ŞARKILAR KİTABI / Heinrich Heine
Dilimize
Çeviren: Behçet NECATİGİL
Hayatı ve Eserleri Üzerine Notlar
Dünyaca
tanınmış Alman şairi Heinrich Heine, bir musevi tüccarın oğlu. 13 aralık
1797’de doğduğu Düsseldorf’ta lise öğrenimini tamamladı;
on dokuz yaşında, amcasının Hamburg’daki
bankasında çalışmaya başladı. Bu amca, iki sene sonra ona bir manifatura
ticarethanesi açıverdiyse de Heine’nin ticaret hayatı ancak bir yıl kadar
sürdü. Delikanlı, amcasının kızı Amalie’ye tutuldu. Karşılıksız, mutsuz bir
aşktı bu;
ve genç Heine’ye içli şiirler yazdırmakla
kaldı.
Şair,
gene amcasının yardımıyla bu kez Bonn’da hukuk öğrenimine başladı. Tarih ve
felsefe profesörü, şair Arndt (1769/1860) ile gene profesör ve şair August
Wilhelm Schlegel (1767 1845)’in derslerine devam etti. 1821 nisanıyla 1823
mayısı arasında öğrenimini Berlin’de sürdürdü ama şimdi, hukuktan çok felsefe
ve edebiyata vermişti kendini. Ünlü filozof Hegel (1770/1831)’e
öğrencilik
yaptığı Berlin’de Fouque, Chamisso, E.T.A. Hoffmann ve Grabbe gibi
edebiyatçılarla tanıştı. İlk şiir kitabının yayımlanması gene bu yıllara raslar
(1822). Rahel Varnhagen’in salonundaki toplantılara da katılan şair, 1823
mayısında Lüneberg’e annesinin babasının yanına döner;
Cuxhaven, Helgoland ve Hamburg’a gider.
1824
ocağında Göttingen’dedir. O yılın eylülünde yaya olarak Harz dağları gezisine
çıkar, Thüringen’e uzanır, şair Goethe’ye uğrar. 1825 mayısında Göttingen’de
hukuk imtihanlarını verir. Diploması, hıristiyan olmadıkça, bir işe yaramayacak;
Heine, avukatlık yapamayacaktır. O yüzden o
yılın haziranında din değiştirip hıristiyanprotestan olur. Alaycıydı, bu
durumunu “Avrupa kültürüne bir giriş bileti aldığı” yargısına bağlamıştı. Hukuk
doktorasını verdikten bir süre sonra Lüneberg ve Hamburg’da yaşar. İkinci
mutsuz aşkı bu tarihlerde ve bir başka kuzeni Therese Heine iledir.
Heine,
1827 nisanında Londra’ya gider, güz aylarında Münih’e döner, bir gazetede
çalışır. 1828 haziran ve temmuzunu İtalya’da geçirir. Hamburg, Berlin, Potsdam,
gene Hamburg ve Helgoland... Buralarda dolaşır. 1831 nisanında Paris’e gidecek,
oraya yerleşecektir. Almanyadaki bir gazetenin muhabirliğini almıştır üzerine.
Fransızlarla Almanları fikir alanında birbirine bağlamak, karşılıklı
bilgisizlik ve güvensizlikleri aradan kaldırmak azmindedir. O vakte kadar, De
l’Allemagne (Almanya Üzerine, 1810) kitabıyla, Goethe ve Schiller etkisinde,
sadece Madame de Stael, kısmen uğraşmıştır bu işle;
onun başlattığını asıl, Heine
gerçekleştirecektir. Fransız edebiyat çevreleri bu kültürlü, zarif adama
açılır. Belli başlı Fransız şair ve yazarlarıyla (Hugo, Dumas, Bcme, Beranger,
George Sand ve Balzac) tanışır Heine. Paris’i, bu monden, büyük şehir
atmosferini sevmiştir.
Şen
şakrak şiirler yazar Paris üstüne. 1841’de Paris’te evlenir.
1837’den
beri gözlerinden rahatsızdır;
fakat asıl, ağır hastalığı 1848’de başlar. Onu
ağır ağır ölüme götüren bir omurilik veremidir bu. Heine, yatalak olur, 17
Şubat 1856’da Paris’te ölür. Montmartre mezarlığına gömülür.
*
*
Hayatının
belli başlı tarih ve olaylarını yukarda kısaca derlediğimiz Heinrich Heine,
Alman edebiyatında adı Goethe ve Schiller’in yanı sıra hemen hatırlanan ve on
dokuzuncu yüzyılın edebî gelişmesine şiirleri, düzyazılarıyla geniş ölçüde
etkisi olmuş bir şairdir. Hikâye yazarı Wilhelm Raabe (1831/1910) ve devlet
adamı Bismarck (1815/1898) gibi başka ruh ve anlayışlarda şöhretler bile bu
musevi soyundan Alman şairine boyün eğmişler, onu fikir yönünden çok hareketli
bir dönemin en büyük öncüsü, en canlı edebiyatçısı kabul etmişlerdi. Zamanında
Heine’ye yapılmış hücumları Bismarck, şöyle karşılıyordu: “Heine’nin bir şair
olduğunu, isminin ancak Goethe’nin yanı sıra anılabileceğini, şiirinin katıksız
Alman şiiri olduğunu, bu beyler nasıl unutabilirler?
”
Heine,
Alman edebiyatının Romantizm’den Realizm’e geçiş döneminin en önemli şairi.
Çoğunlukla derinliğine ve acı bir duyarlık, yer yer üzgün tatlı bir eğlenti
havası yansıtan şiirleri Almanyada kuşaktan kuşağa birer halk türküsü gibi
söylendi;
Schubert, Schumann, Brahms tarafından
bestelendi, bütün kültür dillerine çevrildi.
Şiir
kitapları arasında, bizim tam olarak çevirdiğimiz Buch der Lieder Şarkılar
Kitabı (1827) özellikle başta gelir. Sonrakiler Neue Gedichte / Yeni Şiirler
(1847) ve Romanzero (1851) ile, ölümünden sonra derlenmiş son şiirleri, biçim
bakımından daha oturmuş ve olgun olsalar bile, Heine şair yaratıcılığının
zirvesine Şarkılar Kitabı ile erişti kabul edilir.
Heine’nin
bir kısmını yirmi, hattâ on altı yaşlarındayken yazdığı şiirleri kapsayan bu
kitap, Alman edebiyatının en başarılı, zamana en dayanıklı kitaplarından biri
olmak mutluluğuna erişti. Şairin gençlik heyecan ve tutkuları, ümit ve
ümitsizlikleri, kafa ve gönül bunalımları, artistik çabaları bu şiirlerde dile
geliyor. Şüphesiz, kitabın iki yüz elliye yakın şiirinin aynı derecede güzel
olduğu iddia edilemez. Ama en azından üçte ikisi güzel olan bu şiirlerin,
çeviri darlık ve yetersizliklerine rağmen, romantik bir genç ruhunu tam
anlamıyla yansıttığı, rahatlıkla söylenebilir. Bunlar gönle seslenen şiirlerdir;
okuyucuda yaşantı birlikleri yaşatır;
yalnız bir millete özgü karakter ve kültürü
değil, evrensel bir ruh yapısını vurgular. Kalbin koşmaları, ağıtlarıdır;
esnek, yumuşak, saydam şarkılardır, dağlar
süresince âşık gönüllerin, yanan yüreklerin hicranlarını, korkularını;
sonra da romantik çağın inançlarını,
yalnızlık, terkedilmişlik ve ruh gerilimlerini veren şiirler.
Heine
bu şiirlerdeki gücünü halk lirizminin duru kaynağından alıyor, onları Alman
halk şiir, masal ve efsanelerinin özsuyuyla besliyordu. Sevilmelerinin bir
nedeni de hem insanlığa, hem de doğdukları toprağa kuvvetle bağlı oluşlarıdır.
Heine’yi o şehirden ötekine çeken büyüde, güçte, bizim saz şairlerimizde olduğu
gibi, mutsuz aşklara, gurbet acılarına, çağıyla çatışma halinde oluşlara
benzerlikler bulmamak imkânsızdır. Şarkılar Kitabı’nın, özellikle YunanLâtin
mitologyası önbilgileri isteyen, son bölümündeki (Kuzey Denizi) şiirler de
dahil, Heine’nin dünyasına girmekte zorluk çekmeyişimiz, ou şiirlerdeki ruh ve
edânm biraz da kendi saz şairlerimizin koşma, türkü ve destanlarındaki ruh ve
edaya yakın oluşundan ileri geliyor. Çoğu şiirlerinde mısra sayısıyla da bizim
koşmaların sınırları içinde kalan Heine’deki masal ve efsane motifleri, ortaçağ
şövalye hayatına ve daha gerilere bağlı bile olsa, anlaşılmaz, katı,
yadırgatıcı değil;
yumuşak, benimsenir ve ortak.
Şiirde
duyarlıklı halk ruhunun sözcüsü olan Heine, düzyazılarında birden değişir,
çağının eleştirmecisi olur, düşünce özgürlüğüne açılır. Düzyazıdaki örnek
gücünü gösterdiği, üç ciltlik Reisebilder Seyahat Tabloları sayfalarında Heine,
duyguları hülyalı bir fantezi içinde vermek eğiliminden kurtulur. Dâhice bir
öznellik merakı;
biçimlerle, ruh halleriyle eğlenir gibi
oynayışı, kendini inkâr edişi, en katıksız bir acıyı bir nüktede eritiverişi
gibi atılımlar gösterir. Tabiatı, efsanelerdeki özü, aydın insanın düşünce
özgürlüğünü derinden duyar, benimser. Şiddetli ve önlenemez alay, yergi
merakını, kendini yaralamada bile kullanır. Tasdikle inkâr arasında gidip
gelir. Hayata ve Alman ruhuna hayran bir duyguyla;
pişkinliği, rindliği, cynisme’i,
coşkunlukhayranlıkla karamsarlığı, muhabbetle nefreti bir arada götürür. Bir
başka deyişle Heine, Seyahat Tabloları’nda, bütün karşıtlıklardan faydalanan
nükteli, oyunlu bir düzyazı üslûbu yaratır. Gazete fıkrası için günümüze dek
örnek olma değerini korumuş, empresyonist bir anlatış biçimidir bu. Bu
parıltılı yarenlik üslûbunda tabiat hayranlığı, cıvıl cıvıl bir macera
düşkünlüğü, dar görüşlerle savaş, alay, yergi iç içedir. Bu üslûbun en parlak
sayfaları özellikle Harz dağları ve İtalya Yolculuklarının ilk bölümlerinde
görülür. Şairde gerçekte ironi, bir arada gider: “Hattâ ben, Almanlığa ait bir
şeyi, dünyadaki her şeyden çok severim. Sevinci, neşeyi ben bunda bulurum.
Kalbim Alman ruhunun bir arşividir, iki kitabım Alman şiirinin bir arşivi
olduğu gibi!” diyor Heine.
Paris’e
yerleştikten çok sonra, bir yandan balad’larını yazarken bir yandan siyasî
yazılarını yazmaya başlamıştı. Bu yazılarında acı bir hayal kırıklığı ve yurt
özlemi dile geliyordu. İnkâr ve tasdik, kendi kendisiyle uzlaşamayan bu
yaradılışı, burada da takip etti: “Almanya’yı düşününce gecede / Gel de uyu
mümkünse!” diyordu. Sonraları Gerhart Hauptmann’m Die Weber (1892) adlı halk
dramına konu olacak, Silezya dokumacılarının sefaleti, Heine’yi sosyal şiire
çağırıyordu. Heine, Almanya’dan, fikir özgürlüğünün, dünyayı kucaklayacak bir
Hellenizm’in, bir Avrupa geleceğinin doğmasını bekliyordu. 1844’de Almanya’ya
kısa süreli iki yolculuk ona Deutschland, ein Wintermaerchen / Almanya, Bir Kış
Masalı ve Atta Trol isimli iki manzum eser daha yazdırdı. İlki siyasî bir
hicivdir, Atta Trol ise Romantik dönemin son orman övgüsü. Bu eserlerle Heine,
lirikfantastik ve mizahî bir eser, aynı zamanda bir itirafname ortaya koymuş
oluyordu. Güdümlü şiire, parti şiirine sanat gururu isyan etmişti. 1848’de
başlayan, sekiz yıl süren ağır hastalığı sırasında Romanzero (1851)’yu yazdı.
Bu kitaptaki şiirler, inanç ve insanlık tarihinin bütün dönemlerini kucaklar
gelir, yeni bir toplum düzeni umduğu, fakat bir estet ve bir fikir aristokratı
olarak ürktüğü geleceğe uzanır. Hayatın bütün nimetleri, gürlüğü, yaklaşan
ölümle keskin ve gölgeli, yeniden belirir. Bu şiirlerde artık oyun yoktur;
ciddiyet ve nâçarlık, acı ve yardımcı bir iman
özlemi görülür: “Diri diri gömülen, yürür gider gecede.”
Eserleri
toplu olarak ilk kez 1861/1863 yıllarında basılmış, o baskıda yirmi bir cilt
tutmuş olan Heine’nin Seyahat Tabloları üzerinde biraz daha durarak, kısa
tanıtmamızı bir sonuca bağlayabiliriz:
Heine,
şairliğine ek olarak, modern gazete yazarlığının dilini, üslûbunu, tekniğini
yarattı. Aktüaliteye ve öznel kavrayışa açılan, hafif, ilgi çekici, esprili,
canlı bir sohbet üslûbu yarattı. Seyahat Tabloları ile yepyeni bir edebiyat
türünün, fıkra ve gezi türünün doğmasına öncülük etti. Gazete yazısı onun
hareketli, çok cepheli aktüalitesinde devrin çabalarına uydu. Edebiyat o
tarihlerde günün, dünya görüşlerinin kımıldanışlarına, buhranlı bir gelişmeye
yol arıyor, şekilden fedakârlık etmeme pahasına, canlılığını sürdürmek
istiyordu. Heine’de polemik bir sanat haline geldi. Alman ruhunu çok iyi
bildiği ve devrinin en kültürlü adamlarından olduğu için, yergilerinde amansız
Heine, polemikten bir sanat eseri yarattı. İdealist geleneğe ilk o hücum etti,
bu geleneğin güçlü yıkıcısı ilk o oldu.
Lirizmi
halk şiirine dayanır. Karamsarlığı yalnız yergi ve düzyazılarında değil,
şiirlerinde de görülür. Akim, mantığın müdahalesiyle duygulan gemleyen romantik
ironi, onun eserlerine sert ve keskin bir nitelik eklemiştir.
Heine’den
türkçede evvelce üç eser yayımlandı:
1) Seyahat Tabloları. Çeviren: Pertev
Boratav, Millî Eğitim Bakanlığı yayınları, üç cilt, 1945/1948.
2) Floransa Geceleri. Çeviren: Süreyya Sami
Berkem, Hilmi Kitabevi, 1948 / Bu kitap Seyahat Tabloları’nm üçüncü cildinin
bir bölümüdür. /
3) Şarkılar Kitabı. Çeviren: Vasfi Mahir
Kocatürk, Hilmi Kitabevi, 1948 / Eser bölümlerinden seçilmiş parçalar
düzyazıyla çevrilmiştir, tamamının yarısı kadardır. /
Bu
kitaplar dışında eski dergilerde tek tük şiir çevirilerine de raslanır;
bizim görebildiklerimiz şunlar oldu:
a
B. Necatigil çevirileri: Kovan dergisinde (İzmir, mart ve nisan 1945, sayı 20
ve 21’de, Şarkılar Kitabı’nın Dönüş bölümü, 13. şiir ve Lirik İntermezzo
bölümü, 57. şiir.
Yeditepe
dergisinde (1 mart 1956, sayı 102): ŞK., Dönüş bölümü, 13, 17, ve 80. şiirler
(üç şiir).
b
Dora Güney ile Necati Cumalı çevirisi: Tercüme dergisinde (1946, sayı 3436’da,
ŞK., Dönüş bölümü, 2. şiir / Lorelei /).
c
Selâhattin Batu çevirisi: Tercüme dergisinde 194S, sayı 3436’da, ŞK., Kuzey
Denizi bölümü, Limanda şiiri).
c
Ebed Mahir Yalnız çevirileri: Alman Şiiri Antolojisinde (1960): ŞK., Dönüş
bölümü, 47. ve 62. şiirler;
Lirik intermezzo bölümü, 52. şiir.
d
Turgay Gönenç çevirisi: Türk Dili dergisinde (temmuz 1962, sayı 130’da, ŞK.,
Harz Dağları Gezisi’nden bölümünün ilk şiiri / Öndeyiş /). Bu şiirin Yılmaz
Aybar’ın kaleminden bir başka çevirisi Hisar dergisindedir (aralık 1970, sayı
84).
Şarkılar
Kitabı’nm Harz Dağları Gezisi’nden bölümündeki yedi şiirin düzyazı çevirileri
de Seyahat Tabloları kitabının birinci cildindedir.
Heine’nin
ölümünün yüzüncü yıl dönümünde Yeditepe dergisinde, şairin anısı ve değeri
üzerine, Tahir Alangu ve B. Necatigil iki de tanıtma yazısı yayımlamışlardı
(Yeditepe, 102, 1 mart 1953).
Ünlü
filozof Friedrich Nietzsche de Heine üzerine şunları söyler: “Lirik ozan üstüne
en yüksek kavramı Heinrich Heine verdi bana. Öylesine tatlı, öylesine tutkulu
bir musikiyi binyıllar arasında boşuna arıyorum..” (Ecce Homo, Can Alkor
çevirisi, 1969, s. 35)
Heine’nin,
en ünlü kitabındaki bütün şiirlerinin bu kez tarafımızdan çevrilişinde elbet o
tatlı, tutkulu musiki korunamamıştır ya;
lirik ozanın ne olduğu, türlü yönleriyle
romantik şiirin ne olduğu bu çevirilerden de anlaşılır sanırız.
B.
N.
ŞARKILAR KİTABININ ÜÇÜNCÜ BASKISINA HEİNRİCH HEINE’NİN ÖNSÖZÜ
1839
İşte
eski masallar ormanı!
Ihlamur
çiçekleri mis kokulu!
Ay
ışığı güzel mi güzel,
Büyülüyor
ruhumu.
Yürüdüm,
yürüdükçe
Göklerde
duyduğum bir yankıdır
Bülbülün
sesi bu;
aşkı,
Aşk
acısını şakır.
Şakır
aşkı ve aşk acısını,
Göz
yaşını, gülüşleri.
Sevincinde
hüzün, hıçkırığında neşe
Uyarır
unutulmuş düşleri.
İlerledim
yolumda,
Bir
alan geniş,
Bir
büyük saray çıktı karşıma,
Göklere
boy vermiş.
Bir
sessizlik, matem,
Bütün
pencereler kapalı;
Sanki
bu ıssız duvarlar
Ölümün
barınağı.
Kapının
önünde bir sfenks
Yarı
haz, yarı korku:
Başıyla
göğüsleri bir kadın,
Bir
aslan, pençeleri, vücudu.
Bir
güzel kadın! Beyaz bakışlarında
İstekleri
çılgın;
Sessizdi
uysal gülümseyişleri
Özlemli,
kabarık dudaklarının.
Dayanamadım
Bülbül
öyle tatlı şakıyordu;
Öptüm
o güzel yüzü,
Felâketim
oldu bu.
Canlandı
mermer heykel.
Taş,
içini çekti
Alevli
öpüşümdeki yangını
İçti
susamış, özlemli.
İçti
bütün soluğumu âdeta
Ve
sonunda şehvet delisi,
Kucakladı
paralayarak
Aslan
pençeleri, gövdemi.
Bayıltan
işkence, tatlı ıstırap!
Sonsuzdu
acı da, haz da!
Yaraladı
pençeler beni korkunç,
Öpüşün
mutluluğu yanında.
Bülbül
şakıyordu: Ey güzel sfenks!
Ey
aşk! Bunu neye yormalı:
Neden
mutlulukla iç içe
Bu
ölüm azapları?
Ey
güzel sfenks! Söyle, nasıl çözülür
Bu
harikulâde bilmece?
Bulamadım,
binlerce yıldır
Aklıma
takılan düşünce.
Ben
bütün bunları düzyazıyla söyleyebilirdim pekâlâ... Ama insan, yeni bir baskı
için bazı pürüzleri gidermek üzere, eski şiirleri baştan sona şöyle bir gözden
geçirirken, farkına varmadan ölçü, uyak alışkanlıklarına kaptırıyor kendini.
İşte Şarkılar Kitabı’nın üçüncü baskısının önsözü, bu yüzden bir şiir oldu. Ey
Phöbus Apollo! Kötüyse bu şiirler, bağışla beni... Çünkü sen her şeyi bilen bir
tanrısın, ve benim neden yıllardır artık özellikle kelimelerin ölçü ve
ahenkleriyle uğraşmadığımı çok iyi bilirsin... Bir zamanlar parlak hava
fişekleri oyunlarıyla dünyayı şenlendiren alevler, niçin birdenbire çok daha
ciddî yangınlarda kullanılır oldu, bilirsin... O alevler şimdi sessiz ateşler
halinde kalbimi kemiriyor, biliyorsun... Beni sen anlarsın, güzel yüce tanrı;
sen ki altın çalgını bazan zorlu yaylar,
öldürücü oklarla değiştirdin... Diri diri derisini yüzdüğün Marsyas hatırında
mı?
Aradan çok zaman geçti;
ona benzer bir olay, yeni bir örnek gerekli...
Gülümsüyorsun, ey ebedî atam!
Paris,
20 şubat 1839
GENÇLİK ACILARI
1817-1821
RÜYA GÖRÜNTÜLERİ
Bir zaman düşlerimde çılgın,
ateşli aşklar,
Güzel saçlar,- mersinler,
muhabbet çiçekleri,
Tatlı dudaklar, acı sözler,
Yaslı şarkıların üzgün
ahenkleri.
Soldu sarardı, uçup
gitti o
düşler, Savruldu rüzgarda rüyalarımın sultanı! Bana yalnız, o günlerde
yumuşak şiirlere Alevli, çılgın ne döktümse o
kaldı.
Sen kaldın öksüz şarkı! Sen
de uç git şimdi, Ara o hayali, düşlerde çoktan
silik,
Bulursan selam söyle
Ey havalı gölgeye
gönderdiğim hafif soluk!
-2-
Garip, korkunç bir rüya
Hem ürktüm, hem sevindim;
Dehşetli sahneler gözümün önünde, Çırpınmada kalbim.
Bir bahçe, güzel mi güzel,
Şen rahat dolaşayım dedim;
Baktılar hoş
çiçekler,
Hazla doldu içim.
Minik
kuşlar
cıvıldaşır, Neşeli aşk ezgileri;
Rengarenk çiçekler, güneşin Kızılı altınla
çevrili.
Otlardan sızan ıtır, koku
Bir tatlılık, esen ılık
rüzgarda;
Her şey parlıyor, her şey
gülümsüyor, Gösteriyor güzelliğini dostça.
Bu çiçek ülkesinin ortasında
Mermer bir çeşme, arı duru;
Güzel bir kız gördüm hamarat, Bir beyaz giysi
yıkayordu.
Yanakları hoş, gözleri
tatlı,
Sarı bukleleriyle bir küçük
melek;
Baktım yüzüne, hem yabancı, Hem bildiğim biri olsa gerek.
Güzel kız aceleci, telaşlı,
Dilinde bir garip türkü: "Dökül su, dökül, dökül. Yu keteni, yu, yu!"
Yürüdüm, vardım yanına: "Söyler misin, güzeller
güzeli!" Dedim yavaşça,
"Kimin bu ak giysi?
"
Söyledi hemen: "Senin!
Hazırlan, Yıkıyorum kefenini!"
O böyle der demez
Dağıldı görüntü, bir köpük
gibi.
Aldı götürdü birden sanki
bir büyü Karanlık, gür bir ormana beni.
Ağaçlar boy atmış göklere
doğru, Kalakaldım şaşırmış, düşünceli.
Fakat o ne?
Bir boğuk yankı Sanki uzak balta seslerinden;
Çıktım
açıklık bir yere Çalılar, ağaçlar arasından.
Yeşil alan ortasında Bir
koca meşe.
Fakat o ne?
Benim kız, baltayı İndirmede gövdesine.
Vurur, ha vurur, vurur;
İnip kalkar balta, bir türkü
ağzında: "Demirim parlak, demirim çıplak,
Sandık yap meşeden, elin
çabuk tutarak!"
Yürüdüm, vardım yanına:
"Güzeller güzeli. söyler misin?
" Dedim yavaşça,
"Bu sandık ne, kimin
için?
" Söyledi hemen:
"Bir tabut.
Senin için. Vaktim az!"
Dağıldı görüntü bir köpük
gibi, O böyle der demez.
Solgun, sararmış, geniş,
Çıplak kır, birden, çevre;
Bilmiyorum bu ne hal, Kaldım ürpertiler içre.
Dolaştım işte öyle,
Derken beyaz bir çizgi;
Yürüdüm, koştum, durdum,
Ne mi gördüm?
O güzel kız, deminki.
O beyaz kız geniş kırda
Kazıyor toprağı elinde bel. Pek bakamıyordum yüzüne,
Hem o kadar korkunç, hem
öyle güzel.
Güzel kız, aceleci, telaşlı;
Dilinde bir garip türkü: "Kazmam sivri, kazmam keskin, Aç
çukuru geniş, derin!"
Yürüdüm, vardım yanına, Dedim yavaşça: "Söyler misin,
Güzeller güzeli,
Bu çukur ne için?
"
Söyledi hemen: "Sana
serin Bir mezar kazıyorum, sus!" Çukur birden açıldı derin, Böyle der
demez güzel kız.
Bakınca oyuğa irkildim,
Yuvarlandım gecesine mezarın, Bir
soğuk ürperti iliklerimde Ve uyandım ansızın.
3
Siyah frak, ipek gömlek,
kolluklar Kendimi gördüm düşte gece;
Bir törendeymişim, tatlı
dost Sevgilim önümde.
Eğildim önünde: Demek
sizsiniz gelin, Ay, ay, tebrik ederim gülüm!
Sesim uzadı gitti soğuk
kibar, Boğazımda bir düğüm.
Acı yaşlar boşandı yarimin
gözlerinden Ve yaş sellerinde eridi aktı sanki
O güzel portre.
Çok yalan söylediniz
uyanıkken, düşte Ey tatlı gözler, masum yıldızları aşkın, Olsun, inanırım size
gene de!
4
Rüyamda bir adam: gülünç,
bücür,
Tahta bacaklar takınmış,
adımları uzundu;
Giyinmiş beyazlar, şık kibar,
Fakat kirli, kaba ruhu.
Ruhu biçare, boş,
Gösterişii, vakur dışı. Yiğitlik, mertlik dilinde, İnatçı, mağrur davranışı.
"Bilir misin kim bu?
Gel, bak!"
Dedi rüya tanrısı, gösterdi
kurnaz, bana Görüntüler selini, yansımış bir aynaya.
Durmuştu bir kürsü önünde
cüce,
Yanında sevgilim. Evet! dedi
ikisi birden, Gülüştüler: "Amin!" binlerce şeytan.
5 -
Çılgın kanımı azdıran,
Bağrımı tutuşturan ne benim?
Bir ateş dağlıyor kalbimi,
Kaynıyor, kabarıyor,
köpürüyor kanım.
Kabarıyor, köpürüyor kanım
çılgın, Çünkü bir düş gördüm kötü;
Karanlık oğlu geldi gecenin, Soluyarak beni
alıp götürdü.
Aydınlık bir eve iletti
beni, Saz sesleri, bir şenlik, Yanan mumlar, meşaleler, Vardım salona,
girdim içeri.
Sofrada konuklar güle
oynaya, Cümbüşlü bir düğündü bu;
Gelinle güveye baktığımda Eyvah, sevgilim
gelin olmuştu.
Bir yabancı adamdı güvey,
Gelinse dilber sevgilim;
Koltuğunun hemen gerisinde Durdum, ses
etmedim.
Müzik çalıyor, ses yok
bende, Hüzün veriyor şenlik sesleri. Çok mutluydu gelin,
Güvey sıktı elini.
Kadehini doldurdu güvey,
İçti biraz, uzattı kadehi,
Aldı, gülümsedi, teşekkür
etti gelin Eyvah! Kızıl kanımdı içtiği.
Güzel bir elma aldı gelin,
Güveye verdi,
Elmayı kesti güvey
Eyvah! Bu benim kalbimdi.
Tatlı, uzun bakıştılar,
Kucakladı güvey, gelini;
Öptü pembe yanaklarından
Eyvah! Soğuk ölüm öptü beni.
Dilim kurşun gibi ağzımda,
Bir dalgalanma, dans başladı;
Tek söz söyliyemiyorum,
Süslü gelin güvey yaptı ilk
dansı.
Ben bir ölü gibi donmuş
kalmış, Uçtu dans edenler, etrafımda.
Yavaşçacık bir şey söyledi güvey, Kızardı gelin,
kızmadı ama.
6
Sakin gece, tatlı düşte
Bir büyü gücüyle çıka geldi,
Bir büyü gücüyle sevgilim Küçük odama geldi.
Baktım yüzüne, tatlı, şirin!
Baktım yüzüne, güldü;
Kalbim sığmaz oldu göğsüme,
sözler Ağzımdan bir sel gibi döküldü:
"Hepsi senin,
sevgilim, Al hepsini, neyim var Yeter ki yavuklun olayım,
Gece yarısından, horoz ötene
kadar."
Bir tuhaf baktı yüzüme
Sevimli, üzgün, candan Konuştu güzel kız:
"Kalbindeki ilahi
mutluluğu ver!"
"Tatlı canımla genç
kanımı Vereyim seve seve sana, Melekler gibi güzel, fakat
O en yüce mutluluğa
dokunma!"
Çıka dursun hemen sözüm ağzımdan Daha da
güzelleşti genç kız,
Hep aynı şeyi söylüyordu: "Kalbindeki ilahi
mutluluğu ver!"
Beynimde boğuk boğuk
uğuldayan söz Boşalttı bir alev denizi
Ruhumun en uzak köşelerine, Sanki soluğum kesildi.
Çevrili altın halelerle Akpak melekler belirdi;
Derken siyah ifritler Derinlerden çıka geldi.
Boğuştular, savaştılar,
Kovup kaçırdılar melekleri;
Sonunda o kara sürü de
Bir sis
yığınında eridi gitti.
Kollarımda şirin sevgilim, Eriyor gibiydim hazdan;
Fakat ağlıyordu acı acı, Kucağıma sokulmuş ceylan.
Biliyordum neden ağlıyordu
Nazlı yar, öptüm güzel ağzını.
"Kendini alevli aşkıma bırak,
Kan, akıtma, nazlım, gözyaşlarını!
Kendini alevli aşkıma
bırak!"
Dondu kanım, birden buz
kesildi;
Ses titredi, derinlerde
Bir uçurum belirdi.
Çıktı dipsiz kuyudan o siyah
sürü, Sarardı sevgilim
Kayboldu kollarımdan,
Yapayalnız kaldım.
Hora tepti çevremde, tuhaf
Siyah sürü, hora tepti;
Alaycı gülüşleri çın çın Yaklaştılar,
kavradılar beni.
Daraldıkça daraldı çevre,
Boyuna o ses, o korkunç uğultu: "Artık
ebediyen bizimsin, Çünkü verdin
ilahi mutluluğu!"
- 7 --
İşte paranı da aldın, ne
duruyorsun, Mel'un rezil. ne duruyorsun daha?
Nerdeyse yarı gece, bir sevgilim eksik, Üzgün
bekliyorum odamda.
Mezarlıktan korkulu
esintiler, Rüzgarlar, gördünüz mü nişanlımı?
Sırıtıp eğiliyor, baş sallıyorlar: Evet!
Beliren yüzler solgun, sarı.
Dök ortaya getirdiğin
haberi, Ateş kılıklı kara maskara!
"Sayın baylar,
bayanlardan size bildiri: Binmiş geliyorlar ejder atlara."
Sen ey dertli adamcağız, nedir arzun?
Benim ölü
ustam, çeken ne seni buraya?
Bakarak
yüzüme üzgün, suskun
Sallıyor başını, gidiyor yavaşça.
Neden sallar kuyruğunu,
inler bu tüylü ahpap?
Kara kedinin gözleri neden parlar?
Sütananın ninnileri ne böyle;
niçin Saçları uçuşarak, höykürür bu kadınlar?
Uyu yavrum'lar bitti çoktan,
Mıymıylarınla, sütana, sen evde kal! Ben bugün düğünümü kutluyorum, Bak,
göründü kibar, zarif konuklar.
Hele hele, baylar bu ne
şıklık! Ellerinizde kelleniz, şapka yerine! İp kaçkını sarsak titrek kuklalar,
Rüzgar da yok, bu ne gecikme
böyle?
Şu gelen süpürge sapına
binmiş nine, Ah, kutla beni, oğlunum ya senin!
Beyaz yüzde titriyor bir
ağız, Diyor ki: "Daim olsun, amin!"
Çiroz gibi on iki
muzıkacı da geldi;
Kör kemancı kadın, peşlerinde sekerek,
Soytarı, sırtında alacalı ceketi, Mezarcıyı apartopar çekerek.
Kafile başında şaşıgöz
bohçacı Geldi on iki rahibe, zıplaya oynaya;
Peşlerinde on iki zampara
papaz, ıslıkları Adi rezil bir şarkı, kilise tonunda.
Bay soytarı, mosmor oldun
bağırmaktan, Ne yapayım gocuğunu, Araf'ta?
Yanan odun değil, dilenci ve
prens kemikleri ısınmak her zaman, arda bedava.
Çiçekçi kızlar çarpık,
kambur Dolanırlar odayı, taklalar atarak. Kesin artık bu kaburga takırtısını,
Hey, sizler, baykuş yüz,
çekirge bacak!
Doluşmuş cehennem toptan
buraya, Bir patırtı, büyür de büyür;
Cehennemde vals müziği hatta
Susun, susun! Nerdeyse
sevgilim gelir.
Reziller, ya susun, ya basıp
gidin! Duymaz oldum kendi sözlerimi de. Aşçı kadın, nerdesin?
Koş, aç kapıyı, Bir araba mı geldi, ne?
Hoş geldin güzelim, nasılsın
sevgilim?
Hoş geldiniz bay rahip, yerleşin!
Ey beygir-ayak, at-kuyruk
rahip, Kulunuz, kölenizim ben sizin!
Gülüm, neden durgun
solgunsun?
Bay rahip, nikahı hemen
kıyar;
Pek de fazla imiş gerçi
ücreti, Sana kavuşmak'çin ne önemi var!
Diz çök, sevgilim, yanıma
diz çök! - Çöküyor, eğiliyor - ah ey mutluluk! Yaslanıyor kalbime, göğsüm dalga
dalga, Kucaklıyorum, körkütük.
Dalgalı sırma saçlar oynaşır
çevremizde. Çarpan kalbi sevgilimin, kalbime bitişik. Kanat çırparak göklere
doğru
Hazda, elemde birlik.
Bir sevinç denizinde yüzüyor
yüreklerimiz, Kutsal göğünde Tanrının, yukarda;
Birden başlarımızda
cehennemin eli, Bir felaket, bir bela.
Gecenin karanlık oğludur bu,
Kutsayan rahip pozunda;
Kanlı bir kitaptan okuyor,
basmakalıp Duası küfürdür, rahmeti beddua.
Takırtı, gümbürtü,
kükreyiş, Çakıyor ansızın mavimtrak bir ışık, Çatlıyor dalgalar,
gürlüyor gökler -
"Daim olsun,
amin!" diyor ninecik.
-- 8 -
Kalbimde yarı gece
korkuları,
Sevdalı dönüyordum
sevgilimin evinden. Ağır durgun el salladı
Mezarlar, geçerken
önlerinden.
Titreşti bir işaret gibi,
Çalgıcının mezarında ay ışığı.
Bir fısıltı: Hemen
geliyorum, kardeş! Ve mezardan bulanık bir hayal çıktı.
Yükseldi çukurdan çalgıcı,
Oturdu mezar taşına.
Tıngırdatıp gitarını Başladı
cırlak şarkısına:
"Çalgımın telleri hey,
aklınızda mı O eski dertli şarkı,
Bir zamanlar kalpler yaktı,
Şeytanlarda adı: cehennem
azabı,
Meleklerde: cennet
bahtiyarlığı,
İnsanlarda: aşk, aşk!"
Açıldı bütün mezarlar Erirken
son sözün yankısı;
Hayaletler çıktı apartopar, Çalgıcının
çevresini sardı.
Başladı cırlak koro:
"Aşk! Aşk! Senin gücün
bizi Bu yataklara düşürdü, Kapadı
gözlerimizi -
Ne bağırırsın gece vakti,
hey!"
Karman çorman bir bağırış,
inilti, Öter, tıslar, gaklar gibi;
Sarmış çılgın sürü,
çevresini Tıngırdattı delice, çalgıcı tellerini:
"Bravo! Bravo! Hep
böyle taşkın, deli! Hoş geldiniz!
Çınladı, yankılandı afsunum,
İşittiniz hepiniz!
Buradayız yıllar yılı,
Miskin sessiz tabutlarda;
Şenlenelim,
eğlenelim İzin verin de bugün.
Bir bakın yalnız mıyız?
Ne aptallık, yaşarken Kendimizi kör körüne
Çılgınlığına aşkların,
bırakmışız'
Tam eğlenmek bugün bizim
hakkımız, Anlatsın açıkça herkes
Neden öldü, niçin geldi
buraya, Nc:sıl düştü tongaya,
Yakalandı, parçalandı nasıl
Çılgın aşk avlarında.
Hopladı topluluktan tüy gibi
ince biri, Başladı anlatmaya, bir kemik bir deri:
·sen bir terzi kalfası,
Elimde iğne, makas;
Hamarat, çalışkan, Elimde iğne, makas;
Geldi ustamın kızı, Elinde iğne, makas;
İğneyi, makası Yüreğime sapladı."
Gülüştü hayaletler neşeli
koroyla, Sakin ciddi, bir ikinci çıktı ortaya:
"Rinaldo Rinaldini,
Schinderhanno, Orlandini, Hele hele Carla Moor - Olmak istedim onlar gibi.
Abayı da yaktım izninizle,
Bu yiğitler örneği;
Döndürmüştü başımı
O güzeller güzeli.
İç çektim, dem çektim Aşktan
şaşkına dönünce Sokuverdim elimi
Zengin komşumun cebine.
Özlem gözyaşlarını Komşumun
mendiliyle Silecektim dedim ya, Yutmadı bekçi.
Süt kuzusu zaptiyeler
raconunca Aldılar beni ortaya;
Mapusane, aman ne büyük, Ana
kucağını açtı bana.
Sürüp sefasını aşk
hayallerinin Eğirdim arda yünümü,
Derken geldi Rinaldo'nun
gölgesi Aldı canımı götürdü."
Gülüştü hayaletler neşeli
koroyla, Düzgünlü pudralı üçüncü çıktı ortaya:
"Sahneler şahıydım ben,
İhtisasım aşık rolleri;
Kükrerdim bazan: Tanrılar! İnlerdim bazan
içli.
En çok Mortimer'i oynardım,
Maria her zaman güzeldi!
Halimden açıkça belliydi ya,
Hiç anlamak istemezdi beni.
Bir gün oyun sonunda perişan
Haykırdım: "Maria, kutsal kadın!" Aldım hançeri hemen,
Kendime biraz derin
sapladım."
Gülüştü hayaletler neşeli
koroyla, Dördüncü, beyaz abalı, çıktı ortaya:
"Kürsüde kesiyordu profesör,
O keserken ben de
kestiriyordum;
Fakat tabii çok daha keka,
Sevimli kızının yanında
olsaydım.
Pencereden az mı selam
vermişti, Çiçekler çiçeği, ömrümün nuru!
Sonunda kopardı o
sultan çiçeği Zengin bir şapşal,
bir hödük kara kuru.
Lanet olsun paralı
rezillere, kadınlara Deyip kattım
şaraba şeytan otu;
Merhaba, ben Ölüm Birader, dedi ölüm, İçtik
kardeşliğe, perçinledik dostluğu!
Gülüştü hayaletler neşeli
koroyla, Boynunda ip, beşinci çıktı ortaya:
"Kızıyla elmasları...
övünüyordu, Atıp tutuyordu şarap masasında;
Boş ver mücevherleri Kont! dedim, Benim gözüm
yalnız senin kızında!
Paralı adamları kontun bir sürü,
Kız da, elmaslar da kilit altında;
Pöh, kilit kafes, adamlar
umurumda mı?
Tırmandım parmaklıklara.
Tırmandım çekinmeden yarimin
penceresine, Öfkeli homurtular, küfürler aşağıda:
"Yavaş ol, delikanlı,
neciyim ben, Ben de elmas severim,
bilirsin ya!"
Kont benimle matrak geçti,
yakalattı, Gülüşerek uşaklar sardı çevremi.
Hay Allah, yahu, hırsız
değilim ben, Aşırmak istedim sadece sevgilimi.
Etmeyin eylemeyin, kar
etmedi hiç biri, Bir ip buldular şipşak;
Güneş doğdu geldi,
darağacında beni Görünce baka kaldı şaşarak."
Gülüştü hayaletler neşeli
koroyla, Kellesi koltuğunda, altıncı çıktı ortaya:
"Sevda kahrından oldum
avcı, Dolaşırken kolumda tüfek, Ağaçtan bir karga gakladı:
Kelle gider! Kelle gider!
diyerek.
Ah, yarime götürsem, Bir güvercin bulsam da!
Bakınırdım böyle düşünerek,
Avcı gözüyle çalılara.
Vermiş gaga gagaya kim bu
sevişenler?
İki yavru kumru belki de!
Yavaşça sokuldum, tetik
hazır;
Sevgilim değil mi, bak hele!
Güvercinim, nişanlım bir
yabancı adamla Scırmaş dolaş, aşnafişne -
Ey emektar silah, hedefini
şaşma! Erkek yere devrildi, kanlar içinde.
Derken bir kafile, cellat
dahil, Kahraman da benim aralarında -
Geçtik ormanı. Kelle gider!
Kelle gider! Diye bağırıyordu ağaçta karga."
Gülüştü hayaletler neşeli
koroyla, Bu sefer de çalgıcı çıktı ortaya:
"Bir küçük şarkı
okudum, Güzeldi, erdi sonuna;
Döner yerli yerine şarkılar,
Göğüslerde kalpler
parçalanınca."
Koptu çılgın kahkahalar iki
kat, Solgun yüzlerde dalgalanma;
KiIise kulesinde
"Bir"i vurdu saat, Koşuştular bağrışarak, mezarlara.
9
Uyurken tatlı, rahat Unutmuş
tasayı, kederi;
Bir hayal belirdi rüyamda: Güzeller güzeli.
Mermer gibi solgun, Çekici,
esrarıı;
Gözlerinde inciler, Sc:çları tuhaf dalgalı.
Kımıldadı usulca Mermer
solgunu güzel, Yaslandı bağrıma Mermer
solgunu güzel.
Çılgınca öptü, kucakladı,
Kar beyaz göğsü;
SE:ıvgiyle, candan sardı,
Mutluydum, hem de çok
üzüntülü.
Acıdan, hazdan titriyor
nasıl, Çarpıyordu kalbim, ateşler içinde! Onun göğsü buz gibi,
Ne çarpıntı, ne titreme.
"Soğuktur buz gibi,
Çarpmaz, ürpermez kalbim, Fakat aşkın kuwetini, Hazlarını bilirim.
Dolaşmaz yüreğimde kan, açmaz Pembeler
dudağımda, yanağımda;
Fakat
dostunum senin,
İrkilme, korkma!"
Daha da çılgın kucakladı
beni, Adeta acıtıyordu;
Derken bir horoz öttü -
kollarımdan Kaydı gitti güzel, mermer solgunu.
10
Çektim aldım, sözün
büyüsüyle Solgun, sarı ölüleri;
Gitmezler artık eski geceye,
Dönmezler geri.
Unuttum korkudan, dehşetten,
Üstadın afsunu etkiliydi;
Şimdi sisler içindeki eve, Kendi hayaletlerim
çeker beni.
Bırakın, karanlık cinler!
Düşmeyin üstüme, ardıma! Daha bazı mutluluklar olabilir, Bu güllerin
parıltısında.
Güzeller güzeli o çiçeğe
Benim bütün çabam;
Onu sevmedikten sonra Neye yarar yaşamam?
Yalnız bir kere, sarmak
isterim, Bastırmak yanan bağrıma!
Dudakları, yanakları;
en mutlu acıyı Öpmek onlardan, bir defa!
Ağzından bir kerecik
Tatlı bir söz duymak isterim
- Sonra, o karanlık yere gelmeye, Ey ruhlar,
peşinizdeyim.
Salladılar başlarını
korkunç, Duydu ruhlar söyleneni.
Sevgilim, işte geldim yanma,
Seviyor musun beni?
ŞARKILAR
- 1 -
Kalkınca sabahları sorarım:
Sevdiceğim bugün gelir mi?
Yıkılır akşamları, ağlarım: Bugün de gelmedi.
Uykusuz, uyanık yatakta
Kaygı, keder geceleri;
Dolaşırım arda burda gün
boyu Düşlerde, yarı uykuda gibi.
- 2 --
Telaşlar içindeyim, huzursuz!
Onu göreceğim birkaç saat
sonra. Sadık kalbim, atışların zorlaştı,
O ki en güzeli, güzeller
arasında!
Fakat bu saatler ne de
uyuşuk! Yürümezler bir türlü, miskin, Esner, ayak sürürler,
Hey tembeller, biraz acele
edin!
Deli dolu bir heyecan adeta!
Fakat bilmez bu saatler
sevmek nedir, Zalimce anlaşma, onlar aşık telaşıyla Haince eğlenir.
-3-
Ağaçlar arasında dolaşıyordum, Üzgün, bir
başıma.
Çıka geldi eski hayal,
Sokuldu bağrıma.
Kim öğretti size bu şarkıyı
Esen gökte uçan kuşlar?
Susun! Kalbim duyarsa Gene
kıvranmaya başlar.
"O söylerdi bunu hep,
Bir genç kız gelmişti;
Biz ondan aldık
Bu güzel, altın sözleri."
Anlatmayın bana, anlatmayın,
Sizi kurnaz kuşlar, sizi!
Kimseye emniyet edemem
acımı, Çalmak istiyorsunuz, öyle mi?
4-
Koy kalbime, sevgilim, minik
elini -
O küçük odada duyuyor musun
sesleri?
Bir hain dülger, niyeti fena,
Tabut yapıyor bana.
Gece gündüz takırtı, çekiç
sesleri, Nice zamandır beni uykumdan etti. Ah, elini çabuk tut, dülger usta,
Kavuştur uykulara beni!
-- 5 --
Acılarımın güzel beşiği,
Dinlendiğim güzel mezar,
Güzel şehir, ayrılmak
zorundayız - Sesleniyorum: Hoşça kal!
Sevgilimin gezindiği Kutsal
eşik, esenlikler!
Hoşça kal, onu ilk kez
gördüğüm Kutsal yer!
Ah, seni hiç görmeseydim
Kalbimin güzel melikesi, Düşmezdim ıbu hale, Bugünkü gibi.
Ne kalbini çelmek istedim
Sevgi dilendim ne de;
Ancak sessizce yaşamak Nefes aldığın yerlerde.
Sense sürüyorsun beni
buradan, Bağrımda çılgınlık rüzgarları;
Acı sözler söylüyor ağzın,
Gönlüm hasta, yaralı.
Gidiyorum kırık kolum
kanadım, Elimde bir değnek, aksak-topal;
Yorgun başımı uzaklarda serin Bir mezara
koyana kadar.
-6-
Dur, bekle, hırçın denizci,
Geliyorum peşinden limana;
Vedalaştığım iki genç kadın Biri o, biri
Europa.
Kan çeşmesi, ak gözlerimden,
Fışkır gövdemden, kan pınarı! Ki sıcak kanla
Yazayım acılarımı.
Ah, sevgilim, neden bugün
Ürpertiyor kanımı görmek seni?
Yıllardır benzim uçuk, kalbim kanar Beni hiç
karşında görmedin mi?
Bilir misin o eski masalı:
Hani cennetteki yılan, Uzatarak o elmayı Atamızı etmişti perişan.
Bütün felaketler elmadan
geldi! Elmayla getirdi ölümü Havva;
Eris, Troya'yı ateşe verdi, Sendeyse yangın,
ölüm bir arada.
-7-
Dağ, şato görüntüleri Düşmüş
Ren aynasına;
Küçük gemim ilerliyor
neşeli, Çepeçevre gün ışınlarında.
Sessizce bakıyorum oyununa
Altın dalgaların: bir bükülüş: Duygular uyanıyor usulca
Ta içimde yer etmiş.
Candan selamlar, vaitlerle
beni Çekiyor aşağı, ırmağın parlaklığı;
Bilirim, dıştan güler, içinde Gece, ölüm saklı.
Yüzün ferah, bağrın fesat,
Sevgilim gibisin ey nehir?
O da böyle candan, uysal,
Masum, tatlı gülmesini
bilir.
8 --
Önce ümidim yoktu, Dayanamam
sandım;
Sormayın nasıl oldu, Ama işte dayandım.
-9-
Güller, servi dalları, sırma
tellerle Bir tabut gibi,
Süsleyerek bu kitabı
sevimli, hoş, Koysam içine şiirlerimi.
Aşkı da koyabilsem!
Yeşerir Aşkın mezarında huzur çiçeği, Büyür,
açar, koparılır -
Benim için açması, ben
ölünce!
İşte şiirler, Etna'nın
lavları
Gibi taşkın, bağrımdan
Kıvılcımlar saçarak fışkırdı Etrafa bir zaman.
Şimdi hepsi sessiz, ölü
adeta,
Donmuş, katı, buğulu.
Fakat canlanırlar eski
ateşte,
Esse üstlerinden aşkın soluğu.
Dile gelir kalpteki
duygular,
Aşk soluğu çiy olur
üstlerinde;
Geçer bir gün eline bu
kitap,
Sevgilim! Uzakta bir yerde.
Çözülür o zaman şiirlerdeki
büyü,
Seyre başlar seni sararmış
harfler;
Bakarlar yalvararak güzel
gözlerine, Fısıldarlar aşk soluğu ve keder.
ROMANSLAR
DERTLİ GENÇ
l
Kalbi burkulur herkesin O
solgun genci görünce;
Acılar, üzüntüler
Okunur yüzünde.
Merhametli rüzgarlar,
serinlik Yelpazeler yanan alnına;
Gülümser, neşelensin ister
Yosma kızlar, duygusuz
başkalarına.
Hoyrat gürültüsünden
kentlerin Kaçar delikanlı ormana;
Kuşlar sevinçle cıvıldar,
Yapraklar neşeli hışırdar arda.
Yavaş yavaş fakat genç
Yaklaşırken daha;
Susar kuşlar, üzgün yaslı
Bir hışırtı dallarda.
Üzgün durgun tempoda,
Vadiden bir atlı geliyor:
Ah, şimdi yolum nereye
gider,
Yar kucağı, yoksa karanlık mezar?
Dağdaki ses karşılık veriyor: Karanlık mezar!
Atlı biraz daha gidiyor,
Derinden içini çekiyor: Pek de erken değil mi -
Eh, ne çare, rahattır mezar!
Dağdaki ses karşılık veriyor: Rahattır mezar!
Yanağından bir damla gözyaşı
Atlının, yuvarlanıyor:
Bana ancak mezarda rahat
var, İyidir mezar!
Dağdaki ses karşılık
veriyor: İyidir mezar!
-3-
Yukarda, tepede şato, Sarmış
çevresini gece;
Vadide çakan şimşekler, Çarpışan kılıçlar
delice.
Vuruşuyor iki kardeş, Vuruşuyor gözleri dönmüş.
Ellerde kılıç, nedendir Kardeş kardeşe bu dövüş?
Kontes Laura'nın gözleri
Yüzünden koptu bu kavga;
İkisi de soylu, şirin o kız için Yanıp tutuşmada.
Peki ama hangisine Dönük kızın gönlü?
Düşün,
ara, boşuna -
Sıyrıl kılıç, sen ver hükmü!
Ve işte çarpışıyorlar. Darbe
üstüne darbe.
Kollayın kendinizi azgın
kılıçlar, Ne oyunlar olur gecede.
Vah size, kanlı kardeşler!
Vah yazık, kanlı vadiye! Biri
ötekinin kılıcıyla Yere düştü ikisi de.
Yüzyıllar geçti üstünden,
Örttü nice kuşakları mezar;
ıssız şato, kederli,
Tepeden aşağılara bakar.
Vadide geceleri
fakat Esrarlı şeyler döner hala;
Vuruşur on iki olunca saat, İki kardeş gene
kılıç kılıca.
-4-
ZAVALLI PETER
-1-
Hans ile Grete dans
ediyorlar Sevinç çığlıklarıyla, memnun. Yüzü kül gibi,
Peter, sessiz durgun.
Gelin güvey Grete, Hans
Düğün süsleriyle alımlı.
Tırnağını kemiriyor zavallı
Peter, Sırtında gündelik urbası.
Konuşuyor kendi kendine
Peter, Üzgün, bakıyor ikisine:
"İlersini düşünmeseydim
bu kadar, Ah, kıyardım kendime."
- II -
Bir sızı, can evimde,
Parçalamak istiyor bağrımı;
Nerede olsam, nereye gitsem, Oradan öteye
sürüyor beni.
İtiyor sevgilimin olduğu
yere, Grete geçirecek sanki
acımı;
Ama gözlerine bakar bakmaz Oradan da
kaçıyorum, alıp başımı.
Çıkıyorum dağların yücesine,
ıssız yerler ne de olsa;
Ağlamaya başlıyorum
Tek başıma kalınca.
- III -
Sallanarak yürüyor zavallı
Peter, Çok yavaş, ölü beniz, ürkek.
Bakıyor görenler Yolda
durarak.
"Mezardan mı çıkmış ne?
" Kızlar fısıldaşmada.
Ah hayır, sevimli dilberler,
Yeni girecek mezara.
Yarini kaybetti, o yüzden En
iyi yer ona mezar;
Yatsın uyusun arda Kıyamete kadar.
-5-
TUTSAĞIN ŞARKiSi
Liese'ye büyü yaptığında
Yakmak istediler ninemi;
Az mürekkep harcamadı vali
amca, Fakat ninem suçunu kabullenmedi.
Kazana konduğunda bağırdı ninem: Yazıklar olsun,
cinayet bu!
Kara kara dumanlar
yükselirken Bir karga oldu, göğe uçtu.
Ah benim kara ninem, kuş
tüylüm! Kulede görmeye gel beni!
Peynir getir, çörek getir,
Uç da gel, parmaklıktan gir
içeri.
Ah benim kuş tüylü, kara
ninem! Göz kulak ol da bana,
Yarın sabah havalanıp
uçarsam, Gözlerimi a babalar oymaya.
TOPÇU ERLERİ
-6-
Rusya'da esir düşmüş iki
asker Fransa 'ya dönüyor! ardı.
Alman topraklarına
girdiklerinde Öne eğildi başları.
Kara haberi orada duydular:
Mahvolmuş Fransa, yenilmiş, Dağılmış koca ordu, imparator - İmparator esir
edilmiş.
Ağladı iki asker, bu
kederli, Bu acı haberi duyunca.
"Çok üzgünüm,"
dedi biri, "Sızlıyor eski yara, bağrımda."
"Her şey
bitti!" dedi öteki, "Ben de ölmek isterdim seninle,
Fakat bensiz perişan olurlar, Çoluk çocuk var
evde."
"Gözümde mi çoluk
çocuk, Yücedir onlardan benim arzum;
Aç kalırlarsa dilenirler -
İmparator, esir düşmüş
imparatorum!
Bir dileğim var kardeş,
yerine getir: Ölürsem ben şimdi,
Al cesedimi, Fransa'ya
götür, Göm Fransa toprağına beni.
Kırmızı kurdeleli şeref
madalyamı Koy göğsümün üzerine;
Tak belime kılıcımı, Tüfeği
ver elime.
Kulağım etrafta, yatayım
sessiz, Mezarımda bir nöbetçi gibi;
Gün olur duyarım atılan
topları Ve kişneyen atların nal seslerini.
Geçerken imparator, üstümden
atıyla, Çarpışırken kılıçlar şimşek şimşek, Kalkarım mezarımdan silahlı, ben de
Korumaya imparatoru, korumam gerek.
-7-
HABER
Uşağım, davran, Eyerle, atla
atına! Uç git ormanlardan
Kıra! Duncan'ın sarayına.
Gir ahıra usulca, bekle;
Görünce seni tavla yamağı, Sor öğren
Hangi kızı kıralın nişanlandı.
Derse: "Esmeri."
Ulaştır haberi bana tezce;
Derse: "Kumralı."
Öyle acele etme.
Sür atını yavaş, git
urgancıya, Bir urgan al önce;
Bana da bir şey söyleme,
yalnız İpi getir dönünce.
-8-
Ben yalnız gitmem, sevgilim,
Sen de gel benimle;
Soğuk, üzgün, yaslı evde
sevimli, Harap, korkulu oda -
Çökmüştür annem kapı önüne,
Oğlunu bekler, gözleri yolda.
Uzaklaş yanımdan, kederli
adam, Seni kim çağırdı?
Soluğun ateş gibi, ellerin
buz, Gözlerin alevli, yanakların solgun;
Ben gül kokularında, gün ışığında Gülmek,
eğlenmek isterim.
Güller koku
saçar, güneş ışık;
Bu senin elinde, tatlı sevgilim! Geniş, beyaz
dalgalı örtüne sarıl,
Gezinsin parmakların
çalgıl')ın tellerinde, Söyle bir düğün şarkısı, gece rüzgarı Katılsın ıslıkla
ezgiye.
-9-
DON
RAMİRO
"Donna Clara! Donna
Clara! Candan sevgilisi uzun yılların! Ne insaf, ne acıma,
Beni mahvetmek meramın.
Donna Clara! Donna Clara!
Aşk nimetleri tatlı!
Soğuk, karanlık mezar,
Korkunç aşağısı.
Donna Clara! Sevin, yarın Kilisede,
Fernando, seni Eş olarak selamlayacak -
Düğününe çağıracak mısın
beni?
"
"Don Ramiro! Don
Ramiro! İçime işliyor sözlerin, İrademle alay eden
Falından da beter
yıldızların.
Don Ramiro! Don Ramiro! Silk
at bulanık hüzünleri;
Dünyada başka kız yok mu, Allah ayırdı bizi.
Don Ramiro, sen ki
O kadar çok arap yendin,
Şimdi de kendini yen - Gel düğünüme yarın."
"Donna Clara! Donna
Clara! Geleceğim, sana yemin!
Dans edeceğim seninle,
İyi geceler, gelirim
yarın."
"İyi geceler!" -
Tıkırdadı pencere. Ramiro içini çekti,
Kaldı kaskatı uzun bir süre,
Sonra karanlıkta kayboldu gitti.
Uzun bir boğuşma, ardından
Gündüze bıraktı gece yerini;
Açıldı yayıldı Toledo,
Bir çiçek
bahçesi gibi.
Şatafat!ı yapılar, saraylar
Güneşte pırıl pırıl;
Yüksek kilise
kubbeleri
Yalızlanmış sanki,
ışıltılıdır.
Arı kovanı adeta, uğultulu
Tören sesleri çanların;
Tanrı evlerinden ilahiler Yükseldi cana yakın.
Çarşıdaki küçük kiliseden,
Orada, bakın! bakın!
Bir telaş, bir kaynaşma,
Çıkışı halkın.
Şık temiz şövalyeler, süslü
hanımlar, Tören giysileriyle saray hizmetkarları, Duru net sesleri çanların,
Org yankıIarı.
Saygılı, yol açıyor herkes.
İlerliyor halkın ortasında Zarif, kibar
giyinmiş çift: Don Fernando, Donna Clara.
Damadın sarayının kapısına
kadar Geliyor kalabalık üst
üste;
Başlıyor ihtişamlı düğün
Orda, eski adet üzre.
Neşeli sofra, gösteriler,
Sevinç avazeleri, nöbetleşe;
Geçip giden saatler coşkun,
tez, Derken çöküyor gece.
Toplanıyor dans için
Davetliler salonda;
Renk renk tören giysileri
Mumların ışığında.
Oturmuş gelin güvey Yüksek
koltuklara;
Konuşuyor kibar tatlı
Don Fernando, Donna Clara.
Zarif. süslü herkes Salonda
dalga dalga;
Çın çın borular, Davullar çalmada.
·'Fakat neden, güzelim,
Salonun köşesine Saplandı bakışların?
"
Soruyor şaşırmış, şövalye.
"Baksana, Fernando,
orada Siyah pelerinli bir adam var!" "Ah, insan değil o, gölge!"
Gülümsüyor nazik, şövalye.
Fakat yaklaşıyor gölge, Doğru, pelerinli bir adam bu! Clara,
kızarmış, selamlıyor Tanıyıp Ramiro'yu.
Dans başlamış şimdi, Neşeli
dönüyor çiftler;
Çılgın temposunda valsin Sarsılıyor yer.
"Ah, Ramiro, seninle
Kalkacağım elbet dansa;
Fakat siyah pelerinle Gelmen doğru mu ya?
"
Saplanmış bakışları delici.
Bakıyor Ramiro, güzel kıza;
Sarıp belinden, diyor ki üzgün: "İzin
verdin, gel dedin ya!"
Katılıyor ikisi
Dans edenler arasına;
Gümbürdüyor davullar, Borular çınlamada.
"Yanakların çok
solgun!" Fısıltısı Clara'nın, ürkek "İzin verdin, gel dedin ya!"
Cevabı Ramiro'nun, titrek.
Dalgalanan kalabalıkta
Mumların titreşen alevi;
Çalan davullar,
Öten borular deli gibi.
"Ellerin buz
kesmiş!" Ürpererek, fısı)dıyor Clara. Dönerken anaforda ikisi, "İzin
verdin, gel dedin ya!"
"Bırak beni, Don
Ramiro, bırak beni! Soluğunda bir ceset kokusu!"
Gene o karanlık sözler:
"İzin verdin, gel dedin
ya!"
Duman duman döşeme,
kızışmış! Neşeli sesleri kemanların;
Çılgın bir büyü dokunmada
sanki, Dönüyor her şey, çevresinde insanların
"Bırak beni, Don
Ramiro, bırak beni!" Hep aynı inilti, kalabalıkta.
Değişmiyor Ramiro'nun
dediği: "İzin verdin, gel dedin ya!"
"Git, Allah aşkına,
git!" Bağırıyor Clara, kesin, sert, o;
Söylenir söylenmez bu söz, Kayboluyor Ramiro!
Donmuş Clara, yüzü ölü yüzü,
Buz gibi, geceyle çevrili;
Çekmiş almış siyah ülkesine Baygınlık, bu
aydınlık çehreyi.
Dağılıyor sonunda sisli
uyku, Açılıyor kirpikleri;
Fakat bir şaşkınlık, tekrar
Kapatıyor sevimli gözlerini.
Çünkü dans başladı başlayalı
Hep eski yerinde,
Kalkmamış hiç, güveyin
yanından;
Şefkatle soruyor şövalye:
"Neyin var, neden soldu
yanakların?
Birden niçin gözlerin karardı?
" -
"Va Ramiro?
" - kekeliyor Clara,
Korkudan dili bağlı.
Derin, esrarlı kıvrımlar,
Çizgi çizgi alnı güveyin:
"Güzelim, kurcalama
kanlı haberi, Ramiro öldü öğleyin."
- 10-
BELSAZAR
Gece yarısına doğru,
Uyumuş Babil, sessizliğe
gömülü.
Bir kıra( sarayı tepede
aydınlık, Gürültüsü savaşçıların çığlık çığlık.
Orda yukarda sarayın salonu,
Belsazar'ın sofrası kurulu.
Oturmuşlar sat sat,
parıltılı Sağraklardan boşaltmada şarapları.
Tokuşan kupalar, sevinç
naraları adamların Tam gönlüne göre, dikbaşlı kıralın.
Belsazar'ın yanakları al al,
Artırmış pervasızlığını şaraplar.
Gözü dönmüş, kör bir
cesaretle Kıral dil uzatıyor Rabb'e.
Övünerek, küstah, küfrediyor
o;
Homurdanıyor adamlar: Bravo!
Seslendi Belsazar, mağrur
gözleri. Uşak gitti bir koşu, geri geldi
Başında Jehovah tapınağından
çalınma Altın kapkacak, bir sürü eşya.
Kutsal bir kupa aldı hoyrat,
kıral, Doldurdu şarapla ağzına kadar.
Bağırdı boşaltıp bir dikişte,
Ağzı köpükler içinde:
"Ben Babil kıralıyım,
Jehovah! İşte meydan okuyorum sana."
Dağılınca korkunç sözlerdeki
yankı, Bir korkuyla daraldı kıralın bağrı.
Çınlayan kahkahalar
kesildiği anda Bir ölüm sessizliği salonda.
İşte! İşte! Bir el belirdi, Beyaz duvarda bir insan eli.
Bir şeyler yazdı beyaz
duvara,
Yazdı ateş harflerle,
karıştı kayıplara.
Oturmada kıral, donmuş
bakışları, Titriyor dizleri, ölü beyazı.
Donmuş gibi savaşçılar,
herkes, Ne kıpırtı, ne bir ses.
Kahinler geldi, hiçbiri
açıklayamadı;
Neydi duvardaki bu ateşten yazı.
Fakat aynı gece kıral
Belsazar'ı Öldürdü gene kendi adamları.
11 -
AŞIKLAR
Geldi söz meydanına aşıklar
Atışmak üzre;
Ah, garip bir yarıştır bu,
Pek tuhaf bir çekişme!
Hayal, köpükler içinde azgın
,L\tıdır aşığın;
Sar.at, kalkanı,
Kelimeler kılıç elinde.
Halılar serili balkondan Bakar kibar hanımlar neşeli, Elinde
defne dalı taç
Fakat asıl güzel yok hani.
Başkaları, vuruşan çarpışan
Şövalyeler sağlamdır da, Biz aşıklar
çıkarız ortaya Önceden ağır yaralı.
Ve orda, kalbinin
derinlerinden En iyi, en kanlı şiirler sızan Kazanır yarışmayı, ve alır
En üstün ödülü en güzel
ağızdan.
- 12-
PENCERE ÖNÜ
Solgun Heinrich geçiyordu,
Güzel Hedwig, yavaş sesle,
pencereden: "Allahım, sen koru!" dedi,
"Hortlağa benziyor şu
geçen!"
Baktı yukarıya aşağıdaki,
Özlemle, Hedwig'in
penceresine doğru;
Aşk acısı gibi
sardı bu bakış Hedwig'i, O da hayalet gibi sarardı soldu.
Sevda ateşiyle bekledi
pencerede Güzel Hedwig her gün.
Hayaletler saatinde gece
vakti Düştü kollarına Heinrich'in.
- 13-
YARALI
ŞÖVALVE
Eski bir hikaye, Ağır, hazin;
Aşktan yaralı şövalye,
Kurbanı bir vefasızın.
Hain çıkmıştı kız,
O da hor gördü yarini;
Yediremedi onuruna
Aşkın acılarını.
Göze aldı dövüşmeyi,
Okudu şövalyelere meydan:
Hazır olsun çarpışmaya
Sevgilime toz konduran!
Sustu herkes, susmayınca
Fakat kendi
acısı;
Sızlanan kalbine
Sapladı mızrağını.
-- 14 -
GEMİDE YOLCULUK
Direğe yaslandım, tek tek
Dalgaları saydım.
Gemim, yelkenleri kanatlı;
Hoşça kal, güzel vatanım!
Geldim sevgilimin evi önüne,
Camlar ışıldıyor par par;
El sallamadı kimse, Baktım o
kadar.
Önümü görmiyeyim bulanık,
Akıp gidin gözyaşları;
Parçalanma hasta kalbim, Bu büyük acıdan dolayı!
- 15 -
PİŞMANLIK TÜRKÜSÜ
Bay Ulrich, atıyla, yeşil
ormanda, Hışırtısı yaprakların tatlı;
Dallar arasından görüyor
güzel Bir kızın kendine baktığını.
"Tanıyorum onu!"
diyor asılzade, "Tanıyorum bu parlak, bu aydınlık yüzü: Kalabalık ve tenha
yerlerde gördüğüm Odur hep, üzerimde büyüsü.
Ordaki o, dudaklar yeni
açmış, taze İki gonca gül;
Ama bazan onlardan haince,
Acı sözler dökülür.
Bunun için bu ağız, tıpkı
Hoş bir gül korusudur,
Loş fidanlar arasında, ıslık
çalan Sinsi yılanlar da bulunur.
Ordaki o güzelim yanaklarda
Ne tatlıdır gamze,
Öyle bir çukur, ki çılgın
istekler Çekiyor beni içine.
Görüyorum ardaki o, en güzel
baştan Sarkan şirin bukleleri;
Hain, beni onlarla bağladı,
Bunlar öyle ağlar ki!
Ordaki o mavi gözler Durgun
dalgalar gibi duru;
Ben onları cennetin kapıları
bilirdim, Meğer cehennem kapıları."
Hışırdıyor yapraklar
ürkütücü, Bay Ulrich ilerliyor ormanda;
Solgun, yaslı bir yüz,
Bir ikinci
hayal, uzakta.
"Şefkatli, sıcak, beni
severdi;
Ah, ah!" diyor asılzade,
"Bense kötü davrandım,
acı söyledim, Hayatını zehir ettim, anne!
Acılarımın ateşiyle,
gözlerinde Yaşları kurutabilseydim!
Solgun yanaklarını kalbimin
kanıyla Pembeleştirseydim.''
Bay Ulrich yola devam
ediyor, Başlıyor kararmaya orman;
Garip garip
fısıltılar
Akşam rüzgarlarından.
Yankı yankı geliyor kulağına
Kendi sözleri asılzadenin.
Neşeli kuşların işi bu, Ötüşen,
söyleşen kuşların.
Pişmanlık türküsü bu, Bay
Ulrich aptırmış kendini bu hoş türküye;
Söylüyor, bitiriyor, yeniden Başlıyor söylemeye.
- 16 --
ESKİ
BİR ROMANS OKUYAN BİR ŞARKICI KADIN İÇİN
Büyülemişti bizi hala
hatırımda, İlk gözlerim oldu onu gören!
Sesi ne kadar hoştu,
Sırlı, tatlı, kalbime
sızarken Aktı yanaklarıma göz yaşları Bana böyle ne olmuştu?
Bir rüyaya dalmıştım adeta
Bir çocuktum sanki hala,
Oturmuş sessiz, lamba
ışığında, Küçük, asude odasında annemin, Güzelim masallar okuyordum, Geceydi,
rüzgardı dışarda.
Başladı masallar canlanmaya,
Çıktı hendeklerden şövalyeler, Ronzisval'de
bir çetin kavga, Çıka geldi Bay Roland at sırtında,
Nice yiğit mızraklar ardında, Ganelon, o rezil de vardı ne çare.
Roland'ı fena hırpaladı,
Kan içinde, zor soludu
Roland;
Boru sinyalleri uzaktan uzağa Varınca büyük
Karl'ın kulağına, Sararmış, solmuştu Roland - Hayallerim beraber öldü onunla.
Seslerle iç içe bir çınlayış
Uyandırdı beni hayallerimden. Dağıldı yankısı efsanenin, Alkışlar, alkışlar
Arkası gelmiyor
"Bravo!" seslerinin Eğildi sanatçı yerlere kadar.
-- 17 -
ALTINLARIN ŞARKiSi
Nerdesiniz duka altınlarım,
Nerelerde kaldınız?
Derelerde neşeli Dalıp çıkan
altın Balıklarla mısınız?
Hoş, yeşil kırlarda
Sabah çiylerinde çiçekler
altın Onlarla mı parlarsınız?
Mavi göklere doğru Süzülür
ışıl ışıl, altın
.,Kuşlarla mı uçarsınız?
Göklerde her gece bir nurlu
Kaynaşmayla gülümseyen, altın Yıldızlarla mısınız?
Ah, duka altınları Ne yüzer
derede,
Ne yeşil kırda parlar, Ne
süzülür maviliğe,
Ne gökte gülümsersiniz!
Tefecilerin avucunda, Onların elindesiniz.
PADERBORN KIRLARINDA
KONUŞMA
Uzak ezgileri duymuyor
musun, Viyolonsel ve keman sesleri galiba?
Dans eden güzeller olmalı
Uçar gibi, kol kola.
"Bir yanılma bu
seninki, Keman falan yok, dostum,
Ben sadece büyük, küçük
domuzların Homurtusunu duyuyorum."
Borular ötüyor, duymuyor
musun?
Avcılar av sevincinde;
Masum kuzular otluyor,
görüyorum, Kaval çalıyor çobanlar.
"Ah, dostum, o duyduğun
Ne boru, ne de kaval;
Kırdan dönüyor domuz çobanı,
Önünde domuzlar."
Uzak ezgileri duymuyor
musun, Tatlı yarış şarkıları sanki?
Kanat çırparak melekler
Alkışlıyor ezgileri.
"Ah, oradan yankılanan
Söyleşme, yarışma değil,
dostum! Kaz çobanları türkü söylüyor, Kazlarını getiriyorlar."
Çanlar çalıyor, duymuyor musun,
Ne duru, hoş sesleri?
Gidiyor dindarlar huşu
içinde Köyün kilisesine.
"Ah, dostum, inek öküz
Çıngırakları onlar;
Başları önlerinde, loş Ahırlarına
dönüyorlar."
Sen görmüyor musun uçuşan
örtüyü, Hafifçe selam verişleri?
Ben görüyorum, sevgilim
orada, Üzgün, nemli bakışları.
"Ah dostum, başını
sallayan arda, Ormandaki kadın, Liese,
Solgun, kara kuru, çayıra
doğru İlerliyor koltuk değnekleriyle."
Peki, dost, bir hayal
adamının Güldürsün isterse, seni, soruları! Kalbimde yer etmiş olanlar da
Kuruntu, aldanma mı?
-19-
HAYATIN
SELAMI
Hatıra
Defterinde Bir Yaprak
Bir büyük yol dünyamız, Biz
insanlar yolcuları;
Koşucular, posta tatarları
gibi Fırlar gideriz yaya veya atlı.
Çıkarız yola, eğilen baş,
verilen selam Arabalardan mendillerle;
Sarılalım, öpüşelim
isterdik, Fakat sabırsız atlar.
Tam raslaşırız aynı konak
yerinde Prens Alexander, ah sevgili,
Öttürür borusunu sürücü:
Gidiyoruz! Ve ayırır bizi.
--- 20 -
DOĞRUSU
Bahar gelince güneş
ışınlarıyla, Tomurcuklanır, açar çiçekler;
Dolanırken ay, ışık yörüngesini Başlar peşinde
yıldızlar yüzmeye;
Ve şair bir çift göz görünce
sevimli, Taşar kalbinden şarkıları -
Ama gözler, ay, gün ışığı
Şarkı, çiçek, yıldız hepsi
Hiç biri, ne kadar gitse de
hoşa, Yetmez bir dünya yaratmaya.
SONELER
W. Schlegel'e
Yapma benler düzgünlü
yanaklarında, Kabarık kasnak eteği bol çiçekli,
Kıvrık uçlu, işlemeli
pabuçlar ayaklarında, Kabarık saçları boğumlu, yaban arıları gıbi:
Adi şiir böyle donanmıştı
geldiğinde Kucaklamaya seni, aşkla;
Fakat sen kaçtın, karanlık
içgüdülerle, Şaşkın, dalgın, kaçtın uzaklara.
Bir şato buldun, ıssız eski
bir yerde, Sevimli, mermer bir heykel gibi içerde Dalmış güzeller güzeli,
büyülü uykulara.
Selamladın, çözüldü büyü,
uyandı Almanya'nın gerçek şiir perisi, gülümsedi Ve bıraktı kendini, senin
kollarına.
Annem
B. Heine'ye (doğuşu: V. Geldern)
Alıştım başımı dik tutmaya,
Aklımın doğrusuna giderim,
dönmem;
Yüzüme kim baksa, kıral da olsa, Gözlerimi
yere eğmem.
Fakat anneciğim söyliyeyim
açıkça: Ne kadar zorluysa da gururum,
Senin tatlı, candan yakınlığında Küçülür, yok
olurum.
Beni böyle sindiren
sendeki o ruh mu;
O yüce ruhun mu deler geçer her şeyi,
Bir çakar, uçar gider
gökteki nurlara doğru?
Üzülmem onları düşünmemden
mi?
Beni o kadar seven o güzel kalbi, Kalbini
kırdım, hatalarım oldu.
--- 2 --
Deli, çılgın bıraktım seni
günün birinde, Dünyanın öbür ucuna gidecektim, Sevgiyi bulur muyum, denemek
istedim, Kucaklayacaktım, muhabbetle.
J\radım sevgiyi bütün
sokaklarda, Açtım elimi kapı kapı,
Dilendim birazcık sevgiden
sadaka, Soğuk nefret oldu, gülüp uzattıkları.
Şaşkın, dolaştım sevgi diye
diye, Fakat bulamadım hiçbir yerde, Döndüm geldim üzgün, hasta.
Karşıladın beni, eve gelince
Ve ah! yüzdüğünü gördüğüm
gözlerinde O tatlı sevgiydi, aradım aylarca.
H. S.'ye
Açınca telaşla küçük
kitabını, Selam verdi bana altın, aşina
Birçok görüntü, çocukluk
günlerimde Görmüştüm onları, çocuk rüyalarımda.
Gene görmedeyim, uzanmış
göklere gururla Alman inancının yaptığı katedral;
Çan sesleri, org sesleri
kulağımda Ve aşktan tatlı tatlı yakınan yankılar.
Görüyorum ayrıca o çevik
cüceleri, Tırmanır katedrale, hoyratlaşır varınca. Koparırlar o güzelim,
oyma oyma çiçekleri.
Ama bir meşeyi ne kadar
saysalar, Çalıp alsalar bütün süslerini,
Gelir gene bahar, yeniden
yaprak açar.
CHRISTIAN
S.'YE FRESK SONELER
- 1 -
Benden paso, dalkavuk muyum
odunlara, Dışları altın, kum çakıl içleri;
Peki demem bir külhanbey
elini uzatsa, Adımı lekelemek gizli niyeti.
Eğilmem önlerinde o güzel
sürtüklerin, Parlarlar edepsiz, ne utanma, arlanma;
Koşsunlar kendilerini, ben yokum,
Tın tın putlarının zafer arabalarına.
Biliyorum telef
olur gider meşe, Eğilip bükülerek deredeki kamışsa
Rüzgarda fırtınada durur eski yerinde.
Peki ama ne olur o kamış sonunda?
Şansa
bak! Va bir züppeye baston,
Ya halı döven bir sopa,
uşaklar elinde.
-2-
Ver maskeyi, yüzüme takayım,
Bir serseri olayım, karakter
maskeleri Takınmış reziller, gösterişli her biri, Sanmasınlar kendileri gibiyim.
Bir kopuktan hiç farkım
olmasın, Adi sözler, davranışlar yardımcım;
Şimdi yavan züppelerde
özenti, zekanın O güzel parıltısından yoksun kalayım.
Maskeli baloda ben böyle
dans ettim, Şövalyeler, kırallar, keşişler hayran, Soytarılar selam verdi,
çıkmadı tanıyan.
Tahta kılıçlarıyla
patakladılar beni. Şakaydı tabii. Çünkü maskemi çıkarsam Donar kalırdı it kopuk
o kadar adam.
-3-
O yavan zırzoplara gülerim,
Koç suratlı, bakarlar aval aval;
Hilekar, kaypak, aptal
Bakar bana o tilkiler,
gülerim.
O pek bilgiç maymunlara
gülerim, Mağrur yargıçlardır, kasılırlar;
Zehirli silahlarla tehdit ederler beni, Ödlek
reziller, gülerim.
Çünkü mutluluğun o hoş
oyuncakları Kırılıp da kaderin ellerinde,
Atılınca önümüze, yerlere
saçılınca,
Ve kalp, bedende parçalanıp
kalınca, Parçalanmış, doğranmış, delik deşik -
Çın çın güzel kahkaha donar
dudaklarımızda.
-4-
Beynimde bir hayalet gibi,
güzel bir masal Masalda yankısı ince bir şarkının sade;
Şarkıda, örer dokur terütaze,
İnce bir kız, çok güzel.
Göğsünde kızın bir küçük
kalp var, Fakat sevgi ateşi yok bu kalpte, Girmiş muhabbetsiz, donmuş gönle
Ancak kibir, gurur... o kadar.
Ses verir başımda masaldaki
yankı Ve şarkı nasıl da uğuldar, ürpertir, Ve kız nasıl güler yavaşça?
Korkuyorum, başım çatlayacak
sanki Ah, fakat korkunç olur, hazindir Aklım eski yolundan saparsa.
-5-
Sessiz üzgün yumuşak akşam
sularında Çoktan unutulmuş şarkıların yankısı, Yanaklardan gözyaşların akışı
Ve eski kalp yarasından kan
sızmada.
Büyülü bir aynada gibi
duruyordu Karşımda gene yarin hayali;
Çalışma masasında, sırtında
pembe yeleği, Mutluydu çevresi, sessiz ve mutlu.
Birden kalktı iskemleden,
kesti Başından saçların en güzelini,
Verdi bana - sevinçten
ürperdim adeta.
Mephisto, sevincime
zehir kattı, Aldı o saçları
sağlam bir ip yaptı, Yıllardır bağlamış sürür beni onunla.
-6-
"Geçen yıl seni tekrar
görünce, Hoş geldin derken öpmedin beni!"
Kızıl dudakları yarin, ben
böyle deyince, Kondurdu dudaklarıma en güzel buseyi.
Bir mersin ağaççığı pencere
yanında, Mersinden bir sürgün kopardı, verdi:
"Dik nemli toprağa, üstüne
bardak kapa!" Dedi, başını salladı, bir hoş gülümsedi.
Zaman girdi araya, öldü
sürgün saksıda, Seneler var, onu da görmedim
ben, Anısı o öpüşün, yanar içimde hala.
Geçende sevgilimin olduğu
yere, kader Aldı getirdi beni yadellerden,
Durdum evi önünde, gece,
sabaha kadar.
-7-
Kendini kolla dostum, azgın
şeytan zırzoplardan, Uysal melek yosmalar, onlardan da beter.
Tam öpmeye kalktım, sivri
pençeler, Uzatmıştı yanağını bir gün biri bunlardan.
Kendini kolla dostum, yaşlı
kara kedilerden, Beyaz dişi genç kediler, onlardan da beter. Kalbime pençe
attı, az daha gitti gider,
Bir gün bunlardan biri
sevgilim olmuşken.
Ey ballar balı kız, ah ey
tatlı maskara! Gönlüm duru gözlerine nasıl da aldandı, Pençelerin bağrıma nasıl
da saplandı?
Bastırsaydım da seni ateşli
dudaklarıma, Ah ey kediciğimin yumuşacık pençesi, Kalbim bütün kanını, yoluna
feda etseydi!
- 8 -
Gördün sen de çok kere
savaşmamı onlarla, Reziller düzgünlü kediler, gözlüklü finolardı;
Kirlettiler benim temiz adımı,
Apar topar sürüklediler beni
mahva.
Gördün beni ukalalar nasıl
harcadı, Çıngıraklı deliler gibi çevremde yaygara;
Zehirli yılandılar, çöreklenmiş bağrımda,
Gördün yaralarımdan kan nasıl aktı.
Sense kımıldamadın sağlam
bir kule gibi, Başın fırtınalarda bir deniz feneri,
Sakin kalbin benim için bir
liman oldu.
Elbet çevresinde azgın
dalgalar vardır, Elbet o limana pek az
gemi ulaşır, Ama ulaşınca
deliksiz uyku.
-- 9
Ağlasam, ne mümkün ağlamak;
Davranıp yükselsem göklere, Çıtırdar iğrenç
böcekler çevremde, Yapışmışım, bırakmaz toprak.
İsterim şOlesi canımın şen
şakrak, Parlasın güzel sevgili her yanda;
İsterim mutlu tatlı soluğunda yaşamak,
Yapamam, parçalanır, gönlüm hasta.
Akıyor kırılmış kalbimden
duyuyorum Sıcak kanım, çok bitkinim, çok halsiz, Çoğalan kararmalar,
gözle"rimin önünde.
Gizli bir ürperişle yukarı,
sisler ülkesine Bakıyorum, yumuşak kollarla arda sessiz Kucaklar beni gölgeler,
biliyorum.
LİRİK İNTERMEZZO
1822 - 1823
ÖNDEYİŞ
Bir şövalye vardı üzgün,
sessiz, Solgun yanakları çukurda;
Kapılmış karanlık hülyalara
Dolaşırdı sendeler gibi arda
burda. Dalgın, hissiz, yavaş, sakar
Sallana yıkıla yürür
gördükçe onu, Gülüşürdü çiçekler, kızlar.
Evde karanlık bir köşeye
çekilir, Kaçardı çok vakit insanlardan.
Özlemli, uzatır kollarını,
Fakat tek söz çıkmazdı ağzından. Valrıız
gece yarısı oldu
mu Başlar bir tuhaf
şarkı, ses Kapısı vurulurdu.
Girer sevdiği usulca içeri,
Hışırtılı elbisesi dalga
köpüklerinden, Terütaze bir gonca gül gibi,
Örtüsü elmas, pırlanta,
Narin endamını saran saçları
altın, Tatlı bir güçle selamlar gözleri - Düşerlerdi birbirlerinin kollarına.
Kucaklar şövalye olanca
aşkıyla, Şimdi ateşlenmiştir o duygusuz,
Pembedir solgun yüz, uyanmış
düşteki, Açılır gitgide durgun adam;
Oyun oynar fakat ona kadın:
Elmas, beyaz örtüsüyle örter Başını yavaşça. adamın.
Girer billur saraya, su
altında, Büyülenir ansızın şövalye, Şaşırır, kamaşmış gözleri Titreşen
parıltılarla.
Kucaklar onu deniz perisi,
Güveydir şövalye, peri gelin, Çalar nedimeleri gitara.
Çalarlar, söylerler çok hoş
şarkılar Ve kalkarlar dansa;
Gitmiş aklı başından adamın,
Daha sıkı sarılır güzele - Derken söner ansızın ışıklar;
Şimdi gene kasvetli şair
odasında, Evindedir tek başına, şövalye.
Güzelim mayıs ayında
Tomurcuklar açılınca, Benim de kalbimde Aşk yeşerdi.
Güzelim mayıs ayında Başlayınca
ötüşmeye kuşlar, İtiraf ettim ona
İçimdeki özlemi.
--- 2
Yeşerdi gözyaşlarımdan
Çiçekler, dolu dolu;
Çektiğim ahlar
Bülbül korosu.
Yavrum beni seviyorsan Al
çiçekleri hediye,
İzin ver şakısın bülbüller
Pencerenin önünde.
-3-
Gül. zambak, güvercin ve
güneşti Bir zaman gönül verdiklerim.
Artık sevmiyorum, şimdi tek
sevdiğim O küçük, o nazlı, o
tertemiz, biricik;
Odur bütün sevgilerin kaynağı,
Gül de o, zambak da,
güvercin, güneş, hepsi.
Baksam gözlerine Kalmaz
acım, üzüntüm;
Öpsem dudaklarından Dirilirim büsbütün.
Yaslansam göğsüne, gönlümde
Bir cennet ferahlığı;
Ama dersen: "Seni seviyorum!"
Ağlarım acı acı.
-5-
Tatlı, güzel yüzünü Düşte
gördüm geçende.
Melek yüzleri gibi hoştu,
güzeldi, Fakat solgun, acıdan solgundu öyle.
Yalnız dudaklar kırmızı,
onları da Soldurur, çok sürmez, öpüşü ölümün. Söner duru gözlerde o ışık
cümbüşü, Söner aydınlığı gökyüzünün.
-6-
Yanağını yanağıma daya,
Birlikte aksın gözyaşlarımız! Bastır kalbini
kalbime, Alevler birbirine karışsın!
Akınca büyük yangına ırmağın
gözyaşlarımızın,
Ve kollarım kuwetle seni
sarınca - Öleyim özleminde aşkın!
7 --
Bastırayım ruhumu Zambağın
çanağına;
Duyulsun çiçekten sevgilimin
Bir ezgisi, iç çekiş gibi.
Çok tatlı, çok güzel bir
saatte Bir öpücük vermişti sevgilim;
Bu türkü de o öpüş gibi Ürpersin, titresin!
-8
Binlerce yıldır kımıldamadan
Gökte yıldızlar
Aşk acılarıyla Bakışırlar.
Zengindir, güzeldir çok
Konuştukları lisan;
Hiçbir dil
bilgini
Fakat anlamaz bu dilden.
Öğrendim bense, Unutmam bir daha;
Bir tanemin gül yüzünde
okudum Bu dilin gramerini.
-9-
Şarkıların kanadında,
güzelim, Uzaklara götüreyim seni;
Ganj kıyılarında bir yer Biliyorum, yerlerin
en güzeli.
Sessiz ay ışığı, bahçe,
Çiçekler kırmızı;
Bekler lotüsler arda Üzgün kardeşlerini.
Sevişir, gülüşür menekşeler,
Yıldızlara bakarlar;
Anlatır güller yavaşça Mis
kokulu masallar.
Zeki, sessiz ceylanlar
Hoplar, zıplar, dinler
çevreyi;
Kutsal ırmağın, uzakta, Çağıldar ninnileri.
Uzanırız bir palmiye Altına
seninle;
İçtiğimiz aşk, sükun Mutlu bir rüya içinde.
-10-
Güneşin görkeminden Ürker
lotüs çiçeği;
Eğer başını düşlerde Bekler geceyi.
Aydır lotüsün sevdalısı,
Serper ışığın, uyandırır, Alır yüzünden örtüyü: Çiçek pek utangaçtır.
Açılır, kızarır, parlar
Sessiz, gökte bakışları;
Saçar ıtırlarını, titrer,
ağlar, Aşktır bu, aşkın yanışları.
- II --
Şavkı vurmuş o güzel Ren
nehri üzerine: Kutsal ve büyük Köln, Katedraliyle, yüce.
Yaldız deri üzerine,
Katedralde bir portre Serpti nurlarını Hayatımın çölüne.
Çevresinde Meryem Ana'mızın Bir çiçekler, melekler halkası;
Gözler, dudaklar, yanaklar Sevgilimin yüzünde
tıpkısı.
-12-
Sen beni sevmiyorsun, evet.
Sevme, aldırmıyorum;
Yeter ki seyredeyim yüzünü,
Bir kıral kadar mutluyum.
Sen benden nefret ediyorsun,
evet, Pembe, minik ağzın söylüyor bunu;
Yeter ki öpeyim dudaklarını, Unuturum
üzüntümü.
-13-
Yemin etme, öp yalnız,
Ben inanmam kadın
yeminlerine! Verdiğin söz tatlı, fakat
Çok daha tatlı seni öpüşüm!
Öptüm seni, bu gerçek, Oysa buhar, uçar söz.
Ah, yemin et sevgilim,
boyuna, Boş söze de güvenirim ben!
Mutluyum, buna inanıyorum
Kucağına doğru, bitkin yıkılırken;
Eminim, seveceksin beni
Daha uzun bir süre,
ebediyyen!
- 14 --
En
güzel türküleri Sevgilimin
gözlerine yazdım. En iyi övgüleri
Dudaklarına.
En parlak dörtlükleri
Yanakları için yazdım,
Bir de zarif sone yazardım
Olsaydı kalbi.
-15-
Öyle sersem, öyle kör ki bu
dünya, Günden güne tatsız!
Güzelim, .::.enin için der
ki bu dünya: "O kız hoppa, arsız!"
Öyle sersem, öyle kör ki bu
dünya, Hep yanlış tanıyacak seni;
Bilmez, insanı yakarak mutlu
eden O tatlı öpüşlerini.
-16-
Sen bir hayal yaratığı
mısın, Söyle, sevgilim, haydi, Boğucu günlerinde yazın Şairin tasarladığı?
Gözlerde o büyülü parıltı,
Böyle minik bir ağız, hayır,
Bir çocuk, böyle sevimli, tatlı...
Yaratamaz bir şair.
Doğabilir vampir, yarasa
Şairdeki ateşten, Canavar, ifrit, ejderha..
Korkunç masallarda görülen.
Fakat tatlı, güzel çehreni, Zalimsin, hainsin, hayır, Masumluğu
sahte bakışlarınla seni Yaratmaz bir şair.
-17-
Dalga köpüklerinden doğan o
tanrıça Gibi mutlu sevgilim, mutlu ve sevinçli;
Çünkü gitti bir yabancıya,
Onu nişanlı seçti.
Kalbim, ah nelere
katlanmamış kalbim, Kızma bu hainliğe, kızma sakın;
Katlan, dayan, hoş gör
Yaptığını o sevimli çılgının.
-18-
Kızmış değilim parçalansa da
kalbim,
Ey ebediyen yitirdiğim
sevgili kızmı-., değilim. Bir pırlanta gibi parlıyorsun ya,
Düşmez tek ışık, gecesine
kalbinin.
Çoktan beri biliyorum.
Düşümde gördüm seni, Kalbini dolduran geceyi gördüm,
Gördüm bağrını kemiren
yılanı, Ne kadar zavallısın, sevgilim!
- 19-
Evet, zavallısın, bense
kızgın değilim, İkimiz de zavallı olalım, sevgilim!
Ölüm hasta kalbimizi
parçalayıncaya kadar İkimiz de zavallı kalalım, sevgilim!
Ağzının çevresinde
titreşir alay, Kibir şimşekleri
saçar gözlerin;
Görüyorum kabaran göğsünde gurur, Ama sen de
zavallısın bencileyin.
-- 20 -
Flüt, keman sesleri, Trompet
gümbürtüleri;
Oynuyor canımın içi Uymuş düğün havasına.
Davul. zurna sesleri... İyi
kalpli melekler Hıçkırıyor, inliyor
Bu gürültü arasında.
- 21 -
Tamamen unuttun demek,
Kalbin ki benimdi o kadar
zaman;
Kalbin ki tatlı, sahte, küçük,
Yok başka şey daha tatlı,
daha sahte ondan.
Aşkı da, acıyı da unuttun
demek, Kalbimi çiğneyen ikisiydi benim. Aşk, acıdan üstün mü bilmem,
İkisi de güçlü, büyük, benim
bildiğim.
- 22-
Bilseydi küçük çiçekler Ne derin kalbimdeki yara, Benimle ağlaşırlardı Acımı paylaşmaya.
Bilseydi bülbüller
Ne kadar üzgünüm, hasta,
Ötmezlerdi, kalırdı
Şen şakrak şakıma.
Bilseydi altın yıldızlar
Derdimi, kederini, İner, gelir gökten,
beni Teselli ederlerdi.
Ama ne bilsin onlar, Acımı
yalnız birisi bilir: Kalbimi parçalayan
O bilir, kendisi bilir.
- 23-
Güller neden solgun böyle,
Söyle, sevgilim, neden?
Yeşil çimenlerde
Neden susmuş mor menekşe?
Tarla kuşu neden gökte Öter
dertli dertli?
Neden pelesenklerden
YüKselir ceset kokusu?
Çayırlarda neden güneş Böyle
soğuk, kasvetli?
Neden yaslı, ıssız toprak Bir mezar gibi?
Ya ben neden hastayım,
yaslı, Sevgilim, söyle?
Ah, söyle, canımın· içi,
neden Bıraktın beni böyle?
-24-
Sana beni çekiştirdiler Dert
yandılar uzun uzun;
Ama bir şeyi söylemediler:
Azabını ruhumun.
Bir poz, bir tavır, bir
telaş Salladılar sızlanarak başların;
Fena adam dediler benim için, Sen hepsine
inandın.
Görmediler, bilmediler
fakat, Beterin beteri vardı:
Bu en fena, en aptalca şey Benim bağrımda saklı.
- 25 -
Çiçek açmış ıhlamur, şakıyan
bülbül, Gülümseyen güneş, neşeli;
Göğsün inip kalkıyordu,
Sarıldın, öptün beni.
Dökülen yapraklar ve karga
sesleri, Güneşin kaşları pek de çatık;
Yaptığın reverans ne kadar nazikti. Soğukça
vedalaştık.
-- 26 -
Bazan değişti hislerimiz,
Gene de anlaştık çok iyi.
Evcilik oynadık, karı koca
olduk, Aramızda ne dövüş, ne kavga, Şakalar,
öpüşmeler
Güldük, eğlendik beraber.
Çocukluk, arzuladık
Saklambaç oynadık derede, ormanda;
Ah öyle saklanmışız, birbirimizi Bulamadık bir
daha.
- 27-
Dostluğun sürekliydi,
vefalı, sadık, Esirgemedin kendini;
Bunaldığım zamanlarda Teselli ettin beni.
Yiyecek, içecek, Para buldun
bana;
Çamaşır, giyecek,
Yol pasosu aldın bana.
Soğuktan, sıcaktan,
sevgilim, Tanrı korusun seni,
Ve asla göstermesin sana
Benim çektiklerimi.
- 28-
Cimriliği toprağın uzun
sürdü, Derken mayıs geldi cömert;
Bir neşe, bir sevinç, her
şey güldü, Benimse içimden gelmiyor gülmek.
Çiçekler açıyor, çanlar
çalıyor, Konuşmakta kuşlar masalda gibi;
Benimse içimden gelmiyor konuşmak, Her şey
zavallı, her şey adi.
İnsanlar, kalabalık sıkıyor
beni, Dostum bile
- eskiden oyalanırdım;
Evlendi tatlı sevgilim, ne çare,
Onun yüzünden bu halim.
- 29-
Ne de çok oyalandım, ne de
çok Yadellerde aşık, hülyalı:
Usandı beklemekten sevgilim,
Kendine bir gelinlik yaptırdı
Ve sardı, damat diye,
şefkatli kollarıyla Bir delikanlıyı, aptalın aptalı.
Pek güzeldir, pek nazlıdır
sevgilim, Gözümün önünde o tatlı hayali;
Menekşeydi gözleri, yanakları gonca gül,
Açardı her dem taze parıltılar içinde.
Nasıl da uçurdum ben böyle
yari,
Vardı sersemliklerim, bundan
büyüğü olmadı.
- 30-
Gözleri mor menekşe, Pembe
gül yanakları, Eller beyaz zambak, Yeşerip açarken hepsi, Kurumuş minik kalbi.
- 31 -
Dünya ne güzel, gök öyle
mavi, Tatlı, ılık esmede rüzgar,
Yeşermiş çayırda çiçekler
göz kırpar, Parlar üstlerinde sabah çiğleri,
Ne yana baksam herkes neşeli
- Ama ben mezarda olmak isterdim, Kollarımda ölmüş sevgili.
- 32-
Girdiğinde o karanlık mezara
Tatlım, sevgilim,
Koynuna sokulmaya Ben de
yanına gelirim.
Üşümüş, sararmış,
susmuşsundur, Öper, koklar, basarım bağrıma;
Sevinç sesleri... titrer, ağlarım, Ölürüm ben
de sonunda.
Kalkar gece yarısı ölüler,
Dans ederler kıvıl kıvıl;
Mezarda kalırız ikimiz, Yatarım kollarında.
Dirilir mahşer günü ölüler,
Mükafat, mücazat bekler onları;
Biz seninle sarmaş dolaş yatarız, Hiçbir şey
umurumuzda mı?
- 33 -
Bir çam, kuzeyde, çıplak Bir
tepede, yalnız.
Uyku bastırıyor, ak
Yorganıyla örtüyor onu kar.
Çamın rüyasında hurma ağacı:
Uzakta, Doğu'da, bir başına, Kavrulan kayalıkta
Susmuş, yaslı.
- 34-
(Baş konuşuyor:) Ah, bir
tabure olsam,
Sevgilim ayaklarını koysa!
Çiğnesin istediği kadar, Ne sızlanma, ne yakınma.
(Kalp konuşuyor:)
Ah, iğnedanlık olsam,
Sevgilim iğnelerini batırsa! Delsin istediği kadar, Sevinirdim delikler
arttıkça.
(Şarkı konuşuyor:)
h. bir
kağıt olsam,
Yırtıp büküp saçlarını
sarsa! İçimde yer eden şeyi Fısıldardım kulağına.
- 35-
Sevgilim gitti gideli Unuttum gülmeyi tamamen.
Adi nükteler yapıyor
bazıları, Gülemiyorum.
Onu kaybettim edeli Gözyaşı
da bitti bende;
Çatlayacak kalbim nerdeyse,
Ağlayamıyorum.
- 36-
Büyük acılarımdan
Yaptığım küçük şiirler,
şarkılar Çırptılar kanatlarını,
Gönlünden yana uçtular.
Vardılar sevgilimin oraya,
Fakat hemen döndüler,
yakındılar, Gönlünde gördükleri şeyi Söylemekten sakındılar.
- 37-
Gezmeye çıkmış halk ormanda
kırda, Giymişler pazarlık giysileri;
Güzelim tabiatı
selamlıyorlar Sekerek, sevinçli, oğlaklar gibi.
Kırpışan gözlerle bakıyorlar:
Çiçekler ne hoş, ne güzel! Dinliyorlar, kulak kesilmiş: Türkü söylüyor
serçeler.
Bense odamdayım, camlarda
Siyah perdeler;
Bekliyorum gelsin
hayaletlerim, Gündüz olduğu halde.
Çıkıp ölüler ülkesinden
Geliyor eski sevgilim;
Yanıma oturuyor, ağlıyor, Ağlatıyor beni de.
- 38-
Unutulmuş dönemlerden
sahneler Çıkar da mezarlarından,
Gösterir yakınında
Nasıl yaşadım bir zaman.
Gündüzleri şehrin
sokaklarından Geçerdim, sallanarak, hülyalı, Öylesine üzgün, durgun,
Herkes bana bakardı.
Geceleri, iyiydi geceler,
Çekilirdi sokaklardan el ayak;
Yürürdüm, yürürdü gölgem, Giderdik
konuşmayarak.
Yankılanırken adımlarım
Geçerdim köprüyü;
Selamlardı beni düşünceli: Bulutlardan ay
görünürdü.
Evinin önünde dururdum,
Gözlerim yukarlara dikili, Bakışlarım pencerende, Kalbim çatlayacak gibi.
Arada bir bakardın,
biliyorum, Pencereden aşağıya sen de Ve
görürdün bir sütun gibi beni Orda, ay ışığında.
- 39-
Bir genç sevdi bir kızı,
Kızın gönlü başkasında,
Bir başka kızı seviyordu bu
başkası, Ev bark kurdu onunla.
İçerledi bizim kız, Herhangi
bir adamla Peki dedi evlendi;
O genç alındı
buna.
Bu hikaye beylik ya, Gene de her zaman yeni;
Başından geçmesin yoksa,
Kırılır insanın kalbi.
-40-
Yankısını duyunca, bir zaman
Sevgilimin söylediği şarkının, Göğsüm parçalanır adeta, Hoyrat acıların
baskısından.
İter karanlık bir özlem beni
Ormanlara dağlara,
Erir çok büyük acım
Gözyaşlarıyla, arda.
-41-
Bir kıra( kızı gördüm
düşümde, Solgun yanakları ıslak;
Yeşil ıhlamurun dibinde
Oturduk, kucaklaşarak.
"Gözüm yok babanın
tahtında, Altın asasında, güzelim,
Ne de elmas tacında;
Ben yalnız seni isterim."
"Bu olamaz!" dedi
bana, "Çünkü mezardayım ben, Geliyorum ancak geceleri Seni çok
sevdiğimden."
-42-
Yavrucuğum, seninle baş başa
Bir hafif sandalda ikimiz Süzülürken
geniş, engin sularda Gece sessiz.
Hayaletler adası, o güzel
ada Ay ışığında uykulu;
Ezgiler türküler
yankılanmada, Dalgalı bir dans, sislerin oyunu.
Gittikçe daha güzel,
yankılar Sağa sola yayılıyordu;
Geçip gittik üzgün, ümitsiz
Engine doğru.
- 43-
Eski masallardan
Beyaz bir el, el eder bana;
Yankılanır büyülü bir ülkenin Şarkıları kulaklarımda.
Altın ışıklarında akşamın
Baygın çiçekler,
Yüzleri bir gelin yüzü,
sevgiyle Birbirlerin seyrederler.
Ağaçlar konuşur,
Bir koroya benzer türküleri;
Çağlar duru pınarlar
Bir dans müziği gibi.
Ve sevda ezgileri Senin hiç
duymadığın, Çok tatlı bir özlemle Büyüsüne kapılırsın!
Ah, gidebilseydim oraya,
Kalbimde sevinç, rahatlık;
Kurtulurdum acılardan, Mutlu olurdum artık.
A!;
ı, o haz dolu ülke Doldurur düşlerimi;
Doğunca sabah güneş, Erir gider köpük gibi.
-44-
Seni sevdim, seviyorum hala
seni! Dünya yıkılsa, yükselir
Yıkıntılar arasında gene
Aşkımın alevleri.
-45-
Aydınlık bir yaz sabahı
Dolaşıyorum bahçede. Fısıldaşıp konuşuyor çiçekler, Sessiz yürüyorum bense.
Fısıldaşıp konuşuyor
çiçekler, Acıyarak bakıyorlar bana: "Solgun, üzgün adam, o bizim
Kardeşimiz, ona kızma!"
-46-
Karanlık güzelliği içinde
Aşkımdır, parlar;
Tıpkı yaz gecelerinde
Anlatılan acıklı bir masal.
Gezinir büyülü bahçede
sessiz Ve yalnız, iki aşık;
Ötüşür bülbüller, aydan yere
Düşer titrek bir ışık.
Kız ayakta, bir heykel
gibidir, Önünde şövalye, diz çökmüş;
Derken kırlardan dev gelir, Kız kaçar, ürkmüş.
Düşer yere kan içinde
şövalye, Düşe kalka dev döner, gider - Ben gömüldüğüm zaman
Masal da biter.
47
Acılara saldılar beni,
Mosmor oldum öfkemden;
Bir kısmı sevgiden yaptı
bunu, Bir kısmı nefretten.
Ekmeğime zehir koydular,
Bardağıma zehir;
Bir kısmı sevgiden yaptı
bunu, Bir kısmı nefretten.
Ama beni odur en çok
inciten, İçerleten, üzen;
Çünkü hiç sevmedi beni, Ne
de nefret etti benden.
-- 48 -
Sıcak yaz Yanacıklarında,
Soğuk kış
Minik kalbinden senin.
A benim canımın içi!
Değişecek bu halin;
Kış yanaklarında olacak, Yaz
kalbinde senin.
-49-
Sevişenler ayrılırken
Avuç!arda elleri, Başlar ağlamaya, Bitmez iç
çekişleri.
Ne ah dedik, ne eyvah, Biz
hiç ağlamadık.
Ayrıldık, sonra Gözyaşları,
hıçkırık.
-50-
Çay içiliyordu,
A ktan konuşuldu uzun.
Bayanlar ince duygulu, Baylar estetiğe uygun.
"Platonik olmalı
aşk!"
Böyle dedi sıska saray
müşaviri. Hem içini çekti hanımı,
Hem alaycı gülümsedi.
"Kaba olmamalı
aşk!" Dedi rahip, ağzı geniş,
"Sağlığa zarar
yoksa." Genç kız Fısıldadı: "O da ne demekmiş?
"
"Bir tutkudur
aşk!" Konuştu kontes, acılı;
Sonra nazik, kibar, Fincanını barona uzattı.
Bir boş yer daha vardı
masada, Sevgilim, sen eksiktin!
Olsaydın, ne güzel Aşkından
bahsedecektin.
- 51-
Şiirlerim zehirlidir benim -
Nasıl olurdu başka?
Çünkü zehir akıttın
Yeni yeni çiçeklenen
hayatıma.
Şiirlerim zehirlidir benim -
Nasıl olurdu başka?
Kalbimde yılanlara yer
verdim, Sevgilim, bir de sana.
- 52-
Gene o eski rüya:
Bir mayıs gecesi gene,
Oturmuşuz ıhlamurun altına, And içiyoruz seninle.
Bir gülüş, bir okşayış, bir
öpüş,, Bir yemin, peşinden yenisi;
Kolay olsun diye hatırlayış, lsırmıştın elimi.
Ey gözleri ışıl ışıl
sevgili, Ey hırçın, güzel kız!
Yeminler iyiydi ya, lsırman
gereksiz.
- 53-
Durdum yücesinde dağın, Bir
duyarlık, bir hüzün. "Bir küçük kuş olsaydım!" İç
çektim durmaksızın.
Kırlangıç olsaydım, gülüm,
Uçardım senden yana,
Bir minik yuva kurardım
Pencerenin altında.
Bülbül olsaydım, gülüm,
Uçardım senden yana, Yeşil ıhlamurdan, gece, Şarkılar şakırdım sana.
Olsaydım şakrak kuşu,
Uçardım hemen kalbine;
Seversin o kuşları sen, Bulursun derman,
derdine.
- 54 --
Yavaştan ilerliyor arabam
Neşeli ormandan geçerek, Parlıyor güneşte, büyülü Vadiler dolu çiçek.
İçinde arabanın dalgın
Düşünürken sevgilimi, Uzatıp başlarını üç hayal Birden selamlıyor b'3ni.
Sıçrayıp zıplıyorlar,
yüzleri Hem alaycı, hem ürkek;
Bir sis yumağı gibi
Kayıp gidiyorlar gülüşerek.
- 55 -
Ağladım düşümde, Ölmüşsün,
gömmüşler seni. Uyandım, yanaklarından Gözyaşlarım akıyordu hala.
Ağladım düşümde, Bırakıp
gitmişsin beni. Uyandım, acı acı Ağladım daha da.
Ağladım düşümde,
Dargınlık, kırgınlık yokmuş
aramızda. Uyandım, gözyaşlarım
Seller gibi hala.
-56-
Hegerce rüyama giriyorsun,
Candan selam
veriyorsun bana;
Kapanıyorum
ağlayarak
O güzel ayaklarına.
Üzgün, kaygılı bakarak
Sallıyorsun sarışın başını, İnciden damlacıklar Süzülüyor gözlerinden aşağı.
Bir servi dalı uzatıp
bana, Bir şey diyorsun yavaş, gizli. Uyanıyorum, dal yok,
Unutmuşum söylediğin o sözü.
- 57-
Bir uğultu, bir patırdı,
Güz gecesi, yağmur, rüzgar;
Yavrucuğum çok korkardı, Nerdedir, ne yapar?
Görüyorum: dayanmış
pencereye, Küçük, ıssız odasında onu;
Bakışları saplanmış geceye, Gözleri yaş dolu.
- 58-
Sarsıyor ağaçları güz
rüzgarı, Gece soğuk, rütubetli;
Yalnızım, paltoma sarınmış, Ormandan
geçiyorum, atlı.
Önüm sıra düşünceler gidiyor
Ben ilerledikçe böyle;
Hafif, havalı, iletiyor beni
Düşünceler, sevgilimin evine.
Havlayan köpekler, titreşen
mumlar Çıkıyor uşaklar ortaya;
Döner merdivenlere
atılıyorum Mahmuz şakırtılarıyla.
Halı döşeli, aydınlık salon
Kokulu, sıcak;
Sevgilim orada beni bekliyor
- Koşuyorum kollarına uçarak.
Yapraklarda rüzgarın
uğultusu, Konuşuyor meşe:
- Nedir istediğin, çılgın atlı, Bu delice düşüncelerinle?
- 59-
lşıltılı göklerinden Bir
yıldız kaydı;
Bu düşerken gördüğüm Aşk
yıldızı.
Dökülüyor elma ağacından Bir
yığın yaprak, çiçek.
Muzip rüzgar eğleniyor
Onlarla oynaşarak.
Kuğu şarkı söylüyor gölde,
Süzülüyor sağa sola;
Yavaşlatıp sesini gitgide Dalıyor sulardaki
mezara.
Her yer karanlık, ıssız!
Yaprak, çiçek uçtu gitti;
Çıtırdadı, toz oldu yıldız, Kuğu şarkısı bitti.
- (ı() -
Rüya tanrısı beni :büyük bir
saraya götürdü, Ağır baygın kokular, mumların alevleri, Dalga dalga, karışık
bir insan seli
İç içe odalardan dışarı
taşıyordu. Arıyordu kıvranarak, inleyerek korkudan, Benzi uçmuş kitle, çıkış kapısını.
Genç kızlar, şövalyeler
vardı kalabalıkta, Sürükleniyordum bu selin içinde.
Derken birden yalnız kaldım,
şaşırmış: Ne çabuk dağıldı kalabalık;
Yürüdüm acele, bir başıma
Dolambaçlı odalardan
Ayaklarım kurşun gibi,
kalbimde korku, acı Bulmaktan ümitsizdim adeta çıkışı.
Derken vardım son kapıya,
çıkmak istedim - Allahım, orda kim vardı!
Sevgilimdi kapıda duran;
çevresinde Ağzının korku, alnında endişe;
Geri dön! diye işaret
ediyordu.
Bir uyarma mıydı, yoksa öfke
mi bu?
Gözlerinde parlayan tatlı yangın Kalbimi,
beynimi ürpertiyordu.
O bakışları oldu uyandıran
da beni: Sert, garip, fakat sevgi dolu.
-61-
Soğuk, sessiz gece yarısı
Ormanda dolaştım sızlanıp
ağlayarak. Ağaçları uykularından ettim,
Baş salladılar, halimden
anlayarak.
-62-
Gömülür dörtyol ağzına
Canına kıymış biri;
Açar bir mavi çiçek arda:
İdamlıklar çiçeği.
Durdum dörtyol ağzında,
Gece soğuk, sessiz;
içimi çektim;
Kımıldıyordu ay ışığında
İdamlıklar çiçeği.
-63-
Koyu, yoğun karanlık Sarmış
her yerde çevremi, Gözlerinin nuru, sevgilim, Işık saçmayalı beri.
Sönmüş benden yana o
tatlı Aşk yıldızlarının altın güzelliği, Açılmış önümde bir
uçurum - Ey ezeli gece, kollarına
al beni!
--· 64 -
Gözlerimin üstünde gece,
Ağzımın üstünde kurşun, Donmuş beynim ve kalbim Mezarda yatıyorum.
Bilemem, ne kadar Sürdü bu
uykum, Uyandım tabutuma Vurulduğunu duydum.
"Kalkmıyor musun,
Heinrich?
Ebedi gün doğuyor;
Ölüler dirildiler, Ebedi haz başlıyor."
Kalkamam, sevgilim, Çünkü
hala körüm ben;
Ağlamaktan gözlerim Söndü tamamen.
"Öpeyim seni, Heinrich,
Gider gözlerinden gece;
Görürsün melekleri, Görürsün gökleri
yüce."
Kalkmam, sevgilim, Kanamakta
hala, Kalbimde acı bir sözle Açtığın yara.
"Elimi, kalbinin,
Heinrich, Üzerine koyarım yavaşça;
Kanamaz artık, geçer Bütün acısı da."
Kalkamam, sevgilim, bitmedi:
Kanıyor başım;
Seni benden çaldıkları vakit
Bir kurşun sıkmıştım.
"Saçlarımla, Heinrich,
Sararım yarasını;
İyi eder, önlerim Kanın
akmasını."
Öyle tatlı, öyle hoş
yalvarıyordu Dayanamadım,
Kalkmak istedim, sevgilime
Gitmeye davrandım.
Açıldı yaralarım birden,
Boşandı sel gibi güçlü, Başımdan, göğsümden kan - Derken işte uyandım.
-65-
Köhne, berbat şiirler,
Rüyalar kötü, hain;
Hepsini gömelim artık, Bir büyük tabut
getirin.
Başka şeyler de koyacağım,
Söylemem henüz, neler;
Kocaman olsun tabut, Heidelberg fıçısı kadar.
Bir de
sedye getirin, Sağlam, kalın tahtaları, Mainz köprüsünden daha da Uzunca olmalı.
Sonra Köln katedralinde
Ermiş Christoph var ya, Ondan da kuvvetli, on iki Pehlivan bulun bana.
Tabutu onlar taşısın, Denize
indirsinler;
Öyle
büyük bir tabut
Öyle büyük mezar ister.
Bu tabut neden mi böyle
Kocaman, ağır?
Aşkımı da koydum içine,
AGılarım da içindedir.
DÖNÜŞ
1823-1824
-1-
Karanlık hayatımda çok önce Parıldayan tatlı
yüz,
Yitti gitti şimdi Dört yanım
gece.
Karanlıkta çocuklar
Gönülleri daralınca, Bastırmak için korkuyu Türkü söyler yüksek sesle.
Ben de çılgın bir çocuğum,
Sesim neşeli değilse de Türküler çağırdım karanlıkta, Korkumdan kurtuldum.
-2-
Öylesine üzgünüm, Bilmem ki
neye yormalı;
Hiç aklımdan çıkmayan Eski bir masaldan olmalı.
Durgun yavaş akıyor Ren,
Hava serin, kararmak üzre;
Doruğu tepenin
Parlıyor akşam güneşinde.
Oturmuş yukarda Güzeller
güzeli bir peri;
Altın saçlarını tarıyor, Işıl ışıl süsleri.
Bir yandan şarkı söylüyor,
Elinde altın tarağı;
Sesi öylesine güzel,
Öylesine tatlı.
Küçük teknesinde kayıkçı
Büyülenmiş, çılgın;
Tepede gözleri,
Değil farkında, kayaların.
Yuttu dalgalar kayıkçıyı,
Sandal ıbattı;
Söyledi o şarkıyı, Bunu
Lorelei yaptı.
-3-
Kalbim üzgün, kalbim, Oysa
pırıl pırıl mayıs;
Yukarda, eski hisarın arda
Duruyorum ıhlamura
yaslanmış.
Akıyor durgun,
sessiz Mavi dere, aşağıda;
Sandalda bir oğlan, Ağzında ıslık, elinde olta.
Karşıda cana yakın, Küçük,
renkli görüntüler:
Evler, bahçeler, insanlar
Öküzler, çayırlar ve orman.
Çamaşır yıkayan hizmetçiler Koşuşuyor
çayırda;
Değirmen çarkından uçuşuyor
elmaslar, Uzak uğultusu kulaklarımda.
Gri, eski kulenin yanında
Bir nöbetçi kulübesi;
Gidip geliyor
önünde
Bir er, kırmızı ceketli.
Selam duruyor, omuzluyor,
Oynuyor tüfeğiyle,
Parlıyor güneşin kızılında silah
Ah, beni öldürseydi!
-4-
Ormanda dolaşıyor,
ağlıyorum,
Ardıç kuşu yüksekte;
Sekiyor, ötüyor inceden:
-Neyin var, neden dertlisin?
Kız kardeşlerin kırlangıçlar
Söyler bunu, yavrum;
Ne güzel yerde yuva
kurmuşlar:
Penceresinde sevgilimin.
-5-
Gece nemli, fırtınalı, Gökte
yok yıldız;
Hışırdayan ağaçlar, ormanda
Dolaşıyorum, yalnız.
Uzakta titrek bir ışık:
ıssız kolcu kulübesi. Gitmek
istemiyorum, Kasvetli içerisi.
Kör nine oturmuştur Meşin
koltuğuna gene;
Konuşmaz hiç, korkunç, Benzer heykele.
Gezinir homurdanarak, Kızıl
saçlı oğlu adamın;
Fırlatır tüfeğini duvara. Güler alaycı,
kızgın.
Çıkrık önünde güzel kız
ıslatır ipliğini gözyaşı:
Babasının köpeği iniler,
sokulur, Dizlerine sürünür başı.
-- 6 -
Ailesine sevgilimin Rasladım yolculukta;
Sevindiler beni görünce Küçük kardeş, anne, baba.
Sordular hatırımı: Nasılsın?
Eklediler sonra:
"Hiç değişmemişsin,
Yüzün biraz solgun ama!"
Halaları, yengeleri sordum,
Bir sürü tanıdıkları;
Sonra minik
köpeği, Ne de sevimli havlardı.
Evlenmiş sevgilimi De sordum
bir ara:
Cevap verdiler sevinçli:
Çoçuğu oldu yakında.
Candan kutladım Sesim
fısıltı halinde, Çok selam söyleyin, Tebrikler benden de.
Söze karıştı küçük kız:
Ne güzeldi
köpeğimiz, minik, Büyüdü, kudurdu sonra,
Ren nehrine attık.
Hele güldüğü zaman,
Sevgilime benziyordu kardeşi;
Gözleri beni perişan eden Tıpkı onun gözleri.
-7-
Balıkçı kulübesi yanında
Oturmuş, denize bakıyorduk;
Akşam sisleri
Göğe yükseliyordu.
Fener kulesinde Yandı
ışıklar;
Enginde, uzaktan
Bir gemi daha göründü.
Konuştuk fırtınadan,
kazalardan, Gemicilerin gökle su,
Sevinçle korku,
Arasında yaşadıklarından.
Konuştuk uzak kıyılardan,
Güneyden, kuzeyden, Garip milletler,
Garip adetlerinden.
Hoş kokular, parıltılarla
Ganj, Kocaman ağaçlar tomurcuk içinde, Güzel sessiz insanlar diz çökmüş, Lotüs
çiçekleri önünde.
Kirli pasaklı Laponlar,
Yassı kafa, yayvan ağız,
bodur;
Bir ateş çevresine çömelmiş, Balık kızartır,
bağrışıp durur.
Dinliyordu kızlar merak
içinde, Derken herkes sustu;
Gözden kayboldu gemi,
Karanlık ıbastı.
-8-
Dilber balıkçı kızı, Çek
kıyıya sandalı;
Elin elimde
Gel otur yanıma.
Koy kalbime başçağızını,
Telaşlanma, korkma;
Azgın denize her gün Güveniyorsun ya!
Çalkanır, kabarır, yatışır,
Kalbim de denize benzer;
Onun da derinlerinde Güzel güzel inciler.
-9-
Ay doğdu, Dalgalarda ışınları;
Kollarımda sevgilim, Kalbimizde çalkantı.
Dinleniyorum kumsalda,
Kollarında sevgilimin;
Bir şey mi duydun rüzgarda,
Ürperdi beyaz elin?
İşittiğin rüzgar değil,
Deniz kızlarının şarkısı;
Kardeşlerimdi onlar, Deniz çekip aldı.
- 10-
Ayaklarında rüzgarın Beyaz
su pantolunu!
Kamçılıyor dalgaları azgın;
Kükrüyor, köpürüyor dalgalar.
Kararmış gökten boşanır
Sağnak halinde yağmur;
Sanki koca gece
Boğmak ister kocamış denizi.
Direğe tutunmuş martı,
Kısık çığlıkları;
Ürkmüş, kanat çırpıyor, Sesinde felaket haberi.
- 11 -
lslık çalıyor, uğulduyor,
gürlüyor, Hora tepiyor fırtına;
Haydaa! Zıplıyor küçük gemi!
Katıldı gece de bu taşkınlığa.
Kuduran deniz şimdi
Sularla oluşmuş canlı bir dağ;
Burda siyah
bir uçurum, Yüksek beyaz bir kule orada.
Küfürler, kusmalar. dualar
Kamaradan taşmakta dışarı, Sımsıkı
yapıştım direğe, Ah, evde olmak vardı!
- 12-
Karanlık çöküyor, akşam, Sis kaplıyor denizi;
Dalgalarda esrarlı bir hışırtı, Bir beyaz
kabarma sularda.
Çıkıyor ortaya deniz kızı,
Geliyor kumsalda yanıma;
Dolgun göğüsleri apak Taşmış tül
giysilerinden.
Kucaklıyor, sıkıyor
kollarında Acıtır gibi, beni -
Eziyorsun adeta, Güzel su
perisi!
Sıkıyorum kollarımda Ezer
gibi seni;
Çok soğuk bu akşam, ısınayım
sana sarılayım da!
Ay ıbakıyor gittikçe solgun Alaca bulutlar arasından;
Güzel su perisi
Gözlerin ıbulanıyor,
yaşarıyor!
Bulanmıyor, yaşarmıyor
gözlerim, Zaten bulanıktı, yaşlıydı;
Çünkü denizden çıkarken Bir
damla su kaçtı.
Martıların çığlığı, ve deniz
Kabarıyor, çatlıyor kayalarda - Güzel su perisi,
Kalbin çarpıyor çılgınca.
Kalbim çılgınca çarpıyor,
Çarp.ıyor çılgınca;
Sevgili insanoğlu, Candan
vuruldum sana!
-13-
Geçtikçe sabahları Evinin ö;
ıünden yavrum, PenceredLysen
eğer Sevinçten uçar gönlüm.
Merakla bakar bana
Koyu kahve rengi gözlerin:
Hasta, yabancı adam, Neyin var, kimsin?
Ben bir
Alman şairi, Bütün Almanyada meşhur;
En değerli isimler
söylenince İçlerinde benimki de bulunur.
Neyim mi var, küçük kız,
Almanyada çoklarında olan şey: En ağır acılar
söylenince İçlerinde benimki de bulunur.
-14-
Engine doğru parlayan deniz
Akşamın son ışınlarında;
Konuşmadan oturuyorduk ıssız
Balıkçı kulübesi yanında.
Uçuşurken martılar
Sis çıktı, sular kabardı;
Tatlı gözlerinden Sızarken gözyaşları.
Gördüm, düştü ellerine
damlalar,
Diz çöktüm önünde;
İçtim beyaz avucundan,
Silindi gözyaşları.
O gün bugün eriyor gövdem,
Ölüyor ruhum, özlemler
içinde
- Mutsuz kadın beni
Gözyaşıyla zehirledi.
-15-
Orda, o tepede Hoş, zarif
bir şato;
Üç güzel genç
kız,
Aşkı onlardan tattım.
Öptü beni cumartesi Jette,
Pazar günü Julia,
Pazartesi Kunigunde Boğuyordu az daha
Üç kızlar şatosunda Salıya
şenlik vardı;
Geldiler konu komşu Hepsi atlı arabalı.
Ya ben, çağrılmadım ben,
Ayıp ettiler doğrusu!
Fısıldaştı hala, yeğen
Güldüler sezip durumu.
-16-
Enginde, ufukta Sisli bir
görüntü: Kuleleriyle şehir
Akşam şafağına büründü.
Yaslı suda nemli rüzgar,
Oynaşır menevişleri;
Kayıkçı kürek çekiyor Üzgün, dertli.
Doğruluyor bir daha
yerinden, Gösteriyor sevgilimi,
Işınlar saçarak güneş, Nerde yitirdiğimi.
- 17 -
Koca, esrarlı şehir Selam
sana;
Sevgilimi bir zaman Basmıştın bağrına.
Kuleler, kapılar, söyleyin
Hani nerde gülüm benim?
Göz kulak olun demiştim, Hani nerde emanetim?
Kulelerin ne suçu var,
Kımıldayamazlardı yerlerinden;
Valizler kutularla sevgilim Şehirden kaçarken.
Kapılar, ama onlar
Bıraktılar gitsin, sessizce;
Bir kapı her zaman boyun
eğer, Bir deli kız ona açıl deyince.
-- 18 -
Gene eski yolumdayım, Dost,
aşina caddeler;
Derken sevgilimin evi... Yok içinde kimseler.
Bu yollar ne darmış meğer,
Ne berbat şu kaldırım!
Çökecek başıma evler...
Kaçar gibi uzaklaştım.
- 19 --
Girdim o salonlara, bir zamanlar
Bağlılık yeminleri etmişti;
Sürünüyordu
yılanlar
Gözyaşları dökülen yerlerde
şimdi.
-20-
Sessiz gece, dinleniyor
sokaklar. Sevgilim şu evde otururdu;
Yerinde duruyor ev,
O gideli çok oldu.
Sokakta biri, gözleri göğe
çevrili, Uğuşturuyor ellerini, acısından;
Bana kendi yüzümü gösteriyor ay: Ürperiyorum
yüzüne bakarsam.
Aşkın acılarına niçin
özenirsin,
Ey benim benzerim, solgun
delikanlı! Geçmişte bazı geceler
Ben burda kıvranmadım mı?
- 21-
Biliyorsun daha sağım, NasıI
rahat uyursun?
Tutacak gene öfkem,
Zincirimi kıracağım.
Bilir misin o eski şarkıyı:
Gelir hani ölü genç,
Alır gider mezarına
Sevgilisini, gece yarısı.
İnan bana, sevda gülüm,
Güzeller güzelim, sen: Yaşıyorum, daha da güçlüyüm Bütün ölülerden!
- ?
.2-
Uyuyor odasında genç kız,
Çekingen bakıyor ay, içeri: Derken bir vals melodisi gibi Şarkı, çalgı sesleri.
Pencereden bakayım, Kimdir
rahatımı bozan?
Bir iskelet, aşağıda
Şarkı söylüyor, çalıyor keman:
"Bir dans vadetmiştin
bana,
Nerde verdiğin söz, tutmamak
olmaz! Mezarlıkta bir balo var bugün,
Gel gidelim, dans edelim
biraz!"
Kız kaptırmış
kendini, Çekiyor onu bir
kuvvet: Şarkı söyleyip keman çalarak Yürüyor önünde iskelet.
Çalıyor, hopluyor, zıplıyor,
Selamlar dağıtıyor bir kuru kafa: Takırdıyor
kemikleri,
Ürpertiyor, ürkütüyor ay
ışığında.
-23-
Karanlık rüyalar görüyordum,
Gözlerim resmine saplanmıştı;
SevgiIi yüzü çok hoş Canlanmaya başladı.
Dudakları çevresinde Tatlı
bir gülüş belirdi;
Sanki hüzün yaşlarıyla Parlıyordu gözleri.
Aktı yanaklarıma yaş,
Gözlerimden benim de - Ah, hiç inanamıyorum Seni yitirdiğime.
-24-
Ben mutsuz Atlas! Taşımak
zorundayım Acılar dünyasmı sırtımda;
Yüklenmişim katlanılmaz şeyi,
Kalbim kopacak adeta.
Ey mağrur kalp, sen istedin!
Mutlu olmak diledin, sonsuz
mutlu, Ya da mutsuz alabildiğine, ey kalp! İşte buldun mutsuzluğu
- 25-
Yıllar gelip geçiyor, Soylar
mezara göçüyor;
Benim kalbimdeki sevgiyse
Duruyor olduğu gibi.
Bir daha görseydim seni,
Önünde diz çökseydim, "Madam, sizi seviyorum!" Deseydim, ölseydim!
-26-
Bir düş gördüm: parıldayan
Ay ve yıldızlar üzgündü;
Çekti beni bir el, uzaklara Sevgilimin şehrine
götürdü.
Evinin önüne vardım, Öptüm
taş basamakları: Değmişti etekleri kaç kez, Değmişti minik ayakları.
Çok soğuktu ta_şlar, Uzundu,
soğuktu gece;
Bakıyordu ay-parlak Solgun bir yüz pencerede.
-27-
Ne ister benden Gözümde bu
tek damla?
Karartıyor bakışımı,
Eski günlerden kalma.
Pırıl pırıl kardeşleri
vardı, Aktı gitti hepsi,
Acılarım, sevinçlerimle
Gecede, rüzgarda.
Acıları, sevinçleri Kalbime gülümsemişlerdi O mavi yıldızlar
Sis gibi onlar da eridi.
Aşkım, aşkım da boş bir
soluk Gibi dağıldı gitti;
Ey geçmişten kalan tek damla
Sen de ak git haydi!
- 28-
Güzün solgun yanmayı
Bakıyor bulutlardan;
Kilise mezarlığında sessiz,
Rahip evi, bir başına.
Anne, İncil okumakta,
Oğul dalmış, ışıkta gözleri,
Uykulu geriniyor abla,
Konuşuyor kız kardeşi:
"Allahım, geçmiyor
günler,
Burası ne de ıssız!
Birini gömmeye geliyorlar,
Bir şeyler görüyoruz."
Anne, gözleri kitapta:
"Yanılıyorsun,
Yalnız dört kişi öldü
Mezarlık kapısı yanına
Babanı gömdük gömeli."
Esniyor büyük kız: "Yanınızda açlıktan ölmek - Konta
gideceğim yarın, Tutkundur o, zengindir pek."
Başlıyor oğlan gülmeye:
"Meyhanede üç avcı zilzurna, Altın yapıyorlar,
Öğretecekler bana da."
Anne, oğlanın zayıf yüzün-=:
Doğru sallıyor İncil'i: "Aliahtan
korkmaz, utan, Gidip haydut mu olacaksın!"
Pencerede bir tıkırtı,
Bir el, bir şey
hatırlatmada: Dışarda siyah cübbesiyle
Ölü baba.
- 29-
Hava pek berbat: Yağmur,
kar, fırtına;
Oturmuş, karanlığa bakıyorum
Pencere kenarında.
Derken belirdi bir ışık,
Yürüyor yavaş, titrek
Bir annecik, elinde fener,
Geçiyor sokağı sallanarak.
Un, yumurta, yağ Aldı her
halde, Sevgili yavrusuna Çörek yapacak.
Kız evde uzanmış koltuğa,
Kırpıştırır ışığa uykulu gözlerini;
Dalgalanır tatlı yüzünde
Saçları altın rengi.
- 30 -
Aşkın acılarında Helak oluyormuşum, Başkaları grbi
ben de
İnandım sonunda buna.
İri gözlü bebeğim
Sonsuz sevdiğimi seni,
Aşkın kalbimi kemirdiğini
Sana her zaman söyledim.
Ama yalnızken konuştum
Bunları, ıssız odamda;
Sustum ah her zaman, Seninle olunca.
Kötü ruhlar vardı Bağlayan
ağzımı;
Benim mutsuzluğum ah, Onlar
yüzünden şimdi.
- 31 -
Beyaz zambak parmakların
Öpebilsem bir daha,
Sıksam kalbimde, sessiz
ağlayışlar İçinde erisem gitsem sonra!
Duru menekşe gözlerin Gece
gündüz karşımda.
Bu tatlı mavi bilmecenin
anlamı?
İçimde bir tasa.
-32-
Tutkunluğuna
Hiç mi bir şey demedi?
Aşkına bakışlarıyla
Hiç mi karşılık vermedi?
Gözlerine baktın da kızın
Hiç mi ruhuna inemedin?
Aziz dost, böyle işlerde Hani eşek de
değilsin!
-33-
Karşılıklı sevda;
ama ikisi
de Gizledi ötekinden;
Bakıştılar haince İçin için
erirlerken.
Ayrıldılar, düşte gördüler
Ara sıra birbirlerini;
Farkında değildiler, Çoktan ölmüşlerdi.
- 34-
Size acılarımdan dert
yanınca Esnediniz, hiçbir şey demediniz;
Onlardan zarif şiirler çıkarınca Övdünüz,
iltifatlar ettiniz.
- 35 -
Şeytanı çağırdım, geldi,
Seyrettim hayranlıkla;
Ne çirkindi, ne kötürüm, Sevimli, hoş bir adam,
Ömrünün en parlak
yıllarında, Candan, nazik, görmüş geçirmiş. Usta bir diplomat,
Dinden, devletten konuşması
yaman. Solgun biraz, buna da şaşılmaz: Sanskritçeyi ve Hegel'i öğreniyordu. En
sevdiği şair Fouque imiş hala.
Artık eleştirmeyle
uğraşmayacakmış, Bırakmış bu işi tamamen
Nineciği Hekate'ye
Benim hukuk çabalarımı övdü,
O da uğraşmış eskiden.
Dostluğumdan pek memnunmuş;
Başını salladı, sordu bir ara:
Biz sizinle daha önce
İspanyol elçiliğinde
tanıştık galiba! Anlc:dım, eski ahbabım,
Yakından yüzüne bakınca.
-36-
İnsanoğlu, şeytanla alay
etme, Kısadır ömrün yolu,
Ebedi lanetse
Ne hayal, ne kuruntu.
İnsanoğlu, öde borçlarını,
Uzundur ömrün yolu,
Arada borç ver, ödünç ver
gene, Hep verdiğin gibi.
-37-
Doğudan gelen üç kutsal
kırc,I, Sordular köylerde, kentlerde: "Bethlehem'e nereden
gidilir, Ey oğullar, ey kızlar?
"
Ne gençler biliyordu, ne
ihtiyarlar, Kırallar yollarına devam
ettiler;
Altın bir yıldızın peşinden gittiler: Işıl
ışıl gökte parlıyordu.
Vusuf'un evinin üzerinde
Durdu yıldız, kırallar içeri
daldılar;
Dana böğürüyor, bebek bağırıyordu, İlahiler
okudu üç kutsal kıral.
-38-
Yavrucuğum biz çocuktuk,
Küçük, şen iki çocuk;
Girerdik tavuk kümesine, Samanlara sokulurduk.
Öterdik horozlar gibi, Gelip
geçenler Duyunca sesimizi Öten horoz sanırlardı.
Avlumuzdaki sandıklara
Sererdik bir güzel yaygı, Dayardık döşerdik, Evimizdi orası.
Yaşlı kedisi komşunun Misafir gelirdi sık sık;
Buyurun, oturun, hoş geldiniz! İltifatlar ederdik.
Sorardık hatırını, Dostça
ağırlardık;
O gün bugün birçok yaşlı
kediye Aynı şeyi yaptık.
Oturur, konuşurduk
Görmüş geçirmiş ihtiyarlar
gibi;
Dert yanardık: Bizim zamanımızda Her şey ne
kadar iyiydi!
Muhabbet, sadakat, din iman
Kalmadı artık dünyada;
Kahve ateş pahası,
Kimde var ki
para! -
Geçti gitti çocuk oyunları, Her şey geçti gitti -
Para, dünya, o günler, İman,
sadakat. sevgi.
-39-
Kalbim daralmış, özleyerek
Anıyorum geçmiş zamanı;
Ferahtı henüz dünya, İnsanlar rahat yaşardı.
Şimdi her şey_ alt üst sanki, Bir eziklik, bir
çöküntü!
Tanrı öldü yukarda, Şeytan
aşağıda ölü.
Kasvetli, bulanık her şey,
Soğuk, çürük, karman çorman;
Birazcık sevgi de olmasa
Ne yapardı insan?
-40-
Ay karanlık bulutlardan
doğru Pırıl pırıl süzülürken,
Aydın bir görüntü karşımda
Karanlık geçmişlerden.
Herkes güvertedeydi,
Gidiyorduk Ren'de gururlu;
Yaz yeşili kıyılar
Akşam güneşinde ışıldıyordu.
Oturmuştum düşünceli,
güzel-şirin Bir hanımın ayakları dibinde;
Oynaşırken altın kızılı güneş Solgun sevimli yüzünde.
lavtalar çalıyor, gençler
Şarkı söylüyordu, sevinçli;
Açıldı ruhlarımız,
Gök mavileşti.
Bir masalda gibi geçiyordu
Dağlar, şatolar, orman, vadi - Parlar gördüm o güzel kadının Gözlerinde ben
bütün bunları.
- 41-
Sevgilimi gördüm düşümde,
Yılgın, çileli bir kadın;
Solmuş çökmüş, eskiden Benzeriydi baharın.
Bir çocuk kucağında, Birini
elinden tutmuştu;
Üstünde başında,
bakışlarında Belliydi kederi, yoksulluğu.
Kaykıla doğrula çarşıdan
geçiyordu, Birden beni gördü, baktı yüzüme;
Ona şunları söyledim,
İçim acıyla doldu:
"Gel, evime gidelim,
Bak, solgunsun, hasta... Çalışır ederim,
Yer, içersin yanımda.
Çocuklara da bakarım, Ne
aç korum, ne açık;
Ama önce seni düşünmeliyim,
Zavallı, talihsiz çocuk!
Seni sevmiş olduğumu
Söylemem hiç sana, Ancak öldüğün vakit Ağlarım mezarında."
-42-
Aziz dost! Neye yarar,
Boyuna söylersin, bu beylik
şarkı?
Hep kuluçkada mı olacaksın, Altında eski sevda
yumurtaları?
Ah bu sürekli gözetleme!
Çatlar kabuklar, civcivler
çıkar,
Cik cik, kanat çırpar,
uçuşurlar, ve sen Kapatırsın onları bir kitapçık içine.
-43-
Sabredin,
Eski kederlerin ezgilerinden
Bazıları duyuluyorsa hala
En yeni şarkılarda.
Bekleyin, erir gider zamanla
Acılarımda yankı, ve açar İyileşmiş kalplerde yeniden Şarkılardan bir bahar.
-44-
Kullanıp aklımı, bütün
çılgınlıklardan Vakti artık, kurtulmanın;
Bir aktör oldum bunca zaman,
Seninle komedi oynadım.
Gösterişli kulisler
boyalıydı Eski, romantik stilde;
Şövalye pelerinim sırmalı Duygularım pek ince.
Saçma sapan çocukluklardan
Artık arınıyorum ya,
İçimde gene de mutsuzluk,
Şimdi de komedi oynuyorum
adeta.
Allahım, ,geçenleri içimden,
Varmadan bilincine, şaka
gibi söyledim;
Ben kendi bağrımdaki ölümle boğuşurken. Ölen
savaşçı rolündeydim.
- 45 -
Kıral Wiswamitra'da Ne dur
var, ne durak;
Savaşır, çile çeker, niyeti
Wasischta'nın ineğini almak.
Ah, kıral Wiswamitra,
Öküzsün sen, öküzün biri! Savaşlar, çileler, bunca eziyet Bir inek için, öyle
mi?
-46-
Üzme kendini, kalbim, Katlan
kaderine;
Kışın senden aldığını Bahar
verir gene.
Güzel daha bu dünya, Şurda
ne kaldı?
Durma sev, kalbim, Her
hoşlandığını.
-47-
Sen bir çiçeği andırıyorsun,
Güzel, temiz ve duru;
Ne zaman baksam sana, Kalbim
hüzünle dolu.
Koysam ellerini başına,
İçimde dua eden bir duygu;
Tanrı bağışlasın seni
Güzel, temiz ve duru.
-48-
Yavrum, bu senin felaketin
olurdu;
Sevgili kalbinde benim için Parlamasın asla
aşk ateşi,
Diye çalıştım doğrusu.
Ah, pek d kolay başardım diye bunu, İçimde ince bir hüzün;
Bazan düşünürüm hani, Beni
hiç mi sevemezsin?
- 49-
Gece yatağa girerim, Düşer
başım yastığa;
Sevimli tatlı görüntü Belirir karşımda.
Rahat uyku gözlerimi Kapar
kapamaz daha, Girer düşlerime
Bu hayal, yavaşça.
Sabahları rüya ile beraber
Eriyip gitmez hem öyle;
Kalbimde bu sefer,
Bütün gün gene benimle!
- 50 -
Minik ağzı
kırmızı, Tatlı, aydınlık gözleri;
Sevgilim, küçüğüm, Düşünüyorum hep seni.
Ne uzun kış akşamı!
Yanında olsam, yanına
otursam O küçük, aşina odada
Sohbet etsem seninle!
İsterdim dudaklarıma
bastırmak Narin, beyaz ellerini;
ıslatmak gözyaşımla Narin,
beyaz ellerini.
- 51-
Kar yığılsın dışarda, Kopsun
bora, fırtına, Takırdasın pancur, cam, Ne yerinme, sızlanma... Sevdiceğim
kalbimde, Gönlümde bahar sevinci.
- 52-
Kimi Meryem'e hayran,
Kimi ermişlere;
Güzel güneş, yalnız sana
Tapmak isterim bense.
Öp beni, şad et beni,
Kızların içinde en güzel
güneş, Güneşin altında en güzel kız, Lütfeyle, kerem eyle!
- 53-
Solgun yüzüm' sana
duyurmuyor mu Aşk yüzünden çektiğim acıları?
Sanki mağrur ağzımdan
beklediğin, Bir yalvarma çığlığı.
Ah, öyle onurlu ki bu ağız,
Öper, şakalaşır sade;
Eğlenir, takılır, alay eder Ölürken ben
ıstıraplar içinde.
- 54-
Aziz dost, aşıksın,
Çilesinde yeni acıların;
Kararırken kafanın içi, Aydınlanmada kalbin.
Aziz dost, aşıksın,
İtiraftan kaçınsan da,
Görüyorum bağrındaki yangın
Gömleğinden dışa vurmada.
- 55 -
Seninle olmak istedim,
Yanında dinlenmek;
Çok işin varmış, Bırakıp gittin.
Dedim ki: "Ruhum,
Kalbim senin tamamen!" Kahkahayla güldün
Bir reverans yaparak.
Çoğalttın daha da Duyduğum
acıyı, aşktan;
Çok gördün
sonunda
Bir veda öpücüğünü.
Yok, öldürmem kendimi, Pek
kötü bile olsa durum! Evvelce de geçti bunlar, Benim başımdan, gülüm!
-56-
Gözlerin safir senin, Şirin,
baygın gözlerin,
Ah, üç kez mutludur
o adam, O gözler sevgiyle selamladıysa.
Pırlantadır kalbin senin,
Soylu ışınlar yansıtan.
Ah, üç kez mutludur o adam,
Işıkları sevginin, ona yansıdıysa.
Yakuttur dudakların senin,
Olamaz daha güzelleri.
Ah, üç kez mutludur o adam,
O dudaklar seni sevdim
dediyse.
Tanısam o bahtiyar adamı,
Ah, bir bulsam,
Yeşil ormanda yalnız her
halde Olurdu mutluluğundan.
- 57 -
Sevda sözleriyle yalandan
Kalbine bağladım kendimi;
Dolandım kendi ipliklerime, Şaka ciddiye
döndü.
Çok haklısın gerçi,
Eğlenerek uzaklaşırsan
benden;
Yaklaşır cehennemin güçleri, Kıyarım canıma,
cidden.
- 58 -
Dünya da, hayat da kırık
kopuk - Bir Alman profesöre gideyim bari. O bilir hayatı birleştirmeyi,
Akla yakın bir sistem
çıkarır sonra, Başında takye, sırtında hırka,
Tıkar, yamar dünyadaki
delikleri.
- 59-
Kafa yordum uzun zaman,
Ölçtüm biçtim gündüz gece;
Bana bu kararı
aldıran, Güzel gözlerin, ne çare.
Baygın, zeki gözlerinin Parladığı
yerdeyim - Hiç aklıma gelmezdi Tekrar seveceğim!
-60-
Bu gece onlarda toplantı
var, Evleri ışık içinde.
Aydınlık pencerede, yukarda
Kımıldayan bir gölge.
Bir başıma, karanlıkta,
aşağıda, Görmüyorsun beni;
Bakman imkansız daha da
Karanlık kalbimden içeri.
Yaslı kalbim seviyor seni, Seviyor ve parça parça Titriyor, kanıyor
Sen görmüyorsun hala.
-61-
Bütün çektiklerim Tek söze dökülseydi,
Şen rüzga:- güle oynaya Alıp
götürseydi.
Acı dolu o sözü İletseydi
rüzgar sana;
Duysaydın her saat, Duysaydın her yerde.
Yumunca uykulara Geceleyin
gözlerini;
En derin düşlerine,
Sözüm peşinden gelirdi.
-62-
İnciler, elmaslar,
İnsan ne dilerse hepsi
elinde senin, Gözlerin en güzeli sende -
Gülüm, daha ne istersin?
O güzel gözlerine bir ordu
Kurdum ben de şarkılardan, Ölümsüz şiirlerdesin - Gülüm, daha ne istersin?
O güzel gözlerinle Ne çok acı çektirdin,
Öldürdün, bitirdin beni -
Gülüm, daha ne istersin?
- 63-
İlk seven, mutsuz da olsa,
Bir tanrıdır bence;
İkinci kez
sevenler, Ümitsizse bu sevgi, aptaldır.
Ben böyle bir budala,
karşılıksız aşka Tutuldum yeniden;
Güneş, ay gülüyor, yıldızlar
beraber,
Ben de gülüyorum - bir
yandan ölürken.
-64-
Bana öğüt verdiler, akıl
verdiler, Şereflere, şanlara boğdular beni;
Bekle hele! dediler,
Sözde korudular beni.
Böyle koruyadursunlar,
Yetişmeseydi bir yiğit, Destek olmasaydı bana, Geberirdim açlıktan.
Mert adam! Aç bırakmadı
beni! Hiçbir zaman unutamam!
Ne yazık, öpmem imkansız
onu! Ben'im çünkü bu adam.
- 65 -
Bu kibar gence
Hayran olunsa az ne kadar;
Sık sık ziyafet çeker bana İstridye, şarap, likör.
Zarif ceket, pantolon mum
gibi, Daha da hoş kıravat;
Uğrar her sabah,
Hal hatır sorar bana.
Yaygın şöhretimden söz açar,
Zarifliğim, nüktelerim;
Hamarat, işgüzar
Hizmetime koşar.
Geceleri toplantılarda Yüzünde
hayranlık, Kibar hanımlar önünde Okur yüce şiirlerimi.
Ah ne bahtiyarlık,
Böyle bir genç bulmak hala;
Gün gün iyiler
Yok olurken çağımızda.
-66-
Tanrı olmuşum düşümde,
Gökyüzüne kurulmuşum;
Çevremde melekler Överler şiirlerimi.
Çil çil liralar isteyen
Pastalar yiyormuşum,
şekerlemeler;
Ala içkiler içiyormuşum, Yok
hiç borcum kimseye.
Ama canım sıkılıyordu çok,
Yeryüzünde olsam diyordum;
Tanrı olmasaydım
Şeytan olurdum.
Sen uzun boylu melek
Cebrail, Düş yollara, var git,
Aziz dostum Eugen'i Al getir
gökyüzüne!
Kurullarda arama,
Şarap bardağı başındadır;
Kiliselerde arama,
Matmazel Meyer'in
yanındadır.
Açtı kanatlarını melek, Uçtu yeryüzüne doğru;
Buldu getirdi
yukarıya O haylaz dostumu.
Hey ahbap, tanrıyım ben,
tanrı, Yeryüzü benim emrimde!
Söylemez miydim sana, bir
şeyler Olacağım günün birinde!
Mucizeler yaratıyorum her
gün, Hayran ol, sen de seyreyle!
Eğlen, sevin bugün, bak
Berlin'i mutlu edeyim de!
Sokaklarda kaldırım taşları
Bölünsün ikiye,
Her taşta taze, parlak Bir
istridye.
Bir limon yağmuru, şebnem
gibi Serpilsin Üzerlerine,
Aksın oluklardan En ala Ren şarabı.
Ne kadar sevinir
Berlin'liler, Başlarlar atıştırmaya;
Sayın yargıçları mahkemenin,
Habire içerler.
Ne kadar sevinir şairler,
Bu şölen sofrasında
tanrıların! Teğmenler, subay adayları Yalarlar
sokakları.
Teğmenler, subay adayları En
akıllıları bunlar;
Her gün olmaz bugünkü
mucize, Diye düşünür dururlar.
- 67
-
Temmuzdu, ayrılmıştım sizden;
Geldim aylardan ocakta.
O zaman çok sıcaktı, siz
sereserpe;
Şimdi üşüyorsunuz, donmuş hatta.
Giderim gene yakında, ve
dönerim yeniden;
Gene bulurum sizi;
ne terli, ne üşümüş.
Yolum geçer yattığınız
mezarlıktan, Kalbim yoksul, perişan.
-68-
İtti güzel dudaklar, güzel kollar
itti,
Sarmışken
sımsıkı, uzağı:ı beni!
Bir gün daha kalmak
isterdim, atlarıyla Posta tatarı çıkageldi.
Hayat budur, y3vrum!
Feryatrır boyuna, Vedalaşmadır, ayrılıştır sürekli!
Koparıp atmadı mı kalbimi
kalbirı,
,L\lıkoyabildi mi gözlerin
beni?
-69-
Bütün gece ışıksız
Posta arabasında yol aldık,
Yaslanarak birbirimize Gülüştük, şakalaştık.
Sabah, yavrum, bir de baktık
Aşk, gözleri kör o yolcu Oturmuyor mu aramızda, Şaşırdık, kaldık.
- 70 -
Hay Allah, nereye yerleşti
Bu çılgın aşifte:
Söverek yağmura yağışa
Koşuyordum şehrin sokaklarında.
Meyhane meyhane Arandım
durdum,
Kaba saba garsonlara boş
yere Bir bir sordum.
Derken onu pencerede
gördüm, El etti, çağırdı, gülüşü mutlu. Kızım, ben nerden bilirdim senin
Bu şahane otelde olduğunu?
-71-
Esrarlı rüyalar gibi Evler
uzun bir sıra;
Sessizce yürüyorum, Sarılmışım paltoma.
Katedral kulesinde saat Demin vurdu on
ikiyi;
Hoşluğu, güzelliği, öpüşleriylG Bekliyor beni, sevgili.
Yol arkadaşımdı ay, Fenerim
oldu dostça;
İşte evinin önündeyim,
Sevinçle seslendim yukarıya:
"Çok teşekkür, eski
dost Aydınlattın yolumu;
Seni fazla
tutmayayım, Götür başka yerlere nurunu!
Bulursan bir sevdalı, Dertli
bir aşk garibi, Var git onu teselli et,
Eskiden beni ettiğin
gibi."
-72-
Evlendik, diyelim karımsın,
Herkes kıskanır seni;
Zevkler, hazlar, güzelim, Geçer günlerin
sevinçli.
Diyelim şirret çıktın,
Sabırla katlanırım;
Ama şiirlerimi beğenmezsen,
Senden ayrılırım.
- 7.3 -
Akpak omuzlarına Yasladım
başımı, Gizlice dinleyebilirim Kalbinin özlemini.
Mavi üniformalı süvari
erleri Borular çc.lcırak giriyorlar kapıdan;
Canımın içi
sevgilim
Yarın ayrılacak benden.
İstersen yarın bırak beni,
Bugün henüz benimsin ya;
İki kat mutlu olayım
O güzel kollarında.
-74-
Mavi üniformalı
süvari erleri Borular çalarak
çıkıyorlar şehirden;
İşte geldim, sevgilim, getirdim se.na Bir gül demeti.
Bir patırtı, bir kıyamet! Bir felaket, savaş kıtaları!
Hatta senin küçük kalbinde
Kimler konaklamadı!
- 75 -
Ben gençlik yıllarımda da
Aşk ateşinden
Çektim bazı acılar. Fakat
odun pahalıdır,
Ve ateşin sönmek istemesi
İnan ki, iyidir.
Düşün bunu, genç güzel kız,
Bırak aptalca ağlamayı,
Aşkın saçma kaygılarını
bırak. Hayatın kurtuldu ya,
Unut eski sevdayı, İnan ki, kollarımda.
-76-
Gerçekten düşman mısın bana
böyle, Değiştin mi büsbütün sahi?
Herkese söyleyeceğim, Bana
ettiklerini.
Ah ey nankör dudaklar Nasıl
kötülersiniz,
Sizi o günlerde
_Aşkla öpen birini?
-77-
Al gözler o
gözler gene,
Bir zamanlar selamlardı beni
candan;
Dudaklar o dudaklar,
Hayatımı tatlandıran.
Ses de o ses, bir zaman Doyamazdım
duymaya!
Yalnız, ben eski ben
değilim, Değişmiş döndüm yurduma.
Beyaz, güzel kollcırla
Sarılmış sımsıkı, sevdalı
Yatıyorum şimdi onun yanında
Neşesiz, tascılı.
-78-
Siz beni binde bir
anladınız, Ben de öyle, çok az, sizi;
Çirkeflerde buluştukça yalnız, Anlıyorduk
hemen birbirimizi.
- 79-
Hadımlar beğenmediler Ben
şarkıya başlayınca;
Sızlandılar,
dediler:
Senin sesin kalın, ·kaba.
Nazlı, sırça, incecik
Seslerini yükselttiler;
Kristal gibi ezgiler Söylediler nazik, kibar.
Aşk özlemlerini şakıdılar,
Aşkı, boşalışları;
Sanat hazzıydı bu,
bayanlardan Aktı sel gibi gözyaşları.
- 80 -
Salamanca surlarında Hava
yumuşak, ılık;
Yanımda sevgili Donna, Yaz akşamı geziyorduk.
Güzelimin ince beline Kemer olmuş kolum benim;
Göğsünün mağrur dolgunluğu
Üzerinde mutlu elim.
Esti
geldi ıhlamurlardan Çekingen bir
mırıltı, ne çare;
İlerde
değirmenin deresi ' Korkulu
hayaller fısıldadı kalbe:
"Ah, Sennora, bir
sezgi:
Gün gelir, sürerler beni
buradan;
Salamanca surlarında
Biter gezintiler o
zaman."
- 81-
Komşumdur Don Henriquez,
Güzel Adam da derler ona;
Yan yana odalarımız,
İnce bir duvar arada.
Salamanca hanımları hayran:
Mahmuz şakırdatarak, bıyık burarak, Yanında
köpekleri
Caddelerden geçtikçe o.
Ama sessiz akşam saatleri Kapanır
odasına bir başına, Gönlünde tatlı hayaller Ellerinde gitar.
Tıngırdatır telleri
titreyerek, Dalar hülyalarına -
Gitar gıcırtıları,
sayıklamalar Bir mahmurluk verir bana.
- 82-
Daha ilk bakışmada sesinden,
gözlerinden Kanın kaynadı bana, anladım;
Annen olmasaydı, zalim
annen, Hemen öpüşürdük sanırım.
Yarın gene bu şehirden
ayrılırım, Savuruyor kader beni oradan oraya;
Ben giderken pencereden
bakar kumralım, Ben de onu selamlar, bakarım yukarıya.
- 83 -
Güneş doğdu dağların
ardından, Kuzu çıngırakları, uzakta;
Sevgilim, kuzucuğum,
güneşim, mutluluğum Görseydim seni bir daha!
Umarak, aranarak bakıyorum
yukarıya - Buralardan gidiyorum, hoşça kal, yavrum! Boşuna! Kımıldamıyor
perdeler;
Uyuyor - görür
mü ki beni rüyasında?
-84-
Halle'de pazar yerinde İki
büyük aslan.
Ah yazık, sizi nasıl
Uysallaştırdılar!
Halle'de pazar yerinde Dev
gibi bir adam.
Elinde kılıcı, kımıldamıyor,
Taş kesilmiş korkudan.
Halle'de pazar yerinde Bir
koca kilise.
Genç yaşlı şehir halkı Orada
dua etmede.
- 85-
Çökmüş yeşil çayırlara,
ormana Akşam karanlığı yazın;
Mavi gökten altın ay
Serpiyor nurların.
Ötüyor cırcırlar dere
boyunda, Sularda bir kıpırdanış;
Yolcu bir şıpırtı duyuyor,
Ve sessizlikte bir soluk
alış.
Orda, yıkanıyor derede Güzel
peri bir başına;
Parıldıyor kolları, ensesi Akpak, güzel, ay
ışığında.
-86-
Çöktü yabancı yollara gece -
Kalbim hasta, ayaklarım yorgun;
Derken aktı sessiz bir rahmet gibi, Tatlı ay,
gökten senin nurun.
Tatlı ay, ışınlarınla
Kovuyorsun gecenin dehşetini;
Akıp gidiyor kaygılarım, Toplanıyor gözlerimde
çiy.
- 87 -
Bunaltıcı bir gün hayat,
Serin bir gece ölüm.
Karanlık basıyor, uyku
basıyor, Gün boyu fena yoruldum.
Yatağımın üzerinde bir ağaç,
Dallarında şakıyan bir bülbül, yeni. Duyuyorum
düşlerimde bile, Şakıdığı
katıksız sevgiyi.
-88-
Söyle nerde o güzel sevgilin?
Güçlü, büyülü alevler
Tatlı, hoş sarmışken
kalbini, Ona ne şiirler söylerdin!
Söndü gitti o alevler,
Kalbim soğuk, üzgün, bulanık;
İçinde aşkımın külleri,
Bir kap, bir vazo bu
kitapçık.
TANRILARIN ŞAFAĞI
Rüzgarları ipek, kokuları
ıtır,
Altın ışınlarıyla bu gelen
mayıstır, Beyaz çiçeklerinde dost bir çağrı,
Yüzlerce mor menekşe gözünde
selamları, Yayılıyor çiçekli yeşil halılarda
Gün ışığı ve sabah
çiyleriyle dokunmuş, Sesleniyor sevgili insanoğullarına.
Saf kimseler ilk çağrıya
uyuyor, Nanking pantolonlarıyla erkekler Pazar ceketleri parlak, altın düğmeli,
İffot rengi beyaz, kadınların giysileri, Baharlık bıyıkları gençlerin burma,
Taşmış genç kadınların göğüsleri, Ceplerinde şehir şairlerinin
Kalem, kağıt ve dürbün - dalga
dalga ilerliyor kalabalık, şehrin kapısına
Ve konaklanıyor yeşil
çimenlerde, Ağaçların hamaratlığına hayran, Oynaşıyorlar renk renk zarif
çiçeklerle, Kulakları şen kuşların ötüşünde, Çadırında mavi göğün sevinç sesleri.
Bana da geldi mayıs. Üç kere
vurdu kapıma, Seslendi: "Ben
mayıs, ey solgun
yüzlü Hülya adamı, gel, bir
öpeyim seni!" Açmadım
kapımın sürgüsünü, seslendim: Boşuna çağırma beni, ey hilekar misafir!
Gördüm iç yüzünü, anladım
dünyanın Düzenini, çok baktım, anladım çok şeyi Derinden;
geçmiş ola bütün hazlar, Yerleşti kalbime
ebedi acılar.
Katı, taş
kabuklardan girip içeri, Baktım evlerine, kalplerine
insanların, Gördüm yalan dolan, sefalet.
Okudum yüzlerde düşünceleri
Daha da kötü. Kızaran yüzlerinde
kadınların Gizli istekler tutkuyla titriyordu;
Coşkun, gururlu gençlerin
başlarında Alacalı, çıngıraklı külahları gördüm;
Yalnız soytarılık, halsiz bitkin gölgeler
Gördüm yeryüzünde;
bilmem ki Tımarhane mi, hastane mi bu dünya?
Gördüm kocamış dünyanın iç yüzünü, Bir kristal
gibi, ve gördüm
dehşeti: İç açan yeşille örtmek için mayısın
Boşa uğraştığı dehşeti.
Ölüleri gördüm, Dar tabutlarda yatan ölüleri:
Elleri katlanmış, gözleri
açık,
Ak kefenler, beyaz yüzler ve
ağızlardan Girip çıkan sarı sarı börtü böcek.
Gördüm: oğul, yanında
oynaşı,
Gönül eğliyordu babasının
mezarında;
Alaylı şarkılar şakırken bülbüller, Gülerken
uysal kır çiçekleri sinsi, Kımıldıyordu ölü baba, mezarında
- Ve ihtiyar toprak ana, ürperdi acıyla.
Ben bilirim çektiklerini,
biçare dünya, Gördüm bağrını oyan ateşi,
Nasıl kanıyordu yüzlerce
damarın;
Gördüm nasıl deşilmiş yaraların
Ve boşanmış
alev, duman, kan - gördüm. İnatçı, azman oğullarını sonra, çıktı
O rezil, eski çete, karanlık
boğazlardan, Sallayarak kızıl çıraları ellerinde, Dayadılar demir
merdivenlerini, hırsla Fırladılar burçlarına gökyüzünün;
-
Peşlerinden kara cüceler
tırmandı, yukarda Çıtırtıyla yok oldu altın yıldızlar
Hoyrat ellerle sıyırdılar
altın perdeyi
Tanrı otağından, ve düştü
ağlaşarak yüzüstü Tertemiz, imanlı melekler saf saf.
Tahtında sararmış Tanrı,
Attı başından tacını,
saçlarını yoldu Azgın sürü ilerledi daha da;
,L\zrrrnnlar fırlattılar
kızıl çıralarını Uzak bölgelerine göğün, ve cüceler Alev kamçılarla kırbaçladı
melekleri Acıdan iki büklQm kıvrandı melekler, Tutulup saçlarından
fırlatıldılar. - Kendi meleğim de gördüm
içlerinde, Lepiska saçları, tatlı hatları,
Ebedi sevgi dudaklarında,
Mavi gözlerinde tanrısal
mutluluk -
Ve çirkinliği korkunç, bir
kara gulyabani, Rengi uçmuş meleğimi çekti aldı yerden, Asil vücudum•,
sırıtarak baktı baktı, Sardı sonra şehvetle sımsıkı onu -
Ve çınladı boşlukta korkunç
bir feryat, Yıkıldı sütunlar, çöktü dünya, çöktü gök, Çöktü yeryüzüne eski
gece.
RATCLİFF
Rüya tanrısı beni bir kıra
götürdü, "Hoş geldin!" dedi salkım söğütler Uzun, yeşil kollarıyla
ve çiçekler Baktı bana zeki kızkardeş
gözleriyle;
Cıvıltısı kuşların dost, aşina, Havlayışı
köpeklerin tanıdık,
Sesler görüntüler eski
ahbaplar gibi Selamladı beni;
fakat gene de her şey Bir tuhaf, bir garip
geldi bana.
Durdum köy tarzı süslü bir
evin önünde, Kalbim telaşlıydı, sakin kafamın içi,
Gezi esvaplarımdan silktim
tozu toprağı, Çaldı keskin, ince çıngırak, kapı açıldı. İçerde kadın erkek bir
sürü tanıdık.
Hepsinde bir tasa, bir kaygı,
Gizli ürkek bir korku, bir
tedirginlik, Başsağlığı diler gibi baktılar yüzüme,
Birden ben de bir ürperti
duydum gönlümde, Bir felaket önsezisi adeta.
Tanıdım hemen yaşlı
Margret'i,
Baktım soran bakışlarla, bir
şey demedi, Sordum: Nerde Maria?
Cevap vermedi. Tuttu yavaşça elimi;
güzel, görkemli, Fakat üzerlerinde ölüm
sessizliği, Aydınlık, uzun sofalardan geçirip
Loş bir odaya götürdü beni
Ve gösterdi yüzü dönük, Sedirde oturan birini.
"Maria, siz misiniz?
" diye sordum, Şaşırdım
fakat sözümdeki katılığa, Derken çınladı bir ses taş gibi:
"Herkes bana Maria
diyor."
Bıçak gibi bir acıyla
ürperdim birden;
Bu oyuk ses, bu soğuk ses çünkü
Bir zamanki
o tatlı sesiydi Maria'nın.
Ve bu kadın soluk leylak
renkli bir giysiyi Savrukça geçirmişti eğnine, göğüsleri sarkık, Gözleri cam
gibi, meşin gibi pörsük
Beyaz yüzünde, yanak kasları
-
Ah, demek, bir zamanların o
genç, güzel Tatlı, sevimli Maria'sıydı bu kadın! "Çoktandır gezi
lerdeydiniz!" dedi;
Soğuk, ürkütücü bir
teklifsizlik, sesinde. "Artık öyle zayıf değilsiniz, dostum,
Sıhhatlisiniz, bel gergin, dolgun kalça Sağlamlık alameti." Baygın bir
gülümseyiş Titreşti solgun dudaklarında.
Şaşkın perişan bir şeyler
söyledim: "Duydum, evlenmişsiniz, öyle mi?
" "Ha, evet!"
dedi kayıtsız, gülerek:
"Ağaç bir bastonum var,
meşin kaplı, Kocammış, fakat odun odundur!" Ruhsuz bir sesle güldü düşmanca;
İçimden soğuk bir korku
geçti,
Ve bir şüphe sardı beni:
Bunlar Maria'nın Çiçek kadar masum dudakları mı?
Doğruldu yerinde, kalktı,
iskemleden Atkısını aldı, boynuna sardı,
Asıldı koluma, çekti beni
Evin açık kapısından dışarı
Ve sürükledi tarlalara,
kırlara.
Kırmızı parıltılarla güneş
çarkı İniyordu aşağı, eflatunlar serpiyordu Ağaçlara, çiçeklere, ırmağa;
Uzakta heybetli, ağır
akıyordu ırmak. "Mavi suda
altın bir göz yüzüyor kocaman, Görüyor musun?
" dedi Maria, telaşla. "Sakin ol, zavallı!"
dedim, baktım:
Alaca ışıkta masalımsı bir
doku: Tarlalardan yükselen sisli görüntüler Beyaz yumuşak kollarla
kucaklaşıyor,
Menekşeler kibar nazlı
bakışıyor, zambaklar Özlemle eğiliyorlardı birbirlerine;
İhtiraslı alevler parlıyordu
güllerde, Tutuşmak istiyordu meltemde karanfiller;
Yüklüydü çiçekler tanrısal kokularla, Sessiz
sevinç yaşları döküyordu hepsi;
Sesleniyorlardı hazla: Sevgi! Sevgi! Sevgi!
Kelebekler uçuyor, ışıl ışıl böcekler Söylüyordu peri şarkıları;
Akşam yelleri fısıldaşıyor,
meşeler Hışırdıyor, tatlı baygın şakıyordu bülbül Fısıltılar, hışırtılar,
şarkılar arasında Ruhsuz, soğuk ve saçma, konuşuyordu Koluma asılmış, solgun
Maria:
"Şatoda ne yaparlar
geceleri, biliyorum:
232
O uzun gölge ahmağın
biridir, Herkese baş sallar, boyun eğer;
Mavi ceketli, bir melektir;
ama kızıl saçlı, Parlak kılıçlı, onların can
düşmanı!" Ordan burdan, akıl ermez bir sürü şey Söyledi durdu,
sonra yoruldu,
Yaşlı meşe altındaki yosunlu
banka Oturdu benimle.
Oturduk yan yana, sessiz
üzgün, Bakıştıkça çoğaldı üzüntümüz.
Meşe, can çekişen biri gibi
hırıldıyordu, Şakıyordu bülbül, can evinden yaralı;
Yapraklardan sızan kızıl ışınlarsa
Beyaz yüzüne parıltılar
yayıyor ve donuk Gözlerini tutuşturuyordu Maria'nın;
O eski baygın sesle konuştu
genç kadın: "Nasıl bildin bu kadar zavallı olduğumu?
Çılgın şiirlerini okudum
geçende." Bağrımda buz gibi bir duygu, ürperdim Kendi
çılgınlığımdan, geleceği görmüştüm, Zihnimde karanlık düşünceler,
Uyandım dehşet içinde.
DONNA CLARA
Dolaşıyor bahçede akşam
vakti Belediye başkanının kızı;
Davul boru sesleri
Şatodan gelen yankı.
"Sıkıyor beni danslar,
İltifatlar aygın baygın;
Beni güneşe benzeten Şövalyeler, çıtkırıldım.
Ay ışığında ezgileri Çekti
beni pencereye:
O şüvalyeyi gördüm göreli
Katlanamıyorum hiçbirine.
İnce, uzun, yiğit duruyordu,
Solgun, soylu yüzünde gözleri İki ışık pınarı -
Sankt Georgen'e
benziyordu."
Bunları düşündü Donna Clara
Ve baktı önüne;
Kaldırdı başını, ne görsün,
Karşısında güzel, meçhul şövalye.
El ele, sevgiler
fısıldaşarak Gezindiler ay ışığında;
Okşar gibi esiyordu meltem, Masalların selamı güllerde.
Güllerde masalların selamı,
Aşk elçileri gibi kızarmış
güller - "Fakat, söyle güzelim, birdenbire Yüzün böyle neden kızardı?
"
"Sivrisinekler soktu,
sevgilim;
Öyle nefret ederim ki
Yaz ayları onlardan,
Yahudi çeteleri sanki."
"Bırak sinekleri,
yahudileri!" Dedi şövalye okşayarak;
Düşüyordu badem ağaçlarından Beyaz, yüzlerce yaprak.
Beyaz, yüzlerce yaprak
Saçıyordu kokularını - "Fakat söyle güzelim, Kalbinde başkası var mı?
"
"Ben seni seviyorum,
sevgilim, And içerim İsa'ya;
O İsa'yı ki yahudiler
Öldürdüler alçakça.
"Bırak İsa'yı,
yahudileri!" Dedi şövalye okşayarak;
Uzakta ışıklar içinde bir
sürü, Rüyada gibi, beyaz zambak.
Işıklar içinde bir sürü
zambak Bc,kıyordu yıldızlar2 yukarı "Fakat, söyle güzelim,
Ettiğin yemin gerçek mi?
"
"Bende hiç yalan yok,
sevgilim, Nasıl ki bağrımda tek damla kan Yoksa ne pis yahudiler,
Ne de zencilerden.
"Bırak zencileri,
yahudileri!" Dedi şövalye okşayarak
Ve götürdü Başkanın kızını:
Mersin dallarından bir çardak.
Yumuşacık bir sevda ağıyla
Sardı onu gizlice;
Kısa konuşmalar, uzun
öpüşler, Kaynaştı kalpler iç içe.
Bir düğün şarkısı gibi
Tatlı baygın şakıyordu
bülbül;
Kalkmış gibi meşalelerle dansa, Sekiyordu
toprakta ateşböcekleri.
Sessizleşti çardak,
Duyulmada gizli, hafif Fısıltısı akıllı mersinlerin
Ve çiçeklerin soluması
ancak.
236
İşitildi şatodan ansızın
Davul, boru sesleri.
Sıyrıldı kollarından
şövalyenin, Clara, uyanarak.
"Dinle sevgilim, beni
çağırıyorlar, Fakat ayrılmadan önce,
Bunca zaman sakladığın O güzel
adını söyle!"
Neşeli, gülümsedi şövalye,
Clara'nın parmaklarından öptü, Öptü dudaklarından, alnından, Söyledi sonunda şu
sözleri:
"Ben, Sennora,
sevgiliniz, O herkesin övdüğü Saragossa'lı ünlü hukukçu Yahudinin oğlu."
ALMANSOR
-1-
Cordova katedrali Sütunlar
bin üç yüz, Bin üç yüz koca sütun
Tutar muazzam kubbeyi.
Sütunlarda, kubbede,
duvarlarda Yukardan aşağı iner
Çiçek çiçek, zarif, iç içe
Kur'andan arapça ayetler
Allah'ı ta'zim için
yaptırılmış Mağribi sultanlarınca bina;
Değişmiş fakat çok şey Zamanın karanlık
akışında.
Ezan okudukları minarede
Vaktiyle müezzinlerin, Mahzun uğultularla şimdi Hıristiyan çanlarının yankısı.
Hutbe okudukları mimberlerde
Vaktiyle imamların,
Gösterir şimdi dazlak
rahipler Yavan mucizesini ayinlerin.
Bir kıvranış, çırpınıştır
bu: Mumların yanışı aptal aptal, Alaca bulaca kuklalar önünde
Höykürmeler, tütsüler,
çıngıraklar.
Cordova katedralinde
Almansor bin Abdullah Seyretti sessizce sütunları, Mırıldandı sonra:
"Muazzam sütunlar,
siz ki Allah'ı ta'zim içindi
süslenmeniz, İğrenç hıristiyanlığa şimdi
Köle gibi boyun eğdiniz!
Zamana uyun,
Taşıyın yükünüzü sabırla;
Ah, güçsüzler daha kolay Gösterir kadere
rıza."
Yüzünde bir parıltı, Cordova
katedralinde Eğdi başını Almansor Süslü vaftiz kurnasına.
-2-
Çıktı acele, katedralden,
Atladı hırçın atına;
Nemli saçları, şapkasının
tüyleri Uçuşuyordu rüzgarda.
Alcolea yolu boyunca
Guadalquivir ırmağı, Kokulu portakallarla Beyaz bademlerin açtığı.
Ağzında ıslık, şarkı, gülüş,
Vardı oraya neşeli atlı;
Paylaştı sevincini bir sürü kuş Ve ırmağın gür suları.
Alcolea sarayında Clara de
Alvares,
Navarra'da dövüşmekte
babası, Memnun azalmış baskıdan.
Duydu uzaktan Almansor
Davul, boru seslerini;
Görüyordu ağaçlar arasından Saray ışıklarını.
Alcolea sarayında
On iki kibar bayan dans
ediyor Ve on iki şövalye,
Hepsinden güzel de Almansor.
Kanatlı gibi keyfinden,
Uçuyor salonda, Komplimanlar, iltifatlar Saçıyor bayanlara.
Öpüp lsabelle'nin güzel
ellerini Koşuyor acele,
Oturuyor Elvire'nin önüne Gözleri neşeli, kızın gözlerinde.
Soruyor Leonore'ye:
"Hoşunuza gidiyor muyum
bugün?
" Üstündeki pelerine
takılı
Altınhaç nişanları gösterip.
"Kalbimdesin, emin
ol!"
Her bayana böyle dedi
Almansor, "Hıristiyanlığıma yemin ederim!"
O akşam otuz kez yemin etti
Almansor.
-3-
Eridi Alcolea sarayında Yankısı eğlencenin, müziğin;
Kibar baylar, bayanlar çekildi, Söndü ışıklar.
Kaldı salonda baş başa
Almansor'la Donna Clara;
Serpiyordu ikisi üzerine ışığını son lamba.
Donna Clara koltukta
oturuyordu, Taburede şövalye;
Yorgun, uykulu başı
Sevgilisinin dizlerinde.
Koyu kumral saçlarına
Almansor'un, Döküyordu Clara, şefkatli, dalgın, Küçük, altın bir şişeden
gülyağı - Derinden iç çekmesi Almansor'un.
Koyu kumral saçlarına
Almansor'un, Konduruyordu Clara, şefkatli, dalgın, Yumuşak ağzından tatlı
öpüşler - Gölgeleniyor alnı Almansor'un.
Koyu kumral saçlarına
Almansor'un Döküyordu Clara şefkatli, dalgın, Duru gözlerinden bir yaş seli -
Titriyor dudakları Almansor'un.
Ve bir rüya görüyordu
Almansor: Düşmüş başı önüne, ıslak gene, Katedralinde Cordova'nın,
Karanlık sesler geliyordu
kulaklarında.
Duyuyordu yüksek, koca
sütunların Sıkıntılı, öfkeli mırıldandığını;
Artık kaldıramıyordu direkler Sarsılıyor, sallanıyordu.
Derken çöktü
sütunlar, Betbeniz kül gibi, rahipler, halk;
Ağlaştı
hıristiyan tanrılar, Kubbe
yıkılmıştı çatırdayarak.
KEVLAAR ZİYARETİ
-1-
Anne pencere önündeydi, Oğlu
yatakta, hasta. "Kalkmaz mısın, Wilhelm, Ayin alayına bakmaya?
"
"Çok hastayım anne,
Görmüyor, duymuyorum;
öldü Gretchen, Sızlıyor kalbim
Hep onu düşünmekten."
"Kalk gidelim
Kevlaar'a, incilini, tespihini al;
Senin hasta kalbini Tanrının annesi iyi eder."
Okunmada ilahiler,
Dalga dalga kilise
sancakları;
Ren üzerinde Köln'den Geliyor ayin alayı.
Anne, oğlunu yediyor
Kalabalığın peşinde;
"Sanadır hamdimiz
Meryem Ana!" Söylüyorlar koroyla birlikte.
Kevlaar'da Hazreti Meryem,
Üstünde en güzel giysileri;
Çok işi vardı o gün,
Pek çok hasta gelmişti.
Adaklar getiriyor, Sunuyordu
hastalar;
Mumdan yapılmış Ayaklar, eller.
Mumdan bir el adayanın
Yarası geçiyordu elinde;
Mumdan bir ayak adayanın İyileşiyordu hasta
ayağı.
Koltuk değneğiyle gelenler
Şimdi ip üstünde oynuyordu;
Parmaklarından ümit kesilenler Şimdi keman çalıyordu.
Yürek biçimine soktu Aldığı
mumu anne. "Dinsin acıların,
Sun bunu Hazreti
Meryem'e!"
İçini çekerek aldı mum kalbi Çocuk kutsal tasvirin önüne vardı,
Gözlerinden yaşlar,
Yüreğinden kelimeler
boşaldı:
"Tanrının temiz kulu,
Ey yüce, kutlu kadın, Gökler kıraliçesi,
Beni bir sen kurtarırsın!"
Annemle Köllen'de Oturuyorum;
Büyük küçük yüzlerce
Kilisesi olan bir yer.
Komşumuzdu Gretchen, Ama
öldü şimdi -
Meryem Ana, sana mum kalp
getiı-dim, İyileştir bağrımdaki yarayı.
Şifa ver benim hasta kalbime
- Her zaman, ewel ahır
Sanadır hamdimiz, Meryem
Ana, Candan dualarımız sanadır!"
-3-
Hasta oğulla annesi Uyurken
küçük odalarında, Girdi içeri Hazreti Meryem Yavaş adımlarla.
Eğildi hastanın üzerine,
Koydu elini usulca Çocuğun kalbine, şefkatli Gülümsedi,
uzaklaştı sonra.
Anne gördü olanları düşünde,
Daha da fazlasını gördü;
Uyandı uykusundan,
Köpekler havlıyordu.
Yatıyordu uzanmış,
yatağında, Ölmüştü oğlu;
Solgun yanaklarında Aydınlık
sabah kızılı.
Katladı ellerini anne,
Yüreğinde garipsi duygularla Mırıldandı huşu içinde:
"Sanadır hamdimiz
Meryem Ana!"
HARZ DAĞLARI GEZİSİNDEN
1824
ÖNDEYİŞ
Giysileri siyah, çorapları
ipek, Beyaz, kibar kollukları,
Baygın konuşmalar,
kucaklaşmak, öpüşmek - Ah, kalpleri de olsaydı!
Göğüslerinde kalpleri ve
sevgi Olsaydı, sıcak sevgi, kalplerinde - t,h, öldürüyor beni, aşk acılarından
O düzmece söyleşmeleri.
Dağlara çıkayım, dağlara,
Temiz, saf kulübeler Solur göğüsler
rahatça, Hür rüzgarlar eser.
Dağlara çıkayım, dağlara;
Çağıldar dereler, kuşlar öter, Loş çcımlar
uzanır göklere,
Uçar mağrur bulutlar
üstlerinden.
Hoşça kalın, cilalı
salonlar, Perdahlı baylar, kaypak bayanlar! Dağlara çıkayım, dağlara, Gülerek
size bakmaya!
DAĞ İDİLLERİ
-1-
Dağda bir kulübe
Yaşlı madencinin oturduğu;
Hışırdar
yeşil çamlar, Altın ay ışıldar.
Kulübede bir koltuk Oymalı,
öyle güzel! Mutludur oturan,
Şimdi ben'im o bahtiyar!
Koyar kolunu dizlerime
iskemlede küçük kız;
Ağızcığı erguvan pembesi, Gözleri. mavi
yıldız.
Sevimli, mavi yıldızlar
Bakar bana gökçe gökçe, Ak zambak parmağı Dudağında, muzipçe.
Dalmış, yün eğirmede,
Bakmıyor bize annesi;
Babası gitar çalıyor, Ağzında eski bir ezgi.
Ve küçük kız fısıldıyor Sesi
tutuk, çekingen;
Birçok önemli sırrını Bana böyle açtı zaten:
"Gitmiyoruz artık
Öldüğünden beri halam, Goslar'a, avcılar şenliğine, Oysa ne güzel orası!
Burası çok ıssız,
Çok soğuk bu dağ tepesi,
Karlara gömülmüş gibiyiz Bütün kış burada.
Ben de çok ürkek bir kızım,
Korkuyorum çocuk gibi
Dağ cinlerinden,
Kötülük ederler geceleri."
Sustu birden şirin kız
Ürkmüş gibi kendi
sözlerinden, Minik elleriyle
Kapadı küçük gözlerini.
Hışırdadı çam ağacı dışarda,
Gıcırdadı yün çıkrığı;
Devam etti gitar Duyuldu
eski şarkı:
"Güzel yavrum, korkma sakın Şerrinden kötü ruhların!
Güzel yavrum, gündüz gece
Korunursun meleklerce!"
-2-
Yeşil parmaklarını çam ağacı
Vuruyor alçacık pencereye, Ve ay, sessiz
gözleyici, Serpiyor altın ışığını içeriye.
Horulduyor anne baba
yavaştan Az ötede, yatak odalarında;
Memnun mutlu sohbetlerle ikimiz Uyutmuyoruz birbirimizi.
"Senin bu kadar dua
etmene İnanamıyorum bir türlü, Titremesi dudaklarının Duadan değil her halde.
O soğuk, kötü titreyiş
Ürkütüyor beni her seferinde, Gözlerinde masum parıltı Fakat azaltıyor korkumu:
Hem şüphedeyim gerçek inanç
Denilen şeye inandığına:
Tanrı kavramındaki Baba'ya,
Oğul'a, Kutsal Ruh'a."
"Ah :yavrum, ben
çocukken, Anne kucağındayken daha, Buyruğundaydı her şey, yüce, iyi İnanırdım Allah'a.
O yarattı güzel dünyayı,
Güzel insanları üzerinde;
Güneşi, ayı, yıldızları
O koydu değişmez düzenine.
Büyüyünce, yavrum, Kavradım
daha da çoğunu;
Usa vurdum,
inandım,
Benimsedim Tanrı'nın
Oğlu'nu.
O oğul ki
severek Gösterdi, açıkladı
sevgiyi Ve mükafat olarak, adettir, Çarmıha gerildi.
Derken büyüdüm,
Çok okudum, gezdim çok;
Genişledi gönlüm, bütün kalbimle İnandım
Kutsal Ruh'a.
Ulu mucizeler gösterdi o,
Göstermede hala çoklarını;
Kurtardı köleyi boyunduruktan, Despot
şatolarını parçaladı.
Şifa verdi öldürücü
yaralara, Yeniledi kadim hukuku;
İnsanlar eşit doğar,
Tek soydur hepsi ve soylu.
Aşkı, hazzı zehir eden
Kötülük sislerini dağıttı,
Gece gündüz yüzümüze sırıtan
Batıl düşünceyi beyinlerden attı.
Dileğini gerçekleştirecek,
İyi silahlanmış binlerce
şövalye Seçti Kutsal Ruh,
Yüreklerine bol cesaret
kattı.
Parlar yavuz kılıçları
onların, Dalgalanır bayrakları!
Ah, ister misin, yavrum,
Böyle mağrur şövalyeler
görmeyi?
Öyleyse bak yüzüme,
Öp beni, dikkatle bak,
yavrum! Çünkü ben de bir şövalyesiyim, O
Kutsal Ruh'un."
-3-
Gizlenmiş ay, dışarda
sessiz, Yeşil çamın ardına;
Donuk, titrek yanıyor
lambamız, Şöyle böyle aydınlanıyor oda.
Fakat benim mavi yıldızlarım
Olanca parlaklığıyla.
ışıldıyor gülpembe
dudakları, Konuşuyor sevimli kız:
"Ne pastırma, ne ekmek
dayanmaz O bücür bacaksızlara;
Akşamları kaplara koyarız,
Bir şey kalmaz sabaha!
Alıp yerler o bücürler
Kaymağımızı, sütten;
Kap bir yana gider, kapak
bir yana, Artanını kedi içer.
Kedi de cadı olmalı, Sıvışır
gecede, fırtınada;
Hortlaklar tepesi var ya, O kule yıkıntısına.
Eskiden bir şato varmış
orda, Eğlenceler, parlayan silahlar, Şık kibar şövalyeler, bayanlar,
Silahşörler dans edermiş.
Büyücü kadın bir gün
Şatoya, adamlara beddua
etmiş;
Şimdi yıkıntısı var sade, Baykuşlar tünemiş.
Ölmüş halam fakat derdi ki:
- Gece, saati geldiğinde Tılsımı söyledin
mi Orada, olduğu yerde,
Kaybolur yıkıntılar,
Aydınlık şato gelir yerine;
Şövalyeler, bayanlar,
siahşörler Başlar gene dans etmeye.
Şato da, adamlar da onun:
Kim tılsımı söylerse;
Boyun eğer davullar borular
Gençlik kudretine. -
Masal sahneleri çiçek çiçek
Açıyordu gonca gülün ağzında;
Mavi yıldız parıltılar, gözleri Serpiyordu
sahneler, üzerine.
Doladı altın saçlarını Küçük
kız, ellerime;
Parmaklara güzel adlar
taktı, Güldü, öptü, sustu sonra.
Sessiz sakin odada eşyalar Dost, aşina bakıyordu bana;
Masa, dolap, sanki eskiden beri Gördüğüm,
tanıdığım şeylerdi.
Tatlı diller döküyordu duvar
saati;
Gitara - sesini hafiften duydum, Başladı çalmaya
kendiliğinden;
Bir rüyada gibi oturuyordum.
İşte gelmişti saati, Yeriydi
de üstelik;
Döküldü dudaklarımdan En uygun sözler, parola:
"Bak yavrum, şafak
söküyor;
Sarsılıyor, çöküyor gece yarısı! Uyanıyor
yaşlı dağ,
Derede, çamlarda sesler
çoğaldı.
Gitara sesleri, şarkıları
cücelerin Dağ yarıklarından yankı yankı;
Deli bir bahar gibi filizleniyor Dışarda bir
çiçek ormanı.
Çiçekler, taşkın mucize
çiçekleri, Yaprakları geniş, masalsı;
Tomur tomur, burcu burcu,
renk renk Tutkularda gibi telaşlı.
Güller deli-fişek, kızıl
alev sanki Fışkırmış kalabalıktan;
Zambaklar, billur oklar örneği, Fırlamış
göklere yukarı.
Ve yıldızlar, güneşlerce
büyük, Özlem ateşiyle bakıyorlar aşağı;
Zambakların koca çanaklarından Boşanıyor ışık
selleri.
Fakat biz, sevgili çocuğum,
Değişmişiz daha da çok hepsinden;
Alevli meş'aleler, altın, ipek
Işıl ışıl, cıvıl cıvıl, çevremizde.
Sen, prenses oldun sen, Bu
kulübe de şato!
Gülüp eğleniyor, dans ediyor
kadınlar Şövalyeler, silahşörler, hepsi.
Ama ben, ben elde ettim
Seni, şatoyu, her şeyi;
Davullar borular kudretime Boyun eğdi!"
GENÇ ÇOBAN
Genç çoban bir kıraldır,
Yeşil tepeler tahtı;
Başının üstünde güneş Büyük, altın bir taç.
Koyunlar
ayak ucunda,
Kırmızı nişanlı, uysal
adamları;
Danalar, dövüşe hazır,
Kibirli kavalyeler.
Oğlaklar saray oyuncuları;
Kuşlar, inekler, sarayın Flütler, çıngıraklar
Çalan müzisyenleri.
Hoştur çalgıları, şarkıları;
Çamların, çağlayanların Tatlı hışırtıları
Ve uykuya dalması, kıralın.
Çeker çevirir yönetimi
Başvezir çoban köpeği;
Yankılanır çevrede Havlayışları, öfkeli.
Mırıldanır genç kıra(,
uykulu: "Ne zormuş hükümdarlık;
Kıraliçemle olsaydım evde, Ne bahtiyarlık!
Kollarında dinlenirdi
kıraliçemin, Kıra( başım, yumuşacık!
Uzanırdı sonsuz topraklarım,
Onun güzel gözlerinde."
BROCKEN TEPESİNDE
Hafif kızartıları güneşin,
Doğuda şafak söküyor;
Bir sis denizinde tepe Sereserpe yüzüyor.
Olsaydı ayağımda masal
çizmeleri, Rüzgar hızıyla
Aşar o tepeyi, koşardım O sevimli çocuğun evine.
Uyuduğu minik yatakt n
Aralardım hafifçe perdeleri, Öperdim alnından
usulca Ve ağzından, yakut rengi.
Fısıldardım daha da yavaş,
Küçük zambak kulaklarına:
"Sevişirdik seninle,
beraberiz hep, Hatırla rüyalarında!"
iLSE
Ben prenses lise,
llsenstein'de oturuyorum;
Şatoma gel
benimle, Mutlu olalım.
Yıkarım başını Dalgalarımla,
duru;
Unut acılarını, çocuk,
Ey tasaların çöktürdüğü!
Kollarımda akpak , Göğsümde,
beyaz;
Bulursun masalların tadını, Yat, uyu!
Öperim, bağrıma basarım
seni, Nasıl öptüm, okşadımsa
Şimdi ölmüş, bir zaman
Sevgili kayser Heinrich'i.
Ölenler ölmüştür, Diriler yaşar;
Güzelim, gonca
gülüm ben,
,Gülümseyen kalbim çarpar.
Gel aşağı, şatoma,
Kristaldir sarayım;
Genç kızlar, şövalyeler dans
eder, Eğlenir adamlarım.
Hışırdar ipek etekler,
Şakırdar mahmuzlar, demir;
Boru, davul ve
keman Çalan cüceler vardır.
Kolum sarar seni, bir zaman Nasıl kayser Heinrich'i sardım;
- Çalarken borular, ıben onun Kulaklarını tıkardım.
KUZEY DENİZİ
1825-1826
BİRİNCİ BÖLÜM
-1-
TAÇ
GİYDİRME
Şarkılar! Aziz şarkılarım!
Kalkın! Giyinin, kuşanın! Öttürün
boruları, Kalkanlar üzerinde Yükseltin bu genç kızı:
Artık odur hükmedecek
gönlüme. Selam sana, genç kıraliçe!
Parlak kızıl altınları
Güneşten koparıyorum, Kutsanmış başına
Bir taç öreceğim onlardan.
Gece elmaslarının ışıldadığı
Mavi ipek, hareli gök
örtüsünden Kestiğim kıymetli parça
Tören pelerini
sana: Koyuyorum şahane omuzlarına. Süslü soneler, mağrur üçlükler, Kibar sekizlikler
Maiyetin olsunlar
Koşsun arabanın önünde
nüktelerim;
Hayalim soytarındır,
Armasında gülümseyen
gözyaşları, Mizahını teşrifatçı sana.
Ve ben önünde diz çöküyor,
Biatlarımla birlikte,
Senden önceki sultanın
Acıyıp bana bıraktığı Birazcık aklı
Kırmızı kadife yastıkta
Sunuyorum, kıraliçem, sana!
-2-
ŞAFAK
Solgunlaşmış deniz kıyısına
Oturmuştum düşünceli, yalnız. Battıkça battı güneş, alev alev Kızıl oklarını
attı sulara.
Akıntının sürdüğü beyaz,
Geniş dalgalar daha da Köpürdedi, çağıldadı yakında - Bir garip gürültü,
fısıltı, ıslık
Bir gülüş, mırıltı, iç çekiş,
uğultu, Ninni sıcaklığında bir şakıma arada - Sanki susmuş
efsanelerdi işittiğim, O eski, cana yakın
masallar Çocukken bir zaman
Komşu çocuklarından
dinlediğim, Yaz geceleri evin kapısında Çökerek taş basamaklara
Tatlı, sakin anlatılan,
Kulak kesilmiş, küçük
kalpler, Meraklı, zeki gözler ortasında;
Büyükçe kızlar kokular saçan Çiçek saksıları
yanında, Pencere önlerinde karşılıklı Otururken gül yüzlüler,
Güleç yüzlerinde ay ışığı.
-3-
GÜNEŞİN BATIŞI
Kızıl güneş alev alev İniyor
titreşen
Engin, gümüş okyanusa;
Havada pembemsi görüntüler İzinde güneşin, ve
karşıda
Güz şafaklı, tül tül
bulutlardan Üzgün, solgun beliren yüz: Çıkıyor
ay,
Ardında benek benek
kıvılcım,
Bir sis uzantısında parlayan
yıldızlar.
Eskiden ışıldardı gökte Karı
koca beraber:
Tanrı Sol, tanrıça
Luna Ve kaynaşırdı çevrelerinde
Küçük, masum çocukları
yıldızlar.
Fakat fesat diller fit
soktu, Ayrıldı birbirinden düşmanca Pırıl pırıl o yüce evliler.
Şanına, şerefine
Güçlü, mutlu ve mağrur
insanların Tapındığı, türküler yaktığı
Güneş tanrı şimdi gündüz
Haşmetinde yalnız, dolaşır göklerde.
Geceleriyse Luna, O zavallı anne,
Yanında babasız çocukları
yıldızlar, Dolaşır göklerde,
Sessiz bir hüzünle parlar.
Gözyaşları, şiirler sunarlar ona Sevdalı genç kızlar, ince şairler.
Hisli Luna! Kadın kalbi!
Sever güzel kocasını hala.
Akşam olurken, titreyrek,
solgun Gözetler ince bulutlar arasından, Bakar acılı, ayrıldığına, Seslenmek
ister çekingen: Gel! Gel, çocukların özlüyor seni! - Fakat inatçı güneş tanrı
Parlar karısını görünce
Hırsından, acısından İki kat erguvan,
İner acımasız, acele
Soğuk sulardaki dulluk
yatağına.
Fiskosçu, fesat diller
Ölümsüz tanrılara hatta Felaketler, acılar getirdiler
Ve zavallı tanrılar
gökyüzünde Azaplar içinde, çaresiz
Sonsuz yollarını sürdürürler;
Ölmek ellerinde değil,
Muhteşem sefaletlerini Sürükler dururlar.
Bense insanım, değersiz
hakir, Ölmek şansım var benim,
Uzun sürmez yakınmam.
-4-
SAHİLDE ,GECE
Soğuk, yıldızsız gece,
Esniyor deniz;
Yüzükoyun denizin üzerinde
Azman kuzey rüzgarı;
Sesi boğuk, gıcıklı,
Neşelenmiş, huysuz biri gibi Yarenlik ediyor sularla, Anlattığı olur olmaz
şeyler:
Dövüşler, ölümler, dev
masalları Norveç'ten eski efsaneler
Arada gülerek, bağırarak
ulur gibi Andlı, yeminli Edda şarkıları
Run atasözleri
Hepsi de karanlık, esrarlı,
büyülü. Dinledikçe denizin beyaz çocukları Hayran, taşkın, sarhoş
Zıplıyor sevinçlerinden.
O ara dümdüz sahilin
Dalgalarla nemli kumlarında Bir yabancı yürüyor, rüzgardan
Dalgalardan daha çılgın kalbi. Bastığı yerlerde kıvılcımlar, Çıtırdıyan deniz kabukları;
Sımsıkı sarılmış gri pelerine, Hızla yürüyor
rüzgarlı gecede, Belli küçük ışıkta
gözleri: Cana yakın, çekici parlıyor ışık ıssız balıkçı kulübesinde.
Babası, ağabeysi denize
açılmış, Bir başına şimdi
Kulübede güzeller güzeli
Balıkçı kızı.
Oturmuş ocak başında
Dinliyor tatlı mırıltısını Kazanda kaynayan suyun;
Atarak çalı çırpı Çıtırdayan ateşi üflüyor.
Büyülü bir güzellikle Terütaze yüzü;
Kaba, gri gömleğinden
görülen İç gıcıklayıcı, beyaz, ince Omuzları, ve etekliğini sıkıca Dar
kalçalarına tutturan
Küçük, bakımlı elleri
ışıldıyor yalpalayan alevde.
Birden açılıyor kapı Giriyor
şüpheli yabancı, Gözleri aşkla
Narin, akça kızda;
Ürkmüş bir zambak gibi Kız, irkilmiş
karşısında;
Atarak yere pelerini,
Gülüyor, konuşuyor adam:
"Gördün mü durdum sözümde, Geldim yavrum, gökten tanrılar İner, gelirlerdi yeryüzüne,
Alırlardı kucaklarına kızları;
Doğardı birleşmelerinden Asalı kırallar,
kahramanlar, Dünyanın yiğitleri, yavuzları, Getirdim sana o eski çağları. Ama
tanrılığımı gözünde fazla Büyültme yavrum,
Pek soğuk dışarısı,
Lütfen rumlu bir çay yap
bana, Böyle gecede, bu havada
Biz ebedı tanrılar da üşürüz;
Kaparız hemen en tanrısal nezleyi,
Yapışır yakamıza bir
öksürük, ölümsüz."
-5-
POSEİDON
Engine yuvarlanan denizde
Oynaşıyor gün ışınları;
Uzakta demirli, parlayan
gemi Olsaydı müsait rüzgar Yurduma götürecekti
beni.
Ak kumullarında ıssız
kumsalın Oturmuş bekliyor, okuyorum Odysseus'un destanını, o eski Fakat her dem
yeni şiirleri.
Deniz çağıltılı
sayfalarından Çarpıyor yüzüme ferah, şen Tanrıların soluğu,
Pırıl pırıl bir insan
baharı Ve çiçekli gökyüzü Hellas'ın.
Çetin yolculuğunda oğluna
Laertes'in Arkadaştı soylu kalbim vefalı;
Erguvan örgüler örerken kıraliçeler, İçimde
kaygı, ocak başlarında Oturdum onunla, destekledim Yalanlarını, kurtulduk
kovuklarından Devlerin ve kollarından nympha'ların;
Gene onunlaydım Kimmer'ler
gecesinde, Fırtınada gemisi parçalandı,
Tarifsiz acılardı, katlandım
onunla.
İçimi çektim: "Ey zalim
Poseidon!" Dedim. "Öfken korkunç!
Yurduma dönemezsem Diye
telaştayım!"
Ben bunu söyler söylemez
Köpürdü deniz;
Sazlardan bir taçla süslü
başı
Yükseldi ak dalgalardan.
Seslendi alay ederek, deniz
tanrısı:
"Korkma, şaircik,
ilişmem Biçare tekneciğine!
Zorlu sallamalarla, tatlı
canına Dokunmam, şaircik!
Çünkü sen hiç
kızdırmadın beni: Ne bir zarar
verdin en ufak burcuma Kutsal hisarlarında Priamos'un,
Ne tek kirpiğini dağladın
Oğlum Polyphemos'un,
Ne de medet umdun kurnaz
tanrıça Pallas Athena'dan.
Böyle seslendi Poseidon,
Tekrar denize daldı.
Bu kaba denizci şakasına
Amphitrite, sümsük balıkçı karısı Ve şapşal kızları Nereus'un, Güldüler suyun
altında.
-6-
İLANI
AŞK
Hava kararıyor, akşam, Azgın
kabarışı suların;
Oturmuş kumsalda, bakıyorum
Dalgaların hora tepmesine, Göğsüm de kabarıyor deniz gibi, İçimde derin bir
özlem,
Bu senin özlemin, sevgili!
Her yerde hayalin benimle, Her yerde çağırıyor
beni, Her yerde, her şeyde, Rüzgarın, dalgaların sesinde Ve iniltisinde göğsümün.
Yazdım ince bir kamışla
kumlara: "Agnes, seni seviyorum!"
Fakat hain dalgalar boşandı,
Sildiler, yok ettiler
Tatlı itirafımı.
Kırılan kamış, eriyen kum,
akıp giden Dalgalar! kalmadı size güvenim.
Çöküyor karanlık, kalbim
daha çılgın, Bir çekişte Norveç ormanlarından
En yüksek çamı söktüm,
aldım, Batırdım Etna'nın kızgın ağzına;
Ateşe bulanmış o dev kalemle Yazdım siyah
gökyüzüne: "Agnes, seni seviyorum!"
Parlar bundan böyle her gece
Yukarda, ebedi alev
yazı;
Çocuklar, torunlar, onların soyları Okurlar
sevinçle, göğe yazdıklarımı: "Agnes, seni
seviyorum!"
-7-
GECE KAMARADA
Denizin incileri, Göğün
yıldızları var;
Fakat kalbimin Kalbiminse aşkı var.
Büyüktür deniz ve
gök, Büyük kalbim daha büyük. İnciden, yıldızdan daha güzel Parlar benim aşkım.
Sen küçük genç kız Gel büyük
kalbime;
Kalbim, gök ve deniz Erirler saf sevgide.
Güzel yıldızların kırpıştığı
Mavi gökyüzü örtüsüne Bastırsam dudaklarımı hırsla Ve ağlasam coşarak.
O yıldızlar gözleri
sevgilimin Parlar binbir parıltıyla,
Mavi gök örtüsünden Selamlar
beni dostça.
Mavi gök örtüsüne Doğru açıp
kollarımı, Yalvarıp yakarıyorum Gözlerine sevgilimin:
"Tatlı gözler, dost
ışıklar Mutlu kılın ruhumu;
Öldürün beni de kavuşayım Sizlere, göğünüze!"
Gözlerinden göklerin Düşüyor
altın kıvılcımlar Geceye, ve ruhum Genişliyor aşk içinde.
Yaşlarınızı gönlüme
Ey gözleri gökyüzünün, Dökün de yıldız yaşlarına
Gömülsün gönlüm!
Denizin, hülyanın,
düşüncelerin Sallanarak kucağında
Sessiz kamarada yatıyorum Loş bir köşe yatağında.
Görmedeyim açık lombozdan Ta
yukarda parlayan yıldızları, Onlar
tatlı sevgilimin Sevimli, tatlı gözleri.
Tatlı, sevimli gözler Uyanık
başımın üzerinde, Göz kırpıyor, parlıyorlar Mavi gök örtüsünde.
Mavi gök örtüsüne Baktım
saatlerce mutlu,
Derken beyaz bir perde sis
Güzel gözleri göstermez oldu.
Hülyalı başımı dayadığım
Tahta duvarına geminin, Çarpan dalgalar, gür dalgalar Hışırdıyor gizli gizli
Mırıldanıyorlar:
"Şaşkın oğlan!
Kolun kısa, gök yukarda,
Altın çivilerle perçinli Yıldızlar orada -
Dövünme, ah etme boş yere,
En iyisi uyumak senin için!"
Geniş bir kır gördüm
rüyamda, Sakin, beyaz karla kaplı;
Gömülmüşüm
karlar altına, ıssız ölüm
uykusuna dalmışım.
Yukarda karanlık gökten
Yıldız gözler mezarıma
bakmada;
Zafer
parıltılı o tatlı
gözler, Sessizce neşeli, fakat doluydu
aşkla.
-8-
FIRTINA
Kuduruyor fırtına Kamçılıyor
dalgaları,
Dalgalar köpürüp
şahlanm::ıda;
Kabaran, çalkanan
Canlı beyaz su dağları;
Telaşla, güçlükle
Tırmandı küçük tekne yukarı,
Kaydı mağara ağzı gibi siyah Sular uçurumuna birdenbire.
Ey deniz! Köpüklerden
doğanın Ve güzelliğin annesi!
Büyükannesi aşkın! Koru
beni! Hortlak gibi beyaz martı
Almış ölü kokusu, çırpınmaya
başladı, Gagasını bileyor gemi direğinde.
Yemeye can atıyor kalbimi, o
kalp ki Kızır.;
n övgüsünü şakır,
O kalbi ki torunun küçük
yaramaz Oyuncak seçmiştir.
Yalvarıp yakarmam boşuna!
Kükreyen fırtınada eriyor
seslenişim, Eriyor savaş gürültüsünde rüzgarın. Köpürmeler, ıslıklar, çatırtı,
uluyuş Gürültülü bir deliler evi adeta.
Duymadayım bir yandan açıkça
Çekici ezgisini bir
harpın Özlem do!u bir şarkı duyduğum Ruhu eriten, gönlü parçalayan. Bu sesi tanıyorum.
Uzakta İskoçya
kayalıklarında Çarpan, kırılan dalgalar üzerinde Yükselen küçük, gri şato,
Yüksek kemerli pencerede
t\:arin, saydam, mermer gibi
beyaz, Güzel, haı:-:ta bir kadın
Harp çalan, şarkı söyleyen
o, Uzun saçlarını savuran rüzgar Alıp götürüyor mahzun şarkısını Fırtınalı
denizde, engine doğru.
-9-
DURGUN DENİZ
Durgun deniz! Güneş atar
ışınlarını sulara,
Açar yeşil oyuklar gemi,
Harelenen elmasta.
Yatmış, horlar hafiften
Dümende yüzükoyun, gemici.
Büzülmüş direğin yanına,
yelken yamar Eli yüzü katranlı bir miço.
Üzgün, pembe parıltılar
Yanaklarındaki kirin ardında Ve
çevresinde yayvan ağzının. İri, güzel gözleri acıyla bakar.
Çünkü kaptan, önüne dikilmiş
Bağırmış, çağırmış, azarlamıştır: "Fıçıdan bir ringa yürüttün ha, Seni
gidi rezil!"
Durgun deniz! Kıpırtılardan
cin gibi Çıkar küçük bir balık su üstüne;
Oynatır minik
kuyruğunu neşeli, ısıtır
başcağızım güneşte.
Fakat havadan doğru martı
Atılır balıkçığın üzerine;
Gagasında hızla kaptığı av, Süzülür
maviliklere.
- 10-
DENİZDEKİ HAVALET
Bense uzanmış, geminin
kenarına, Rüyalı gözlerle bakıyordum
Ayna gibi parlak suya,
aşağı, Gittikçe daha derine -
İndi bakışlarım denizin
dibine, Önce yoğunlaşan bir sis gibi Kesinleşti renkler gitgide, Kuleler,
kilise kubbeleri, Derken insanlarıyla
bir şehir, Ortaçağdan bir Holanda şehri Çıktı apaçık ortaya.
Beyaz yakalıklı, uzun meçli,
Siyah pelerinli, köstekli,
Uzun yüzlü, ağırıbaşlı
erkekler Gidiyorlar kalabalık çarşıdan İmparator hey,kellerinin
Asalı, kılıçlı nöbet tuttuğu
Kat kat be:lediye binasına
doğru.
Az ilerde, camları ayna
parlaklığında, lhlamurları piramit biçimi budanmış Uzayan evler önünde genç
kızlar
İpek giysileri hışırtılı,
geziniyor Çiçek yüzlü, ince uzun, evcimen, Küçük, siyah başlıklarından Taşmış
altın saçları, genç kızlar.
Geçiyor önlerinden selamlar,
çalımlarla Renkli İspanyol giyimli delikanlılar.
Ellerinde İncil ve tespih,
Kahve rengi, eski tip kıyafetli Yaşlı kadınlar,
Uyarak dalga dalga Çan
ve org
seslerine,
Aceleci, küçük adımlarla
Katedrale gidiyorlar.
Kavrıyor beni uzak Ezgilerin
esrarlı ürpertisi! Sonsuz özlem, derin hüzün Sokuluyor kalbime,
Şöyle böyle iyileşmiş
kalbime;
Sevgili dudakların öptüğü Kalbimin
yaraları sanki Yeniden kanamaya başladı
- Sıcak, kızıl damlalar
Uzun süre dökülüyor yavaş
yavaş Orda derinde deniz şehrinde
Eski bir evin üzerine, Eski,
yüksek çatılı ev Boştur, insansız, yaslı, Yalnız alttaki pencerede Oturan bir
kız,
Başı koluna dayalı,
Unutulmuş, zavallı bir çocuk
gibi - Ben seni tanıyorum zavallı çocuk!
Derinlere, denizin
derinlerine Saklandın demek benden kaçıp Çocukça bir hevesle, Çıkamadın bir
daha da yukarı, Kaldın yabancılar arasında
Bir yabancı, yüzyıl boyunca, Bu süre içinde ruhumda keder
Ben seni aradım şu
yeryüzünde, Hep seni aradım,
Seni sevdim her zaman,
Sonunda buldum seni - Buldum, gene bakıyorum Tatlı yüzüne,
Zeki, sadık gözlerine,
Sevimli gülüşüne bakıyorum -
Artık bırakmam seni, Aşağıya, yanına
Açık kollarım, atıyorum
kendimi, Geliyorum kollarına -
Ama tam o anda
Tuttu ayağımdan kaptan,
Gülüyordu kızmış, bağırdı: "Doktor,
çıldırdın mı?
" Çekti beni gemi kenarından.
- 11 -
ARINMA
Kal denizinde, dipte, çılgın
rüya, Sen ki bazı geceler bir zaman Sahte mutluluklar verip kalbime, Acılar
çektirdin bana!
Şimdi bir deniz hortlağısın, Gündüzleri bile korkutuyorsun
beni - Kal arda dipte, ebediyen!
Yanına atıyorum işte:
Acılarımı günahlarımla
birlikte, Başımda nicedir ötüp duran Delilik çıngırağını da;
İkiyüzlü olmanın o soğuk
Parlak yılan derisini sonra;
Bunca zaman hasta ruhumu, Tanrıyı, melekleri
inkar eden
Uğursuz ruhumu sarmıştı o
deri. Hoiho! Hoiho! İşte rüzgar!
Yelkenler fora! Pırpır eden,
kabaran Yelkenler! Sessiz korkulu yüzeyde Hızla ilerliyor gemi.
Ve kurtulmuş ruhta sevinç
sesleri.
BARIŞ
- 12-
Gökte, yukarda güneş
Çevresinde ak bulutlar dalga
dalga;
Durgun deniz,
Uzanmıştım geminin dümeni
yanına, Hayaller, düşünceler, yarı uyanık Yarı uykulu görüyordum İsa'yı.
Kurtarıcısı dünyanın,
Üzerinde beyaz giysi dalgalı, Karalardan, denizlerden Yürüyordu dev gibi;
Başı göklere değmede,
Kutsayarak uzattı ellerini Karalara, denizlere;
Bağrında ıkalp yerine Güneşi taşıyordu;
Ve kızıl alev güneş-kalp
Saçarak kereminin nurlarını, Tatlı sevimli ışınlarını Aydınlattı, ısıttı
Karaları, denizleri.
Çan sesleri ağır, vakur
Sağa sola süzülen kuğular
gibi Güller ve kayan gemi yanından Oynaşarak gidiyordu o yeşil sahile:
İnsanların barındığı
Yücelerdeki şehre.
Ey barış mucizesi! Ne sakin şehir! Durmuş boğuk gürültüsü
Çalçene, sıkıntılı işlerin,
Temiz, ahenkli sokaklarda
Yürüyen insanlar, beyazlar
giymiş, Ellerinde palmiye dalları,
Bakışır anlayışla
İki kişi karşılaştı mı
Muhabbetle, alçakgönüllü, Alınlarından öpüp birbirlerini Bakarlardı yukarı
Hazreti İsa'nın güneş
kalbine;
Kırmızı kanını severek bağışlar, Serperdi o
kalp aşağıya;
Onlarsa üç kat mutlu,
söyleşirlerdi: "Senalar Hazreti İsa'ya!"
İKİNCİ BÖLÜM
-1
DENİZE SELAM
Thalatta! Thalatta!
Selam sana ebedi deniz!
Şenlikli kalbimden
On binlerce selam;
On bin Yunanlı kalbi bir
zaman Nasıl selamladıysa seni,
Felaketle boğuşan, yurdunu
özlemiş, Dünyaca ünlü Yunanlıların kalpleri.
Akıntılar dalgalanıyor,
Uğulduyor dalga dalga;
Oynaşan gülpembe ışınlarını Döküyor güneş
telaşla;
Ürkütülmüş mart1ılar katar
katar Uçuşuyor çığlık çığlığa,
Tepinen atlar, kalkan
takırtıları
Ve bir zafer narası gibi
uzaklarda: Thalatta ! Thalatta!
Selam sana ebedi deniz,
Çağıldıyor suların ana dilim gibi, Kalkıp
inen dalgalarında Çocukluk
rüyalarımdaki parıltılar, Ve eski
anılar anlatıyor yeniden O güzel, hoş oyuncakları bana, Parlak
noel hediyeleri, inciler,
Kırmızı balık, renkli deniz
kabukları.. Derinde, kristal aydınlık evinde
Sır dolu, sakladın sen
onları.
Ah, ıssız gurbetlerde ne
çektim! Teneke kutusunda botanikçinin Kuruyan bir çiçekti adeta Bağrımda
kalbim.
Karanlık hasta odasında
Pinekleyen hastaydım sanki. Şimdi çıktım
ansızın oradan, Işıkları gözlerimi kamaştırmada Güneşten uyanmış zümrüt bahar.
Açmış ak tomurcuklar,
hışırdayan ağaçlar, Kokuları, renk renk gözleriyle
Bakıyor taze çiçekler bana;
ıtırlar, uğultular,
soluklar, gülüşler Ve mavi gökte şakıması kuşların - Thalatta! Thalatta!
Ey dönüşlerin cesur kalbi!
Kuzeyin barbar kadınları
Ne çok, ne sert yüklendiler
sana! Zafer dolu, iri gözlerinden
Yakıcı oklar attılar;
Bilenmiş eğri sözlerle
bağrımı Yarmakla korkuttular beni;
Çivi yazılı takozlarla
sersemlemiş, Zavallı beynimi çiğneyip ezdiler - Boşuna tuttum kalkanımı,
Oklar vızıldadı, darbeler
çatırdadı Ve kuzeyin barbar kadınları Sürdüler deniz kenarına beni - Soluk
aldım, selamlıyorum denizi, SevgiIi, kurtarıcı denizi,
Thalatta! Thalatta ı
-2-
FIRTINA
Denizde fırtına sıkıntısı,
Siyah bulutlar duvarında Titreşen zikzaklı şimşek Çakıyor, hemen sönüyor,
Kronion'un bir şakası gibi. Dalgalı, karışık suda
Tekerlenip giden gök
gürlemeleri. Ve çocukları Boreas'ın, şahlanmada;
Dalgaların beyaz atları
Erikthon'un alımlı kısraklarıyla;
Ürkmüş kanat çırpıyor deniz kuşları, Styks
kenarında karanlık sandalından Kharon'un kovduğu gölge ölüler gibi.
Zavallı, oynak şen küçük
gemi, Horonların en berbadı, orda teptiği! Neşeli halaylara çılgınca katılan
En kıvrak uşaklarını göndermiş Aiolos: Biri ıslık, bir boru
çalmada,
Boğuk boğuk bir tambur öteki
- Dümende yalpalayan denizci Geminin titreşen ruhu pusulaya Bakıyor
durmadan, ellerini Kaldırmış yakarışla
göğe yukarı: "Kurtar beni, Kastor, silahlı binici;
Ve sen Polydeukes, yumruk kıralı!"
-3-
KAZAZEDE
Ümit ve aşk! Hepsi
paramparça! Ben, serilmişim ben de
Kükreyen denizin fırlattığı
Bir ceset gibi lslak, çıplak kıyıya.
Sular bir çöl, önümde dalga
dalga, Ardımda ancak sefalet, kaygı, Üstümde geçip giden bulutlar: Şeki isiz, gri kızları
havanın Sisten kovalarıyla
Denizden su çekmede;
Zorlukla
çekip çekip Dökerler gene denize;
Sıkıntılı, üzücü iş, ve boşuna Benim hayatım gibi.
Dalgalarda mırıltı,
martılarda çığrış, Yüzümde eski anıların esintisi, Unutulmuş hayaller, solgun
görüntüler Yükselmede azaplı bir tatla derinlerden.
Kuzeyde bir kadın,
Güzel, şahane bir kadın,
Sarmış ince uzun selvi
endamını Açık saçık beyaz bir giysi;
Gür siyah saçları mutlu bir
gece gibi Örgü örgü taçlanmış
Başından sarkıyor;
saçları Halka halka, hülyalı tatlı
Baygın solgun yüzünün
çevresinde;
Ve baygın tatlı çehresinde Parlamakta iri,
güçlü bir göz
Siyah bir güneş gibi.
Ah ey siyah güneş, ben ne
çok O hoyrat coşkunluk alevlerini İçtim hazla ne çok, senden
Ve yalpaladım ateşten
sarhoş - Sonra uçuşurdu bir kumru
gülümseyiş Gururla kıvrılan dudaklar çevresinde, Gururla kıvrılan dudaklar
ayışığı
Gibi tatlı, kokusu gibi
güllerin İnce sözler fısıldardı -
Ve yükselir, uçardı ruhum Göklere bir kartal gibi.
Dalgalar, martılar, susun! Bitti hepsi, mutluluk ve ümit,
Ümit ve aşk! Serilmiş
toprağa, Gemim batmış, kimsesiz bir adam,
Gömüyorum yanan yüzümü ıslak
kumlara.
-4-
GÜNEŞİN BATIŞI
İndi sessiz yavaş Güzel
güneş denize;
Çırpıntılı sular siyah Geceye ıboyandı,
Son kızartılan akşamın
Serper üzerlerine sırmalar;
Türküler söyleyerek genç
çobanın, Kıvırcık kuzu sürülerini
Akşamları alıp gelmesi gibi,
Hışırdayan akıntılar beyaz Dalgalarını yollar kıyılara.
Uzun bir susmadan sonra
"Güneş ne güzel!" dedi dostum, Kıyıda benimle dolaşıyordu,
Yarı şakacı, yarı üzgün
"İnan ki!" dedi, anlattı:
- Güzel bir kadındır güneş, Yaşlı deniz tanrısıyla
Evlenmesi bir asalet
meselesi;
Elmas ışınlar saçarak, Erguvanlarla süslü,
gezer gökte.
Dünyanın bütün canlıları
Hayrandır, sever onu;
Sıcak bakışlarıyla
Neşe verir bütün yaratıklara;
Gün boyu sevinçli, mutlu.
Akşamları fakat ister
istemez Döner gene çaresiz,
İhtiyar kocasının ıslak
evine, ıssız kollarına.
"İnan ki!" diye
ekledi dostum, Güldü, içini çekti, gene güldü - "Dipteki evlilikleri de
evlilik hani!
Ya uyur, ya kavga ederler,
köpük içinde Kalır deniz, çekişmelerinden.
Dalgalarda duyar gemiciler
her şeyi;
Çıkışır karısına, ihtiyar:
- Tombul şırfıntısı evrenin! Parlak aşifte! Yanar tutuşursun Başkaları için bütün gün,
Soğuk, yorgun, gece bana
gelince! - Başlar tabii, böyle azarlanınca Ağlamaya onurlu güneş
Ve yakınır perişanlığından,
Öyle ağlar, sızlanır ki,
deniz tanrısı Fırlar deli yatağından,
Yüzer çıkar denizin üzerine
Hava almak, kendine
gelmek için. Geçen gece çıkmış gördüm
denizden Göğsüne kadar onu;
Sırtında sarı fanila bir
mintan,
Bir takye, zambak beyazı,
başında;
Sararmış betbeniz enikonu.
-5-
OKEANİD'LERİN ŞARKiSi
Deniz kenarında solgunlaşan
akşam, ıssız ruhu, tek başına, orada
Çıplak kıyıda oturan adam,
Ölüm gibi soğuk bakışları
yukarda, Ölüm gibi soğuk geniş gökkubbede Ve dalgalı, engin denizde -
Ve dalgalı,
engin denizde İç geçiren yelkenliler
Dönüyorlar üzgün, Demirlemek istedikleri kalp Sürgülemiş fakat kapısını -
İniltisinden adamın, martılar
Kum yuvalarından ürkerek
uçuşuyor Sürüyle çevresinde,
Adam takılmada onlara:
"Kara bacaklı kuşlar,
Ak kanatlı deniz uçucuları,
Deniz suyu içenler, gagaları
eğri, Yağlı yağlı fok eti yiyenler,
Yaşamanız beslenmeniz kadar
zahmetli!
Ben mutlu insan, nasibim
tatlı şeyler! Baygın kokusunu güllerin koklarım, Dinlerim mehtapta beslenen
bülbülleri! Yediğim pastalar daha da
tatlı: İçlerinde sütler, kaymaklar;
Benimdir tatların
en güzeli: Tatlıdır aşk, sevilmek
ballar balı. Seviyor beni o tatlı kadın, seviyor! Evinin balkonunda şimdi
Bakar alacakaranlıkta
şoseye,
Dinler yolu, özler
beni - evet, evet! Bakar çevresine boşuna, içini çeker,
İner aşağı, üzgün, bahçeye,
Kokularla ay ışığında gezinir, Konuşur çiçeklerle, anlatır onlara Beni
sevdiğini, sevimli bulduğunu, Kibarlığımı söyler - evet,
evet! Sonra yatakta, uykuda, rüyada Kıymetli hayalimle mutlu,
Hatta kahvaltıda sabahları
Ekmeğinde ışıldayan tereyağında Gülümseyen yüzümü görür benim, Aşkla ısırır ekmeği - evet, evet!"
Övündükçe övünüyor adam,
Martıların çığlığı bir yandan Soğuk, alaycı kikirdeyişler gibi. Yükselmede
alacakaranlık sisleri.
Menekşe göklerden, esrarlı
bakışları, Bakıyor ay ot sarısı!
Hışırdıyor, kabarıyor deniz,
Fısıldaşan rüzgarlar· gibi, üzgün,
Duyuluyor o güzel, o duygulu
Deniz kadınları Okeanidlerin
şarkısı;
Başta Peleus'un gümüş ayaklı Karısının sevimli
sesi;
İç çekip söylüyorlar
şarkılarını:
"Ey budala, budala,
övüngen budala! Acılarla azap çeken mutsuz!
Öldürüldü bütün ümitlerin,
Kalbin oynaşan çocukları
öldürüldü, Ve ah, kalbin, Niobe gibi
Taş kesildi
kahırdan! Başını sardı gece, gecende
Çakar söner çılgınlık
şimşekleri, Bunca acın varken övünürsün!
Ey budala, budala, övüngen
budala! Dik başlısın atan gibi,
Atan, yüce titan,
göksel ateşi Çaldı tanrılardan, verdi insanlara,
Akbabalara yem, zincirlendi kayalara, Olympos'a dayattı, dayandı,
inledi, Derin denizlerde duyduk
iniltilerini Ve gittik teselliye şarkılarımızla.
Ey budala, budala, övüngen
budala! Sen ki çok daha güçsüz... Aklını Başına al, saygılı ol tanrılara,
Katlan, dayan sefaletin yüküne, Uzun zaman ve boyuna katlan ki, Tükensin
sonunda Atlas'ın sabrı Fırlatıp atsın omuzlarından
Ebedi geceye, ağır dünyayı."
Duygulu, güzel deniz
kadınları Okeanid'lerin şarkısı sürdü bir süre, Derken eridi dalgalarda,
duyulmaz oldu - Ay çekildi bulutlar arkasına,
Esnedi gece, bense oturup
ağladım Daha epey zaman, karanlıkta.
-6-
VUNANİSTAN TANRILARI
Dolunay! Senin
akan altın Gibi ışınlarında
parlıyor deniz;
Uzayan kumsalda
Bir gündüz aydınlığı, bir
şafak büyüsü;
Açık mavi, yıldızsız gökte
Süzülüyor beyaz bulutlar
Parlak mermerden, muazzam Tanrı heykelleri gibi.
Hayır, olamaz, bulut
değil bunlar! Bunlar onlar, Hellas tanrıları,
bir zaman Güle oynaya hükmettiler dünyaya,
Ama şimdi sürgün, ölü,
devasa Hayaletler gibi geçip giderler Gece yarısı göklerinden.
Şaşırmış, gözlerim kamaşmış,
bakıyorum Havadaki Pantheon'a:
Susmaları muhteşem,
hareketleri Ürpertici dev görüntülere.
Ordaki o Kronion, gökler
kıralı Kıvrım kıvrım saçları kar beyazı Olympos'u titreten ünlü bukleler,
Elinde sönmüş yıldırım,
Yüzünde mutsuzluk, kaygı
Fakat hala o eski gurur. Mutlu çağlardı onlar ey Zeus,
Göklerin keyfini sürdüğün
zamanlar Oğlanlar, nympha'lar, kurbanlarla! Fakat tanrıların da saltanatı ebedi
Değildir, sürer gençler yaşlıları,
Bir zaman nasıl sen, kocamış
babanı,
Titan amca dayıları sürdün
kovdunsa, Ey baba, akraba katili Jüpiter!
Mağrur Juno, seni de
tanıdım! Bütün kıskanç korkularına rağmen
Başka kadın aldı hükümranlık
asasını, Değildin artık gökler
kıraliçesi, Dondu katılaştı iri gözlerin,
Zambak kolların güçsüz, Alamazsın hiçbir zaman
öcünü
Tanrının döllediği o genç
kadından, Kerametler gösteren tanrı oğlundan. Seni de tanıdım Pallas Athene!
Önleyebildin mi kalkanla,
bilgelikle Çöküşünü tanrıların?
Seni de tanıdım Aphrodite,
seni de,
Ey eskiden altın, şimdi
gümüş kadın!
Süsler seni hala kemerinde
cazibe, Ürpertir fakat güzelliğin,
Cömert gövden beni şadetmek
istese
Öbür kahramanlar gibi,
ölürüm korkumdan - Ben seni cesetler kıraliçesi gibi
Görüyorum Venus Libitina!
Artık aşkla bakmıyor sana Ordaki o korkunç Ares.
Ne kadar mahzun Phöbüs
Apollo, O delikanlı;
lyra'sı susmuş,
Tanrı sofralarında şakırdı.
Hephaistos, daha da üzgün bakışı, Doğrusu ya, Hebe'nin işine o topal Hiç
karışmadı ve toplantılarda
O nefis Nektar', canla başla
Hebe sundu hep. Çoktan söndü
fakat Hep parlar sanılan tanrı gülüşleri.
Ben sizleri hiç sevmedim
tanrılar! İçerlerim çünkü Yunanlılara, Hoşlanmam Romalılardan da hiç.
Fakat baktıkça göklerdeki
sizlere şimdi
Kutsal acıma, ürperten
sempati Doluyor kalbime, ey terkedilmişler;
Rüzgarın dağıttığı sisler gibi hafif Ölü, uyurgezer gölgeler -
Düşünüyorum da ne ödlek,
derme çatma Tanrılar yendi sizi;
Yeni, despot, asık yüzlü
tanrılar, Tevazuun koyun postunda o bedhahlar! Ah, hüzünlü bir hınç sarıyor beni,
Yeni tapınakları yıkmak istiyorum,
Ve sizin için çarpışmak, ah
ey eski tanrılar, Ve o güzel ambrosia'nız hakkıyçln, o sizin
Yeniden yapılmış, kurban kanları
tüten Yüce sunaklarınız önünde diz çökmek Ve dua etmek istiyorum
ben de Açarak kollarımı yakarışlarla.
Ne olursa olsun siz ey eski
tanrılar, Siz o zaman da insanlar savaşında Hep galipten yanaydınız;
Fakat insan gönlü daha yücedir, Tanrılar savaşında yenilmiş
tanrılardan Yanayım ben şimdi.
Böyle dedim, kızardı bir an
Yukardaki solgun bulut görüntüleri, Can çekişenler gibi baktılar bana,
Acılarla nurlanmış, sonra
kayboldular Birden. Siyah siyah yaklaşan Bulutların ardında kaldı ay;
l<öpürüyordu deniz,
Belirdi gökte muzaffer,
Ebedi yıldızlar.
-7-
SORULAR
Deniz kenarında, ıssız bir gece denizi, Bir
genç-adam duruyor;
Bağrında üzüntüler, başında
şüphe, Gamlı dudaklarla dalgalara soruyor:
"Çözün bana, n'olur,
sırrını hayatın, P..zap veren bu çok eski sırrı;
Bugüne dek az kişi kafa yormadı:
Hiyerogliflerde kasketliler,
Sarıklılar, siyah takyeliler, Perukalılar ve başka binlerce
Ter içinde, zavallı, insan
başları - Söyleyin, nedir insan?
Nerden geldi, gittiği yer
neresi?
Kimler yaşar yukarda, altın yıldızlarda?
"
Dalgalar ebedi
mırıltılarında, Rüzgar esiyor, bulutlar geçiyor, Kırpışan yıldızlar kayıtsız,
soğuk
Ve bir aptal, durmuş, cevap bekliyor.
-8-
PHÖNİX
Batıdan gelen kuş,
Doğuya doğru, doğudaki yurdu
Bahçelere uçuyor,
Baharat yetişir arda
hoş kokulu, Hışırdar palmiyeler,
ırmaklar serindir - Masal kuş, uçarken şakıyor:
"Seviyor oğlanı!
Seviyor oğlanı! Hayalini kalbciğinde
saklıyor Tatlı duygularla, gizli,
Kendi de bilmiyor! Rüyalarda
görüyor oğlanı,
Yalvarıyor, ağlıyor,
ellerini öpüyor Ve sesleniyor
adını oğlanın, Seslenirken uyanıyor, korkmuştur, Güzel gözlerini uğuşturuyor,
şaşkın - Seviyor oğlanı! Seviyor oğlanı!
Direğe dayanmış, üst
güvertede Dinledim kuşun şakıdıklarını.
Gümüş yeleli doru atlar gibi
Şahlanıyor ak kıvrımlı dalgalar, Katar katar kuğular gibi geçiyor Parlak
yelkenleriyle Helgqland'lılar,
Kuzey denizinin gözü pek göçebeleri!
Üzerimde, ebedi mavilikte Uçuşmada beyaz bulutlar,
Parlıyor ebedi güneş,
Göklerin ateş açan gülü,
Mutlu sevinçli, yansıyarak
denizde;
- Gök, deniz ve kalbim
Çınlıyor yankı yankı:
Seviyor oğlanı, seviyor
oğlanı!
-9-
LİMANDA
Mutludur o adam ki denizi,
fırtınayı Bırakmış geride, limana ulaşarak;
Bremen'de o hoş meyhanede
Oturur şimdi sakin ve sıcak.
Dünya güzel, sevimli
Roma kadehlerine yansımada;
Susamış kalbe, insanların dünyası Akıyor
güneşli, dalga dalga!
Görüyorum hepsini kadehte:
Eski, yeni
milletlerin tarihini, Türkleri,
Yunanlıları, Hegel'i, Gans'ı, Limon bahçeleri, törenler, karakollar, Berlin,
Schilda, Tunus, Hamburg,
Ama hepsinden önce
sevgilimin hayalini, Onun melek başını, altın Ren şarabında.
Ah, güzelsin, çok güzelsin,
sevgilim! Bir gül gibisin!
Ne Hafız'ın övdüğü, bülbülün
gönül verdiği Şiraz gülü;
Ne de kutsal kırmızı,
peygamber gözdesi Saran gülü,
Bremen meyhanesindeki gül
gibisin sen, O güller gülü,
Eskidikçe daha güzel açar,
işte beni Hayran eden, mesteden, şad eden Ondaki o büyüleyen koku;
Tutmasaydı sıkıca saçlarımdan Bremen'deki
meyhanecibaşı Yuvarlanırdım yere!
Babacan adam! Oturduk içtik
İki kardeş gibi,
Konuştuk gizli, yüce
şeylerden, İç çektik, kucaklaştık, Sevmeye iman ettirdi beni -
İçtim en amansız
düşmanlarımın sağlığına, Bağışladım bütün kötü şairleri,
İlerde de beni
bağışlasınlar! Duygulandım doldum ağladım, nihayet Açıldı önümde mağfiret
kapıları,
On iki havari, kutsal
çömlekler Susarak vaaz ettiler, fakat pekala Anlayabilir her millet, onları.
İşte gerçek adamlar!
Dıştan gösterişsiz, kabalar
giymiş, Fakat güzel, pırıl pırıl içleri
Tapınağın mağrur
rahiplerinden daha çok. Ve eflatun atlaslar, sırmalar içindeki
Muhafız ve nedimlerinden
Herodes'in. Ben hep söylemişimdir
O gökler kıralının daima,
Halkın arasında değil de
Üstün, yüce kişilerle
yaşadığını.
Halleluja! Ne hoş yelpazeler
beni Betıhel'in hurma dalları!
Hebron mürrüsafilerinin hoş
kokuları! Jordan ırmağı yalpalar sevinçten,
Ne güzel! -
Ölümsüz ruhum da
sallanıyor öyle, Ben de onunla, sallana
kaykıla Çıkarıyor merdivenlerden gün ışığına
Beni, babacan meyhaneci,
Bremen'deki.
Babacan meyhaneci,
Bremen'deki!
Bak, melekler oturmuş
evlerin çatılarına, Sarhoş, şarkı söylüyorlar;
Tepede alev
alev güneş,
Bir sarhoşun kızarmış burnu
sadece, Evrendeki ruhun burnu;
Ve bu kızarık burnun
çevresinde Dönüyor bütün dünya.
-10-
SONDEYİŞ
Tarlada buğday sapları gibi Büyür, dalgalanır insan zihninde Düşünceler.
Aşkın ince düşünceleriyse
Buğdaylar arasında neşeli açan Kırmızı, mavi çiçeklere benzer.
Kırmızı, mavi çiçekler!
Ters, aksi orakçı fırlatır
atar sizi, Döven gibi odunlar ezer geçer alaycı, Meteliksiz yolcu bile
Bakar, içi açılır da
Sallar başını, eh işte bir
yabani bitki, Der geçer size.
Çiçeklerden taç ören Genç
köylü kadınsa Hayrandır, koparır
Süsler güzel saçlarını
sizinle, Koşar d;
ms edilen yere:
ıslık, keman seslerinin
yankılandığı;
Yahut gider sessiz kayın ağacına, Kemanlardan,
ıslıklardan, orada Sevgilinin sesi daha tatlı.
NOTLAR, AÇIKLAMALAR
Sayfa
17
Apollo/marsyas Apollo (daha yaygın adıyla Apollon), Yunan mitologyasının en
ünlü tanrılarından biridir. Lakaplarından, ek adlarından biri de Phöbus
(parıldayan) olan Apollon’un tanrılığı çok yönlüdür;
birçok mesleklerin, işlerin tanrısıdır
Apollon. Heine’nin bu önsözünde onun, güzel sanatların, en başta müziğin
tanrısı olduğu hatırlatılmak istenmiş. Şair, şarkılarından (şiirlerinden)
ötürü, bu işin tanrısı Apollon’dan özür diliyor. Apollon, çok iyi gitar
çalarmış. Flüt çalmada usta Marsyas’ın, kendisine meydan okuduğunu görünce onu
yarışa davet etmiş. Kazanan, istediğini yapacakmış. Yarışı Marsyas kaybetmiş,
Apollon da diri diri Marsyas’ın derisini yüzmüş. — Heine, önsözündeki
değinmelerinde, Apollon’un, şarkıda kendisiyle yarışa girdiği sanısını önlemek,
küstahlığını bağışlatmak istiyor.
39 Rinaldo Rinaldirıi ve Orlando Orlandini
Alman Romancısı Christian August Vulpius (1762 1827)’un aynı isimlerdeki haydut
romanlarının kahramanlan. — Schinderhannes (1783 1803) bir eşkıya çetesinin
elebaşısı. 19 arkadaşıyla Mainz’de idam edildi;
hayatı ve maceraları Alman halk hikâyelerine
konu oldu. — Carlo Moor Alman şairi Schiller’in Haydutlar isimli oyununun
(1781) kahramanlarından Kari Moor.
40 Mortimer Alman şairi Schiller’in Maria
Stuart piyesinin kahramanlarındandır.
52
Europa : Mitologyada Phoinikia (Finike) kıralı Agenor’un kızıdır. Bir boğa
kılığına giren Zeus, onu denizin öte yakasına, Girit’e kaçırdı, Girit’te onunla
evlendi. Girit’in batısına düşen kıtaya da Europa (Avrupa) denildi.
52
Eris Ares’in kız kardeşi ve kavga tanrıçası. Bir düğünde üzerine “en güzel
kadına’’ diye yazdığı altın bir elmayı misafirlerin arasına atıverdi. Üç
tanrıça Hera, Athena ve Aphrodite, elmayı çekişmeye başlayınca Zeus, Troya
kıralı Priamos’un oğlu Paris’i hakem tayin etti. Üç tanrıça, birçok şeyler
vadederek Paris’i kandırmaya çalıştılar. Paris, elmayı, kendisine dünyanın en
güzel kadınını vadeden Aphrodite’ye verdi. Aphrodite de Güzel Helena’nın
kaçırılmasında Paris’e yardım etti. Troya savaşı böylece, Eris yüzünden çıkmış
oldu.
74
Belsazar şiiri İsrailoğullarını yenmiş olması şerefine sarayında şenlik
düzenleyen Belsazar, Tevrat’ta Babil’in son kiralıdır. Milattan önce 555 539
yılları arasında hüküm sürdüğü sanılıyor. Heine, onun öyküsünü Tevrat’tan
esinlenerek yazdı. Tevrat’ta Daniel kitabının beşinci bölümünde (25 28) saray
duvarında görülen esrarlı yazı şöyle açıklanıyor “Ve çizilen yazı şudur: MENE,
MENE, TEKEL, UFARSİN. Bu şeyin anlamı şudur: MENE;
Allah senin kırallığını saydı ve onu sona
erdirdi. TEKEL: terazide tartıldın ve eksik bulundun. FERES;
ülken bölündü ve Medlere ve Farslara verildi
(Kitabı Mukaddes, 1958).
83
16. şiirdeki Şarkıcı kadın, tiyatro ve konser sanatçısı Karoline Stern’dir;
Düsseldorf’ta Heine’lerin aile dostuydu.
Şiirde sözü edilen romansın konusu Avrupanın en eski hıristiyan şövalyeler
destanı olan Chanson de Roland’dır, ki kuzey Fransada 1100 tarihlerine doğru
oluşmuştur ve Franklar kıralı Büyük Kari (689 741) ile çevresindeki şövalyelerin
hayat ve kahramanlıklarını anlatır.
86
Paderborn Almanya’nın Frankfurt, Marburg şehirleri doğrultusunda, onların
kuzeyinde;
katedrali, Roma, Gotik ve Barok stillerinde
kiliseleriyle tanınmış bir şehir.
93 H. S.’ye şiiri: Bu şiir ilk defa “H.
Str.’ye. Eski Alman sanatının diriltilmesi amacıyla çıkan dergisini okuyunca”
başlığıyla yayınlanmıştı. Wünschelrute adındaki bu dergiye Grimm kardeşler,
Brentano ve başka yazarlar katıldılar. İsmi, şiir başlığında H. S. olarak
kısaltılmış Heinrich Straube (17941847) ile Heine, 1820’de Göttingen’de
tanıştı, onun yakın dostlarından biri oldu. — Şiirde söz konusu edilen trakit
eski kulenin ince oyma ve kabartmaları hava etkileriyle çatlamış, pul pul
dökülmüş, tamamen temizlenmeleri gerekmişti. Bu kabartmalar sonradan tekrar
yapıldı.
94 Freks soneler: Fresk, daha yaş iken duvar
sıvası üzerine yapılan suluboya resim olduğuna göre Heine, bu sözü büyük
boyutlu soneler anlamına kullanıyor. Şiirlerin armağan edildiği Christian
Sethe, Heine’nin okul arkadaşıydı, dostlukları uzun yıllar devam etti. Sethe,
1857’de Stettin’de vergi müdürüyken öldü.
103
Lirik Intermezzo: Opera ve operetlerde, perde aralarında seyirciyi oyalamak,
dekor değiştirmeye fırsat vermek amacıyla yazılmış ara müziğine “Intermezze”
deniyor. Heine’nin bu bölümdeki şiirleri Şarkılar Kitabı’nm ilk baskısında
Ratcliff ve Almansor ağıtları arasında olduğu için, şair sonradan bu şiirlere
“Aradaki lirik şiirler” anlamına, bu genel başlığı koymuştur.
112
11. şiirde söz konusu tablo, 15. yüzyıl ortalarına doğru Stephan Lochner
tarafından yapılmış, üç bölümden meydana gelen bir tablodur. Kenarlarında
nedimeleriyle, ermiş Ursula ve Thebai tümeniyle, ermiş Gereon;
ortasında ise üç kutsal kıralla Hazreti Meryem
görülür. — Gereon, Roma imparatoru Diocletianus zamanında Thebai tümeninde
askerdi, Köln’de idam edildi. — Ursula, efsaneye göre Britanyalı bir kıral
kızıdır, Roma’ya yaptığı bir hac dönüşü, Köln’de, yanıdaki genç kadınlarla
birlikte öldürüldü. Köln şehrinin koruyucusu sayılır. — Hazreti İsa’nın
doğuşunu ilk kutlayanlardan üç kutsal kiralın hikâyesi için Heine’nin şiirine
bakınız (s. 187).
149
Dönüş: Bu bölümdeki şiirlere, çoğu, Heine’nin üniversite öğrenimini tamamlayıp
baba evine dönmesinden sonra (1825) yazıldığı için bu başlık konmuştur.
175
Atlas: Bir titan oğlu, ve Prometheus’un kardeşi olan Atlas, Yunan mitologyasına
göre, dünyanın batı kıyısında durur, gökkubbeyi omuzlarında tutarmış.
185
35. şiirdeki Hegel ve Fouque’nin kimlikleri için önsöze bakınız. “Nineciği
Hekate” mısraında, Adolf Müllner adında bir yazar tarafından Leipzig’de 1823’te
çıkarılmış, haftalık edebiyat dergisi Hekate hatırlatılıyor. Hekate, aslında,
Yunan mitologyasmda hayaletler, büyücüler tanrıçasıdır.
187
Bethlehem: İslam dünyasında Beytüllahm, Ürdün’de Kudüs ilinde, hıristiyanlarca
kutsal bir şehir;
İsa orada doğdu. Şiirde adı geçen Yusuf,
İsa’nın babası Nazareth’li (Nâsıra’lı) dülger Joseph’tir.
195
45. şiirdeki Visvamitra, bir Hind efsanesinin kahramanıdır. Kendi halinde,
dininde diyanetinde bir adam olan Vasişta’nın tanrısal br ineği vardır;
sahibine, dünyanın bütün nimetlerini bahşeden
bir inektir bu. Hind kıralı Visvamitra, önce rica ederek, sonra zorla bu ineği
ele geçirmek ister. Fakat inek, sahibinin, kirala yenilmesini önleyip
Visvamitra’da kalır.
238
Almansor: İslâm tarihlerinde AlMansur;
Emevîler zamanında, 9921002 yılları arasında
Endülüs’te hâciplik etmiş kumandan. Yapımına 785’de Abdurrahman I. tarafından
başlatılmış, X. yüzyılda tamamlanmış Cordova (Kurtuba) camiini genişletmesiyle
ve Hıristiyanlara karşı savaşlarıyla ün kazandı. “Kurtuba camisi, doğubatı
yönünde 19 şahından meydana gelen bir bütündür;
bu sahmları tutan çift kanatlı kemerler, sekiz
yüzden çok sütuna dayanır.” (MeydanLarousse Ansiklopedisi)
262 Brocken tepesi: Harz dağlarının en yüksek
tepesidir, 1142 metre, granit bloklarından oluşmuş, çıplak bir tepe.
263 ilse: Harz dağlarında Brocken tepesinden
çıkan, kırk kilometre uzunluğunda bir ırmak. Oker nehri kollarından.
llsenstein: Bu ırmağın vadisinde bir kayalığın adı. '
270
Sol/Luna: Yunan mitologyasmdaki güneş tanrısı Helios’un Latin mitologyasmdaki
adı Sol’dur. Yunanlıların ay tanrıçası Selene de Latin eserlerinde Luna olarak
geçer.
276
Poseidon şiiri: Poseidon, Yunan mitologyasında denizlerin, suların tanrısıdır.
— Hellas: Antik çağda Yunanistan’ın adı. — Odysseus: Ünlü Yunan şairi
Homeros’un Odysseia destanının kahramanı. Laertes oğlu Odysseus’un, on yıl
sürmüş Troya savaşından, yurdu Ithaka’ya dönerken başından geçenleri anlatır.
Maceralarla dolu bu dönüş de on yıl sürdüğü için, Odysseus, yurdundan yirmi yıl
uzak kalmıştı. — Nympha’tar: Kırların, tabiat köşelerinin, ağaçların,
derelerin, pınarların tanrıçaları, su perileri. — Kimmerler: Dolambaçlı
yolculuğunda Odysseus, Kimmerlerin ülkesine de uğramıştı: “Vardık sınırlarına
derin akışlı Okeanos’un / Ordadır Kimmerlerin ülkesi ve kenti / Oldum olası bol
sisle ve bulutlarla örtülü / Parlak güneş onları ışınlarıyla göremez hiç bir
vakit / Öylece serili durur bir uğursuz gece / Bu zavallı ölümlülerin üstünde
/.. (Odysseia, XI, 5 vd., Azra Erhat A. Kadir çevirisi, 1970)
— Priamos: Troya’nın son ve özellikle yiğit
oğlu Hektor’un öldürülüşü yüzünden bahtsız kıralı. — Polyphemos: Tek gözlü, iri
yarı devlerden biri. Mağarasına kapattığı Yunanlılardan altısını yemişti.
Odysseus, devi sarhoş edip tek gözünü kızgın kazıkla kör ederek, sağ kalan
arkadaşlarını kurtardı. — Palla Athena: Tanrılar tanrısı Zeus’un kızı. Atina
şehri için yarışa girmişti. Bu şehre en faydalı armağanı veren yarışı
kazanacaktı. Poseidon’un, beygiri vermesine karşılık, Athena zeytin ağacını
vererek yarışı kazandı. — Amphitrite: Poseidon’un karısı, deniz dibi tanrıçası.
— Nereus: Deniz sessizlik ve güzelliğinin tanrısı. İhtiyar Nereus’un, hepsi de
güzel, alımlı 50 peri olan kızları Nereid’ler, ikinci derecede deniz
tanrıçalarıdır.
Bu
şiirde “Erguvan örgüler örerken kıraliçeler” mısraında Odysseus’un Phaiaklar
ülkesindeki maceralarına telmih ediliyor. Güzel Nausikaa’nm annesi, kıraliçe
Arete örüyordu o örgüleri. — “Devlerin kovuklarından”, Polyphemos’un
mağarasından;
“nymphaların kollarından”, Kirke’nin ve
Kalypso’nun kollarından anlamına. Odysseus, güzel büyücü kadın Kirke’nin Aia
adasından, Kimmerler ülkesine geldi, burası yeraltı ülkesinin başlangıcındaydı
ve sürekli bir gece karanlığına gömülmüştü. — “Fırtınada gemisi parçalandı”
mısraında Odysseus’un yoldaşlarının Thrinakia adasında güneş tanrısı Helios'un
kutsal sığırlarını öldürmelerinden sonra başlarından geçen kaza
hatırlatılmaktadır.
283
Fırtına şiirinde “köpüklerden doğan, güzelliğin annesi” sözüyle Yunanlıların
cinsel aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite (Latinler Venüs derler)
kasdediliyor. Tanrıçanın adı, köpükten (aphros) çıkmış (dyte) şeklinde
açıklanır. Aphrodite’nin, birçok sanatçılara ilham kaynağı olan, denizden
doğduğu efsanesi, bu yorumlamadan dolayıdır. — Gene bu şiirde “torunun küçük
yaramaz” sözüyle Heine, Aphrodite’nin, kanlı savaşlar tanrısı Ares’ten olma,
oğlu Eros’u kasdediyor. Aşk tanrısı olan Eros (Latinler Amor veya Cupido
derler) zamanın akışı içinde türlü biçim ve görünüşlerden geçerek sonunda ufak,
afacan, kanatlı bir çocuk şeklinde tasavvur edilmiştir.
292
Denize Selâm şiiri: Pers prensi Kiros, Milattan önce 401’ de kardeşi, kıral
Artarkserkses’e karşı açtığı savaşta külliyetli miktarda Asyalı askerle on üç
bin kişilik bir Yunan yardımcı birliğini bir araya toplamıştı. Bu ordu,
Mezopotamya’da Kunaksa dolaylarında yenilgiye uğradı, Kiros da öldürüldü.
Yunanlıların sağ kalan kısmı (on bin kişi) çetin bir çekilişten sonra Trabzon
yakınlarında bir yerde Karadeniz’e ulaştılar. Aralarında bulunan tarihçi
Ksenophon, Anabasis adlı eserinde (IV, 7) Yunanlıların, kavuşmaya can attıkları
denizi, bir tepeden gördükleri anda, sevinçle “Thalatta/ Thcâatta!” (Denizi
Denizi) diye bağrıştıklarını anlatır.
295
Fırtına şiiri — Kronion (daha yaygın adıyla: Kronos), tanrılar atası Uranos’un
oğludur. Oğlu Zeus’dan önce dünyalara o hükmetmiş, Kronos çağı bir altın çağ
olmuştu. Poseidon, Hades, Hera gibi birçok ünlü tanrı ve tanrıçalar Kronos’un
çocuklarıdır. — Boreas: Bora, kuzey rüzgârı, poyraz. Trakya’da oturan bu rüzgâr
tanrısını Atina’lılar milattan önce 492’de İran donanmasını perişan etmesinden
sonra daha da yücelttiler. — Erikthon (Erikhtonios): Zeus’un oğullarından
Dardanos, Troya kıratlarının atası sayılır;
Erikhtonios da Dardanos’un oğludur. Çok
zenginmiş. On bin kısrağı Boreas tarafından döllenerek on ikişer tay doğurmuş;
bu taylar öyle hızlı koşarlarmış ki, otlar
başaklar ezilmezmiş ayaklarının altında (İlyada, XX, 215220). — Styks:
Yunanistan’da Arkadia bölgesinde bir dere. Issız bir dağda iki yüz metre
yüksekliğinde bir kaya duvarından incecik serpintiler halinde dökülürmüş.
Arazinin esrarlı hali, Styks’in, yeraltı ülkesinin bir ırmağı olduğu
tasavvuruna yol açmıştır. Tanrılar bu ırmağın adına yemin ederler, buz gibi
suyu öldürücü bilinirmiş. — Kharon: Ölülerin gölge ruhlarını Styks ırmağından
geçirip yeraltı ülkesine götüren kayıkçı. Kayığa binme ücreti olan bir obolos,
gömülürken ölünün ağzına konurdu. — Aiolos: Altı oğlu, altı da kızıyla, efsane
adası Aiolia’da otururmuş. En tehlikeli rüzgârları bir tuluma kapatarak Odysseus’a
hediye etmiş. Meraklarını yenemeyen yol arkadaşları, tam yurtlarına
yaklaşırlarken tulumu açmışlar. Boşanan rüzgârlar, Odysseus’u tekrar Aiolia
adasına sürüklemiş. Bu ikinci gelişinde Aiolos, Odysseus’u terslemiş, adasından
kovmuş. — Kastor ile Polydeukes: İkiz erkek kardeşler. Mitologyada birincisi
binicilikte, İkincisi yumruk dövüşünde ün salmışlardı. Birçok yiğitlikler
gösterdiler. Sonuncu çarpışmalarında Kastor öldürüldü, Polydeukes de
ölümsüzlüğünü kardeşiyle paylaştı: Tanrı Zeus, iki kardeşin bir gün yeraltı
ülkesinde, bir gün yeryüzünde beraber olmalarına izin verdi. Birlikte,
Dioskurlar diye de anılan bu ikizler, gemicilerin kaderlerini tayin ederler.
Fırtınalı havalarda yardıma çağrıldıkları vakit, gemi direklerinde çifte
parıltı, kurtuluşu müjdeleyen Dioskurlar anlamına gelir;
sadece küçük ve tek bir parıltı, Helena yani
felâket diye yorumlanırdı.
300
—
303 Okeanidler: Denizler tanrısı olarak, bütün
akarsuların atası kabul edilen Okeanos’un kızları ve akarsu, kaynak, dere vb.
tanrıçalarıdır Okeanidler. — Peleus: Troya savaşlarının başkahramanı
Akhilleus’un babası. Peleus’un “gümüş ayaklı” karısı Thetis, oğlunun, o savaşta
ölmesi üzerine, nympha’larla (deniz perileriyle) denizden çıkarak yürekler
paralayan ağıtlar söylemişti (Odysseia, 24. bölüm, V, 47 vd.). — Niobe: Yedi
oğlu ile yedi kızından ötürü böbürlendiği için cezaya çarptırıldı, çocukları
öldürüldü. Niobe, evlat acısından taş kesildi, bir kaya oldu. Bugün Anadolu’da
Sipylos (Manisa) dağında, uzaktan bir insana benzeyen bir kayanın, gözyaşları
döken Niobe ana olduğu söylenir.
— “Atan, yüce titan” mısralarında
Prometheus’a telmih var. Prometheus, insanların dostu, baştanrı Zeus’un hasmı
idi. Tanrılar dağı Olympos’tan ateşi çalıp insanlara armağan verdi, bunun için
de bir kayaya zincirlendi. Bir kartal (şiirde bir akbaba) karaciğerini yiyor,
ciğer her gece yeniden eski haline geliyordu. Çok sonra, Prometheus’u bu
işkenceden Herakles kurtardı. Tevfik Fikret’in Promete şiirinde de bu efsaneye
telmih vardır. — Atlas: Yunan mitologyasmda Prometheus’un kardeşidir;
dünyanın batı kıyısında durur, gökkubbeyi
omuzlarında tutar.
304 —
307
Yunanistan Tanrıları şiiri — Pantheon: Eski Yunanlıların ve Romalıların en
büyük tapınaklarına Panteon denir. Bir de “Eski Yunan Panteonu” sözünden, büyük
Yunan tanrıları, Yunan tanrılarının tümü anlaşılır. — Kronion: bk. s. 293
notlan. — Olympos: Yunan tanrılarının Tesalya’daki, Yunanistan’ın en yüksek
dağında oturduklarına inanılırmış. Hephaistos, tanrılara bu Olympos dağında
saraylar kurmuş. Fakat Olympos’un gerçek bir dağ olmayıp gökte ideal bir yer
olduğu düşüncesine daha Homeros destanlarında bile raslanır. — Zeus:
Olympos’lu'birinci derecede on iki tanrının başında gelir. Zeus, babası
Kronos’u tahtından indirmiş, dünya eğemenliğini kardeşleri Poseidon ve Hades’le
paylaşmıştı. Kronos zamanında ilk tanrılar soyu Titanlar, Zeus’un amcaları,
dayıları olurlar. Zeus, Titanlarla da savaştı, onları yendi, yeraltı
ülkesindeki hapisane Tartaros’a kapattı. — Nympha’lar: bk. s. 276 notlan. —
Jüpiter: Yunanlılardaki Zeus’un yerini tutan, Roman tanrısı. Gökyüzünün,
yıldızlann, yıldınmın tanrısı. Heine, Jüpiter için “baba akraba katili” demekle
onun Kronos’u ve Titan’ları öldürmüş olmasına değiniyor. — Juno: Roma
tanrıçası. Jüpiter’in karısı. Heine, Juno için kıskanç demekle onun Yunanlılardaki
tanrıça
Hera
ile özdeşliğini hatırlamış oluyor. Zeus’un karısı Hera kıskançtı çok;
fakat kocasının çapkınlıklarıyla baş
edemiyordu. Zeus’un, bazan kılık değiştirerek, ilişki kurduğu, seviştiği
kadınların sayısı on dördü bulur. Hera bu kadınların bazılarından öcünü aldıysa
da alamadıkları da oldu. Heine “tanrının döllediği genç kadın'’ sözüyle Zeus’a
olağanüstü birçok işler yapacak olan oğlu Herakles’i doğuran Alkmene’yi
kasdediyor. — Pallas Athene: bk. s. 276 notları. — Aphrodite/Venus: bk. s. 283
notları. — Ares: Zeus ile Hera’nın oğlu;
taş taş üstünde bırakmayan, kanlı savaşlar
tanrısı;
tanrılar içinde en sevilmeyeni. Romalılar onu
kendi tanrıları Mars ile özleştirirler. Ares, Hephaistos’un karısı olan
Aphrodite ile sevişmişti. — Phöbus Apollo: bk. s. 17 notlan. — Lyra: Mahmut R.
Gazimihalin Musiki Sözlüğü (1961)’ndeki açıklamaya göre: “telli antik çalgı.
Tann ve kahramanları yücelten şarkılara yüzyıllarca eşliği ve hizmeti oldu.
Yunan lyra'sı iki koç boynuzu biçimindedir. Teller, boynuzların arasında
yukardan aşağı gerilidir. Ses veren gövdesi bir kaplumbağaya benzer. Lir ve
kitara sazlarının, ünlü adlarıyla şair eserlerinde nice zamanlar yaşadığı
görülür. Lyrique (lirik), lyra eşliğiyle söylenmeye mahsus şiir demekti.” —
Heptıaistos: Ateş tanrısı, demircilerin tanrısı. Zeus’un oğullarından. Topaldı,
tanrılar ve yiğitler için silahlar, ziynet eşyaları yapardı. Çirkin ve sakat
olduğu halde, en güzel tanrıça Aphrodite ile evlenmişti. — Hebe: Gençlik
güzelliği tarnıçası. Zeus ile Hera’nın kızı. Tanrılara sakiyelik eder,
tanrıların içkisi olan Nektar’ı, sofralarında onlara Hebe sunardı. Tanrılar,
Ambrosia yer, Nektar içerlerdi;
ölmezliklerini böylece korurlardı.
309
Phöniz: Bir efsane kuşu;
beş yüz yıl yaşar, sonra kendi kendini yakar,
külünden tekrar doğarmış. Doğu edebiyatlarında Phöniks’in karşılığı Kaknus’tur.
311
—
313
Limanda şiiri. Eduard Gans, Heine’nin gençlik arkadaşı. 1826’dan başlayarak,
Berlin üniversitesinde profesörlük yapmıştı. — Hâfız: Ünlü İran şairi.
Şiraz’lı. 1390’da öldü.
Divan’ının
türkçeye son çevirisi, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından, 1944. — Saron: Eski
Filistin’de gülleriyle meşhur bir ova. — On iki Havari: Hazreti İsa’nın,
İncil’i yaymakla görevlendirdiği on iki yardımcısı (etraflı bilgi için
MeydanLarousse Ansiklopedisi, cilt V, Havari maddesine bakınız). XVII. yüzyılda
Bavyera’da kumtaşından yapılan ve havarileri kabartma olarak gösteren,
minelerle süslü çanaklara havari çömleği (kutsal çömlekler) denir. — Herodes:
Milattan önce 40 ve 4 yıllarında hüküm süren ve Kudüs’te ölen yahudi kıralı
Herodes, İsa’nın doğuşundan az sonra Beytüllahm’daki bütün erkek çocukların
öldürülmesini emretmişti. — Halleluja: Yahova’ya (Rabb’e) hamdedin! Tanrı’yı
övün! anlamında İbranice söz. Tevrat’ta en çok Mezmurlar bölümünde geçer. —
Bethel: İbranice Tanrı’mn evi anlamına, Kudüs’ün kuzeyinde bir köy. — Hebron:
Bugünkü adı ElHalil. Ürdün’de bir şehir. Bir adı da İsrail olan, İbrani
peygamberi Yakub’un oğlu İbrahim’in bu şehre yakın bir yerde yaşadığı söylenir.
— Jordan: Suriye’den çıkan, Kızıldeniz’e (Şap denizi) dökülen, 600 kilometre
uzunluğundaki ırmak.
(Şarkılar
Kitabı, eserin şu baskısından çevrilmiştir: Heinrich Heine, şiirlerin
sıralanışı, eserin Goldmanns Gelbe Taschenbücher baskısına göredir.)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar