­ğında bana zarar vereceğin bir işi yasaklamadım. Ben sadece bir rabbin ve ilahın olduğunu öğrenmen maksadıyla emir verdim. O 'senin yaratı­cın, rızık verenin, mabudun ve var edicindir. O seni muhafaza eden, sa­na eşlik eden, yardım eden ve destek olandır. Bilmelisin ki, bütün emir ve yasaklarda sen benim yardımıma muhtaçsın. Aynı zamanda benim sana dönmeme, hidayet etmeme, işini kolaylaştırmama, inayet etmeme muhtaç olan sensin. Bilmelisin ki, bütün yasaklandığın işlerde benim korumama, himaye ve riâyetime muhtaçsın. Kısaca bütün tasarrufların­da bana muhtaçsın. Bütün hallerinde, dünya ve ahiret işlerinde gece ve gündüz bana muhtaçsın. Bu emir ve yasaklarla birlikte, küçük veya bü­yük, gizli veya aleni hiçbir işin bana gizli değildir. Bu işler sana açıkla­nacak ve bana muhtaç olduğunu öğreneceksin. Ben senin için vazge­çilmezim. Artık benden yüz çevirme, bana karşı kendine meşguliyet bulma, beni unutma, benden başkasıyla ilgilenme. Her vakit benim zik­rimle beraber ol. Bütün hal ve ihtiyaçlarında benden iste. Bütün tasar­ruflarında benimle konuş, yalnız kaldığın her durumda benimle sohbet et, beni müşahede ve murakabe eyle! Bu durumda bütün yaratıklardan uzaklaşarak bana yönelmiş, onlardan yüz çevirerek bana kavuşmuş olur­sun. Öğrenirsin ki, bulunduğun her yerde seninle beraber olan benim. Sen beni görmesen bile her durumda ben seni görürüm. Bütün bunları istediğinde ve kesin olarak inandığında, söylediğin sözlerin hakikati ve tavsif ettiğin durumların doğruluğu senin adına ortaya çıkar. Ardından her şeyi ardına bırakır, sadece bana yönelirsin. Ben de seni kendime yaklaştırır, kendime kavuşturur, kendi katımda yükseltirim. Sen benim dostlarımdan, seçkinlerimden, saygın meleklerimle beraber civarımda cennet ehliyle beraber bulunanlardan biri olursun. Orada ihsana ermiş, Mutlu, rahat, nimetlenen, haz alan ve güvenli bir şekilde sonsuza dek kalırsın.’

‘Ey kulum! Benim hakkımda kötü zanda bulunma, cömertlik ve keremimin gereğinden başka bir vehimde bulunma. Daha önce sana ih­san ettiğim nimederi hatırla, ezeli ihsanlarımı ve sende bulunan güzel ve hoş lütuflarımı yâd et. Sen zikre şayan bir şey değilken seni düzgün ve mutedil bir şekilde yarattım. Sana latif bir duyma gücü, keskin bir göz, algılayan duyular, tertemiz kalp, kuvvetli bir anlayış, duru bir zekâ, ince bir fikir, açıklayıcı bir dil, sağlam bir akıl, tam bir bünye, güzel bir suret, sahih uzuvlar, kâmil araçlar ve itaat edici organlar ihsan ettim. Ardından söz ve kelamımı sana ilham ettim, menfaat ve zararları bildir­dim, fiillerde, sanat ve amellerde nasıl tasarruf edeceğimi öğrettim . Gö­zünden perdeleri kaldırdım, melekûtuma bakman için gözlerini açtım. Gece ve gündüzün ardışık olarak akışım görürsün. Dönen felekleri, ha­reketli yıldızları gördün. Vakiderin hesabını, zamanlan, ayları, yılları ve günleri öğrettim. Karada ve denizdeki madenleri, bitkileri ve hayvanları öğrettim. Sen bunların arasında hükümdarlar gibi tasarrufta bulunur, rabler gibi hükümran olursun. Haddi aşıp zalimleştiğini, yoldan çıkıp hainleştiğini, zulmettiğini, sınırı geçtiğini gördüğümde ise sınırları, hü­kümleri, kıyası, ölçüyü ve insafı öğrettim. Ayrıca hakikati, doğruyu, iyiyi, marufu, adil olan ahlakı öğrettim. Bu sayede ihsan ve nimet senin adına devam eder, azap ve intikam senden uzaklaşır. Binaenaleyh ben seni senin için hayırlı olana, daha faziletli, daha şerefli, izzedi, saygın, daha hazlı ve daha çok nimet olan işlere yönlendirdim. Şimdi benim hakkımda suizanda bulunuyor, haktan ve hakikatten başka vehimlerde bulunuyorsun.’

‘Ey kulum! Sana emrettiğim bir şeyi yapmakta zorlandığında şöyle de: ‘La-havle ve la-kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim (Yüce ve azamet sahibi Allah Teâlâ’dan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur). Nitekim arşı taşı­yan meleklere taşımak kendilerine ağır gelince, bu zikri söylerler. Bir musibet sana ulaştığında şöyle de: ‘Inna-lillah ve inna-ileyhi raciun (Biz Allah Teâlâ içiniz ve Allah Teâlâ’ya döneceğiz.)’ Nitekim sevdiklerim ve dostlarım böyle söylerler. Ayağın günah çukuruna kaydığında, dostum Âdem ve eşinin söylediği şu cümleyi söyle: ‘Rabbimiz kendimize zulmettik, sen bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan oluruz-’590 Bir iş sana müşkül gelir, görüşünde vehme kapılır, doğruyu bulmak, doğru sözü söylemek istersen, dostum İbrahim gibi şu cümleleri söyle: ‘Beni yaratan beni doğruya ulaştırır. O beni yedirir ve bana içirir, hasta olunca bana şifa verir, beni öldürecek sonra diriltecek. Benim hatalarımı kıyamet gününde bağışlamasını dilerim. Rabbim! Bana hüküm ver ve beni salih kim­selere kat. Benim adıma geride bir doğruluk dili bırak. Beni naim cennetinin varislerinden eyle. Babamı da bağışla, o dalalete düşenlerden idi. Kıyamet günü beni mahzun etme. O gün ne mal, ne çocuklar fayda vermez. Sadece selim bir kalp ile Allah Teâlâ’ya gelmek fayda verir.’591 Bir musibet isabet edince, indirmiş olduğum vahiyde bildirdiğim üzere, Yakub’un söylediklerini söyle. ‘Ben üzüntümü ve sıkıntımı Allah Teâlâ’ya havale ediyorum. Allah Teâlâ’dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.’592 Senden bir hata meydana geldiğinde, Hz. Musa’nın söylediği gibi söyle: ‘Bu şeytanın bir amelidir. Şeytan apaçık saptırıcı bir düşmandır.’593 Bir günahtan yüz çevirdiğinde Yusufun de­diği gibi söyle: ‘Ben kendimi tezkiye etmem, Rabbim merhamet etmedikçe nefis mutlaka kötülüğü emreder, Rabbim Gafur ve Rahim’dir.’594 Allah Teâlâ seni bir belayla imtihan ettiğinde Davud’a söylemiş olduğu şekilde hareket et: ‘Rabbinden bağışlama dile, rükû ederek yere kapan, Allah Teâlâ’ya yönel.’595 Allah Teâlâ’nın yaratıkları arasından günahkârları ve hatalı kulları görüp Allah Teâlâ’nın onlar hakkındaki hükmünü bilmediğinde, İsa gibi konuş: ‘Onlara azap edersen onlar senin kulların, bağışlarsan sen aziz ve hakimsin.’596 Allah Teâlâ’dan bağışlanma dileyip O’nun affetmesini talep edince, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ve onun sahabesinin söylediği gibi söyle: ‘Rabbimiz! Unuttu­ğumuzda veya hata ettiğimizde bizi hesaba çekme, rabbimiz bizden önceki­lere yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme. Rabbimiz! Gücümüz yetmeyen işleri bize yükleme, bizi affet, bize merhamet et, bize mağfiret et. Sen bizim Mevla’mızsın, bize kâfir güruha karşı yardım eyle.’597 İşlerin sonuçlan hakkında korkuya kapılıp senin adına nasıl sonlanacağını bilmediğinde yine Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ve sahabesi gibi söyle. ‘Rabbimiz! Bizi hidayete ulaştırdıktan sonra kalplerimizi çevirme, bize kendi katından rahmet ver, sen el-Vehhab’sın. Rabbimiz! Sen insanları hakkında kuşkunun bulunmadığı günde bir araya toplarsın. Allah Teâlâ verdiği sözü bozmaz.’598

Tavsiye

Muhammed b. Vasi’, Bilal b. Ebî Berde’ye sıcak bir günde uğra­mış. Bilal bir gölgelikteymiş ve yanında kar varmış. Bilal şöyle demiş: ‘Ey Ebu Abdullah! Evimizi nasıl görüyorsun?’ Şöyle cevap vermiş: ‘Evin güzel, cennet ondan daha güzel, cehennemi hatırlamak bu evden insanı uzaklaştırır.’ ‘Kader hakkında ne dersin?’ deyince, şöyle cevap vermiş: ‘Komşuların kabir ehlidir. Onlar hakkında düşün. Onlar hak­kında düşünmek seni kaderden uzaklaştırır.’ ‘Benim için dua et’ deyin­ce, Muhammed şöyle cevap vermiş: ‘Kapında böyle böyle şeyler varken benim duamı ne yapacaksın ki? Herkes senin için ‘bana zulmetti’ diyor. Onların bedduası benim duamdan önce Hakka ulaşır. Kimseye zul­metme, benim duama muhtaç olmazsın.’

Hasan-ı Basri'nin Sözlerinden Biri

‘Nedir bu hal böyle! İnsanlar görüyorum, akıl sahibi görmüyorum, insanlar görüyorum, lâkin bir dost göremiyorum; girdiler, çıktılar, öğ­rendiler sonra inkâr ettiler.’ Hasan-ı Basri’nin başka bir sözü şöyledir: ‘Şu kavme şaşılır; kendilerine azık emredilmiş, sonra yolculuk için nida edilmiş, ilkleri sonlarını hapsetmiştir. Onlar oynamak üzere kalmışlar­dır. Ey Âdemoğlu! Bıçak keskinleşmiş, tandır tutuşmuş, koç asılıdır. Tecrübeler edep öğretmek için yeterli, günlerin başkalaşması ve değiş­mesi öğüt vermek için yeterli, ölümü hatırlamak da günahtan alıkoyucudur. Dünya kendi hali üzere gidici, günler boyunlarında asılı ve kak­çıdır. Siz insanları yönlendirirsiniz, insanlar da sizi yönlendirir. En ha­yırlı olanınız gitmiştir. Daha ne bekliyorsunuz? Görmeyi mi bekliyor­sunuz? O da olmuştur.’

Ömer b. Abdülaziz'in Bir Sözü

Her yolculuğun mutlaka bir azığı vardır. Siz dünyadan ahirete gi­derken takvayı azık edinin. Allah Teâlâ’nın kendisi için hazırlamış olduğu ödü­lü ve karşılığı görenler gibi olun. Cenneti arzulayın, cehennemden kor­kun. Hakkınızdaki süre asla uzamayacaktır; uzamış olsaydı zaten kalple­riniz katılaşırdı. Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, insanın emeli ne kadar çoktur. Hâlbuki bilmez ki, akşamlayınca sabahlayacak mı, sabahlayınca akşama varacak mıdır? Belki bu esnada temenniler kendilerini gösterebilirler. Dünyayla aldanan nice insanı biz de siz de gördünüz. Bununla birlikte sadece Allah Teâlâ’nın azabından kurtulmaya bel bağlayan kişinin gözü aydın­lanır. Kıyamet korkulardan emin olan kişi sevinebilir. Yaralarını tedavi etmeyen (müdaviü’l-kelem) kimse ise (bir yandan tedavi etse bile) bir yandan yaralanır. Kendimi uzak tuttuğum bir işi size (yapın diye) em­retmekten Allah Teâlâ’ya sığınırım. Böyle yapsaydım, ticaretim zarar ederdi. Öyle bir meseleyi anlamış oldunuz ki, yıldızlar bir benzerini anlamış ol­saydı, hiç kuşkusuz dağılıp saçılırlar; dağlar anlamış olsaydı, erirler; yeryüzü anlamış olsaydı, parçalanırdı. Şunu bümiyor musunuz: Cennet ile cehennem arasında (üçüncü) bir yer yoktur. Ya cennete veya cehen­neme gideceksiniz.’

Ömer b. Abdülaziz'in Başka Bir Tavsiyesi

Allah Teâlâ sizi boş yere yaratmamış, herhangi bir işinizi boş halde bı­rakmamıştır. Sizin bir meadımz vardır. Allah Teâlâ o gün sizin aranızda hü­küm vermek üzere iner. Allah Teâlâ’nın rahmetinin dışında kalan hüsrana uğ­rar ve helak olur. Öyle biri genişliği gökler ve yer kadar olan cennetten mahrumdur. O kişi çoğu vererek azı, baki olanı vererek fani olanı, gü­veni vererek korkuyu satın alandır. Bakınız! Siz gelip giden nesiller içe­risindesiniz. Ardınızdan başkaları gelecek, en sonunda da hayru’lvarisîn, varislerin en hayırlısı olan Hakka döndürüleceksiniz. Her gün ve gece ölenleri, eceli sona eren ve ömrü bitenleri Allah Teâlâ’ya uğurlarsınız, onu toprağın içine bir kabre defnedersiniz. Ardından da bir döşek veya yastık kendisine vermeden, ona dua edersiniz. O artık sebeplerden soyudanmış, sevdiklerini terk etmiş, toprağa yerleşmiş, hesapla yüz yüze gelmiştir. Ameline göre rehin kalmış, zenginken vereceklerine muhtaç bir haldedir. Ölüm gelmezden,önce Allah Teâlâ’dan sakının! Allah Teâlâ’ya yemin ol­sun ki size bu sözleri söylüyorum, fakat kendi günahlarımı bildiğim ka­dar herhangi birinizin günahları hakkında bir bilgim yoktur. İçinizden birinizin bana bir ihtiyacı düşse, gücüm yettiği ölçüde, onu karşılamak isterim. Herhangi birinizi benim sahip olduklarımın rahatsız edeceğini bilsem, benimle onun yaşantısı müsavi olsun diye bende bulunanları ondakilerle değiştirmesini isterdim. Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, bundan da­ha fazla bir zenginlik ve (rahat) yaşantı isteseydim, söyleyen dilim ya­lancı olur, onun sebeplerini de bilirdi. Fakat Allah Teâlâ’nın hüküm veren ki­tabı ve adil sünneti öne geçmiş ve takdir etmiştir: O kitap Allah Teâlâ’ya itaati emretmiş, günahkârlığı yasaklamıştır.’ Bunları söyledikten sonra elbise­sinin bir ucunu yüzüne koymuş, hıçkırığa boğulmuş, insanlar da ağla­mışlardı.

Tavsiye

Bütün hallerinde, sözlerinde ve fiillerinde Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e uyman lazımdır. Ayetle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e mahsus olduğu bildirilip bizim yap­mamız caiz olmayan veya Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in birine yapmasını söyleyip başkasına yasakladığı fiiller bunun dışındadır. Bir adam Zünnûn elMısri’nin yanında Nil nehrine tükürmüş, Zünnûn şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ canını almasın! Allah Teâlâ’nın nimetine tükürüyorsun.’ Bunu söylerken Zünnûn ilahi nimetleri müşahede ediyordu ve bu nedenle hali kendisi­nin üzerinde hüküm vererek söylemiş olduğu sözü söyletmişti. Şeyhi­miz Ebu Medyen ile Ebu’l-Hasan b. ed-Dekkak arasında benzer bir ha­dise gerçekleşmişti. İbn Dekkak onu seven ve meclisinde bulunanlardan birisiydi. Bir süre bu nedenle onun meclisinde bulunmaktan vazgeçmiş­ti. Şeyh Ebu Medyen kendisine davet göndererek şöyle demişti: ‘Ey Ebu’l-Hasan! Niçin meclisimize devam etmiyorsun? Benim şeytanım senin şeytanının hasmıdır, fakat biz eskisi gibi dostuz ve halimiz değiş­memiştir. Nefislerimizi aramıza solona!’ Ebu’l-Hasan bu öğüdü dinle­yerek şeyhin tavsiyesini kabul etmiş, Allah Teâlâ’dan bağışlanma dilemiş, şey­hin meclisine katılmaya devam etmiştir.

Kardeşlerinden biri hasta olunca dua istemek üzere kendisine bir mektup yazdığında Zünnûn el-Mısri ona cevaben şöyle yazmıştır: ‘Benden Allah Teâlâ’nın senin üzerindeki nimederini kaldırması için dua et­memi istedin. Kardeşim! Bilmelisin ki, hastalık bir ödüldür. Safa ehli ve üstün himmet sahipleri onunla ünsiyet ederler. Işık ve aydınlık, hayat­tadır. Belayı nimet saymayan biri hikmet sahibi değildir. Kendisi hak­kında emniyette olmayan biri başkalarının suçladığı biridir. Kardeşim! Her zaman haya duygusu sana eşlik etmelidir. Hayâ seni şikâyetten alıkoyar. Vesselam!’ Birisi şöyle demiş: ‘Bana halimi sormak üzere mek­tup yazdm. Bu sıkıntılar içerisindeyken halimi sana bildirmeyeceğimi düşünmeliydin. Bunların arasından dört şey beni ağlatır: Gözümün (gereksiz şeylere) bakmayı sevmesi, dilimin gereksiz sözleri sevmesi, kalbimin başkanlık sevdasına düşmesi ve Allah Teâlâ’nın nahoş bulduğu işlerde İblis’e uymak düşüncesi beni ağlatır. Kötü kokular yayan günahları ne­deniyle ağlamayan gözden, öğüt geldiğinde ürpermeyen kalpten, dünya sevgisine dalmakla idraki zayıflamış bir akıldan, her kabul ettiğimde kendimi Allah Teâlâ hakkında daha cahil bulduğum marifetten Allah Teâlâ’ya sığını­rım. Onların bir kısmı da beni tüketti. Ben imanın en hayırlı neticesi olan hayâyı, ahiretin en hayırlı azığı olan takvayı kaybettim. Günlerimi dünya sevgisiyle geçirdim, kalbimi bir daha hiçbir zaman mislini bula­mayacağım bir şekilde zayi ettim.’ Sonra adam veda ederken kendisine şöyle demiştir: ‘Ebu Yezid’e de ki; daha ne kadar uyku ve rahatlık süre­cek? kafile yola çıktı.’Bu söz üzerine Ebu Yezid şöyle demiştir: ‘Karde­şim Zünnûn’a de ki; adam dediğin bütün gece uyuyup da sonra kafile varmazdan evvel menzile eren kişidir.’ Zünnûn bu sözleri duyunca şöy­le demiştir: ‘Bu söz kendisine mübarek olsun. O bizim hallerimizin ula­şamayacağı bir sözdür.’ Alimler birbirlerine üç şeyi tavsiye etmiştir: Kimin iç dünyası güzel olursa, Allah Teâlâ onun dışını güzelleştirir; kimin ahireti düzgün ise Allah Teâlâ onun dünya işlerini düzeltir; kimin Allah Teâlâ ile arası düzgün olursa, Allah Teâlâ onıln insanlarla arasını düzeltir.’

Bir adam bir alime şöyle yazmış: ‘Bilgin Rabbin hakkında sana ne­yi kazandırdı? Nefsin ve dinin hakkında verdiği fayda nedir?’ Alim şöyle demiş: ‘Bilgi delili sabit kılar, kuşku direklerini keser. Ömrüm bilgi aramakla geçti, ondan kaçırdığımı idrak edemedim.’ Adam bu kez şöyle yazmış: ‘Bilgi sahibi için bir nur, onun nasibi hakkında delil, saidler de­recesine ulaşmasına vesiledir.’ Alim ona şöyle yazmış: ‘Bilgiyi ararken gençlerin ciddiyetiyle onu aradım. Fakat bilgiye ulaşınca onunla amel edemeyecek kadar da zayıflamıştım. Bilgide az bir miktarla yetinmiş ol­saydım, beni doğru yola ulaştıracaktı.’ Şeyhimiz Ebu Abdullah elMücahid ile onun talebesi olan şeyhimiz Ebu Abdullah b. Kaşum’un -ki onun tedristeki vekili ye imamlıktaki naibiydiher zaman kâğıt, mürek­kep ve kalem ellerinde bulunurdu. Her ikisi de, yarın Allah Teâlâ katında bil­gi talipleri arasında yazılmak arzusuyla, her gün bilgiden takdir edilmiş bir kısmı yazarlardı.

Tavsiye

Ihsan ve edeple nitelenmiş kimselerden bir adam Abdulmelik b. Mervan’ın huzuruna girdiğinde Mervan ona şöyle demiş: ‘Anlat, baka­lım.’ O da şöyle demiş: *Ne anlatayım ki? insanın konuşmuş olduğu her sözün vebalinin onun üzerinde olduğunu biliyorsun. Sadece Allah Teâlâ bu­nun dışındadır.’ Bu söz üzerine Abdulmelik ağlamış, sonra şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ sana merhamet etsin! insanlar birbirlerine öğüt ve tavsiyede bu­lunuyorlar.’ Adam şöyle demiş: ‘Ey müminlerin emiri! Kıyamette in­sanlar dolaşıp duracaklar. Orda gördüğü üzüntü ve acılardan kimse kurtulamayacaktır. Sadece Allah Teâlâ’yı nefsini kızdırmakla razı edenler o acı­lardan kurtulabileceklerdir.’ Bu söz üzerine Abdulmelik ağlamış, sonra şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, bu sözler yaşadığım süre gözü­mün önünden gitmeyecektir.’

Salih Bir Hükümdar Nezdinde Samimi ve Şefkatli Bir Tavsiye

Amr b. Hubeyre, Irak’a vali olarak geldiğinde, Hasan ve Şabi’ye el­çi göndermiş, onlar için bir ev hazırlamıştı. Onlar bir ay ya da daha faz­la bir zaman oradaydılar. Elçi gelmiş ve ‘vali yanınıza gelecek’ demiş. Ömer asasına dayanmış bir halde çıkagelmiş, selam vermiş, hürmet ederek oturmuş ve söze başlamış: ‘Müminlerin emiri Yezid b. Abdulmelik bana bir mektup yazdı. Onun gereğini yerine getirsem he­lak olacağımı biliyorum. Ona itaat edersem Allah Teâlâ’ya isyan etmiş olurum, ona isyan edersem Allah Teâlâ’ya itaat etmiş olurum. Ona uymam hususunda benim için bir kurtuluş yolu gösterir misiniz?’ Hasan, Şabi’ye dönerek şöyle demiş: ‘Ey Ebu Amr! Valinin sorusuna cevap ver.’ Şabi söze baş­layarak valinin gözünde saygınlığını muhafaza etmesini sağlayacak söz­ler söylemiş. İbn Hubeyre şöyle demiş: ‘Ey Ebu Said! Sen ne dersin?’ Şöyle cevap vermiş: ‘Ey vali! Şabi duyduğun sözleri söyledi.’ Vali ‘Peki sen ne dersin?’ deyince şöyle cevap vermiş: ‘Ey Amr! Allah Teâlâ’nın katı ve zorba bir meleğinin sana inmesi yakındır. O melek verdiği emir hak­kında Allah Teâlâ’ya karşı gelmez, seni ansızın sarayından çıkartıp kabrin dar mekânına götürür. Ey Amr b. Hubeyre! Allah Teâlâ’dan sakınırsan Allah Teâlâ seni Yezid b. Abdulmelik’ten korur. Yezid b. Abdulmelik ise Allah Teâlâ’ya karşı seni koruyamaz. Ona itaat edersen, Allah Teâlâ’ya isyan etmiş olursun. Ey Amr b. Hubeyre! Allah Teâlâ’nın sana Yezid b. Abdulmelik’e itaat ederken meydana getirdiğin en kötü fiil üzereyken görmesinden emin olma. O işi yaparsan, mağfiret kapısı yüzüne kapatılır. Ey Amr b. Hubeyre! Ben bu ümmetin ilk neslinden bazı insanlara yetiştim. Onlar dünyadan yüz çevirmiş kimselerdi. Sizin dünyaya yönelmenizden daha şiddetli bir şe­kilde onlar dünyadan kaçıyorlardı. Ey Amr b. Hubeyre! Ben Allah Teâlâ’nın kendisiyle korkuttuğu bir makamı hatırlatarak seni korkuturum. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Bu, benim makamımdan ve tehdidimden korkana aittir.’599 Ey Amr b. Hubeyre! İtaat ederken Allah Teâlâ karşısında huzur sahibi olursan O Yezid b. Âbdulmelik’e karşı sana kâfidir. Allah Teâlâ’ya karşı günah işlerken Yezid b. Abdulmelik’i dikkate alırsan Allah Teâlâ ona da kâfidir.’

Bu söz üzerine Amr b. Hubeyre ağlamış, yola çıkmak üzere ayağa kalkmış, ertesi gün onlara hediyeler göndermiştir. En büyük hediye Hasan’ın hediyesiyken en küçüğü Şabi’nin hediyesiydi. Şabi mescide çı­karak şöyle demiş: ‘Ey insanlar! Allah Teâlâ’yı yaratıklarına tercih edebilen var­sa, tercih etsin. Canımı elinde tutan Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, Hasan’ın bildiğini bilmiyor değildim. Fakat İbni Hubeyre’nin hatırını kazanmak istediğim için öyle söyledim, Allah Teâlâ da bu arzumu engelledi.’

Şöyle dedim; Rum şehirlerinin sultanı olan İzzettin Keykavus Ma­latya’da mukim iken bana Antalya’dan bir mektup yazmış, ben de o mektuba karşılık bir mektup yazmıştım:

Gözyaşları sel olmuş mektubu yazarken Ne oluyor bana ki ona ulaşacak yol bulamıyorum

İstiyorum ki Muhammed Peygamber’in dini kaim olsun Bâtıl dinler silinip gitsin

Sadece bir yalan ve ehlini görüyorum, yükseliyor Sağlam ve gerçek din yerlerde sürünüyor

Ey Allah Teâlâ’nın dinini aziz kılan İzzettin, dinle bizi Söz dinleyen hükümdarlar pek az Allah Teâlâ’nın dinine gösteriş olarak yardım etme Delilin göstermediği bir iş üzerindeyken ,

Beytü’l-mal çoğalır, ev sakıt olurken Ciddi ol, tevekküle sarıl, Allah Teâlâ her şeye kefil

İşitilmiş Sözleri Murakabe Eden Bir Tavsiye

Ömer b. Abdülaziz halifelik görevini üstlendiğinde, bir valinin vergilerine el koymuştu. Bu, vergileri ona Süleyman b. Abdulmelik ve Velid b. Abdulmelik vermişti. Ömer b. Abdülaziz öldüğünde, Yezid b. Abdulmelik hükümdar olmuş, o vali kendisine gelerek şöyle demişti: ‘Senin kardeşin Süleyman ile müminlerin emiri Velid bana bir miktar vergi ve ihsanda bulunmuştu, Allah Teâlâ kendisinden razı olsun Ömer b. Abdülaziz ise onu kesti. Ben o maaşı bana vermeni istiyorum.’ Yezid şöyle demiş: ‘Bunu yapmam.’ ‘Niçin’ diye sorduğuna, şöyle cevap ver­miş: ‘Hakikat Ömer b. Abdülaziz’in yaptığı iştedir.’ Vali ‘niçin öyle ol­sun ki?’ diye sorunca, şöyle cevap vermiş: ‘İki kardeşim sana iyilikte bu­lunmuş ve sen de onların iyiliklerini zikrettin, hâlbuki onlara dua etme­din. Ömer b. Abdülaziz sana kötülük yapmış, sen onu söyledin, ondan razı olduğunu beyan ettin. Anladım ki Ömer Allah Teâlâ’yı senin arzuna tercih etmişken Süleyman b. Abdulmelik ve Velid kendi arzularını Allah Teâlâ’nın hakkına tercih etmişler. Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, benden hiçbir zaman o yardımı alamayacaksın.’ Bu da valilerin iltifatları hakkında anlatılmış en güzel hikâyelerden birisidir.

Öğüt ve Tavsiye

Said b. Süleyman şöyle demiş: ‘Mekke’deydim, yanımda Abdullah b. Abdülaziz el-Ömri bulunuyordu. Harun er-Reşid de hacca gelmişti, birisi şöyle demiş: ‘Ey Ebu Abdullah! Şu emirü’l-Mü’minin’dir, sa’y ediyor; sa’y alanı onun için boşaltılmış.’ Ömer adama şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ sana hayır versin, hiç ihtiyacım yokken beni öyle bir işle yükümlü tuttun ki!’ Sonra kalkmış, onu takip etmiş. Harun Reşid Merve’den Safa’ya doğru yürümeye başlayınca ardından ‘Harun’ diye bağırmış. Ha­run geri dönüp ‘Buyur, ey Ömer!’ demiş. Ömer şöyle demiş: ‘Safa’ya çıkıyorum.’ Oraya çıktığında şöyle demiş: ‘Gözünün ucuyla Kabe’ye bak.’ Harun ‘baktım’ deyince, şöyle demiş: ‘Orada ne kadar insan var?’ Harun cevap vermiş: ‘Onları kim sayabilir ki?’ Ömer şöyle demiş: ‘Bu insanlar gibi daha ne kadar insan vardır?’ Şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ’dan başka kimsenin sayamayacağı kadar insan var.’ Şöyle demiş: ‘Ey Adam! Bil ki, onlardan her biri kendi nefsi sebebiyle hesaba çekilecekken sen hem kendinden dolayı ve hem onların hepsinden dolayı hesaba çekileceksin.

Nasıl yapacağını bir düşün.’ Şöyle demiş: ‘Bu söz üzerine Harun ağla­mış, oturmuş, ona peş peşe mendiller vermişler, gözyaşlarını silmiş.’ Ömer şöyle demiş: ‘Ona son söylediğim söz şuydu: Allah Teâlâ’ya yemin ol­sun ki bir adam malı uğruna koşar, mahrumiyeti Hakk eder. Hal böyleyken Müslümanların malı uğrunda koşanın durumu nasıldır?’ Sonra gitmiş, Harun’u ağlar bir halde bırakmıştır. Beğavi şöyle demiştir: ‘Ha­run Reşid şöyle derdi: ‘Her sene hacca gitmek isterdim. Beni engelle­yen, bana nahoş sözler söylemiş olan Ömer’in bir oğludur.’

Nebevî Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Allah Teâlâ şöyle demiştir: Ey Âdemoğlu her gün seni rızıklandırırız. Sen ise mahzun olursun. Her gün ömründen eksilir, sen ise sana yeterli gelenle mutlu olursun. Sonra da seni taşkın­lığa düşürecek şeyi talep edersin. Ne azla yetinir, ne çokla doyarsın.’

Tavsiye

Müminlerin emiri Ebu Cafer el-Mansur hacca gitmişti. Gece vakti Kâbe’yi tavaf ederken birisinin şöyle dediğini duymuş: ‘Allah Teâlâ’m! Yer­yüzünde taşkınlık ve bozgunun ortaya çıkmasını sadece sana şikâyet ederiz. Hakk ile ehli arasına giren tamahkârlığı sana şikâyet ederiz.’ Mansur dışarıya çıkmış, mescidin bir kenarına oturmuş, sonra adama haber göndermiş, iki rekât namaz kılmış, rüknü istilam etmiş, elçiyi bekleme­ye başlamış. Adam elçiyle beraber gelmiş, halifeyi selamlamış. Mansur kendisine şöyle demiş: ‘O söylediklerini niçin söyledin?’ Adam cevap vermiş: ‘Ey müminlerin emiri! Bana güvence verirsen işi başından so­nuna kadar anlatırım, vermezsen içimde tutarım. Beni onları söylemek­ten alıkoyan engel vardır.’ Halife şöyle demiş: ‘Canın hakkında güven­desin.’ Adam cevap vermiş: ‘Ey müminlerin emiri! Allah Teâlâ sana kullarının işlerini ve canlarını emanet etti, sen ise onlarla aranda duvarlar ve sur­lardan perdeler çekip, demir kapılar inşa ettin, silahlı bekçiler koydun, sonra kendini onlardan uzaklaştırdın, adamlarını kulların mallarını top­lamak ve vergiler almak üzere gönderdin. Sen insanlar arasından huzu­runa ancak belirli kişilerin girmesine müsaade ettin. Mazlûmun ve hak­kı yenilmiş kişinin sana ulaşmasına imkân vermedin. Hâlbuki herkesin o malda bir hakkı vardır. İnsanların mallarını toplamaları (vergiler) ve bir araya getirmeleri maksadıyla kendin için seçtiğin ve yönettiklerine tercih ettiğin kişiler seni görünce, şöyle demişlerdir: ‘Bu adam Allah Teâlâ’ya ihanet etmiş birisiyken niçin biz de kendisine ihanet etmiyoruz?’ Bu maksada insanları yönetmişler, onların haberlerinden ancak istediklerini sana ulaştırmışlardır. Bir zekât toplayıcı (kendilerini şikâyet etmek üze­re) huzuruna çıkmak istese, onu hain ilan etmiş ve senin katındaki de­ğerini düşürebilmek için onu kusurlu göstermişlerdir. Senin ve onların bu tavrı insanlar arasında yayılınca, onları gözlerinde yüceltmiş, onlar­dan korkmuş, kendilerine karşı yapmacık davranışlar sergilemişlerdir. Onlara karşı yapmacıklığa yönelen ilk kişiler ise senin vergi toplayıcıla­rındır. Onlar adamlarına hediyeler ve mallarla şirin görünmek istemiş, bu sayede kendileri de halkın üzerinde zulüm yapmaya devam edebil­mişlerdir. Ardından halkın içinden kudret ve mal sahibi insanlar da aynı şeyi yapmış, kendilerinin dışındaki yoksullara ve çaresizlere zulmetmiş­lerdir. Neticede Allah Teâlâ’nın şehirleri taşkınlık ve fesatla dolmuş, bütün bu kişiler (zulümde) senin ortağın olmuş, sen ise bunun farkında olmamış­sın. Zulme uğrayan biri sana gelmiş olsa, seninle onun arasında perde vardır. Derdini ulaştırmak istese, senin bunu yasaklamış olduğuna şahit olacak. Görecek ki sen insanların davalarına bakacak birini görevlen­dirmişsin. O mazlum gelse ve yaverinin bir hayrı kendisine ulaşsa, ken­disine haksızlık eden insanlar onun şikâyetini sana ulaştırmamasını talep ederler. Bu durumda mazlum yaverine sürekli gidip gelmek ve derdini ulaştırmak zorunda kalır. Ona şikâyet eder, sıkıntısını anlatır, kendisin­den yardım ister, o da onu uzaklaştırır. Bütün gayretini harcayıp huzu­runa çıkarak önünde feryat ettiğini farz etsek, gözlerinin önünde başka­ları için ibret vesilesi olacak şekilde dövülecektir. Sen de buna şahit ola­cak ve yadırgamayacaksın. Halife! İslam böyle payidar olamaz.’

Ravi şöyle der: Bu sözler üzerine Mansur şiddede ağlamaya başla­mış, şöyle demiştir: ‘Yazıklar olsun bana! Nasıl da kendimi aldatıyo­rum.’ Adam şöyle demiş: ‘Ey müminlerin emiri! İnsanların din işlerinde kendilerine başvurulan birtakım âlimleri vardır. Onlar dünya işlerinde güvenilen, dindar ve âlim insanlardır. Onları yakın arkadaşların haline getir, onlar seni doğruya yöneltsin, kendileriyle istişare et, sana doğru görüşü söylesinler.’ Halife şöyle demiş: ‘Onlara haber gönderdim, fakat onlar benden kaçtı.’ Adam şöyle demiş: ‘Onlar kendilerini senin yoluna zorlamandan çekinmişlerdir. Sen kapını aç, perdeni kaldır, mazlûma yardım et, zalimi korkut. Sadaka ve vergileri onların gözlerinin önünde al. Ben onların sana bu malları getirirken ümmetin iyi bir halde oldu­ğunu (söyleyerek) seni Mutlu ettiklerini bilirim.’ Sonra namaz için ezan okundu, namaza kalktı, meclisine döndü. Adamı tekrar aradı, fakat bir daha bulamadı.’

Peygamber Tavsiyeleri

Haşimi’nin hadisinden bize aktarılmıştır: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle dediği aktarılır: ‘Ey insanlar! Sorumlu olduğunuz üzere, ahiretin hayrı­na ve salahına ait işlere yönelin, dünyevi işlerinizden yüz çevirin. Allah Teâlâ’nın nimetiyle beslenen organları O’nun azabına maruz bırakacak gü­nahlarda kullanmayın. Meşguliyetiniz Allah Teâlâ’nın mağfiretini aramak ol­sun. Himmederinizi O’na yaklaşmaya yönlendirin. Kim dünyadan olan nasibiyle başlarsa, ahiretteki nasibini yitirir ve dünyadan da istediğini elde edemez. Kim ahiretteki nasibine yönelirse, dünyadaki nasibi kendi­sine ulaşırken ahiretten de istediği kendisine ulaşır.’

Mazeret Beyan Etmede Bilgi Sahibi Birisinden Manzum Tavsiye

Bir gün bir arkadaşın sana mazeret beyan ederse Kusuru nedeniyle; kardeşinin özrünü kabul etmelisin

Onu affet, öfkenden kendisini uzak kıl Unutma ki af, hür insanların düsturudur

İlahi Tavsiye

Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey Âdemoğlu! Beni zikrettiğinde şükretmiş, beni unutursan nankörlük etmiş olursun. Sen sadaka ver ki ben sana infak edeyim. Ben kulumla beraberim; beni zikrettiğinde ve dudakları benim için depreştiğinde onunla olurum. Ben kulumda iki korkuyu veya iki güveni bir araya getirmem: Dünyada benden korkarsa ahirette kork­maz, dünyada güvende olursa ahirette güvende olamaz. Benim şanım uğruna birbirini sevenler nerdedir? Onları kıyamette kendi gölgemde gölgelendiririm. Ben kulumun zannı üzereyim, onunla beraberim. Bana dua ettiğinde, onunla olurum.’

Allah Teâlâ şöyle der: ‘Cehennem ehlinin azabının en hafifinden kurtul­mak için yeryüzündeki bütün zenginliklere sahip olsan onları feda ede­bilir miydin? Kul bu soruya ‘evet5 diye cevap verir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ben sen henüz Âdem’in sulbünde iken daha basit bir şey istedim. Ben sen­den bana hiçbir şeyi ortak koşmamanı talep ettim, sen ise şirk diye tut­turdun. Kibriya benim örtüm, azamet izarım! Bunlardan birisi hakkın­da benimle tartışan olursa, onu cehenneme atarım. Bu benim kendim için razı olduğum dindir. Ona ancak cömert ve güzel ahlak sahipleri uyabilir. Sizinle beraber olanlara o güzel ahlaka göre davranın. Ey Mu­sa! Kaza ve kadere rıza göstermekten daha sevimli hiçbir şeyle bana yaklaşamazsın. Amellerini koruyucu olarak kendi işlerini düşünmekten daha güzel bir amel yapamayacaksın. Ey Musa! Dünya ehline yalvarıp yakarma, sana gazap ederim. Borcun için dünyadan bir şey bulamazsın, ben de rahmet kapılarımı yüzüne kapatırım. Ey Musa! Tövbe eden müminlere ‘müjdeler olsun size’, Allah Teâlâ’ya yönelmiş müminlere ise ‘sakı­nın ve O’nu görür gibi ibadet edin’ de. Salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın kalbine gelmeyen nimeder hazırladım. Benden başkasından umut besleyen beni tanıma­mıştır. Beni tanımayan bana ibadet etmemiştir, bana ibadet etmeyene ise azabım ulaşır. Benden başkasından korkana intikamım yetişir. Ey Musa! Uç şeyden kork: Benden kork, nefsinden kork, benden korkma­yandan kork.’

A                                                                                                                       .                                         -

‘Ey Ademoğlu! Bana dua ettiğin ve benden umut ettiğin sürece, hangi günahın olursa olsun seni bağışlarım. Ey Âdemoğlu! Günahların göklere kadar ulaşmış iken benden mağfiret talep etsen, mağfiret ede­rim. Ey Ademoğlu! Yeryüzünü günahla doldurmuş olsan ve hiçbir şeyi ortak koşmadan bana kavuşmuş olsan, sana mağfiretle gelirim. Kul ‘Rahman ve Rahim Allah Teâlâ’nın adıyla’, derse, Allah Teâlâ ‘kulum beni zikretti’ der. Kul ‘Hamd âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’yadır’ derse, Allah Teâlâ ‘kulum beni övdü’ der. Kul ‘Rahman ve Rahim’ derse, Allah Teâlâ ‘kulum bana sena etti’ der. Kul ‘din gününün sahibi’ derse, Allah Teâlâ ‘kulum şanımı yüceltti, işini bana havale etti’ der. Kul ‘Sana ibadet eder ve senden yardım dileriz’ derse, Allah Teâlâ ‘bu benimle kulum arasındadır, kuluma istediği verilecek­tir’ der. Kul ‘bizi doğru yola ulaştır, nimet verdiklerinin yoluna, gazap ettiklerinin veya dalalete düşenlerin yoluna değil’ dediğinde, Allah Teâlâ şöyle der: ‘Bunlar kuluma aittir, istedikleri kuluma verilecektir.’ Kul ‘âmin’ derse, Allah Teâlâ ‘ben de kabul ettim’ der. İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Onu sevdiğim kullarımın kalbine yerleştirdim. Dünyada kulumun iki değerli varlığını (kerime), yani gözlerini alırsam onun benim nezdimdeki karşılığı sadece cennettir.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Ahir zamanda birtakım adamlar ortaya çıkar. Onlar dini dünya karşılığında satarlar. İnsanlara yumuşak sözlü görünürler. Dilleri baldan daha tatlıyken kalpleri kurtların kalbi gibi­dir.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Bana mı iftira ediyorlar, yoksa bana karşı suç mu işliyorlar? Zatım üzerine yemin ettim ki, onların üzerine en bağışlayıcı olanı bile hayrete düşürecek bir fitne göndereceğim.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Kıyamet günü Âdemoğlu ürkek bir haldeyken getirilir ve Allah Teâlâ’nın huzurunda durdurulur. Allah Teâlâ ona şöyle der: ‘Sana nimet verdim, ihsanda bulundum, sen ne yaptın?’ Şöyle der: ‘Ben verdiklerini topla­dım, çoğalttım ve onların çoğunu geride bıraktım, beni geriye döndür.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Önceden gönderdiklerini bana bir göster.’ Kul şöyle der: ‘Ya Rabbi! Ben verdiklerini topladım, biriktirdim, çoğalttım ve olan daha fazlasını geride bıraktım. Beni geriye gönder, onu sana geti­reyim.’ Kul önceden bir hayır göndermemişse, onun cehenneme atıl­masına hükmedilir ve atılır.’

Ey Âdemoğlu! Kendini bana kulluğa ada ki, gönlünü zenginlikle doldurayım, yoksulluğunu gidereyim. Bunu yapmazsan ellerini meşguliyede doldururum, yoksulluğunu da gidermem. Ey Âdemoğlu! Senin için geride kalanları görmüş olsaydın, uzun emel beslediğin işleri değer­siz görür, hırsını azaltır, amelini artırırdın. Şimdi pişmanlık duyuyor­sun. Çünkü ayakların seni kaydırıyor, ailen ve arkadaşların seni bırak­mış, sevdiklerin senden ayrılmış, yakınlar seni terk etmiştir. Binaenaleyh geriye dönemeyeceğin gibi daha fazla amel de yapamayacaksın. Bugün çalışmalısın. Yoksa kıyamet günü pişmanlık ve üzüntü günüdür.

Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ben sadece azametim karşısında, kendisiyle tevazu gösterdiği insanın namazını kabul ederim. O kişi kullarıma karşı kibir­lenmeyen, günaha ısrarcı olmayan biridir. O gündüzünü beni zikret­meye adamış, yoksullara, yolda kalmışlara, dullara ve belaya uğrayanlara merhamet etmiş kişidir. Öyle birinin nuru güneşin ışığına benzer. İzze­tim hakkı için ben o insanı doyururum, meleklerim de onu korurlar. Ben karanlık içinde onun adına bir nur, cehalette bilgi yaratırım. Yara­tıklarım içerisinde onun durumu cennette Firdevs’in durumuna benzer.’ ‘Ey Musa! Sana beş kelime öğretiyorum ki onlar dinin direkleridir: Mülkünün zail olmadığını bildiğin sürece bana itaati terk etme. Hâzi­nelerimin tükenmediğini bildiğin sürece rızkın hakkında beni itham etme. Düşmanının ölmediğini bildiğin sürece ondan güvende olma ve onunla savaşmaya kesinti verme. Seni bağışlayacağımdan emin olmadı­ğın sürece günahkârları ayıplama. Cennetime girmediğin sürece tuza­ğımdan emin olma.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Hz. Musa şöyle demiş­tir; ‘Rabbim! Bana öyle bir bilgi öğret ki seni onunla yâd edeyim ve onunla dua edeyim.’ Allah Teâlâ şöyle demiş: ‘Ey Musa! ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur’ de. Hz. Musa şöyle demiştir: ‘Rabbim bütün kulların zaten bu­nu söylüyor.’ Allah Teâlâ tekrar ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur de’ diye cevap ve­rir. O da şöyle der: ‘Senden başka ilah yoktur. Ben, bana mahsus bir şey istiyorum.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Yedi gök ve onları dolduranlar ile yedi arz bir kefede bulunsa ve ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur’ cümlesi öteki ke­fede bulunsaydı, bu kefe ağır gelirdi.’ Allah Teâlâ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle der: ‘Ey Muhammed! Seni şu nimetim razı etmez mi? Bir insan sana salâvat getirse, on kere ona merhamet ederim. Bir insan sana selam verirse, ona on kez selam veririm.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Benim uğrumda birbirlerini se­venlere muhabbetim farz oldu. Benim uğrumda bir araya gelenlere, birbirine tevazu gösterenlere, birbirini ziyaret edenlere muhabbetim farz oldu.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ey dünya! Bana hizmet edene sen de hiz­met et, sana hizmet edeni de yor.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Bedenine sağlık verdiğim, maişetini genişlettiğim bir kulumun üzerinden beş gün geçer ve yine de mahrum kaldığı işlerden dolayı bana kaçmaz!’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Allah Teâlâ ümmetimden bir adamı kıyamet günü yaratıkların önüne çıkartır ve izhar eder. Onun üzerinde doksan dokuz defter açar. Her biri gözün görebildiği büyüklüktedir. Sonra ona şöyle der: ‘Bunlar (senin günahların), onlardan herhangi birisini inkâr eder misin? Hafaza melekleri sana zulmetmiş olabilir mi?’ Adam şöyle der: ‘Hayır, ya Rabbi!’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Peki mazeretin var mı?’ Adam ‘hayır Rabbim’ diye cevap verir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Senin benim nezdinde bir iyiliğin vardır. Bugün sana haksızlık edilmeyecek.’ Ardından bir lev­ha çıkartır. Onda ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun kulu ve peygamberi olduğuna şahitlik ederim’ yazılıdır. Şöyle der: Te­razini getir.’ Adam şöyle der: ‘Rabbim bu defterler karşısında bu levha da ne ola ki?’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Zulme uğramayacaksın.’ Sonra kulun günahlarının bulunduğu defterler bir teraziye, bu levha terazinin diğer kefesine koyulur da defterler hafif gelir, levha ağır gelir. Binaenaleyh Allah Teâlâ isminin karşısında hiçbir şeyin bir ağırlığı olamaz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Onlar -yani meleklerAllah Teâlâ’nın huzurunda durdurulur şa­hitlik ederler. Yani Allah Teâlâ’ya ıhlâsla ibadet etmiş salih bir kul için şahiriik ederler. Allah Teâlâ onlara şöyle der: ‘Siz kulumun ameli üzerinde gözetmen­diniz, ben de kalbini murakabe ederim. Kulum o amelle beni değil, başka birini amaçlamıştır, lanetim onun üzerine blsün.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Allah Teâlâ kıyamet günü olunca, aralarında hüküm vermek üzere kullarına iner. Her ümmet gelir, çağrılan ilk kişiler Kur’an-ı Kerim’i ez­berleyen bir adam, Allah Teâlâ yolunda öldürülen bir adam, malı çok olan bir adamdır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim hafızına şöyle der: ‘Ben Peygamber’e indirdiğimi kitabı sana öğretmedim mi?’ Adam ‘evet, Rabbim öğrettin’ diye cevap verir. Allah Teâlâ sorar: ‘Öğrettiğimle nasıl amel ettin?’ Hafız ce­vap verir: ‘Gece ve gündüz onu okudum.’ Allah Teâlâ ona şöyle der: ‘Yalan söylüyorsun.’ Melekler de ‘yalan söyledin’ diye ekler. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sen falan Kur’an okuyucusudur denilsin diye onu okudun, öyle de de­nildi zaten.’ Sonra zengin getirilir ve Allah Teâlâ ‘Sana bolca nimet vermedim mi? Seni kimseye muhtaç etmedim’ der. Adam ‘Evet Rabbim’ diye ce­vap verir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Peki verdiğimle nasıl amel ettin?’ Adam ce­vap verir: ‘Yakın akrabayı gözettim, sadaka verdim.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘Yalan söyledin’, melekler de ‘yalan söyledin’ derler. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sen falanca cömerttir denilsin istedin, bu da denildi.’ Sonra Allah Teâlâ yo­lunda öldürülmüş kişi getirilir, Allah Teâlâ şöyle der: ‘Niçin öldürüldün?’ Adam şöyle der: ‘Sen bana Allah Teâlâ yolunda savaşmayı emrettin, ben de savaştım ve öldürüldüm.’ Allah Teâlâ ona ‘yalan söyledin’ der, melekler de ‘yalan söyledin’ derler. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sen falan kişi cesurdur, kahra­mandır’ denilsin istedin, bu da söylendi.’ Sonra Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Ebu Hureyre’nin dizlerine vurarak şöyle demiş: ‘Ey Ebu Hureyre! Bu üç kişi kıyamette ilk olarak cehenneme atılacak kimselerdir.’ Ebu Hureyre bu hadisi aktarırken bayılırdı. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Kim Rabbine kavuşmayı ümit ederse, salih amel işlesin, rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.9600

Ne çok temenni ettim, güzel sözler söyledim ^ Konuşulsun diye hayrı açıkta yaptım Bir gün bir dilenciyle karşılaşınca Konuşulsun diye verdiğimden teşekkür bekledim Bir gün bir kâfirle savaşınca Konuşulsun ve yâd edilsin istedim cesaretim Sıcak bir gün oruç tutunca ben Konuşulsun diye açlıktan şikâyet ettim

Namaz kıldım, insanlar dayanımda Namazım söylensin diye kıldım aslında

Halvete çekildim insanlardan kaçarak Konuşulsun diye orada bekledim

Amelim kendini beğenmek ve yapmacıklık Beni terk edin, benden uzaklaşın Benim, yüklerim ve günahlarım ağır

     Allah Teâlâ’dan halis ve sadık bir tövbe istiyoruz; bari o konuşulmasın

Ebrar'dan İbretlik Tavsiye

Bize bildirildiğine göre, Ömer b. Abdülaziz bir cenazeye katılmış. Namazdan ayrıldıklarında, Ömer ve arkadaşları cenazeden biraz geride kalmışlar. Bir arkadaşı şöyle demiş: ‘Ey müminlerin emiri! Cenazenin velisi sensin, fakat geride kaldın ve ayrıldın.’ Ömer şöyle demiş: ‘Evet, kabir ardımdan ‘Ey Ömer b. Abdülaziz’ diye beni çağırdı ve şöyle dedi: ‘Sevdiklerine ne yaptığımı sormayacak mısın?’ Ben de ‘soracağım’ de­dim. Şöyle dedi: ‘Kefenleri parçaladım, bedenleri dağıttım, kanları em­dim, ederi yedim.’ Sonra şöyle dedi: ‘Bana eklemlere ne yaptın? diye sormayacak mısın?’ Ben de ‘sorayım’ dediğimde kabir şöyle dedi: ‘Avuçları bileklerden, bilekleri kollardan, kolları omuzlardan, ayakları bacaklardan, bacakları dizlerden, dizleri eklemlerden ayrıştırdım.’ Sonra Ömer ağlamış ve şöyle demiş: ‘Dünyada kalış pek azdır. Orada izzedi olan zelil, zengin olan fakir, genç olan yaşlı, canlı olan ölüdür. Hızla geçeceğini biliyorken dünya ikbali sizi aldatmasın. Gerçekte aldanmış olan, dünyayla aldanandır. Orada yerleşenler nerededir ki? Onlar şehir­ler kurmuş, nehirler açmış, ağaçlar dikmişler, dünyada birkaç gün ika­met edebilmişlerdir. Sağlıkları onları aldatmış, onlar da buna kanmış, gençlikleriyle aldanmışlar ve günahlara dalmışlardır. Vallahionlar dün­yada mal çokluğuyla böbürlenmiş ve aldanmış, onu vermemekte ısrarlı davranmış, mal toplamak maksadıyla hasede çalışmışlardı. Toprak onla­rın bedenlerine, kumlar cesetlerine ve kemiklerine ve eklemlerine neler yapmıştır? Dünyada kurulmuş bir sofra etrafında ve hizmetçiler tarafın­dan açılmış divanlar üzerinde bulunuyorlardı. Hizmetçiler onlara hiz­met ediyor, aileleri ikramda bulunuyor, dosdarı onlarla oturup kalkı­yorlardı. (Makam sahibi olunca) Onlardan birisiyle karşılaştığında, nida eden biri isen, kendisine nida eder, bir askeriyle karşılaşırsın. Şimdi menzillerinin yakınlığına bir bak. Zenginlerine bir sor; zenginliğinden geride ne kaldı? Fakirlerine bir sor; fakirlikten geride ne kaldı? Kendile­riyle konuştukları dillerine ve kendisiyle baktıkları gözlerini bir sor; ince derilerini, güzel yüzlerini, sağlam bedenlerini bir sor onlara! Toprak ve böcekler ne Hakk getirmiştir hepsini? Renkler solmuş, eder yenilmiş, yüzleri kaybolmuş, güzellikler silinmiş, omurga kemikleri kırılmış, uzuvları saçılmış, eklemleri parçalanmıştır. Onların perdeleri ve örtüleri nerededir şimdi? Hizmetçileri, köleleri, zenginlikleri ve hâzineleri nere­dedir? Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki onların geride açtıkları bir döşek, uzan­dıkları bir divan kalmamıştır. Onlar için dikili bir ağaç veya yerleştikleri bir mekân geride kalmamıştır. Onlar tek başlarına kaldıkları kabirlerin­de değiller midir? Gece ile gündüz onlar için artık eşit değil mi? Onlar karanlık mekânlarda değil mi? Onlarla amel yapmak arasında artık en­geller vardır, sevdiklerinden ayrılmışlardır. Nimet gören erkek ve kadın kaç tane? Onların yüzleri solmuş, bedenleri boyunlarından kopmuş, ek­lemleri parçalanmış, ağızlan kan ve irin dolmuştur. Toprak bedenlerine dolmuş, uzuvlarını parçalamıştır. Az bir süre bekledikten sonra kemik­leri toprağa dönüşecektir. Onlar bahçelerini terk etmiş, genişlikten son­ra darlığa düşmüşlerdir. Geride bıraktıkları eşleri evlenmiş, evladan yol­larda başıboş kalmıştır. Varisleri miraslarını ve yurtlarını dağıtmış ve tüketmiştir. Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, onların bir kısmı için kabir genişle­tilmiş, onun içinde sevinç ve neşe içinde hazlarla nimerienmektedir. Ey yarın kabre yerleşecek insan! Dünyada seni aldatan nedir? Sen baki ola­cak mısın? Yoksa o güzel evin veya akan nehrin senin için baki olacak mıdır? Geride hangi meyve kalmıştır ve onun ölümünü ilan etmiştir. Hangi elbisen, hangi güzel kokun geride kalmıştır. Hangi buhurdanlık geride kaldı? Hani yazın ve kışın giydiğin elbiselerin? Bak! Ölüm ken­disine gelmiş, onu uzaklaştırmak için yapabileceği hiçbir şey yok! Bir yandan üzerinden terler boşalırken bir yandan da susamış ve sekerat-ı mevt içerisinde ve ölüm sıkıntılarında inlemektedir. Emir gökten gel­miş, kader ve kaza galip gelmiştir. İlahi emir ecelin bittiğini söylemiş, artık onun uzatılmasına imkân yoktur. Heyhat! Ey babayı, kardeşi ve kendisini yıkayanı görmezden gelen kişi! Ey ölüyü kefenleyen, taşıyan, onu kabre yerleştiren, oradan geriye dönenler! Nasıl da toprağın haşin­liğine sahip olabildin? Keşke bilseydin; çürüme hangi yanaklarında baş­layacak? O zaman hangi gözlerin ilk olarak akacak? Ey helak olanların komşusu! Ölümlülerin mahalli haline geldin. Dünyadan çıkarken ölüm meleğinin beni nasıl bulacağını keşke bileydim? Rabbimden bana nasıl bir haber getirecektir? Sonra şöyle bir misal vermiştir:

Faniyle mutlu olur, Umutla meşgul olursun Geceleyin uyur gibi hazlarla aldanırsın Gündüzün gaflet ve uykudasın Gece de uyku, perdedir, sana lazım olan

Üzülmeyeceğin bir amelin peşinde ol Dünyada hayvanlar gibi yaşama

Sonra ayrıldı, bundan sonra bir hafta daha yaşadı ve öldü. Allah Teâlâ kendisinden razı olsun. Bu konuda şu mısraları yazdı:

Kalbim heyecanlandı, emel çoğaldı Ömür geçti, ecel geldi Ölüler ordusu bizi bekliyor Onların yanına varınca yolculuk başlar Keşke bilseydim, keşke bilseydim!

Onlardan sonra meşgul olduğumu

Türlü eğlencelerde eğlenip durdum Nereye gideceğimden gafil bir halde

Aynı manada şu mısraları söyledik:

Arzularımız arzuları çekti Hayat bir uyku oldu bize

Ey kabir üzerinde duranlar! Şaşınız Ayaktakiler nasıl uykuya geçti?

Toprağın altında kefenlenmiş bir halde iyilik ve günahları müşahede ederler

Uyanmazlar ki, bildirsinler gördüklerini Kalkacakları bir gün ise mutlaka gelir

Bir kabirde sahibinin diliyle yazılmış bazı beyitler gördüm:

Ey insanlar! Benim de emelim vardı Ecelim emelime ulaşmaya imkân vermedi Bir adam rabbi olan Allah Teâlâ’dan korkarsa Kendisine amel işleme imkânı verir

Gördüğünüz yere sadece ben gelmedim Hepiniz benim gibi buraya geleceksiniz

Bir kabirde de şöyle yazıldığını gördüm:

Ey dünyasıyla ilgilenen kişi Uzun emellerin aldattığı insan

Gaflet içerisinde kalakaldın Ecel sana yaklaşana kadar

Ölüm ansızın çıkagelir Kabir amelin sandığı

İbn Besyedi’nin annesinin kabrinde şöyle yazıldığını görmüştüm. Oğlu en yakın arkadaşlarımdandı ve annesinin kabrinin etrafını çevir­miş, kabri yükseltmiş, yapımına epey para harcamıştı. Arkadaşlarımız-

dan birisi de işin keyfiyetini başkalarına bildirmek üzere onun üzerine şu beyideri yazmıştı:

Nakıs insanları görürüm, öldüklerinde Kabirleri taşla inşa ederler

İlla övünecekler, illa iftihar edecekler Kabirlerde bile övünecekler fakirlere karşı Fazilet ve derecelenme burada olsaydı Adalet kabirlerde derinlikte olurdu

Babalarının ömrü için, onları izhar etseydi Zengini yoksuldan ayıramazlardı

Köleyi efendiden                                                                       .

Erkeği dişiden ayırt edemezlerdi

Yün elbise giyen bir beden ile

İpekler giyinmiş bir bedeni kim ayırt edebilir?

Bir kez öldüklerinde artık Zenginin fakire karşı üstünlüğü kalmaz

Sela şehrinde topraktan inşa edilmiş bir mezar taşının üzerinde ölünün lisanıyla şöyle yazılmıştı:

Ben de bir ara bakardım senin gibi Baktım ama ibret almadım Efendi! Sen kendine bak Benim gibi kabre gelmezden önce

Yüce Himmet Sahibi Birisinden Değerli Bir Tavsiye

Tamahla kimseye zarar veremezsin Tamahkârlık sadece sana zarar verir, hem de dinine Rızkını Allah Teâlâ’dan ve hâzinesinden iste:

Senin rızkın kaf ile nun (kün, yani ol emri) arasında

Ebu Hazım el-A’rec bir halifeye bu manada bir şeyler yazmıştı. Halife kendisine ‘Ebu Hâzım, durumun nasıldır?’ diye sorduğunda, ‘Allah Teâlâ’dan razılık, insanlardan müstağnilik halindeyim’ diye cevap vermiş­tir.

İnsanların bir malı varken benim iki tane, onlarda yok Mal ehlinin malını bir bekçi bekler

Benim malım sahip olduğumdan razı olmak

-                İnsanların sahip olduğu hakkında bir tasam yok

Amcası Hişam b. Abdulmelik, Bahreyn’e vali olduğunda ona şöyle sormuş: ‘Ey Ebu Hazım! Ne yer, ne içersin?’ O da cevap vermiş: ‘Ek­mek ve zeytin.’ Vali ‘onlardan bezmedin mi?’ diye sorunca, şöyle de­miş: ‘Bıkınca özleyene kadar bırakıyorum.’

İlahi Tavsiye

Bu tavsiye ‘Hiçbir nefis yarın ne kazanacağım bilemez, hiçbir nefis ne­rede öleceğini bilemez, Allah Teâlâ bilen ve haber sahibidir601 ayetini hatırlatıcı­dır.

Bu günler ancak ödünçtür

Gücün yettiği kadar marufu azık edin

. Hangi şehirde öleceğini bilemezsin ki?

Allah Teâlâ yarın neyi yaratacak, bilemezsin ki?

Derler ki uzaklaşma! sevgiliden iki zira uzaklık bile,

Büyük uzaklık sayılır gerçekte

Hasan b. Sabit'in Oğlundan Gelen Bir Tavsiye

Hayrı, hayır ehline sormalısın

Hayatın tadını henüz tatmış bir gence sorma

Tavsiye

. Ukela-i mecaninden (akıllı deli) biri, gafil bir halifenin nezdinde şu tavsiyeyi yapmıştır : Harun er-Reşid bozmuş olduğu bir yeminin kefare­ti gereğiyle yürüyerek hacca giderken bir gölgelikte istirahat etmek üze­re oturmuş. Binekli bir şekilde oradan geçen Behlül ile karşılaşmışlar. Ona şöyle demiş: Ey müminlerin emiri!

Verdiklerini dünyaya geri ver                                                                         -

Zaten ölüm sana geliri değil mi?

Ey dünyayı talep eden                                                                                           .

Dünyayı bir kenara at

Daha ne kadar dünyayı isteyeceksin

Ölüm seni kuşatmaya başlamış bile

Samimi Bir Dost Suretinde Hakimin Tavsiyesi

Halid b. Safvan’a ‘En çok sevdiğin kardeş hangisidir’ diye sorulun­ca, şöyle demiş: ‘Hatamı bağışlayan, eksiğimi gideren, mazeretimi ka­bul edendir.’ Bir adam arkadaşına şöyle yazmış: ‘Haşmet ve saygı orta­da bulunduğu sürece, ben dosduğu kesilmiş bir halde buldum.’ Haşmetiri otoritesi ancak yakınlık ve karşılıklı ünsiyetle ortadan kalkabilirken yakınlık şakalaşma ve iyiliklerle gerçekleşir. Beş yüz doksan iki senesin­de İşbiliye’de bir gece Ebu’l-Huseyn b. Ebu Amr b. et-Tufeyl’de gece­ledik. Bana saygı gösteren, yanımda edebe riayet eden biriydi. Ebu’lKasım el-Hatib, Ebu Bekr b. Samm, Ebu’l-Hakem b. Serrac da bizimle beraber geceledi. Hepsini bana duydukları saygı rahat bir halde otur­maktan alıkoyuyor, edeple susmuş bir halde bekliyorlardı. Ben de onları rahadatmak için bir çözüm bulmak istedim. Ev sahibi sözlerimizden bir şeyler öğrenmek isteyince, ben de içimden geçirdiğim üzere, yanımdakileri rahadatmak maksadıyla bir yol buldum ve ona şöyle dedim: ‘Sana kitaplarımızın arasından el-lrşad fi Harki’l-Edebi’l-Muhtar (Alışılagelmiş Edebi Aşmada İrşad) diye isimlendirdiğimiz kitabı tavsiye ederim. Di­lersen kitabın bir bölümünü sana okuyabilirim.’ Ev sahibi ‘çok isterim’ deyince, ayaklarımı ona doğru uzattım ve kendisine ‘ayaklarımı biraz ov!’ dedim. Ev sahibi de oradakiler de ne yapmak istediğimi anlamıştı. Bunun üzerine rahatladılar, kasılma ve gerginlik ortadan kalktı. Dini bahislerde süren bir sohbede rahat ve huzurlu bir şekilde gecenin nimederine daldık.

Abdaldan sayılan birinin hallerin baskın gelmesi hakkındaki açık­laması şöyledir: Hasan el-Basri şöyle der: ‘insana dünyadan her ne veri­lirse, ona ‘bunu ve bunun kadar da hırs al’ denilir.’ Başka bir sözünde şöyle demiştir: ‘Kıyamette feryadı en fazla çıkacak kişi, dalalet âdeti çı­kartmış, ona tâbi olmuş biridir. Onun ardından gelen kötü melekeli in­sandır, onlardan biri de Allah Teâlâ’nın nimederini günahlarına yardımcı kılan insandır,’

Tavsiye

Dostum! İmanını murakabe eyle, suretinin güzelliğine bilgi ziyne­tini elde. Suretini bilgi ziynetiyle süslersen, daha önce sahip olmadığın bir güzellikle tezahür eder. Onu beğenirsen, bu kez bilgiye göre amel etmek ziynetini kendisine ekle ki güzelliğine güzellik katılsın. Amel sü­sünün güzelliğini görünce, onun suretine bağlanır ve âşık olursun. Bu durum seni nefsinin gücü ve takati üzerinde zorlamaya sevk edebilir. Böyle bir durumda ameli ‘rifk’ özelliğiyle süsle; çünkü ne gökte ne yer­de hiçbir şey baki kalmaz. Şöyle denilir: İlla bir şey ötekine eklenecekse, bilgiye eklenen hilim özelliğinden daha güzeli yoktur. Biri sana kötü söz söylediğinde, nasıl küfrettiğine bakmaksın: Sende bulunan bir sıfatı kullanarak kötü söz söylemişse, onu kınama, sadece ‘doğru’ de ve ken­dini kına, kınanmış o özelliği nefsinden gidermeye çalış, kötü söz söyle­yene de söylediği söz nedeniyle teşekkür et. Hiç kuşkusuz sana yararlı bir tavsiyede bulunmuş, maksadı fayda vermek olmasa bile Allah Teâlâ onu konuşturmuştur ve sen de (söyleyene değil) Allah Teâlâ’ya bak! Sende bulun­mayan bir özellikle sana küfretmişse, onu bir öğüt ve sakındırma işareti saymalısın. Böylece o söz ve öğüt gelecek zamanlarda o kötü özellikle nitelenmeni engeller. Demek ki sana kötü söz söyleyen kişi her halü­karda nasihatte bulunmuştur. Söylediğinde doğru söylemişse, şöyle demelisin: ‘Allah Teâlâ beni, seni ve bütün Müslümanları bağışlasın.’ Yalan söylemişse ona şöyle söyle: ‘Allah Teâlâ seni bağışlasın, beni bir hususta uyardın, senin bu uyarın olmasaydı o hatayı işleyecektim.’

Size afiyet olsun, hoş halde kalınız

Bizim mallarımızdan helal olanların izzeti için

Bir hükümdar nezdinde sözüm dinlenir ve hatırım kabul edilirdi. Bahsettiğim kişi Halep’in sahibi ve yöneticisiydi, Allah Teâlâ kendisine mer­hamet eylesin! Adı Gazi İbnu’l-Melik en-Nasır li-dinillah Selahaddin Yusuf b. Eyyûb idi. Bir mecliste ona insanların ihtiyaçlarından yüz on sekizini arz etmiştim, o da hepsini yerine getirmişti. Bunlardan biri de daha önce yakınında bulunmuş fakat sırrını izhar etmiş ve yönetimine zarar vermiş bir adam hakkında kendisiyle yaptığım konuşmaydı. Vali de kendisini öldürmeye karar vermiş, kaledeki vekili Bedreddin Eytemur’e onun durumunun duyulmaması için halini gizlemesini em­retmişti. Adamın durumu bana ulaştığında, durumu hakkında valiyle konuştum. Bana itiraz ederek şöyle dedi: ‘Bu adam öyle bir suç işlemiş­tir ki, hükümdarlar o suçun bir benzerini affedemezler.’ Bunun üzerine kendisine şöyle dedim: ‘Bir sultan iken hükümdarlar kadar himmetin olduğunu tahayyül ediyorsun. Allah Teâlâ biliyor ki âlemde affımın karşısında durabilecek hiçbir günah tanımam. Hâlbuki ben senin yönettiklerinden sadece birisiyim. Nasıl olur da Allah Teâlâ’nın sınırlarını ihlal etmenin dışında bir adamın suçu senin affını aşabilir. Hâlbuki sen himmetin kaynağısın.’ Bu sözlerim üzerine mahcup oldu, adamı serbest bıraktı, affetti ve bana ‘Allah Teâlâ sana hayır versin’ diye dua etti. Bu meclisten sonra kendisine bir ihtiyaç arz ettiğimde sürade onu yerine getirir, ihtiyaç her ne olursa ol­sun tereddüt göstermeden karşılardı.

Dostum! Kendini zemmin azından ıızak tut ki, çoğundan güvende olasın. Nefis bu hususta ısrarcıdır; onu dağıttığında parçalanır, sustu­ğunda içinde saklar. Ahnef b. Kays bu manada şöyle demiştir: ‘Bir ke­limeye sabredemeyen kişi, bilmelidir ki öfkeli nice insan ondan daha şiddetli sözler duymuştur.’ Dostum! Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, gerçekte edep öğretilmesi gereken hiç kimseyi öfkeliyken cezalandırmadım. Öfke ve gazap hali benden geçince, o kişinin maslahatının edepte olduğunu gördüğümde kendisine edep öğrettim. Bana dönen hususlara gelirsek, onları gönül hoşluğuyla ve içimde bir kin ve nefret kalmadan affettim. Bütün gayretimi o kişiye hayır ulaştırmaya harcadım, ihtiyaçlarını karşı­lamak üzere gayret ettim. Birine borç verdiğimde ve içimden borcu ta­lep etme duygusu bulunduğunda, borcu kendisinden istemedim; kendi­si getirir ve ona muhtaç olduğumu görürsem, muhtaçlığımı bildirme­den getirdiğini alırım. Onun paraya muhtaç olduğunu anlarsam, (borcu almam) ve işini kolaylaştırırım ve ertelerim. Bu husus kendimle ilgili meselelerde böyledir. Yoksulların durumu da yakın komşunun duru­muyla birdir; onun bir hakkı vardır, onu talep eder, gücüm yettiğince hakkını kendisine ulaştırmak zorunda kahrım. Dostum! Hakim, iki ha­sımdan birisini razı edince, ötekinin öfkeleneceğini bilmelisin. Sen bir hakimsin ve mecliste iki hasım bulunmaktadır: Meclis, senin kalbin; iki hasım, melek ve şeytandır. Meleği razı et, şeytanı öfkelendir. Çünkü şeytan insana şöyle der: ‘Kâfir ol, kâfir olduğunda ‘Ben senden uzağım âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’dan korkarım.’602

Bilmelisin ki, din ondan daha güçlü ve korunmuştur. Adalet de daha güçlü bir silahtır. Hakim o silahı kendisini öfkelendiren hasımla savaşmak üzere kullanır, çünkü o arzusuyla savaşmaktadır; bilhassa onun dostu ve arkadaşı bâtıl ise durum böyledir. Kimseden korkmamak istiyorsan, kimseyi korkutma ki her şey senden ve sen de her şeyden emin olasın! Cahiliye dönemimde yolculuğa çıkmıştım. Yanımda ba­bam vardı. Endülüs’ün Karmune ile Belme şehirleri arasındaydım. Me­rada odayan bir kızıl yaban eşek sürüsü gördüm. Ben de avcılıktan hoşlanırdım. Hizmetçim benden uzaktaydı. Kendi kendime düşünmeye başladım ve avlayarak herhangi birine zarar vermemem gerektiği sonu­cuna ulaştım. Bu düşünce içerisindeyken bindiğim at onları gördü ve onlara doğru yöneldi, ben ise kendisini engelledim. Elimde bir ok var­dı, fırladı ve onların arasına girdi. Belki de okun ucu merada dolaşan hayvanlardan birisine değmişti. VAllah Teâlâi! Yanlarına gelene kadar başları­nı bile kaldırmadılar. Sonra hizmetçiler beni takip etti. Ardından eşek­ler de onların önlerinden kaçtılar. Bu yola, yani Allah Teâlâ yoluna girene ka­dar bunun sebebini anlamamıştım. Bu yola girince, (yaratıklar karşısın­daki) muamele hakkındaki düşüncemden dolayı bunun sebebini anla­dım, ki o da söylediğimiz sebeptir: içimden geçirdiğim hayvanlara za­rar vermemek duygusu hayvanlara sirayet etmişti. Sen de zulümden uzak dur, hüküm verirken adil ol ki, Hakk sana yardım etsin, yaratıklar sana itaat etsin, nimeder senin adına saf Hakk gelsin, ithamlar senden uzaklaşsın, hayatın tadı ve hoş olsun, sıkıntın ve taşkınlığın sükûnet bulsun. Böyle yapınca kalplere sahip olur, düşmanların seninle savaşma­sından emin olursun; haset duygusunun etkisiyle seninle savaşan kişi içinden sana karşı muhabbet gizler, öyle biri nefret ederken gerçekte dostundur.

Meşhur Tavsiye ve Hikmetlerden Biri

Bir hakim şöyle demiştir: ‘Adalet Allah Teâlâ’nın terazisidir ve bu nedenle her türlü eğrilik ve sapmadan korunmuştur.’ Bir hakim hükümdara tav­siyede bulunurken şöyle demiş: ‘Yaşantı ve gidişatını güzelleştirip kal­bini de ıslah edersen, bütün yönettiklerin askerin haline gelir. Adalet in­sanın kendisine adil davranmasıyla başlar. Bu itibarla insan kazanılmış ve doğru sayılmış bütün güzel huyları ve nitelilderi nefsine uygular. Böyle yapınca dünyada selamete, ahirette saadete erer. Zulmün başı da insanın nefsine zulmetmesiyle başlar; zira nefsini hayırdan uzaklaştırır ve kötülüğü âdet haline getirir, günahlar kazandırır, kınanmış özellikler giydirir. Bu sayede nefsin yükü artar, adı ve sanı kınanır. Başka birisi şöyle demiştir: ‘Kendi nefsiyle başlayıp onu terbiye eden insanları yöne­tebilir. Nefislerinizi düzeltin ki, sizin için ahiret hayatınız düzelsin. Nef­sini kendin için düzelt ki, insanlar sana tâbi olsun. En iyi öğüt kendine verdiğin öğüt ile işini kendisine göre yönettiğin öğüttür. Kendinden razı olan insanları kızdırır. Kendine zulmeden başkalarına daha çok zulmeder. Dinini yıkan kişi şerefini yıkar. Edebin en hayırlısı, senin için meyvesi meydana gelen, izleri senin üzerinde ortaya çıkandır. Kimin iz­zeti Allah Teâlâ’dan olursa, hiçbir sultan onu zelil kılamaz; kim Allah Teâlâ’ya tevek­kül ederse, şeytan ona zarar veremez. Merciin Hakk, düsturun doğru sözlülük olsun. Hakk en güçlü yardımcı, doğru sözlülük en değerli arka­daştır. İnsanlara merhamet etmeyeni Allah Teâlâ rahmetinden kovar. Kendi otoritesiyle güç bulanı Allah Teâlâ kudretinden uzaklaştırır. Adalet Allah Teâlâ’nın terazisidir; onu yaratıklar için ortaya koymuş, Hakk gözetilsin diye yer­leştirmiştir. Terazisinde O’na karşı gelmeyin, otoritesinde O’na itiraz etmeyin, iki Özellikle insanlardan müstağni kalabilirsin; tamahkârlığın azlığı ve veranın çokluğu. Kimin sözü uzarsa kınanır, saygınlığı azalan da kovulur.

Sebte şehrinde Rikak denizi civarında salihlerden birisinin huzuru­na girmiştim. Daha önce Sultan ile aramızda bir takım konuşmalar ger­çekleşmişti. Konuşma sadırda kin tutmaya ve kaderden (razı olmama­ya) sevk edebilecek bir konuşmaydı. Haber kendisine ulaşmıştı. Beni gördüğünde, şöyle dedi: ‘Kardeşim! Kendisini (zulmederek sevap ka­zanmasına vesile olan anlamında) destekleyen bir zalimin olmadığı kimse zelil, kendisini irşat edecek alimi olmayan dalalettedir. Değerli ve samimi kardeşimi, yumuşak olmalısın, yumuşak!’ Ben de kendisine şöyle dedim: ‘Sermaye korunduğu sürece sorun yok!’ Sermaye derken de dini kastediyordum. O da ‘haklısın’ dedi ve söylediklerimden mutmain oldu.

Kılıcı sana sahip olacak ve korkusu seni kendinden geçirecek biri­siyle tartışma! Nice delil vardır ki, açık ve seçik bir şekilde gelir, fakat tasaya ve endişeye yol açar. Isrardan uzak dur. Israr etmek, kalpleri öf­kelendirir ve harplere yol açar. Sayesinde selamette olacağın susmak, daha sonra pişman olacağın konuşmaktan daha iyidir. Konuşmanı deli­lini ortaya koymakla ve ihtiyacını yerine getirmekle sınırla! Gereksiz konuşmadan uzak dur, gereksiz konuşma saygınlığı ortadan kaldırır, pişmanlığa yol açar. Kınanmana yol açacak beceriksizlik, aleyhine bir şey getirecek beceriden daha hayırlıdır.

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem'in Tavsiyeleri

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem tavsiyede bulunduğu bir adama şöyle demiş: ‘Şehvederi azaltırsan fakirlik sana kolaylaşır, günahları azaltırsan ölüm sana kolaylaşır. Sana ait olanı önünden gönderirsen, Allah Teâlâ’ya kavuşmak seni mutlu eder. Sana verilen şeyle tatmin olursan, hesabın kolaylaşır. Sana zorunlu olanı bırakıp başka bir işle ilgilenme! Senin için taksim edilme­yen sana gelmeyecektir. Senden alınmış bir şeye yetişecek değilsin. Tü­kenecek bir şeyin peşinden koşma. Öyle bir mülkün peşinde koş ki kendisinden ayrılamayacağın menzil de yok olmasın.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Dünya sevgisi kulun kalbini üç şeyle mutmain olmasıyla doldurur; kendisinden ayrılamayacağı bir meşguli­yet, zenginliğe varmayacak bir yoksulluk, sonuna ulaşılamayacak bir emel. Dünya ve ahiret isteyen ve istenendir. Ahireti isteyeni dünya ister ki, rızkı kemale ersin. Dünyayı isteyeni de ahiret talep eder ki ölüm onıın boynunu yakalasın. Saadete ermiş kişi bakiyi tercih edendir. Onun nimeti fani üzerinde sürer, tadı da tükenmez. Sana ikram edilen­den infak et.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Sanki ölüm bizden başkaları­na yazılmış, sanki Allah Teâlâ ölümü bizden başkalarına vacip kıldı, sanki gördüğümüz ölüler bir yolculuğa çıkmış da biraz sonra bize dönecek­lerdir. Bir yandan kabirlerini hazırlar, bir yandan miraslarını yeriz. San­ki biz onların ardından ebedi olarak kalıcıyız. Bütün öğütleri unutmuş, bütün belalardan emin gibiyiz. Kendi ayıbını görmek başkalarının ayı­bım görmekten alıkoyduğu kişiye ne mutlu! Kazandığı malını günah dışında harcayana ne Mutlu! O kişi anlayış ve hikmet sahipleriyle, yok­sul ve hor insanlarla oturup kalkar. Nefsini zelil kılan, ahlakını güzelleş­tiren, yaşantısını hoş eden insanlardan kötülüğünü uzaklaştırana ne mutlu! Malının fazlasını verene ne Mutlu!’

Kays b. Asım el-Minferi, öğüderinden birinde el-Haşimi’nin hadi­sinden aktararak demiştir ki; Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Ey Kays! Her izzetle beraber zillet, hayatla beraber ölüm, dünyayla bera­ber ahiret vardır. Her şey için bir hesaba çeken vardır. Her şey üzerinde bir murakıb, her iyiliğin bir sevabı, her kötülüğün cezası, her ecelin ki­tabı vardır. Böyle olması da kaçınılmazdır. Ey Kays! Seninle defnedilen arkadaşın canlı, sen ölüsün ve onunla beraber defnedilirsin. O kerim olursa, sana ikramda bulunur; değersiz biriyse seni teslim eder. Sonra seninle beraber haşredilir, sen de onunla haşredilirsin. İsteyeceksen on­dan iste. Onu salih yapmalısın. Salih olursa onunla ünsiyet eder, korka­caksan ondan korkarsın. Sözünü ettiğim senin fiilindir.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Ölmeden evvel Allah Teâlâ’ya dönün, meşguliyetiniz olmadan salih amellere koşun. Rabbinizle aranızdaki bağı güçlendirin ki, saadete eresiniz! Sadakayı çoğaltın ki, rızık bulası­nız. Marufu emredin ki, bereket elde edesiniz. Kötülükten alıkoyun ki, yardıma mazhar olasınız. Ey insanlar! En akıllınız ölümü en çok düşüneninizdir. En kararlı olanınız, ölüme en çok hazırlık yapandır. Aklın alametlerinden birisi, aldanış yurdundan yüz çevirerek ebedilik yurduna yönelmektir. Öyle bir insan kabir yurdu için azıklanır, diriliş günü için hazırlık yapar.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Ey insanlar! Sizin görevleriniz vardır. O görevlerin peşinden gidin. Sizin bir nihayetiniz vardır, o mak­sada doğru gidin. Mümin iki korku arasındadır; geçmiş ecel ile geride kalan ecel, insan Allah Teâlâ’nın onun hakkında ne yapacağım bilemez. Gele­cekle ilgili de Allah Teâlâ’nın hangi hükmü vereceğini bilemez. Kul nefsinden ve dünyasından ahireti için almalıdır. Yaşlılık gelmeden önce gençliğin­den, ölüm gelmeden önce hayatından istifade etmelidir. Muhammed’in canını elinde tutan Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki; ölümden sonra insanı yoran bir şey, dünyadan sonra ise cennet veya ateşten başka bir yurt yoktur.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den iman özellikleri hakkında gelen bir rivayet vardır. Hadisi bize Ebu Abdullah Muhammed b. Kasım b. Abdurrahman b. Abdulkerim et-Temimi Fas şehrindeki Aynü’l-Hayl’de Ezher camiinde beş yüz doksan iki senesinde kendi lafzıyla aktarmıştır. Ben de hadisi dinliyor, onun Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e varan rivayet zincirini inceliyordum. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Kulun imanı kendisinde beş özellik bulunmadan kemale ermez: Allah Teâlâ’ya tevekkül, işlerini Allah Teâlâ’ya havale etmek, Allah Teâlâ’nın emrine teslim olmak, O’nun kazasına rıza gös­termek, verdiği belaya sabır göstermek. Kim Allah Teâlâ için sever, Allah Teâlâ için buğz eder, Allah Teâlâ için verir, Allah Teâlâ için vermezse, hiç kuşkusuz, onun imanı kemale ermiştir.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den gelen bir rivayette şöyle demiştir: ‘iman yetmiş küsur şubedir; en aşağısı yoldan eziyet veren şeyleri kaldırmak iken en üstünü ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur5 demektir.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Konuşan bir alim veya dinleyen ve id­rak eden birisi olmaksızın, hayatta bir hayır yoktur. Ey insanlar! Siz ‘hüdne’ (özelliğindeki) bir zamandasınız, sürade tükeneceksiniz. Geceyi ve gündüzü görüyorsunuz, her an nasıl değişmektedirler! Onlar uzaktakini size getirir, vadedilenleri ulaştırırlar.’ Mikdad kendisine şöyle demiştir: ‘Ey Allah Teâlâ’nın peygamberi ‘hüdne’ ne demektir.’ Şöyle cevap vermiştir: ‘Kesilme ve imtihan yurdu demektir. Sizin için karanlık ge­cenin parçaları gibi birbirine girdiğinde, Kur’an-ı Kerim’e bağlanmanız gerekir. Kur’an şefaat eden, şahit ve tasdik edilendir. Kim Kur’an’ı önüne alırsa, onu cennete götürür; kim arkasına atarsa, onu da cehen­neme çeker. Kur’an-ı Kerim en doğru yola ulaştıran en açık delildir. Kim onunla konuşursa doğru söyler, ona göre amel eden sevap kazanır, ona göre hüküm veren adil olur. Kul nefesini verip kabre girince, daha önce işlemiş olduğu amelin ve geride bıraktığı malın karşılığını görür.

Acaba (miras bıraktığı) malını bâtıldan mı kazanmıştı veya Hakk sahibi­nin hakkını vermemiş miydi?’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘İnsanlar onun elinden ve dilinden sela­mete ermedikçe kulun adı Müslümanlar arasında yazılamaz; komşusu kendisinden emin olmadıkça, müminler derecesine ulaşamaz; beisli işle­re düşme korkusuyla beis bulunmayan işlerden sakınmadıkça da takva sahiplerinden sayılamaz. Ey insanlar! Kim gecelemekten korkarsa hızla­nır; hızlı yürüyen ise vasıl olur. Ecel sayfalarınız dürülmüş olsaydı, amellerinizin akıbederini öğrenirdiniz. Müminin niyeti onun amelinden daha hayırlıyken münafığın niyeti amelinden daha kötüdür.’

Allah Teâlâ’ya Yönelenlere Müjdeli Bir Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Kim Allah Teâlâ’ya yönelirse her sıkıntıda Allah Teâlâ kendisine yeter. Kim dünyaya yönelirse, Allah Teâlâ onu dünyaya ema­net eder. Kim Allah Teâlâ karşısında günah işleyerek bir işi yaparsa, umdu­ğundan daha uzak, korktuğuna daha yakın olur. Kim Allah Teâlâ’ya karşı gü­nah işleyerek insanların övgüsünü kazanmak isterse, kendisini övecekle­rine kınarlar. Kim Allah Teâlâ’yı kızdırarak insanları razı ederse, Allah Teâlâ onu in­sanlara bırakır. Kim insanları kızdırmak bahasına Allah Teâlâ’yı razı ederse, onların kötülüklerine karşı Allah Teâlâ kendisine yeter. Kim Allah Teâlâ ile kendi arasındaki işi iyi yaparsa, Allah Teâlâ onunla insanlar arasındaki işlerde kendi­sine yeter. Kim sırrını düzeltirse, Allah Teâlâ onun görünen kısmını düzeltir. Kim ahireti için çalışırsa Allah Teâlâ dünya işinde ona yeter.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ konuşup da (başkalarına) fayda veren bir kula merhamet etmiştir. Veya susar ve selamette olur. Dil insana en çok sahip olan şeydir. Dikkat edin! Kulun bütün sözleri onun aleyhinedir. Bunun istisnası Allah Teâlâ’yı zikretmek, iyiliği emretmek, yasaklardan engellemek, müminlerin arasını düzeltmektir.’ Muaz b. Cebel kendisine şöyle demiş: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Biz konuştuğu­muz sözler nedeniyle hesaba mı çekiliriz?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiş­tir: ‘İnsanlar cehenneme ancak dillerinin ürünleri nedeniyle düşerler. Kim selamet isterse, diliyle söyleyeceği sözlere dikkat etsin, içinde sak­ladığını muhasebe etsin, amelini güzelleştirsin, emelini azaltsın.’ ,

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Dünyaya sövmeyin. Müminin ne güzel bineğidir dünya! Mümin dünyada hayra ulaşır, onunla kötü­lükten kurtulur. Kul ‘Allah Teâlâ dünyaya lanet etsin’ dediğinde dünya şöyle der: ‘Allah Teâlâ Rabbine beni asi kılana lanet etsin!’ Biz de bunu söylemiş­tik. Katade şöyle demiştir: ‘Kimse dünyaya karşı insaflı olmamıştır. Dünyada günahkâr olanın .kötülüğüyle dünya kınanmışken iyilik yapa­nın iyiliğiyle dünya övülmemiştir. Bunun tersine birisi dünya hakkında şöyle demiştir:

Akıllıyı imtihan eden dünya

Dost kisvesindeki bir düşman suretinde görünür

Burada maksadı ahiret hayatı olmayan dünya hayatı kastedilir ki hiç kuşkusuz Allah Teâlâ onu kınamıştır.

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Tatları kaçıranı çok zikredin. Çün­kü siz darlık içinde ölümü zikrederseniz, darlık sizin için genişler, on­dan razı olursunuz, böylece ecir alırsınız. Ölümü zenginlikte zikrettiği­nizde, sizi ondan soğutur. Siz ölüm sayesinde sabit durur ve ciddiyet kazanırsınız. Kuşkusuz temenniler emelleri keser, geceler de ecelleri yaklaştırır. Kişi iki gün arasındadır; birisi amelini saymış olduğu geçmiş gün, diğeri kendisine gelip gelmeyeceğini bilmediği kalan gündür.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Rızık taksim edilmiştir, hiç kimse Allah Teâlâ’nın onun için yazmış olduğu rızkı kaybetmeyecektir. Onu güzel bir şekilde talep edin. Ömür sınırlıdır, kimse kendisi adına takdir edileni aşamaz. Ecel tükenmeden acele ediniz. Ameller sayılıdır; küçük veya büyük hiçbiri ihmal edilmeyecektir. Siz salih amelleri çoğaltın. Ey in­sanlar! Kanaatte genişlik, iktisatta tamlık, zühtte rahatlık vardır. Her amelin karşılığı vardır, her gelecek olan da yakındır.’

İbret Yüzüyle Bakan Akıllı Bir İnsanın Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Aldanmış bir halde cezalandırılan ve mutmain olduktan sonra sıkıntıya düşenleri gördün mü? Onlar kuş­kulara kapılmış, şehvedere yönelmiş kimselerdir. En sonunda Rablerinin elçileri kendilerine gelir. Artık arzu ettikleri şeylere ulaşamamış, ka­çırdıklarına dönememişlerdir. Yaptıkları işlerle gelmişler, geride bırak­tıklarına ise pişman olmuşlardır. Hâlbuki pişmanlık fayda vermemiş, kalem kurumuştur. Allah Teâlâ önceden hayır işleyene merhamet etsin! O doğru bir şekilde Allah Teâlâ’ya yönelmiş biridir.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Ey insanlar hikmeti ehlinden baş­kasına vermeyin, hikmete zulmedersiniz; ehlinden de esirgemeyin, eh­line zulmetmiş olursunuz. Zalim olarak cezalandırmayın, faziletiniz or­tadan kalkar. İnsanlara gösteriş yapmayın, amelleriniz boşa çıkar. Mev cut olanı engellemeyin, hayırlarınız azalır. Ey insanlar! Eşya üç şeyden ibarettir: İlki, ortaya çıkmış doğru, ona uyunuz; İkincisi, yanlışlığı orta: ya çıkmış iştir, ondan sakının; üçüncüsü karışık işlerdir ki, onları da Allah Teâlâ’ya havale ediniz. Ey insanlar! Size sevapları büyük olan iki basit amel söyleyeyim mi? Kimse onlar gibi iki şeyle Allah Teâlâ’ya kavuşmamıştır; sus­mak ve güzel ahlak.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘insanlara kıyamet günü (ceza) üç şeyden birisiyle verilir: Ya işlemiş oldukları dindeki kuşkudan veya ter­cih ettikleri hazzın şehveti nedeniyle veya yerine getirdikleri hamiyet kaynaklı gazap nedeniyle onlara ceza verilir. Sizin için bir şüphe ortaya çıktığında, onu kesin inanç ile ortadan kaldırın. Bir şehvet size sunul­duğunda, züht ile onu ezin. Bir gazap ortaya çıktığında, bağışlamakla onu sindirin. Kıyamet günü bir münadi şöyle bağırır: ‘Kimin Allah Teâlâ üzerinde bir ecri varsa ayağa kalksın!’ İnsanları affedenler ayağa kalkar­lar. Allah Teâlâ’nın şu ayetini görmez misin: ‘Kim affeder ve arayı düzeltirse, onun ecri Allah Teâlâ’ya kalmıştır.603

Gafile Öğüt Veren Bir Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ şöyle der: Ey Ademoğlu! Her gün rızkın sana verilir, sen ise üzülürsün. Her gün ömrün eksilir, sen ise sevinirsin. Sahip olduğunla yetinmelisin. Sen ise taşkınlığa götü­recek şeyi istiyorsun. Ne azla yetiniyor, ne çokla doyuyorsun.’

Allah Teâlâ’nın Kullarında Övdüğü Sıfatla Bezenmeye Teşvik içeren Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle denilmiştir: ‘Ey Allah Teâlâ’nın peygamberi ‘Hak­larında korku olmayan ve ütülmeyecek olan5604 ayetinde ifade edilen Allah Teâlâ’nın velileri kimlerdir?’ Şöyle demiştir: ‘insanlar dünyanın zahirine bakarken, onlar bâtınına bakanlardır. Onlar insanlar dünyanın hemen ortaya çıkan işleriyle ilgilenirken sonrasıyla ilgilenenlerdir. Onlar kendi­lerini öldürmekten korktukları şeyi öldürenlerdir. Onlar bildiklerini ge­ride bırakmışlardır. Onları engellemek isteyen her şeyi bir kenara atmış­lardır. Dünyada yüksek olan hiçbir şey onları aldatmamıştır. Dünya on­ların nezdinde bir değere sahip değildir. Evlerini harap etmişler, imar etmemişlerdir. Gönüllerinde dünya ölmüş, onu diriltmemiş, aksine onu yıkmışlardır. Dünya ile ahiretlerini inşa etmişler, ahireti satın almışlar­dır. Onlar dünyayı satarak kendileri için baki olanı satın almışlardır. Onlar Hünya ehline saralı gibi bakarlar. Tehlikeler kendilerine yerleş­miştir. Umut ettiklerinden başka bir eman ve sakındıklarından başka bir korku bulmazlar.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Siz geçmiş bir halef ve geride kalan öncülersiniz. Sizden öncekiler imkân bakımından sizden daha zengin ve daha güçlüydü. Siz onlardan daha zayıfsınız. En çok güvendikleri şeyler kendilerinden yüz çevirmiş, bel bağladıkları şeyler onlara fayda verme­miştir. Onlara aşirederinin kuvveti fayda vermediği gibi onlardan fidye de kabul edilmemiştir. Nefislerinizi ansızın hesaba çekilmeden önce azıklandırın. Siz hazırlıktan gafilsiniz. Artık pişmanlık fayda vermez ve kalem kurumuştur.’

Öğüt Veren Bir Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Dünyada bir yolcu gibi veya misa­fir gibi bulun ve kendini ölülerden say. Sabahladığında sanki akşam olmayacak, akşamladığında sabaha çıkmayacak gibi kabul et. Sağlığında hastalığın için tedbir al, gençliğinde yaşlılığın, boş vaktinde meşguliye­tin, yaşarken ölümün için tedbir al. Yarın adının ne olacağını bilemez­sin.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Dünya sizi ahiretinizden alıkoyma­sın. Arzularınızı Rabbinize itaate tercih etmeyin. Yeminlerinizi günah­larınıza kalkan yapmayın. Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çe­kin. Azaba uğramadan önce hazırlık yapın. Yolda sıkıntıya düşmeden önce yolculuk için azıklanın. Orası adalet yeri, Allah Teâlâ’nın sorgu ve suali­nin ortaya çıkacağı yerdir. Hiç kuşkusuz korkutma görevini yerine geti­ren nedeniyle mazeret ortaya çıkmıştır.’

Yönelmek ve Yüz Çevirmek Gereken Hususlarda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem'in Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Yükümlü tutulduğunuz ahireti ıs­lah etmek için uğraşın. Fakat sizin için taahhüt edilmiş dünya işlerinden yüz çevirin. Allah Teâlâ’nın nimederiyle beslenmiş organlarınızı günaha yöne­lerek O’nun azabına maruz kalmak için kullanmayın. Meşguliyetinizi Allah Teâlâ’nın mağfiretini aramak maksadıyla harcayın. Himmederinizi ken­disine itaat ederek Allah Teâlâ’ya yaklaşmaya yöneltin. Kim dünyadaki nasibini öne alırsa, ahiretteki nasibini yitirir. Dünyadan ise ancak Allah Teâlâ’nın dile­diğini elde eder. Kim ahiretteki nasibini öncelerse, dünyadaki nasibi de kendisine ulaşırken ahiretten de dilediğine ulaşabilir.’

Terk Edilmesi Gereken Fuzuli İşler Hakkında Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem'in Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Fazla yemekten uzak durun. Fazla yemek kalbe katılık verir, organları Allah Teâlâ’ya itaatte yavaşlatır, himmeti öğüdü dinlemek karşısında sağır bırakır. Gereksiz bakışlardan uzak du­run. Gereksiz bakış arzuyu artırır, gafleti çoğaltır. Tamahkâr olmaktan uzak durun. Tamahkârlık kalbe hırs kazandırır, kalplere dünya sevgisini yerleştirir. Tamahkârlık bütün kötülüklerin anahtarı, bütün iyilikleri yok eden bir sebeptir.’

Umut Edilmesi ve Sakınılması Gereken Hususlarda Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘(insanların işleri) sadece umut edi­len bir hayır veya sakınılan bir kötülük veya bilinen bâtıldır; bâtıldan sakının. Veya kesin bir hakikattir; onu ise talep edin. Veya kendisi için çalışılması gereken ahirettir. Dünya bir leştir, ondan uzaklaşın. Dünya­dan talebi kesilmeyen ahiret için nasıl çalışabilir ki? Şehveti sona erme­yen biri nasıl ahirete yönelir ki? En çok şaşılacak kişi beka diyarını tas­dik ederken fena yurdu için çalışan; Allah Teâlâ’nın rızasının O’na itaatte oldu­ğunu bilirken günahlarda gezinen insanın halidir.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Nefislerinizi itaade süsleyin, onlara korku elbisesini giydirin. Ahiretiniz için çalışın, orayı varacağınız yer kabul edin. Biliniz ki siz, kısa zamanda gidecek ve Allah Teâlâ’ya varacaksınız. Orada sadece salih amel veya işlemiş olduğunuz güzel işler fayda vere­bilir. Siz işlemiş olduğunuz amelleri önceden gönderir, yaptıklarınıza karşılık sevap alırsınız. Değersiz dünyanın süsleri yüce cennetin merte­belerine karşı sizi aldatmasın! Kuşkular ortadan kalkmış, herkes varaca­ğı yerle karşılaşmış, herkes gideceği yeri ve bulunacağı yeri öğrenmiş­tir.’       ,

Tuzaktan ve Aldanmadan Sakındırma Hakkında Bir Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmştur: ‘Dünyanın kandırdığı kimseler­den olmayın. Kuruntular onları aldatır, tuzak onları düşürür. Öyle bir insan süratle yok olacak ve hemen değişecek dünyaya yönelir. Bu dün­yanızın geçmiş kısmına göre geride kalan kısmı pek kısa ve azdır. Hal böyleyken neyin üzerinde yükseliyor ve neyi bekliyorsunuz? VAllah Teâlâi! Bulunduğunuz dünya hayatı adeta yok mesabesindedir. Gideceğiniz ahiret ise ezeli gibidir. Yola çıkmak üzere hazırlıklarınızı yapınız, yolcu­luk yakın olduğu için azığınızı tedarik ediniz. Biliniz ki herkes yapmış olduğunu yetersiz görür, yapmadığı hakkında pişman olur.’

Uzun Emel ve Eceli Unutmayı Kınayan Peygamber Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Ey insanlar! Emelin basit olması ecelin öne geçmiş olmasından kaynaklanır. Mead ise amelin (lazım ola­cağı) bir alandır. Orası daha önceden hazırlığını yapanın sevineceği, ka­çırdığı amel karşısında ise üzüleceği ve pişman olacağı bir yerdir. Ey in­sanlar! Tamahkârlık, fakirlik; umutsuzluk, zenginlik; kanaat, rahatlık; uzlet, ibadet; amel, hazine; dünya, madendir. Geçen kısmı itibarıyla şu dünyanızdan beni gömleğin uçları kadar sevindiren bir şey olmadı (hiçbir değeri yoktur). Kalan kısmı da -su suya benzer ya!geçmiş kıs­mının bir benzeri sayılır. Hepsi tükenme içerisinde ve yakın zaman içe­risinde yok olup gidecektir. Siz de öfkeyle cezalandırılmadan ve piş­manlık fayda vermeden önce, nefes aldığınız esnada ahiret için çalışın.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem'in Tavsiyesi ve Bildirmesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Ümmetim dünyada üç sınıftır: Bi­rinci sınıf mal toplamayı, biriktirmeyi sevmeyen, onu elde etmek ve bi­riktirmek için çalışmayanlardır. Onlar dünyadan açlıklarını giderecek yiyecek, avret mahallini örtecek elbiseyle yetinirler. Zenginlikleri ahirete ulaştıracak olandır. ‘Onlar korkmayacak ve üzülmeyecek kimselerdir.605 İkinci grup malı en güzel ve helal yoldan toplamayı seven, en güzel yerde harcayanlardır. Onlar kazandıkları malla akrabaları gözetir, kar­deşlerine yardım eder, fakirleri doyurur. Taş üzerine yatmak (veya taş­lanmak), onlara bir dirhemi helal olmayan yönden kazanmaktan veya onu belirlenmiş yerin dışına harcamaktan veya verilmesi gereken hakkı­nı vermemekten veya ölüm vaktine kadar onu saklamaktan daha kolay ve ehven gelir. Onlar, kendileriyle tartışılırsa öfkelenen, affederlerse se­lamete eren kimselerdir. Üçüncü grup, malı helal ve haram yollardan toplamayı seven, üzerlerine farz veya vacip olan hakları ödemeyenlerdir. Malı infak ederlerse israf edecek şekilde infak eder; ellerinde tutarlarsa, cimrilik yaparak ve biriktirmek üzere tutarlar. Onlar, günahları karşılı­ğında cehennem onları kendisine çekene kadar, kalplerinin gemini dün­yanın ele geçirdiği kimselerdir.’

İnanç Zaafı vb. Hususlarda Sakındırma Hakkında Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘İnanç zayıflığının bir yönü insanları Allah Teâlâ’yı öfkelendirecek işlerle razı etmen, Allah Teâlâ’nın vereceği rızık hakkında onları övmen, Allah Teâlâ’nın vermediği hususlarda onları kınamandır. Allah Teâlâ’nın rızkını hırs getirmediği kadar birinin istememesi de onu geride bırakmaz. Allah Teâlâ rahatlığı ve ferahlığı razı olmak ve kesin inanca, üzüntü ve gamı öfke ve kuşkuya yerleştirmiştir. Allah Teâlâ’ya yaklaşma maksadıyla bir işi bıraktığında, onun sevabı sana bolca verilir. Sen himmetini ve gayre­tini ahirete ayır. Razı olunan kişinin sevabı orada kesilmediği gibi, öf­kelenilen kimsenin cezalandırılması da bitmez.’

Beğenilen-Değerli Ahlaka Teşvik Eden Peygamber Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Sizi cehennemden uzaklaştı­racak olan şey size söylediklerimdir. Sizi cennete yaklaştıracak olan da benim ğösterdiklerimdir. Ruhu’l-Kuds benim ruhuma üfleyerek şöyle demiştir: ‘Hiçbir kul rızkı tamamlanmadan ölmeyecek.’ Siz de onu gü­zelce talep edin, rızkı aramadaki tembelliğiniz sizi günah yoluyla O’nun ihsanını talebe sevk etmesin. Allah Teâlâ’nın katında olana ancak O’na itaat ederek ulaşılır. Herkesin bir rızkı vardır ki mudaka kendisine gelir. Kim kendi rızkından razı olursa, onun adına mübarek olur ve rızkı genişler. Kim rızkından razı olmazsa, onun için bereketlenmez ve rızkı genişle­mez. Rızık, sahibini aradığı gibi ecel de onu arar.’

Ayrıntılı Bir Peygamber Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Dünya imtihan yeri, inayet ve sı­kıntı yeridir. Mutluların (saidler) nefisleri ondan uzaklaşmış, bedbahtla­rın ellerinden zorla alınmıştır. İnsanların en mutlusu dünyadan en çok yüz çeviren, en bedbahtı ise onu en çok talep edendir. Dünya kendisine samimi olana karşı hilekâr, itaat edene karşı zorba, boyun eğene karşı tavizsiz ve katıdır. Kurtuluşa eren kişi ondan yüz çeviren iken helak olan ona batandır. Dünya hakkında rabbinden çekinen ve nefsine karşı samimi olan kula ne Mutlu! O dünya kendisini ahirete göndermeden önce sevabını öne alır, şehvetini erteler. O karanlık ve tozlu bir karında vahşet ve korku içinde kalır. Orası kapkaranlık bir yerdir. Artık ne iyili­ğini artırabilir ne de günahları eksiltebilir. Sonra kabirden çıkartılır, ya cennete götürülür ve orada nimeti sürekli olur veya azabına ara veril­meden kalacağı cehenneme götürülür.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Kollarınızı sıvayın, iş çetindir! Ha­zırlık yapın, yolculuk yakın. Azıklanın, yol uzun. Yükleriniz hafif olsun, arkanızda vadiler gibi yokuşlar var. O yolu yükü hafif kişiler aşabilir. Ey insanlar! Kıyamet saatinin önünde çetin işler, şiddetli korkular ve çetin bir zaman dilimi vardır. Orada karanlık hakimdir, fasıldık orada yayılır. İyiliği emredenler engellenir, kötülükten alıkoyanlar yüceltilir. O gün için imana sıkıca sarılın ve azı dişlerinizle ona bağlanın. Kendinizi salih amele zorlayın, sıkıntı vaktinde sabırlı davranın. Böyle davranırsanız, daimî nimete ulaşırsınız.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ’nın katında olanı sev ki, O da seni sevsin. İnsanların elindekini küçük gör ki, insanlar seni sevsin. Za­hit kişi insanların kalbini kazanır. Onun bedeni dünyadayken kalbi ahirettedir. Kıyamet günü dağlar gibi iyilikleri olduğu halde bir kavim getirilir ve hepsinin ateşe atılmaları emredilir.’ Sahabe şöyle sormuş: ‘Ey Allah Teâlâ’nın peygamberi! Onlar namaz kılıyorlar mıydı?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, geceleyin pek az uyuyorlardı, fa­kat dünyadan bir şey ortaya çıktığında peşinden gidiyorlardı’ demiştir.

Kötü Niteliklerden Sakınmayı Teşvik Eden Bir Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Ey insanlar! Bu dünya (her şeyin yerli yerine yerleştiği) bir istiva yeri değil, karışım yeridir. Burası sıkıntı yeridir, rahatlık yeri değildir. Onu tanıyan, dünyadaki rahatlık sebebiyle rahata ermez, üzüntüsü için de üzülmez. Allah Teâlâ dünyayı bir bela yeri, ahireti de karşılık yeri olarak yarattı. Dünyanın belası ahiretin ödülünün sebebidir. Ahiretin ödülü de dünyanın belasının bedelidir. Allah Teâlâ versin diye alır, ödüllendirmek için imtihan eder. Dünya süratle başkalaşır, hemen değişir. Sonucunun acısını düşünerek, onun tadından kaçının, daha sonraki sıkıntıları nedeniyle onun peşin lezzetlerinden uzak durun. Allah Teâlâ’nın harap olacağına hükmettiği bir yeri imar etmek maksadıyla gayret sarf etmeyin. Allah Teâlâ sizden kendisinden uzak durmanızı istemiş­ken onun peşinden gitmeyin. Aksi halde Allah Teâlâ’nın azabına müstahak, ce­zasına yönelenler olursunuz.’

Allah Teâlâ’nın Razı Olduğu Ahlak Hakkında Peygamber Tavsiyesi

‘Ey insanlar! Allah Teâlâ’dan hakkıyla korkun, O’nu razı edecek işlere gayret edin. Dünyadan büsbütün yüz çevirin. Ahiretin baki, dünyanın


fani olduğuna iman edin. Ölüm sonrası için çalışın; sanki dünya yok ve ahiret de ezeli gibidir. Ey insanlar! Dünyada olan yolcudur, onun elin­deki de ödünçtür. Yolcu gidici, ödünç olan da iade edilecektir. Dünya mevcut bir maldır; iyi de kötü de ondan yer. Ahiret ise kâdir hükümda­rın hüküm verdiği doğru haberdir. Allah Teâlâ kendisini düşünen ve kabir için çalışana merhamet etsin. Öyle bir insan eceli tükenip de ameli ke­silmeden önce ipini eline almış ve kendi yolunda gitmiştir.’

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Dünya yönelmeye yüz tut­muş, ahiret gelmek üzere hazırlanmıştır. Dikkat edin! Siz şimdi içinde hesabın bulunmadığı amel günündesiniz. Yarın ise amelin bulunmadığı hesap gününde olacaksınız. Allah Teâlâ dünyayı onu sevene ve sevmeyene ve­rirken ahireti sadece onu sevene verir. Dünyanın çocukları ve ahiretin çocukları vardır. Siz ahiret çocuğu olun, dünyanın çocuğu olmayın. Hakkınızda en çok korktuğum kötülük, hevaya uymak ve uzun emeldir. Hevaya uymak kalplerinizi Haktan çevirir, uzun emel himmederinizi dünyaya yönlendirir. Bu ikisinin dışında dünya veya ahirette kimse adı­na bir hayır yoktur.’

Ölümü Hatırlatan ve Yolculuğu Bildiren Peygamber Tavsiyesi

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Her evde ölüm meleği evin kapısında günde beş kere durur. İnsan yemeğinin tükendiğini görüp eceli geldiğinde, ölüm üzüntüsü üzerine çöker, ölümün sıkıntıları ken­disini kuşatır ve kaplar. Ailesinden birisi saçlarını açar, yüzüne vurur, üzüntüsü nedeniyle ağlar, feryat ve figan ederken ölüm meleği şöyle der: ‘Bu korku nedeniyle size yazık olsun. Nedir bu endişe böyle? Siz­den herhangi birinize rızık getirirken veya ecelini getirirken mudaka emirle iş yaptım. Birinin canını kabz ederken, mudaka izinle ve emirle bunu yaptım. Ben size döneceğim, sonra tekrar döneceğim, tekrar dö­neceğim ta ki geride kimseyi bırakmayacağım.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Muhammed’in canını elinde tutana yemin ederim ki; onlar ölünün yerini görseler ve sözünü duysalardı, ölümden geçer ve canlan hakkında ağlarlardı.’ Ölü tabuta konulduğunda ruhu tabuttan dışarı doğru yükselir ve şöyle ağlar: ‘Ah ailem, evladım! Dünya benimle oy­nadığı gibi sizinle oynamasın. Ben helal veya haram bakmadan mallar kazandım, onu başkasına miras olarak bıraktım; keyfi onun, sıkıntısı benimdir. Zinhar, benim bu halime düşmekten sakının.’

Bir Zahidin Bazı Faydalar İçeren Tavsiyesi

Şibli’nin bir tavsiyesinde şöyle dediği aktardır: ‘Bütün kirleriyle be­raber dünyaya bakmak istersen, çöplüğe bakmalısın. Çünkü çöplük dünyadır. Nefsine bakmak istersen, bir avuç toprak al. Çünkü sen on­dan yaratıldın ve ona döneceksin. Üzerinde bulunduğun durumu gör­mek istersen tuvalete gittiğinde senden çıkanlara bak. Kimin hali böyle olursa, kendisi gibi birisine karşı büyüklenmesi veya böbürlenmesi caiz olmaz.’ Başka birisi şöyle demiştir: ‘Kimin himmeti karnının içine giren şey ise onun değeri de kendinden çıkan kadardır.’

İbrahim b. Ethem bir kardeşine şöyle mektup yazmış: ‘Rahman ve Rahim Allah Teâlâ’nın adıyla! Sana Allah Teâlâ’ya karşı takva sahibi olmanı tavsiye ederim. O’nun karşısında günah işlemek doğru değildir. O’ndan başka­sından bir şey umulmaz. Zenginliğe Allah Teâlâ’nın ihsanıyla ulaşılır. Müstağni olan izzetlidir, doyar, kanar; gözlerinin gördüğü dünya süsünden kalbi uzaklaşır, onları geride bırakır. Kuşkulu olanlardan uzak dur. Saf ve temiz olana razı ol. Dünyadan sana lazım olan, belini doğrultacak bir yiyecek ve avret mahallini örtecek elbisedir. Bulduğun da sert ve kaba giysi olsun. Vesselam!’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Âdemoğluna yetecek olan belini ayakta tutacak birkaç lokmadır.’ Ömer b. Abdülaziz’e halife­likten önce bir hediye geldiği aktarılır. Hediye üç bin dirhemhk bir şeymiş. Ömer hediyeyi beğenmiştir. Halifeliğinde ise satın alması için bir elbise gelmiş. Onu da üç dirheme almış ve şöyle demiştir: ‘Daha sert bir elbise isterim, bu pek yumuşaktır.’ Ey kardeşim! Böyle bir dav­ranış nerede, Allah Teâlâ’yı razı etmek nerede? Allah Teâlâ’nın kullarını böyle bir ida­reci idare etmelidir. İbnu’s-Semmak bir kardeşi dünyayı kendisine tavsif etmesini isteyince şöyle yazmıştır: ‘Allah Teâlâ dünyanın etrafını arzularla ku­şatmış, afetlerle doldurmuş, helalini haram ve kuşkulularla karıştırmış­tır. Dünyanın helali güzel, haramı cezadır.’

Komşuluk Hakkı Üzerinde Bir Tavsiye

Ebu Hafs Ömer b. Abdülmecid kendi rivayetinden olmak üzere, bize şöyle yazmıştır: ‘Allah Teâlâ Musa b. İmran’a nida ederek şöyle demiş: Sana yöneleni kınama, seninle komşuluk yapanla komşuluk yap.’ Şöyle demiştir: ‘Hz. Musa bir seyahatteyken yırtıcı bir kuşun bir güvercini kovaladığını görmüş. Güvercin de kendisini görünce, omzuna inerek oraya konmak istemiş. Diğer kuş da öteki omzuna konmuş. Yırtıcı kuş güvercine saldırmak isteyince, (kendisine engel olmak isteyen Hz. Mu­sa’ya) fasih bir dille şöyle bağırmış: ‘Ey İmran oğlu! Ben sana yönel­dim, sen de beni kovmadın. Benimle rızkım arasına girme.’ Güvercin ise şöyle demiş: ‘Ey İmran oğlu! Ben sana komşu olmak istedim, sen de kabul ettin.’ Hz. Musa şöyle demiş: ‘Ne kadar da hızlı imtihana tabi tu­tuldum.’ Ardından elini baldırına uzatmış, oradan bir parça kopararak yırtıcı kuşa yem olarak vermeye niyetlenmiş. Bu sayede (iki omzuna konmuş olan) kuşlar hakkındaki komşuluk hakkına riayet ve kendilerine vermiş olduğu güveni muhafaza etmek istemişti. Bunun üzerine kuş şöyle demiş: ‘Ey İmran oğlu! Ben Rabbinin sana göndermiş olduğu el­çisiyim. Rabbin vermiş olduğun sözü tutup tutmayacağını görmek is­temiştir.’

Ey dinleyici! Dinlemek faydalı değil

Dinlediğini yapmadığın sürece

Dünyadayken hayırdan aciz isen

Kıyamet günü bir şey yapmış olmazsın

İbnü’s-Semmak şöyle derdi: ‘Allah Teâlâ’nın sana vermeyi taahhüt ettiği rızıkla ilgilenip de farz kıldığı ameli ihmal etme. Bugün yarın mesul olacağın işlerle ilgilen, gereksiz işlerden uzak dur. Çünkü onların hesabı uzun sürer.’

Bildim ki en hayırlı bilgi en faydalısı

Benim rızkını bana nasılsa gelecek

Ben ona giderim, onu ararım bazen

Yerimde dursam bile rızık bana yine gelir

Kıyametin Yaklaştığının Alameti Hakkında Bir Tavsiye

Ali b. Ebu Talib şöyle demiştir: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e kıyametin ala­metleri sorulduğunda şöyle demiştir: İnsanların hakkı zayi ettiklerini, namazı öldürdüklerini, iftirayı çoğalttıklarını, yalanı helal saydıklarını, rüşvet aldıklarını, sağlam binalar yaptıklarını, zenginlere hürmet ettikle­rini, sefihleri çalıştırdıklarını, kan akıtmayı helal saydıklarını gördüğün­de kıyamet yaklaşmış demektir. Cahil onların nezdinde zarif alim, zayıf ve biçaredir. Zulüm övünç vesilesi, mescitler de yol haline gelmiştir. Şartlar çoğalır, Mushaflar süslenir, minareler yükselir, kalpler dinden uzaklaşır, şarap içilir, boşanmalar çoğalır, ansızın ölümler ve günahlar yayılır, iftira çoğalır, Allah Teâlâ’nın dışındaki şeylere yemin artar, güvensize emanet verilir, emin olan ihanet eder, kurdarın kalplerine koyun postu giydirilir. İşte bu durumda kıyamet kopar.’ Hadis, hasen-hadistir.

Müminlerin emiri el-Mansur bir gece uyuyorken korkuyla uyan­mış, sonra tekrar uykuya dönmüş, bir daha korkmuş bir halde uyanmış, sonra tekrar uykusuna dönmüş. Üçüncü kere aynı şekilde uyanınca, şöyle demiş: ‘Ey Rebi!’ Rebi şöyle demiştir: ‘Buyur, ey müminlerin emiri’ diye karşılık verdim. Emir şöyle demiş: ‘Uykumda garip bir şey­ler gördüm. Rebi ‘Allah Teâlâ beni sana feda etsin ne gördün?’ Şöyle demiş: ‘Biri bana doğru geldi ve anlamadığım bir şekilde nida etti. Korkuyla uyandım. Ardından uyudum, a şey tekrar bana bir şeyler söyledi, yine anlamadım. Tekrar uyandım. O şey bana bir şeyler söyledi ve bu kez anladım ve sözlerini ezberledim. O sözler şunlardı:

Ben sanki bu saraydayım ve ehli uykuya dalmış Ehli burayı terk etmiş, menzillerinden ayrılmış

Kavmin başkanı neşe halinden sonra Üzerine türbe inşa edilmiş bir kabre doğru gitmiş

Ey Rebi! Ölümüm yaklaşmış, ecelim gelmiştir. Rabbimden başka kimsem yoktur. Kalk, bana abdest aldır.’ Rebi der ki: ‘Söylenileni yap­tım. Halife kalkmış gusül abdesti almış, iki rekât namaz kılmış ve şöyle demişti: ‘Hacca gitmeye niyet ettim, hazırlıkları yapın.’ Beraber çıktık, Kufe’ye ulaştığımızda Necefe yerleşti. Birkaç gün orada kaldı, sonra yola çıkılmasını emretti. Vezirleri ve ordusu geldi, sarayda kaldım, bana şöyle dedi: ‘Rebi! Bana mutfaktan bir kömür parçası getir.’ Sonra bana ‘dışarı çık ve ben gelene kadar hayvanımla ilgilen’ dedi. Dışarı çıkıp bi­neğine binince, oraya döndüm. Duvara kömür parçasıyla bir şeyler yazdığını gördüm:

Kişi yaşasın ister                                                                                            :

Uzun hayat ona zarar vermez

Hayatın hazları biter

Sonra hayat acıya döner

Günler tasarruf eder artık

Hiçbir şey mutlu kılmaz onu

Ben helak olsam kaç kişi alay eder benimle

Kaç kişi der Allah Teâlâ razı olsun diye


En Değerli Yerde Bir Arifin İtirafı

Mutarrif ve Bekir b. Abdullah, Arafat’ta vakfe yapmış. Mutarrif şöyle demiş: ‘Allah Teâlâ’m bugün benim yüzümden onları reddetme.’ Bekir de şöyle demiş: ‘Bu vakfe yeri ne kadar aydınlık! Allah Teâlâ’m! Ben içlerin­de olmasaydım buradakileri razı ederdin.’ Fudayl başını göğe kaldırmış, sakalından tutmuş, kendinden geçecek şekilde ağlayarak şöyle demiş: ‘Bağışlasan bile karşında utanırız.’

Allah Teâlâ’dan Hayâ Hakkında Bir Uyan

Şeyh Abdurrahman İbn Üstad, İbn Bakuvî eş-Şirazi’nin kitabın­dan, o da Ebu’l-Edyan’dan aktararak şöyle demiştir: ‘Korkan tek bir adam gördüm. Vakfedeyken orada bir delikanlı vardı. İnsanlar aşağıya doğru iniyordu.’ Şöyle dedim: ‘Ey genç! Sen de ellerini dua etmek üze­re aç.’ Bana şöyle dedi: ‘Ardı yalnızlık ve vahşet!’ Ona ‘bugün günahla­rın affı günüdür’ dedim. Şöyle dedi: ‘Delikanlı elini açtı, elini açar aç­maz da öldü.’

Sadaka Hakkında Bir Tavsiye

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Bir dilenci ağzında lokma bulunan bir kadına gelmiş. Kadın ağzındaki lokmayı çıkarmış, dilenciye uzatmış. Kısa bir süre sonra kadına Allah Teâlâ bir oğlan çocuk ihsan etmiş. Bebek bi­raz büyümüşken bir kurt gelmiş ve çocuğu kapıp götürmüş. Kadın bir yandan kurdun izinden gidiyor bir yandan da ‘oğlum, oğlum’ diye fer­yat ediyordu. Allah Teâlâ bir meleğine şöyle emretmiş: ‘Kurda yetiş, çocuğu ağzından al ve annesine şöyle de: ‘Allah Teâlâ sana selam ediyor.’ Sonra da şöyle demesini emretmiş: ‘Bu senin (dilenciye verdiğin) lokmaya karşı­lık bir lokmadır.’

Zikir Meclislerine Katılmakla İlgili Tavsiye

Ammar b. Rahib şöyle demiş: Ölümünden sonra Miskine etTafaviyye’yi rüyamda gördüm. Şöyle dedim: ‘Ey Miskine! Merhaba!’ O da şöyle dedi. ‘Heyhat! Ey Ammar, miskinlik gitti de en büyük zengin­lik geldi.’ Ben de şöyle dedim: ‘Ne güzel!’ Kadın cevap verdi: ‘Cennetin mubah kılındığı birisine ne dersin ki? Orada dilediği yerde gölgelenir.’ Ammar şöyle demiş: ‘Neyin karşılığında’ diye sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Zikir meclislerine katılmak, Hakka karşı sabır karşılığında.’ Ammar şöyle demiş: O İsa b. Zadan’ın İble’deki meclisinde bizimle be­raber zikre katılırdı. Basra’dan gelir ve zikre katılırdı.’ Ammar şöyle demiştir: cEy yoksul kadın İsa b. Zadan -Allah Teâlâ kendisine merhamet ey­lesinne yaptı? Kadın gülmüş ve şöyle demiş:

İftihar libası girmiş, başında taç İbriklerle etrafında hizmetçiler

Sonra ‘Oku ve yüksel ey okuyucu’ denilmiş Tuttuğunuz oruç mübarek olsun

Vasiyet ve Nasihat

Bunu Bilad-ı Rum’un, Bilad-ı Yunan’ın sahibi ve Allah Teâlâ’nın emriyle Galip Sultan Keykavus’a 609 yılında bize yazdığı bir mektubuna ceva­ben yazdım, Rahman Rahim Allah Teâlâ’nın Adıyla:

Allah Teâlâ’nın emriyle galip sultanın mektubu -Allah Teâlâ onun adil saltanatını daim kılsınkendisine dua eden (manevi) babası Muhammed b. Ara­bi’ye ulaşmıştır. Vaktin imkân verdiği ve bir mektuba yazılabilecekler ölçüsünde iş bu mektuba dini konular ve ilahi (kaynaklı) siyasi konular­la ilgili bir takım tavsiyeleri içeren cevabî bir mektup yazmak gerekmiş­tir. (Umulur ki) aramızdaki perde kalkar ve bulaşma gerçekleşir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle dediği sahihtir: ‘Din nasihattir.’ Sahabe ‘kimin için nasihattir?’ diye sorduklarında ise, ‘Allah Teâlâ için, peygamberi için, mümin­lerin imamları ve avamı için’ diye cevap vermiştir. İşte sen de, hiç kuş­kusuz, müslümanların imamlarındansın! Allah Teâlâ bu görevi senin omuzla­rına yüklemiş, seni kendi beldelerinde vekil olarak yerleştirmiş, kulları hakkında uygun göreceği şekilde seni hüküm sahibi yapmıştır. Allah Teâlâ kulları arasında uygulayacağın doğru bir terazi ve mizan belirlemiş, sa­na açık bir kanıt göstermiştir. Allah Teâlâ’nın kullarını o doğru kanıta (Kur’an1 Kerîm) yönlendirir ve ona çağırırsın. Allah Teâlâ seni bu şarta binaen görev­lendirdi (yönetici yaptı) ve bu şarta binaen sana biat ettik. Binaenaleyh (bir hükümdar olarak) adil davranman, hem senin hem yönettiklerinin lehinedir. Buna mukabil zalim olmak, onların lehine iken (çünkü sab­rederler ve sevap kazanırlar) senin aleyhinedir. Yarın (kıyamet günü), müslümanların imamları arasında Allah Teâlâ’nın seni ‘insanların en hüsranlısı’ olarak izhar etmesinden zinhar sakın! O hüsrana uğrayanlar, ‘İyi yaptık­larını zannederken dünya hayatında yaptıkları boşa giden kimselerdir.’606 Sana verdiği yöneticilik ve hükümdarlık nimetine karşı Allah Teâlâ’ya şükrün; nimete nankörlük, günahları aleni yapmak, hükümdarlığının gücüyle zayıf halkına kötü davranmak olmasın. Unutma ki Allah Teâlâ, senden daha güçlüdür. (Ya da senin adına görevlilerin) insanlara bilgisizce ve kendi gayelerine göre hükmederler, sen ise bütün bunlardan yükümlü tutu­lursun. Dikkat et! Kuşkusuz Allah Teâlâ sana ihsanda bulunmuş, sana (Al lah’a) vekillik elbisesi giydirmiştir. Artık sen yaratıkları içinde Allah Teâlâ’nın vekili, yeryüzüne uzanmış gölgesisin. Öyleyse zalime karşı mazlûmun yanında ol. Allah Teâlâ’nın emirlerine karşı itaatsizlik edip zalim ve haddi aş­mış bir haldeyken, Allah Teâlâ’nın sana hükümranlık vermiş olması, ülkeleri senin için dümdüz etmesi ve sana amade kılması, sakın seni aldatmasın. Böyle niteliklere sahip iken Allah Teâlâ’nın sana öyle bir genişlik ihsan etmesi sadece bir mühlet vermesidir. Senin ile amellerinle baş başa kalman ara­sında kalan şey olarak sadece belirlenmiş ecelin sana ulaşması vardır. Takdir edilmiş ecelin gelince, sen de atalarının ve babalarının göçtüğü yere göç edeceksin. Artık orada pişman olanlardan olmayasın. Ahirette pişmanlık, faydasızdır.

İslam’a ve müslümanlara -ki onlar ne kadar da azdıren çetin gelen iş, şehirlerinin üzerinde çan sesinin, inançsızlık göstergelerinin ve kelime-i şirkin yükselmesi, müminlerin emiri Ömer b. Hattab’ın zimmet ehline getirdiği kısıdamaların kaldırılmasıdır. Hâlbuki söz konusu şart­lara göre onlar; kendi şehirlerinde ve civar şehirlerde yeni kiliseler, ma­nastırlar, keşişhaneler yapmayacak, yıkılanları tamir etmeyeceklerdi. Müslümanların üç gece kiliselerine yemekli konuk olmalarını engelle­meyecek, casusları himaye etmeyecek, müslümanlara hainlik yapmaya­cak (veya hainlik yapanları gizlemeyecek), çocuklarına Kur’an-ı Kerîm öğretmeyecek, şirki izhar etmeyecek, -eğer isterlerseakrabalarının İs­lam’a girmelerine engel olmayacaklardır. Bunun yanı sıra, Müslümanla­ra saygı gösterecek, oturmak istediklerinde kendilerine meclislerinde yer açacak; başlık, sarık takmak, nalın giymek veya saçları ayırmak gibi kılık kıyafederinde herhangi bir tarzda müslümanlara benzemeyecekler­dir. Müslümanların isimlerini kullanmayacaklar (kendilerine müslüman isimleri vermeyecekler), onların lakaplarını takmayacaklar, (bineklerin­de) semer kullanmayacak, kılıç taşımayacak ve herhangi bir silah taşı­mayacaklardır. Yüzüklerine (ve mühürlerine) Arapça (ifadeler) yazma­yacak, içki satmayacak, müslümanların yolunu kesmeyecek, ölülerini müslümanların (kabirlerine) yaklaştırmayacak, çanı kısık bir sesle çala­cak, kiliselerinde bir şey okurken müslümanların huzurunda seslerini yükseltmeyecek, koşarak çıkmayacaklar, cenazelerinde seslerini yük­seltmeyecek, onların ardından ağıt söylemeyecek, bir müslümanın (al­mak üzere) işaret koyduğu köleyi satın almayacaklardır. Getirilen kısıt­lamalardan herhangi birini ihlal ederlerse, artık onlar zimmet ehli (gü­ven altına alınmış kimseler) değillerdir. Bu durumda taşkınlık edenlerin ve asilerin (kanı ve canı) helal olduğu gibi onlarınki de müslümanlara helaldir. İşte bu adil imam Ömer b. Hattab’ın mektubudur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu aktarılmıştır: ‘İslam ülkelerinde bir kilise yapılmasın, yıkılan tamir edilmesin.’ Bu mektubu iyice düşün, onunla amel ettiğin sürece Allah Teâlâ’nın izniyle doğruya ulaşırsın. Vesselam!’ Sonra kendisi için yazdığım ve kendisine hitap ettiğim bir şiiri de ona gön­derdim:

Hidayeti yüceltir ve ona uyarsan Bu din için izzetli olursun adın gibi

Onu tezyif eder de yüceltmezsen

Bu kez Müzillü’d-din (dini zelil eden) olur adın, alçaltırsın onu Lakapları yalan yere üstünüze takmayın Toplanacağınız gün size bunlar sorulacak

îzzettin’e (dini aziz eden) denilecek, dini yücelttin mi sen?

Allah Teâlâ’nın dinine sizin verdiğiniz izzet sorulacak

Aziz din sizin de izzetinize şahitlik ederse Allah Teâlâ’nın diniyle beraber izzette çift olursun

Allah Teâlâ’nın dini ‘senin yönetiminde zelildim’ derse Ehli de meydanlarında sıkıntıdadır denilirse

Din devamla: ‘Onun otoritesinde zelil bir halde kaldım’ derse ‘Hâlbuki bana iyilik yaptığını zannediyordu’

Ey hükümdar! Din benim bu söylediğimi söylerse Nasıl savunacaksın kendini?

Bu söz karşısında gözyaşları sel olur Benim sözlerim nedeniyle gözyaşlarını akıtsın Mutlaka Allah Teâlâ’nın kapısını çal ve bekle Ki günahlarını bağışlasın, affetsin isterse Belki O’nun cömertliği fetihle müyesser olur Allah Teâlâ’nın affı düşmanı uzaklaştırmakla tezahür eder

Rabbim! Hepsine şefkat göster

İki hasım savaşmak için bir araya geldiğinde

Sen takva sahiplerinin imamı ve başkanısın Hidayet dininin gediklerini onardığın sürece

Fakat sizin işte bir vekiliniz var ki mülhit olmuş

Din ehlinin kanını döker, zarar verir onlara

Adın Galib iken nasıl olur da galip gelmezsin

Nakipleri takip ederken nasıl olur da izzetli kılmazsın

Ey hükümdar! Nasihatimi iyice anla

. Size söylediklerime uyun, onları dikkate alın

Vallahiben sizin için samimi bir öğütçüyüm

Üzerinizdeki örtüyü kaldırdım ve (hakikati) görün istedim

Hükümdar için her yönden celbederim

Dinden, dünyadan bilgileri ve faydaları

Allah Teâlâ tavsiyemdeki niyetim karşılığında beni ödüllendirsin. Allah Teâlâ’nın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun.

Salih Âlimlerden Bir Gruba Nispet Edilen Hikmetli Sözler

Az ile yetinen çoktan müstağni kalır. Dini sahih olanın inancı sahih olur. İnsanlardan müstağni olan iflas belasından kurtulur. Din en güçlü koruyucu, emniyet en yüce nimettir. Musibedere karşı sabır, en büyük ihsan ve vergidir. Yaşadığın sürece kesin inancın gölgesinde yaşa, bu sana yeter. Cimri nimetin harisi, varisliğin bekçisidir. Tamahkâr olan verayı yitirir. Haset bir kötülük, tamah ondan daha zararlıdır. Var olan­la yetinmek şerefli insanlar için çalışmaktan daha üstündür. Amellerin en üstünü şükrü gerektirendir. Amellerin en faydalısı, ardından ecir ge­len ameldir., Kudrete güvenmeyin, kudret yok olan bir gölgedir. Nime­te bel bağlamayın, nimet gidecek bir misafirdir. Kerim olan kişi eziyet­ten el çekendir. Güçlü olan arzusuna hakim olandır. Arzu bineğine bi­nen kişi körlüğe varır. Hakka karşı çıkan değersizleşir. Dinde gevşek olan zayıf olur. Mümin saygın ve asil iken münafık değersiz ve kötüdür. Hayâ ortadan kalkınca, bela yaygınlaşır. Herkes güven talep eder ve temennisinin gerçekleşmesini bekler. Faydasız ilim kullanılmayan ilaca benzer. Bilginin en iyisi amelle beraber olan, susmanın en güzeli ise bilgiden kaynaklanan susmadır. Cahile karşı gel selamete er, akıllıya ita­at et, ganimet e\de et. Şehvetine karşı sabreden kişi mürüvvette kemale erer. Hibelerle sevinen musibeder nedeniyle daralır. Dine bağlanan ki­şinin yardımı çetin olur. Hakkı izhar eden kahrı ortaya çıkartır. Kim baki kalmak isterse, eceli ve emeli kısalır.

Vasiyet bırakmadan geceleme! Bedeninle sağlıklı olsan bile ömrün tükenmektedir. Zaman haindir, olacak olan olacaktır. Nefsini sana hikmet kazandıracak düşünceden yoksun bırakma. Böyle bir düşünme sana masumiyet kazandırır. Mülkünü dinine hizmetçi kılana bütün sul­tanlar itaat eder. Dinini mülküne hizmetçi yapana da herkes tamahkâr olur. Kim doğruluk yolunu takip ederse, maksadına ulaşır. Kim afiyete bağlanırsa selamete erer. Kim nasihati kabul ederse ganimet bulur. Kalp doğru sözlü birisinden etkilenebilir.

Ahmed b. Mesud, İbn Şeddad el-Mukri, el-Musili Musul’da altı yüz bir senesinde bize aktarmıştır. Güvenilir bir ravi idi. Şöyle demiştir: Bize Ebu Cafer b. el-Kass aktarıp şöyle demiştir: Bize Yusuf b. Ebu’lKasım ed-Deyyar Bekri aktarıp şöyle demiştir: Bize Cemalu’l-Islam Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Kuraşi el-Hekkari aktararak şöyle demiş­tir: Bize Ebu’l-Hasan el-Kerhî aktararak şöyle demiştir: Bize Ebu’lAbbas Ahmed b. Muhammed b. el-Fadl en-Nihavendi aktararak şöyle demiştir: Şeyhim Cafer İbni Muhammed el-Huldi’nin şöyle dediğini işittim: Hicaz yolunda Cüneyd ile beraberdim. Tur-ı Sina dağına yak­laştık. Cüneyd dağa çıktı, biz de onunla beraber çıktik. Hz. Musa’nın vakfe yaptığı yerde konakladığımızda, üzerimize mekândan kaynakla­nan bir korku geldi. Yanımızda bir kaval vardı. Cüneyd -Allah Teâlâ kendi­sinden razı olsunona bir şeyler terennüm etmesini işaret etmiş, o da şöyle demiştir:

Heva şifa bulduktan sonra kendisi için ortaya çıktı Manalarını zayıflatan bir şimşek parladı Sanki örtünün kenarları gibi ortaya çıktı Rükünleri pek sağlam, çetin bir sığınak Ortaya çıktı ki baksın nasıl tecelli ettiğine, fakat O’na bakmaya takat getiremedi Ateş her yanım kuşattı Su da kirpiklerini doldurdu

Şöyle demiştir: ‘Cüneyd vecde geldi, biz de vecde geldik. Aramız­dan hiçbiri gökte mi yerde mi olduğumuzu bilmiyordu. Yakında bir manastır vardı ve orada bir rahip yaşıyordu. Rahip şöyle bağırdı: ‘Ey ümmet-i Muhammed! Bana cevap verin.’ Öyle güzel bir vakitteydik ki, kimse ona iltifat etmedi, ikinci keresinde hanif dini adına bizi çağırdı ve ‘bana icabet ediniz’ dedi. Kimse kulak vermedi. Üçüncü kez ‘taptığınız adına bana icabet edin’ dedi. Yine kimse cevap vermedi. Sema’ sona er­diğinde Cüneyd aşağıya inmeye niyetlendi. Biz de kendisine ‘Şu rahip bizi yeminle çağırdı, ona olumlu cevap vermedik’ dedik. Cüneyd şöyle dedi: ‘Yanına varalım, belki Allah Teâlâ bizim vesilemizle ona İslam’ı nasip eder.’ Rahibe bağırdık, yanımıza indi, bize selam verdi ve şöyle dedi: ‘Üstad olan hanginiz?’ Cüneyd cevap verdi: ‘Bunların hepsi efendi ve üstattır.’ Rahip şöyle dedi: ‘İçinizden birisinin en büyüğünüz olması gerekir.’ Oradakiler Cüneyd’i işaret edince rahip şöyle demiş: ‘Bana şu yaptığınız hakkında bilgi verin. Sizin dininizde bu yaptığınız özel mi­dir, genel midir?’ Cüneyd ‘özeldir’ dedi. Rahip şöyle dedi: ‘Özel insan­lara mı mahsustur, yoksa genele mi?’ Cüneyd ‘özel insanlara mahsustur’ dedi. Rahip şöyle demiş: ‘Hangi niyede bunu yapıyorsunuz?’ Cüneyd cevap verdi: ‘Allah Teâlâ ile sevinmek ve umudanmak niyetiyle yapıyoruz.’ Rahip sormuş: ‘Hangi niyede sema’ ediyorsunuz?’ Cüneyd cevap verdi: ‘Allah Teâlâ’dan duyma niyetiyle.’ Rahip sormuş: ‘Hangi niyede feryat edi­yorsunuz?’ Cüneyd şöyle dedi: ‘Kulluğun rububiyete icabet etmesi ni­yetiyle feryat ediyoruz. Allah Teâlâ ruhlara ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim de­miş, onlar da evet Rabbimizsin şahit olduk dediler.’607 Rahip sormuş: ‘Bu ses de nedir?’ Cüneyd: ‘Ezeli bir nidadır’ dedi. Rahip ‘Hangi niyede oturuyorsunuz?’ deyince, Cüneyd ‘Allah Teâlâ’dan korkmak niyetiyle oturu­yoruz’ diye cevap verdi. Rahip ‘doğru söyledin’ demiş.

Sonra rahip Cüneyd’e şöyle demiş: ‘Elini uzat, ben Allah Teâlâ’dan başka ilah olmadığına, O’nun ortağı olmadığına, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in O’nun kulu ve peygamberi olduğuna şahidik ederim.’ Rahip Müslüman ol­muş, iyi de Müslüman olmuştur. Cüneyd kendisine şöyle demiş: ‘Be­nim doğru söylediğimi nereden anladın?’ Şöyle demiş: ‘Ben Meryem oğlu Mesih’e indirilmiş Incil’de Muhammed ümmetinin özelliklerini okumuştum. Onlar hırka giyer, kırıntıları yer, bulduklarıyla yetinir, en iyi vakitlerini Allah Teâlâ ile geçirir, O’na hasret duyar, O’nun uğrunda vecde gelir, O’nu arzular ve O’ndan çekinirler.’ Rahip üç gün bizimle beraber Müslüman olarak yaşadı, sonra vefat etti.’

Muhammed b. Kasım b. Abdurrahman b. Abdulkerim et-Temimi el-Fasi, Fas şehrinde -zannederim beş yüz doksan dört senesindeşöyle demişti: ‘Dört hükümdar dört söz söylemiştir. Bu sözler aynı oktan atılmış gibidir. Kisra şöyle demiş: ‘Ben söylemediğim bir şeyi reddet­meye, söylediğimi reddetmeye göre daha güçlüyümdür.’ Hint hüküm­darı ise şöyle demiştir; ‘Bir söz söylediğimde, daha önce ben ona sahip iken, söyledikten sonra o bana sahip olur.’ Roma Kayzeri şöyle demiş­tir: ‘Bir şey söylemeyinceye kadar pişman olmam, sonra söylediğime pişman olurum.’ Çin hükümdarı şöyle demiş: ‘Söylenmiş sözün akıbe­tindeki pişmanlık, söylememek pişmanlığından daha çetindir.’ Şair şöy­le demiştir:

Yemin olsun ki zindana girmeye layık hiçbir şey bilmem Şımarık ve arsız bir dilden daha layık Öyle bir dil ki sana bir fayda vermez Çözülmez bir kilitle bağlamak lazım onu ağızda

Müminlerin annesi Hz. Aişe şöyle demiştir: ‘Güzel ahlak on tane­dir. Bunlar adamda olur, oğlunda olmaz; kölede olur, efendisinde bu­lunmaz: Doğru söz, insanlara karşı dürüsdük, isteyene vermek, sanatı ödüllendirmek, komşuya ikram etmek, arkadaşın hakkına riayet, akraba ilişkileri, misafire ikram, emaneti yerine getirmek. Bunların başı haya­dır.’ Başka birisi şöyle demiştir: ‘Sırrını gizlemen sana selamet, açıkla­man da pişmanlık getirir. Sırrı gizlemekteki sabır onu yaymak pişman­lığından ehvendir. Hikmetli bir sözde şöyle denilmiştir: ‘insan için ne kötü bir iştir; sahip olduğu hakkında hırsızlardan korkar, düşmanı bu­lur diye endişe eder ve elindekini gizler. Hâlbuki içindeki sırrı izhar ederek, düşmanın hem kendi nefsine hem kardeşine ulaşmasına imkân verir.’

Beş yüz doksan dokuz’da Mekke’de Abdüsselam b. Sariye adında Tunuslu bir adam komşu olmuştu. Yanında beş yüz doksan yedi sene­sinde Mısır’da ortaya çıkan kıtlıkta satın almış olduğu cariye vardı. Cariyeye şöyle dedi: ‘Ey cariye! Sana iki şey tavsiye edeyim; sırrı sakla ve emaneti koru.’ Cariye şöyle dedi: ‘Buna ihtiyacın yok. Ben şunu bili­rim: Bir insan güvenilir birisiyse, insanları mallarına ortak eder; sırrı koruyan biri ise onlara akıllarında ortak olur.’ Adam cevabı beğenmiş, kendisine soru sormuş ye onu serbest bırakmıştır. Onun halini soruş­turmuş; meğerse cariye hür bir kadın imiş, Mısır’daki kıtlık sebebiyle köle olarak satılmış. Bunun üzerine kendisini azat etmiş, o da annesinin ve kardeşlerinin yanına dönmüştür.

Muaviye (r.a.) şöyle demiştir: ‘Sırrımı birisine ifşa etsem şiddetli bir pişmanlık ve üzüntü ardından gelir. Onu içimde tutarsam, bana bir öğüt, şeref ve yükseklik kazandırır.’ Bunun üzerine kendisine sorulmuş: ‘İbnu’l-As’a bile mi?’ Muaviye şöyle demiş: ‘Ona da.’ Amr İbnü’l-As Muaviye’nin düşünce arkadaşı, istişare ettiği kişi ve veziriydi. Şöyle derdi: ‘Düşmanından gizlediğin bir şeyi arkadaşına da gösterme.’ Allah Teâlâ en iyisini bilir de, burada Muaviye bu sözüyle Amr İbnü’l-As’ı kastet­miş olmalıdır. Ebu Bekir Muhammed b. Halef b. Sâf el-Lahmî -ki kı­raat ilmindeki hocamdırİşbiliye’deki Kavsu’l-huneyye’deki mescidin­deki toplantılarda çoğunlukla bize şu mısraları okur ve bize şu tavsiyede bulunurdu:

Düşmanından bir kere uzak dur Dostundan bin kere

Belki dostun uzak kalır                                       ,

Zararı daha iyi bilirsin

Amcam genellikle şu şiiri okurdu:

Zaman geçiyor, ömür geçiyor Zaman nahoş işleri getiriyor Nefes azalıyor, üzüntü artıyor Dünya nida ediyor, hür yoktur diye

Vasiyet Hakkında Nübüvvet Mirasından Gelen Bir Tavsiye

Sırrını gizleyen kişinin elinde iradesi olur. Nefsini töhmete maruz bırakan kişi kendi hakkındaki suizandan dolayı kimseyi kınamasın. Kardeşinin işini en güzel şekilde yap. Ondan çıkan kelimeyi kötü kabul etme. Senin hakkında Allah Teâlâ’ya asi olan birine karşı yapabileceğin en iyi şey, oriun hakkında Allah Teâlâ’ya itaatkâr olmaktır. Sana doğru kardeşler la­zımdır. Çünkü onlar rahatlık vaktinde bir ziynet iken bela vaktinde de koruyucudurlar.

Tavsiye İçerikli Bir Hikâye

Ebu’l-Kasım el-Becayî, Merakeş şehrinde Ebu Abdullah elGazal’den bize aktarmıştır. O, Meriyye’de Ebu Medyen’in akranların­dan arif bir zattı. Aynı zamanda Tunus’ta Ebu Abdullah el-Hevazî, Ebu Ya’zi, Ebu Şuayb es-Sariye, Ebu’l-Fazl el-Yqkerî, Ebu’n-Neca ile akran idi. Ebu Abdullah el-Gazal şöyle demiştir: ‘Şeyhimiz Ebu’l-Abbas b. elArif es-Sünhacî’nin meclisine bir adam gelirdi. Adam konuşmaz, soru sormaz, cemaatten herhangi birisiyle arkadaşlık etmezdi. Şeyh konuş­masını tamamlayınca, çıkardı ve artık onu sadece mecliste görebilirdik. Onun hakkında içime bir şey düştü ve kendisinden korku duymaya baş­ladım. Bunun ardından kendisiyle tanışmak, nerede yaşadığını öğren­mek istedim. Şeyhimizin meclisi dağıldıktan sonra bir yatsı vakti beni fark etmeden kendisini takip ettim. Şehrin bir mahallesine gelince, bir anda havadan kendisine bir adam eğildi ve elindeki ekmeği ona doğru uzattı. Adam da ekmeği aldı. Ekmeği getiren kişi ayrıldı ve gitti. Ben de ardından kendisine yetiştim ve kendisine selam vererek ‘Allah Teâlâ’nın selamı üzerine olsun!’ dedim. Beni tanıdı ve selamımı aldı. Kendisine ekmek uzatmış adamı sordum. Durdu ve benim, o fark etmeden sürekli onu takip ettiğimi anlayınca şöyle dedi: ‘O rızık meleğidir. Yeryüzünün ne­resinde bulunursam bulunayım her gün bana gelir, benim için takdir edilmiş olan rabbimin rızkını ulaştırır. Cenab-ı Hakk bana bu yola ilk gi­rip sülûke başladığımda böyle bir lütufta bulundu. Nafakam tükenip hiçbir şeysiz kaldığımda, havadan üzerime böyle bir şey düşer ve muh­taç olduğum besini satın alacağım miktarda bir şey gelir, ben de ondan infakta bulunurum. Bittiğinde ise bunun bir benzeri Allah Teâlâ katından ba­na geldi. Fakat ben o şahsı görmem. Allah Teâlâ İmran kızı Meryem hakkın­da şöyle demiştir: ‘Zekeriya mihraba her girişinde onun yanında rızık bulmuştur. ‘Meryem bu rızık neredendir?’ demiştir. O da ‘Allah Teâlâ katındandır’ demiştir.’608               -

Nimeti Selbetmede Hürmeti Anlatan Bir Hikâye

Ziyad b. Ebu Ümeyye, Hîre’den geçiyordu. Bir manastır görmüş. Hizmetçisine ‘kimindir?’ diye sormuş. O da ‘Harka binti Numan b. elMünzir’in’ demiştir. Bunun üzerine Ziyad ‘Bizi ona götür ki sözlerini dinleyelim’ demiş. Kadın gelmiş, kapının ardında durmuş, hizmetçi kendisiyle konuşmuş ve şöyle demiştir: ‘Hükümdar ile konuşur mu­sun?’ Kadın ‘veciz mi uzun mu?’ demiş. ‘Veciz’ diye cevap vermiş. Ka­dın şöyle demiş: ‘Biz bir hane halkı idik. Güneş bizim üzeremize do­ğardı. Yeryüzünde bizden daha izzetli kimse yoktu. O güneş batmadan düşmanlarımıza merhamet ederdik. Bunun üzerine kadına bir miktar buğday verilmesini emredince kadın şöyle demiş: ‘Acıkmış-doymuş bir elle seni doyurdum, yoksa doymuş-acıkmış elle seni doyurmadım.’ Ziyad onun sözleriyle memnun olmuş. Şair şöyle der: ‘Bu sözün yazıl­ması tedris edilmez. Yani onu şiir olarak ifade edemem.’ Ardından şöyle demiştir:

Hayrı ehline sormalısın da Onu henüz tatmış bir gence sorma

Bizim de bu anlamda bir şiirimiz vardır:

Soracaksan hayrı ehline sormalısın Yeni yetme zengine sorma sakın

Çünkü aç bir el cimridir

Eline geçeni isteyene vermede cimridir

Hata ederse çok eder, başa kakar

Gün gelir onu bomboş bir toprak olarak bulur

Tok eİ ise bulduğunu cömertçe verir

Gönül hoşluğuyla verir, sevinçte ve ikbalde

Hikmetli bir sözde denilmiştir ki, cömertliğin ödülü muhabbet, dostluk ve mükâfattır. Cimriliğin karşılığı ise mahrumiyet, telef olmak ve kınanmaktır. Filozof, İskender’e şöyle yazmıştır: ‘Bilmelisin ki gün­ler her şeyin üzerinden geçer, onları geride bırakır ve izlerini yaratır, fi­illeri öldürür. Bunun tek istisnası insanların kalplerine yerleşmiş olan­lardır. Onların kalplerine ebedi bir sevgi yerleştir ki, senin adın, asil fiil­lerin ve kıymedi eserlerin o kalplerle birlikte sürekli zikredilsin.’ İşbiliye’de iken Kurtuba’dan Sebtî diye tanınan bir şair zat bize gelmiş­ti. Allah Teâlâ kendisinden razı olsun, divanı olan bir şeyh ve arif idi. Yanı­mızda da edip, zeki ve mahir biri olan Zekeriya b. Sinan vardı. Sebtî’nin konaklayacağı bir yer yoktu. Bunun üzerine divan sahibine şöyle yazmıştı:

Firezdak ve Kümît ile bir araya gelirim Hayâ kaydında es-Sebtî’nin şiiri vardır  İnsanlar o iki şairin şiirleriyle beni kıyas ederler Bilmezler ki, ölüyü diriyle mukayese ediyorlar Beni yüksek bir eve yerleştireceksen şayet . Sen de benim övgü dolu bin beytime (ev) yerleş

Bunun üzerine divan sahibi bir ev ayarladı, kendisinden özür diledi ve ona yardımda bulundu. Savaşmak için gelmiş olan bir öndere şöyle denilmiş: ‘Kendisiyle yâd edileceğin bir söz söyle.’ O da şöyle demiş: ‘Hangi sözü söyleyeyim. Söz çok! İyi bir söz olsun istersen, bunu yap.’

Biz de şu dizeleri söylemiştik:

-             Bütün insanlar aslında birer söz

O söz duyulan en güzel söz olsun bari                         .

BÖLÜMÜN SONU

Kitabın Sonu

Bazı İstiâze (Allah Teâlâ’ya Sığınma) İfadeleri ve Bilinen Dualar

Sıkıntı halinde şu dua okunur: ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, Allah Teâlâ Azim ve halim’dir. Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, yüce Arş’ın sahibidir. Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur, göklerin ve yerin rabbi, kerim Arş’ın sahi­bidir.’ Camiye girerken şu dua okunur: ‘Allah Teâlâ’m! Bize rahmetinin ka­pılarını aç.’ Camiden çıkarken şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’m! Biz senin ihsa­nından istiyoruz.’ Helâya girerken şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’m! Kirden ve pisliklerden sana sığınırız.’ Başka bir rivayette şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’m! Habislikten, taşlanmış şeytandan ve kirlerden sana sığınırım.’ Heladan çıkarken ‘Mağfiret eyle’ denilir. Cinsel ilişki esnasında şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’m! Şeytanı bizden ve bu ilişkiden doğacak çocuktan uzaklaştır.’ Yemek bittiğinde şöyle denilir: ‘Hamd Allah Teâlâ’ya aittir. Çok, temiz, berekedi hamdler O’na olsun.’ Hapşıran için şöyle denilir: ‘Çok ve temiz hamd Allah Teâlâ’yadır. Rabbimizin sevdiği ve razı olduğu mübarek hamd O’na aittir.’ Uyumak için insan yatağına uzanırken şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’m! Ben kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım. Senden korktum ve seni arzu­ladım. Senden başka sığınak ve kurtuluş yeri yoktur. Senin indirdiğin kitabına, gönderdiğin peygamberine iman ettim. Allah Teâlâ’m! Senin adınla yaşarım, senin isminle ölürüm. Rabbim! Seni tenzih ederim. Başımı ya­tağa koyuyorum, senin için onu kaldıracağım. Canımı muhafaza eder­sen, ona mağfiret eyle. Canımı alırsan Salih kullarını koruduğun ve sa­kındığın gibi benim canımı da sakın.’ Uykudan uyanırken şöyle dua edilir: ‘Bizi öldürdükten sonra hayat veren Allah Teâlâ’ya hamd olsun. Dönüş de O’nadır.’ Uyurken rabbinle karşılaşmak için niyet etmelisin. Rabbinle karşılaşmak kendisine bulunduğu için uykuyu da sevmelisin. Nitekim Rabbinle karşılaşmanın kendisinde gerçekleşeceği ölümü de seversin. Kim Allah Teâlâ ile karşılaşmayı severse Allah Teâlâ da onunla karşılaşmayı sever. Kim Allah Teâlâ ile karşılaşmaktan hoşlanmazsa, Allah Teâlâ da onunla karşılaş­maktan hoşlanmaz. ‘Allah Teâlâ ölüm esnasında canları alandır, ölmemiş olan­ların canlarını da uykularında alır, ötekilerini de belirli bir süreye kadar bırakır.’609 Bu itibarla uyku küçük ölüm demektir. Ölümden sonra inti­kal edilen yerle uykuda intikal edilen yer aynıdır. Başka bir ifadeyle mertebe aynı mertebedir ki, o da berzah mertebesidir. İşin sureti de ay­nıdır. Uyanmak kıyamet günü dirilmek gibidir. Allah Teâlâ dünyada uykuyu ve kendisinde görülen rüyaları ehli için yaratmıştır. Onun ardından uyanma gerçekleşir. Bütün bunlar ölüm için verilmiş bir misaldir. Ora­da görülenler rüyanın bir benzeriyken diriliş de uyanmanın benzeridir. O halde yataklardan kalkmak kabirlerden kalkmakla birdir.

Sabah vaktinde şöyle denilir: ‘Sabahladık ve mülk Allah Teâlâ’ya aittir. Hamd tek olan Allah Teâlâ’ya aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Birdir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O her şeye kadirdir. Allah Teâlâ’m! Bu günün ve bundan sonraki günün bütün hayırlarını senden isterim. Bu günün ve sonraki günün bütün şerlerinden sana sığınırım.’ Akşamleyin şöyle denilir: ‘Akşamladık ve mülk Allah Teâlâ’ya aittir. Hamd tek olan Allah Teâlâ’ya aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Birdir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O her şeye kadirdir. Allah Teâlâ’m! Bu gecenin ve sonraki gecenin bütün hayırlarını senden isterim. Bu gece­nin ve sonraki gecenin bütün şerlerinden de sana sığınırım.’ Her mec­listen kalkılırken şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’m seni tenzih ederim, sana senin hamdinle hamd ederim. Senden başka ilah yoktur, senden istiğfar dile­rim, sana tövbe ederim.’ Meclislerin sonunda şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’m! Bize hayır işittirdin, hayra muttali kıldın, bizi afıyede rızıklandırdın. Bi­zim için bu hali daimi kıl, kalplerimizi takva üzerinde topla, senin sev­diğin ve razı olduğun işleri yapmamızı nasip eyle. ‘Rabbimiz! Unutur ve­ya hata edersek bizi cezalandırma. Rabbimiz! Bize öncekilere olduğu gibi ağir yük yükleme. Rabbimiz! Bize taşıyamayacağımız bir yük yükleme. Bizi affeyle, bize mağfiret eyle, bize merhamet eyle. Sen bizim Mevlamızsın, bize kâfir kavme karşı yardım eyle.’610 Ben bu duayı rüyamda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den işittim. Okuyucu kendisine Sahih-i Buhari’yi okuduktan sonra bu duayı okumuştu. Rüyayı beş yüz doksan dokuz senesinde Mekke’de Ecyad kapısı ile Haruze kapısı arasında görmüştüm. Buhari kitabını okuyan ise salih adam Muhammed b. Halid es-Sadefı et-Tilimsani’ydi. O aynı zamanda bize Ebu Hamid el-Gazali’nin İhya isimli kitabını bize okumuştu. Aynı rüyada Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e bir lafızla üç talak boşamanın hükmünü sormuştum. Bu tarz boşama kocanın ‘sen benden üç talakla boşsun’ demesidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bana şöyle demişti: ‘O üç talak sayı­lır. Başka birisiyle evlenmeden kendisine helal olmaz.’ Ben de kendisine şöyle diyordum: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Bilgi ehli olan bir kavim bu­nu tek talak saymışlardır.’ Bunun üzerine şöyle demiştir: ‘Onlar kendi­lerine ulaşan rivayetle hüküm vermişler ve isabet etmişlerdir. ‘Bu ifade­den bütün müçtehitlerin hükümlerini onaylamak gerektiğini anladım. Her müçtehit isabet eder. Ben de kendisine şöyle demiştim: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Ben bu meselede sana fetva sorulsaydı nasıl hüküm vereceğini öğrenmek istiyorum.. Veya senden böyle bir iş gerçekleşsey­di, ne yapardın?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘Üç talak olur.’ Sonra şu ayeti okumuştur: ‘Başka biriyle evleninceye kadar kendisine helal ol­maz611 Arkadan bir adamın gelerek sesini yükselttiğini ve saygısız bir üslupla Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e hitap ederek şöyle dediğini gördüm: ‘Biz bu lafızla üç kere boşamanın gerçekleştiğini veya senin tasvibinle bunun gerçekleştiğini veya bir lafızla üç talakla boşamayı tek boşama sayanla­rın hükmünü onaylamanı kabul etmeyiz.’ Bu sözler üzerine Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in yüzü celallendi ve kızardı. Konuşana kızdı ve sesini yükselte­rek ‘üç talaktır1 dedi, sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: ‘Başka biriyle evle­ninceye kadar kendisine helal olmaz612 Siz (bu hükmü kabul etmezseniz) cinsel ilişkiyi helal kılmış olursunuz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bu sözleri öyle yüksek sesle söylüyordu ki, tavafta bulunanlar kendisini işitiyordu. O konuşan kişi ise erimiş, silinmiş ve neredeyse kendisinden yeryüzünde hiçbir şey kalmamıştı. Ben kendisine Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’i böyle öfkelendi­ren kişinin kim olduğunu sordum. Bana şöyle denildi: ‘O İblis’tir, Allah Teâlâ kendisine lanet etsin.’ Rüyadan uyandım. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’i aynı sene yine bir rüyada gördüm. Ben kendisine şöyle diyordum: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Peygamberi! Allah Teâlâ kitabında ‘Boşananlar üç ay beklerler613 demektedir. Ayette geçen ‘kurû’ kelimesinin tekili olan ‘kar’ Araplara göre zıt anlam­lı kelimelerden birisidir. Onlar bu kelimeyi hayız anlamında kullandık­ları gibi temizlenme anlamında da kullanırlar. Sen Allah Teâlâ’nın sana indir­diğini en iyi bilensin. Allah Teâlâ burada neyi kastetmiştir; hayız mı temiz­lenme mi?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bana cevap olarak şöyle demişti: ‘Kurû’ dö­nemleri bitince, üzerlerine su döksünler (gusül abdesti alsınlar) ve Allah Teâlâ’nın size rızık olarak verdiği şeylerden yiyiniz.’ Ben de şöyle dedim: ‘O zaman ayette kastedilen hayızdır.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle dedi: ‘Kurû’ dönemleri bitince, üzerlerine su döksünler (gusül abdesti alsınlar) ve Allah Teâlâ’nın size rızık olarak verdiği şeylerden yiyiniz.’ Ben de şöyle dedim: ‘O zaman ayette kastedilen hayızdır.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle dedi: ‘Kurû’ dönemleri bitince, üzerlerine su döksünler (gusül abdesti alsınlar) ve Allah Teâlâ’nın size rızık olarak verdiği şeylerden yiyiniz.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bu sözü üç kere tekrarladı ve ben de uykudan uyandım.’

Tekrar konumuz olan dua meselesine dönersek, şöyle deriz: ‘Allah Teâlâ’m! Benim hatalarımı, cehaletimi, işimdeki aşırılığımı, senin benden bildiklerini bağışla. el-Mukaddim ve el-Muahhir sensin. Sen her şeye kadirsin. Allah Teâlâ’m! Benim işimin korunmuşluğu demek olan dinimi be­nim adıma ıslah eyle. Maişetimin kendisinde bulunduğu dünyayı benim için ıslah eyle. Kendisine varacağım ahiretimi benim için ıslah eyle. Allah Teâlâ’m! Hayatı benim için bütün hayırların ilavesi kıl. Ölümü ise bütün kötülüklerden benim için rahatlık vesilesi kıl. Allah Teâlâ’m! Senden hidayet, takva, iffet, zenginlik ve razı olacağın amelleri istiyorum. Allah Teâlâ’m! Nef­sime takvayı göster. Onu sen temizle, Sen temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen onun velisi ve Mevla’sısın. Allah Teâlâ’m! Kabir fitnesinden, ateşin azabından ve fitnesinden, kabir azabından, zenginliğin fitnesinden, fa­kirlik fitnesinden sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Mesih Deccal’in fitnesinden sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, korku­dan, cimrilikten, ileri derecedeki yaşlılıktan, ölülerin ve dirilerin fitne­sinden sanai sığınırım. Allah Teâlâ’m! Kötü kazadan, düşmanların bana gül­mesinden, bedbahtlığa ulaşmaktan sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Kaygı ve hüzünden, borçtan, adamların baskın gelmesinden sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Fakirlikten azlıktan sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Nimetinin zail ol­masından, intikamının ansızın gelmesinden, her türlü gazabından sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Bölünmekten, iki yüzlülükten, kötü ahlaktan sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Açlıktan sana sığınırım. Açlık ne kötü döşektir. Ha­inlikten sana sığınırım. Hainlik ne kötü arkadaştır. Allah Teâlâ’m! Hastalık­tan, delirmekten, cüzzamdan, kötü hastalıklardan sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Kötü arkadaştan ve görünen ve görünmeyen kötülüklerinden sana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Senin azabından rızana, cezalandırmandan bağışlamana sığınırım. Allah Teâlâ’m! Senden sana sığınırım. Sana layık öv­güleri ben sayamam. Sen kendini nasıl övmüşsen öylesin. Senden başka ilah yoktur. Senden mağfiret dilerim. Allah Teâlâ’m! Rabbimizsin, sana dö­neriz. Allah Teâlâ’m! Senden neyi ister ve hangi hususta dilekte bulunursam, onların hepsini anne ve babam için de isterim. Bana, aileme, akrabama, komşularıma, merhamet eyle, benim beraber olduğum Müslümanlara, beni tanıyan veya adımı duyan veya beni tanımayan bütün Müslüman­lara merhamet eyle. Onların anne ve babalarına, çocuklarına, kardeşle­rine, eşlerine, aşiretlerine, yakın akrabalarına merhamet eyle. Erkekkadın müminlere, erkek ve kadın Müslümanlara, dirilerine ve ölülerine merhamet eyle. Benim hakkımda hayır zanda bulunan veya bulunma­yanlara merhamet eyle. Allah Teâlâ’m! Sen hayırları verensin, zararları uzaklaştıransın. Sen her şeye kadir olansın.

Allah Teâlâ’m! Ben malımı, şerefimi ve kanımı senin kullarına tasadduk ettim. Bu hususlarda ne dünyada ne ahirette kendilerinden hiçbir Hakk talep etmem. Buna şahit olan Şensin. Allah Teâlâ’m! İbrahim’e ve onun aile­sine salât ve selam ettiğin üzere ve bereket ihsan ettiğin gibi Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’e ve onun ailesine salât ve selam eyle, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’e ve onun ailesine bereket ihsan eyle. Sen Hamid ve Mecid’sin. Ona vesile makamını, üstün fazilet ve derece ihsan eyle. Kendisine vadettiğin makam-ı mahmud’u nasip eyle. Sen verdiğin sözden caymazsın. Bizden ve ümmetinden dolayı kendisine hayır ihsan eyle. Kuşkusuz o tebliğ etmiş, nasihat etmiş, bu hususta bütün gayretini harcamış, eksik bırakmamış­tır. ‘Rabbim! Burayı güvenli bir şehir kıl, ehlini meyvelerden rızıklandır.,6U ‘Rabbimiz! Bizden kabul eyle, sen es-Semi’ ve el-Alim’sin.’615 ‘Tövbemizi ka­bul eyle, sen et-Tevvab ve er-Rahim’sin.’616 ‘Rabbimiz! Bizi sana teslim olan­lar eyle, zürriyetimizden sana teslim olanlar yarat. Bize haccın menasikini göster.’617 Rabbimiz! Bize peygamberinin içimizden olan varisini gön­der, bize senin kitaplarını okusun, bize kitabı hikmeti öğretsin, bizi tez­kiye etsin. ‘Sen Aziz ve Hakim’sin.’618 ‘Rabbimiz! Bize dünyada ve ahirette iyilik ver, bizi ateşin azabından koru.’619 ‘Rabbimiz! Üzerimize sabır gön­der, ayaklarımızı sabit kıl, bize kâfir kavme karşı yardım eyle.’620 ‘Rabbi­miz, bizi bağışla, dönüş sanadır.’621 ‘Rabbimiz! Bize hidayet etikten sonra kalplerimizi kaydırma, bize kendi katından rahmet ver, sen Vehhab’sın.’622 ‘Rabbimiz! Bize ve peygamberlerine vadettiklerini ver, bizi kıyamet günü mahzun etme. Sen verdiğin sözü bozmazsın.’623 Rabbimiz! Bize vadettiğin ve senin için kolay olan şeyi bize ver. Bize rabbimiz yeter, ne güzel ve­kildir O. ‘Rabbimiz! Bunu bâtıl olarak yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru.’624 ‘Rabbimiz! Sen birisini ateşe sokarsan onu hüs­rana uğratmış olursun. Zalimlerin bir yardımcısı yoktur.’625 Allah Teâlâ’m! Bizi onlardan etme. ‘Rabbimiz! Biz imana çağırıp rabbinize iman edin diyen bir nidacıyı duyduk ve iman ettik.’626 Onu tasdik ettik, duyduk, senin nasip etmiş olduğunla kendisine itaat ettik. ‘Rabbimiz! Bizim günahlarımıza mağfiret eyle, bizim günahlarımızı ört, bizi ebrar ile birlikte öldür.’627 ‘Rab­bimiz! Biz nefislerimize zulmettik, bize mağfiret etmez ve merhamet etmez­sen, hüsrana uğrayanlardan oluruz.’628 ‘Rabbimiz! Bize mağfiret eyle, imanda bizi geçmiş olan kardeşlerimizi de bağışla, kalplerimizde iman edenlere yönelik kin bırakma.’629 Rahmetinle bizi salih kullarının arasına sok. ‘Rabbimiz! Sen bizim velimizsin, bize mağfiret eyle, sen mağfiret eden­lerin en hayırlısısın. Bize bu dünyada iyilik ve ahirette iyilik yaz. Biz sadece sana yöneldik.’630 ‘Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve tâbi olduk.’ Yani getirdiği vahye iman ederek. ‘Bizi şahitlerle beraber yaz.’631Rabbim! Bu şehri emin belde eyle, beni ve ailemi putlara tapmaktan uzak tut.’632 ‘Rab­bimizj Namaz kılsınlar diye... artık onların kalpleri kendilerine yönelsin, onları meyvelerden rızıklandır, belki şükrederler.’633Allah Teâlâ’m! Sen benim ne gizlediğimi neyi açıktan yaptığımı bilirsin. Ne gökte ve ne yerde Allah Teâlâ’ya hiçbir şey gizli kalmaz.’634 Hamd Allah Teâlâ’yadır. ‘Rabbim! Beni namaz kılan­lardan eyle, zürriyetimden gelenleri de...’635 ‘Rabbimiz! Duamı kabul ey­le?636 ‘Rabbimiz! Bana, anne ve babama, müminlere hesap günü mağfiret eyle.’637 Rabbim! Beni küçükken terbiye ettikleri gibi anne ve babama merhamet eyle. ‘Rabbim! Bende zayıflık arttı, saçlarım beyazladı, rabbim senin çağrına karşı da itaatsiz olmadım.’638 Rabbim! Beni razı oldukla­rından eyle. ‘Rabbim! Bana zarar temas etti, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.’639 ‘Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben za­limlerden oldum.’640 ‘Rabbim! Beni yalnız bırakma, sen varislerin en hayırItsısm.’641 ‘Rabbim! Ben kavmimi gece ve gündüz davet ettim.’642 ‘Rabbim! Beni ve anne-babamı bağışla, mümin erkek ve kadınları da bağışla, evime mümin olarak girenleri de bağışla.’643

Allah Teâlâ’m! Kalplerimizin gemini kendine doğru çek, bütün işlerinde sana tevekkül edenlerden eyle bizi. Senin nezdinde ve ellerinde olan rahmet bizi kuşatsın. Bizi hidayete eren ve hidayete vesile olanlardan eyle; bizi dalalete düşen ve düşürenlerden eyleme.

Bu bölüm en veciz ve özet şekilde yazarının eliyle kitabın sona er­mesiyle sona ermiştir. Bu nüsha elimdeki ikinci nüshadır. Kitabın sonu olan bölüm ise altı yüz otuz altı senesi, Rebiu’l-evvel ayının yirmi dör­düncü günü Çarşamba sabahı erken vakitte tamamlanmıştır. Yazar Muhammed b. Ali b. Muhammed İbnü’l-Arabî et-Tai el-Hatemî kendi hattıyla onu yazmıştır. Allah Teâlâ kendisini razı olduğu işlere ulaştırsın.

Bu nüsha otuz yedi cilttir. Bu nüshada ilk nüshaya göre bazı ilave­ler vardır ki, birinci nüshayı oğlum Muhammed el-Kebir’e vakfettim. Onun annesi Fatıma b. Yunus b. Yusuftur -ki Haremeyn’in emiridir-. Allah Teâlâ kendisini muvaffak eylesin. Ayrıca o nüshayı onun evlatlarına, doğuda, batıda, karada ve denizde bütün müminlere vakfettim. Allah Teâlâ peygamberlerin sonuncusu efendimiz Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’e ve onun aile­sine ve bütün arkadaşlarına salât ve selam eylesin.


 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar