Print Friendly and PDF

ŞARKILAR KİTABI / Heinrich Heine


Dilimize Çeviren: Behçet NECATİGİL

Hayatı ve Eserleri Üzerine Notlar

Dünyaca tanınmış Alman şairi Heinrich Heine, bir musevi tüccarın oğlu. 13 aralık 1797’de doğduğu Düsseldorf’ta lise öğrenimini tamamladı;

 on dokuz yaşında, amcasının Hamburg’daki bankasında çalışmaya başladı. Bu amca, iki sene sonra ona bir manifatura ticarethanesi açıverdiyse de Heine’nin ticaret hayatı ancak bir yıl kadar sürdü. Delikanlı, amcasının kızı Amalie’ye tutuldu. Karşılıksız, mutsuz bir aşktı bu;

 ve genç Heine’ye içli şiirler yazdırmakla kaldı.

Şair, gene amcasının yardımıyla bu kez Bonn’da hukuk öğrenimine başladı. Tarih ve felsefe profesörü, şair Arndt (1769/1860) ile gene profesör ve şair August Wilhelm Schlegel (1767 1845)’in derslerine devam etti. 1821 nisanıyla 1823 mayısı arasında öğrenimini Berlin’de sürdürdü ama şimdi, hukuktan çok felsefe ve edebiyata vermişti kendini. Ünlü filozof Hegel (1770/1831)’e

öğrencilik yaptığı Berlin’de Fouque, Chamisso, E.T.A. Hoffmann ve Grabbe gibi edebiyatçılarla tanıştı. İlk şiir kitabının yayımlanması gene bu yıllara raslar (1822). Rahel Varnhagen’in salonundaki toplantılara da katılan şair, 1823 mayısında Lüneberg’e annesinin babasının yanına döner;

 Cuxhaven, Helgoland ve Hamburg’a gider.

1824 ocağında Göttingen’dedir. O yılın eylülünde yaya olarak Harz dağları gezisine çıkar, Thüringen’e uzanır, şair Goethe’ye uğrar. 1825 mayısında Göttingen’de hukuk imtihanlarını verir. Diploması, hıristiyan olmadıkça, bir işe yaramayacak;

 Heine, avukatlık yapamayacaktır. O yüzden o yılın haziranında din değiştirip hıristiyanprotestan olur. Alaycıydı, bu durumunu “Avrupa kültürüne bir giriş bileti aldığı” yargısına bağlamıştı. Hukuk doktorasını verdikten bir süre sonra Lüneberg ve Hamburg’da yaşar. İkinci mutsuz aşkı bu tarihlerde ve bir başka kuzeni Therese Heine iledir.

Heine, 1827 nisanında Londra’ya gider, güz aylarında Münih’e döner, bir gazetede çalışır. 1828 haziran ve temmuzunu İtalya’da geçirir. Hamburg, Berlin, Potsdam, gene Hamburg ve Helgoland... Buralarda dolaşır. 1831 nisanında Paris’e gidecek, oraya yerleşecektir. Almanyadaki bir gazetenin muhabirliğini almıştır üzerine. Fransızlarla Almanları fikir alanında birbirine bağlamak, karşılıklı bilgisizlik ve güvensizlikleri aradan kaldırmak azmindedir. O vakte kadar, De l’Allemagne (Almanya Üzerine, 1810) kitabıyla, Goethe ve Schiller etkisinde, sadece Madame de Stael, kısmen uğraşmıştır bu işle;

 onun başlattığını asıl, Heine gerçekleştirecektir. Fransız edebiyat çevreleri bu kültürlü, zarif adama açılır. Belli başlı Fransız şair ve yazarlarıyla (Hugo, Dumas, Bcme, Beranger, George Sand ve Balzac) tanışır Heine. Paris’i, bu monden, büyük şehir atmosferini sevmiştir.

Şen şakrak şiirler yazar Paris üstüne. 1841’de Paris’te evlenir.

1837’den beri gözlerinden rahatsızdır;

 fakat asıl, ağır hastalığı 1848’de başlar. Onu ağır ağır ölüme götüren bir omurilik veremidir bu. Heine, yatalak olur, 17 Şubat 1856’da Paris’te ölür. Montmartre mezarlığına gömülür.

* *

Hayatının belli başlı tarih ve olaylarını yukarda kısaca derlediğimiz Heinrich Heine, Alman edebiyatında adı Goethe ve Schiller’in yanı sıra hemen hatırlanan ve on dokuzuncu yüzyılın edebî gelişmesine şiirleri, düzyazılarıyla geniş ölçüde etkisi olmuş bir şairdir. Hikâye yazarı Wilhelm Raabe (1831/1910) ve devlet adamı Bismarck (1815/1898) gibi başka ruh ve anlayışlarda şöhretler bile bu musevi soyundan Alman şairine boyün eğmişler, onu fikir yönünden çok hareketli bir dönemin en büyük öncüsü, en canlı edebiyatçısı kabul etmişlerdi. Zamanında Heine’ye yapılmış hücumları Bismarck, şöyle karşılıyordu: “Heine’nin bir şair olduğunu, isminin ancak Goethe’nin yanı sıra anılabileceğini, şiirinin katıksız Alman şiiri olduğunu, bu beyler nasıl unutabilirler?

Heine, Alman edebiyatının Romantizm’den Realizm’e geçiş döneminin en önemli şairi. Çoğunlukla derinliğine ve acı bir duyarlık, yer yer üzgün tatlı bir eğlenti havası yansıtan şiirleri Almanyada kuşaktan kuşağa birer halk türküsü gibi söylendi;

 Schubert, Schumann, Brahms tarafından bestelendi, bütün kültür dillerine çevrildi.

Şiir kitapları arasında, bizim tam olarak çevirdiğimiz Buch der Lieder Şarkılar Kitabı (1827) özellikle başta gelir. Sonrakiler Neue Gedichte / Yeni Şiirler (1847) ve Romanzero (1851) ile, ölümünden sonra derlenmiş son şiirleri, biçim bakımından daha oturmuş ve olgun olsalar bile, Heine şair yaratıcılığının zirvesine Şarkılar Kitabı ile erişti kabul edilir.

Heine’nin bir kısmını yirmi, hattâ on altı yaşlarındayken yazdığı şiirleri kapsayan bu kitap, Alman edebiyatının en başarılı, zamana en dayanıklı kitaplarından biri olmak mutluluğuna erişti. Şairin gençlik heyecan ve tutkuları, ümit ve ümitsizlikleri, kafa ve gönül bunalımları, artistik çabaları bu şiirlerde dile geliyor. Şüphesiz, kitabın iki yüz elliye yakın şiirinin aynı derecede güzel olduğu iddia edilemez. Ama en azından üçte ikisi güzel olan bu şiirlerin, çeviri darlık ve yetersizliklerine rağmen, romantik bir genç ruhunu tam anlamıyla yansıttığı, rahatlıkla söylenebilir. Bunlar gönle seslenen şiirlerdir;

 okuyucuda yaşantı birlikleri yaşatır;

 yalnız bir millete özgü karakter ve kültürü değil, evrensel bir ruh yapısını vurgular. Kalbin koşmaları, ağıtlarıdır;

 esnek, yumuşak, saydam şarkılardır, dağlar süresince âşık gönüllerin, yanan yüreklerin hicranlarını, korkularını;

 sonra da romantik çağın inançlarını, yalnızlık, terkedilmişlik ve ruh gerilimlerini veren şiirler.

Heine bu şiirlerdeki gücünü halk lirizminin duru kaynağından alıyor, onları Alman halk şiir, masal ve efsanelerinin özsuyuyla besliyordu. Sevilmelerinin bir nedeni de hem insanlığa, hem de doğdukları toprağa kuvvetle bağlı oluşlarıdır. Heine’yi o şehirden ötekine çeken büyüde, güçte, bizim saz şairlerimizde olduğu gibi, mutsuz aşklara, gurbet acılarına, çağıyla çatışma halinde oluşlara benzerlikler bulmamak imkânsızdır. Şarkılar Kitabı’nın, özellikle YunanLâtin mitologyası önbilgileri isteyen, son bölümündeki (Kuzey Denizi) şiirler de dahil, Heine’nin dünyasına girmekte zorluk çekmeyişimiz, ou şiirlerdeki ruh ve edânm biraz da kendi saz şairlerimizin koşma, türkü ve destanlarındaki ruh ve edaya yakın oluşundan ileri geliyor. Çoğu şiirlerinde mısra sayısıyla da bizim koşmaların sınırları içinde kalan Heine’deki masal ve efsane motifleri, ortaçağ şövalye hayatına ve daha gerilere bağlı bile olsa, anlaşılmaz, katı, yadırgatıcı değil;

 yumuşak, benimsenir ve ortak.

Şiirde duyarlıklı halk ruhunun sözcüsü olan Heine, düzyazılarında birden değişir, çağının eleştirmecisi olur, düşünce özgürlüğüne açılır. Düzyazıdaki örnek gücünü gösterdiği, üç ciltlik Reisebilder Seyahat Tabloları sayfalarında Heine, duyguları hülyalı bir fantezi içinde vermek eğiliminden kurtulur. Dâhice bir öznellik merakı;

 biçimlerle, ruh halleriyle eğlenir gibi oynayışı, kendini inkâr edişi, en katıksız bir acıyı bir nüktede eritiverişi gibi atılımlar gösterir. Tabiatı, efsanelerdeki özü, aydın insanın düşünce özgürlüğünü derinden duyar, benimser. Şiddetli ve önlenemez alay, yergi merakını, kendini yaralamada bile kullanır. Tasdikle inkâr arasında gidip gelir. Hayata ve Alman ruhuna hayran bir duyguyla;

 pişkinliği, rindliği, cynisme’i, coşkunlukhayranlıkla karamsarlığı, muhabbetle nefreti bir arada götürür. Bir başka deyişle Heine, Seyahat Tabloları’nda, bütün karşıtlıklardan faydalanan nükteli, oyunlu bir düzyazı üslûbu yaratır. Gazete fıkrası için günümüze dek örnek olma değerini korumuş, empresyonist bir anlatış biçimidir bu. Bu parıltılı yarenlik üslûbunda tabiat hayranlığı, cıvıl cıvıl bir macera düşkünlüğü, dar görüşlerle savaş, alay, yergi iç içedir. Bu üslûbun en parlak sayfaları özellikle Harz dağları ve İtalya Yolculuklarının ilk bölümlerinde görülür. Şairde gerçekte ironi, bir arada gider: “Hattâ ben, Almanlığa ait bir şeyi, dünyadaki her şeyden çok severim. Sevinci, neşeyi ben bunda bulurum. Kalbim Alman ruhunun bir arşividir, iki kitabım Alman şiirinin bir arşivi olduğu gibi!” diyor Heine.

Paris’e yerleştikten çok sonra, bir yandan balad’larını yazarken bir yandan siyasî yazılarını yazmaya başlamıştı. Bu yazılarında acı bir hayal kırıklığı ve yurt özlemi dile geliyordu. İnkâr ve tasdik, kendi kendisiyle uzlaşamayan bu yaradılışı, burada da takip etti: “Almanya’yı düşününce gecede / Gel de uyu mümkünse!” diyordu. Sonraları Gerhart Hauptmann’m Die Weber (1892) adlı halk dramına konu olacak, Silezya dokumacılarının sefaleti, Heine’yi sosyal şiire çağırıyordu. Heine, Almanya’dan, fikir özgürlüğünün, dünyayı kucaklayacak bir Hellenizm’in, bir Avrupa geleceğinin doğmasını bekliyordu. 1844’de Almanya’ya kısa süreli iki yolculuk ona Deutschland, ein Wintermaerchen / Almanya, Bir Kış Masalı ve Atta Trol isimli iki manzum eser daha yazdırdı. İlki siyasî bir hicivdir, Atta Trol ise Romantik dönemin son orman övgüsü. Bu eserlerle Heine, lirikfantastik ve mizahî bir eser, aynı zamanda bir itirafname ortaya koymuş oluyordu. Güdümlü şiire, parti şiirine sanat gururu isyan etmişti. 1848’de başlayan, sekiz yıl süren ağır hastalığı sırasında Romanzero (1851)’yu yazdı. Bu kitaptaki şiirler, inanç ve insanlık tarihinin bütün dönemlerini kucaklar gelir, yeni bir toplum düzeni umduğu, fakat bir estet ve bir fikir aristokratı olarak ürktüğü geleceğe uzanır. Hayatın bütün nimetleri, gürlüğü, yaklaşan ölümle keskin ve gölgeli, yeniden belirir. Bu şiirlerde artık oyun yoktur;

 ciddiyet ve nâçarlık, acı ve yardımcı bir iman özlemi görülür: “Diri diri gömülen, yürür gider gecede.”

Eserleri toplu olarak ilk kez 1861/1863 yıllarında basılmış, o baskıda yirmi bir cilt tutmuş olan Heine’nin Seyahat Tabloları üzerinde biraz daha durarak, kısa tanıtmamızı bir sonuca bağlayabiliriz:

Heine, şairliğine ek olarak, modern gazete yazarlığının dilini, üslûbunu, tekniğini yarattı. Aktüaliteye ve öznel kavrayışa açılan, hafif, ilgi çekici, esprili, canlı bir sohbet üslûbu yarattı. Seyahat Tabloları ile yepyeni bir edebiyat türünün, fıkra ve gezi türünün doğmasına öncülük etti. Gazete yazısı onun hareketli, çok cepheli aktüalitesinde devrin çabalarına uydu. Edebiyat o tarihlerde günün, dünya görüşlerinin kımıldanışlarına, buhranlı bir gelişmeye yol arıyor, şekilden fedakârlık etmeme pahasına, canlılığını sürdürmek istiyordu. Heine’de polemik bir sanat haline geldi. Alman ruhunu çok iyi bildiği ve devrinin en kültürlü adamlarından olduğu için, yergilerinde amansız Heine, polemikten bir sanat eseri yarattı. İdealist geleneğe ilk o hücum etti, bu geleneğin güçlü yıkıcısı ilk o oldu.

Lirizmi halk şiirine dayanır. Karamsarlığı yalnız yergi ve düzyazılarında değil, şiirlerinde de görülür. Akim, mantığın müdahalesiyle duygulan gemleyen romantik ironi, onun eserlerine sert ve keskin bir nitelik eklemiştir.

Heine’den türkçede evvelce üç eser yayımlandı:

1)       Seyahat Tabloları. Çeviren: Pertev Boratav, Millî Eğitim Bakanlığı yayınları, üç cilt, 1945/1948.

2)       Floransa Geceleri. Çeviren: Süreyya Sami Berkem, Hilmi Kitabevi, 1948 / Bu kitap Seyahat Tabloları’nm üçüncü cildinin bir bölümüdür. /

3)       Şarkılar Kitabı. Çeviren: Vasfi Mahir Kocatürk, Hilmi Kitabevi, 1948 / Eser bölümlerinden seçilmiş parçalar düzyazıyla çevrilmiştir, tamamının yarısı kadardır. /

Bu kitaplar dışında eski dergilerde tek tük şiir çevirilerine de raslanır;

 bizim görebildiklerimiz şunlar oldu:

a B. Necatigil çevirileri: Kovan dergisinde (İzmir, mart ve nisan 1945, sayı 20 ve 21’de, Şarkılar Kitabı’nın Dönüş bölümü, 13. şiir ve Lirik İntermezzo bölümü, 57. şiir.

Yeditepe dergisinde (1 mart 1956, sayı 102): ŞK., Dönüş bölümü, 13, 17, ve 80. şiirler (üç şiir).

b Dora Güney ile Necati Cumalı çevirisi: Tercüme dergisinde (1946, sayı 3436’da, ŞK., Dönüş bölümü, 2. şiir / Lorelei /).

c Selâhattin Batu çevirisi: Tercüme dergisinde 194S, sayı 3436’da, ŞK., Kuzey Denizi bölümü, Limanda şiiri).

c Ebed Mahir Yalnız çevirileri: Alman Şiiri Antolojisinde (1960): ŞK., Dönüş bölümü, 47. ve 62. şiirler;

 Lirik intermezzo bölümü, 52. şiir.

d Turgay Gönenç çevirisi: Türk Dili dergisinde (temmuz 1962, sayı 130’da, ŞK., Harz Dağları Gezisi’nden bölümünün ilk şiiri / Öndeyiş /). Bu şiirin Yılmaz Aybar’ın kaleminden bir başka çevirisi Hisar dergisindedir (aralık 1970, sayı 84).

Şarkılar Kitabı’nm Harz Dağları Gezisi’nden bölümündeki yedi şiirin düzyazı çevirileri de Seyahat Tabloları kitabının birinci cildindedir.

Heine’nin ölümünün yüzüncü yıl dönümünde Yeditepe dergisinde, şairin anısı ve değeri üzerine, Tahir Alangu ve B. Necatigil iki de tanıtma yazısı yayımlamışlardı (Yeditepe, 102, 1 mart 1953).

Ünlü filozof Friedrich Nietzsche de Heine üzerine şunları söyler: “Lirik ozan üstüne en yüksek kavramı Heinrich Heine verdi bana. Öylesine tatlı, öylesine tutkulu bir musikiyi binyıllar arasında boşuna arıyorum..” (Ecce Homo, Can Alkor çevirisi, 1969, s. 35)

Heine’nin, en ünlü kitabındaki bütün şiirlerinin bu kez tarafımızdan çevrilişinde elbet o tatlı, tutkulu musiki korunamamıştır ya;

 lirik ozanın ne olduğu, türlü yönleriyle romantik şiirin ne olduğu bu çevirilerden de anlaşılır sanırız.

B. N.

ŞARKILAR KİTABININ ÜÇÜNCÜ BASKISINA HEİNRİCH HEINE’NİN ÖNSÖZÜ

1839

İşte eski masallar ormanı!

Ihlamur çiçekleri mis kokulu!

Ay ışığı güzel mi güzel,

Büyülüyor ruhumu.

Yürüdüm, yürüdükçe

Göklerde duyduğum bir yankıdır

Bülbülün sesi bu;

 aşkı,

Aşk acısını şakır.

Şakır aşkı ve aşk acısını,

Göz yaşını, gülüşleri.

Sevincinde hüzün, hıçkırığında neşe

Uyarır unutulmuş düşleri.

İlerledim yolumda,

Bir alan geniş,

Bir büyük saray çıktı karşıma,

Göklere boy vermiş.

Bir sessizlik, matem,

Bütün pencereler kapalı;

Sanki bu ıssız duvarlar

Ölümün barınağı.

Kapının önünde bir sfenks

Yarı haz, yarı korku:

Başıyla göğüsleri bir kadın,

Bir aslan, pençeleri, vücudu.

Bir güzel kadın! Beyaz bakışlarında

İstekleri çılgın;

Sessizdi uysal gülümseyişleri

Özlemli, kabarık dudaklarının.

Dayanamadım

Bülbül öyle tatlı şakıyordu;

Öptüm o güzel yüzü,

Felâketim oldu bu.

Canlandı mermer heykel.

Taş, içini çekti

Alevli öpüşümdeki yangını

İçti susamış, özlemli.

İçti bütün soluğumu âdeta

Ve sonunda şehvet delisi,

Kucakladı paralayarak

Aslan pençeleri, gövdemi.

Bayıltan işkence, tatlı ıstırap!

Sonsuzdu acı da, haz da!

Yaraladı pençeler beni korkunç,

Öpüşün mutluluğu yanında.

Bülbül şakıyordu: Ey güzel sfenks!

Ey aşk! Bunu neye yormalı:

Neden mutlulukla iç içe

Bu ölüm azapları?

Ey güzel sfenks! Söyle, nasıl çözülür

Bu harikulâde bilmece?

Bulamadım, binlerce yıldır

Aklıma takılan düşünce.

Ben bütün bunları düzyazıyla söyleyebilirdim pekâlâ... Ama insan, yeni bir baskı için bazı pürüzleri gidermek üzere, eski şiirleri baştan sona şöyle bir gözden geçirirken, farkına varmadan ölçü, uyak alışkanlıklarına kaptırıyor kendini. İşte Şarkılar Kitabı’nın üçüncü baskısının önsözü, bu yüzden bir şiir oldu. Ey Phöbus Apollo! Kötüyse bu şiirler, bağışla beni... Çünkü sen her şeyi bilen bir tanrısın, ve benim neden yıllardır artık özellikle kelimelerin ölçü ve ahenkleriyle uğraşmadığımı çok iyi bilirsin... Bir zamanlar parlak hava fişekleri oyunlarıyla dünyayı şenlendiren alevler, niçin birdenbire çok daha ciddî yangınlarda kullanılır oldu, bilirsin... O alevler şimdi sessiz ateşler halinde kalbimi kemiriyor, biliyorsun... Beni sen anlarsın, güzel yüce tanrı;

 sen ki altın çalgını bazan zorlu yaylar, öldürücü oklarla değiştirdin... Diri diri derisini yüzdüğün Marsyas hatırında mı?

 Aradan çok zaman geçti;

 ona benzer bir olay, yeni bir örnek gerekli... Gülümsüyorsun, ey ebedî atam!

Paris, 20 şubat 1839

GENÇLİK  ACILARI

1817-1821

 

RÜYA         GÖRÜNTÜLERİ

Bir zaman düşlerimde çılgın, ateşli aşklar,

Güzel saçlar,- mersinler, muhabbet çiçekleri,

Tatlı dudaklar, acı sözler,

Yaslı şarkıların üzgün ahenkleri.

Soldu sarardı, uçup gitti  o  düşler, Savruldu rüzgarda rüyalarımın sultanı! Bana yalnız, o günlerde yumuşak şiirlere Alevli, çılgın ne döktümse o kaldı.

Sen kaldın öksüz şarkı! Sen de uç git şimdi, Ara o hayali, düşlerde çoktan silik,

Bulursan selam söyle

Ey havalı gölgeye gönderdiğim hafif soluk!

-2-

Garip, korkunç bir rüya

Hem ürktüm, hem  sevindim;

 Dehşetli sahneler gözümün önünde, Çırpınmada kalbim.

Bir bahçe, güzel mi güzel, Şen rahat dolaşayım dedim;

 Baktılar hoş çiçekler,

Hazla doldu içim.

Minik kuşlar cıvıldaşır, Neşeli aşk ezgileri;

 Rengarenk çiçekler, güneşin Kızılı altınla çevrili.

Otlardan sızan ıtır, koku

Bir tatlılık, esen ılık rüzgarda;

Her şey parlıyor, her şey gülümsüyor, Gösteriyor güzelliğini dostça.

Bu çiçek ülkesinin ortasında Mermer bir çeşme, arı duru;

 Güzel bir kız gördüm hamarat, Bir beyaz giysi yıkayordu.

Yanakları hoş, gözleri tatlı,

Sarı bukleleriyle bir küçük melek;

 Baktım yüzüne, hem  yabancı, Hem bildiğim biri olsa gerek.

Güzel kız aceleci, telaşlı, Dilinde bir garip türkü: "Dökül su, dökül, dökül. Yu keteni, yu, yu!"

Yürüdüm, vardım  yanına: "Söyler misin, güzeller güzeli!" Dedim yavaşça,

"Kimin bu ak giysi?

"

Söyledi hemen: "Senin! Hazırlan, Yıkıyorum kefenini!"

O böyle der demez

Dağıldı görüntü, bir köpük gibi.

Aldı götürdü birden sanki bir büyü Karanlık, gür bir ormana beni.

Ağaçlar boy atmış göklere doğru, Kalakaldım şaşırmış, düşünceli.

Fakat o ne?

 Bir boğuk yankı Sanki uzak balta seslerinden;

 Çıktım  açıklık  bir  yere Çalılar, ağaçlar arasından.

Yeşil alan ortasında Bir koca meşe.

Fakat o ne?

 Benim kız, baltayı İndirmede gövdesine.

Vurur, ha vurur, vurur;

İnip kalkar balta, bir türkü ağzında: "Demirim parlak, demirim çıplak,

Sandık yap meşeden, elin çabuk tutarak!"

Yürüdüm, vardım yanına: "Güzeller güzeli. söyler misin?

" Dedim yavaşça,

"Bu sandık ne, kimin için?

" Söyledi hemen: "Bir tabut.

Senin için. Vaktim az!"

Dağıldı görüntü bir köpük gibi, O böyle der demez.

Solgun, sararmış, geniş, Çıplak kır, birden, çevre;

 Bilmiyorum bu ne hal, Kaldım ürpertiler içre.

Dolaştım  işte   öyle, Derken beyaz bir çizgi;

 Yürüdüm, koştum, durdum,

Ne mi gördüm?

 O güzel kız, deminki.

O beyaz kız geniş kırda Kazıyor toprağı elinde bel. Pek bakamıyordum yüzüne,

Hem o kadar korkunç, hem öyle güzel.

Güzel kız, aceleci, telaşlı;

 Dilinde bir garip  türkü: "Kazmam sivri, kazmam keskin, Aç çukuru geniş, derin!"

Yürüdüm, vardım  yanına, Dedim yavaşça: "Söyler misin, Güzeller güzeli,

Bu çukur ne için?

"

Söyledi hemen: "Sana serin Bir mezar kazıyorum, sus!" Çukur birden açıldı derin, Böyle der demez güzel kız.

Bakınca oyuğa irkildim, Yuvarlandım gecesine mezarın, Bir  soğuk  ürperti   iliklerimde Ve uyandım ansızın.

3

Siyah frak, ipek gömlek, kolluklar Kendimi gördüm düşte gece;

Bir törendeymişim, tatlı dost Sevgilim önümde.

Eğildim önünde: Demek sizsiniz gelin, Ay, ay, tebrik ederim gülüm!

Sesim uzadı gitti soğuk kibar, Boğazımda bir düğüm.

Acı yaşlar boşandı yarimin gözlerinden Ve yaş sellerinde eridi aktı sanki

O güzel portre.

Çok yalan söylediniz uyanıkken, düşte Ey tatlı gözler, masum yıldızları aşkın, Olsun, inanırım size gene de!

4

Rüyamda bir adam: gülünç, bücür,

Tahta bacaklar takınmış, adımları uzundu;

 Giyinmiş beyazlar, şık kibar,

Fakat kirli, kaba ruhu.

Ruhu biçare, boş, Gösterişii, vakur dışı. Yiğitlik, mertlik dilinde, İnatçı, mağrur davranışı.

"Bilir misin kim bu?

 Gel, bak!"

Dedi rüya tanrısı, gösterdi kurnaz, bana Görüntüler selini, yansımış bir aynaya.

Durmuştu bir kürsü önünde cüce,

Yanında sevgilim. Evet! dedi ikisi birden, Gülüştüler: "Amin!" binlerce şeytan.

5 -

Çılgın kanımı azdıran,

Bağrımı tutuşturan ne benim?

 Bir ateş dağlıyor kalbimi,

Kaynıyor, kabarıyor, köpürüyor kanım.

Kabarıyor, köpürüyor kanım çılgın, Çünkü bir düş gördüm kötü;

 Karanlık oğlu geldi gecenin, Soluyarak beni alıp götürdü.

Aydınlık bir eve iletti beni, Saz sesleri,  bir  şenlik, Yanan mumlar, meşaleler, Vardım  salona,  girdim  içeri.

Sofrada konuklar güle oynaya, Cümbüşlü bir düğündü bu;

 Gelinle güveye baktığımda Eyvah, sevgilim gelin olmuştu.

Bir yabancı adamdı güvey, Gelinse dilber sevgilim;

 Koltuğunun hemen gerisinde Durdum, ses etmedim.

Müzik çalıyor, ses yok bende, Hüzün veriyor şenlik sesleri. Çok mutluydu gelin,

Güvey sıktı elini.

Kadehini doldurdu güvey, İçti biraz, uzattı kadehi,

Aldı, gülümsedi, teşekkür etti gelin Eyvah! Kızıl kanımdı içtiği.

Güzel bir elma aldı gelin, Güveye verdi,

Elmayı kesti güvey

Eyvah! Bu benim kalbimdi.

Tatlı, uzun bakıştılar, Kucakladı güvey, gelini;

 Öptü pembe yanaklarından

Eyvah! Soğuk ölüm öptü beni.

Dilim kurşun gibi ağzımda, Bir dalgalanma, dans başladı;

 Tek söz söyliyemiyorum,

Süslü gelin güvey yaptı ilk dansı.

Ben bir ölü gibi donmuş kalmış, Uçtu dans edenler, etrafımda.

Yavaşçacık bir şey söyledi güvey, Kızardı gelin, kızmadı ama.

6

Sakin gece, tatlı düşte

Bir büyü gücüyle çıka geldi, Bir büyü gücüyle sevgilim Küçük odama geldi.

Baktım yüzüne, tatlı, şirin! Baktım yüzüne, güldü;

Kalbim sığmaz oldu göğsüme, sözler Ağzımdan bir sel gibi döküldü:

"Hepsi  senin,  sevgilim, Al hepsini, neyim var Yeter ki yavuklun olayım,

Gece yarısından, horoz ötene kadar."

Bir tuhaf baktı yüzüme Sevimli, üzgün, candan Konuştu güzel kız:

"Kalbindeki ilahi mutluluğu ver!"

"Tatlı canımla genç kanımı Vereyim seve seve sana, Melekler gibi güzel, fakat

O en yüce mutluluğa dokunma!"

Çıka dursun hemen sözüm ağzımdan Daha da güzelleşti genç kız,

Hep aynı şeyi söylüyordu: "Kalbindeki ilahi mutluluğu ver!"

Beynimde boğuk boğuk uğuldayan söz Boşalttı bir alev denizi

Ruhumun en uzak köşelerine, Sanki soluğum kesildi.

Çevrili altın halelerle Akpak melekler belirdi;

 Derken siyah ifritler Derinlerden çıka geldi.

Boğuştular, savaştılar, Kovup kaçırdılar melekleri;

 Sonunda o kara sürü de

Bir  sis  yığınında  eridi gitti.

Kollarımda şirin sevgilim, Eriyor gibiydim hazdan;

 Fakat ağlıyordu acı acı, Kucağıma  sokulmuş ceylan.

Biliyordum neden ağlıyordu

 Nazlı yar, öptüm güzel ağzını.

 "Kendini alevli aşkıma bırak,

Kan, akıtma, nazlım, gözyaşlarını!

Kendini alevli aşkıma bırak!"

Dondu kanım, birden buz kesildi;

 Ses titredi, derinlerde

Bir uçurum belirdi.

Çıktı dipsiz kuyudan o siyah sürü, Sarardı sevgilim

Kayboldu kollarımdan, Yapayalnız kaldım.

Hora tepti çevremde, tuhaf Siyah sürü, hora tepti;

 Alaycı gülüşleri çın çın Yaklaştılar, kavradılar beni.

Daraldıkça daraldı çevre, Boyuna o ses, o korkunç uğultu: "Artık  ebediyen  bizimsin, Çünkü verdin ilahi mutluluğu!"

-        7 --

İşte paranı da aldın, ne duruyorsun, Mel'un rezil. ne duruyorsun daha?

 Nerdeyse yarı gece, bir sevgilim eksik, Üzgün bekliyorum odamda.

Mezarlıktan korkulu esintiler, Rüzgarlar, gördünüz mü nişanlımı?

 Sırıtıp eğiliyor, baş sallıyorlar: Evet! Beliren yüzler solgun, sarı.

Dök ortaya getirdiğin haberi, Ateş kılıklı kara maskara!

"Sayın baylar, bayanlardan size bildiri: Binmiş geliyorlar ejder atlara."

Sen ey dertli adamcağız, nedir arzun?

 Benim ölü ustam, çeken ne seni buraya?

 Bakarak yüzüme üzgün, suskun

Sallıyor başını,  gidiyor yavaşça.

Neden sallar kuyruğunu, inler bu tüylü ahpap?

 Kara kedinin gözleri neden parlar?

Sütananın ninnileri ne böyle;

 niçin Saçları uçuşarak, höykürür bu kadınlar?

Uyu yavrum'lar bitti çoktan, Mıymıylarınla, sütana, sen evde kal! Ben bugün düğünümü kutluyorum, Bak, göründü kibar, zarif konuklar.

Hele hele, baylar bu ne şıklık! Ellerinizde kelleniz, şapka yerine! İp kaçkını sarsak titrek kuklalar,

Rüzgar da yok, bu ne gecikme böyle?

Şu gelen süpürge sapına binmiş nine, Ah, kutla beni, oğlunum ya senin!

Beyaz yüzde titriyor bir ağız, Diyor ki: "Daim olsun, amin!"

Çiroz gibi on  iki  muzıkacı  da  geldi;

 Kör kemancı kadın, peşlerinde sekerek, Soytarı, sırtında alacalı ceketi, Mezarcıyı apartopar çekerek.

Kafile başında şaşıgöz bohçacı Geldi on iki rahibe, zıplaya oynaya;

Peşlerinde on iki zampara papaz, ıslıkları Adi rezil bir şarkı, kilise tonunda.

Bay soytarı, mosmor oldun bağırmaktan, Ne yapayım gocuğunu, Araf'ta?

Yanan odun değil, dilenci ve prens kemikleri ısınmak her zaman, arda bedava.

Çiçekçi kızlar çarpık, kambur Dolanırlar odayı, taklalar atarak. Kesin artık bu kaburga takırtısını,

Hey, sizler, baykuş yüz, çekirge bacak!

Doluşmuş cehennem toptan buraya, Bir patırtı, büyür de büyür;

 Cehennemde vals müziği hatta

Susun, susun! Nerdeyse sevgilim gelir.

Reziller, ya susun, ya basıp gidin! Duymaz oldum kendi sözlerimi de. Aşçı kadın, nerdesin?

 Koş, aç kapıyı, Bir araba mı geldi, ne?

Hoş geldin güzelim, nasılsın sevgilim?

 Hoş geldiniz bay rahip, yerleşin!

Ey beygir-ayak, at-kuyruk rahip, Kulunuz, kölenizim ben sizin!

Gülüm, neden durgun solgunsun?

 Bay rahip, nikahı  hemen  kıyar;

 Pek de fazla imiş  gerçi  ücreti, Sana kavuşmak'çin ne önemi var!

Diz çök, sevgilim, yanıma diz çök! - Çöküyor, eğiliyor - ah ey mutluluk! Yaslanıyor kalbime, göğsüm dalga dalga, Kucaklıyorum, körkütük.

Dalgalı sırma saçlar oynaşır çevremizde. Çarpan kalbi sevgilimin, kalbime bitişik. Kanat çırparak göklere doğru

Hazda, elemde birlik.

Bir sevinç denizinde yüzüyor yüreklerimiz, Kutsal göğünde Tanrının, yukarda;

Birden başlarımızda cehennemin eli, Bir felaket, bir bela.

Gecenin karanlık oğludur bu, Kutsayan rahip pozunda;

Kanlı bir kitaptan okuyor, basmakalıp Duası küfürdür, rahmeti beddua.

Takırtı,  gümbürtü,  kükreyiş, Çakıyor ansızın mavimtrak bir ışık, Çatlıyor dalgalar, gürlüyor gökler -

"Daim olsun, amin!" diyor ninecik.

-- 8 -

Kalbimde yarı gece korkuları,

Sevdalı dönüyordum sevgilimin evinden. Ağır durgun el salladı

Mezarlar, geçerken önlerinden.

Titreşti bir işaret gibi, Çalgıcının mezarında ay ışığı.

Bir fısıltı: Hemen geliyorum, kardeş! Ve mezardan bulanık bir hayal çıktı.

Yükseldi çukurdan çalgıcı, Oturdu mezar taşına.

Tıngırdatıp gitarını Başladı cırlak şarkısına:

"Çalgımın telleri hey, aklınızda mı O eski dertli şarkı,

Bir zamanlar kalpler yaktı,

Şeytanlarda adı: cehennem azabı,

Meleklerde: cennet bahtiyarlığı,

 İnsanlarda: aşk, aşk!"

Açıldı bütün mezarlar Erirken son sözün yankısı;

 Hayaletler çıktı apartopar, Çalgıcının çevresini sardı.

Başladı cırlak koro:

"Aşk! Aşk! Senin gücün bizi Bu yataklara  düşürdü, Kapadı gözlerimizi -

Ne bağırırsın gece vakti, hey!"

Karman çorman bir bağırış, inilti, Öter, tıslar, gaklar gibi;

Sarmış çılgın sürü, çevresini Tıngırdattı delice, çalgıcı tellerini:

"Bravo! Bravo! Hep böyle taşkın, deli! Hoş geldiniz!

Çınladı, yankılandı afsunum, İşittiniz hepiniz!

Buradayız yıllar yılı, Miskin sessiz tabutlarda;

 Şenlenelim,  eğlenelim İzin verin de bugün.

Bir bakın yalnız mıyız?

 Ne aptallık, yaşarken Kendimizi kör körüne

Çılgınlığına aşkların, bırakmışız'

Tam eğlenmek bugün bizim hakkımız, Anlatsın açıkça herkes

Neden öldü, niçin geldi buraya, Nc:sıl düştü tongaya,

Yakalandı, parçalandı nasıl Çılgın aşk avlarında.

Hopladı topluluktan tüy gibi ince biri, Başladı anlatmaya, bir kemik bir deri:

·sen bir terzi kalfası, Elimde iğne, makas;

 Hamarat, çalışkan, Elimde iğne, makas;

 Geldi ustamın kızı, Elinde iğne, makas;

 İğneyi, makası Yüreğime sapladı."

Gülüştü hayaletler neşeli koroyla, Sakin ciddi, bir ikinci çıktı ortaya:

"Rinaldo Rinaldini, Schinderhanno, Orlandini, Hele hele Carla Moor - Olmak istedim onlar gibi.

Abayı da yaktım izninizle, Bu yiğitler örneği;

 Döndürmüştü başımı

O  güzeller güzeli.

İç çektim, dem çektim Aşktan şaşkına dönünce Sokuverdim elimi

Zengin komşumun cebine.

Özlem gözyaşlarını Komşumun mendiliyle Silecektim dedim ya, Yutmadı bekçi.

Süt kuzusu zaptiyeler raconunca Aldılar beni ortaya;

Mapusane, aman ne büyük, Ana kucağını açtı bana.

Sürüp sefasını aşk hayallerinin Eğirdim arda yünümü,

Derken geldi Rinaldo'nun gölgesi Aldı canımı götürdü."

Gülüştü hayaletler neşeli koroyla, Düzgünlü pudralı üçüncü çıktı ortaya:

"Sahneler şahıydım ben, İhtisasım aşık rolleri;

 Kükrerdim bazan: Tanrılar! İnlerdim bazan içli.

En çok Mortimer'i oynardım, Maria her zaman güzeldi!

Halimden açıkça belliydi ya, Hiç anlamak istemezdi beni.

Bir gün oyun sonunda perişan Haykırdım: "Maria, kutsal kadın!" Aldım hançeri hemen,

Kendime biraz derin sapladım."

Gülüştü hayaletler neşeli koroyla, Dördüncü, beyaz abalı, çıktı ortaya:

"Kürsüde kesiyordu profesör,

O keserken ben de kestiriyordum;

 Fakat tabii çok daha keka,

Sevimli kızının yanında olsaydım.

Pencereden az mı selam vermişti, Çiçekler çiçeği, ömrümün nuru!

Sonunda kopardı  o  sultan  çiçeği Zengin bir şapşal, bir hödük kara kuru.

Lanet olsun paralı rezillere, kadınlara Deyip kattım  şaraba  şeytan  otu;

 Merhaba, ben Ölüm Birader, dedi ölüm, İçtik kardeşliğe, perçinledik dostluğu!

Gülüştü hayaletler neşeli koroyla, Boynunda ip, beşinci çıktı ortaya:

"Kızıyla elmasları... övünüyordu, Atıp tutuyordu şarap masasında;

 Boş ver mücevherleri Kont! dedim, Benim gözüm yalnız senin kızında!

Paralı adamları kontun bir sürü, Kız da, elmaslar da kilit altında;

Pöh, kilit kafes, adamlar umurumda mı?

 Tırmandım parmaklıklara.

Tırmandım çekinmeden yarimin penceresine, Öfkeli homurtular, küfürler aşağıda:

"Yavaş ol, delikanlı, neciyim ben, Ben de elmas  severim, bilirsin ya!"

Kont benimle matrak geçti, yakalattı, Gülüşerek uşaklar sardı çevremi.

Hay Allah, yahu, hırsız değilim ben, Aşırmak istedim sadece sevgilimi.

Etmeyin eylemeyin, kar etmedi hiç biri, Bir ip buldular şipşak;

Güneş doğdu geldi, darağacında beni Görünce baka kaldı şaşarak."

Gülüştü hayaletler neşeli koroyla, Kellesi koltuğunda, altıncı çıktı ortaya:

"Sevda kahrından oldum avcı, Dolaşırken kolumda tüfek, Ağaçtan bir karga gakladı:

Kelle gider! Kelle gider! diyerek.

Ah, yarime  götürsem, Bir güvercin bulsam da!

Bakınırdım böyle düşünerek, Avcı gözüyle çalılara.

Vermiş gaga gagaya kim bu sevişenler?

 İki yavru kumru belki de!

Yavaşça sokuldum, tetik hazır;

 Sevgilim değil mi, bak hele!

Güvercinim, nişanlım bir yabancı adamla Scırmaş dolaş, aşnafişne -

Ey emektar silah, hedefini şaşma! Erkek yere devrildi, kanlar içinde.

Derken bir kafile, cellat dahil, Kahraman  da benim aralarında -

Geçtik ormanı. Kelle gider! Kelle gider! Diye bağırıyordu ağaçta karga."

Gülüştü hayaletler neşeli koroyla, Bu sefer de çalgıcı çıktı ortaya:

"Bir küçük şarkı okudum, Güzeldi, erdi sonuna;

 Döner yerli yerine şarkılar,

Göğüslerde kalpler parçalanınca."

Koptu çılgın kahkahalar iki kat, Solgun yüzlerde dalgalanma;

KiIise kulesinde "Bir"i vurdu saat, Koşuştular bağrışarak, mezarlara.

9

Uyurken tatlı, rahat Unutmuş tasayı, kederi;

 Bir hayal belirdi rüyamda: Güzeller güzeli.

Mermer gibi solgun, Çekici, esrarıı;

 Gözlerinde inciler, Sc:çları tuhaf dalgalı.

Kımıldadı usulca Mermer solgunu güzel, Yaslandı bağrıma Mermer  solgunu  güzel.

Çılgınca öptü, kucakladı, Kar beyaz göğsü;

 SE:ıvgiyle, candan sardı,

Mutluydum, hem de çok üzüntülü.

Acıdan, hazdan titriyor nasıl, Çarpıyordu kalbim, ateşler içinde! Onun göğsü buz gibi,

Ne çarpıntı, ne titreme.

"Soğuktur buz gibi, Çarpmaz, ürpermez kalbim, Fakat aşkın kuwetini, Hazlarını bilirim.

Dolaşmaz yüreğimde kan, açmaz Pembeler dudağımda, yanağımda;

 Fakat dostunum senin,

İrkilme, korkma!"

Daha da çılgın kucakladı beni, Adeta acıtıyordu;

Derken bir horoz öttü - kollarımdan Kaydı gitti güzel, mermer solgunu.

10

Çektim aldım, sözün büyüsüyle Solgun, sarı ölüleri;

Gitmezler artık eski geceye, Dönmezler geri.

Unuttum korkudan, dehşetten, Üstadın afsunu  etkiliydi;

 Şimdi sisler içindeki eve, Kendi hayaletlerim çeker beni.

Bırakın, karanlık cinler! Düşmeyin üstüme, ardıma! Daha bazı mutluluklar olabilir, Bu güllerin parıltısında.

Güzeller güzeli o çiçeğe Benim bütün çabam;

 Onu sevmedikten sonra Neye yarar yaşamam?

Yalnız bir kere, sarmak isterim, Bastırmak yanan bağrıma!

Dudakları, yanakları;

 en mutlu acıyı Öpmek onlardan, bir defa!

Ağzından bir kerecik

Tatlı bir söz duymak isterim - Sonra, o karanlık yere gelmeye, Ey ruhlar, peşinizdeyim.

Salladılar başlarını korkunç, Duydu ruhlar söyleneni.

Sevgilim, işte geldim yanma, Seviyor musun beni?

ŞARKILAR

- 1 -

Kalkınca sabahları sorarım: Sevdiceğim bugün gelir mi?

 Yıkılır akşamları, ağlarım: Bugün de gelmedi.

Uykusuz, uyanık yatakta Kaygı, keder geceleri;

Dolaşırım arda burda gün boyu Düşlerde, yarı uykuda gibi.

-        2 --

Telaşlar içindeyim, huzursuz!

Onu göreceğim birkaç saat sonra. Sadık kalbim, atışların zorlaştı,

O ki en güzeli, güzeller arasında!

Fakat bu saatler ne de uyuşuk! Yürümezler bir türlü, miskin, Esner, ayak sürürler,

Hey tembeller, biraz acele edin!

Deli dolu bir heyecan adeta!

Fakat bilmez bu saatler sevmek nedir, Zalimce anlaşma, onlar aşık telaşıyla Haince eğlenir.

-3-

Ağaçlar arasında dolaşıyordum, Üzgün, bir başıma.

Çıka geldi eski hayal, Sokuldu bağrıma.

Kim öğretti size bu şarkıyı Esen gökte uçan kuşlar?

Susun! Kalbim duyarsa Gene kıvranmaya başlar.

"O söylerdi bunu hep, Bir genç kız gelmişti;

 Biz ondan aldık

Bu güzel, altın sözleri."

Anlatmayın bana, anlatmayın, Sizi kurnaz kuşlar, sizi!

Kimseye emniyet edemem acımı, Çalmak istiyorsunuz, öyle mi?

4-

Koy kalbime, sevgilim, minik elini -

O küçük odada duyuyor musun sesleri?

 Bir hain dülger, niyeti fena,

Tabut yapıyor bana.

Gece gündüz takırtı, çekiç sesleri, Nice zamandır beni uykumdan etti. Ah, elini çabuk tut, dülger usta, Kavuştur uykulara beni!

-- 5 --

Acılarımın güzel beşiği, Dinlendiğim güzel mezar,

Güzel şehir, ayrılmak zorundayız - Sesleniyorum: Hoşça kal!

Sevgilimin gezindiği Kutsal eşik, esenlikler!

Hoşça kal, onu ilk kez gördüğüm Kutsal yer!

Ah, seni hiç görmeseydim Kalbimin güzel melikesi, Düşmezdim ıbu hale, Bugünkü gibi.

Ne kalbini çelmek istedim Sevgi dilendim ne de;

 Ancak sessizce yaşamak Nefes aldığın yerlerde.

Sense sürüyorsun beni buradan, Bağrımda çılgınlık rüzgarları;

Acı sözler söylüyor ağzın, Gönlüm hasta, yaralı.

Gidiyorum kırık kolum kanadım, Elimde bir değnek, aksak-topal;

 Yorgun başımı uzaklarda serin Bir mezara koyana kadar.

-6-

Dur, bekle, hırçın denizci, Geliyorum peşinden limana;

 Vedalaştığım iki genç kadın Biri o, biri Europa.

Kan çeşmesi, ak gözlerimden, Fışkır gövdemden, kan pınarı! Ki sıcak kanla

Yazayım acılarımı.

Ah, sevgilim, neden bugün Ürpertiyor kanımı görmek seni?

 Yıllardır benzim uçuk, kalbim kanar Beni hiç karşında görmedin mi?

Bilir misin o eski masalı: Hani cennetteki yılan, Uzatarak o elmayı Atamızı etmişti perişan.

Bütün felaketler elmadan geldi! Elmayla getirdi ölümü  Havva;

 Eris, Troya'yı ateşe verdi, Sendeyse yangın, ölüm bir arada.

-7-

Dağ, şato görüntüleri Düşmüş Ren aynasına;

Küçük gemim ilerliyor neşeli, Çepeçevre gün ışınlarında.

Sessizce bakıyorum oyununa Altın dalgaların: bir bükülüş: Duygular uyanıyor usulca

Ta içimde yer etmiş.

Candan selamlar, vaitlerle beni Çekiyor aşağı, ırmağın parlaklığı;

 Bilirim, dıştan güler,  içinde Gece, ölüm saklı.

Yüzün ferah, bağrın fesat, Sevgilim gibisin ey  nehir?

 O da böyle candan, uysal,

Masum, tatlı gülmesini bilir.

8 --

Önce ümidim yoktu, Dayanamam sandım;

 Sormayın nasıl oldu, Ama işte dayandım.

-9-

Güller, servi dalları, sırma tellerle Bir tabut gibi,

Süsleyerek bu kitabı sevimli, hoş, Koysam içine şiirlerimi.

Aşkı da koyabilsem!

 Yeşerir Aşkın mezarında huzur çiçeği, Büyür, açar, koparılır -

Benim için açması, ben ölünce!

İşte şiirler, Etna'nın lavları

Gibi taşkın, bağrımdan Kıvılcımlar saçarak fışkırdı Etrafa bir zaman.

Şimdi hepsi sessiz, ölü adeta,

Donmuş, katı, buğulu.

Fakat canlanırlar eski ateşte,

Esse üstlerinden aşkın soluğu.

Dile gelir  kalpteki  duygular,

Aşk soluğu çiy olur üstlerinde;

 

Geçer bir gün eline bu kitap,

Sevgilim! Uzakta bir yerde.

Çözülür o zaman şiirlerdeki büyü,

Seyre başlar seni sararmış harfler;

 

Bakarlar yalvararak güzel gözlerine, Fısıldarlar aşk soluğu ve keder.

ROMANSLAR

DERTLİ GENÇ

l

Kalbi burkulur herkesin O solgun genci görünce;

 Acılar, üzüntüler

Okunur  yüzünde.

Merhametli rüzgarlar, serinlik Yelpazeler yanan alnına;

 Gülümser, neşelensin ister

Yosma kızlar, duygusuz başkalarına.

Hoyrat gürültüsünden kentlerin Kaçar delikanlı ormana;

Kuşlar sevinçle cıvıldar, Yapraklar neşeli hışırdar arda.

Yavaş yavaş fakat genç Yaklaşırken daha;

Susar kuşlar, üzgün yaslı Bir hışırtı dallarda.

Üzgün durgun tempoda, Vadiden bir atlı geliyor:

Ah, şimdi yolum nereye gider,

Yar kucağı, yoksa karanlık mezar?

 Dağdaki ses karşılık veriyor: Karanlık mezar!

Atlı biraz daha gidiyor, Derinden içini çekiyor: Pek de erken değil mi -

Eh, ne çare, rahattır mezar! Dağdaki ses karşılık veriyor: Rahattır mezar!

Yanağından bir damla gözyaşı Atlının, yuvarlanıyor:

Bana ancak mezarda rahat var, İyidir mezar!

Dağdaki ses karşılık veriyor: İyidir mezar!

-3-

Yukarda, tepede şato, Sarmış çevresini gece;

 Vadide çakan şimşekler, Çarpışan kılıçlar delice.

Vuruşuyor iki kardeş, Vuruşuyor gözleri dönmüş. Ellerde kılıç, nedendir Kardeş kardeşe bu dövüş?

Kontes Laura'nın gözleri Yüzünden koptu bu kavga;

 İkisi de soylu, şirin o kız için Yanıp tutuşmada.

Peki ama hangisine Dönük kızın gönlü?

 Düşün, ara, boşuna -

Sıyrıl kılıç, sen ver hükmü!

Ve işte çarpışıyorlar. Darbe üstüne darbe.

Kollayın kendinizi azgın kılıçlar, Ne oyunlar olur gecede.

Vah size, kanlı kardeşler! Vah yazık, kanlı vadiye! Biri  ötekinin   kılıcıyla Yere düştü ikisi de.

Yüzyıllar geçti üstünden, Örttü nice kuşakları mezar;

 ıssız şato, kederli,

Tepeden aşağılara bakar.

Vadide  geceleri  fakat Esrarlı şeyler döner hala;

 Vuruşur on iki olunca saat, İki kardeş gene kılıç kılıca.

-4-

ZAVALLI PETER

-1-

Hans ile Grete dans ediyorlar Sevinç çığlıklarıyla, memnun. Yüzü kül gibi,

Peter, sessiz durgun.

Gelin güvey Grete, Hans Düğün süsleriyle alımlı.

Tırnağını kemiriyor zavallı Peter, Sırtında gündelik urbası.

Konuşuyor kendi kendine Peter, Üzgün, bakıyor ikisine:

"İlersini düşünmeseydim bu kadar, Ah, kıyardım kendime."

-        II -

Bir sızı, can evimde, Parçalamak istiyor bağrımı;

 Nerede olsam, nereye gitsem, Oradan öteye sürüyor beni.

İtiyor sevgilimin  olduğu  yere, Grete  geçirecek   sanki  acımı;

 Ama gözlerine bakar bakmaz Oradan da kaçıyorum, alıp başımı.

Çıkıyorum dağların yücesine, ıssız yerler ne de olsa;

 Ağlamaya başlıyorum

Tek başıma kalınca.

-         III -

Sallanarak yürüyor zavallı Peter, Çok yavaş, ölü beniz, ürkek.

Bakıyor görenler Yolda durarak.

"Mezardan mı çıkmış ne?

" Kızlar fısıldaşmada.

Ah hayır, sevimli dilberler, Yeni girecek mezara.

Yarini kaybetti, o yüzden En iyi yer ona mezar;

 Yatsın uyusun arda Kıyamete kadar.

-5-

TUTSAĞIN ŞARKiSi

Liese'ye büyü yaptığında Yakmak istediler ninemi;

Az mürekkep harcamadı vali amca, Fakat ninem suçunu kabullenmedi.

Kazana konduğunda bağırdı ninem: Yazıklar olsun, cinayet bu!

Kara kara dumanlar yükselirken Bir karga oldu, göğe uçtu.

Ah benim kara ninem, kuş tüylüm! Kulede görmeye gel beni!

Peynir getir, çörek getir,

Uç da gel, parmaklıktan gir içeri.

Ah benim kuş tüylü, kara ninem! Göz kulak ol da bana,

Yarın sabah havalanıp uçarsam, Gözlerimi a babalar oymaya.

TOPÇU ERLERİ

-6-

Rusya'da esir düşmüş iki asker Fransa 'ya dönüyor! ardı.

Alman topraklarına girdiklerinde Öne eğildi başları.

Kara haberi orada duydular: Mahvolmuş Fransa, yenilmiş, Dağılmış koca ordu, imparator - İmparator esir edilmiş.

Ağladı iki asker, bu kederli, Bu acı haberi duyunca.

"Çok üzgünüm," dedi biri, "Sızlıyor eski yara, bağrımda."

"Her  şey  bitti!"  dedi  öteki, "Ben de ölmek isterdim seninle, Fakat bensiz perişan olurlar, Çoluk çocuk var evde."

"Gözümde mi çoluk çocuk, Yücedir onlardan benim arzum;

 Aç kalırlarsa dilenirler -

İmparator, esir düşmüş imparatorum!

Bir dileğim var kardeş, yerine getir: Ölürsem ben şimdi,

Al cesedimi, Fransa'ya götür, Göm Fransa toprağına beni.

Kırmızı kurdeleli şeref madalyamı Koy göğsümün üzerine;

Tak belime kılıcımı, Tüfeği ver elime.

Kulağım etrafta, yatayım sessiz, Mezarımda bir nöbetçi gibi;

Gün olur duyarım  atılan  topları Ve kişneyen atların nal seslerini.

Geçerken imparator, üstümden atıyla, Çarpışırken kılıçlar şimşek şimşek, Kalkarım mezarımdan silahlı, ben de Korumaya imparatoru, korumam gerek.

-7-

HABER

Uşağım, davran, Eyerle, atla atına! Uç git ormanlardan

Kıra! Duncan'ın sarayına.

Gir ahıra usulca, bekle;

 Görünce seni tavla yamağı, Sor öğren

Hangi kızı kıralın nişanlandı.

Derse:  "Esmeri."

Ulaştır haberi bana tezce;

 Derse: "Kumralı."

Öyle   acele etme.

Sür atını yavaş, git urgancıya, Bir urgan al önce;

Bana da bir şey söyleme, yalnız İpi getir dönünce.

-8-

DÖNÜŞ

Ben yalnız gitmem, sevgilim, Sen de gel benimle;

Soğuk, üzgün, yaslı evde sevimli, Harap, korkulu oda -

Çökmüştür annem kapı önüne, Oğlunu bekler, gözleri yolda.

Uzaklaş yanımdan, kederli adam, Seni kim çağırdı?

Soluğun ateş gibi, ellerin buz, Gözlerin alevli, yanakların solgun;

 Ben gül kokularında, gün ışığında Gülmek, eğlenmek isterim.

Güller  koku  saçar,  güneş   ışık;

 Bu senin elinde, tatlı sevgilim! Geniş, beyaz dalgalı örtüne sarıl,

Gezinsin parmakların çalgıl')ın tellerinde, Söyle bir düğün şarkısı, gece rüzgarı Katılsın ıslıkla ezgiye.

-9-

DON RAMİRO

"Donna Clara! Donna Clara! Candan sevgilisi uzun yılların! Ne insaf, ne acıma,

Beni mahvetmek meramın.

Donna Clara! Donna Clara! Aşk nimetleri tatlı!

Soğuk, karanlık mezar, Korkunç aşağısı.

Donna Clara! Sevin, yarın Kilisede, Fernando, seni Eş olarak selamlayacak -

Düğününe çağıracak mısın beni?

"

"Don Ramiro! Don Ramiro! İçime işliyor sözlerin, İrademle alay eden

Falından da beter yıldızların.

Don Ramiro! Don Ramiro! Silk at bulanık hüzünleri;

 Dünyada başka kız yok mu, Allah ayırdı bizi.

Don Ramiro, sen ki

O kadar çok arap yendin, Şimdi de kendini yen  - Gel düğünüme yarın."

"Donna Clara! Donna Clara! Geleceğim, sana yemin!

Dans  edeceğim seninle,

İyi geceler, gelirim yarın."

"İyi geceler!" - Tıkırdadı pencere. Ramiro içini çekti,

Kaldı kaskatı uzun bir süre, Sonra karanlıkta kayboldu gitti.

Uzun bir boğuşma, ardından Gündüze bıraktı gece yerini;

 Açıldı yayıldı Toledo,

Bir  çiçek  bahçesi  gibi.

Şatafat!ı yapılar, saraylar Güneşte pırıl  pırıl;

 Yüksek kilise kubbeleri

Yalızlanmış sanki, ışıltılıdır.

Arı kovanı adeta, uğultulu Tören sesleri çanların;

 Tanrı evlerinden ilahiler Yükseldi cana yakın.

Çarşıdaki küçük kiliseden, Orada, bakın! bakın!

Bir telaş, bir kaynaşma, Çıkışı halkın.

Şık temiz şövalyeler, süslü hanımlar, Tören giysileriyle saray hizmetkarları, Duru net sesleri çanların,

Org yankıIarı.

Saygılı, yol açıyor herkes. İlerliyor halkın  ortasında Zarif,  kibar  giyinmiş   çift: Don Fernando, Donna Clara.

Damadın sarayının kapısına kadar Geliyor  kalabalık  üst  üste;

 Başlıyor ihtişamlı düğün

Orda, eski adet üzre.

Neşeli sofra, gösteriler, Sevinç avazeleri, nöbetleşe;

Geçip giden saatler coşkun, tez, Derken çöküyor gece.

Toplanıyor dans için Davetliler salonda;

Renk renk tören giysileri Mumların ışığında.

Oturmuş gelin güvey Yüksek koltuklara;

 Konuşuyor kibar tatlı

Don Fernando, Donna Clara.

Zarif. süslü herkes Salonda dalga dalga;

 Çın çın borular, Davullar çalmada.

·'Fakat neden, güzelim, Salonun köşesine Saplandı bakışların?

"

Soruyor şaşırmış, şövalye.

"Baksana, Fernando, orada Siyah pelerinli bir adam var!" "Ah, insan değil o, gölge!" Gülümsüyor nazik, şövalye.

Fakat yaklaşıyor  gölge, Doğru, pelerinli bir adam bu! Clara, kızarmış, selamlıyor Tanıyıp Ramiro'yu.

Dans başlamış şimdi, Neşeli dönüyor çiftler;

 Çılgın temposunda valsin Sarsılıyor yer.

"Ah, Ramiro, seninle Kalkacağım elbet dansa;

 Fakat siyah pelerinle Gelmen doğru mu ya?

"

Saplanmış bakışları delici. Bakıyor Ramiro, güzel kıza;

 Sarıp belinden, diyor ki üzgün: "İzin verdin, gel dedin ya!"

Katılıyor ikisi

Dans edenler arasına;

 Gümbürdüyor davullar, Borular çınlamada.

"Yanakların çok solgun!" Fısıltısı Clara'nın, ürkek "İzin verdin, gel dedin ya!" Cevabı Ramiro'nun, titrek.

Dalgalanan kalabalıkta Mumların titreşen alevi;

 Çalan davullar,

Öten borular deli gibi.

"Ellerin buz kesmiş!" Ürpererek, fısı)dıyor Clara. Dönerken anaforda ikisi, "İzin verdin, gel dedin ya!"

"Bırak beni, Don Ramiro, bırak beni! Soluğunda bir ceset kokusu!"

Gene o karanlık sözler:

"İzin verdin, gel dedin ya!"

Duman duman döşeme, kızışmış! Neşeli sesleri kemanların;

Çılgın bir büyü dokunmada sanki, Dönüyor her şey, çevresinde insanların

"Bırak beni, Don Ramiro, bırak beni!" Hep aynı inilti, kalabalıkta.

Değişmiyor Ramiro'nun dediği: "İzin verdin, gel dedin ya!"

"Git, Allah aşkına, git!" Bağırıyor Clara, kesin, sert, o;

 Söylenir söylenmez bu söz, Kayboluyor Ramiro!

Donmuş Clara, yüzü ölü yüzü, Buz gibi, geceyle çevrili;

 Çekmiş almış siyah ülkesine Baygınlık, bu aydınlık çehreyi.

Dağılıyor sonunda sisli uyku, Açılıyor kirpikleri;

Fakat bir şaşkınlık, tekrar Kapatıyor sevimli gözlerini.

Çünkü dans başladı başlayalı Hep eski yerinde,

Kalkmamış hiç, güveyin yanından;

 Şefkatle soruyor şövalye:

"Neyin var, neden soldu yanakların?

 Birden niçin gözlerin karardı?

" -

"Va Ramiro?

" - kekeliyor Clara, Korkudan dili bağlı.

Derin, esrarlı kıvrımlar, Çizgi çizgi alnı güveyin:

"Güzelim, kurcalama kanlı haberi, Ramiro öldü öğleyin."

-        10-

BELSAZAR

Gece yarısına doğru,

Uyumuş Babil, sessizliğe gömülü.

Bir kıra( sarayı tepede aydınlık, Gürültüsü savaşçıların çığlık çığlık.

Orda yukarda sarayın salonu, Belsazar'ın sofrası kurulu.

Oturmuşlar sat sat, parıltılı Sağraklardan boşaltmada şarapları.

Tokuşan kupalar, sevinç naraları adamların Tam gönlüne göre, dikbaşlı kıralın.

Belsazar'ın yanakları al al, Artırmış pervasızlığını şaraplar.

Gözü dönmüş, kör bir cesaretle Kıral dil uzatıyor Rabb'e.

Övünerek, küstah, küfrediyor o;

 Homurdanıyor adamlar: Bravo!

Seslendi Belsazar, mağrur gözleri. Uşak gitti bir koşu, geri geldi

Başında Jehovah tapınağından çalınma Altın kapkacak, bir sürü eşya.

Kutsal bir kupa aldı hoyrat, kıral, Doldurdu şarapla ağzına kadar.

Bağırdı boşaltıp bir dikişte, Ağzı köpükler içinde:

"Ben Babil kıralıyım, Jehovah! İşte meydan okuyorum sana."

Dağılınca korkunç sözlerdeki yankı, Bir korkuyla daraldı kıralın bağrı.

Çınlayan kahkahalar kesildiği anda Bir ölüm sessizliği salonda.

İşte! İşte! Bir el  belirdi, Beyaz duvarda bir insan eli.

Bir şeyler yazdı beyaz duvara,

Yazdı ateş harflerle, karıştı kayıplara.

Oturmada kıral, donmuş bakışları, Titriyor dizleri, ölü beyazı.

Donmuş gibi savaşçılar, herkes, Ne kıpırtı, ne bir ses.

Kahinler geldi, hiçbiri açıklayamadı;

 Neydi duvardaki bu ateşten yazı.

Fakat aynı gece kıral Belsazar'ı Öldürdü gene kendi adamları.

11

AŞIKLAR

Geldi söz meydanına aşıklar Atışmak üzre;

Ah, garip bir yarıştır bu, Pek tuhaf bir çekişme!

Hayal, köpükler içinde azgın

,L\tıdır aşığın;

 Sar.at, kalkanı,

Kelimeler kılıç elinde.

Halılar serili  balkondan Bakar kibar hanımlar neşeli, Elinde defne dalı taç

Fakat asıl güzel yok hani.

Başkaları, vuruşan çarpışan Şövalyeler sağlamdır  da, Biz aşıklar çıkarız ortaya Önceden ağır yaralı.

Ve orda, kalbinin derinlerinden En iyi, en kanlı şiirler sızan Kazanır yarışmayı, ve alır

En üstün ödülü en güzel ağızdan.

-        12-

PENCERE ÖNÜ

Solgun Heinrich geçiyordu,

Güzel Hedwig, yavaş sesle, pencereden: "Allahım, sen koru!" dedi,

"Hortlağa benziyor şu geçen!"

Baktı yukarıya aşağıdaki,

Özlemle, Hedwig'in penceresine doğru;

 Aşk acısı gibi  sardı  bu bakış  Hedwig'i, O da hayalet gibi sarardı soldu.

Sevda ateşiyle bekledi pencerede Güzel Hedwig her gün.

Hayaletler saatinde gece vakti Düştü kollarına Heinrich'in.

-        13-

YARALI ŞÖVALVE

Eski bir hikaye, Ağır, hazin;

Aşktan yaralı şövalye,

Kurbanı bir vefasızın.

Hain çıkmıştı kız,

O da hor gördü yarini;

 Yediremedi onuruna

Aşkın acılarını.

Göze aldı dövüşmeyi,

Okudu şövalyelere meydan:

Hazır olsun çarpışmaya

Sevgilime toz konduran!

Sustu herkes, susmayınca

Fakat  kendi  acısı;

 Sızlanan kalbine

Sapladı mızrağını.

-- 14 -

GEMİDE YOLCULUK

Direğe yaslandım, tek tek Dalgaları saydım.

Gemim, yelkenleri kanatlı;

 Hoşça kal, güzel vatanım!

Geldim sevgilimin evi önüne, Camlar ışıldıyor par par;

El sallamadı kimse, Baktım o kadar.

Önümü görmiyeyim bulanık, Akıp gidin gözyaşları;

 Parçalanma hasta kalbim, Bu büyük acıdan dolayı!

-        15 -

PİŞMANLIK TÜRKÜSÜ

Bay Ulrich, atıyla, yeşil ormanda, Hışırtısı yaprakların tatlı;

Dallar arasından görüyor güzel Bir kızın kendine baktığını.

"Tanıyorum onu!" diyor asılzade, "Tanıyorum bu parlak, bu aydınlık yüzü: Kalabalık ve tenha yerlerde gördüğüm Odur hep, üzerimde büyüsü.

Ordaki o, dudaklar yeni açmış, taze İki gonca gül;

Ama bazan onlardan haince, Acı sözler dökülür.

Bunun için bu ağız, tıpkı Hoş bir gül korusudur,

Loş fidanlar arasında, ıslık çalan Sinsi yılanlar da bulunur.

Ordaki o güzelim yanaklarda Ne tatlıdır gamze,

Öyle bir çukur, ki çılgın istekler Çekiyor beni içine.

Görüyorum ardaki o, en güzel baştan Sarkan şirin bukleleri;

Hain, beni onlarla bağladı, Bunlar öyle ağlar ki!

Ordaki o mavi gözler Durgun dalgalar gibi duru;

Ben onları cennetin kapıları bilirdim, Meğer cehennem kapıları."

Hışırdıyor yapraklar ürkütücü, Bay Ulrich ilerliyor ormanda;

 Solgun, yaslı bir yüz,

Bir  ikinci  hayal, uzakta.

"Şefkatli, sıcak, beni severdi;

 Ah, ah!" diyor asılzade,

"Bense kötü davrandım, acı söyledim, Hayatını zehir ettim, anne!

Acılarımın ateşiyle, gözlerinde Yaşları kurutabilseydim!

Solgun yanaklarını kalbimin kanıyla Pembeleştirseydim.''

Bay Ulrich yola devam ediyor, Başlıyor kararmaya orman;

 Garip garip fısıltılar

Akşam rüzgarlarından.

Yankı yankı geliyor kulağına Kendi sözleri asılzadenin.

Neşeli kuşların işi bu, Ötüşen, söyleşen kuşların.

Pişmanlık türküsü bu, Bay Ulrich aptırmış kendini bu hoş türküye;

 Söylüyor, bitiriyor,  yeniden Başlıyor söylemeye.

-        16 --

ESKİ BİR ROMANS OKUYAN BİR ŞARKICI KADIN İÇİN

Büyülemişti bizi hala hatırımda, İlk gözlerim oldu onu gören!

Sesi ne kadar hoştu,

Sırlı, tatlı, kalbime sızarken Aktı yanaklarıma göz yaşları Bana böyle ne olmuştu?

Bir rüyaya dalmıştım adeta Bir çocuktum sanki hala,

Oturmuş sessiz, lamba ışığında, Küçük, asude odasında annemin, Güzelim masallar okuyordum, Geceydi, rüzgardı dışarda.

Başladı masallar canlanmaya, Çıktı hendeklerden şövalyeler, Ronzisval'de  bir  çetin  kavga, Çıka geldi Bay Roland at sırtında, Nice yiğit mızraklar ardında, Ganelon, o rezil de vardı ne çare.

Roland'ı fena hırpaladı,

Kan içinde, zor soludu Roland;

 Boru sinyalleri uzaktan uzağa Varınca büyük Karl'ın kulağına, Sararmış, solmuştu Roland - Hayallerim beraber öldü onunla.

Seslerle iç içe bir çınlayış Uyandırdı beni hayallerimden. Dağıldı yankısı efsanenin, Alkışlar, alkışlar

Arkası gelmiyor "Bravo!" seslerinin Eğildi sanatçı yerlere kadar.

-- 17 -

ALTINLARIN ŞARKiSi

Nerdesiniz duka altınlarım, Nerelerde kaldınız?

Derelerde neşeli Dalıp çıkan altın Balıklarla mısınız?

Hoş, yeşil kırlarda

Sabah çiylerinde çiçekler altın Onlarla mı parlarsınız?

Mavi göklere doğru Süzülür ışıl ışıl, altın

.,Kuşlarla mı uçarsınız?

Göklerde her gece bir nurlu Kaynaşmayla gülümseyen, altın Yıldızlarla mısınız?

Ah, duka altınları Ne yüzer derede,

Ne yeşil kırda parlar, Ne süzülür maviliğe,

Ne gökte gülümsersiniz! Tefecilerin avucunda, Onların elindesiniz.

PADERBORN KIRLARINDA KONUŞMA

Uzak ezgileri duymuyor musun, Viyolonsel ve keman sesleri galiba?

 Dans eden güzeller olmalı

Uçar gibi, kol kola.

"Bir yanılma bu seninki, Keman falan yok, dostum,

Ben sadece büyük, küçük domuzların Homurtusunu duyuyorum."

Borular ötüyor, duymuyor musun?

 Avcılar av sevincinde;

Masum kuzular otluyor, görüyorum, Kaval çalıyor çobanlar.

"Ah, dostum, o duyduğun Ne boru, ne de kaval;

Kırdan dönüyor domuz çobanı, Önünde domuzlar."

Uzak ezgileri duymuyor musun, Tatlı yarış şarkıları sanki?

Kanat çırparak melekler Alkışlıyor ezgileri.

"Ah, oradan yankılanan Söyleşme, yarışma değil, dostum! Kaz çobanları türkü söylüyor, Kazlarını getiriyorlar."

Çanlar çalıyor, duymuyor musun, Ne duru, hoş sesleri?

Gidiyor dindarlar huşu içinde Köyün kilisesine.

"Ah, dostum, inek öküz Çıngırakları onlar;

 Başları önlerinde, loş Ahırlarına dönüyorlar."

Sen görmüyor musun uçuşan örtüyü, Hafifçe selam verişleri?

Ben görüyorum, sevgilim orada, Üzgün, nemli bakışları.

"Ah dostum, başını sallayan arda, Ormandaki kadın, Liese,

Solgun, kara kuru, çayıra doğru İlerliyor koltuk değnekleriyle."

Peki, dost, bir hayal adamının Güldürsün isterse, seni, soruları! Kalbimde yer etmiş olanlar da Kuruntu, aldanma mı?

-19-

HAYATIN SELAMI

Hatıra Defterinde Bir Yaprak

Bir büyük yol dünyamız, Biz insanlar yolcuları;

Koşucular, posta tatarları gibi Fırlar gideriz yaya veya atlı.

Çıkarız yola, eğilen baş, verilen selam Arabalardan mendillerle;

Sarılalım, öpüşelim isterdik, Fakat sabırsız atlar.

Tam raslaşırız aynı konak yerinde Prens Alexander, ah sevgili,

Öttürür borusunu sürücü: Gidiyoruz! Ve ayırır bizi.

--- 20 -

DOĞRUSU

Bahar gelince güneş ışınlarıyla, Tomurcuklanır, açar çiçekler;

 Dolanırken ay, ışık yörüngesini Başlar peşinde yıldızlar yüzmeye;

Ve şair bir çift göz görünce sevimli, Taşar kalbinden şarkıları -

Ama gözler, ay, gün ışığı Şarkı, çiçek, yıldız hepsi

Hiç biri, ne kadar gitse de hoşa, Yetmez bir dünya yaratmaya.

SONELER

W. Schlegel'e

Yapma benler düzgünlü yanaklarında, Kabarık kasnak eteği bol çiçekli,

Kıvrık uçlu, işlemeli pabuçlar ayaklarında, Kabarık saçları boğumlu, yaban arıları gıbi:

Adi şiir böyle donanmıştı geldiğinde Kucaklamaya seni, aşkla;

Fakat sen kaçtın, karanlık içgüdülerle, Şaşkın, dalgın, kaçtın uzaklara.

Bir şato buldun, ıssız eski bir yerde, Sevimli, mermer bir heykel gibi içerde Dalmış güzeller güzeli, büyülü uykulara.

Selamladın, çözüldü büyü, uyandı Almanya'nın gerçek şiir perisi, gülümsedi Ve bıraktı kendini, senin kollarına.

Annem B. Heine'ye (doğuşu: V. Geldern)

Alıştım başımı dik tutmaya,

Aklımın doğrusuna giderim, dönmem;

 Yüzüme kim baksa, kıral da olsa, Gözlerimi yere eğmem.

Fakat anneciğim söyliyeyim açıkça: Ne kadar zorluysa da  gururum, Senin tatlı, candan yakınlığında Küçülür, yok olurum.

Beni böyle sindiren sendeki  o ruh  mu;

 O yüce ruhun mu deler geçer her şeyi,

Bir çakar, uçar gider gökteki nurlara doğru?

Üzülmem onları düşünmemden mi?

 Beni o kadar seven o güzel kalbi, Kalbini kırdım, hatalarım oldu.

--- 2 --

Deli, çılgın bıraktım seni günün birinde, Dünyanın öbür  ucuna  gidecektim, Sevgiyi bulur muyum, denemek istedim, Kucaklayacaktım, muhabbetle.

J\radım sevgiyi bütün sokaklarda, Açtım elimi kapı kapı,

Dilendim birazcık sevgiden sadaka, Soğuk nefret oldu, gülüp uzattıkları.

Şaşkın, dolaştım sevgi diye diye, Fakat bulamadım hiçbir yerde, Döndüm geldim üzgün, hasta.

Karşıladın beni, eve gelince

Ve ah! yüzdüğünü gördüğüm gözlerinde O tatlı sevgiydi, aradım aylarca.

H. S.'ye

Açınca telaşla küçük kitabını, Selam verdi bana altın, aşina

Birçok görüntü, çocukluk günlerimde Görmüştüm onları, çocuk rüyalarımda.

Gene görmedeyim, uzanmış göklere gururla Alman inancının yaptığı katedral;

Çan sesleri, org sesleri kulağımda Ve aşktan tatlı tatlı yakınan yankılar.

Görüyorum ayrıca o  çevik  cüceleri, Tırmanır katedrale, hoyratlaşır varınca. Koparırlar o güzelim, oyma oyma çiçekleri.

Ama bir meşeyi ne kadar saysalar, Çalıp alsalar bütün süslerini,

Gelir gene bahar, yeniden yaprak açar.

CHRISTIAN S.'YE FRESK SONELER

-  1 -

Benden paso, dalkavuk muyum odunlara, Dışları altın, kum çakıl içleri;

Peki demem bir külhanbey elini uzatsa, Adımı lekelemek gizli niyeti.

Eğilmem önlerinde o güzel sürtüklerin, Parlarlar edepsiz, ne utanma, arlanma;

 Koşsunlar kendilerini, ben yokum,

Tın tın putlarının zafer arabalarına.

Biliyorum  telef  olur  gider  meşe, Eğilip bükülerek deredeki kamışsa Rüzgarda fırtınada durur eski yerinde.

Peki ama ne olur o kamış sonunda?

 Şansa bak! Va bir züppeye baston,

Ya halı döven bir sopa, uşaklar elinde.

-2-

Ver maskeyi,  yüzüme takayım,

Bir serseri olayım, karakter maskeleri Takınmış reziller, gösterişli her biri, Sanmasınlar kendileri gibiyim.

Bir kopuktan hiç farkım olmasın, Adi sözler, davranışlar yardımcım;

Şimdi yavan züppelerde özenti, zekanın O güzel parıltısından yoksun kalayım.

Maskeli baloda ben böyle dans ettim, Şövalyeler, kırallar, keşişler hayran, Soytarılar selam verdi, çıkmadı tanıyan.

Tahta kılıçlarıyla patakladılar beni. Şakaydı tabii. Çünkü maskemi çıkarsam Donar kalırdı it kopuk o kadar adam.

-3-

O yavan zırzoplara gülerim, Koç suratlı, bakarlar aval aval;

 Hilekar, kaypak, aptal

Bakar bana o tilkiler, gülerim.

O pek bilgiç maymunlara gülerim, Mağrur  yargıçlardır,   kasılırlar;

 Zehirli silahlarla tehdit ederler beni, Ödlek reziller, gülerim.

Çünkü mutluluğun o hoş oyuncakları Kırılıp da kaderin ellerinde,

Atılınca önümüze, yerlere saçılınca,

Ve kalp, bedende parçalanıp kalınca, Parçalanmış, doğranmış, delik deşik -

Çın çın güzel kahkaha donar dudaklarımızda.

-4-

Beynimde bir hayalet gibi, güzel bir masal Masalda yankısı ince bir şarkının sade;

 Şarkıda, örer dokur terütaze,

İnce bir kız, çok güzel.

Göğsünde kızın bir küçük kalp var, Fakat sevgi ateşi yok bu kalpte, Girmiş muhabbetsiz, donmuş gönle Ancak kibir, gurur... o kadar.

Ses verir başımda masaldaki yankı Ve şarkı nasıl da uğuldar, ürpertir, Ve kız nasıl güler yavaşça?

Korkuyorum, başım çatlayacak sanki Ah, fakat korkunç  olur,  hazindir Aklım eski yolundan saparsa.

-5-

Sessiz üzgün yumuşak akşam sularında Çoktan unutulmuş şarkıların yankısı, Yanaklardan gözyaşların akışı

Ve eski kalp yarasından kan sızmada.

Büyülü bir aynada gibi duruyordu Karşımda gene yarin hayali;

Çalışma masasında, sırtında pembe yeleği, Mutluydu çevresi, sessiz ve mutlu.

Birden kalktı iskemleden, kesti Başından saçların en güzelini,

Verdi bana - sevinçten ürperdim adeta.

Mephisto,  sevincime  zehir   kattı, Aldı o saçları sağlam bir ip yaptı, Yıllardır bağlamış sürür beni onunla.

-6-

"Geçen yıl seni tekrar görünce, Hoş geldin derken öpmedin beni!"

Kızıl dudakları yarin, ben böyle deyince, Kondurdu dudaklarıma en güzel buseyi.

Bir mersin ağaççığı pencere yanında, Mersinden bir sürgün kopardı, verdi:

"Dik nemli toprağa, üstüne bardak kapa!" Dedi, başını salladı, bir hoş gülümsedi.

Zaman girdi araya, öldü sürgün saksıda, Seneler var, onu  da  görmedim  ben, Anısı o öpüşün, yanar içimde hala.

Geçende sevgilimin olduğu yere, kader Aldı getirdi beni yadellerden,

Durdum evi önünde, gece, sabaha kadar.

-7-

Kendini kolla dostum, azgın şeytan zırzoplardan, Uysal melek yosmalar, onlardan da beter.

Tam öpmeye kalktım, sivri pençeler, Uzatmıştı yanağını bir gün biri bunlardan.

Kendini kolla dostum, yaşlı kara kedilerden, Beyaz dişi genç kediler, onlardan da beter. Kalbime pençe attı, az daha gitti gider,

Bir gün bunlardan biri sevgilim olmuşken.

Ey ballar balı kız, ah ey tatlı maskara! Gönlüm duru gözlerine nasıl da aldandı, Pençelerin bağrıma nasıl da saplandı?

Bastırsaydım da seni ateşli dudaklarıma, Ah ey kediciğimin yumuşacık pençesi, Kalbim bütün kanını, yoluna feda etseydi!

-        8 -

Gördün sen de çok kere savaşmamı onlarla, Reziller düzgünlü kediler, gözlüklü finolardı;

 Kirlettiler benim temiz adımı,

Apar topar sürüklediler beni mahva.

Gördün beni ukalalar nasıl harcadı, Çıngıraklı deliler gibi çevremde yaygara;

 Zehirli yılandılar, çöreklenmiş bağrımda, Gördün yaralarımdan kan nasıl aktı.

Sense kımıldamadın sağlam bir kule gibi, Başın fırtınalarda bir deniz feneri,

Sakin kalbin benim için bir liman oldu.

Elbet çevresinde azgın dalgalar vardır, Elbet o limana pek az  gemi  ulaşır, Ama ulaşınca deliksiz uyku.

-- 9

Ağlasam, ne mümkün ağlamak;

 Davranıp yükselsem göklere, Çıtırdar iğrenç böcekler çevremde, Yapışmışım, bırakmaz toprak.

İsterim şOlesi canımın şen şakrak, Parlasın güzel sevgili  her  yanda;

 İsterim mutlu tatlı soluğunda yaşamak, Yapamam, parçalanır, gönlüm hasta.

Akıyor kırılmış kalbimden duyuyorum Sıcak kanım, çok bitkinim, çok halsiz, Çoğalan kararmalar, gözle"rimin önünde.

Gizli bir ürperişle yukarı, sisler ülkesine Bakıyorum, yumuşak kollarla arda sessiz Kucaklar beni gölgeler, biliyorum.

LİRİK İNTERMEZZO

1822 -          1823

ÖNDEYİŞ

Bir şövalye vardı üzgün, sessiz, Solgun yanakları çukurda;

 Kapılmış karanlık hülyalara

Dolaşırdı sendeler gibi arda burda. Dalgın, hissiz, yavaş, sakar

Sallana yıkıla yürür gördükçe onu, Gülüşürdü çiçekler, kızlar.

Evde karanlık bir köşeye çekilir, Kaçardı çok vakit insanlardan.

Özlemli, uzatır kollarını,

Fakat tek söz çıkmazdı ağzından. Valrıız gece  yarısı  oldu  mu Başlar  bir  tuhaf   şarkı,  ses Kapısı vurulurdu.

Girer sevdiği usulca içeri,

Hışırtılı elbisesi dalga köpüklerinden, Terütaze bir gonca gül gibi,

Örtüsü elmas, pırlanta,

Narin endamını saran saçları altın, Tatlı bir güçle selamlar gözleri - Düşerlerdi birbirlerinin kollarına.

Kucaklar şövalye olanca aşkıyla, Şimdi ateşlenmiştir o duygusuz,

Pembedir solgun yüz, uyanmış düşteki, Açılır gitgide durgun adam;

Oyun oynar fakat ona kadın: Elmas, beyaz örtüsüyle örter Başını yavaşça. adamın.

Girer billur saraya, su altında, Büyülenir ansızın şövalye, Şaşırır, kamaşmış gözleri Titreşen parıltılarla.

Kucaklar onu deniz perisi, Güveydir şövalye, peri gelin, Çalar nedimeleri gitara.

Çalarlar, söylerler çok hoş şarkılar Ve kalkarlar dansa;

Gitmiş aklı başından adamın, Daha sıkı sarılır güzele - Derken söner ansızın ışıklar;

Şimdi gene kasvetli şair odasında, Evindedir tek başına, şövalye.

Güzelim mayıs ayında Tomurcuklar açılınca, Benim de kalbimde Aşk yeşerdi.

Güzelim mayıs ayında Başlayınca ötüşmeye kuşlar, İtiraf ettim ona

İçimdeki özlemi.

--- 2

Yeşerdi gözyaşlarımdan Çiçekler, dolu dolu;

 Çektiğim ahlar

Bülbül korosu.

Yavrum beni seviyorsan Al çiçekleri hediye,

İzin ver şakısın bülbüller Pencerenin önünde.

-3-

Gül. zambak, güvercin ve güneşti Bir zaman gönül verdiklerim.

Artık sevmiyorum, şimdi  tek  sevdiğim  O küçük, o nazlı, o tertemiz,  biricik;

 Odur bütün sevgilerin kaynağı,

Gül de o, zambak da, güvercin, güneş, hepsi.

Baksam gözlerine Kalmaz acım, üzüntüm;

 Öpsem dudaklarından Dirilirim büsbütün.

Yaslansam göğsüne, gönlümde Bir cennet ferahlığı;

Ama dersen: "Seni seviyorum!"

Ağlarım acı acı.

-5-

Tatlı, güzel yüzünü Düşte gördüm geçende.

Melek yüzleri gibi hoştu, güzeldi, Fakat solgun, acıdan solgundu öyle.

Yalnız dudaklar kırmızı, onları da Soldurur, çok sürmez, öpüşü ölümün. Söner duru gözlerde o ışık cümbüşü, Söner aydınlığı gökyüzünün.

-6-

Yanağını yanağıma daya, Birlikte aksın gözyaşlarımız! Bastır kalbini  kalbime, Alevler birbirine karışsın!

Akınca büyük yangına ırmağın gözyaşlarımızın,

Ve kollarım kuwetle seni sarınca - Öleyim özleminde aşkın!

7 --

Bastırayım ruhumu Zambağın çanağına;

Duyulsun çiçekten sevgilimin Bir ezgisi, iç çekiş gibi.

Çok tatlı, çok güzel bir saatte Bir öpücük vermişti sevgilim;

 Bu türkü de o öpüş gibi Ürpersin, titresin!

-8

Binlerce yıldır kımıldamadan Gökte yıldızlar

Aşk acılarıyla Bakışırlar.

Zengindir, güzeldir çok Konuştukları lisan;

 Hiçbir dil bilgini

Fakat anlamaz bu dilden.

Öğrendim bense, Unutmam  bir daha;

Bir tanemin gül yüzünde okudum Bu dilin gramerini.

-9-

Şarkıların kanadında, güzelim, Uzaklara  götüreyim  seni;

 Ganj kıyılarında bir yer Biliyorum, yerlerin en güzeli.

Sessiz ay ışığı, bahçe, Çiçekler  kırmızı;

 Bekler lotüsler arda Üzgün kardeşlerini.

Sevişir, gülüşür menekşeler, Yıldızlara bakarlar;

Anlatır güller yavaşça Mis kokulu masallar.

Zeki, sessiz ceylanlar

Hoplar, zıplar, dinler çevreyi;

 Kutsal ırmağın, uzakta, Çağıldar ninnileri.

Uzanırız bir palmiye Altına seninle;

 İçtiğimiz aşk, sükun Mutlu bir rüya içinde.

-10-

Güneşin görkeminden Ürker lotüs çiçeği;

 Eğer başını düşlerde Bekler geceyi.

Aydır lotüsün sevdalısı, Serper ışığın, uyandırır, Alır yüzünden örtüyü: Çiçek pek utangaçtır.

Açılır, kızarır, parlar Sessiz, gökte bakışları;

Saçar ıtırlarını, titrer, ağlar, Aşktır bu, aşkın yanışları.

-        II --

Şavkı vurmuş o güzel Ren nehri üzerine: Kutsal ve büyük Köln, Katedraliyle, yüce.

Yaldız deri üzerine, Katedralde bir portre Serpti nurlarını Hayatımın çölüne.

Çevresinde Meryem Ana'mızın Bir çiçekler, melekler halkası;

 Gözler, dudaklar, yanaklar Sevgilimin yüzünde tıpkısı.

-12-

Sen beni sevmiyorsun, evet. Sevme, aldırmıyorum;

Yeter ki seyredeyim yüzünü, Bir kıral kadar mutluyum.

Sen benden nefret ediyorsun, evet, Pembe, minik ağzın söylüyor bunu;

 Yeter ki öpeyim dudaklarını, Unuturum üzüntümü.

-13-

Yemin etme, öp yalnız,

Ben inanmam kadın yeminlerine! Verdiğin söz tatlı, fakat

Çok daha tatlı seni öpüşüm! Öptüm seni, bu  gerçek, Oysa buhar, uçar söz.

Ah, yemin et sevgilim, boyuna, Boş söze de güvenirim ben!

Mutluyum, buna inanıyorum Kucağına doğru, bitkin yıkılırken;

 Eminim, seveceksin beni

Daha uzun bir süre, ebediyyen!

-        14 --

En   güzel   türküleri Sevgilimin gözlerine yazdım. En iyi övgüleri

Dudaklarına.

En parlak dörtlükleri Yanakları için yazdım,

Bir de zarif sone yazardım Olsaydı kalbi.

-15-

Öyle sersem, öyle kör ki bu dünya, Günden güne tatsız!

Güzelim, .::.enin için der ki bu dünya: "O kız hoppa, arsız!"

Öyle sersem, öyle kör ki bu dünya, Hep yanlış tanıyacak seni;

Bilmez, insanı yakarak mutlu eden O tatlı öpüşlerini.

-16-

Sen bir hayal yaratığı mısın, Söyle, sevgilim, haydi, Boğucu günlerinde yazın Şairin tasarladığı?

Gözlerde o büyülü parıltı, Böyle minik bir ağız, hayır,

Bir çocuk, böyle sevimli, tatlı... Yaratamaz bir şair.

Doğabilir vampir, yarasa Şairdeki ateşten, Canavar, ifrit, ejderha..

Korkunç masallarda görülen.

Fakat tatlı, güzel  çehreni, Zalimsin, hainsin, hayır, Masumluğu sahte bakışlarınla seni Yaratmaz bir şair.

-17-

Dalga köpüklerinden doğan o tanrıça Gibi mutlu sevgilim, mutlu ve sevinçli;

 Çünkü gitti bir yabancıya,

Onu nişanlı seçti.

Kalbim, ah nelere katlanmamış kalbim, Kızma bu hainliğe, kızma sakın;

Katlan, dayan, hoş gör Yaptığını o sevimli çılgının.

-18-

Kızmış değilim parçalansa da kalbim,

Ey ebediyen yitirdiğim sevgili kızmı-., değilim. Bir pırlanta gibi parlıyorsun ya,

Düşmez tek ışık, gecesine kalbinin.

Çoktan beri biliyorum. Düşümde gördüm seni, Kalbini dolduran geceyi gördüm,

Gördüm bağrını kemiren yılanı, Ne kadar zavallısın, sevgilim!

-        19-

Evet, zavallısın, bense kızgın değilim, İkimiz de zavallı olalım, sevgilim!

Ölüm hasta kalbimizi parçalayıncaya kadar İkimiz de zavallı kalalım, sevgilim!

Ağzının  çevresinde   titreşir   alay, Kibir şimşekleri saçar gözlerin;

 Görüyorum kabaran göğsünde gurur, Ama sen de zavallısın bencileyin.

-- 20 -

Flüt, keman sesleri, Trompet gümbürtüleri;

 Oynuyor canımın içi Uymuş düğün havasına.

Davul. zurna sesleri... İyi kalpli melekler Hıçkırıyor, inliyor

Bu gürültü arasında.

-        21 -

Tamamen unuttun demek,

Kalbin ki benimdi o kadar zaman;

 Kalbin ki tatlı, sahte, küçük,

Yok başka şey daha tatlı, daha sahte ondan.

Aşkı da, acıyı da unuttun demek, Kalbimi çiğneyen ikisiydi benim. Aşk, acıdan üstün mü bilmem,

İkisi de güçlü, büyük, benim bildiğim.

-        22-

Bilseydi küçük  çiçekler Ne derin kalbimdeki yara, Benimle  ağlaşırlardı Acımı paylaşmaya.

Bilseydi bülbüller

Ne kadar üzgünüm, hasta, Ötmezlerdi, kalırdı

Şen şakrak şakıma.

Bilseydi altın yıldızlar Derdimi,  kederini, İner, gelir gökten, beni Teselli ederlerdi.

Ama ne bilsin onlar, Acımı yalnız birisi bilir: Kalbimi parçalayan

O bilir, kendisi bilir.

-        23-

Güller neden solgun böyle, Söyle, sevgilim, neden?

Yeşil çimenlerde

Neden susmuş mor menekşe?

Tarla kuşu neden gökte Öter dertli dertli?

Neden pelesenklerden YüKselir ceset kokusu?

Çayırlarda neden güneş Böyle soğuk, kasvetli?

 Neden yaslı, ıssız toprak Bir mezar gibi?

Ya ben neden hastayım, yaslı, Sevgilim, söyle?

Ah, söyle, canımın· içi, neden Bıraktın beni böyle?

-24-

Sana beni çekiştirdiler Dert yandılar uzun uzun;

Ama bir şeyi söylemediler: Azabını ruhumun.

Bir poz, bir tavır, bir telaş Salladılar sızlanarak başların;

 Fena adam dediler benim için, Sen hepsine inandın.

Görmediler, bilmediler fakat, Beterin beteri vardı:

Bu en fena, en aptalca şey Benim bağrımda saklı.

-        25 -

Çiçek açmış ıhlamur, şakıyan bülbül, Gülümseyen güneş, neşeli;

Göğsün inip kalkıyordu, Sarıldın, öptün beni.

Dökülen yapraklar ve karga sesleri, Güneşin kaşları pek de çatık;

 Yaptığın reverans ne kadar nazikti. Soğukça vedalaştık.

-- 26 -

Bazan değişti hislerimiz, Gene de anlaştık çok iyi.

Evcilik oynadık, karı koca olduk, Aramızda ne dövüş, ne kavga, Şakalar, öpüşmeler

Güldük, eğlendik beraber. Çocukluk, arzuladık

Saklambaç oynadık derede, ormanda;

 Ah öyle saklanmışız, birbirimizi Bulamadık bir daha.

-        27-

Dostluğun sürekliydi, vefalı, sadık, Esirgemedin kendini;

Bunaldığım zamanlarda Teselli ettin beni.

Yiyecek, içecek, Para buldun bana;

 Çamaşır, giyecek,

Yol pasosu aldın bana.

Soğuktan, sıcaktan, sevgilim, Tanrı korusun seni,

Ve asla göstermesin sana Benim çektiklerimi.

-        28-

Cimriliği toprağın uzun sürdü, Derken mayıs geldi cömert;

Bir neşe, bir sevinç, her şey güldü, Benimse içimden gelmiyor gülmek.

Çiçekler açıyor, çanlar çalıyor, Konuşmakta kuşlar masalda gibi;

 Benimse içimden gelmiyor konuşmak, Her şey zavallı, her şey adi.

İnsanlar, kalabalık sıkıyor beni, Dostum  bile - eskiden oyalanırdım;

 Evlendi tatlı sevgilim, ne çare,

Onun yüzünden bu halim.

-        29-

Ne de çok oyalandım, ne de çok Yadellerde aşık, hülyalı:

Usandı beklemekten sevgilim, Kendine bir gelinlik yaptırdı

Ve sardı, damat diye, şefkatli kollarıyla Bir delikanlıyı, aptalın aptalı.

Pek güzeldir, pek nazlıdır sevgilim, Gözümün önünde o tatlı hayali;

 Menekşeydi gözleri, yanakları gonca gül, Açardı her dem taze parıltılar içinde.

Nasıl da uçurdum ben böyle yari,

Vardı sersemliklerim, bundan büyüğü olmadı.

-        30-

Gözleri mor menekşe, Pembe gül yanakları, Eller beyaz zambak, Yeşerip açarken hepsi, Kurumuş minik kalbi.

-        31 -

Dünya ne güzel, gök öyle mavi, Tatlı, ılık esmede rüzgar,

Yeşermiş çayırda çiçekler göz kırpar, Parlar üstlerinde sabah çiğleri,

Ne yana baksam herkes neşeli - Ama ben mezarda olmak isterdim, Kollarımda ölmüş sevgili.

-        32-

Girdiğinde o karanlık mezara Tatlım, sevgilim,

Koynuna sokulmaya Ben de yanına gelirim.

Üşümüş, sararmış, susmuşsundur, Öper, koklar, basarım bağrıma;

 Sevinç sesleri... titrer, ağlarım, Ölürüm ben de sonunda.

Kalkar gece yarısı ölüler, Dans ederler kıvıl kıvıl;

 Mezarda kalırız ikimiz, Yatarım kollarında.

Dirilir mahşer günü ölüler, Mükafat, mücazat bekler onları;

 Biz seninle sarmaş dolaş yatarız, Hiçbir şey umurumuzda mı?

-        33 -

Bir çam, kuzeyde, çıplak Bir tepede, yalnız.

Uyku bastırıyor, ak Yorganıyla örtüyor onu kar.

Çamın rüyasında hurma ağacı: Uzakta, Doğu'da, bir başına, Kavrulan kayalıkta

Susmuş, yaslı.

-        34-

(Baş konuşuyor:) Ah, bir tabure olsam,

Sevgilim ayaklarını koysa! Çiğnesin istediği  kadar, Ne sızlanma, ne yakınma.

(Kalp konuşuyor:)

Ah, iğnedanlık olsam, Sevgilim iğnelerini batırsa! Delsin istediği kadar, Sevinirdim delikler arttıkça.

(Şarkı konuşuyor:)

h.   bir  kağıt olsam,

Yırtıp büküp saçlarını sarsa! İçimde yer eden şeyi Fısıldardım kulağına.

-        35-

Sevgilim gitti gideli Unuttum gülmeyi tamamen.

Adi nükteler yapıyor bazıları, Gülemiyorum.

Onu kaybettim edeli Gözyaşı da bitti bende;

Çatlayacak kalbim nerdeyse, Ağlayamıyorum.

-        36-

Büyük acılarımdan

Yaptığım küçük şiirler, şarkılar Çırptılar  kanatlarını, Gönlünden yana uçtular.

Vardılar sevgilimin oraya,

Fakat hemen döndüler, yakındılar, Gönlünde gördükleri şeyi Söylemekten sakındılar.

-        37-

Gezmeye çıkmış halk ormanda kırda, Giymişler pazarlık giysileri;

Güzelim tabiatı selamlıyorlar Sekerek, sevinçli, oğlaklar gibi.

Kırpışan gözlerle bakıyorlar: Çiçekler ne hoş, ne güzel! Dinliyorlar, kulak kesilmiş: Türkü söylüyor serçeler.

Bense odamdayım, camlarda Siyah perdeler;

Bekliyorum gelsin hayaletlerim, Gündüz olduğu halde.

Çıkıp ölüler ülkesinden Geliyor eski sevgilim;

 Yanıma oturuyor, ağlıyor, Ağlatıyor beni de.

-        38-

Unutulmuş dönemlerden sahneler Çıkar da mezarlarından,

Gösterir yakınında

Nasıl yaşadım bir zaman.

Gündüzleri şehrin sokaklarından Geçerdim, sallanarak, hülyalı, Öylesine üzgün, durgun,

Herkes bana bakardı.

Geceleri, iyiydi geceler, Çekilirdi sokaklardan el ayak;

 Yürürdüm, yürürdü gölgem, Giderdik konuşmayarak.

Yankılanırken adımlarım Geçerdim köprüyü;

 Selamlardı beni düşünceli: Bulutlardan ay görünürdü.

Evinin önünde dururdum, Gözlerim yukarlara dikili, Bakışlarım pencerende, Kalbim çatlayacak gibi.

Arada bir bakardın, biliyorum, Pencereden aşağıya sen  de Ve görürdün bir sütun gibi beni Orda, ay ışığında.

-        39-

Bir genç sevdi bir kızı, Kızın gönlü başkasında,

Bir başka kızı seviyordu bu başkası, Ev bark kurdu onunla.

İçerledi bizim kız, Herhangi bir adamla Peki dedi  evlendi;

 O genç alındı buna.

Bu hikaye beylik  ya, Gene de her zaman yeni;

Başından geçmesin yoksa, Kırılır insanın kalbi.

-40-

Yankısını duyunca, bir zaman Sevgilimin söylediği şarkının, Göğsüm parçalanır adeta, Hoyrat acıların baskısından.

İter karanlık bir özlem beni Ormanlara dağlara,

Erir çok büyük acım Gözyaşlarıyla, arda.

-41-

Bir kıra( kızı gördüm düşümde, Solgun yanakları ıslak;

Yeşil ıhlamurun dibinde Oturduk, kucaklaşarak.

"Gözüm yok babanın tahtında, Altın asasında, güzelim,

Ne de elmas tacında;

 Ben yalnız seni isterim."

"Bu olamaz!" dedi bana, "Çünkü mezardayım ben, Geliyorum ancak geceleri Seni çok sevdiğimden."

-42-

Yavrucuğum, seninle baş başa Bir hafif sandalda ikimiz Süzülürken geniş, engin sularda Gece sessiz.

Hayaletler adası, o güzel ada Ay ışığında uykulu;

Ezgiler türküler yankılanmada, Dalgalı bir dans, sislerin oyunu.

Gittikçe daha güzel, yankılar Sağa sola yayılıyordu;

Geçip gittik üzgün, ümitsiz Engine doğru.

-        43-

Eski masallardan

Beyaz bir el, el eder bana;

 Yankılanır büyülü bir ülkenin Şarkıları kulaklarımda.

Altın ışıklarında akşamın Baygın çiçekler,

Yüzleri bir gelin yüzü, sevgiyle Birbirlerin seyrederler.

Ağaçlar konuşur,

Bir koroya benzer türküleri;

 Çağlar duru pınarlar

Bir dans müziği gibi.

Ve sevda ezgileri Senin hiç duymadığın, Çok tatlı bir özlemle Büyüsüne kapılırsın!

Ah, gidebilseydim oraya, Kalbimde sevinç, rahatlık;

 Kurtulurdum acılardan, Mutlu olurdum artık.

A!;

ı, o haz dolu ülke Doldurur düşlerimi;

 Doğunca sabah güneş, Erir gider köpük gibi.

-44-

Seni sevdim, seviyorum hala seni! Dünya yıkılsa, yükselir

Yıkıntılar arasında gene Aşkımın alevleri.

-45-

Aydınlık bir yaz sabahı Dolaşıyorum bahçede. Fısıldaşıp konuşuyor çiçekler, Sessiz yürüyorum bense.

Fısıldaşıp konuşuyor çiçekler, Acıyarak bakıyorlar bana: "Solgun, üzgün adam, o bizim Kardeşimiz, ona kızma!"

-46-

Karanlık güzelliği içinde Aşkımdır, parlar;

Tıpkı yaz gecelerinde Anlatılan acıklı bir masal.

Gezinir büyülü bahçede sessiz Ve yalnız, iki aşık;

Ötüşür bülbüller, aydan yere Düşer titrek bir ışık.

Kız ayakta, bir heykel gibidir, Önünde şövalye, diz çökmüş;

 Derken kırlardan dev gelir, Kız kaçar, ürkmüş.

Düşer yere kan içinde şövalye, Düşe kalka dev döner, gider - Ben gömüldüğüm zaman

Masal da biter.

47

Acılara saldılar beni, Mosmor oldum öfkemden;

Bir kısmı sevgiden yaptı bunu, Bir kısmı nefretten.

Ekmeğime zehir koydular, Bardağıma zehir;

Bir kısmı sevgiden yaptı bunu, Bir kısmı nefretten.

Ama beni odur en çok inciten, İçerleten, üzen;

Çünkü hiç sevmedi beni, Ne de nefret etti benden.

-- 48 -

Sıcak yaz Yanacıklarında, Soğuk kış

Minik kalbinden senin.

A benim canımın içi! Değişecek bu halin;

Kış yanaklarında olacak, Yaz kalbinde senin.

-49-

Sevişenler ayrılırken Avuç!arda elleri, Başlar ağlamaya, Bitmez iç çekişleri.

Ne ah dedik, ne eyvah, Biz hiç ağlamadık.

Ayrıldık, sonra Gözyaşları, hıçkırık.

-50-

Çay içiliyordu,

A ktan konuşuldu uzun. Bayanlar ince duygulu, Baylar estetiğe uygun.

"Platonik olmalı aşk!"

Böyle dedi sıska saray müşaviri. Hem içini çekti hanımı,

Hem alaycı gülümsedi.

"Kaba olmamalı aşk!" Dedi  rahip, ağzı geniş,

"Sağlığa zarar yoksa." Genç kız Fısıldadı: "O da ne demekmiş?

"

"Bir tutkudur aşk!" Konuştu kontes, acılı;

 Sonra nazik, kibar, Fincanını barona uzattı.

Bir boş yer daha vardı masada, Sevgilim, sen eksiktin!

Olsaydın, ne güzel Aşkından bahsedecektin.

-        51-

Şiirlerim zehirlidir benim - Nasıl olurdu başka?

Çünkü zehir akıttın

Yeni yeni çiçeklenen hayatıma.

Şiirlerim zehirlidir benim - Nasıl olurdu başka?

Kalbimde yılanlara yer verdim, Sevgilim, bir de sana.

-        52-

Gene o eski rüya:

Bir mayıs gecesi gene, Oturmuşuz ıhlamurun altına, And içiyoruz seninle.

Bir gülüş, bir okşayış, bir öpüş,, Bir yemin, peşinden yenisi;

 Kolay olsun diye hatırlayış, lsırmıştın elimi.

Ey gözleri ışıl ışıl sevgili, Ey hırçın, güzel kız!

Yeminler iyiydi ya, lsırman gereksiz.

-        53-

Durdum yücesinde dağın, Bir duyarlık, bir  hüzün. "Bir küçük kuş olsaydım!" İç çektim durmaksızın.

Kırlangıç olsaydım, gülüm, Uçardım senden yana,

Bir minik yuva kurardım Pencerenin altında.

Bülbül olsaydım, gülüm, Uçardım senden yana, Yeşil ıhlamurdan, gece, Şarkılar şakırdım sana.

Olsaydım şakrak kuşu, Uçardım hemen kalbine;

 Seversin o kuşları sen, Bulursun derman, derdine.

-        54 --

Yavaştan ilerliyor arabam Neşeli ormandan geçerek, Parlıyor güneşte, büyülü Vadiler dolu çiçek.

İçinde arabanın dalgın Düşünürken sevgilimi, Uzatıp başlarını üç hayal Birden selamlıyor b'3ni.

Sıçrayıp zıplıyorlar, yüzleri Hem alaycı, hem ürkek;

Bir sis yumağı gibi

Kayıp gidiyorlar gülüşerek.

-        55 -

Ağladım düşümde, Ölmüşsün, gömmüşler seni. Uyandım, yanaklarından Gözyaşlarım akıyordu hala.

Ağladım düşümde, Bırakıp gitmişsin beni. Uyandım, acı acı Ağladım daha da.

Ağladım düşümde,

Dargınlık, kırgınlık yokmuş aramızda. Uyandım, gözyaşlarım

Seller gibi hala.

-56-

Hegerce rüyama giriyorsun, Candan selam veriyorsun bana;

 Kapanıyorum ağlayarak

O güzel ayaklarına.

Üzgün, kaygılı bakarak Sallıyorsun sarışın başını, İnciden damlacıklar Süzülüyor gözlerinden aşağı.

Bir servi dalı  uzatıp  bana, Bir şey diyorsun yavaş, gizli. Uyanıyorum, dal yok,

Unutmuşum söylediğin o sözü.

-        57-

Bir uğultu, bir patırdı,

Güz gecesi, yağmur, rüzgar;

 Yavrucuğum çok korkardı, Nerdedir, ne yapar?

Görüyorum: dayanmış pencereye, Küçük, ıssız odasında onu;

 Bakışları saplanmış geceye, Gözleri yaş dolu.

-        58-

Sarsıyor ağaçları güz rüzgarı, Gece soğuk, rütubetli;

 Yalnızım, paltoma sarınmış, Ormandan geçiyorum, atlı.

Önüm sıra düşünceler gidiyor Ben ilerledikçe böyle;

Hafif, havalı, iletiyor beni Düşünceler, sevgilimin evine.

Havlayan köpekler, titreşen mumlar Çıkıyor uşaklar ortaya;

Döner merdivenlere atılıyorum Mahmuz şakırtılarıyla.

Halı döşeli, aydınlık salon Kokulu, sıcak;

Sevgilim orada beni bekliyor - Koşuyorum kollarına uçarak.

Yapraklarda rüzgarın uğultusu, Konuşuyor meşe:

-        Nedir istediğin, çılgın atlı, Bu delice düşüncelerinle?

-        59-

lşıltılı göklerinden Bir yıldız kaydı;

Bu düşerken gördüğüm Aşk yıldızı.

Dökülüyor elma ağacından Bir yığın yaprak, çiçek.

Muzip rüzgar eğleniyor Onlarla oynaşarak.

Kuğu şarkı söylüyor gölde, Süzülüyor sağa sola;

 Yavaşlatıp sesini gitgide Dalıyor sulardaki mezara.

Her yer karanlık, ıssız! Yaprak, çiçek uçtu gitti;

 Çıtırdadı, toz oldu yıldız, Kuğu şarkısı bitti.

-        (ı() -

Rüya tanrısı beni :büyük bir saraya götürdü, Ağır baygın kokular, mumların alevleri, Dalga dalga, karışık bir insan seli

İç içe odalardan dışarı taşıyordu. Arıyordu kıvranarak, inleyerek korkudan, Benzi uçmuş kitle, çıkış kapısını.

Genç kızlar, şövalyeler vardı kalabalıkta, Sürükleniyordum bu selin içinde.

Derken birden yalnız kaldım, şaşırmış: Ne çabuk dağıldı kalabalık;

Yürüdüm acele, bir başıma Dolambaçlı odalardan

Ayaklarım kurşun gibi, kalbimde korku, acı Bulmaktan ümitsizdim adeta çıkışı.

Derken vardım son kapıya, çıkmak istedim - Allahım, orda kim vardı!

Sevgilimdi kapıda duran;

 çevresinde Ağzının korku, alnında endişe;

Geri dön! diye işaret ediyordu.

Bir uyarma mıydı, yoksa öfke mi bu?

 Gözlerinde parlayan tatlı yangın Kalbimi, beynimi ürpertiyordu.

O bakışları oldu uyandıran da beni: Sert, garip, fakat sevgi dolu.

-61-

Soğuk, sessiz gece yarısı

Ormanda dolaştım sızlanıp ağlayarak. Ağaçları uykularından ettim,

Baş salladılar, halimden anlayarak.

-62-

Gömülür dörtyol ağzına Canına kıymış biri;

Açar bir mavi çiçek arda: İdamlıklar çiçeği.

Durdum dörtyol ağzında,

Gece soğuk, sessiz;

 içimi çektim;

 Kımıldıyordu ay ışığında

İdamlıklar çiçeği.

-63-

Koyu, yoğun karanlık Sarmış her yerde çevremi, Gözlerinin nuru, sevgilim, Işık saçmayalı beri.

Sönmüş benden yana  o  tatlı Aşk yıldızlarının altın güzelliği, Açılmış önümde  bir  uçurum  - Ey ezeli gece, kollarına al beni!

--· 64 -

Gözlerimin üstünde gece, Ağzımın üstünde kurşun, Donmuş beynim ve kalbim Mezarda yatıyorum.

Bilemem, ne kadar Sürdü bu uykum, Uyandım tabutuma Vurulduğunu duydum.

"Kalkmıyor musun, Heinrich?

 Ebedi gün doğuyor;

Ölüler dirildiler, Ebedi haz başlıyor."

Kalkamam, sevgilim, Çünkü hala körüm ben;

 Ağlamaktan gözlerim Söndü tamamen.

"Öpeyim seni, Heinrich, Gider gözlerinden gece;

 Görürsün melekleri, Görürsün gökleri yüce."

Kalkmam, sevgilim, Kanamakta hala, Kalbimde acı bir sözle Açtığın yara.

"Elimi, kalbinin, Heinrich, Üzerine koyarım yavaşça;

 Kanamaz artık, geçer Bütün acısı da."

Kalkamam, sevgilim, bitmedi: Kanıyor başım;

Seni benden çaldıkları vakit Bir kurşun sıkmıştım.

"Saçlarımla, Heinrich, Sararım yarasını;

İyi eder, önlerim Kanın akmasını."

Öyle tatlı, öyle hoş yalvarıyordu Dayanamadım,

Kalkmak istedim, sevgilime Gitmeye davrandım.

Açıldı yaralarım birden, Boşandı sel gibi güçlü, Başımdan, göğsümden kan - Derken işte uyandım.

-65-

Köhne, berbat şiirler, Rüyalar kötü, hain;

 Hepsini gömelim artık, Bir büyük tabut getirin.

Başka şeyler de koyacağım, Söylemem henüz, neler;

 Kocaman olsun tabut, Heidelberg fıçısı kadar.

Bir  de  sedye  getirin, Sağlam, kalın  tahtaları, Mainz köprüsünden daha da Uzunca olmalı.

Sonra Köln katedralinde Ermiş Christoph var ya, Ondan da kuvvetli, on iki Pehlivan bulun bana.

Tabutu onlar taşısın, Denize indirsinler;

 Öyle  büyük  bir tabut

Öyle büyük mezar ister.

Bu tabut neden mi böyle Kocaman, ağır?

Aşkımı da koydum içine, AGılarım da içindedir.

DÖNÜŞ

1823-1824

-1-

Karanlık hayatımda çok önce Parıldayan tatlı yüz,

Yitti gitti şimdi Dört yanım gece.

Karanlıkta çocuklar Gönülleri daralınca, Bastırmak için korkuyu Türkü söyler yüksek sesle.

Ben de çılgın bir çocuğum, Sesim neşeli değilse de Türküler çağırdım karanlıkta, Korkumdan kurtuldum.

-2-

Öylesine üzgünüm, Bilmem ki neye yormalı;

 Hiç aklımdan çıkmayan Eski bir masaldan olmalı.

Durgun yavaş akıyor Ren, Hava serin, kararmak üzre;

 Doruğu tepenin

Parlıyor akşam güneşinde.

Oturmuş yukarda Güzeller güzeli bir peri;

 Altın saçlarını tarıyor, Işıl ışıl süsleri.

Bir yandan şarkı söylüyor, Elinde altın tarağı;

Sesi öylesine güzel, Öylesine tatlı.

Küçük teknesinde kayıkçı Büyülenmiş, çılgın;

 Tepede gözleri,

Değil farkında, kayaların.

Yuttu dalgalar kayıkçıyı, Sandal ıbattı;

Söyledi o şarkıyı, Bunu Lorelei yaptı.

-3-

Kalbim üzgün, kalbim, Oysa pırıl pırıl mayıs;

 Yukarda, eski hisarın arda

Duruyorum ıhlamura yaslanmış.

Akıyor  durgun,  sessiz Mavi dere, aşağıda;

 Sandalda bir oğlan, Ağzında ıslık, elinde olta.

Karşıda cana yakın, Küçük, renkli görüntüler:

Evler, bahçeler, insanlar Öküzler, çayırlar ve orman.

Çamaşır yıkayan hizmetçiler Koşuşuyor çayırda;

Değirmen çarkından uçuşuyor elmaslar, Uzak uğultusu kulaklarımda.

Gri, eski kulenin yanında Bir nöbetçi  kulübesi;

 Gidip geliyor önünde

Bir er, kırmızı ceketli.

Selam duruyor, omuzluyor, Oynuyor tüfeğiyle,

Parlıyor güneşin kızılında silah Ah, beni öldürseydi!

-4-

Ormanda dolaşıyor, ağlıyorum,

Ardıç kuşu yüksekte;

Sekiyor, ötüyor inceden:

-Neyin var, neden dertlisin?

Kız kardeşlerin kırlangıçlar

Söyler bunu, yavrum;

Ne güzel yerde yuva kurmuşlar:

Penceresinde sevgilimin.

-5-

Gece nemli, fırtınalı, Gökte yok yıldız;

Hışırdayan ağaçlar, ormanda Dolaşıyorum, yalnız.

Uzakta titrek bir ışık:

ıssız kolcu kulübesi. Gitmek istemiyorum, Kasvetli içerisi.

Kör nine oturmuştur Meşin koltuğuna gene;

 Konuşmaz hiç, korkunç, Benzer heykele.

Gezinir homurdanarak, Kızıl saçlı oğlu adamın;

 Fırlatır tüfeğini duvara. Güler alaycı, kızgın.

Çıkrık önünde güzel kız ıslatır ipliğini gözyaşı:

Babasının köpeği iniler, sokulur, Dizlerine sürünür başı.

--       6 -

Ailesine  sevgilimin Rasladım yolculukta;

 Sevindiler beni görünce Küçük kardeş, anne, baba.

Sordular hatırımı: Nasılsın?

 Eklediler sonra:

"Hiç değişmemişsin, Yüzün biraz solgun ama!"

Halaları, yengeleri sordum, Bir sürü tanıdıkları;

Sonra  minik  köpeği, Ne de sevimli havlardı.

Evlenmiş sevgilimi De sordum bir ara:

Cevap verdiler sevinçli:

Çoçuğu oldu yakında.

Candan kutladım Sesim fısıltı halinde, Çok selam söyleyin, Tebrikler benden de.

Söze karıştı küçük kız:

Ne güzeldi köpeğimiz, minik, Büyüdü, kudurdu sonra,

Ren nehrine attık.

Hele güldüğü zaman, Sevgilime benziyordu kardeşi;

 Gözleri beni perişan  eden Tıpkı onun gözleri.

-7-

Balıkçı kulübesi yanında Oturmuş, denize bakıyorduk;

 Akşam sisleri

Göğe yükseliyordu.

Fener kulesinde Yandı ışıklar;

 Enginde, uzaktan

Bir gemi daha göründü.

Konuştuk fırtınadan, kazalardan, Gemicilerin  gökle    su,

Sevinçle korku,

Arasında yaşadıklarından.

Konuştuk uzak kıyılardan, Güneyden, kuzeyden, Garip milletler,

Garip adetlerinden.

Hoş kokular, parıltılarla Ganj, Kocaman ağaçlar tomurcuk içinde, Güzel sessiz insanlar diz çökmüş, Lotüs çiçekleri önünde.

Kirli pasaklı Laponlar,

Yassı kafa, yayvan ağız, bodur;

 Bir ateş çevresine çömelmiş, Balık kızartır, bağrışıp durur.

Dinliyordu kızlar merak içinde, Derken herkes sustu;

Gözden kayboldu gemi, Karanlık ıbastı.

-8-

Dilber balıkçı kızı, Çek kıyıya sandalı;

 Elin elimde

Gel  otur yanıma.

Koy kalbime başçağızını, Telaşlanma, korkma;

 Azgın denize her gün Güveniyorsun ya!

Çalkanır, kabarır, yatışır, Kalbim de denize benzer;

 Onun da derinlerinde Güzel güzel inciler.

-9-

Ay  doğdu, Dalgalarda ışınları;

 Kollarımda sevgilim, Kalbimizde çalkantı.

Dinleniyorum kumsalda, Kollarında sevgilimin;

Bir şey mi duydun rüzgarda, Ürperdi beyaz elin?

İşittiğin rüzgar değil, Deniz kızlarının şarkısı;

 Kardeşlerimdi onlar, Deniz çekip aldı.

-        10-

Ayaklarında rüzgarın Beyaz su pantolunu!

Kamçılıyor dalgaları azgın;

 Kükrüyor, köpürüyor dalgalar.

Kararmış gökten boşanır Sağnak halinde yağmur;

 Sanki koca gece

Boğmak ister kocamış denizi.

Direğe tutunmuş martı, Kısık  çığlıkları;

 Ürkmüş, kanat çırpıyor, Sesinde felaket haberi.

-        11 -

lslık çalıyor, uğulduyor, gürlüyor, Hora tepiyor fırtına;

Haydaa! Zıplıyor küçük gemi! Katıldı gece de bu taşkınlığa.

Kuduran deniz şimdi

Sularla oluşmuş canlı bir dağ;

 Burda siyah  bir  uçurum, Yüksek beyaz bir kule orada.

Küfürler, kusmalar. dualar Kamaradan taşmakta dışarı, Sımsıkı  yapıştım  direğe, Ah, evde olmak vardı!

-        12-

Karanlık çöküyor,  akşam, Sis kaplıyor denizi;

 Dalgalarda esrarlı bir hışırtı, Bir beyaz kabarma sularda.

Çıkıyor ortaya deniz kızı, Geliyor kumsalda yanıma;

 Dolgun göğüsleri apak Taşmış tül giysilerinden.

Kucaklıyor, sıkıyor kollarında Acıtır gibi, beni -

Eziyorsun adeta, Güzel su perisi!

Sıkıyorum kollarımda Ezer gibi seni;

Çok soğuk bu akşam, ısınayım sana sarılayım da!

Ay ıbakıyor gittikçe solgun Alaca bulutlar arasından;

 Güzel su perisi

Gözlerin ıbulanıyor, yaşarıyor!

Bulanmıyor, yaşarmıyor gözlerim, Zaten bulanıktı, yaşlıydı;

Çünkü denizden çıkarken Bir damla su kaçtı.

Martıların çığlığı, ve deniz Kabarıyor, çatlıyor kayalarda - Güzel su perisi,

Kalbin çarpıyor çılgınca.

Kalbim çılgınca çarpıyor, Çarp.ıyor çılgınca;

Sevgili insanoğlu, Candan vuruldum sana!

-13-

Geçtikçe sabahları Evinin ö;

ıünden yavrum, PenceredLysen eğer Sevinçten uçar gönlüm.

Merakla bakar bana

Koyu kahve rengi gözlerin: Hasta, yabancı adam, Neyin var, kimsin?

Ben  bir  Alman  şairi, Bütün Almanyada meşhur;

En değerli isimler söylenince İçlerinde  benimki  de bulunur.

Neyim mi var, küçük kız, Almanyada çoklarında olan şey: En ağır acılar  söylenince İçlerinde benimki de bulunur.

-14-

Engine doğru parlayan deniz

Akşamın son ışınlarında;

 

Konuşmadan oturuyorduk ıssız

Balıkçı kulübesi yanında.

Uçuşurken martılar

Sis çıktı, sular kabardı;

 

Tatlı gözlerinden Sızarken gözyaşları.

Gördüm, düştü ellerine damlalar,

Diz çöktüm önünde;

İçtim beyaz avucundan,

Silindi gözyaşları.

O gün bugün eriyor gövdem,

Ölüyor ruhum, özlemler içinde

- Mutsuz kadın beni

Gözyaşıyla zehirledi.

-15-

Orda, o tepede Hoş, zarif bir şato;

 Üç güzel genç kız,

Aşkı onlardan tattım.

Öptü beni cumartesi Jette, Pazar günü Julia,

Pazartesi Kunigunde Boğuyordu az daha

Üç kızlar şatosunda Salıya şenlik vardı;

 Geldiler konu komşu Hepsi atlı arabalı.

Ya ben, çağrılmadım ben, Ayıp ettiler doğrusu!

Fısıldaştı hala, yeğen Güldüler sezip durumu.

-16-

Enginde, ufukta Sisli bir görüntü: Kuleleriyle şehir

Akşam şafağına büründü.

Yaslı suda nemli rüzgar, Oynaşır menevişleri;

 Kayıkçı kürek çekiyor Üzgün, dertli.

Doğruluyor bir daha yerinden, Gösteriyor sevgilimi,

Işınlar saçarak güneş, Nerde yitirdiğimi.

-        17 -

Koca, esrarlı şehir Selam sana;

 Sevgilimi bir zaman Basmıştın bağrına.

Kuleler, kapılar, söyleyin Hani nerde gülüm benim?

 Göz kulak olun demiştim, Hani nerde emanetim?

Kulelerin ne suçu var, Kımıldayamazlardı yerlerinden;

 Valizler kutularla sevgilim Şehirden kaçarken.

Kapılar, ama onlar Bıraktılar gitsin, sessizce;

Bir kapı her zaman boyun eğer, Bir deli kız ona açıl deyince.

-- 18 -

Gene eski yolumdayım, Dost, aşina caddeler;

 Derken sevgilimin evi... Yok içinde kimseler.

Bu yollar ne darmış meğer, Ne berbat şu kaldırım!

Çökecek başıma evler... Kaçar gibi uzaklaştım.

-        19 --

Girdim o salonlara, bir zamanlar

 Bağlılık yeminleri etmişti;

 Sürünüyordu yılanlar

Gözyaşları dökülen yerlerde şimdi.

-20-

Sessiz gece, dinleniyor sokaklar. Sevgilim şu evde otururdu;

 Yerinde duruyor ev,

O gideli çok oldu.

Sokakta biri, gözleri göğe çevrili, Uğuşturuyor ellerini, acısından;

 Bana kendi yüzümü gösteriyor ay: Ürperiyorum yüzüne bakarsam.

Aşkın acılarına niçin özenirsin,

Ey benim benzerim, solgun delikanlı! Geçmişte bazı geceler

Ben burda kıvranmadım mı?

-        21-

Biliyorsun daha sağım, NasıI rahat uyursun?

Tutacak gene öfkem, Zincirimi kıracağım.

Bilir misin o eski şarkıyı: Gelir hani ölü genç,

Alır gider mezarına Sevgilisini, gece yarısı.

İnan bana, sevda gülüm, Güzeller güzelim, sen: Yaşıyorum, daha da güçlüyüm Bütün ölülerden!

-        ?

.2-

Uyuyor odasında genç kız, Çekingen bakıyor ay, içeri: Derken bir vals melodisi gibi Şarkı, çalgı sesleri.

Pencereden bakayım, Kimdir rahatımı bozan?

 Bir iskelet, aşağıda

Şarkı söylüyor, çalıyor keman:

"Bir dans vadetmiştin bana,

Nerde verdiğin söz, tutmamak olmaz! Mezarlıkta bir balo var bugün,

Gel gidelim, dans edelim biraz!"

Kız  kaptırmış  kendini, Çekiyor  onu  bir   kuvvet: Şarkı söyleyip keman çalarak Yürüyor önünde iskelet.

Çalıyor, hopluyor, zıplıyor, Selamlar dağıtıyor bir kuru kafa: Takırdıyor kemikleri,

Ürpertiyor, ürkütüyor ay ışığında.

-23-

Karanlık rüyalar görüyordum, Gözlerim resmine saplanmıştı;

 SevgiIi yüzü çok hoş Canlanmaya başladı.

Dudakları çevresinde Tatlı bir gülüş belirdi;

 Sanki hüzün yaşlarıyla Parlıyordu gözleri.

Aktı yanaklarıma yaş, Gözlerimden benim de - Ah, hiç inanamıyorum Seni yitirdiğime.

-24-

Ben mutsuz Atlas! Taşımak zorundayım Acılar  dünyasmı   sırtımda;

 Yüklenmişim katlanılmaz şeyi,

Kalbim kopacak adeta.

Ey mağrur kalp, sen istedin!

Mutlu olmak diledin, sonsuz mutlu, Ya da mutsuz alabildiğine, ey kalp! İşte buldun mutsuzluğu

-        25-

Yıllar gelip geçiyor, Soylar mezara göçüyor;

Benim kalbimdeki sevgiyse Duruyor olduğu gibi.

Bir daha görseydim seni, Önünde diz çökseydim, "Madam, sizi seviyorum!" Deseydim, ölseydim!

-26-

Bir düş gördüm: parıldayan Ay ve yıldızlar üzgündü;

 Çekti beni bir el, uzaklara Sevgilimin şehrine götürdü.

Evinin önüne vardım, Öptüm taş basamakları: Değmişti etekleri kaç kez, Değmişti minik ayakları.

Çok soğuktu ta_şlar, Uzundu, soğuktu gece;

 Bakıyordu ay-parlak Solgun bir yüz pencerede.

-27-

Ne ister benden Gözümde bu tek damla?

 Karartıyor bakışımı,

Eski günlerden kalma.

Pırıl pırıl kardeşleri vardı, Aktı gitti hepsi,

Acılarım, sevinçlerimle Gecede, rüzgarda.

Acıları,   sevinçleri Kalbime gülümsemişlerdi O mavi yıldızlar

Sis gibi onlar da eridi.

Aşkım, aşkım da boş bir soluk Gibi dağıldı gitti;

Ey geçmişten kalan tek damla Sen de ak git haydi!

-        28-

Güzün solgun yanmayı

Bakıyor bulutlardan;

Kilise mezarlığında sessiz,

Rahip evi, bir başına.

Anne, İncil okumakta,

Oğul dalmış, ışıkta gözleri,

Uykulu geriniyor abla,

Konuşuyor kız kardeşi:

"Allahım, geçmiyor günler,

Burası ne de ıssız!

Birini gömmeye geliyorlar,

Bir şeyler görüyoruz."

Anne, gözleri kitapta:

 "Yanılıyorsun,

Yalnız dört kişi öldü

Mezarlık kapısı yanına

Babanı gömdük gömeli."

Esniyor büyük  kız: "Yanınızda açlıktan ölmek - Konta gideceğim yarın, Tutkundur o, zengindir pek."

Başlıyor oğlan gülmeye: "Meyhanede üç avcı zilzurna, Altın yapıyorlar,

Öğretecekler bana da."

Anne, oğlanın zayıf yüzün-=: Doğru sallıyor  İncil'i: "Aliahtan korkmaz, utan, Gidip haydut mu olacaksın!"

Pencerede bir tıkırtı,

Bir el, bir şey hatırlatmada: Dışarda siyah  cübbesiyle Ölü baba.

-        29-

Hava pek berbat: Yağmur, kar, fırtına;

Oturmuş, karanlığa bakıyorum Pencere kenarında.

Derken belirdi bir ışık, Yürüyor yavaş, titrek

Bir annecik, elinde fener, Geçiyor sokağı sallanarak.

Un, yumurta, yağ Aldı her halde, Sevgili yavrusuna Çörek yapacak.

Kız evde uzanmış koltuğa, Kırpıştırır ışığa uykulu gözlerini;

 Dalgalanır tatlı yüzünde

Saçları altın rengi.

-        30 -

Aşkın  acılarında Helak oluyormuşum, Başkaları grbi ben de

İnandım sonunda buna.

İri gözlü bebeğim Sonsuz  sevdiğimi seni,

Aşkın kalbimi kemirdiğini Sana her zaman söyledim.

Ama yalnızken konuştum Bunları, ıssız odamda;

 Sustum ah her zaman, Seninle olunca.

Kötü ruhlar vardı Bağlayan ağzımı;

Benim mutsuzluğum ah, Onlar yüzünden şimdi.

-        31 -

Beyaz zambak parmakların Öpebilsem bir daha,

Sıksam kalbimde, sessiz ağlayışlar İçinde erisem gitsem sonra!

Duru menekşe gözlerin Gece gündüz karşımda.

Bu tatlı mavi bilmecenin anlamı?

 İçimde bir tasa.

-32-

Tutkunluğuna

Hiç mi bir şey demedi?

 Aşkına bakışlarıyla

Hiç mi karşılık vermedi?

Gözlerine baktın da kızın Hiç mi ruhuna inemedin?

 Aziz dost, böyle işlerde Hani eşek de değilsin!

-33-

Karşılıklı sevda;

 ama ikisi de Gizledi ötekinden;

Bakıştılar haince İçin için erirlerken.

Ayrıldılar, düşte gördüler Ara sıra birbirlerini;

 Farkında değildiler, Çoktan ölmüşlerdi.

-        34-

Size acılarımdan dert yanınca Esnediniz, hiçbir şey demediniz;

 Onlardan zarif şiirler çıkarınca Övdünüz, iltifatlar ettiniz.

-        35 -

Şeytanı çağırdım, geldi, Seyrettim   hayranlıkla;

 Ne çirkindi, ne kötürüm, Sevimli, hoş bir adam,

Ömrünün en parlak yıllarında, Candan, nazik, görmüş geçirmiş. Usta bir diplomat,

Dinden, devletten konuşması yaman. Solgun biraz, buna da şaşılmaz: Sanskritçeyi ve Hegel'i öğreniyordu. En sevdiği şair Fouque imiş hala.

Artık eleştirmeyle uğraşmayacakmış, Bırakmış bu işi tamamen

Nineciği Hekate'ye

Benim hukuk çabalarımı övdü, O da uğraşmış eskiden.

Dostluğumdan pek memnunmuş;

 Başını salladı, sordu bir ara:

Biz sizinle daha önce

İspanyol elçiliğinde tanıştık galiba! Anlc:dım, eski ahbabım,

Yakından yüzüne bakınca.

-36-

İnsanoğlu, şeytanla alay etme, Kısadır ömrün yolu,

Ebedi lanetse

Ne hayal, ne kuruntu.

İnsanoğlu, öde borçlarını, Uzundur ömrün yolu,

Arada borç ver, ödünç ver gene, Hep verdiğin gibi.

-37-

Doğudan gelen üç kutsal kırc,I, Sordular köylerde, kentlerde: "Bethlehem'e  nereden  gidilir, Ey oğullar, ey kızlar?

"

Ne gençler    biliyordu, ne ihtiyarlar, Kırallar yollarına devam  ettiler;

 Altın bir yıldızın peşinden gittiler: Işıl ışıl gökte parlıyordu.

Vusuf'un evinin üzerinde

Durdu yıldız, kırallar içeri daldılar;

 Dana böğürüyor, bebek bağırıyordu, İlahiler okudu üç kutsal kıral.

-38-

Yavrucuğum biz çocuktuk, Küçük, şen iki çocuk;

 Girerdik tavuk kümesine, Samanlara sokulurduk.

Öterdik horozlar gibi, Gelip geçenler Duyunca sesimizi Öten horoz sanırlardı.

Avlumuzdaki sandıklara Sererdik bir güzel yaygı, Dayardık döşerdik, Evimizdi orası.

Yaşlı kedisi  komşunun Misafir gelirdi sık sık;

 Buyurun, oturun, hoş geldiniz! İltifatlar ederdik.

Sorardık hatırını, Dostça ağırlardık;

O gün bugün birçok yaşlı kediye Aynı şeyi yaptık.

Oturur, konuşurduk

Görmüş geçirmiş ihtiyarlar gibi;

 Dert yanardık: Bizim zamanımızda Her şey ne kadar iyiydi!

Muhabbet, sadakat, din iman Kalmadı artık dünyada;

Kahve ateş pahası, Kimde  var  ki  para! -

Geçti gitti çocuk oyunları, Her şey geçti gitti -

Para, dünya, o günler, İman, sadakat. sevgi.

-39-

Kalbim daralmış, özleyerek Anıyorum geçmiş zamanı;

 Ferahtı henüz dünya, İnsanlar rahat yaşardı.

Şimdi her şey_ alt üst sanki, Bir eziklik, bir çöküntü!

Tanrı öldü yukarda, Şeytan aşağıda ölü.

Kasvetli, bulanık her şey, Soğuk, çürük, karman çorman;

 Birazcık sevgi de olmasa

Ne  yapardı insan?

-40-

Ay karanlık bulutlardan doğru Pırıl pırıl süzülürken,

Aydın bir görüntü karşımda Karanlık geçmişlerden.

Herkes güvertedeydi, Gidiyorduk Ren'de gururlu;

 Yaz yeşili kıyılar

Akşam güneşinde ışıldıyordu.

Oturmuştum düşünceli, güzel-şirin Bir hanımın ayakları dibinde;

 Oynaşırken altın kızılı güneş Solgun sevimli yüzünde.

lavtalar çalıyor, gençler Şarkı söylüyordu, sevinçli;

 Açıldı ruhlarımız,

Gök mavileşti.

Bir masalda gibi geçiyordu Dağlar, şatolar, orman, vadi - Parlar gördüm o güzel kadının Gözlerinde ben bütün bunları.

-        41-

Sevgilimi gördüm düşümde, Yılgın, çileli bir kadın;

 Solmuş çökmüş, eskiden Benzeriydi baharın.

Bir çocuk kucağında, Birini elinden tutmuştu;

Üstünde başında, bakışlarında Belliydi kederi, yoksulluğu.

Kaykıla doğrula çarşıdan geçiyordu, Birden beni gördü, baktı yüzüme;

 Ona şunları söyledim,

İçim acıyla doldu:

"Gel, evime gidelim, Bak, solgunsun, hasta... Çalışır ederim,

Yer, içersin yanımda.

Çocuklara da bakarım, Ne aç  korum, ne açık;

Ama önce seni düşünmeliyim, Zavallı, talihsiz çocuk!

Seni sevmiş olduğumu Söylemem hiç sana, Ancak öldüğün vakit Ağlarım mezarında."

-42-

Aziz dost! Neye yarar,

Boyuna söylersin, bu beylik şarkı?

 Hep kuluçkada mı olacaksın, Altında eski sevda yumurtaları?

Ah bu sürekli gözetleme!

Çatlar kabuklar, civcivler çıkar,

Cik cik, kanat çırpar, uçuşurlar, ve sen Kapatırsın onları bir kitapçık içine.

-43-

Sabredin,

Eski kederlerin ezgilerinden Bazıları duyuluyorsa hala

En yeni şarkılarda.

Bekleyin, erir gider zamanla Acılarımda yankı, ve açar İyileşmiş kalplerde yeniden Şarkılardan bir bahar.

-44-

Kullanıp aklımı, bütün çılgınlıklardan Vakti artık, kurtulmanın;

Bir aktör oldum bunca zaman, Seninle komedi oynadım.

Gösterişli kulisler boyalıydı Eski, romantik stilde;

 Şövalye pelerinim sırmalı Duygularım pek ince.

Saçma sapan çocukluklardan Artık arınıyorum ya,

İçimde gene de mutsuzluk,

Şimdi de komedi oynuyorum adeta.

Allahım, ,geçenleri içimden,

Varmadan bilincine, şaka gibi  söyledim;

 Ben kendi bağrımdaki ölümle boğuşurken. Ölen savaşçı rolündeydim.

-        45 -

Kıral Wiswamitra'da Ne dur var, ne durak;

Savaşır, çile çeker, niyeti Wasischta'nın ineğini almak.

Ah, kıral Wiswamitra, Öküzsün sen, öküzün biri! Savaşlar, çileler, bunca eziyet Bir inek için, öyle mi?

-46-

Üzme kendini, kalbim, Katlan kaderine;

Kışın senden aldığını Bahar verir gene.

Güzel daha bu dünya, Şurda ne kaldı?

Durma sev, kalbim, Her hoşlandığını.

-47-

Sen bir çiçeği andırıyorsun, Güzel, temiz ve duru;

Ne zaman baksam sana, Kalbim hüzünle dolu.

Koysam ellerini başına, İçimde dua eden bir duygu;

 Tanrı bağışlasın seni

Güzel, temiz ve duru.

-48-

Yavrum, bu senin felaketin olurdu;

 Sevgili kalbinde benim için Parlamasın asla aşk ateşi,

Diye  çalıştım doğrusu.

Ah, pek d     kolay başardım diye bunu, İçimde ince bir hüzün;

Bazan düşünürüm hani, Beni hiç mi sevemezsin?

-        49-

Gece yatağa girerim, Düşer başım yastığa;

 Sevimli tatlı görüntü Belirir karşımda.

Rahat uyku gözlerimi Kapar kapamaz daha, Girer düşlerime

Bu  hayal, yavaşça.

Sabahları rüya ile beraber Eriyip gitmez hem öyle;

 Kalbimde bu sefer,

Bütün gün gene benimle!

-        50 -

Minik  ağzı   kırmızı, Tatlı, aydınlık gözleri;

 Sevgilim, küçüğüm, Düşünüyorum hep seni.

Ne uzun kış akşamı!

Yanında olsam, yanına otursam O küçük, aşina odada

Sohbet etsem seninle!

İsterdim dudaklarıma bastırmak Narin, beyaz ellerini;

ıslatmak gözyaşımla Narin, beyaz ellerini.

-        51-

Kar yığılsın dışarda, Kopsun bora, fırtına, Takırdasın pancur, cam, Ne yerinme, sızlanma... Sevdiceğim kalbimde, Gönlümde bahar sevinci.

-        52-

Kimi Meryem'e hayran,

Kimi ermişlere;

Güzel güneş, yalnız sana Tapmak isterim bense.

Öp beni, şad et beni,

Kızların içinde en güzel güneş, Güneşin altında en güzel kız, Lütfeyle, kerem eyle!

-        53-

Solgun yüzüm' sana duyurmuyor mu Aşk yüzünden çektiğim acıları?

Sanki mağrur ağzımdan beklediğin, Bir yalvarma çığlığı.

Ah, öyle onurlu ki bu ağız, Öper, şakalaşır sade;

 Eğlenir, takılır, alay eder Ölürken ben ıstıraplar içinde.

-        54-

Aziz dost, aşıksın, Çilesinde yeni acıların;

 Kararırken kafanın içi, Aydınlanmada kalbin.

Aziz dost, aşıksın, İtiraftan  kaçınsan  da,

Görüyorum bağrındaki yangın Gömleğinden dışa vurmada.

-        55 -

Seninle olmak istedim, Yanında dinlenmek;

 Çok işin varmış, Bırakıp gittin.

Dedim ki: "Ruhum, Kalbim senin tamamen!" Kahkahayla güldün

Bir reverans yaparak.

Çoğalttın daha da Duyduğum acıyı, aşktan;

 Çok gördün sonunda

Bir  veda  öpücüğünü.

Yok, öldürmem kendimi, Pek kötü bile olsa durum! Evvelce de geçti bunlar, Benim başımdan, gülüm!

-56-

Gözlerin safir senin, Şirin, baygın gözlerin,

Ah, üç kez  mutludur  o  adam, O gözler sevgiyle selamladıysa.

Pırlantadır kalbin senin, Soylu ışınlar yansıtan.

Ah, üç kez mutludur o adam, Işıkları sevginin, ona yansıdıysa.

Yakuttur dudakların senin, Olamaz daha güzelleri.

Ah, üç kez mutludur o adam,

O dudaklar seni sevdim dediyse.

Tanısam o bahtiyar adamı, Ah, bir bulsam,

Yeşil ormanda yalnız her halde Olurdu mutluluğundan.

-        57 -

Sevda sözleriyle yalandan Kalbine bağladım kendimi;

 Dolandım kendi ipliklerime, Şaka ciddiye döndü.

Çok haklısın gerçi,

Eğlenerek uzaklaşırsan benden;

 Yaklaşır cehennemin güçleri, Kıyarım canıma, cidden.

-        58 -

Dünya da, hayat da kırık kopuk - Bir Alman profesöre gideyim bari. O bilir hayatı birleştirmeyi,

Akla yakın bir sistem çıkarır sonra, Başında takye, sırtında hırka,

Tıkar, yamar dünyadaki delikleri.

-        59-

Kafa yordum uzun zaman, Ölçtüm biçtim gündüz gece;

 Bana bu kararı  aldıran, Güzel gözlerin, ne çare.

Baygın, zeki gözlerinin Parladığı yerdeyim  - Hiç aklıma gelmezdi Tekrar seveceğim!

-60-

Bu gece onlarda toplantı var, Evleri ışık içinde.

Aydınlık pencerede, yukarda Kımıldayan bir gölge.

Bir başıma, karanlıkta, aşağıda, Görmüyorsun beni;

Bakman imkansız daha da Karanlık kalbimden içeri.

Yaslı kalbim seviyor seni, Seviyor ve parça parça Titriyor, kanıyor

Sen görmüyorsun hala.

-61-

Bütün  çektiklerim Tek söze dökülseydi,

Şen rüzga:- güle oynaya Alıp götürseydi.

Acı dolu o sözü İletseydi rüzgar sana;

 Duysaydın her saat, Duysaydın her yerde.

Yumunca uykulara Geceleyin gözlerini;

 En derin düşlerine,

Sözüm peşinden gelirdi.

-62-

İnciler, elmaslar,

İnsan ne dilerse hepsi elinde senin, Gözlerin en güzeli sende -

Gülüm, daha ne istersin?

O güzel gözlerine bir ordu Kurdum ben de şarkılardan, Ölümsüz şiirlerdesin - Gülüm, daha ne istersin?

O güzel  gözlerinle Ne çok acı çektirdin,

Öldürdün, bitirdin beni - Gülüm, daha ne istersin?

-        63-

İlk seven, mutsuz da olsa, Bir tanrıdır bence;

İkinci  kez  sevenler, Ümitsizse bu sevgi, aptaldır.

Ben böyle bir budala, karşılıksız aşka Tutuldum yeniden;

Güneş, ay gülüyor, yıldızlar beraber,

Ben  de gülüyorum -         bir yandan ölürken.

-64-

Bana öğüt verdiler, akıl verdiler, Şereflere, şanlara boğdular beni;

 Bekle hele! dediler,

Sözde korudular beni.

Böyle koruyadursunlar, Yetişmeseydi bir yiğit, Destek olmasaydı bana, Geberirdim açlıktan.

Mert adam! Aç bırakmadı beni! Hiçbir zaman unutamam!

Ne yazık, öpmem imkansız onu! Ben'im çünkü bu adam.

-        65 -

Bu kibar gence

Hayran olunsa az ne kadar;

 Sık sık ziyafet çeker bana İstridye, şarap, likör.

Zarif ceket, pantolon mum gibi, Daha da hoş kıravat;

Uğrar her sabah,

Hal hatır sorar bana.

Yaygın şöhretimden söz açar, Zarifliğim,  nüktelerim;

 Hamarat, işgüzar

Hizmetime koşar.

Geceleri toplantılarda Yüzünde hayranlık, Kibar hanımlar önünde Okur yüce şiirlerimi.

Ah ne bahtiyarlık,

Böyle bir genç bulmak hala;

 Gün gün iyiler

Yok olurken çağımızda.

-66-

Tanrı olmuşum düşümde, Gökyüzüne kurulmuşum;

 Çevremde melekler Överler şiirlerimi.

Çil çil liralar isteyen

Pastalar yiyormuşum, şekerlemeler;

Ala içkiler içiyormuşum, Yok hiç borcum kimseye.

Ama canım sıkılıyordu çok, Yeryüzünde olsam diyordum;

 Tanrı olmasaydım

Şeytan olurdum.

Sen uzun boylu melek Cebrail, Düş yollara, var git,

Aziz dostum Eugen'i Al getir gökyüzüne!

Kurullarda arama,

Şarap bardağı başındadır;

 Kiliselerde arama,

Matmazel Meyer'in yanındadır.

Açtı kanatlarını melek, Uçtu yeryüzüne doğru;

 Buldu getirdi  yukarıya O haylaz dostumu.

Hey ahbap, tanrıyım ben, tanrı, Yeryüzü benim emrimde!

Söylemez miydim sana, bir şeyler Olacağım günün birinde!

Mucizeler yaratıyorum her gün, Hayran ol, sen de seyreyle!

Eğlen, sevin bugün, bak Berlin'i mutlu edeyim de!

Sokaklarda kaldırım taşları Bölünsün ikiye,

Her taşta taze, parlak Bir istridye.

Bir limon yağmuru, şebnem gibi Serpilsin Üzerlerine,

Aksın oluklardan En ala Ren şarabı.

Ne kadar sevinir Berlin'liler, Başlarlar atıştırmaya;

Sayın yargıçları mahkemenin, Habire içerler.

Ne kadar sevinir şairler,

Bu şölen sofrasında tanrıların! Teğmenler, subay adayları Yalarlar sokakları.

Teğmenler, subay adayları En akıllıları bunlar;

Her gün olmaz bugünkü mucize, Diye düşünür dururlar.

-        67 -

Temmuzdu, ayrılmıştım sizden;

 Geldim aylardan ocakta.

O zaman çok sıcaktı, siz sereserpe;

 Şimdi üşüyorsunuz, donmuş hatta.

Giderim gene yakında, ve dönerim yeniden;

 Gene bulurum sizi;

 ne terli, ne üşümüş.

Yolum geçer yattığınız mezarlıktan, Kalbim yoksul, perişan.

-68-

İtti güzel dudaklar, güzel kollar itti, Sarmışken sımsıkı, uzağı:ı beni!

Bir gün daha kalmak isterdim, atlarıyla Posta tatarı çıkageldi.

Hayat budur, y3vrum! Feryatrır boyuna, Vedalaşmadır, ayrılıştır sürekli!

Koparıp atmadı mı kalbimi kalbirı,

,L\lıkoyabildi mi gözlerin beni?

-69-

Bütün gece ışıksız

Posta arabasında yol aldık, Yaslanarak birbirimize Gülüştük, şakalaştık.

Sabah, yavrum, bir de baktık Aşk, gözleri kör o yolcu Oturmuyor mu aramızda, Şaşırdık, kaldık.

-        70 -

Hay Allah, nereye yerleşti Bu çılgın aşifte:

Söverek yağmura yağışa Koşuyordum şehrin sokaklarında.

Meyhane meyhane Arandım durdum,

Kaba saba garsonlara boş yere Bir bir sordum.

Derken onu  pencerede  gördüm, El etti, çağırdı, gülüşü mutlu. Kızım, ben nerden bilirdim senin Bu şahane otelde olduğunu?

-71-

Esrarlı rüyalar gibi Evler uzun bir sıra;

 Sessizce yürüyorum, Sarılmışım paltoma.

Katedral kulesinde  saat Demin vurdu  on  ikiyi;

 Hoşluğu, güzelliği, öpüşleriylG Bekliyor beni, sevgili.

Yol arkadaşımdı ay, Fenerim oldu dostça;

 İşte evinin önündeyim,

Sevinçle seslendim yukarıya:

"Çok teşekkür, eski dost Aydınlattın yolumu;

Seni  fazla  tutmayayım, Götür başka yerlere nurunu!

Bulursan bir sevdalı, Dertli bir aşk garibi, Var git onu teselli et,

Eskiden beni ettiğin gibi."

-72-

Evlendik, diyelim karımsın, Herkes kıskanır seni;

 Zevkler, hazlar, güzelim, Geçer günlerin sevinçli.

Diyelim şirret çıktın, Sabırla katlanırım;

Ama şiirlerimi beğenmezsen, Senden ayrılırım.

-        7.3 -

Akpak omuzlarına Yasladım başımı, Gizlice dinleyebilirim Kalbinin özlemini.

Mavi üniformalı süvari erleri Borular çc.lcırak giriyorlar kapıdan;

 Canımın içi sevgilim

Yarın ayrılacak benden.

İstersen yarın bırak beni, Bugün henüz benimsin ya;

 İki kat mutlu olayım

O güzel kollarında.

-74-

Mavi  üniformalı   süvari   erleri Borular çalarak çıkıyorlar şehirden;

 İşte geldim, sevgilim, getirdim se.na Bir gül demeti.

Bir patırtı, bir  kıyamet! Bir felaket, savaş kıtaları!

Hatta senin küçük kalbinde Kimler konaklamadı!

-        75 -

Ben gençlik yıllarımda da Aşk ateşinden

Çektim bazı acılar. Fakat odun pahalıdır,

Ve ateşin sönmek istemesi İnan ki, iyidir.

Düşün bunu, genç güzel kız, Bırak aptalca ağlamayı,

Aşkın saçma kaygılarını bırak. Hayatın kurtuldu ya,

Unut eski sevdayı, İnan ki, kollarımda.

-76-

Gerçekten düşman mısın bana böyle, Değiştin mi büsbütün sahi?

Herkese söyleyeceğim, Bana ettiklerini.

Ah ey nankör dudaklar Nasıl kötülersiniz,

Sizi o günlerde

_Aşkla öpen birini?

-77-

Al gözler  o  gözler  gene,

Bir zamanlar selamlardı beni candan;

 Dudaklar o dudaklar,

Hayatımı  tatlandıran.

Ses de o ses, bir zaman Doyamazdım duymaya!

Yalnız, ben eski ben değilim, Değişmiş döndüm yurduma.

Beyaz, güzel kollcırla Sarılmış sımsıkı, sevdalı

Yatıyorum şimdi onun yanında Neşesiz, tascılı.

-78-

Siz beni binde bir anladınız, Ben de öyle, çok az, sizi;

 Çirkeflerde buluştukça yalnız, Anlıyorduk hemen birbirimizi.

-        79-

Hadımlar beğenmediler Ben şarkıya başlayınca;

 Sızlandılar, dediler:

Senin sesin kalın, ·kaba.

Nazlı, sırça, incecik Seslerini yükselttiler;

 Kristal gibi ezgiler Söylediler nazik, kibar.

Aşk özlemlerini şakıdılar, Aşkı, boşalışları;

Sanat hazzıydı bu, bayanlardan Aktı sel gibi gözyaşları.

-        80 -

Salamanca surlarında Hava yumuşak, ılık;

 Yanımda sevgili Donna, Yaz akşamı geziyorduk.

Güzelimin ince  beline Kemer olmuş kolum benim;

Göğsünün mağrur dolgunluğu Üzerinde mutlu elim.

Esti  geldi   ıhlamurlardan Çekingen bir mırıltı,  ne  çare;

 İlerde  değirmenin  deresi   ' Korkulu hayaller fısıldadı kalbe:

"Ah, Sennora, bir sezgi:

Gün gelir, sürerler beni buradan;

 Salamanca surlarında

Biter gezintiler o zaman."

-        81-

Komşumdur Don Henriquez, Güzel Adam da derler ona;

 Yan yana odalarımız,

İnce bir  duvar arada.

Salamanca hanımları hayran: Mahmuz şakırdatarak, bıyık burarak, Yanında köpekleri

Caddelerden geçtikçe o.

Ama sessiz akşam saatleri Kapanır odasına bir başına, Gönlünde tatlı hayaller Ellerinde gitar.

Tıngırdatır telleri titreyerek, Dalar hülyalarına -

Gitar gıcırtıları, sayıklamalar Bir mahmurluk verir bana.

-        82-

Daha ilk bakışmada sesinden, gözlerinden Kanın kaynadı bana, anladım;

Annen olmasaydı, zalim annen, Hemen öpüşürdük sanırım.

Yarın gene bu şehirden ayrılırım, Savuruyor kader beni oradan oraya;

Ben giderken pencereden bakar kumralım, Ben de onu selamlar, bakarım yukarıya.

-        83 -

Güneş doğdu dağların ardından, Kuzu çıngırakları, uzakta;

Sevgilim, kuzucuğum, güneşim, mutluluğum Görseydim seni bir daha!

Umarak, aranarak bakıyorum yukarıya - Buralardan gidiyorum, hoşça kal, yavrum! Boşuna! Kımıldamıyor perdeler;

Uyuyor -       görür mü ki beni rüyasında?

-84-

Halle'de pazar yerinde İki büyük aslan.

Ah yazık, sizi nasıl Uysallaştırdılar!

Halle'de pazar yerinde Dev gibi bir adam.

Elinde kılıcı, kımıldamıyor, Taş kesilmiş korkudan.

Halle'de pazar yerinde Bir koca kilise.

Genç yaşlı şehir halkı Orada dua etmede.

-        85-

Çökmüş yeşil çayırlara, ormana Akşam karanlığı yazın;

Mavi gökten altın ay Serpiyor nurların.

Ötüyor cırcırlar dere boyunda, Sularda bir kıpırdanış;

Yolcu bir şıpırtı duyuyor,

Ve sessizlikte bir soluk alış.

Orda, yıkanıyor derede Güzel peri bir başına;

 Parıldıyor kolları, ensesi Akpak, güzel, ay ışığında.

-86-

Çöktü yabancı yollara  gece  - Kalbim hasta, ayaklarım yorgun;

 Derken aktı sessiz bir rahmet gibi, Tatlı ay, gökten senin nurun.

Tatlı ay, ışınlarınla

Kovuyorsun gecenin dehşetini;

 Akıp gidiyor kaygılarım, Toplanıyor gözlerimde çiy.

-        87 -

Bunaltıcı bir gün hayat, Serin bir gece ölüm.

Karanlık basıyor, uyku basıyor, Gün boyu fena yoruldum.

Yatağımın üzerinde bir ağaç, Dallarında şakıyan bir bülbül, yeni. Duyuyorum  düşlerimde   bile, Şakıdığı katıksız sevgiyi.

-88-

Söyle nerde o güzel sevgilin?

 Güçlü, büyülü alevler

Tatlı, hoş sarmışken kalbini, Ona ne şiirler söylerdin!

Söndü gitti o alevler,

Kalbim soğuk, üzgün, bulanık;

 İçinde aşkımın külleri,

Bir kap, bir vazo bu kitapçık.

TANRILARIN ŞAFAĞI

Rüzgarları ipek, kokuları ıtır,

Altın ışınlarıyla bu gelen mayıstır, Beyaz çiçeklerinde dost bir çağrı,

Yüzlerce mor menekşe gözünde selamları, Yayılıyor çiçekli yeşil halılarda

Gün ışığı ve sabah çiyleriyle dokunmuş, Sesleniyor sevgili insanoğullarına.

Saf kimseler ilk çağrıya uyuyor, Nanking pantolonlarıyla erkekler Pazar ceketleri parlak, altın düğmeli, İffot rengi beyaz, kadınların giysileri, Baharlık bıyıkları gençlerin burma, Taşmış genç kadınların göğüsleri, Ceplerinde şehir şairlerinin

Kalem, kağıt ve  dürbün - dalga dalga ilerliyor kalabalık, şehrin kapısına

Ve konaklanıyor yeşil çimenlerde, Ağaçların hamaratlığına hayran, Oynaşıyorlar renk renk zarif çiçeklerle, Kulakları şen kuşların ötüşünde, Çadırında mavi göğün sevinç sesleri.

Bana da geldi mayıs. Üç kere vurdu kapıma, Seslendi: "Ben  mayıs,  ey  solgun  yüzlü Hülya adamı,  gel,  bir  öpeyim  seni!" Açmadım kapımın sürgüsünü, seslendim: Boşuna çağırma beni, ey hilekar misafir!

Gördüm iç yüzünü, anladım dünyanın Düzenini, çok baktım, anladım çok şeyi Derinden;

 geçmiş ola bütün hazlar, Yerleşti kalbime ebedi acılar.

Katı,  taş  kabuklardan  girip  içeri, Baktım evlerine, kalplerine insanların, Gördüm yalan dolan, sefalet.

Okudum yüzlerde düşünceleri

Daha da kötü. Kızaran yüzlerinde kadınların Gizli istekler tutkuyla titriyordu;

Coşkun, gururlu gençlerin başlarında Alacalı, çıngıraklı külahları gördüm;

 Yalnız soytarılık, halsiz bitkin gölgeler Gördüm yeryüzünde;

 bilmem ki Tımarhane mi, hastane mi bu dünya?

 Gördüm kocamış dünyanın iç yüzünü, Bir  kristal  gibi,  ve  gördüm   dehşeti: İç açan yeşille örtmek için mayısın

Boşa uğraştığı dehşeti. Ölüleri gördüm, Dar tabutlarda yatan ölüleri:

Elleri katlanmış, gözleri açık,

Ak kefenler, beyaz yüzler ve ağızlardan Girip çıkan sarı sarı börtü böcek.

Gördüm: oğul, yanında oynaşı,

Gönül eğliyordu babasının mezarında;

 Alaylı şarkılar şakırken bülbüller, Gülerken uysal kır çiçekleri sinsi, Kımıldıyordu ölü baba,  mezarında  - Ve ihtiyar toprak ana, ürperdi acıyla.

Ben bilirim çektiklerini, biçare dünya, Gördüm bağrını oyan ateşi,

Nasıl kanıyordu yüzlerce damarın;

 Gördüm nasıl deşilmiş yaraların

Ve  boşanmış  alev,  duman, kan  -       gördüm. İnatçı, azman oğullarını sonra, çıktı

O rezil, eski çete, karanlık boğazlardan, Sallayarak kızıl çıraları ellerinde, Dayadılar demir merdivenlerini, hırsla Fırladılar burçlarına gökyüzünün;

 -

Peşlerinden kara cüceler tırmandı, yukarda Çıtırtıyla yok oldu altın yıldızlar

Hoyrat ellerle sıyırdılar altın perdeyi

Tanrı otağından, ve düştü ağlaşarak yüzüstü Tertemiz, imanlı melekler saf saf.

Tahtında sararmış Tanrı,

Attı başından tacını, saçlarını yoldu Azgın sürü ilerledi daha da;

,L\zrrrnnlar fırlattılar kızıl çıralarını Uzak bölgelerine göğün, ve cüceler Alev kamçılarla kırbaçladı melekleri Acıdan iki büklQm kıvrandı melekler, Tutulup saçlarından fırlatıldılar.  - Kendi meleğim de gördüm içlerinde, Lepiska saçları, tatlı hatları,

Ebedi sevgi dudaklarında,

Mavi gözlerinde tanrısal mutluluk -

Ve çirkinliği korkunç, bir kara gulyabani, Rengi uçmuş meleğimi çekti aldı yerden, Asil  vücudum•,  sırıtarak  baktı  baktı, Sardı sonra şehvetle sımsıkı onu -

Ve çınladı boşlukta korkunç bir feryat, Yıkıldı sütunlar, çöktü dünya, çöktü gök, Çöktü yeryüzüne eski gece.

RATCLİFF

Rüya tanrısı beni bir kıra götürdü, "Hoş geldin!" dedi salkım söğütler Uzun, yeşil kollarıyla ve  çiçekler Baktı bana zeki kızkardeş gözleriyle;

 Cıvıltısı kuşların dost, aşina, Havlayışı köpeklerin tanıdık,

Sesler görüntüler eski ahbaplar gibi Selamladı beni;

 fakat gene de her şey Bir tuhaf, bir garip geldi bana.

Durdum köy tarzı süslü bir evin önünde, Kalbim telaşlıydı, sakin kafamın içi,

Gezi esvaplarımdan silktim tozu toprağı, Çaldı keskin, ince çıngırak, kapı açıldı. İçerde kadın erkek bir sürü tanıdık.

Hepsinde bir tasa, bir kaygı,

Gizli ürkek bir korku, bir tedirginlik, Başsağlığı diler gibi baktılar yüzüme,

Birden ben de bir ürperti duydum gönlümde, Bir felaket önsezisi adeta.

Tanıdım hemen yaşlı Margret'i,

Baktım soran bakışlarla, bir şey demedi, Sordum: Nerde Maria?

 Cevap vermedi. Tuttu yavaşça elimi;

 güzel, görkemli, Fakat üzerlerinde ölüm sessizliği, Aydınlık, uzun sofalardan geçirip

Loş bir odaya götürdü beni Ve gösterdi yüzü dönük, Sedirde oturan birini.

"Maria, siz misiniz?

" diye sordum, Şaşırdım fakat sözümdeki katılığa, Derken çınladı bir ses taş gibi:

"Herkes bana Maria diyor."

Bıçak gibi bir acıyla ürperdim birden;

 Bu oyuk ses, bu soğuk ses çünkü

Bir  zamanki  o tatlı sesiydi Maria'nın.

Ve bu kadın soluk leylak renkli bir giysiyi Savrukça geçirmişti eğnine, göğüsleri sarkık, Gözleri cam gibi, meşin gibi pörsük

Beyaz yüzünde, yanak kasları -

Ah, demek, bir zamanların o genç, güzel Tatlı, sevimli Maria'sıydı bu kadın! "Çoktandır gezi lerdeydiniz!" dedi;

Soğuk, ürkütücü bir teklifsizlik, sesinde. "Artık öyle zayıf değilsiniz, dostum, Sıhhatlisiniz, bel gergin, dolgun kalça Sağlamlık alameti." Baygın bir gülümseyiş Titreşti solgun dudaklarında.

Şaşkın perişan bir şeyler söyledim: "Duydum, evlenmişsiniz, öyle mi?

" "Ha, evet!" dedi kayıtsız, gülerek:

"Ağaç bir bastonum var, meşin kaplı, Kocammış, fakat odun odundur!" Ruhsuz bir sesle güldü düşmanca;

İçimden soğuk bir korku geçti,

Ve bir şüphe sardı beni: Bunlar Maria'nın Çiçek kadar masum dudakları mı?

Doğruldu yerinde, kalktı, iskemleden Atkısını aldı, boynuna sardı,

Asıldı koluma, çekti beni Evin açık kapısından dışarı

Ve sürükledi tarlalara, kırlara.

Kırmızı parıltılarla güneş çarkı İniyordu aşağı, eflatunlar serpiyordu Ağaçlara, çiçeklere, ırmağa;

Uzakta heybetli,  ağır  akıyordu  ırmak. "Mavi suda altın bir göz yüzüyor kocaman, Görüyor musun?

" dedi Maria,  telaşla. "Sakin ol, zavallı!" dedim, baktım:

Alaca ışıkta masalımsı bir doku: Tarlalardan yükselen sisli görüntüler Beyaz yumuşak kollarla kucaklaşıyor,

Menekşeler kibar nazlı bakışıyor, zambaklar Özlemle eğiliyorlardı birbirlerine;

İhtiraslı alevler parlıyordu güllerde, Tutuşmak istiyordu meltemde karanfiller;

 Yüklüydü çiçekler tanrısal kokularla, Sessiz sevinç yaşları döküyordu hepsi;

 Sesleniyorlardı hazla: Sevgi! Sevgi! Sevgi! Kelebekler uçuyor, ışıl ışıl böcekler Söylüyordu peri şarkıları;

Akşam yelleri fısıldaşıyor, meşeler Hışırdıyor, tatlı baygın şakıyordu bülbül Fısıltılar, hışırtılar, şarkılar arasında Ruhsuz, soğuk ve saçma, konuşuyordu Koluma asılmış, solgun Maria:

"Şatoda ne yaparlar geceleri, biliyorum:

232


O uzun gölge ahmağın biridir, Herkese baş sallar, boyun eğer;

Mavi ceketli, bir melektir;

 ama kızıl saçlı, Parlak kılıçlı, onların  can  düşmanı!" Ordan burdan, akıl ermez bir sürü şey Söyledi durdu, sonra yoruldu,

Yaşlı meşe altındaki yosunlu banka Oturdu benimle.

Oturduk yan yana, sessiz üzgün, Bakıştıkça çoğaldı üzüntümüz.

Meşe, can çekişen biri gibi hırıldıyordu, Şakıyordu bülbül, can evinden yaralı;

 Yapraklardan sızan kızıl ışınlarsa

Beyaz yüzüne parıltılar yayıyor ve donuk Gözlerini tutuşturuyordu Maria'nın;

O eski baygın sesle konuştu genç kadın: "Nasıl bildin bu kadar zavallı olduğumu?

 Çılgın şiirlerini  okudum  geçende." Bağrımda buz gibi bir duygu, ürperdim Kendi çılgınlığımdan, geleceği görmüştüm, Zihnimde karanlık düşünceler,

Uyandım dehşet içinde.

DONNA  CLARA

Dolaşıyor bahçede akşam vakti Belediye  başkanının   kızı;

 Davul boru sesleri

Şatodan gelen yankı.

"Sıkıyor beni danslar, İltifatlar aygın baygın;

 Beni güneşe benzeten Şövalyeler, çıtkırıldım.

Ay ışığında ezgileri Çekti beni pencereye:

O şüvalyeyi gördüm göreli Katlanamıyorum hiçbirine.

İnce, uzun, yiğit duruyordu, Solgun, soylu yüzünde gözleri İki ışık pınarı -

Sankt Georgen'e benziyordu."

Bunları düşündü Donna Clara Ve baktı önüne;

Kaldırdı başını, ne görsün, Karşısında güzel, meçhul şövalye.

El ele, sevgiler fısıldaşarak Gezindiler  ay  ışığında;

 Okşar gibi esiyordu meltem, Masalların selamı güllerde.

Güllerde masalların selamı,

Aşk elçileri gibi kızarmış güller - "Fakat, söyle güzelim, birdenbire Yüzün böyle neden kızardı?

"

"Sivrisinekler soktu, sevgilim;

 Öyle nefret ederim ki

Yaz ayları onlardan, Yahudi  çeteleri  sanki."

"Bırak  sinekleri,  yahudileri!" Dedi şövalye okşayarak;

 Düşüyordu badem ağaçlarından Beyaz, yüzlerce yaprak.

Beyaz, yüzlerce yaprak Saçıyordu kokularını - "Fakat söyle güzelim, Kalbinde başkası var mı?

"

"Ben seni seviyorum, sevgilim, And içerim İsa'ya;

O İsa'yı ki yahudiler Öldürdüler alçakça.


"Bırak İsa'yı, yahudileri!" Dedi şövalye okşayarak;

Uzakta ışıklar içinde bir sürü, Rüyada gibi, beyaz zambak.

Işıklar içinde bir sürü zambak Bc,kıyordu yıldızlar2 yukarı "Fakat, söyle güzelim,

Ettiğin yemin gerçek mi?

"

"Bende hiç yalan yok, sevgilim, Nasıl ki bağrımda tek damla kan Yoksa ne pis yahudiler,

Ne de zencilerden.

"Bırak zencileri, yahudileri!" Dedi şövalye okşayarak

Ve götürdü Başkanın kızını: Mersin dallarından bir çardak.

Yumuşacık bir sevda ağıyla Sardı onu gizlice;

Kısa konuşmalar, uzun öpüşler, Kaynaştı kalpler iç içe.

Bir düğün şarkısı gibi

Tatlı baygın şakıyordu bülbül;

 Kalkmış gibi meşalelerle dansa, Sekiyordu toprakta ateşböcekleri.

Sessizleşti çardak, Duyulmada gizli, hafif Fısıltısı akıllı mersinlerin

Ve çiçeklerin soluması ancak.

236


İşitildi şatodan ansızın Davul, boru sesleri.

Sıyrıldı kollarından şövalyenin, Clara, uyanarak.

"Dinle sevgilim, beni çağırıyorlar, Fakat ayrılmadan önce,

Bunca zaman sakladığın O güzel adını söyle!"

Neşeli, gülümsedi şövalye, Clara'nın parmaklarından öptü, Öptü dudaklarından, alnından, Söyledi sonunda şu sözleri:

"Ben, Sennora, sevgiliniz, O herkesin övdüğü Saragossa'lı ünlü hukukçu Yahudinin oğlu."

ALMANSOR

-1-

Cordova katedrali Sütunlar bin üç yüz, Bin üç yüz koca sütun

Tutar muazzam kubbeyi.

Sütunlarda, kubbede, duvarlarda Yukardan aşağı iner

Çiçek çiçek, zarif, iç içe Kur'andan arapça ayetler

Allah'ı ta'zim için yaptırılmış Mağribi sultanlarınca bina;

 Değişmiş fakat çok şey Zamanın karanlık akışında.

Ezan okudukları minarede Vaktiyle müezzinlerin, Mahzun uğultularla şimdi Hıristiyan çanlarının yankısı.

Hutbe okudukları mimberlerde Vaktiyle imamların,

Gösterir şimdi dazlak rahipler Yavan mucizesini ayinlerin.

Bir kıvranış, çırpınıştır bu: Mumların yanışı aptal aptal, Alaca bulaca kuklalar önünde

Höykürmeler, tütsüler, çıngıraklar.

Cordova katedralinde Almansor bin Abdullah Seyretti sessizce sütunları, Mırıldandı sonra:

"Muazzam  sütunlar,  siz   ki Allah'ı ta'zim içindi süslenmeniz, İğrenç hıristiyanlığa şimdi

Köle gibi boyun eğdiniz!

Zamana uyun,

Taşıyın yükünüzü sabırla;

 Ah, güçsüzler daha kolay Gösterir kadere rıza."

Yüzünde bir parıltı, Cordova katedralinde Eğdi başını Almansor Süslü vaftiz kurnasına.

-2-

Çıktı acele, katedralden, Atladı hırçın atına;

Nemli saçları, şapkasının tüyleri Uçuşuyordu rüzgarda.

Alcolea yolu boyunca Guadalquivir ırmağı, Kokulu portakallarla Beyaz bademlerin açtığı.

Ağzında ıslık, şarkı, gülüş, Vardı oraya neşeli  atlı;

 Paylaştı sevincini bir sürü kuş Ve ırmağın gür suları.

Alcolea sarayında Clara de Alvares,

Navarra'da dövüşmekte babası, Memnun azalmış baskıdan.

Duydu uzaktan Almansor Davul, boru seslerini;

 Görüyordu ağaçlar arasından Saray ışıklarını.

Alcolea sarayında

On iki kibar bayan dans ediyor Ve on iki şövalye,

Hepsinden güzel de Almansor.

Kanatlı gibi keyfinden, Uçuyor salonda, Komplimanlar, iltifatlar Saçıyor bayanlara.

Öpüp lsabelle'nin güzel ellerini Koşuyor acele,

Oturuyor Elvire'nin  önüne Gözleri neşeli, kızın gözlerinde.

Soruyor Leonore'ye:

"Hoşunuza gidiyor muyum bugün?

" Üstündeki pelerine takılı

Altınhaç nişanları gösterip.

"Kalbimdesin, emin ol!"

Her bayana böyle dedi Almansor, "Hıristiyanlığıma yemin ederim!"

O akşam otuz kez yemin etti Almansor.

-3-

Eridi Alcolea  sarayında Yankısı eğlencenin, müziğin;

 Kibar baylar, bayanlar çekildi, Söndü ışıklar.

Kaldı salonda baş başa Almansor'la Donna Clara;

 Serpiyordu ikisi üzerine ışığını son lamba.

Donna Clara koltukta oturuyordu, Taburede şövalye;

Yorgun, uykulu başı Sevgilisinin dizlerinde.

Koyu kumral saçlarına Almansor'un, Döküyordu Clara, şefkatli, dalgın, Küçük, altın bir şişeden gülyağı - Derinden iç çekmesi Almansor'un.

Koyu kumral saçlarına Almansor'un, Konduruyordu Clara, şefkatli, dalgın, Yumuşak ağzından tatlı öpüşler - Gölgeleniyor alnı Almansor'un.

Koyu kumral saçlarına Almansor'un Döküyordu Clara şefkatli, dalgın, Duru gözlerinden bir yaş seli - Titriyor dudakları Almansor'un.

Ve bir rüya görüyordu Almansor: Düşmüş başı önüne, ıslak gene, Katedralinde Cordova'nın,

Karanlık sesler geliyordu kulaklarında.

Duyuyordu yüksek, koca sütunların Sıkıntılı,   öfkeli   mırıldandığını;

 Artık kaldıramıyordu direkler Sarsılıyor, sallanıyordu.

Derken  çöktü   sütunlar, Betbeniz kül gibi, rahipler, halk;

 Ağlaştı  hıristiyan   tanrılar, Kubbe yıkılmıştı çatırdayarak.

KEVLAAR ZİYARETİ

-1-

Anne pencere önündeydi, Oğlu yatakta, hasta. "Kalkmaz mısın, Wilhelm, Ayin alayına bakmaya?

"

"Çok hastayım anne,

Görmüyor, duymuyorum;

 öldü Gretchen, Sızlıyor kalbim

Hep onu düşünmekten."

"Kalk gidelim Kevlaar'a, incilini,  tespihini   al;

 Senin hasta kalbini Tanrının annesi iyi eder."

Okunmada ilahiler,

Dalga dalga kilise sancakları;

 Ren üzerinde Köln'den Geliyor ayin alayı.

Anne, oğlunu yediyor Kalabalığın peşinde;

"Sanadır hamdimiz Meryem Ana!" Söylüyorlar koroyla birlikte.

Kevlaar'da Hazreti Meryem, Üstünde en güzel giysileri;

 Çok işi vardı o gün,

Pek çok hasta gelmişti.

Adaklar getiriyor, Sunuyordu hastalar;

 Mumdan yapılmış Ayaklar, eller.

Mumdan bir el adayanın Yarası geçiyordu elinde;

 Mumdan bir ayak adayanın İyileşiyordu hasta ayağı.

Koltuk değneğiyle gelenler Şimdi ip üstünde oynuyordu;

 Parmaklarından ümit kesilenler Şimdi keman çalıyordu.

Yürek biçimine soktu Aldığı mumu anne. "Dinsin acıların,

Sun bunu Hazreti Meryem'e!"

İçini çekerek aldı mum  kalbi Çocuk kutsal tasvirin önüne vardı, Gözlerinden yaşlar,

Yüreğinden kelimeler boşaldı:

"Tanrının temiz kulu, Ey yüce, kutlu kadın, Gökler kıraliçesi,

Beni bir sen kurtarırsın!"

Annemle Köllen'de Oturuyorum;

Büyük küçük yüzlerce Kilisesi olan bir yer.

Komşumuzdu Gretchen, Ama öldü şimdi -

Meryem Ana, sana mum kalp getiı-dim, İyileştir bağrımdaki yarayı.

Şifa ver benim hasta kalbime - Her zaman, ewel ahır

Sanadır hamdimiz, Meryem Ana, Candan dualarımız sanadır!"

-3-

Hasta oğulla annesi Uyurken küçük odalarında, Girdi içeri Hazreti Meryem Yavaş adımlarla.

Eğildi hastanın üzerine, Koydu  elini  usulca Çocuğun kalbine, şefkatli Gülümsedi, uzaklaştı sonra.

Anne gördü olanları düşünde, Daha da fazlasını gördü;

 Uyandı uykusundan,

Köpekler havlıyordu.

Yatıyordu uzanmış, yatağında, Ölmüştü oğlu;

Solgun yanaklarında Aydınlık sabah kızılı.

Katladı ellerini anne, Yüreğinde garipsi duygularla Mırıldandı huşu içinde:

"Sanadır hamdimiz Meryem Ana!"

 

HARZ  DAĞLARI       GEZİSİNDEN

1824

ÖNDEYİŞ

Giysileri siyah, çorapları ipek, Beyaz, kibar kollukları,

Baygın konuşmalar, kucaklaşmak, öpüşmek - Ah, kalpleri de olsaydı!

Göğüslerinde kalpleri ve sevgi Olsaydı, sıcak sevgi, kalplerinde - t,h, öldürüyor beni, aşk acılarından O düzmece söyleşmeleri.

Dağlara çıkayım, dağlara, Temiz, saf  kulübeler Solur göğüsler rahatça, Hür rüzgarlar eser.

Dağlara çıkayım, dağlara;

 Çağıldar dereler, kuşlar öter, Loş çcımlar uzanır göklere,

Uçar mağrur bulutlar üstlerinden.

Hoşça kalın, cilalı salonlar, Perdahlı baylar, kaypak bayanlar! Dağlara çıkayım, dağlara, Gülerek size bakmaya!

DAĞ İDİLLERİ

-1-

Dağda bir kulübe

Yaşlı madencinin oturduğu;

 Hışırdar  yeşil   çamlar, Altın ay ışıldar.

Kulübede bir koltuk Oymalı, öyle güzel! Mutludur oturan,

Şimdi ben'im o bahtiyar!

Koyar kolunu dizlerime iskemlede küçük kız;

 Ağızcığı erguvan pembesi, Gözleri. mavi yıldız.

Sevimli, mavi yıldızlar Bakar bana gökçe gökçe, Ak zambak parmağı Dudağında, muzipçe.

Dalmış, yün eğirmede, Bakmıyor bize annesi;

 Babası gitar çalıyor, Ağzında eski bir ezgi.

Ve küçük kız fısıldıyor Sesi tutuk, çekingen;

 Birçok önemli sırrını Bana böyle açtı zaten:

"Gitmiyoruz artık Öldüğünden beri halam, Goslar'a, avcılar şenliğine, Oysa ne güzel orası!

Burası çok ıssız,

Çok soğuk bu dağ tepesi, Karlara gömülmüş gibiyiz Bütün kış burada.

Ben de çok ürkek bir kızım, Korkuyorum çocuk gibi

Dağ cinlerinden,

Kötülük ederler geceleri."

Sustu birden şirin kız

Ürkmüş gibi kendi sözlerinden, Minik elleriyle

Kapadı küçük gözlerini.

Hışırdadı çam ağacı dışarda, Gıcırdadı yün çıkrığı;

Devam etti gitar Duyuldu eski şarkı:

"Güzel yavrum, korkma sakın Şerrinden kötü ruhların!

Güzel yavrum, gündüz gece Korunursun meleklerce!"

-2-

Yeşil parmaklarını çam ağacı Vuruyor alçacık  pencereye, Ve ay, sessiz gözleyici, Serpiyor altın ışığını içeriye.

Horulduyor anne  baba  yavaştan Az ötede, yatak odalarında;

 Memnun mutlu sohbetlerle ikimiz Uyutmuyoruz birbirimizi.

"Senin bu kadar dua etmene İnanamıyorum bir türlü, Titremesi dudaklarının Duadan değil her halde.

O soğuk, kötü titreyiş Ürkütüyor beni her seferinde, Gözlerinde masum parıltı Fakat azaltıyor korkumu:

Hem şüphedeyim gerçek inanç Denilen şeye inandığına:

Tanrı kavramındaki Baba'ya, Oğul'a, Kutsal Ruh'a."

"Ah :yavrum, ben çocukken, Anne kucağındayken daha, Buyruğundaydı her şey, yüce, iyi İnanırdım Allah'a.

O yarattı güzel dünyayı, Güzel insanları üzerinde;

 Güneşi, ayı, yıldızları

O koydu değişmez düzenine.

Büyüyünce, yavrum, Kavradım daha da çoğunu;

 Usa vurdum, inandım,

Benimsedim Tanrı'nın Oğlu'nu.

O oğul  ki  severek Gösterdi, açıkladı  sevgiyi Ve mükafat olarak, adettir, Çarmıha gerildi.

Derken büyüdüm,

Çok okudum, gezdim çok;

 Genişledi gönlüm, bütün kalbimle İnandım Kutsal Ruh'a.

Ulu mucizeler gösterdi o, Göstermede hala çoklarını;

 Kurtardı köleyi boyunduruktan, Despot şatolarını parçaladı.

Şifa verdi öldürücü yaralara, Yeniledi kadim hukuku;

 İnsanlar eşit doğar,

Tek soydur hepsi ve soylu.

Aşkı, hazzı zehir eden Kötülük sislerini dağıttı,

Gece gündüz yüzümüze sırıtan Batıl düşünceyi beyinlerden attı.

Dileğini gerçekleştirecek,

İyi silahlanmış binlerce şövalye Seçti Kutsal Ruh,

Yüreklerine bol cesaret kattı.

Parlar yavuz kılıçları onların, Dalgalanır bayrakları!

Ah, ister misin, yavrum,

Böyle mağrur şövalyeler görmeyi?

Öyleyse bak yüzüme,

Öp beni, dikkatle bak, yavrum! Çünkü ben de bir  şövalyesiyim, O Kutsal Ruh'un."

-3-

Gizlenmiş ay, dışarda sessiz, Yeşil çamın ardına;

Donuk, titrek yanıyor lambamız, Şöyle böyle aydınlanıyor oda.

Fakat benim mavi yıldızlarım Olanca parlaklığıyla.

ışıldıyor gülpembe dudakları, Konuşuyor sevimli kız:

"Ne pastırma, ne ekmek dayanmaz O bücür bacaksızlara;

Akşamları kaplara koyarız, Bir şey kalmaz sabaha!

Alıp yerler o bücürler Kaymağımızı, sütten;

Kap bir yana gider, kapak bir yana, Artanını kedi içer.

Kedi de cadı olmalı, Sıvışır gecede, fırtınada;

 Hortlaklar tepesi var ya, O kule yıkıntısına.

Eskiden bir şato varmış orda, Eğlenceler, parlayan silahlar, Şık kibar şövalyeler, bayanlar, Silahşörler dans edermiş.

Büyücü kadın bir gün

Şatoya, adamlara beddua etmiş;

 Şimdi yıkıntısı var sade, Baykuşlar tünemiş.

Ölmüş halam fakat derdi ki:

-        Gece, saati geldiğinde Tılsımı  söyledin  mi Orada, olduğu yerde,

Kaybolur yıkıntılar, Aydınlık  şato gelir yerine;

Şövalyeler, bayanlar, siahşörler Başlar gene dans etmeye.

Şato da, adamlar da onun: Kim tılsımı söylerse;

Boyun eğer davullar borular Gençlik kudretine. -

Masal sahneleri çiçek çiçek Açıyordu gonca gülün ağzında;

 Mavi yıldız parıltılar, gözleri Serpiyordu sahneler, üzerine.

Doladı altın saçlarını Küçük kız, ellerime;

Parmaklara güzel adlar taktı, Güldü, öptü, sustu sonra.

Sessiz sakin odada  eşyalar Dost, aşina bakıyordu bana;

 Masa, dolap, sanki eskiden beri Gördüğüm, tanıdığım şeylerdi.

Tatlı diller döküyordu duvar saati;

 Gitara -       sesini hafiften duydum, Başladı  çalmaya  kendiliğinden;

 Bir rüyada gibi oturuyordum.

İşte gelmişti saati, Yeriydi de üstelik;

 Döküldü dudaklarımdan En uygun sözler, parola:

"Bak yavrum, şafak söküyor;

 Sarsılıyor, çöküyor gece yarısı! Uyanıyor yaşlı dağ,

Derede, çamlarda sesler çoğaldı.

Gitara sesleri, şarkıları cücelerin Dağ yarıklarından yankı yankı;

 Deli bir bahar gibi filizleniyor Dışarda bir çiçek ormanı.

Çiçekler, taşkın mucize çiçekleri, Yaprakları geniş, masalsı;

Tomur tomur, burcu burcu, renk renk Tutkularda gibi telaşlı.

Güller deli-fişek, kızıl alev sanki Fışkırmış kalabalıktan;

 Zambaklar, billur oklar örneği, Fırlamış göklere yukarı.

Ve yıldızlar, güneşlerce büyük, Özlem ateşiyle bakıyorlar aşağı;

 Zambakların koca çanaklarından Boşanıyor ışık selleri.

Fakat biz, sevgili çocuğum, Değişmişiz daha da çok hepsinden;

 Alevli meş'aleler, altın, ipek

Işıl ışıl, cıvıl cıvıl, çevremizde.

Sen, prenses oldun sen, Bu kulübe de şato!

Gülüp eğleniyor, dans ediyor kadınlar Şövalyeler, silahşörler, hepsi.

Ama ben, ben elde ettim Seni, şatoyu, her şeyi;

 Davullar borular kudretime Boyun eğdi!"

GENÇ ÇOBAN

Genç çoban bir kıraldır, Yeşil tepeler tahtı;

 Başının üstünde güneş Büyük, altın bir taç.

Koyunlar  ayak ucunda,

Kırmızı nişanlı, uysal adamları;

 Danalar, dövüşe hazır,

Kibirli kavalyeler.

Oğlaklar saray oyuncuları;

 Kuşlar, inekler, sarayın Flütler, çıngıraklar

Çalan müzisyenleri.

Hoştur çalgıları, şarkıları;

 Çamların, çağlayanların Tatlı hışırtıları

Ve uykuya dalması, kıralın.

Çeker çevirir yönetimi Başvezir çoban köpeği;

 Yankılanır çevrede Havlayışları, öfkeli.

Mırıldanır genç kıra(, uykulu: "Ne zormuş hükümdarlık;

 Kıraliçemle olsaydım evde, Ne bahtiyarlık!

Kollarında dinlenirdi kıraliçemin, Kıra( başım, yumuşacık!

Uzanırdı sonsuz topraklarım, Onun güzel gözlerinde."

BROCKEN TEPESİNDE

Hafif kızartıları güneşin, Doğuda şafak söküyor;

 Bir sis denizinde tepe Sereserpe yüzüyor.

Olsaydı ayağımda masal çizmeleri, Rüzgar hızıyla

Aşar o tepeyi,  koşardım O sevimli çocuğun evine.

Uyuduğu minik yatakt n Aralardım hafifçe perdeleri, Öperdim alnından  usulca Ve ağzından, yakut rengi.

Fısıldardım daha da yavaş, Küçük zambak kulaklarına:

"Sevişirdik seninle, beraberiz hep, Hatırla rüyalarında!"

iLSE

Ben prenses lise, llsenstein'de oturuyorum;

 Şatoma gel  benimle, Mutlu olalım.

Yıkarım başını Dalgalarımla, duru;

 Unut acılarını, çocuk,

Ey tasaların çöktürdüğü!

Kollarımda akpak , Göğsümde, beyaz;

 Bulursun masalların tadını, Yat, uyu!

Öperim, bağrıma basarım seni, Nasıl öptüm, okşadımsa

Şimdi ölmüş, bir zaman Sevgili kayser Heinrich'i.

Ölenler ölmüştür, Diriler yaşar;

Güzelim,  gonca  gülüm ben,

,Gülümseyen  kalbim çarpar.

Gel aşağı, şatoma, Kristaldir  sarayım;

Genç kızlar, şövalyeler dans eder, Eğlenir adamlarım.

Hışırdar ipek etekler, Şakırdar mahmuzlar, demir;

 Boru, davul ve  keman Çalan cüceler vardır.

Kolum sarar seni, bir  zaman Nasıl kayser Heinrich'i sardım;

 - Çalarken borular, ıben onun Kulaklarını tıkardım.

KUZEY DENİZİ

1825-1826

BİRİNCİ BÖLÜM

-1-

TAÇ GİYDİRME

Şarkılar! Aziz şarkılarım! Kalkın! Giyinin, kuşanın! Öttürün  boruları, Kalkanlar üzerinde Yükseltin bu genç kızı:

Artık odur hükmedecek gönlüme. Selam sana, genç kıraliçe!

Parlak kızıl altınları Güneşten koparıyorum, Kutsanmış başına

Bir taç öreceğim onlardan. Gece elmaslarının ışıldadığı

Mavi ipek, hareli gök örtüsünden Kestiğim kıymetli parça

Tören  pelerini  sana: Koyuyorum şahane omuzlarına. Süslü soneler, mağrur üçlükler, Kibar sekizlikler

Maiyetin olsunlar

Koşsun arabanın önünde nüktelerim;

 Hayalim soytarındır,

Armasında gülümseyen gözyaşları, Mizahını teşrifatçı sana.

Ve ben önünde diz çöküyor, Biatlarımla birlikte,

Senden önceki sultanın Acıyıp bana bıraktığı Birazcık aklı

Kırmızı kadife yastıkta Sunuyorum, kıraliçem, sana!

-2-

ŞAFAK

Solgunlaşmış deniz kıyısına Oturmuştum düşünceli, yalnız. Battıkça battı güneş, alev alev Kızıl oklarını attı sulara.

Akıntının sürdüğü beyaz, Geniş dalgalar daha da Köpürdedi, çağıldadı yakında - Bir garip gürültü, fısıltı, ıslık

Bir gülüş, mırıltı, iç  çekiş,  uğultu, Ninni sıcaklığında bir şakıma arada - Sanki  susmuş  efsanelerdi   işittiğim, O eski, cana  yakın  masallar Çocukken bir zaman

Komşu çocuklarından dinlediğim, Yaz geceleri evin kapısında Çökerek taş basamaklara

Tatlı, sakin anlatılan,

Kulak kesilmiş, küçük kalpler, Meraklı, zeki gözler ortasında;

 Büyükçe kızlar kokular saçan Çiçek saksıları yanında, Pencere önlerinde karşılıklı Otururken gül yüzlüler,

Güleç yüzlerinde ay ışığı.

-3-

GÜNEŞİN BATIŞI

Kızıl güneş alev alev İniyor titreşen

Engin, gümüş okyanusa;

 Havada pembemsi görüntüler İzinde güneşin, ve karşıda

Güz şafaklı, tül tül bulutlardan Üzgün, solgun beliren yüz: Çıkıyor ay,

Ardında benek benek kıvılcım,

Bir sis uzantısında parlayan yıldızlar.

Eskiden ışıldardı gökte Karı koca beraber:

Tanrı Sol,  tanrıça  Luna Ve kaynaşırdı çevrelerinde

Küçük, masum çocukları yıldızlar.

Fakat fesat diller fit soktu, Ayrıldı birbirinden düşmanca Pırıl pırıl o yüce evliler.

Şanına, şerefine

Güçlü, mutlu ve mağrur insanların Tapındığı, türküler yaktığı

Güneş tanrı şimdi gündüz Haşmetinde yalnız, dolaşır göklerde.

Geceleriyse Luna, O zavallı anne,

Yanında babasız çocukları yıldızlar, Dolaşır göklerde,

Sessiz bir hüzünle parlar. Gözyaşları, şiirler sunarlar ona Sevdalı genç kızlar, ince şairler.

Hisli Luna! Kadın kalbi! Sever güzel kocasını hala.

Akşam olurken, titreyrek, solgun Gözetler ince bulutlar arasından, Bakar acılı, ayrıldığına, Seslenmek ister çekingen: Gel! Gel, çocukların özlüyor seni! - Fakat inatçı güneş tanrı

Parlar karısını görünce Hırsından,  acısından İki kat erguvan,

İner acımasız, acele

Soğuk sulardaki dulluk yatağına.

Fiskosçu, fesat diller Ölümsüz tanrılara hatta Felaketler, acılar getirdiler

Ve zavallı tanrılar gökyüzünde Azaplar içinde, çaresiz

Sonsuz yollarını sürdürürler;

Ölmek ellerinde değil, Muhteşem sefaletlerini Sürükler dururlar.

Bense insanım, değersiz hakir, Ölmek şansım var benim,

Uzun sürmez yakınmam.

-4-

SAHİLDE ,GECE

Soğuk, yıldızsız gece, Esniyor deniz;

Yüzükoyun denizin üzerinde Azman kuzey rüzgarı;

Sesi boğuk, gıcıklı, Neşelenmiş, huysuz biri gibi Yarenlik ediyor sularla, Anlattığı olur olmaz şeyler:

Dövüşler, ölümler, dev masalları Norveç'ten eski efsaneler

Arada gülerek, bağırarak ulur gibi Andlı, yeminli Edda şarkıları

Run atasözleri

Hepsi de karanlık, esrarlı, büyülü. Dinledikçe denizin beyaz çocukları Hayran, taşkın, sarhoş

Zıplıyor sevinçlerinden.

O ara dümdüz sahilin Dalgalarla  nemli  kumlarında Bir yabancı yürüyor, rüzgardan Dalgalardan daha çılgın kalbi. Bastığı yerlerde kıvılcımlar, Çıtırdıyan deniz kabukları;

 Sımsıkı sarılmış gri pelerine, Hızla yürüyor rüzgarlı gecede, Belli  küçük  ışıkta  gözleri: Cana yakın, çekici parlıyor ışık ıssız balıkçı kulübesinde.

Babası, ağabeysi denize açılmış, Bir başına şimdi

Kulübede güzeller güzeli Balıkçı kızı.

Oturmuş ocak başında Dinliyor tatlı mırıltısını Kazanda kaynayan suyun;

 Atarak çalı çırpı Çıtırdayan ateşi üflüyor. Büyülü bir güzellikle Terütaze yüzü;

Kaba, gri gömleğinden görülen İç gıcıklayıcı, beyaz, ince Omuzları, ve etekliğini sıkıca Dar kalçalarına tutturan

Küçük, bakımlı elleri ışıldıyor yalpalayan alevde.

Birden açılıyor kapı Giriyor şüpheli yabancı, Gözleri aşkla

Narin, akça kızda;

 Ürkmüş bir zambak gibi Kız, irkilmiş karşısında;

 Atarak yere pelerini,

Gülüyor, konuşuyor adam:

"Gördün mü durdum sözümde, Geldim yavrum, gökten tanrılar İner, gelirlerdi yeryüzüne, Alırlardı kucaklarına kızları;

 Doğardı birleşmelerinden Asalı kırallar, kahramanlar, Dünyanın yiğitleri, yavuzları, Getirdim sana o eski çağları. Ama tanrılığımı gözünde fazla Büyültme yavrum,

Pek soğuk dışarısı,

Lütfen rumlu bir çay yap bana, Böyle gecede, bu havada

Biz ebedı tanrılar da üşürüz;

 Kaparız hemen en tanrısal nezleyi,

Yapışır yakamıza bir öksürük, ölümsüz."

-5-

POSEİDON

Engine yuvarlanan denizde Oynaşıyor gün ışınları;

Uzakta demirli, parlayan gemi Olsaydı müsait rüzgar Yurduma götürecekti beni.

Ak kumullarında ıssız kumsalın Oturmuş bekliyor, okuyorum Odysseus'un destanını, o eski Fakat her dem yeni şiirleri.

Deniz çağıltılı sayfalarından Çarpıyor yüzüme ferah, şen Tanrıların soluğu,

Pırıl pırıl bir  insan  baharı Ve çiçekli gökyüzü Hellas'ın.

Çetin yolculuğunda oğluna Laertes'in Arkadaştı soylu  kalbim  vefalı;

 Erguvan örgüler örerken kıraliçeler, İçimde kaygı, ocak başlarında Oturdum onunla, destekledim Yalanlarını, kurtulduk kovuklarından Devlerin ve kollarından nympha'ların;

Gene onunlaydım Kimmer'ler gecesinde, Fırtınada gemisi parçalandı,

Tarifsiz acılardı, katlandım onunla.

İçimi çektim: "Ey zalim Poseidon!" Dedim. "Öfken korkunç!

Yurduma dönemezsem Diye telaştayım!"

Ben bunu söyler söylemez Köpürdü deniz;

Sazlardan bir taçla süslü başı

Yükseldi ak dalgalardan.

Seslendi alay ederek, deniz tanrısı:

"Korkma, şaircik, ilişmem Biçare tekneciğine!

Zorlu sallamalarla, tatlı canına Dokunmam, şaircik!

Çünkü sen  hiç  kızdırmadın  beni: Ne bir zarar verdin en ufak burcuma Kutsal hisarlarında Priamos'un,

Ne tek kirpiğini dağladın Oğlum Polyphemos'un,

Ne de medet umdun kurnaz tanrıça Pallas Athena'dan.

Böyle seslendi Poseidon, Tekrar denize daldı.

Bu kaba denizci şakasına Amphitrite, sümsük balıkçı karısı Ve şapşal kızları Nereus'un, Güldüler suyun altında.

-6-

İLANI AŞK

Hava kararıyor, akşam, Azgın kabarışı suların;

Oturmuş kumsalda, bakıyorum Dalgaların hora tepmesine, Göğsüm de kabarıyor deniz gibi, İçimde derin bir özlem,

Bu senin özlemin, sevgili! Her yerde hayalin benimle, Her yerde çağırıyor  beni, Her yerde, her şeyde, Rüzgarın, dalgaların sesinde Ve iniltisinde göğsümün.

Yazdım ince bir kamışla kumlara: "Agnes, seni seviyorum!"

Fakat hain dalgalar boşandı, Sildiler, yok ettiler

Tatlı itirafımı.

Kırılan kamış, eriyen kum, akıp giden Dalgalar! kalmadı size güvenim.

Çöküyor karanlık, kalbim daha çılgın, Bir çekişte Norveç ormanlarından

En yüksek çamı söktüm, aldım, Batırdım Etna'nın kızgın ağzına;

 Ateşe bulanmış o dev kalemle Yazdım siyah gökyüzüne: "Agnes, seni seviyorum!"

Parlar bundan böyle her gece Yukarda,  ebedi  alev  yazı;

 Çocuklar, torunlar, onların soyları Okurlar sevinçle, göğe yazdıklarımı: "Agnes, seni seviyorum!"

-7-

GECE KAMARADA

Denizin incileri, Göğün yıldızları var;

 Fakat kalbimin Kalbiminse aşkı var.

Büyüktür deniz  ve  gök, Büyük kalbim daha büyük. İnciden, yıldızdan daha güzel Parlar benim aşkım.

Sen küçük genç kız Gel büyük kalbime;

 Kalbim, gök ve deniz Erirler saf sevgide.

Güzel yıldızların kırpıştığı Mavi gökyüzü örtüsüne Bastırsam dudaklarımı hırsla Ve ağlasam coşarak.

O yıldızlar gözleri sevgilimin Parlar binbir parıltıyla,

Mavi gök örtüsünden Selamlar beni dostça.

Mavi gök örtüsüne Doğru açıp kollarımı, Yalvarıp yakarıyorum Gözlerine sevgilimin:

"Tatlı gözler, dost ışıklar Mutlu  kılın  ruhumu;

 Öldürün beni de kavuşayım Sizlere, göğünüze!"

Gözlerinden göklerin Düşüyor altın kıvılcımlar Geceye, ve ruhum Genişliyor aşk içinde.

Yaşlarınızı gönlüme

Ey gözleri gökyüzünün, Dökün de yıldız yaşlarına Gömülsün gönlüm!

Denizin, hülyanın, düşüncelerin Sallanarak kucağında

Sessiz kamarada yatıyorum Loş bir köşe yatağında.

Görmedeyim açık lombozdan Ta yukarda parlayan yıldızları, Onlar  tatlı   sevgilimin Sevimli, tatlı gözleri.

Tatlı, sevimli gözler Uyanık başımın üzerinde, Göz kırpıyor, parlıyorlar Mavi gök örtüsünde.

Mavi gök örtüsüne Baktım saatlerce mutlu,

Derken beyaz bir perde sis Güzel gözleri göstermez oldu.

Hülyalı başımı dayadığım Tahta duvarına geminin, Çarpan dalgalar, gür dalgalar Hışırdıyor gizli gizli

Mırıldanıyorlar:

"Şaşkın oğlan!

Kolun kısa, gök yukarda, Altın çivilerle perçinli Yıldızlar orada -

Dövünme, ah etme boş yere, En iyisi uyumak senin için!"

Geniş bir kır gördüm rüyamda, Sakin, beyaz karla kaplı;

 Gömülmüşüm  karlar  altına, ıssız ölüm uykusuna dalmışım.

Yukarda karanlık gökten

Yıldız gözler mezarıma bakmada;

 Zafer  parıltılı  o  tatlı  gözler, Sessizce neşeli, fakat doluydu aşkla.

-8-

FIRTINA

Kuduruyor fırtına Kamçılıyor dalgaları,

Dalgalar köpürüp şahlanm::ıda;

 Kabaran, çalkanan

Canlı beyaz su dağları;

 Telaşla, güçlükle

Tırmandı küçük tekne yukarı, Kaydı mağara ağzı gibi siyah Sular uçurumuna birdenbire.

Ey deniz! Köpüklerden doğanın Ve güzelliğin annesi!

Büyükannesi aşkın! Koru beni! Hortlak gibi beyaz martı

Almış ölü kokusu, çırpınmaya başladı, Gagasını bileyor gemi direğinde.

Yemeye can atıyor kalbimi, o kalp ki Kızır.;

n övgüsünü şakır,

O kalbi ki torunun küçük yaramaz Oyuncak seçmiştir.

Yalvarıp yakarmam boşuna!

Kükreyen fırtınada eriyor seslenişim, Eriyor savaş gürültüsünde rüzgarın. Köpürmeler, ıslıklar, çatırtı, uluyuş Gürültülü bir deliler evi adeta.

Duymadayım bir yandan açıkça Çekici  ezgisini  bir  harpın Özlem do!u bir şarkı duyduğum Ruhu eriten, gönlü parçalayan. Bu sesi tanıyorum.

Uzakta İskoçya kayalıklarında Çarpan, kırılan dalgalar üzerinde Yükselen küçük, gri şato,

Yüksek kemerli pencerede

t\:arin, saydam, mermer gibi beyaz, Güzel, haı:-:ta bir kadın

Harp çalan, şarkı söyleyen o, Uzun saçlarını savuran rüzgar Alıp götürüyor mahzun şarkısını Fırtınalı denizde, engine doğru.

-9-

DURGUN DENİZ

Durgun deniz! Güneş atar ışınlarını sulara,

Açar yeşil oyuklar gemi, Harelenen elmasta.

Yatmış, horlar hafiften Dümende yüzükoyun, gemici.

Büzülmüş direğin yanına, yelken yamar Eli yüzü katranlı bir miço.

Üzgün, pembe parıltılar Yanaklarındaki kirin  ardında Ve çevresinde yayvan ağzının. İri, güzel gözleri acıyla bakar.

Çünkü kaptan, önüne dikilmiş Bağırmış, çağırmış, azarlamıştır: "Fıçıdan bir ringa yürüttün ha, Seni gidi rezil!"

Durgun deniz! Kıpırtılardan cin gibi Çıkar küçük bir balık su üstüne;

 Oynatır minik  kuyruğunu  neşeli, ısıtır başcağızım güneşte.

Fakat havadan doğru martı Atılır balıkçığın üzerine;

 Gagasında hızla kaptığı av, Süzülür maviliklere.

-        10-

DENİZDEKİ HAVALET

Bense uzanmış, geminin kenarına, Rüyalı gözlerle bakıyordum

Ayna gibi parlak suya, aşağı, Gittikçe daha derine -

İndi bakışlarım denizin dibine, Önce yoğunlaşan bir sis gibi Kesinleşti renkler gitgide, Kuleler, kilise  kubbeleri, Derken insanlarıyla bir şehir, Ortaçağdan bir Holanda şehri Çıktı apaçık ortaya.

Beyaz yakalıklı, uzun meçli, Siyah pelerinli, köstekli,

Uzun yüzlü, ağırıbaşlı erkekler Gidiyorlar kalabalık çarşıdan İmparator hey,kellerinin

Asalı, kılıçlı nöbet tuttuğu

Kat kat be:lediye binasına doğru.

Az ilerde, camları ayna parlaklığında, lhlamurları piramit biçimi budanmış Uzayan evler önünde genç kızlar

İpek giysileri hışırtılı, geziniyor Çiçek yüzlü, ince uzun, evcimen, Küçük, siyah başlıklarından Taşmış altın saçları, genç kızlar.

Geçiyor önlerinden selamlar, çalımlarla Renkli İspanyol giyimli delikanlılar.

Ellerinde İncil ve tespih, Kahve rengi, eski tip kıyafetli Yaşlı kadınlar,

Uyarak dalga dalga Çan ve  org seslerine,

Aceleci, küçük adımlarla Katedrale gidiyorlar.

Kavrıyor beni uzak Ezgilerin esrarlı ürpertisi! Sonsuz özlem, derin hüzün Sokuluyor kalbime,

Şöyle böyle iyileşmiş kalbime;

 Sevgili dudakların öptüğü Kalbimin yaraları  sanki Yeniden kanamaya başladı - Sıcak, kızıl damlalar

Uzun süre dökülüyor yavaş yavaş Orda derinde deniz şehrinde

Eski bir evin üzerine, Eski, yüksek çatılı ev Boştur, insansız, yaslı, Yalnız alttaki pencerede Oturan bir kız,

Başı koluna dayalı,

Unutulmuş, zavallı bir çocuk gibi - Ben seni tanıyorum zavallı çocuk!

Derinlere, denizin derinlerine Saklandın demek benden kaçıp Çocukça bir hevesle, Çıkamadın bir daha da yukarı, Kaldın yabancılar arasında

Bir yabancı, yüzyıl  boyunca, Bu süre içinde ruhumda keder

Ben seni aradım şu yeryüzünde, Hep seni aradım,

Seni sevdim her zaman, Sonunda buldum seni - Buldum, gene bakıyorum Tatlı yüzüne,

Zeki, sadık gözlerine,

Sevimli gülüşüne bakıyorum - Artık  bırakmam  seni, Aşağıya, yanına

Açık kollarım, atıyorum kendimi, Geliyorum kollarına -

Ama tam o anda

Tuttu ayağımdan kaptan, Gülüyordu kızmış, bağırdı: "Doktor,  çıldırdın   mı?

" Çekti beni gemi kenarından.

-        11 -

ARINMA

Kal denizinde, dipte, çılgın rüya, Sen ki bazı geceler bir zaman Sahte mutluluklar verip kalbime, Acılar çektirdin bana!

Şimdi bir deniz  hortlağısın, Gündüzleri bile korkutuyorsun beni - Kal arda dipte, ebediyen!

Yanına  atıyorum işte:

Acılarımı günahlarımla birlikte, Başımda nicedir ötüp duran Delilik çıngırağını da;

İkiyüzlü olmanın o soğuk Parlak yılan derisini sonra;

 Bunca zaman hasta ruhumu, Tanrıyı, melekleri inkar eden

Uğursuz ruhumu sarmıştı o deri. Hoiho! Hoiho! İşte rüzgar!

Yelkenler fora! Pırpır eden, kabaran Yelkenler! Sessiz korkulu yüzeyde Hızla ilerliyor gemi.

Ve kurtulmuş ruhta sevinç sesleri.

BARIŞ

-        12-

Gökte, yukarda güneş

Çevresinde ak bulutlar dalga dalga;

 Durgun deniz,

Uzanmıştım geminin dümeni yanına, Hayaller, düşünceler, yarı uyanık Yarı uykulu görüyordum İsa'yı.

Kurtarıcısı dünyanın, Üzerinde beyaz giysi dalgalı, Karalardan, denizlerden Yürüyordu dev gibi;

Başı göklere değmede, Kutsayarak uzattı ellerini Karalara, denizlere;

 Bağrında ıkalp yerine Güneşi taşıyordu;

Ve kızıl alev güneş-kalp Saçarak kereminin nurlarını, Tatlı sevimli ışınlarını Aydınlattı, ısıttı

Karaları, denizleri.

Çan sesleri ağır, vakur

Sağa sola süzülen kuğular gibi Güller ve kayan gemi yanından Oynaşarak gidiyordu o yeşil sahile: İnsanların barındığı

Yücelerdeki şehre.

Ey       barış mucizesi! Ne sakin şehir! Durmuş boğuk gürültüsü

Çalçene, sıkıntılı işlerin, Temiz, ahenkli sokaklarda

Yürüyen insanlar, beyazlar giymiş, Ellerinde palmiye dalları,

Bakışır anlayışla

İki kişi karşılaştı mı Muhabbetle, alçakgönüllü, Alınlarından öpüp birbirlerini Bakarlardı yukarı

Hazreti İsa'nın güneş kalbine;

 Kırmızı kanını severek bağışlar, Serperdi o kalp aşağıya;

Onlarsa üç kat mutlu, söyleşirlerdi: "Senalar Hazreti İsa'ya!"

İKİNCİ     BÖLÜM

-1­

DENİZE  SELAM

Thalatta! Thalatta!

Selam sana ebedi deniz! Şenlikli kalbimden

On binlerce selam;

On bin Yunanlı kalbi bir zaman Nasıl selamladıysa seni,

Felaketle boğuşan, yurdunu özlemiş, Dünyaca ünlü Yunanlıların kalpleri.

Akıntılar dalgalanıyor, Uğulduyor dalga dalga;

 Oynaşan gülpembe ışınlarını Döküyor güneş telaşla;

Ürkütülmüş mart1ılar katar katar Uçuşuyor çığlık çığlığa,

Tepinen atlar, kalkan takırtıları

Ve bir zafer narası gibi uzaklarda: Thalatta ! Thalatta!

Selam sana ebedi deniz, Çağıldıyor suların ana dilim gibi, Kalkıp  inen  dalgalarında Çocukluk rüyalarımdaki parıltılar, Ve eski  anılar  anlatıyor  yeniden O güzel, hoş oyuncakları bana, Parlak noel hediyeleri, inciler,

Kırmızı balık, renkli deniz kabukları.. Derinde, kristal aydınlık evinde

Sır dolu, sakladın sen onları.

Ah, ıssız gurbetlerde ne çektim! Teneke kutusunda botanikçinin Kuruyan bir çiçekti adeta Bağrımda kalbim.

Karanlık hasta odasında Pinekleyen hastaydım  sanki. Şimdi çıktım ansızın oradan, Işıkları gözlerimi kamaştırmada Güneşten uyanmış zümrüt bahar.

Açmış ak tomurcuklar, hışırdayan ağaçlar, Kokuları, renk renk gözleriyle

Bakıyor taze çiçekler bana;

ıtırlar, uğultular, soluklar, gülüşler Ve mavi gökte şakıması kuşların - Thalatta! Thalatta!

Ey dönüşlerin cesur kalbi! Kuzeyin barbar kadınları

Ne çok, ne sert yüklendiler sana! Zafer dolu, iri gözlerinden

Yakıcı oklar attılar;

Bilenmiş eğri sözlerle bağrımı Yarmakla korkuttular beni;

Çivi yazılı takozlarla sersemlemiş, Zavallı beynimi çiğneyip ezdiler - Boşuna tuttum kalkanımı,

Oklar vızıldadı, darbeler çatırdadı Ve kuzeyin barbar kadınları Sürdüler deniz kenarına beni - Soluk aldım, selamlıyorum denizi, SevgiIi, kurtarıcı denizi,

Thalatta! Thalatta ı

-2-

FIRTINA

Denizde fırtına sıkıntısı, Siyah bulutlar duvarında Titreşen zikzaklı şimşek Çakıyor, hemen sönüyor, Kronion'un bir şakası gibi. Dalgalı, karışık suda

Tekerlenip giden  gök  gürlemeleri. Ve çocukları Boreas'ın, şahlanmada;

 Dalgaların beyaz atları

Erikthon'un alımlı  kısraklarıyla;

 Ürkmüş kanat çırpıyor deniz kuşları, Styks kenarında karanlık sandalından Kharon'un kovduğu gölge ölüler gibi.

Zavallı, oynak şen küçük gemi, Horonların en berbadı, orda teptiği! Neşeli halaylara çılgınca katılan

En kıvrak uşaklarını göndermiş Aiolos: Biri ıslık, bir boru çalmada,

Boğuk boğuk bir tambur öteki - Dümende yalpalayan denizci Geminin titreşen ruhu pusulaya Bakıyor durmadan,  ellerini Kaldırmış yakarışla göğe yukarı: "Kurtar beni, Kastor, silahlı binici;

Ve sen Polydeukes, yumruk kıralı!"

-3-

KAZAZEDE

Ümit ve aşk! Hepsi paramparça! Ben,  serilmişim  ben  de Kükreyen denizin fırlattığı

Bir ceset  gibi lslak, çıplak kıyıya.

Sular bir çöl, önümde dalga dalga, Ardımda ancak sefalet, kaygı, Üstümde geçip giden  bulutlar: Şeki isiz, gri  kızları  havanın Sisten kovalarıyla

Denizden su çekmede;

 Zorlukla  çekip  çekip Dökerler gene denize;

 Sıkıntılı, üzücü iş, ve boşuna Benim hayatım gibi.

Dalgalarda mırıltı, martılarda çığrış, Yüzümde eski anıların esintisi, Unutulmuş hayaller, solgun görüntüler Yükselmede azaplı bir tatla derinlerden.

Kuzeyde  bir kadın, Güzel, şahane bir kadın,

Sarmış ince uzun selvi endamını Açık saçık beyaz bir giysi;

Gür siyah saçları mutlu bir gece gibi Örgü örgü taçlanmış

Başından sarkıyor;

 saçları Halka halka, hülyalı tatlı

Baygın solgun yüzünün çevresinde;

 Ve baygın tatlı çehresinde Parlamakta iri, güçlü bir göz

Siyah bir güneş gibi.

Ah ey siyah güneş, ben ne çok O hoyrat coşkunluk alevlerini İçtim hazla ne çok, senden

Ve yalpaladım  ateşten  sarhoş  - Sonra uçuşurdu bir kumru gülümseyiş Gururla kıvrılan dudaklar çevresinde, Gururla kıvrılan dudaklar ayışığı

Gibi tatlı, kokusu gibi güllerin İnce sözler fısıldardı -

Ve yükselir, uçardı ruhum Göklere bir kartal gibi.

Dalgalar, martılar,  susun! Bitti hepsi, mutluluk ve ümit,

Ümit ve aşk! Serilmiş toprağa, Gemim batmış, kimsesiz bir adam,

Gömüyorum yanan yüzümü ıslak kumlara.

-4-

GÜNEŞİN BATIŞI

İndi sessiz yavaş Güzel güneş denize;

 Çırpıntılı sular siyah Geceye ıboyandı,

Son kızartılan akşamın Serper üzerlerine sırmalar;

Türküler söyleyerek genç çobanın, Kıvırcık kuzu sürülerini

Akşamları alıp gelmesi gibi, Hışırdayan akıntılar beyaz Dalgalarını yollar kıyılara.

Uzun bir susmadan sonra "Güneş ne güzel!" dedi dostum, Kıyıda benimle dolaşıyordu,

Yarı şakacı, yarı üzgün "İnan ki!" dedi, anlattı:

-        Güzel bir kadındır güneş, Yaşlı deniz tanrısıyla

Evlenmesi bir asalet meselesi;

 Elmas ışınlar saçarak, Erguvanlarla süslü, gezer gökte.

Dünyanın bütün canlıları Hayrandır, sever onu;

 Sıcak bakışlarıyla

Neşe verir bütün yaratıklara;

 Gün boyu sevinçli, mutlu.

Akşamları fakat ister istemez Döner gene çaresiz,

İhtiyar kocasının ıslak evine, ıssız kollarına.

"İnan ki!" diye ekledi dostum, Güldü, içini çekti, gene güldü - "Dipteki evlilikleri de evlilik hani!

Ya uyur, ya kavga ederler, köpük içinde Kalır deniz, çekişmelerinden.

Dalgalarda duyar gemiciler her şeyi;

 Çıkışır karısına, ihtiyar:

-        Tombul şırfıntısı evrenin! Parlak aşifte! Yanar tutuşursun Başkaları için bütün gün,

Soğuk, yorgun, gece bana gelince! - Başlar tabii, böyle azarlanınca Ağlamaya onurlu güneş

Ve yakınır perişanlığından,

Öyle ağlar, sızlanır ki, deniz tanrısı Fırlar deli yatağından,

Yüzer çıkar denizin üzerine

Hava almak, kendine gelmek  için. Geçen gece çıkmış gördüm denizden Göğsüne kadar onu;

Sırtında sarı fanila bir mintan,

Bir takye, zambak beyazı, başında;

 Sararmış betbeniz enikonu.

-5-

OKEANİD'LERİN ŞARKiSi

Deniz kenarında solgunlaşan akşam, ıssız ruhu, tek başına, orada

Çıplak kıyıda oturan adam,

Ölüm gibi soğuk bakışları yukarda, Ölüm gibi soğuk geniş gökkubbede Ve dalgalı, engin denizde -

Ve  dalgalı,  engin  denizde İç geçiren yelkenliler Dönüyorlar üzgün, Demirlemek istedikleri kalp Sürgülemiş fakat kapısını - İniltisinden adamın, martılar

Kum yuvalarından ürkerek uçuşuyor Sürüyle çevresinde,

Adam takılmada onlara:

"Kara bacaklı kuşlar,

Ak kanatlı deniz uçucuları,

Deniz suyu içenler, gagaları eğri, Yağlı yağlı fok eti yiyenler,

Yaşamanız beslenmeniz kadar zahmetli!

Ben mutlu insan, nasibim tatlı şeyler! Baygın kokusunu güllerin koklarım, Dinlerim mehtapta beslenen bülbülleri! Yediğim pastalar  daha  da  tatlı: İçlerinde sütler, kaymaklar;

Benimdir   tatların  en  güzeli: Tatlıdır aşk, sevilmek ballar balı. Seviyor beni o tatlı kadın, seviyor! Evinin balkonunda şimdi

Bakar alacakaranlıkta şoseye,

Dinler  yolu, özler beni -   evet, evet! Bakar çevresine boşuna, içini çeker,

İner aşağı, üzgün, bahçeye, Kokularla ay ışığında gezinir, Konuşur çiçeklerle, anlatır onlara Beni sevdiğini, sevimli bulduğunu, Kibarlığımı söyler -          evet, evet! Sonra yatakta, uykuda, rüyada Kıymetli hayalimle mutlu,

Hatta kahvaltıda sabahları Ekmeğinde ışıldayan tereyağında Gülümseyen yüzümü görür benim, Aşkla  ısırır ekmeği -        evet, evet!"

Övündükçe övünüyor adam, Martıların çığlığı bir yandan Soğuk, alaycı kikirdeyişler gibi. Yükselmede alacakaranlık sisleri.

Menekşe göklerden, esrarlı bakışları, Bakıyor ay ot sarısı!

Hışırdıyor, kabarıyor deniz, Fısıldaşan rüzgarlar· gibi, üzgün,

Duyuluyor o güzel, o duygulu

Deniz kadınları Okeanidlerin şarkısı;

 Başta Peleus'un gümüş ayaklı Karısının sevimli sesi;

İç çekip söylüyorlar şarkılarını:

"Ey budala, budala, övüngen budala! Acılarla azap çeken mutsuz!

Öldürüldü bütün ümitlerin,

Kalbin oynaşan çocukları öldürüldü, Ve ah, kalbin, Niobe gibi

Taş  kesildi  kahırdan! Başını sardı gece, gecende

Çakar söner çılgınlık şimşekleri, Bunca acın varken övünürsün!

Ey budala, budala, övüngen budala! Dik başlısın atan gibi,

Atan, yüce titan, göksel  ateşi Çaldı tanrılardan, verdi insanlara,

Akbabalara yem, zincirlendi kayalara, Olympos'a dayattı, dayandı, inledi, Derin denizlerde duyduk  iniltilerini Ve gittik teselliye şarkılarımızla.

Ey budala, budala, övüngen budala! Sen ki çok daha güçsüz... Aklını Başına al, saygılı ol tanrılara, Katlan, dayan sefaletin yüküne, Uzun zaman ve boyuna katlan ki, Tükensin sonunda Atlas'ın sabrı Fırlatıp atsın omuzlarından

Ebedi geceye, ağır dünyayı."

Duygulu, güzel deniz kadınları Okeanid'lerin şarkısı sürdü bir süre, Derken eridi dalgalarda, duyulmaz oldu - Ay çekildi bulutlar arkasına,

Esnedi gece, bense oturup ağladım Daha epey zaman, karanlıkta.

-6-

VUNANİSTAN TANRILARI

Dolunay!  Senin  akan  altın Gibi ışınlarında parlıyor deniz;

 Uzayan kumsalda

Bir gündüz aydınlığı, bir şafak büyüsü;

 Açık mavi, yıldızsız gökte

Süzülüyor beyaz bulutlar Parlak mermerden, muazzam Tanrı heykelleri gibi.

Hayır, olamaz, bulut değil  bunlar! Bunlar onlar, Hellas tanrıları, bir zaman Güle oynaya hükmettiler dünyaya,

Ama şimdi sürgün, ölü, devasa Hayaletler gibi geçip giderler Gece yarısı göklerinden.

Şaşırmış, gözlerim kamaşmış, bakıyorum Havadaki Pantheon'a:

Susmaları muhteşem, hareketleri Ürpertici dev görüntülere.

Ordaki o Kronion, gökler kıralı Kıvrım kıvrım saçları kar beyazı Olympos'u titreten ünlü bukleler, Elinde sönmüş yıldırım,

Yüzünde mutsuzluk, kaygı Fakat hala o  eski  gurur. Mutlu çağlardı onlar ey Zeus,

Göklerin keyfini sürdüğün zamanlar Oğlanlar, nympha'lar, kurbanlarla! Fakat tanrıların da saltanatı ebedi Değildir, sürer gençler yaşlıları,

Bir zaman nasıl sen, kocamış babanı,

Titan amca dayıları sürdün kovdunsa, Ey baba, akraba katili Jüpiter!

Mağrur Juno, seni de tanıdım! Bütün kıskanç korkularına rağmen

Başka kadın aldı hükümranlık asasını, Değildin  artık  gökler   kıraliçesi, Dondu katılaştı iri gözlerin,

Zambak kolların güçsüz, Alamazsın hiçbir zaman öcünü

Tanrının döllediği o genç kadından, Kerametler gösteren tanrı oğlundan. Seni de tanıdım Pallas Athene!

Önleyebildin mi kalkanla, bilgelikle Çöküşünü tanrıların?

Seni de tanıdım Aphrodite, seni de,

Ey eskiden altın, şimdi gümüş kadın!

Süsler seni hala kemerinde cazibe, Ürpertir fakat güzelliğin,

Cömert gövden beni şadetmek istese

Öbür kahramanlar gibi, ölürüm korkumdan - Ben seni cesetler kıraliçesi gibi

Görüyorum Venus Libitina! Artık aşkla bakmıyor sana Ordaki o korkunç Ares.

Ne kadar mahzun Phöbüs Apollo, O delikanlı;

 lyra'sı susmuş,

Tanrı sofralarında şakırdı. Hephaistos, daha da üzgün bakışı, Doğrusu ya, Hebe'nin işine o topal Hiç karışmadı ve toplantılarda

O nefis Nektar', canla başla

Hebe sundu hep. Çoktan söndü fakat Hep parlar sanılan tanrı gülüşleri.

Ben sizleri hiç sevmedim tanrılar! İçerlerim çünkü Yunanlılara, Hoşlanmam Romalılardan da hiç.

Fakat baktıkça göklerdeki sizlere şimdi

Kutsal acıma, ürperten sempati Doluyor kalbime, ey terkedilmişler;

 Rüzgarın dağıttığı sisler gibi  hafif Ölü, uyurgezer gölgeler -

Düşünüyorum da ne ödlek, derme çatma Tanrılar yendi sizi;

Yeni, despot, asık yüzlü tanrılar, Tevazuun koyun postunda o bedhahlar! Ah, hüzünlü bir hınç sarıyor beni,

Yeni tapınakları  yıkmak istiyorum,

Ve sizin için çarpışmak, ah ey eski tanrılar, Ve o güzel ambrosia'nız hakkıyçln, o sizin

Yeniden yapılmış, kurban kanları tüten Yüce sunaklarınız önünde diz çökmek Ve dua etmek  istiyorum  ben  de Açarak kollarımı yakarışlarla.

Ne olursa olsun siz ey eski tanrılar, Siz o zaman da insanlar savaşında Hep galipten yanaydınız;

Fakat insan gönlü daha  yücedir, Tanrılar savaşında yenilmiş tanrılardan Yanayım ben şimdi.

Böyle dedim, kızardı bir an Yukardaki solgun bulut görüntüleri, Can çekişenler gibi baktılar bana,

Acılarla nurlanmış, sonra kayboldular Birden. Siyah siyah yaklaşan Bulutların ardında kaldı ay;

 l<öpürüyordu deniz,

Belirdi gökte muzaffer, Ebedi yıldızlar.

-7-

SORULAR

Deniz kenarında, ıssız bir gece denizi, Bir genç-adam duruyor;

Bağrında üzüntüler, başında şüphe, Gamlı dudaklarla dalgalara soruyor:

"Çözün bana, n'olur, sırrını hayatın, P..zap veren bu çok eski sırrı;

 Bugüne dek az kişi kafa yormadı: Hiyerogliflerde   kasketliler, Sarıklılar, siyah takyeliler, Perukalılar ve başka binlerce

Ter içinde, zavallı, insan başları - Söyleyin, nedir insan?

Nerden geldi, gittiği yer neresi?

Kimler yaşar yukarda, altın yıldızlarda?

"

Dalgalar ebedi mırıltılarında, Rüzgar esiyor, bulutlar geçiyor, Kırpışan yıldızlar kayıtsız, soğuk

Ve bir aptal, durmuş, cevap bekliyor.

-8-

PHÖNİX

Batıdan gelen kuş,

Doğuya doğru, doğudaki yurdu Bahçelere uçuyor,

Baharat yetişir arda hoş  kokulu, Hışırdar palmiyeler, ırmaklar serindir - Masal kuş, uçarken şakıyor:

"Seviyor oğlanı! Seviyor oğlanı! Hayalini kalbciğinde  saklıyor Tatlı duygularla, gizli,

Kendi de bilmiyor! Rüyalarda görüyor oğlanı,

Yalvarıyor,  ağlıyor,  ellerini  öpüyor Ve sesleniyor adını oğlanın, Seslenirken uyanıyor, korkmuştur, Güzel gözlerini uğuşturuyor, şaşkın - Seviyor oğlanı! Seviyor oğlanı!

Direğe dayanmış, üst güvertede Dinledim kuşun şakıdıklarını.

Gümüş yeleli doru atlar gibi Şahlanıyor ak kıvrımlı dalgalar, Katar katar kuğular gibi geçiyor Parlak yelkenleriyle Helgqland'lılar,

Kuzey denizinin gözü pek göçebeleri! Üzerimde, ebedi  mavilikte Uçuşmada beyaz bulutlar,

Parlıyor ebedi güneş, Göklerin ateş açan gülü,

Mutlu sevinçli, yansıyarak denizde;

 - Gök, deniz ve kalbim

Çınlıyor yankı yankı:

Seviyor oğlanı, seviyor oğlanı!

-9-

LİMANDA

Mutludur o adam ki denizi, fırtınayı Bırakmış geride, limana ulaşarak;

 Bremen'de o hoş meyhanede

Oturur şimdi sakin ve sıcak.

Dünya güzel, sevimli

Roma kadehlerine yansımada;

 Susamış kalbe, insanların dünyası Akıyor güneşli, dalga dalga!

Görüyorum  hepsini kadehte:

Eski,  yeni  milletlerin   tarihini, Türkleri, Yunanlıları, Hegel'i, Gans'ı, Limon bahçeleri, törenler, karakollar, Berlin, Schilda, Tunus, Hamburg,

Ama hepsinden önce sevgilimin hayalini, Onun melek başını, altın Ren şarabında.

Ah, güzelsin, çok güzelsin, sevgilim! Bir gül gibisin!

Ne Hafız'ın övdüğü, bülbülün gönül verdiği Şiraz gülü;

Ne de kutsal kırmızı, peygamber gözdesi Saran gülü,

Bremen meyhanesindeki gül gibisin  sen, O güller gülü,

Eskidikçe daha güzel açar, işte beni Hayran eden, mesteden, şad eden Ondaki o büyüleyen koku;

 Tutmasaydı sıkıca saçlarımdan Bremen'deki meyhanecibaşı Yuvarlanırdım yere!

Babacan adam! Oturduk içtik

İki kardeş gibi,

Konuştuk gizli, yüce şeylerden, İç  çektik,   kucaklaştık, Sevmeye iman ettirdi beni -

İçtim en amansız düşmanlarımın sağlığına, Bağışladım bütün kötü şairleri,

İlerde de beni bağışlasınlar! Duygulandım doldum ağladım, nihayet Açıldı önümde mağfiret kapıları,

On iki havari, kutsal çömlekler Susarak vaaz ettiler, fakat pekala Anlayabilir her millet, onları.

İşte gerçek adamlar!

Dıştan gösterişsiz, kabalar giymiş, Fakat güzel, pırıl pırıl içleri

Tapınağın mağrur rahiplerinden daha çok. Ve eflatun atlaslar, sırmalar içindeki

Muhafız ve nedimlerinden Herodes'in. Ben hep söylemişimdir

O gökler kıralının daima, Halkın arasında değil de

Üstün, yüce kişilerle yaşadığını.

Halleluja! Ne hoş yelpazeler beni Betıhel'in hurma dalları!

Hebron mürrüsafilerinin hoş kokuları! Jordan ırmağı yalpalar sevinçten,

Ne güzel! -

Ölümsüz ruhum da sallanıyor  öyle, Ben de onunla, sallana kaykıla Çıkarıyor merdivenlerden gün ışığına

Beni, babacan meyhaneci, Bremen'deki.

Babacan meyhaneci, Bremen'deki!

Bak, melekler oturmuş evlerin çatılarına, Sarhoş, şarkı söylüyorlar;

Tepede  alev  alev güneş,

Bir sarhoşun kızarmış burnu sadece, Evrendeki ruhun burnu;

Ve bu kızarık burnun çevresinde Dönüyor bütün dünya.

-10-

SONDEYİŞ

Tarlada buğday sapları  gibi Büyür, dalgalanır insan zihninde Düşünceler.

Aşkın ince düşünceleriyse Buğdaylar arasında neşeli açan Kırmızı, mavi çiçeklere benzer.

Kırmızı, mavi çiçekler!

Ters, aksi orakçı fırlatır atar sizi, Döven gibi odunlar ezer geçer alaycı, Meteliksiz yolcu bile

Bakar, içi açılır da

Sallar başını, eh işte bir yabani bitki, Der geçer size.

Çiçeklerden taç ören Genç köylü kadınsa Hayrandır, koparır

Süsler güzel saçlarını sizinle, Koşar d;

ms edilen yere:

ıslık, keman seslerinin yankılandığı;

 Yahut gider sessiz kayın ağacına, Kemanlardan, ıslıklardan, orada Sevgilinin sesi daha tatlı.

NOTLAR, AÇIKLAMALAR

Sayfa

17 Apollo/marsyas Apollo (daha yaygın adıyla Apollon), Yunan mitologyasının en ünlü tanrılarından biridir. Lakaplarından, ek adlarından biri de Phöbus (parıldayan) olan Apollon’un tanrılığı çok yönlüdür;

 birçok mesleklerin, işlerin tanrısıdır Apollon. Heine’nin bu önsözünde onun, güzel sanatların, en başta müziğin tanrısı olduğu hatırlatılmak istenmiş. Şair, şarkılarından (şiirlerinden) ötürü, bu işin tanrısı Apollon’dan özür diliyor. Apollon, çok iyi gitar çalarmış. Flüt çalmada usta Marsyas’ın, kendisine meydan okuduğunu görünce onu yarışa davet etmiş. Kazanan, istediğini yapacakmış. Yarışı Marsyas kaybetmiş, Apollon da diri diri Marsyas’ın derisini yüzmüş. — Heine, önsözündeki değinmelerinde, Apollon’un, şarkıda kendisiyle yarışa girdiği sanısını önlemek, küstahlığını bağışlatmak istiyor.

39      Rinaldo Rinaldirıi ve Orlando Orlandini Alman Romancısı Christian August Vulpius (1762 1827)’un aynı isimlerdeki haydut romanlarının kahramanlan. — Schinderhannes (1783 1803) bir eşkıya çetesinin elebaşısı. 19 arkadaşıyla Mainz’de idam edildi;

 hayatı ve maceraları Alman halk hikâyelerine konu oldu. — Carlo Moor Alman şairi Schiller’in Haydutlar isimli oyununun (1781) kahramanlarından Kari Moor.

40      Mortimer Alman şairi Schiller’in Maria Stuart piyesinin kahramanlarındandır.

52 Europa : Mitologyada Phoinikia (Finike) kıralı Agenor’un kızıdır. Bir boğa kılığına giren Zeus, onu denizin öte yakasına, Girit’e kaçırdı, Girit’te onunla evlendi. Girit’in batısına düşen kıtaya da Europa (Avrupa) denildi.

52 Eris Ares’in kız kardeşi ve kavga tanrıçası. Bir düğünde üzerine “en güzel kadına’’ diye yazdığı altın bir elmayı misafirlerin arasına atıverdi. Üç tanrıça Hera, Athena ve Aphrodite, elmayı çekişmeye başlayınca Zeus, Troya kıralı Priamos’un oğlu Paris’i hakem tayin etti. Üç tanrıça, birçok şeyler vadederek Paris’i kandırmaya çalıştılar. Paris, elmayı, kendisine dünyanın en güzel kadınını vadeden Aphrodite’ye verdi. Aphrodite de Güzel Helena’nın kaçırılmasında Paris’e yardım etti. Troya savaşı böylece, Eris yüzünden çıkmış oldu.

74 Belsazar şiiri İsrailoğullarını yenmiş olması şerefine sarayında şenlik düzenleyen Belsazar, Tevrat’ta Babil’in son kiralıdır. Milattan önce 555 539 yılları arasında hüküm sürdüğü sanılıyor. Heine, onun öyküsünü Tevrat’tan esinlenerek yazdı. Tevrat’ta Daniel kitabının beşinci bölümünde (25 28) saray duvarında görülen esrarlı yazı şöyle açıklanıyor “Ve çizilen yazı şudur: MENE, MENE, TEKEL, UFARSİN. Bu şeyin anlamı şudur: MENE;

 Allah senin kırallığını saydı ve onu sona erdirdi. TEKEL: terazide tartıldın ve eksik bulundun. FERES;

 ülken bölündü ve Medlere ve Farslara verildi (Kitabı Mukaddes, 1958).

83 16. şiirdeki Şarkıcı kadın, tiyatro ve konser sanatçısı Karoline Stern’dir;

 Düsseldorf’ta Heine’lerin aile dostuydu. Şiirde sözü edilen romansın konusu Avrupanın en eski hıristiyan şövalyeler destanı olan Chanson de Roland’dır, ki kuzey Fransada 1100 tarihlerine doğru oluşmuştur ve Franklar kıralı Büyük Kari (689 741) ile çevresindeki şövalyelerin hayat ve kahramanlıklarını anlatır.

86 Paderborn Almanya’nın Frankfurt, Marburg şehirleri doğrultusunda, onların kuzeyinde;

 katedrali, Roma, Gotik ve Barok stillerinde kiliseleriyle tanınmış bir şehir.

93      H. S.’ye şiiri: Bu şiir ilk defa “H. Str.’ye. Eski Alman sanatının diriltilmesi amacıyla çıkan dergisini okuyunca” başlığıyla yayınlanmıştı. Wünschelrute adındaki bu dergiye Grimm kardeşler, Brentano ve başka yazarlar katıldılar. İsmi, şiir başlığında H. S. olarak kısaltılmış Heinrich Straube (17941847) ile Heine, 1820’de Göttingen’de tanıştı, onun yakın dostlarından biri oldu. — Şiirde söz konusu edilen trakit eski kulenin ince oyma ve kabartmaları hava etkileriyle çatlamış, pul pul dökülmüş, tamamen temizlenmeleri gerekmişti. Bu kabartmalar sonradan tekrar yapıldı.

94      Freks soneler: Fresk, daha yaş iken duvar sıvası üzerine yapılan suluboya resim olduğuna göre Heine, bu sözü büyük boyutlu soneler anlamına kullanıyor. Şiirlerin armağan edildiği Christian Sethe, Heine’nin okul arkadaşıydı, dostlukları uzun yıllar devam etti. Sethe, 1857’de Stettin’de vergi müdürüyken öldü.

103 Lirik Intermezzo: Opera ve operetlerde, perde aralarında seyirciyi oyalamak, dekor değiştirmeye fırsat vermek amacıyla yazılmış ara müziğine “Intermezze” deniyor. Heine’nin bu bölümdeki şiirleri Şarkılar Kitabı’nm ilk baskısında Ratcliff ve Almansor ağıtları arasında olduğu için, şair sonradan bu şiirlere “Aradaki lirik şiirler” anlamına, bu genel başlığı koymuştur.

112 11. şiirde söz konusu tablo, 15. yüzyıl ortalarına doğru Stephan Lochner tarafından yapılmış, üç bölümden meydana gelen bir tablodur. Kenarlarında nedimeleriyle, ermiş Ursula ve Thebai tümeniyle, ermiş Gereon;

 ortasında ise üç kutsal kıralla Hazreti Meryem görülür. — Gereon, Roma imparatoru Diocletianus zamanında Thebai tümeninde askerdi, Köln’de idam edildi. — Ursula, efsaneye göre Britanyalı bir kıral kızıdır, Roma’ya yaptığı bir hac dönüşü, Köln’de, yanıdaki genç kadınlarla birlikte öldürüldü. Köln şehrinin koruyucusu sayılır. — Hazreti İsa’nın doğuşunu ilk kutlayanlardan üç kutsal kiralın hikâyesi için Heine’nin şiirine bakınız (s. 187).

149 Dönüş: Bu bölümdeki şiirlere, çoğu, Heine’nin üniversite öğrenimini tamamlayıp baba evine dönmesinden sonra (1825) yazıldığı için bu başlık konmuştur.

175 Atlas: Bir titan oğlu, ve Prometheus’un kardeşi olan Atlas, Yunan mitologyasına göre, dünyanın batı kıyısında durur, gökkubbeyi omuzlarında tutarmış.

185 35. şiirdeki Hegel ve Fouque’nin kimlikleri için önsöze bakınız. “Nineciği Hekate” mısraında, Adolf Müllner adında bir yazar tarafından Leipzig’de 1823’te çıkarılmış, haftalık edebiyat dergisi Hekate hatırlatılıyor. Hekate, aslında, Yunan mitologyasmda hayaletler, büyücüler tanrıçasıdır.

187 Bethlehem: İslam dünyasında Beytüllahm, Ürdün’de Kudüs ilinde, hıristiyanlarca kutsal bir şehir;

 İsa orada doğdu. Şiirde adı geçen Yusuf, İsa’nın babası Nazareth’li (Nâsıra’lı) dülger Joseph’tir.

195 45. şiirdeki Visvamitra, bir Hind efsanesinin kahramanıdır. Kendi halinde, dininde diyanetinde bir adam olan Vasişta’nın tanrısal br ineği vardır;

 sahibine, dünyanın bütün nimetlerini bahşeden bir inektir bu. Hind kıralı Visvamitra, önce rica ederek, sonra zorla bu ineği ele geçirmek ister. Fakat inek, sahibinin, kirala yenilmesini önleyip Visvamitra’da kalır.

238 Almansor: İslâm tarihlerinde AlMansur;

 Emevîler zamanında, 9921002 yılları arasında Endülüs’te hâciplik etmiş kumandan. Yapımına 785’de Abdurrahman I. tarafından başlatılmış, X. yüzyılda tamamlanmış Cordova (Kurtuba) camiini genişletmesiyle ve Hıristiyanlara karşı savaşlarıyla ün kazandı. “Kurtuba camisi, doğubatı yönünde 19 şahından meydana gelen bir bütündür;

 bu sahmları tutan çift kanatlı kemerler, sekiz yüzden çok sütuna dayanır.” (MeydanLarousse Ansiklopedisi)

262    Brocken tepesi: Harz dağlarının en yüksek tepesidir, 1142 metre, granit bloklarından oluşmuş, çıplak bir tepe.

263    ilse: Harz dağlarında Brocken tepesinden çıkan, kırk kilometre uzunluğunda bir ırmak. Oker nehri kollarından. llsenstein: Bu ırmağın vadisinde bir kayalığın adı. '

270 Sol/Luna: Yunan mitologyasmdaki güneş tanrısı Helios’un Latin mitologyasmdaki adı Sol’dur. Yunanlıların ay tanrıçası Selene de Latin eserlerinde Luna olarak geçer.

276 Poseidon şiiri: Poseidon, Yunan mitologyasında denizlerin, suların tanrısıdır. — Hellas: Antik çağda Yunanistan’ın adı. — Odysseus: Ünlü Yunan şairi Homeros’un Odysseia destanının kahramanı. Laertes oğlu Odysseus’un, on yıl sürmüş Troya savaşından, yurdu Ithaka’ya dönerken başından geçenleri anlatır. Maceralarla dolu bu dönüş de on yıl sürdüğü için, Odysseus, yurdundan yirmi yıl uzak kalmıştı. — Nympha’tar: Kırların, tabiat köşelerinin, ağaçların, derelerin, pınarların tanrıçaları, su perileri. — Kimmerler: Dolambaçlı yolculuğunda Odysseus, Kimmerlerin ülkesine de uğramıştı: “Vardık sınırlarına derin akışlı Okeanos’un / Ordadır Kimmerlerin ülkesi ve kenti / Oldum olası bol sisle ve bulutlarla örtülü / Parlak güneş onları ışınlarıyla göremez hiç bir vakit / Öylece serili durur bir uğursuz gece / Bu zavallı ölümlülerin üstünde /.. (Odysseia, XI, 5 vd., Azra Erhat A. Kadir çevirisi, 1970)

—       Priamos: Troya’nın son ve özellikle yiğit oğlu Hektor’un öldürülüşü yüzünden bahtsız kıralı. — Polyphemos: Tek gözlü, iri yarı devlerden biri. Mağarasına kapattığı Yunanlılardan altısını yemişti. Odysseus, devi sarhoş edip tek gözünü kızgın kazıkla kör ederek, sağ kalan arkadaşlarını kurtardı. — Palla Athena: Tanrılar tanrısı Zeus’un kızı. Atina şehri için yarışa girmişti. Bu şehre en faydalı armağanı veren yarışı kazanacaktı. Poseidon’un, beygiri vermesine karşılık, Athena zeytin ağacını vererek yarışı kazandı. — Amphitrite: Poseidon’un karısı, deniz dibi tanrıçası. — Nereus: Deniz sessizlik ve güzelliğinin tanrısı. İhtiyar Nereus’un, hepsi de güzel, alımlı 50 peri olan kızları Nereid’ler, ikinci derecede deniz tanrıçalarıdır.

Bu şiirde “Erguvan örgüler örerken kıraliçeler” mısraında Odysseus’un Phaiaklar ülkesindeki maceralarına telmih ediliyor. Güzel Nausikaa’nm annesi, kıraliçe Arete örüyordu o örgüleri. — “Devlerin kovuklarından”, Polyphemos’un mağarasından;

 “nymphaların kollarından”, Kirke’nin ve Kalypso’nun kollarından anlamına. Odysseus, güzel büyücü kadın Kirke’nin Aia adasından, Kimmerler ülkesine geldi, burası yeraltı ülkesinin başlangıcındaydı ve sürekli bir gece karanlığına gömülmüştü. — “Fırtınada gemisi parçalandı” mısraında Odysseus’un yoldaşlarının Thrinakia adasında güneş tanrısı Helios'un kutsal sığırlarını öldürmelerinden sonra başlarından geçen kaza hatırlatılmaktadır.

283 Fırtına şiirinde “köpüklerden doğan, güzelliğin annesi” sözüyle Yunanlıların cinsel aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite (Latinler Venüs derler) kasdediliyor. Tanrıçanın adı, köpükten (aphros) çıkmış (dyte) şeklinde açıklanır. Aphrodite’nin, birçok sanatçılara ilham kaynağı olan, denizden doğduğu efsanesi, bu yorumlamadan dolayıdır. — Gene bu şiirde “torunun küçük yaramaz” sözüyle Heine, Aphrodite’nin, kanlı savaşlar tanrısı Ares’ten olma, oğlu Eros’u kasdediyor. Aşk tanrısı olan Eros (Latinler Amor veya Cupido derler) zamanın akışı içinde türlü biçim ve görünüşlerden geçerek sonunda ufak, afacan, kanatlı bir çocuk şeklinde tasavvur edilmiştir.

292 Denize Selâm şiiri: Pers prensi Kiros, Milattan önce 401’ de kardeşi, kıral Artarkserkses’e karşı açtığı savaşta külliyetli miktarda Asyalı askerle on üç bin kişilik bir Yunan yardımcı birliğini bir araya toplamıştı. Bu ordu, Mezopotamya’da Kunaksa dolaylarında yenilgiye uğradı, Kiros da öldürüldü. Yunanlıların sağ kalan kısmı (on bin kişi) çetin bir çekilişten sonra Trabzon yakınlarında bir yerde Karadeniz’e ulaştılar. Aralarında bulunan tarihçi Ksenophon, Anabasis adlı eserinde (IV, 7) Yunanlıların, kavuşmaya can attıkları denizi, bir tepeden gördükleri anda, sevinçle “Thalatta/ Thcâatta!” (Denizi Denizi) diye bağrıştıklarını anlatır.

295 Fırtına şiiri — Kronion (daha yaygın adıyla: Kronos), tanrılar atası Uranos’un oğludur. Oğlu Zeus’dan önce dünyalara o hükmetmiş, Kronos çağı bir altın çağ olmuştu. Poseidon, Hades, Hera gibi birçok ünlü tanrı ve tanrıçalar Kronos’un çocuklarıdır. — Boreas: Bora, kuzey rüzgârı, poyraz. Trakya’da oturan bu rüzgâr tanrısını Atina’lılar milattan önce 492’de İran donanmasını perişan etmesinden sonra daha da yücelttiler. — Erikthon (Erikhtonios): Zeus’un oğullarından Dardanos, Troya kıratlarının atası sayılır;

 Erikhtonios da Dardanos’un oğludur. Çok zenginmiş. On bin kısrağı Boreas tarafından döllenerek on ikişer tay doğurmuş;

 bu taylar öyle hızlı koşarlarmış ki, otlar başaklar ezilmezmiş ayaklarının altında (İlyada, XX, 215220). — Styks: Yunanistan’da Arkadia bölgesinde bir dere. Issız bir dağda iki yüz metre yüksekliğinde bir kaya duvarından incecik serpintiler halinde dökülürmüş. Arazinin esrarlı hali, Styks’in, yeraltı ülkesinin bir ırmağı olduğu tasavvuruna yol açmıştır. Tanrılar bu ırmağın adına yemin ederler, buz gibi suyu öldürücü bilinirmiş. — Kharon: Ölülerin gölge ruhlarını Styks ırmağından geçirip yeraltı ülkesine götüren kayıkçı. Kayığa binme ücreti olan bir obolos, gömülürken ölünün ağzına konurdu. — Aiolos: Altı oğlu, altı da kızıyla, efsane adası Aiolia’da otururmuş. En tehlikeli rüzgârları bir tuluma kapatarak Odysseus’a hediye etmiş. Meraklarını yenemeyen yol arkadaşları, tam yurtlarına yaklaşırlarken tulumu açmışlar. Boşanan rüzgârlar, Odysseus’u tekrar Aiolia adasına sürüklemiş. Bu ikinci gelişinde Aiolos, Odysseus’u terslemiş, adasından kovmuş. — Kastor ile Polydeukes: İkiz erkek kardeşler. Mitologyada birincisi binicilikte, İkincisi yumruk dövüşünde ün salmışlardı. Birçok yiğitlikler gösterdiler. Sonuncu çarpışmalarında Kastor öldürüldü, Polydeukes de ölümsüzlüğünü kardeşiyle paylaştı: Tanrı Zeus, iki kardeşin bir gün yeraltı ülkesinde, bir gün yeryüzünde beraber olmalarına izin verdi. Birlikte, Dioskurlar diye de anılan bu ikizler, gemicilerin kaderlerini tayin ederler. Fırtınalı havalarda yardıma çağrıldıkları vakit, gemi direklerinde çifte parıltı, kurtuluşu müjdeleyen Dioskurlar anlamına gelir;

 sadece küçük ve tek bir parıltı, Helena yani felâket diye yorumlanırdı.

300 —

303    Okeanidler: Denizler tanrısı olarak, bütün akarsuların atası kabul edilen Okeanos’un kızları ve akarsu, kaynak, dere vb. tanrıçalarıdır Okeanidler. — Peleus: Troya savaşlarının başkahramanı Akhilleus’un babası. Peleus’un “gümüş ayaklı” karısı Thetis, oğlunun, o savaşta ölmesi üzerine, nympha’larla (deniz perileriyle) denizden çıkarak yürekler paralayan ağıtlar söylemişti (Odysseia, 24. bölüm, V, 47 vd.). — Niobe: Yedi oğlu ile yedi kızından ötürü böbürlendiği için cezaya çarptırıldı, çocukları öldürüldü. Niobe, evlat acısından taş kesildi, bir kaya oldu. Bugün Anadolu’da Sipylos (Manisa) dağında, uzaktan bir insana benzeyen bir kayanın, gözyaşları döken Niobe ana olduğu söylenir.

—       “Atan, yüce titan” mısralarında Prometheus’a telmih var. Prometheus, insanların dostu, baştanrı Zeus’un hasmı idi. Tanrılar dağı Olympos’tan ateşi çalıp insanlara armağan verdi, bunun için de bir kayaya zincirlendi. Bir kartal (şiirde bir akbaba) karaciğerini yiyor, ciğer her gece yeniden eski haline geliyordu. Çok sonra, Prometheus’u bu işkenceden Herakles kurtardı. Tevfik Fikret’in Promete şiirinde de bu efsaneye telmih vardır. — Atlas: Yunan mitologyasmda Prometheus’un kardeşidir;

 dünyanın batı kıyısında durur, gökkubbeyi omuzlarında tutar.

304    —

307 Yunanistan Tanrıları şiiri — Pantheon: Eski Yunanlıların ve Romalıların en büyük tapınaklarına Panteon denir. Bir de “Eski Yunan Panteonu” sözünden, büyük Yunan tanrıları, Yunan tanrılarının tümü anlaşılır. — Kronion: bk. s. 293 notlan. — Olympos: Yunan tanrılarının Tesalya’daki, Yunanistan’ın en yüksek dağında oturduklarına inanılırmış. Hephaistos, tanrılara bu Olympos dağında saraylar kurmuş. Fakat Olympos’un gerçek bir dağ olmayıp gökte ideal bir yer olduğu düşüncesine daha Homeros destanlarında bile raslanır. — Zeus: Olympos’lu'birinci derecede on iki tanrının başında gelir. Zeus, babası Kronos’u tahtından indirmiş, dünya eğemenliğini kardeşleri Poseidon ve Hades’le paylaşmıştı. Kronos zamanında ilk tanrılar soyu Titanlar, Zeus’un amcaları, dayıları olurlar. Zeus, Titanlarla da savaştı, onları yendi, yeraltı ülkesindeki hapisane Tartaros’a kapattı. — Nympha’lar: bk. s. 276 notlan. — Jüpiter: Yunanlılardaki Zeus’un yerini tutan, Roman tanrısı. Gökyüzünün, yıldızlann, yıldınmın tanrısı. Heine, Jüpiter için “baba akraba katili” demekle onun Kronos’u ve Titan’ları öldürmüş olmasına değiniyor. — Juno: Roma tanrıçası. Jüpiter’in karısı. Heine, Juno için kıskanç demekle onun Yunanlılardaki tanrıça

Hera ile özdeşliğini hatırlamış oluyor. Zeus’un karısı Hera kıskançtı çok;

 fakat kocasının çapkınlıklarıyla baş edemiyordu. Zeus’un, bazan kılık değiştirerek, ilişki kurduğu, seviştiği kadınların sayısı on dördü bulur. Hera bu kadınların bazılarından öcünü aldıysa da alamadıkları da oldu. Heine “tanrının döllediği genç kadın'’ sözüyle Zeus’a olağanüstü birçok işler yapacak olan oğlu Herakles’i doğuran Alkmene’yi kasdediyor. — Pallas Athene: bk. s. 276 notları. — Aphrodite/Venus: bk. s. 283 notları. — Ares: Zeus ile Hera’nın oğlu;

 taş taş üstünde bırakmayan, kanlı savaşlar tanrısı;

 tanrılar içinde en sevilmeyeni. Romalılar onu kendi tanrıları Mars ile özleştirirler. Ares, Hephaistos’un karısı olan Aphrodite ile sevişmişti. — Phöbus Apollo: bk. s. 17 notlan. — Lyra: Mahmut R. Gazimihalin Musiki Sözlüğü (1961)’ndeki açıklamaya göre: “telli antik çalgı. Tann ve kahramanları yücelten şarkılara yüzyıllarca eşliği ve hizmeti oldu. Yunan lyra'sı iki koç boynuzu biçimindedir. Teller, boynuzların arasında yukardan aşağı gerilidir. Ses veren gövdesi bir kaplumbağaya benzer. Lir ve kitara sazlarının, ünlü adlarıyla şair eserlerinde nice zamanlar yaşadığı görülür. Lyrique (lirik), lyra eşliğiyle söylenmeye mahsus şiir demekti.” — Heptıaistos: Ateş tanrısı, demircilerin tanrısı. Zeus’un oğullarından. Topaldı, tanrılar ve yiğitler için silahlar, ziynet eşyaları yapardı. Çirkin ve sakat olduğu halde, en güzel tanrıça Aphrodite ile evlenmişti. — Hebe: Gençlik güzelliği tarnıçası. Zeus ile Hera’nın kızı. Tanrılara sakiyelik eder, tanrıların içkisi olan Nektar’ı, sofralarında onlara Hebe sunardı. Tanrılar, Ambrosia yer, Nektar içerlerdi;

 ölmezliklerini böylece korurlardı.

309 Phöniz: Bir efsane kuşu;

 beş yüz yıl yaşar, sonra kendi kendini yakar, külünden tekrar doğarmış. Doğu edebiyatlarında Phöniks’in karşılığı Kaknus’tur.

311 —

313 Limanda şiiri. Eduard Gans, Heine’nin gençlik arkadaşı. 1826’dan başlayarak, Berlin üniversitesinde profesörlük yapmıştı. — Hâfız: Ünlü İran şairi. Şiraz’lı. 1390’da öldü.

Divan’ının türkçeye son çevirisi, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından, 1944. — Saron: Eski Filistin’de gülleriyle meşhur bir ova. — On iki Havari: Hazreti İsa’nın, İncil’i yaymakla görevlendirdiği on iki yardımcısı (etraflı bilgi için MeydanLarousse Ansiklopedisi, cilt V, Havari maddesine bakınız). XVII. yüzyılda Bavyera’da kumtaşından yapılan ve havarileri kabartma olarak gösteren, minelerle süslü çanaklara havari çömleği (kutsal çömlekler) denir. — Herodes: Milattan önce 40 ve 4 yıllarında hüküm süren ve Kudüs’te ölen yahudi kıralı Herodes, İsa’nın doğuşundan az sonra Beytüllahm’daki bütün erkek çocukların öldürülmesini emretmişti. — Halleluja: Yahova’ya (Rabb’e) hamdedin! Tanrı’yı övün! anlamında İbranice söz. Tevrat’ta en çok Mezmurlar bölümünde geçer. — Bethel: İbranice Tanrı’mn evi anlamına, Kudüs’ün kuzeyinde bir köy. — Hebron: Bugünkü adı ElHalil. Ürdün’de bir şehir. Bir adı da İsrail olan, İbrani peygamberi Yakub’un oğlu İbrahim’in bu şehre yakın bir yerde yaşadığı söylenir. — Jordan: Suriye’den çıkan, Kızıldeniz’e (Şap denizi) dökülen, 600 kilometre uzunluğundaki ırmak.

(Şarkılar Kitabı, eserin şu baskısından çevrilmiştir: Heinrich Heine, şiirlerin sıralanışı, eserin Goldmanns Gelbe Taschenbücher baskısına göredir.)

 

 

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar