Print Friendly and PDF

Tasavvufî Düşünce Perspektifinden Muhammed İkbal

Bunlarada Bakarsınız

  

Gerek ülkemizde gerekse diğer ülkelerde birçok ilmî monografinin konusunu teşkil eden İkbal'in her nedense tasavvufî hayatına ve tasavvufî düşünce dünyasına yeterince dikkat çekilmemiştir. Hâlbuki kanaatimize göre İkbal, tasavvufî hayatla doğrudan ilişkili olup tasavvufî gelenekten beslenen bir sûfî düşünürdür. İkbal'in tasavvufî vechesinin farkına varılamayışının temel sebepleri arasında, belki de onun İslâm'da Dinî Düşüncenin Yeniden Teşekkülü isimli eseriyle bilinmesi ve şiir kitaplarındaki tasavvufî yönden haberdar olunmaması vardır. Bu hususu da göz önünde bulundurarak biz çalışmamızda başta kendi mensur ve manzum eserleri olmak üzere hakkında yazılan kitap ve makalelerden istifade etmek suretiyle İkbal'in tasavvufî düşünce dünyasının açıklığa kavuşturulmasına gayret ettik.

Muhammed İkbal'in Babası Şeyh Nur Muhammed dindar ve sûfî bir zâttı.2 Baba tesiri bu temayülün İkbal üzerinde etkili olmasına vesile oldu.3 Orta sınıfa mensup ve kuvvetli bir tasavvuf eğilimine sahip ailesinin halk nezdinde büyük itibarı vardı.4 İkbal bir mektubunda, babasının İbnü'l-Arabî'nin (1165-1240) el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye ve Füsûsü'l-Hikem isimli eserleriyle çok fazla meşgul olduğunu ve bu kitapların yıllarca evlerinde okunduğunu yazmaktadır. Nûr Muhammed'in tasavvufî eğilimini, oğlu İkbal'de bıraktığı mânevî izleri göstermesi ve Doğu kültüründe tasavvufun yerini belirtmesi açısından İkbal'in çağdaşı büyük şair Ekber İlahabadî'ye yazdığı bir mektup dikkate şayandır: "Önceki akşam yemek yerken geçenlerde vefat eden bir yakınımızdan bahsediyorduk. Konuşma esnasında dedi ki, ‘Kim bilir kul Rabbinden ne zamandan beridir ayrıydı.' Bu düşünceden o kadar etkilendi ki, kendinden geçti ve bu hâli gece saat on bire kadar devam etti. Bu sessiz dersler sadece Doğu'nun pirlerinden elde edilebilir, Avrupa'nın dershanelerinde bunlara yer yoktur."5 

Oğlu Câvid İkbal'in ifadesine göre, "Muhammed İkbal, bir mutasavvıf ve sufi idi. Babası sebebiyle Hz. Mevlânâ'yı (1207-1273) tanıdı. Çocukken çok erken yaşlarda babası kendisine Mesnevî'yi okumuş, anlatmış ve fikirlerinin ne olduğunu açıklamıştır. Ben çok iyi hatırlıyorum. Çocukken bizim elimizden Mesnevî düşmezdi. Dedemiz vahdet-i vücûd felsefesine inanan bir mutasavvıftı."6 Sofi Huri de, İkbal'den "Mutasavvıf şâir" olarak söz etmektedir.7 İkbal'in babasının Kadirî-Mevlevî oluşunda tasavvufî Keşmir edebiyatının tesiri olduğu düşünülebilir. Örneğin 14. yüzyılda, sufiliğin tesirini göstermeye başladığı bir dönemde yetişen Lâl Ded isimli şâirin şu mısralarının Mevlânâ düşüncesi ile paralellik arz etmesi mânidardır: "Gök de Sen'sin, yer de Sen'sin!, Hem alansın, hem verensin, Hem çiçeksin, hem derensin, Ne ben var, ne sen var, ne o."8 İkbal'in eserlerinde Mesnevî'nin tesiri merkezî bir yer işgal etmektedir.9

Trimingham'ın İkbal'in herhangi bir tarîkata intisabı ile ilgili olarak bir delil bulunmadığını söylemesine karşın,10 İftihar Ahmed Sıddıkî, Uruc-é İqbal ve Annemarie Schimmel, "Sind Halk Şiirinde Hallâc-ı Mansûr" isimli eserinde İkbal'i Kadiriyye Tarîkatı mensubu olarak zikretmektedir.11 İkbal'in babasının da Kadirî Tarîkatı mensubu olduğu bilinmektedir.12

İkbal ile alâkalı olarak Life of İqbal (İkbal'in Hayatı) isimli iki ciltlik hacimli kitabın yazarı olan Masud el-Hasan "Sufizm" alt başlığında şunları ifade etmektedir: İkbal bir sûfî idi. Sezginin zekâya, ruhun bedene üstünlüğüne inanırdı. İkbal, babasının müridi idi.13 Mesud el-Hasan'ın ifadesinden anlaşılan İkbal'in mürşidinin babası Nûr Muhammed olduğudur. Sheikh Abdülkadir de, İkbal'in sufi mizacını babasından miras aldığını ve tasavvufî düşünceye temayülünün çocukluk yıllarında şuuraltına yerleştiğini ifade etmektedir.14

İkbal, babasının kendisini Peygamberî ahlâkla yetiştirmek istediğini uzunca bir şiirinde şöylece anlatmaktadır:

"Gençlik zamanında akıl; bu doğrudur, bu yanlıştır diye düşünmüyor.
Babam mizacımın bu haşin tezahüründen müteessir oldu. Yüzündeki lâleler soldu.
Göğsünden dudağına derin bir âh yükseldi. Gönlü burkuldu.
Gözünde bir yıldız dolaştı ve aktı. Kirpiklerinin ucunda bir ıslaklık parladı ve yere damladı.


Son baharın sabah rüzgârından yuvasında titreyen bir kuş gibi.
Bu gafil canım, tenimin içinde sarsıldı. Sabır Leyla'sı mahfemden çıkıp gitti.
Dedi ki: Yarın Peygamberlerin en hayırlısı olan Hz. Muhammed'in ümmeti her şeyin Rabbi ve Efendisi olan Allah'ın huzurunda toplanacak; 


Orada O'nun seçkin ümmetinin gazileri, onun vâzıh hikmetinin hâfızları,
Milletin göklerinde yıldızlar gibi nur saçan ve bu dinin hücceti olan şehitler, 
Gönlü yaralı zahitler ve âşıklar, mahcup âlimler ve âsiler orada haşrolacak.
Bu cemiyet içinde beni Sırattan geçirecek bir şeye mâlik olmadığım için orayı geçmek senin için çok güç; eğer Hz. Peygamber bana şöyle sorarsa ben ne cevap veririm?

"Allah sana yetiştiresin diye Müslüman bir genç emanet etti. Halbuki o genç benim mektebimde okunan hakikatlerden nasibini almamış. Sen bu kadar kolay bir işi dahi beceremedin. Yani o çamur ambarını insan yapamadın."

Kerim bir insan olan babam, kusurlarımı böyle yumuşak sözlerle yüzüme vururken ben, utancımdan yerin dibine giriyor; bir taraftan da onun affını umuyordum.

Babam devam ediyordu: "Evladım, biraz düşün; insanların en hayırlısı olan Hz. Muhammed'in ümmeti bir yerde toplanmış, onların arasında,
Bir de beni düşün. Şu ak sakalımla korku ve ümit içinde tir tir titriyorum.
Babana bu hiç yakışık almayan cefayı revâ görme. Efendisinin huzurunda kulu utanacak bir mevkie düşürme.
Sen Mustafa'nın dalında bir goncasın. Mustafa baharının rüzgârıyla açıl ve gül ol. Onun baharından renk ve koku al.
Bir katresinde denizlerin gizlendiği o büyük insan, Rum Mürşidi (Hz. Mevlânâ) ne güzel buyurmuştur:
"Hayatının gidişi Hz. Peygamber'in vazettiği nizam dâhilinde olsun, kendi hüner marifet ve arzuna itimat edip onun yolundan ayrılma."
Müslüman'ın fıtratı baştan ayağa şefkattir. Dünyada onun elinden ve dilinden iyilik etmek ve acımaktan başka bir şey gelmemelidir.
Eğer O'nun makamından uzakta kalırsan, sana bizim cemiyetimiz içerisinde yer yoktur.
Sen ki, bizim bahçemizde yetişmiş bir kuşsun, bizim gibi öter bizim gibi konuşursun."15

Mehmet Önder, Millî şairimiz Âkif ve İkbal ile alâkalı olarak şöyle demektedir: Âkif ile İkbal arasındaki ilk mektuplaşma 1930 yılından sonra Âkif Kahire'de iken gerçekleşmiştir. Âkif'in damadı Ömer Rıza Doğrul Konya'da "Mevlânâ ve İkbal" üzerine bir konferans vermiş ve bu konferansta İkbal'in Âkif'e gönderdiği mektubu okumuştur. Farsça mektubunda İkbal şu cümlelere yer vermektedir: "Bir gün Türkiye'yi hususen Mevlânâ-i Rûmî'nin Konya'daki mübarek makamını ziyaret etmek isterim. O mübarek toprakların beni, Mevlânâ'nın nâçizane bir müridi olarak kabul etmesini niyaz ediyorum. Gönlümün derinliklerinde bir gül bahçesi görür gibiyim. Ortasında alev alev bir ateş yanmakta ve ben pervaneler gibi o ateşe doğru koşmaktayım. O ateş Mevlânâ-i Rûmî'nin aşkı ve sevgisidir."16 İkbal'in bu hasretinin bir nişanesi olarak, Mevlânâ Türbesi'nin hazîresinde müridi İkbal için bir makam taşı dikilmiştir.17

Ali Nihad Tarlan, İkbal'in ecdadında İslâm mutasavvıflarına ve onların eserlerine karşı eski bir aşinalık ve sevginin mevcut olduğunu bildirmekte ve bu muhabbetin onun üzerinde çok müessir olduğunu ifade etmektedir.18 İkbal'in ilme ve irfana olan yoğun eğilimi atalarından gelmektedir. İkbal bu yönüyle hem asil hem de ilim, hikmet ve irfan aşkının mezcedildiği bir kan taşımaktadır.19


Babası İkbal'i Kur'ân Kursuna göndererek ona şu öğüdü vermiştir: Evladım Kur'ân-ı Kerîm'i sanki bu kutsal kitap sana doğrudan inmiş ya da Cenâb-ı Hak seninle doğrudan konuşuyormuş gibi oku. Nur Muhammed'in dindarlığı, ilim sevdası ve bilimsel tartışmalara düşkünlüğü ona "okumamış filozof" unvanını kazandırmıştı. İkbal'in babası 90 yaşında 17 Ağustos 1930'da hayata gözlerini kapamıştı. Annesi İmame Bibi sade, ailesine bağlı, iyi huylu ve çalışkan bir İslâm kadınıydı. 1914'te vefat etmiştir.

İkbal'in sadece dinî eğitim almasını isteyen babası onu beş yaşında iken cami hocası olan Mevlevî Gulam Hüseyin'in yanına verir. Bir yıllık Kur'ân Kursu eğitimini bitirdikten sonra İkbal hocası Mîr Hasan'ın teşvikleriyle ilkokula başlamış, 1893'te İngilizce öğretilen İskoçya Misyon Lisesi'nden mezun olmuştur. Yükseköğrenimine ise aynı okulun Yüksekokul kısmında başlamıştır. Bu sırada Mevlânâ Mir Hasan'dan Arapça ve Farsça dersleri almış,20 ilm-i ahlâk, ilm-i kelâm ve tasavvuf dersleri okumuştur.21 Anlaşıldığı kadarıyla İkbal'in mânevîyatı çok önceleri ondan etkilenmeye başlamış ve İkbal üzerinde çok kalıcı bir tesir bırakmıştır.22

1935'te çok sevdiği hayat arkadaşının ölümü ise kendisini büsbütün sarsmıştır. Bundan sonra artık iyileşemeyen Muhammed İkbal, Lahor'da 21 Nisan 1938'de sabaha karşı saat 5'te fânî dünyaya gözlerini ebediyen kapamıştır.23 Ölüm döşeğinde iken etrafındaki dostlarına şöyle seslenmiştir: "Ölüm bir Müslüman için korkulacak bir şey değildir. O bu cihan işlerinin bir tekâmülüdür. Ve yepyeni bir hayatın kapılarını açar. Bu yüzden, inanmış bir Müslüman, ölümü tebessümle karşılamalıdır."24


Pakistan'ın millî ve milletlerarası ünlü şâiri, düşünürü, devletinin mânevî babası ve kurtuluşunu müjdeleyen uzak görüşlü rehberi Muhammed İkbal'in türbesi sadece kendi yurttaşları tarafından değil, Müslüman olmayan diyarlardan gelen konukların da ziyaret edilmesini âdeta gelenek ve ödev hâline getirdikleri mübarek bir anıt niteliği kazanmıştır.25

Abdülkerim Suruş şöyle demektedir: İkbal'i hiç tereddütsüz bir şekilde dinî aydınlardan biri saymak gerekir. O, bütün ömrünü, mazlum İslâm ümmetine kişilik ve bilinç kazandırmaya hasretti.26 Ali Nihad Tarlan, İkbal'in mânevî hüviyeti ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir: "İkbal, birçok hususiyet ve kudreti nefsinde toplayan bir insandır. Bu müstesna yaradılışlı bünyeyi tahlile tâbi tutarsak onu nazarî olarak şu cephelerden mütalâa etmek icap eder: 1. Müsbet ilim. 2. Sosyoloji. 3. Vatanperverlik. 4. Şiir ve edebiyat. 5. Tasavvuf."27 İkbal'in ruhî ve fikrî bünyesine damgasını vuran en hâkim vasıf tasavvuftur. O bazen bir bakışta iki cihanı gören bir varlık, yalnız kapıdan geçmekle evin içinden bahsedebilen bir insandır. Ona nazaran, yüzlerce sene sürecek olan seyr u sülûk yolunu bir ah ile aşıp geçmek kabildir. O, bu yolun hüviyet ve heyecanını kaybettiği, yalnız madde ve aklın baş döndürücü bir süratle gemi azıya alıp gittiği bir devirde yetişmişti. Beşeriyeti bu hüsran yolundan çevirmek için imanının bütün kudreti ve aşkının bütün heyecanı ile feryat etti. Uçuruma giden insanlığı gönül denen âleme çağırdı. O, gönül âleminde insanlığın hakiki mânâsını görüyordu. Aklın elinden tutup, maddenin artık kaybolduğu mücerret hakikatler ve mücerret kanun dünyasına götüren asıl bu gönüldü. İkbal maddeden ve topraktan kurtulmak ve bir alev hâline gelmek istiyordu. O zaman hayat muammasının kilidini açabilecekti.28

Câvid İkbal, babasının İmam Rabbânî'nin türbesinde salih bir evlat istemesini şöyle anlatır: Dünyaya gelişimden (1924) birkaç yıl önce, babam Müceddid-i Elf-i Sânî olarak da bilinen Şeyh Ahmed Serhendî'nin türbesini ziyaret etmiş. Babam türbede dinî ve ahlâkî ideallerine göre yetiştireceği bir evlat için dua etmiştir. Eğer Allah Teâlâ kendisine bir oğul ihsan ederse, onu da bir gün bu türbeye getireceğine söz vermiştir. Babamın yakarışı kabul görmüş ve 1934 yazında kolayca etkilenebileceğim bir çağda, beni Serhend'e götürmüştü. Kur'ân-ı Kerîm okuyan babamı seyrettim. Hüzünlü sesi türbenin karanlık kubbesinde yankılanıyor ve gözyaşları yanaklarından aşağıya boşanıyordu. Babamın ağladığını ilk kez görüyordum.29

İkbal, "Pencap'ın Şeyh Torunlarına" isimli şiirinde İmam Rabbânî'nin kabrini ziyaret ettiği zamanki duygularını şöyle seslendirmektedir:
"Gök kubbe altında nurların saçıldığı yeri,
İmam-ı Rabbânî'nin mezarını ziyarete vardığımda anladım ki:
Gökteki yıldızlar bile utanır bu toprağın her zerresinden,
Bu toprakta saklıdır ilâhî tecelliler sahibi.
Cihangir gibi bir padişahın önünde boyun eğmedi o.
Allah onu tam zamanında yetiştirdi de haber, mesaj mı acaba? sundu.
Hindistan'da İslâm'ın koruyucusu milletin tek sermayesi haline geldi. 
Ona arz ettim ki, dervîşlik bana da nasib olsun, 
Gözlerim görüyor ama manevî görüşe de ersin, temennimi. 
Pencap için dervîşlik kapısı kapandı diye bir ses geldi. 
O bölgede yapamaz ârifler, çünkü orda; 
Dervîşlik külahı yerine madde saltanatı yer edindi."30

İkbal, Rifaiyye tarîkatı pîri Ahmed er-Rifâi'nin mezarını kaplayan çiçeklerden çok etkilendiğini şöyle dile getirir:
"Güneşin bile kendisinden ışık dilendiği ve başı göklere yükselen Şeyh Seyyid Ahmed Rifaî,
Onun tertemiz mezarının üstünü çiçekler kaplar ve bu çiçekler ‘Lâ ilâhe illallâh' diye topraktan çıkarlardı."31
İkbal'in etkilendiği sufilerden birisi de karşısında kendi hiçliğini hissettiği Molla Câmî'dir. Onun hakkında şöyle der:
"Molla Câmî'nin kudreti karşısında mahvolmuş bir adamım. Onun nazmı ve nesri, benim hamlığımın ilâcı olmuştur.
O baştanbaşa mânâlarla dolu şiirler söylemiştir. Hz. Peygamber'in medhinde ne inciler dermiştir: 
İki dünya nüshasının önsözü odur. Bütün âlem köledir, efendi odur. "32

Keşmir'in de içinde bulunduğu Pencap bölgesi İkbal için değerli bir yerdir. İkbal'e göre bu bölgeyi farklılaştıran kişilerin başında Seyyid Hucvirî gelmektedir. İkbal, Hucvirî'ye derin bir saygı duymaktadır. Hatta Hucvirî'nin tasavvufî etkilerini İkbal'in kişiliğinde ve düşüncelerinde görmek mümkündür. Bu zatın türbesi Lahor'da Muhammed İkbal'in türbesine çok yakındır. Halk kendisini Data Ganj-i Bahş-i Hecverî (Hazineler bahşeden Hucvirî) olarak anmaktadır.33

Hucvirî'nin mezar duvarına yazılmış olan onun vefat tarihine işaret eden üç manzumeden birisi de Muhammed İkbal'e aittir. O, şöyle der: "Müminlerin hareminin bina tarihini Cebrail'den sor, onun getirdiği vahiyden ve ifadeden yararlanarak bu tarihi tespit et, hâtiften sorma. Gözünü Mescid-i Aksâ'ya çevir ve çevresi mübarek olan mescid, de."34

Ali Ulvi Kurucu İkbal için şöyle der:
Yanık şekvânı şayet duymasaydım, şâir olmazdım,
Yanarken hislerim kalbimde, coştum, ağladım, yazdım:
Diler gönlüm: Büyük nâmın anılsın (Sermediyet)te
İçin, (Tesnîm ü kevser)'den, bizim (Âkif)le Cennette!35

Netice olarak, Muhammed İkbal eserlerinin kâhir ekseriyetini oluşturan şiir kitaplarında genel olarak aşağıdaki konuları işlemektedir:

Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), insan-ı kâmil, mutasavvıf, sufi, derviş, şeyh, vahdet-i vücûd, ene'l-Hak, seyr u sülük, mistik şuur, nebevî şuur, aşk, gönül, basiret, zikir, kulluk, halvet, seher vakti, fakr, mâsivâ, şathiye ve benzerleri.

* Atatürk Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi
isa.celik@yeniumit.com.tr


Dipnotlar
1 Bu çalışma yazarı tarafından Muhammed İkbal'in Tasavvufî Düşüncesi, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2004, isimli eserinden istifade ile hazırlanmıştır.
2 Muhammed İkbal, Esrâr ve Rumuz, çev. Ali Nihad Tarlan, Ahmed Said Matbaası, İstanbul 1964, s.7; Abdülkadir Karahan, Dr. Muhammed İkbal ve Eserlerinden Seçmeler, Gençlik Basımevi, İstanbul 1973, s.18; N. Ahmed Asrar, "İkbal'in Hayat Hikayesi", Muhammed İkbal, Doğudan Esintiler, trc. N. Ahmed Asrar, Düşünce Yayınları, İstanbul 1981, s.15‑16; Muhammed Han Kayanî, "Muhammed İkbal: Siyasî Vizyonu Olan Bir Şair", Muhammed İkbal Kitabı, s.90, ss.89-96.
3 Recep İhsan Eliaçık, İslâm'ın Yenilikçileri: İslâm Düşünce Tarihinde Yenilik Arayışları Kişiler Fikirler Akımlar III, Söylem Yay., İstanbul 2002, s.12.
4 Zülfikar Ali Han, Doğudan Bir Ses, çev. Turgut Akman, Binbirdirek Yay., İstanbul 1981, s.28.
5 Celal Soydan, Urduca Manzum ve Mensur Eserler Işığında Allame Muhammed İkbal, (Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniv. SBE.,) Ankara, 1999, s.55.
6 Cavid İkbal, "Mevlânâ-İkbal", Mevlânâ Güldestesi IV, Konya 1996, s.55.
7 Muhammed İkbal, İslâm'da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, çev. Sofi Huri, Çeltüt Matbaacılık, İstanbul 1964, s.VII, (Sofi Huri'nin yazdığı önsöz.)
8 Cemil Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, İletişim Yayınları, İstanbul 1994, s.259.
9 Annemarie Schimmel, "Mevlânâ Hindistan'da", Mevlânâ ve Yaşama Sevinci, haz. Feyzi Halıcı, Güven Matbaası, Ankara 1978, s.75, ss.69-78.
10 J. Spencer Trimingham, The Sûfî Order in Islam, Oxford University Press, London, 1971, s.252.
11 Soydan, a.g.t., s.55; Annemarie Schimmel, Sind Halk Şiirinde Hallâc-ı Mansûr, çev. Sofi Huri, Çeltüt Matbaacılık, İstanbul 1969, s.21.
12 Masud el-Hasan, Life of İqbal, Ferozsons Ltd, I-II, Lahor, ts, I, 110; Ahmet Albayrak, Muhammed İkbal'in Kişilik Yapısı ve Öngördüğü İnsan Modeli, (Basılmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Bursa, 2001, s.18.
13 Masud el-Hasan, Life of İqbal, I, 110.
14 N. I. Prigarnia, "Muhammad Iqbal: Introduction to The Secrets of The Self", Selections from the Iqbal Review, p.251, pp.239-255; Sheikh Abrul Qadir, "The Seer and Mystic", The Pakistan Times, April 21, 1950.
15 İkbal, Rumûz-u Bî-Hûdî, s.110-112.
16 Mehmet Önder, "İkbal'in Yaşamı ve Mevlânâ Hayranlığı", Pakistan Postası, Cilt: 24, Sayı: 1, Ocak 1976, s.14, ss.5-6,14; a.mlf., "Mehmed Âkif ve Muhammed İkbal", Türkçe İkbaliyât (İkbal Akademisi Dergisi), İqbal Akademisi, Pakistan, 1993, s.106-107.
17 Tarlan, "Aşk Sevinçten Nâra Attı", Muhammed İkbal'in Üç Eseri: Yolcu Ey Şark kavimleri Kölelik, çev. Ali Nihad Tarlan, Eser Matbaası, İst, 1976, s.154, ss.149-160.
18 İkbal, (Esrâr-ı Hûdî), s.7.
19 Hasan, Life of Iqbal I, 4-5; Muhammed Munawwar, Dimensions of Iqbal, Iqbal Academy Pakistan, Lahore 1986, p.1; Soydan, a.g.t., s.47, 49; Albayrak, a.g.t., s.18.
20 Zülfikar Ali Han, Doğudan Bir Ses, s.28-29; Asrar, "İkbal'in Hayat Hikâyesi", Doğudan Esintiler, s.16‑17; Karahan, İkbal ve Eserlerinden Seçmeler, s.18; Mehmet S. Aydın, "Muhammed İkbal", DİA, XXII, 17; Celal Soydan, Aşk ve Tutku, Akçağ Yay., Ankara, ts., s.3.; Abdülcelîl Şelebî, "Fî-Zikrî İkbal", Mecelletü'l-Ezher, Cilt: 50, Kahire, 1978, s.222, ss.221-229; Enver el-Cündî, A'lamu'l-Kurân er-Rabi'u-l-Aşri'l-Hicrî, Mektebetü'l-Encelû el-Mısriyye, Kahire, 1981, s.221.
21 İkbal, Esrâr-ı Hûdî, s.7.
22 Halife Abdülhakim, "Muhammed İkbal", İslâm Düşüncesi Tarihi, Editör: M. M. Şerif, İnsan Yay., İstanbul 1991, I-IV, VI, 402, ss.401-420.
23 Mesud-ul-Hasan, Life of Iqbal I, Ferozsons Ltd, Lahore, ts, I, 479; İkbal, Câvidnâme, çev. Schimmel, önsöz, s.21-22.
24 Ali Nihad Tarlan, "İkbal'in Hayatı", İkbal, Esrâr-ı Hûdî, s.10.
25 Karahan, İkbal ve Eserlerinden Seçmeler, s.31.
26 Abdülkerim Suruş, Aydınlık ve Dindarlık, çev. Sabah Kara, Kıyam Yayıncılık, Ankara 1990, s.98.
27 Tarlan, "İkbal'in Hayatı", İkbal, Esrâr-ı Hûdî, s.11.
28 Tarlan, "İkbal'in Hayatı", Bkz. İkbal, Esrâr-ı Hûdî, s.17-18.
29 Cavid İkbal, "Babam İkbal I", Diriliş Gazetesi, Sayı: 75, 9 Ocak 1983; Diriliş Dergisi, Dönem: 7, Sayı: 1, 25 Temmuz 1988, s.11.
30 İkbal, Cebrail'in Kanadı, s.159.
31 İkbal, Rumûz, s.151.
32 İkbal, Esrâr, s.37; İkbal, a.g.e., çev. Tarlan, s.31.
33 Schimmel, Peygamberâne Bir Şair, s.5; Albayrak, a.g.t., s.17-18
34 Ali b. Osman el‑Hucvirî, Keşfü'l‑Mahcûb: Hakikat Bilgisi, haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İst., 1982, s.50‑51.
35 Ali Ulvi Kurucu, Gümüş Tül ve Alevler, Ahmed Sait Matbaası, İstanbul 1973, s.123. 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar