AHMET ÖZHAN
Hazırlayan: Murat EROĞUL
Hayatı
Ahmet Özhan’ın ataları aslen Anadolu'ya göçler vasıtasıyla gelip
Konya-Karaman havalisinde konuşlanmıştır ve bir Türk boyundan gelmektedir. Bu
bölgede belli bir süre kaldıktan sonra Rumeli'ye intikal edilmiş, Rumeli'de
yaklaşık dört asır mukîm olunup Rus harbi sonrasında 1850’nin sonunda tekrar
Anadolu'ya göç etmişlerdir. Eskişehir'e yerleştirilmiş olan Özhan’ın dedesi
büyükler tarafından Rumeli'de yaptıkları rençberliği, toprakla yaptıkları işleri
Eskişehir'deki Karadere köyünde devam ettirmiştir. Ahmet Özhan’ın babası 1905
yılında Karadere köyünde doğmuştur. Fakat okumaya, öğrenmeye, araştırmaya
meraklı bir genç olduğu için, aile babasının delikanlılık dönemine yaklaşırken
Eskişehir'e göçmüştür. O zamana kadar toprakla uğraşmışlardır. Sonra babası
kendi imkânları içerisinde tahsiline devam etmeye çalışmış, askerden önce
mahkemede zabıt kâtipliği yapmıştır. Asker dönüşünde Polis Enstitüsüne
yazılmış, ondan sonra mesleğe atılmıştır. Emniyetçi bir zat olan babası 1960
senesinde netice itibariyle emekliliği dolunca Ünye’de son görevini yapıp
emekli olmuştur. O günleri Ahmet Özhan kendisi şöyle anlatır: “Babam oradan
oraya çok tayin oldu. Çok kısa sürelerde çok tayinler yaşadı. Çünkü taviz
vermeyen bir karaktere sahipti. Onu idare edeyim bunu idare edeyim falan filan
yoktu. Mesleğine çok bağlı, gözü kara bir adamdı. Girip çıkmadığı yer kalmazdı.
” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Özhan, babasının bu kadar çok tayin olmasının sebebini açıklarken şu ifadelere
yer verir:
Benim babacığım, doğruyu söylemeyi seven, hakkı söylemeyi seven bir insan
olduğundan çok çabuk tayin olurdu. Kimin tekeline çomak soksa başka yere
sürerlerdi babacığımı. Dokuz köyden de gitti yani. Onun bütün tayinleri de
sürgündü. Ben Urfa’da dünyaya geldim. Bu süreç içerisinde 10 aylıkken Urfa’dan
Hakkâri’ye sürülmüş. Böyle bir gezgin, Orta Asya’dan itibaren göçen bir ailenin
mensubuyum. ilkokulu Bilecik’te başladım, Kırklareli’nde bitirdim. Ortaokulu
Kırklareli’nde başladım, Karamürsel’de bitirdim. Liseye Gölcük’te başladım
mesela. ” (Ergen,
2016).
“Böyle tayinlerle dolu ve oradan oraya göçen bir yaşam, lâkin
yeteneklerinde mûsikî olan bir ailede büyüdüm Annemin de babamın da sesleri çok
güzeldi, güzel insanlardı. Anneciğim de aslen Boyabatlı’dır. 1911 yılında
İstanbul'da doğmuş, orada büyümüş. Ud çalıp şarkı söylermiş aile arasında. O
zamanın kültür ortamı, sosyo-kültürel ortamı öyle çünkü. Namazına niyazına
düşkün çok asil bir hanımefendiydi.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Özhan, gençlik dönemlerinde romantizminde etkisinde kalarak şarkı
söylemenin kendisine ne kadar çok zevk verdiğini şu şekilde ifade eder:
“Aklıma sanattan başka hiçbir şey gelmiyordu. Duygusal bir çocuktum. Çok
romantik bir çocukluk ve ilk gençlik yılları yaşadığımı söyleyebilirim. Fakat
hayatımın merkezinde hep sanat ve müzik olmuştur. Zaten küçük yaşta
konservatuvar hayatım başlayınca, amatör olarak söylediğim, zevkle yaptığım
bütün çalışmalar profesyonel bir zemine doğru şekillenmeye başladı. Şarkı
söyleyerek uyuduğumu, rüyamda şarkı söyleyip, şarkı söyleyerek uyandığımı
hatırlarım” (Ergen,
2016).
Ailenin en küçük çocuğu olan Özhan’ın 3 kardeşi vardır. Babası ikinci
eşiyle, o askere gitmeden önce evlenmiş ve babasının ilk hanımından bir ağabeyi
vardır.
“O zaman babamla abim arasında 20 yaş vardı. Benimle abim arasında 25 yaş
var. Ablamla benim aramızda 10 yaş var. Yani babam dedem olması yaşta icap
ederdi.” (kişisel
iletişim, 13 Ocak 2018).
“Cenabı hak doğuştan kulağımı yatkın duruma getirmiş. Ben çocukluğumdan
itibaren babamdan, babamın sesinden dinlediğim ilahilerden dolayı altyapım
sağlam gelmişim. Sabah namazından sonra babam sedirde otururdu. Böyle sallana
sallana bir şeyler okurdu. Ben de tırmanırdım kucağına, onunla sallanarak ona
eşlik etmeye çalışırdım. Meğer o ilahi okurmuş, o ilahiler de benim aklıma
nakşedilmiş. ‘Arayı arayı bulsam izini, İzinin tozuna sürsem yüzümü’ ilahisi
mesela.” (kişisel
iletişim, 13 Ocak 2018).
Ahmet Özhan’la yapılan mülakatta aşağıdaki sorular sorulmuş ve
cevaplarına çalışmamızda yer verilmiştir.
Mûsikî
eğitiminiz nerede başladı, kimlerle çalıştınız?
“Tahsil görmeye çok meraklı bir adam değildim. Zorlanırdım. Yani
anlamamaktan değil, kafamın hep başka yerde olmasından dolayı zorlanırdım. Daha
çok düşünmeyi, daha çok muhabbeti önde tutan bir yapım olduğundan dolayı ablam
konservatuvara yazdırmaya karar verdi ve ‘En iyi apabildiğin şey o, bakalım
orası sen de bir istikrar oluşturur inşallah’ dedi. 1967 - 1968 senesinde
imtihanla İstanbul Devlet Konservatuvarına girdim. Sonra hiç ummadığımız bir
zaman içerisinde müzik hayatım başladı. Konservatuvar 1. sınıftaydım, hazırlık
okumuştuk bir sene. Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’ne devam ediyordum aynı zamanda. O
sıra tevâfuken bir gazinoda Türk müziği söyleyen bir üvertür lazımmış. 1968
yılında Bebek Belediye gazinosunda talebe iken 18 yaşında oraya başladım. Orada
büyük gazinoların sahibi olan rahmetli Fahrettin Aslan gördü beni. Çok beğenmiş
olmalı ki Maksim Gazinosu’na transfer etti. Netice itibariyle genç yaşlarımda Ahmet
Özhan olarak ünlendim. Ama kökenim ve zevk aldığın taraf Klasik Mûsikî olduğu
için klasik müzik meşklerini hiçbir zaman bırakmadım. Ustalarla arkadaşlık
ettim. Cinuçen Tanrıkorur[1],
Aka Gündüz Kutbay[2]
ve diğerleri. ”
(kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Özhan, hayatı
boyunca mûsikî üstadlarının peşini hiçbir zaman bırakmamış ve nerede olursa
hemen dizlerinin dibine çökmüştür. Konu ile ilgili şunları anlatıyor:
“Nerede olursam, İzmir'de çalışıyorsan İzmir'de bir usta ile oturur
onunla sohbet ederdim. Ankara’dayken Cinuçen abi ile zaten her günümüz beraber
geçerdi. Meşk ederdik sürekli. Ahmet Hatipoğlu[3] hocamız, çok sevdiğim bir
büyüğüm, ağabeyimdi. Onunla birebir meşkim olmadı ama onun görüşü, anlayışı,
tasavvuf müziğine yapmış olduğu hizmetler yadsınamaz. Türkiye’de tasavvuf
müziği konserlerini yayına Ankara radyosunda ilk başlatan odur. Ankara’da
olduğum zamanlar içerisinde karşılaştığımızda ki sohbetlerimiz önemlidir benim
hayatımda. ”
(kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Ahmet Özhan İstanbul’da dönemin en önemli müzik okulu olan Üsküdar Mûsikî
Cemiyetinde o dönemin en güçlü hocalarından ders almış, meşkler yapmıştır.
Cemiyete ilk gelişini ellli yıllık dostu, ağabeyi Ömer Tuğrul İnaçer şöyle
anlatıyor: “Bir cumartesi günü kapı çalındı. Bende koşturmayı ve hizmet
etmeyi çok severdim, kapıyı açtım. Genç, yakışıklı, güler yüzlü bir delikanlı
geldi. ‘Ben Emin Ongan hocayı görmek istiyorum.’ dedi. Öyle herkes göremezdi
hocayı. ‘Siz kimsiniz, kim gönderdi?’ dedim. ‘Beni Reçep Bilgiç gönderdi.’
dedi. Recep Ağabey, Bursa Merinos fabrikasında çalışır ve dayımın arkadaşı idi,
ben de Emin Hoca da tanırdık. ‘Recep ağabey ise, gel o zaman.’ dedim. işte o
gelen Ahmet Özhan’dı. Yani Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’nin kapısını sene 1967 ve
bir sonbahar cumartesi günü Ahmet Özhan’a ben açtım. ” (kişisel iletişim,
11 Temmuz 2018).
Konservatuvardaki
eğitiminizde hangi hocalardan ders aldınız? Sizi bu anlamda en çok kim
etkilemiştir?
“1968 Yılında konservatuvara başladım. Konservatuvar hayatı, müzik
hayatımın başlangıcıdır. O dönem cemiyet, konservatuvar, sahne hepsi bir arada
idi. Aşağı yukarı 18 yaşındayken herşey başladı. Konservatuarda o dönem
Türkiyen’in en önemli sayılabilecek hocalarından dersler aldık. Süheylâ
Altmışdört[4],
İsmail Hakkı Özkan[5],
Alaaddin Aday[6],
Nevzat Atlığ[7]
NâimeBatanay bunlardan sadece birkaçı idi. O hocalarımızdan dersler gördüm. Ama
dediğim gibi benim üzerimde Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’nde ki Emin Ongan[8]
hocamın çok önemli bir etkisi vardır, mûsikî kabiliyeti, üslup ve tavır
itibarıyla en çok ondan etkilenmiş ve öğrenmişimdir. Konservatuvarda ve
cemiyette de daha çok klasik meşk ile eğitim görürdük. O şekilde meşk ettiğiniz
zaman eser hiç ama hiç unutulmaz. Aradan yıllar geçse de unutulmaz. Onun
haricinde rahmetli Aka Gündüz Kutbay ve Cinuçen Tanrıkorur’da çok zengin
meşklerimiz ve sohbetlerimiz olmuştur. Onlardan da çok istifade etmişimdir.
Cinuçen Tanrıkorur bana nazariyat problemi verirdi. Şu dizeyi, şu
perdeden alacaksın şu perdeye göçüreceksin, transpoze yapacaksın diye dersler
verirdi. Bu çok zor bi iştir. Normalde sazların yapacağı bir iştir. Ama bana
böyle ödevler verirdi Cinuçen Bey. Ben de mecburen hocama saygımızdan dolayı
çalışır yapardım, hem de defalarca. Radyoda program yapardık. Bildiğim
eserlerin notalarını verirdi. Bir daha, bir daha, bir daha yazdırır beğenmez,
bir daha yazdırdı. Kendisi mimardı, fevkalâde güzel nota yazardı. Hat gibi nota
yazardı. Ben kargacık burgacık yazardım. Kimseyi beğenmezdi ama beni beğenirdi.
Meğer bana onları yazdırırken oradaki işaretlerle meboller, diyezler vs. kafama
yazıyormuş notaları. Tabi ki bütün notalar, bütün ince ayrıntılar gözümün
önünde kalmış ve her bir satırı her bir ayrıntıyı ezberlemişim. Bu çok büyük
bir katkı sağladı bana. Merakım hiç eksilmedi, sürekli olarak devam ettim.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Özhan musiki alanındaki yeteneğini çalışmalarıyla destekleyerek önemli
projelerde yer almış ve ülkemizi dünyanın birçok yerinde temsil etmiştir. Bunu
kendisi şöyle ifade ediyor:
“Cüneyt Kosal hocayla da Klasik Mûsikisi ve sonra Tasavvuf Mûsikîsi
alanında da çok meşk etmişliğim oldu. Onun haricinde merakım ve çalışmalarımla
kendimi geliştirmeye çalıştım. Zaten profesyonel hayatım içerisinde bütün
öğrendiklerimi sahnede kullanma şansı elimdeydi. Tabi daha çok eğlence müziği
yaptığım zamanlarda, çok fazla klasikleri değil günün popüler şarkılarını,
kendi popüler ettiğim şarkılarla programlar yapmıştım. Fakat o zamanın
mûsikîdeki kıblesi, mabedi olan radyodanda hiçbir zaman elimi ayağımı çekmedim.
1981 yılında da kadrolu olarak İstanbul radyosunda 10 yıl ses sanatçılığı
yaptım. Sonra Tarihi Türk Müziği Topluluğunun kurucusu oldum. O şekilde Kültür
Bakanlığı'na geçtim. O zamana kadar radyo programlarında çıkıyorduk, klasikler
okuyorduk, konserler veriyorduk. Bunlar repertuvar ve gelişimimde çok önemli
bir yer tutar. Sonra gazino hayatının bende bitişi ama tevafuk olarak da
Türkiye'deki sosyal ekonomik olarak da gazinoların bitişi paralel olarak
oluştu” (kişisel
iletişim, 13 Ocak 2018).
1980’li
yıllarda İstanbul Festivali düzenlenirdi ve siz de bu festivalde uzun yıllar
sahne aldınız. Bu süreçle ilgili neler söylersiniz?
Daha 1980'lerin başındayken ben salon konserlerine başladım. Güldeste
konserleri adı altında Şan Müzikholü ile başlayan süreç. Bayağı bayağı klasik
takım okurduk. Sonra şarkılar, sonra da küçücük bir tasavvuf müziği kuşağı
koyardım deneme için. 1984 senesinde yani bu anlamda Türkiye'de ilk olmuştur.
Sonra oradan İstanbul Festivaline davet edilmiştim. İstanbul Festivali çok
önemli dünya çapında bir festivaldi. Türk müziği yoktu daha önce. Dünyadan birçok
sanatçıların geldiği ciddi bir organizasyondur. Dünya klasik müziklerinin
yapıldığı bir festivaldi. Aydın Gül Beyefendinin müdürlüğünü yaptığı, Nejat
Eczacıbaşı ’nın konseptin başında olduğu, önderliği ve mihmandarlığında yapılan
bir festivaldi. Beni davet ettiler çünkü yaptığımız çok kreatifti. Yani Klasik
Türk Mûsikîsi adına zannediyorum bir Nevzat Atlığ’ın topluluğu, birde benim
çalışmalarım buraya davet edildi. İki gün üst üste büyük salonda konser
yapardık. Bunlar hayatımda çok ayrıcalıklı zuhuratlar oluşturmuştu. O zamanlar
genciz, aşk içerisinde bir anlamda cihat ediyoruz. Vesayetin baskılarıyla
uğraşıyoruz ve o dönemde bu işlerin olması bizim adımıza çok büyük bir gelişme.
Seksenlerin ilk dönemi 1984-1987 yılları idi. Sonra o işin başındakilerin
vefatı ile birlikte o geniş görüş ve o zaman ki İstanbul Festivali anlayışı
zayıfladı. Şimdi oluyor mu, olmuyor mu? Kimse farkında bile değil. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Tasavvuf Mûsikîsi İle Tanışması ve Bu Alandaki
Çalışmaları
Yüzyıllar boyu Türk Musikisi alanında çok önemli bestekâr, güftekâr ve
yorumcular yetiştirmiştir. Tasavvuf Mûsikîsi denildiğinde aklımıza ilk gelen
Itrî, Hatip Zâkirî, Dede Efendi, Zekâi Dede, Sadettin Kaynak ve Ahmet
Hatipoğlu’dur. Bu önemli isimlerin eserlerini en iyi icra edenlerden biride
Ahmet Özhan’dır. Ahmet Özhan’ın bu alanda başarılı olmasının sebebi, tasavvufun
içinde olması ve kendi ifadesi ile devran görmesidir.
Tasavvuf
ne demektir? Tasavvuf müziği diye bir kavram var mıdır?
“Tasavvuf müziği bizim icat ettiğimiz bir laftır, aslında zikir
ilahisidir. Devrâni zikir, kıyâmi zikir, semâi zikir, kuûdi zikir gibi
isimlerle söylenir. Her pozisyonun Zikrullah’ı vardır. Evelallah Hazeratları da
kitap ve sünnete dayanarak bütün bunların ayinlerde ki tespitini, içtihadını
yapmışlardır. Tasavvuf Mûsikîsi tamamiyle ya usul ilahisidir ya da ismi Hu’da
kullanılan ilahidir. Zikrullah’ın çeşitli yerlerinde kullanılan ilahilerdir.
Veyahut cumhur ilahisidir. Bunların hep kullanılan yerleri vardır.
Tasavvuf Mûsikîsinin amacı, vizyonu aslında zikre adaptasyondur.
Kareografi adaptasyonudur. Kareografisi kanun ile yasak olduğu dönemlerde biz
bunun konserlerini yaptık. Tam manası ile fonksiyonunu ortaya koyuyor
diyemeyiz. Bu bir irfan, bir kültürdür. Aslında dediğim gibi tasavvuf müziği
diye bir müzik yok. ilahiler var, ayinlere eşlik eder. Mevlevi mukabelesinde
okuduğumuz ilahiler var, orada okursanız devrâni ve kıyâmi olan ilahiler
kareografiye eşlik eder ve amacı ortaya koyar. Okuyanların iyi kötü meydan
görmesi gerekir. Şarkı okur gibi ilahi okunmaz çünkü. Öyle olunca önemi ve
esprisi kalmaz. Zikrullah meydanı görmek demek, o ilahinin zikirdeki senkop ve
giderleri ile okunuş ve zikirdeki okunuşunun farkına varmak demektir. Meydan
görmediğiniz zaman alıpta herhangi bir şarkı gibi okumak, ilahi değilde Yunus
Emre ’nin bir güftesini okumak gibidir.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Türkiye’de
halka açık tasavvuf müziği konserleri yapan belki de ilk sanatçısınız. Bu süreç
nasıl oluştu ve ne zaman başladı?
“Bursa’da çalışıyordum. işten sonra bir grup sanatçı arkadaşla hem
birşeyler yiyor hem de sohbet ediyorduk. Konu, kendi sahalarımızdaki
çalışmaların hayata dönüşümü ve gerçekleştirmeyi düşlediğimiz ideallerimize
döküldü. Söz sırası bana gelince ‘Ben aslında sahnede dinleyicilerime Tasavvuf
Mûsikîsinden de örnekler sunmak isterim’ dedim. Bu söylediklerimin
gerçekleşeceğine henüz bende inanmıyordum. Ama gönlümün arzusuda buydu. ” (Özhan, 2008, s. 107).
“Biz bu işe başladığımız zaman çok ilahi bilinmiyor idi. Kıyıda köşede
insanlar meşk ediyorlar ama o kıyıda köşedeki insanların işi. Biz halktan
bahsediyoruz, halk bilmiyordu. Şimdi, sen de Ahmet Özhan’sın. ‘Bak Yeşil Yeşil’
den birden Allah ’u Allah ’a geçince ‘Yav ne oluyor’ pozisyonu oldu. Evvela
dini kesim buna uzak duruyordu, çalgı çengi câiz değil diyen bir kesim vardı.
Bir kısmı buna bir şey icâbet etmez ama icab ettiği zaman dayım ne der, amcam
ne der, imam ne der, mahalle baskısından korkuyorlar. O zaman, biz ancak
festivallere, düğün derneğe yavaş yavaş davet almaya başladık. Evvela ablalar
başka, abiler başka salonda, biz abilere ilahi söylüyoruz. Sonra ablalar
kızmaya başlayınca ablalara ekrana kondu, onlar da dinlemeye başladı bizi.
Derken aynı salonda ablalar bir tarafta, abiler bir tarafta ve sonra sonra
karışık bir sosyalleşme oldu. Hayır, tam bilmiyorum ama ben bir tespitten
bahsediyorum. Netice itibariyle, şimdi aile çoluğu çocuğu, bütün düğün dernek,
hâlâ davet olur gideriz. insanlar mademki bir sürûr ortamıdır, hiç değilse
‘Allah’ diyerek yapılsın bu iş diyorlardı. Bu sosyalleşmeyi birlikte yaşadık
Türkiye ’de. Sadece İstanbul’da değil; bu belli bir zaman içerisinde
Özal’lıyılların dönemidir. Cenabıhak her şeyde yeni bir lütfunu, bir hikmetini
ortaya koymaktadır.” (kişisel
iletişim, 13 Ocak 2018).
Turgut
Özal dönemi bu anlamda daha mı rahattı?
“Tabi ki Turgut Özal bu memlekete ilk hürriyet kokularını saçan bir
devlet adamıdır ve bütün girişimler Özal’lı yıllardadır. Başlangıcı bizde
olduğu gibi, bizden görerek veyahut kendileri de zaman içerisinde başlamış olan
birçok yerde bu mesele ortaya çıkmıştır. Mesela topluluk yeni kurulmuştu. Namık
Kemal Bey zamanı. Aksaray’a gittik. Kapalı spor salonunda konser veriyoruz.
Namık Kemal Bey bir konuşma yaptı (zaten hatip adamdır kendisi). Vahdet-i
Vücut, tevhit vesaire o anlamda bir konuşma yaptı. O bitti, arkasından ben
konsere başladım. Koro, sazlar, repertuvar filan yıkılıyor ortalık, millet
coştukça coşuyor. Devran, zikir ilahileri vs. çıkarken yaşlı, aksakallı bir
dede ‘Gel bakayım buraya, ver elini öpeceğim. ’ dedi. ‘Bir şartım var’ dedim.
‘Söyle ’ dedi. ‘Çıkar ayakkabını, ben de senin ayağını öpeceğim.’ dedim. ‘Bırak
şimdi onu, sen eli öpülesi adamsın, biz bu ilahileri okuyabilmek için
mağaralara giderdik, siz bilmiyor musunuz o günleri?’ dedi. ‘Siz şimdi
ortalıkta Allah deyip duruyorsunuz, kimsede size birşey demiyor. Nasıl hamd
edelim, şükredelim bilmiyorum. Onun için elini öpmek istiyorum’ dedi. Daha
neler neler, ne süreçlerden geçmişiz. Özünde olan şeyi karşısında görmeye
başlayınca, tabii kıymetini de biliyor insanlar. Bir ülkede ne kadar
sosyo-kültürel seviye varsa bir mevzunun, o derece çeşitliliği vardır. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Özhan, ailesinden aldığı terbiye ve kültürden dolayı tasavvuftan ve
mûsikîden uzak değildir. Babasının kucağında dinlediği ilahiler kulağına nakşolmuş
ve yıllar sonra dilinden nağmelere dökülmüştür. İşte kendisine bir liman olacak
ve hayatını değiştirecek olan Muzaffer Ozak ile tanışması tamda bu dönemde
olmuştur. Özhan onbir yıl dizinin dibinden ayrılmadığı bu zatı büyük bir aşk ve
heyecanla anlatıyor.
Sizin hayatınızda belki de en önemli
yerlerden, limanlardan biri Türk Tasavvuf Mûsikîsi Folklorunu Araştırma ve
Yaşatma Vakfı’dır. Dini müzik ile ilgili burada çok şeyler aldınız. Bu vakıfla
tanışmanız ne zaman ve nasıl oldu?
“Tasavvuf Mûsikîsinin klâsik anlamındaki ürün veren çalışmaları Türk
Tasavvuf Mûsikîsi Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’nda oluştu. 1974
yılının bir Ramazan’ında daha önceden burayı bilen ve müntesibi olan, büyüğüm
Tuğrul Inançer ‘Hadi seni bir yere götüreceğim iftara’ dedi. O gün işte buraya,
Türk Tasavvuf Mûsikîsini Araştırma ve Yaşatma Vakfı’na geldik. O zamana kadar
benim dini mûsikî hakkında, aileden gördüğüm, Ramazanlarda, kandillerde,
mevlitlerde dinlediğim, gittiğimiz camilerde duyduklarımdan başka bir şey yok.
Bir de konservatuvarda dini mûsikî derslerinden öğrendiklerim.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
1703 yılında kurulduğu, İstanbul’un
Cerrahpaşa semtinde doğduğu için “Cerrâhî” nisbesini aldığı ve tarikatına da bu
sebeple Cerrâhiyye denildiği kabul edilen tarikat, kurulduğu tarihten itibaren
Nûreddin Cerrâhî ile İstanbul ve dışında faaliyet gösteren halifeleri
tarafından yayılmaya başlamıştır. Tarikatın Nûreddin Cerrâhî’den (ö. 1720)
başlayarak biri Sertârikzâde Mehmed Emin Efendi (ö. 1173/1759-60) ile devam edip
Muhzırzâde Ali Ziyâeddin’e (ö. 1335/1917) kadar geldiği tesbit edilen, diğeri
İğci Mehmed Hüsâmeddin (ö 1169/1755), Abdurrahman Hilmî (ö. 1215/1800), Mehmed
Ârif Dede (ö. 1238/1823), Abdülaziz Zihnî (ö. 1270/1854),
Mehmed Rızâeddin Yaşar (ö. 1331/1913),
İbrahim
Fahreddin (Erenden) (ö. 1966) ve onun halifeleri Muzaffer Ozak (ö. 1985)
ile Safer Dal (ö. 1999 ) vasıtasıyla günümüze ulaşan iki silsilesi vardır
(Yola, 1993, s. 416-420).
Cerrâhîler müziğe büyük önem verirler ve Türk Tasavvuf Mûsikîsini araştırılması
vecanlı tutulması konusunda oldukça duyarlı davranırlar. Binlerce sayfalık
beste arşivi vakfın kütüphanesinde araştırmacılara sunulur. Zikir ve meşk
gecelerinde müziği etkin bir biçimde kullanırlar. Cerrâhîler, tekkede aldıkları
sema ve müzik eğitimini pazartesi akşamları meşk ile süsleme fırsatı bulurlar.
Perşembe geceleri düzenlenen zikirlere ise bazen bir kudüm ya da bendir eşlik
eder. Özhan, bu mûsikî ikliminden etkilenişini şöyle ifade ediyor:
“Herkes bir Mehdi peşindedir. insanın hidayetini yaşamasına vesile olan
kişi, o kimsenin mehdisi ’dir aynı zamanda. Hayatın pratiği içinde bu şekilde
düşünürsek eğer, hayatı daha anlamlı, daha üretken, daha işlevsel hale getirmiş
oluruz. Tabi onu rahatlıkla söyleyebilirim; O kişi benim elimden tutup beni bir
yerlere, o gizemli, soyut ortamlara götürecek kişidir. O da Muzaffer
Efendidir.” (Gülsüm,
1996).
Muzaffer
Efendi ile ilk burada mı tanıştınız?
“Evet. O gün buraya geldiğimizde teravih namazını Muzaffer Efendim
Hazretleri kıldırdı. Tabi ben bir şeyden haberdar değilim. Sultan hakkında bir
şey bilmiyorum. Meğer otuz küsür sene Süleymaniye ’de bu namazları kıldırmış.
Teravihin özelliği padişahlar zamanında kılınan, Enderun usulü denilen muhteşem
bir konser. Yani çeşitli makamlar var. Makamlar salâvatlarla değişiyor. Hem çok
zevk aldım hem de hayretler içinde kaldım. Tabi meseleyi, nasıl bir şey
olduğunu zaman içerisinde anladık ve meşk ettik. Bu teravih namazı tabii
bildiğiniz teravihlerden değil. Bu derece itibar göstermek, bu derece seçkin
topluluğun sanki bir konser dinlemek istercesine birikmesi tamamen bir tesadüf,
tamamen bir Ramazan âdetini ihya etme adına değildir. Burada anlatacağımız
namazın makamsal terkibinin XVII. yüzyılın mûsikî dehası Buhurizâde Mustafa
Itri Efendi tarafından oluşturulduğu söylenmektedir. Padişah Efendi
Hazretlerinin huzurunda işte bu özel teravih namazı kılınırdı. Bir zamanlar
Selâtin Camii denilen, sultanların yaptırdığı camiilerde olmazsa olmaz teravih
budur” (Özhan, 2008,
s. 53).
“1974’den beri 44 senedir o teravihi burada kılıyoruz. Şöyle ki; yatsı
namazlarının farzı Neva ağırlıklı Isfahan olmak üzere başlar. Yatsının son
sünneti kılındıktan sonra salâvatlar okunmaya başlar. iki rekâtta bir selam
vermek kaydıyla dört rekât rast kılınır. Arkasından rast ilahiler okunur ama ayağa
kalkışta uşşak salâvat yapılır. Sonra aynı şekilde Uşşak ilahi ama Sabâ
salâvatla ayağa kalkış, 4 rekât sonra Sabâ ilahi, Eviç ile ayağa kalkış ve
acemaşiran salâvatla ayağa kalkış ve aralardada o makamların ilahileri. Tabi
burada önemli olan perdelerin uyuşmasıdır. Salâvat hangi makamdan okunduysa
imam efendi o makamdan kıraat etmelidir. İşte değişiklikler kendi içerisinde ve
her rükunda farklıdır. Müezzinler sesli olarak tekbir alıyorlar. O
tekbirlerdede bir makam seyri oluyor. Yani rükûdan kalkarken okunan tekbirle,
secdeden tahiyyata otururken ki tekbirin melodik yapıları aynı değil. Bir karar
vermeye gidiyorken, diğeri meyan açıyor.
Ben 1974 senesinde Muzaffer Efendim’den meşk ettim. O dönemler bunu
hiçbir yerde bilen, yapan yoktu. Bildiğim kadarıyla bir burası vardı, bir de
İstanbul kültürüyle yetişmiş hocaların, Bursa gibi şehirlerde makam
değişiklikleri ile kıldırdıkları teravihler vardı. Ama bu tertip üzere kıldıran
yoktu. Bu tertibin Buhârizâde Mustafa Itri’ye ait olduğu söylenir ve huzuru
padişahta kıldırılan teravih bu şekilde imiş. Yani bu bir kültürdür.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Muzaffer
Efendi hayatınızda ki çok önemli isimlerden biri. Onun hakkında biraz bilgi
verebilir misiniz? Size ne gibi katkıları oldu?
“Muzaffer Efendi Hazretleri hafız idi. Yani benim Uşşak ile Bayati’yi
ayıramadığım zamanlar bu işi yapabilen, seyir bilen ve o kulağa sahip bir
zattı. Osmanlı kültürü almış, o dönemin kâmil hocalarından ders almış,
yaratılışı itibariyle istidâtlı, kâmil bir insan olmaya müsâit bir yapıya
sahip, her konuda ciddi bilgi sahibi hem dini konularda hem şer’i konularda hem
de tasavvuf konularda zamanının en önemli şahsiyetiydi.
Ramazanlarda özel çalışmalar yapmaz, genellikle sabahları yattığım için
öğleden sonra kalkardım. Tuğrul ağabeyle doğru Beyazıt’a Sahaflar Çarşısı’ndaki
merhum Muzaffer Ozak Efendi’nin kitapçı dükkânına giderdik. Biz Tuğrul
ağabeyimle çarşının kapısına zuhur edince, “Ediyle Büdü geliyor” dermiş.
Muzaffer Efendi son sahaflar şeyhi idi. Türk Tasavvuf Mûsikîsi Folklorunu
Araştırma ve Yaşatma Vakfı ’nın kurucusu, son dönemin en ünlü mutasavvıfı idi.
Çarşının bahçesine nazaran dükkânın içi daha serindi ama efendinin ateşli
sohbeti ile hepimiz yanardık. En ince gerçekleri dahi bizim anlayacağımız
şekilde anlatır, kimi güldürür, kimi ağlatırdı. Biz vatan, devlet, millet,
Allah ve peygamber sevgisini Muzaffer Efendi Hazretlerinden meşk ettik. ” (Özhan, 2008, s. 61-62)
Ahmet Özhan’ın hayatında Muzaffer Ozak’tan sonra çok önemli bir kişi daha
olmuştur. O da Safer Efendi’dir. Türk Mûsikî repertuarımıza çok büyük katkısı
olan Safer Dal Efendi, Özhan’a da çok büyük katkıda bulunmuştur. Özhan, Safer
Efendi’yi şöyle anlatıyor:
“Muzaffer Efendim’den sonra Safer Dal
Efendim geldi. Hepsi gerçekten Allah dostları idi. Safer Efendim, hayatımda
gördüğüm en pratik, en zeki, her şeyin çözümüne yaklaşabilmekte kabiliyeti
olan, hayata ait bütün işleri bilen, muhteşem bir insandı. Bugün Türkiye ve
başka ülkelerde Tasavvuf Mûsikîsi repertuvarı ve de basılı notaları varsa bunun
%75-80’i Safer Efendim sayesindedir. Diğer kalan kısmı ise, konservatuvar
zamanında Suphi Ezgiler tarafından yapılan birtakım şeyler, Kubbealtı
Cemiyetinde Yusuf
Ömürlü’nün yaptığı daha çok camii mûsikîsine ait çalışmalar, Ankara’da
Ahmet Hatipoğlu hocamızın yaptıkları ki o da yadsınamaz, büyük hizmetleri
vardır, geri kalanı yani %80’i Safer Efendim’e aittir.
Safer Efendim, dergâhların açık olduğu zamanlardan kendi dönemine kadar
yaşamış olan ne kadar zâkir, zâkirbaşı, o zaman ki o büyük makara teyplerle dağ
bayır dolaşıp, onlardan bütün hafızlarında kalan durak, ilahi, cumhur ilahisi
ne varsa hepsini yüzlerce diyebileceğimiz o makaralara kaydetmiş. Bir gün,
makaralardan kasetlere aktarma imkânı oluştu. Safer Efendim kasetlere aktarmaya
başladı. Bana da bir gün ‘Bir yerden başlamamız lazım, bunları notaya al’ dedi.
Ben de ‘Eyvallah Efendim’ dedim ve notaya
almaya
başladım. Orada muharrem ilahileri, Nühüft durak, ‘Kurretül Ayni Habibi
Kibriyâsın Yâ Hüseyin’ gibi nice ilahileri notaya aldım ve sonra çeşitli
konserlerde okudum. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Zannediyorum
nota yazımında rahmetli Cüneyt Kosal hocanında çok büyük katkıları oldu değil
mi?
“Tabi
ki. İstanbul’un en önemli sazendelerinden kendilerine Klasik Türk Sazları
Beşlisi dediğimiz Cüney Kosal, Doğan Ergin, Abdi Coşkun, Nihat Doğu ve Vahit
Anadolu vakfa gelip gitmeye başladı. İçlerinden Cüneyt Kosal fevkalade
çalışmayı seven, nota yazma pratiği çok üst düzeyde ve süratli yazan biriydi.
Safer Efendim’in o makaralarını kasetlere aktardı ve o dönemde birçoğunu notaya
aldı. Bugün Avusturalya ’dan Şili’ye, Meksika ’dan Toronto’ya gidelim, bu
vakfın mührünün olduğu notaları görürsünüz.
Bugün
iki Ahmet ile başlayan, Ahmet Hatipoğlu ve Ahmet Özhan; bu çalışmalar dünyanın
her yerinde dinlenir hale gelmiştir. Ahmet Hatipoğlu çok önemli bir isimdir bu
konuda. Bu işe başladığı zaman, kendisine soruşturmalar açılacak, maaşına el
konulacak, o olacak, bu olacak hepsine eyvallah diyeceksin ve sonunda,
Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde ona, bütün bu hizmetleri karşılığında devlet üstün hizmet
belgesi verilecek ve onunla bahtiyar olacak. Hak adına çekilen çileler, çile
değildir, lütuftur. Allah için başına ne gelirse gelsin lütuftur. Ahmet hocam
da o şekilde büyük bir hizmet üreterek, devletin üst seviyesindeki ödülünü de
görerek mutlu olarak göçtü. Allah mekânını cennet etsin. Cenabıhak bir işi
duyurmayı murad ettiyse ona A’dan Z ’ye bütün fasılları tamamlayacak kadroları,
yaratıcı kadroları o günler için hazırlar. O mekânlarda tevâfuken bir araya
gelir ve Cenabıhakk’ın o murâdı, o şekilde zuhûr eder. ” (kişisel iletişim,
13 Ocak 2018).
Türkiye’de Dini Mûsikînin Durumu ve Dini
Kesimin Mûsikîye Bakışı
Türk
Din Mûsikîsi hakkında büyük bir bilgi birikimi olan Ahmet Özhan mûsikî ile iç
içe olan bir ortamda yetişmiştir. Bu konudaki görüşleri şöyledir:
“Türk
Mûsikîsi tabii önceki dönemler gibi yetenekli ve başarılı öğrenciler,
öğreticiler, hocalar, sanatkârlar çıkarmıyor. Cami mûsikîsinde ise, eskisi gibi
olmasa da yeni yeni iyi hocalar çıkıyor. Tekke mûsikîsinde ise, maalesef
tekkeler kapatıldığı için kalmadı.
Tasavvuf
Mûsikîsi anlamında da ritüeli olmadan, yani tekkelerde, dergâhlarda meydan
görmeden bu işin özünü irfanını bilmeden sadece tasavvuf müziği konserleri
yapıyoruz. Bizler ve sizler gibi o kültürden uzak olduğumuz için, o adâbı
bilmediğimiz için konserlerde koral konserler yapıyoruz. Bireysel programlar ya
da bireysel konserler icra ediyoruz. Bu da gerçeği yansıtmıyor. Meselenin özüne
inilecek olursa maalesef gerçek değil. Çünkü ancak Zikrullah meydanında bu
mûsikînin tam manası ile hikmeti ortaya çıkabilir” (kişisel iletişim, 13
Ocak 2018).
Dini
mûsikî alanında çokça tartışılan konulardan biride icrada kadın sesinin
kullanılmasıdır. Bu konu ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
“Gelelim
bugünkü şartları gözden geçirmeye. Birçok kaynaklarda ilahiler vardır,
repertuarlar vardır, zengindir. icra anlamında ise kadın sesinin kullanılması
tabii ki dine bakış açısına göre insanların hassasiyeti olan bir konudur. Bu
konuda tedbiri önde tutan insanlarız. Mesela Ahmet Hatipoğlu televizyonda bu
konserleri yaptı, radyonun bütün elemanlarını, kadın erkek bir arada sahneye
çıkarttırdı. Neden olmasın, olabilir. Yasak diyemezsiniz, câiz değil
diyemezsiniz, meşrebime uygun değil diyebilirsin. Ben de saygı duyarım ama ben
onu yaparken câiz değil, yanlış yapıyorsun dersen, sen yanlış yaparsın. Hâdise
budur. Meseleye böyle yaklaşıyorum. Sen yapar mısın diye sorma bana, sıkışır
kalırım. Belki yapabilirim duruma göre. Bizim topluluğumuzda bayan sanatçı
yoktu ama olduğu zaman da kimse bu olmaz diyemez. Kadınların özel halleri
vardır, özel halleri var diye dinden mi çıkıyor. Kadın namaza yaklaşmaz ama
duasını eder, dua mahiyetindeki ayetleri okuyabilir, tesbihini çeker,
salâvatını ve tevhidi çeker. Bu onun için, Cenabıhakk’ın bir rahmeti,
merhametidir, O’nun bir ârızası değildir. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak
2018).
Özhan,
1981 -1991yıllarıarasında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu İstanbul Radyosu ses
sanatçısı olarak çalışmıştır.
1991
yılından emekli olduğu 2015 yılına kadar İstanbul Tarihi Türk Müziği
Topluluğunun Genel Sanat Yönetmenliğini yapmıştır. Hâlen davet edildiğinde
topluluğun programlarına katılmaktadır. Ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde bu
topluluk ile ülkemizi temsil etmişlerdir.
İstanbul
Tarihi Türk Müziği topluluğu ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda kuruldu? Bu
süreçle ilgili neler söylersiniz?
“Tabii
ki görev anlayışıyla meseleye yaklaştığımız için bir gün Atatürk Kültür
Merkezi'nde büyük salonda Tasavvuf Mûsikîsi konserim vardı. Zamanın Kültür
Bakanı Namık Kemal Zeybek ön tarafta oturuyordu. Çok güzel de bir konser oldu,
netice itibarıyla ondan çok etkilendiğini hissettim. Sonra Ankara’da rahmetli
Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Çankaya Köşkü’nde bir resepsiyonda
bulunduğumuz zamanda, 91 senesinde karşılaştık Namık Kemal Beyle. ‘Yarın bana
geliyorsun, bak seninle konuşacaklarımız var.’ dedi. Ben de, ‘Bir üstümdeki
smokin bir de kot pantolon var, nasıl geleyim?’ dedim. ‘Gel de nasıl gelirsen
gel.’ dedi. Allah selamet versin ertesi gün bakanlığa gittim. Dedi ki,
‘Arkadaş, kadronu yap, getir, senin bu çalışmalarını devlet şemsiyesi altında,
Kültür Bakanlığı çatısı altında bir topluluk olarak kuralım.’ Benim de arzum
oydu, çünkü bir kısmımız radyoda, bir kısmınız konservatuvardayız, bir kısmımız
sivil, kendi işini yapıyor, dışarıda... Toplanalım dediğimiz zaman
toplanamıyoruz, sıkıntılarımız oluşuyor. Bir araya gelmek açısından, bir çatı
altında, bir şemsiye altında topladığınız zaman her şey daha kolay olacak.
‘Peki, efendim.’ dedim. Çalışmalarımızı yaptık, kuruluş aşamasında Namık Kemal
Zeybek bakanımız vardı, önümüzü açtı, ondan sonra siyaset bir gün oluyor her
şey değişiyor. irfan Maraş MHP kanalından Kültür Bakanı oldu, bizimde
imtihanların yapılması süreci, yönetmelikte sıkıntılar var, tashihi ihtiyaçlar
var. O sıra, Bakan Beye, ‘Efendim, biraz daha zaman verseniz de bazı
tashihatlara ihtiyaçlar var. Bunları halledebilsek...’ dedim; ‘Ahmet, hemen
yarın yap!’ dedi.
Tam
biz çalışmalara başlıdığımız dönem Fikri Sağlar Bey bakan oldu. O dönem
soruşturmalar vs. çok sıkıntılar yaşadık ama Bakan Bey sonradan nereye giderse
‘Ahmet Bey de gelsin’ diye yanından ayırmadı. Bizim, Türk milletinin önünde
olan hüsnüniyet inancımızın, vahdet inancımızın özünde iyi niyet vardır. Bu
kültüründe sûiniyet yoktur. Fakat ne olduysa biz daha evvel her şeye kötü
niyetle bakar olmuşuz. Hiç iyi niyetle yaklaşmak yok, hemen öyle bir şey olduğu
zaman arkasından bütün siyasi endişelerin, bütün karşı fikir üretimlerini ne
varsa yığar. Müfettişler, soruşturmalar, şunlar bunlar.
Tamamen
masumum, tamamen kültürden başka hiçbir derdimiz yok. Bugüne kadar da siyaset
ile hiçbir zaman kimse beni yan yana görmemiştir. Ulul-emre itaat farzdır ve
biz her zaman bunu yapmışızdır. Bir siyasi partinin içinde ne bir üye oldum ne
de bir görev aldım. Biz, bizi yönetenlere sadece ve sadece hayır duada
bulunmuşuzdur. Saygıda kusur etmeyiz, kim olursa olsun. Çünkü ‘Yöneticilerinizi
hayırla yâd ediniz’ der Efendimiz. Onun haricinde bir şey yapmamız mümkün
değildir.
Kırık
dökük tarihi Türk müziği topluluğu orada toplanmış, kuruldu ve bütün bu
meseleler bu sorunlar aşıldı, tamamen yeni kadrolarla oluştu. Resmî Gazete ’ye
duyuru yapıldı, imtihan için, herkes geldi, şartlara uygun olanlar sınavlara
girdi, kazananlar topluluğa alındı, yeniden sıfır kilometre gençlerle. Eski
kadrolardan sadece Tuğrul Bey topluluk müdürü oldu. Cüneyt Kosal orada görev
aldı, onun haricindeki kadrolar hep yeni kadrolardı. ” (kişisel iletişim,
13 Ocak 2018).
İstanbul
Tarihi Türk Müziği Topluluğu ne zaman kuruldu? Topluluğun içinde hangi birimler
vardı?
“1991
yılında kuruluş işlemlerini yaşadık. Allah'a şükürler olsun topluluğumuz
kuruldu. Oradan Klasik Tasavvuf ve Mehter Mûsikîsi ile alakalı birimler
oluşturduk, sonradan semazen kadrosu da oluşturduk. Zaten vakfımızda da sürekli
semazen meşgul olur. Yeni kardeşlerimiz yetişir, kalifiye semazenlerimiz var,
dervişlerimiz var, bütün bunlarla beraber Klasik Türk Mûsikîsi, Tasavvuf
Mûsikîsi, Mehter Mûsikîsi... Bir nevi, inşallah konularını yurtiçi, yurtdışı,
kıtalararası Japonyası’ndan Amerika’sına kadar. Benhem içinde bulundum, hem de
genel yönetmenliğini yaptım. Başlarda Ahmet Özhan ağırlıklı bir icra pozisyonu
vardı. Herkes onun beklentisi içerisindeydi. Sonradan ben yavaş yavaş geri
plana çıkıp topluluğu ön plana çıkarttım. Mümkün oldukça destek olarak netice
itibariyle meselenin gerisinde kaldım. Ben 2015 yılında yaş haddinden emekli
olunca şimdi çok değerli kardeşim İhsan Özer sanat yönetmenliğini yapıyor.
Tuğrul Bey de müdürlüğünü yapıyordu. O benden önce emekli oldu, şimdi
kardeşlerimiz bize görev verdikleri zaman hayır demeden hâlâ devam etmekteyiz.
Konya’ya yine topluluğumuzla beraber her yıl irtifallere katıldık. Bütün
samimi, ciddi gayretlerimizle yurtiçi ve yurtdışı hâlâ devam eden bir devlet
topluluğu olarak devam ediyor. Çok amaçlı, çok renkli, değişik konseptlere imza
attı. Anadolu evliyaları diye bütün anadolu evliyalarını tasavvuf müziği konulu
görsel efektler ile birlikte süsleyerek ortaya koyduk. Misyonunu elde etti ve
sürdürmeye devam ediyor.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Ahmet
Özhan 1998 yılında Süleyman Demirel döneminde devlet sanatçısı ünvanını aldı.
Necmettin Erbakan Üniversitesi ve 18 Mart Üniversitesi’nden birer fahri doktora
ünvanıları vardır.
Ahmet
Özhan’ın “meşk” ile ilgili görüşlerinin temelinde şu görüş yatar: “Aşksız meşk,
meşksiz mûsikî olmaz.”
Türk
müziği özünde meşke dayalı bir sistemdir. Çok tekrar usulüne dayalı bu sistem
mûsikîmizde yüzyıllar boyu sürmüştür. Çok tekrardan kaynaklı olarak eser
öğrenenler, daha sağlam öğrenmiş ve öğrendikleri talebeleri aracılığı ile
günümüze kadar gelmiştir.
Sizin
eğitim sisteminiz içinde meşkin önemli bir yeri var. Geleneksel mûsikîmizin
temelinide meşk sistemi oluşturuyor. Size göre meşk nedir ve neden önemlidir?
“Nota arşivleri eldekiler unutulmasın
diye yazılmış şeylerdir. Ama usta okuduğu zaman, onu bir yere koyduğun zaman o
bambaşka bir şey olur. Kafana yazmış nota olur. Nota ile ezber yapamazsınız.
Nota ruhu, yorumculuğu ve hissiyatı öldürür. Mota mot notaya bağlı kalır ve
öyle okursanız. Onun ne tadı ne tuzu olur. Ama usul vurarak, büyük usul
vurarak, küçük usul vurarak meşk ediyorsan, ezber çalışıyorsan, musallada
sorsalar söylersiniz. işin özünde bu vardır. işin özünde geleneksel meşk, usta
karşısında özel ağızdan meşk etmek, bol tekrar vardır. Eserleri meşk ile
öğrenmiş isen sahnede notaya gömülüp okumazsın, o zaman şakır şakır okursun.
Bizim bu kadar notaya bağlı olmamız meşk usulünden gelmememiz, ezber yapmamız
yüzünden kaynaklanıyor. Tasavvuf Mûsikîsinde de hep notaya gömüldük maalesef.
Eskiden biz vakıfta, ilk gittiğim zaman bir tane nota yoktu. Ama bütün abiler
şakır şakır bütün ilahileri okuyordu. Onlar görmüştü çünkü. Büyüklerin dizinin
dibine oturup meşk ederek öğrenmişlerdi ilahileri. Biz şimdi nota ile okuyoruz,
doğru bir şey değil. Üstelik de işin pratiğinde nota sizin elinizi çok bağlar,
sizin hürriyetinizi elinizden alır, yorum anlamında da sizi kısır bırakır. Bir
de klasik mûsikî konseri başka bir şey, tasavvuf ayrı bir şeydir. Zikir
meydanında Zâkirbaşı, koro yöneten bir şef anlamında değildir. Ola ki zikir esnasında
kapından Rufâi ’ye mensup bir zât girdi, bir Şeyh Efendi veyahut tanınan bir
kişi girdi. Meydanın irfanı giren kişinin meşrebine uygun ilahi seçimine
geçmektir. O andaki zikrin ritmine uyacak, makamına uyacak, bir de gelen
kişinin meşrebine uyacak. Bütün bunları yöneteceksiniz. Notaya bakarken bunları
yapamazsınız. Kocaman hafızan olacak, kuvvetli olacak, meşkin sağlam olacak,
irfanın yüksek olacak, dikkatin yerinde olacak. Bütün sorumluluk Zikir Reisi
ile Zâkirbaşındır. Ötekiler işin keyfini sürerler. Ama Zikir Reisi gideri,
pozisyonu ayarlar, Zâkirbaşı o pozisyona göre ilahiyi ortaya atar. Bütün bunlar
bir kültür, bir refleks, bir hafıza, meşk doluluğu ister. Aksi takdirde yalan,
yetersiz ve fiilsiz bir iş çıkar ortaya. Onun için meydan görmeyenler, şarkı
gibi ilahi okuyanlar bu işin uzağında kalmış kişilerdir. Diyeceksin ki meydan
göster de meydan görelim. O meydanları, o meydanlarda ki ustaları bulmanız
lazım. Biz bu kültürü almaya çalışıyoruz. Ne siyasi ne ekonomik tarafı var.
Sadece kültürden, muhabbetten ibarettir. Allah'ı zikretmekten ibarettir. Aşksız
meşk, meşksiz mûsikî olmaz” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
AHMET ÖZHAN’IN
ESERLERİ VE MUSİKİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Ahmet
Özhan 1980’li yıllardan beri, Cumhuriyet tarihimizin yetiştirdiği en önemli
icracılardan biridir. Sahneye ilk çıktığı on sekiz yaşından itibaren tavrı,
kişiliği, yorumculuğu ve duruşu ile örnek bir sanatçı olmuştur. Yorumcu ve ses
sanatçısı Özhan bu konuda şunları söylemiştir:
“Ses sanatçılığı, klasik mûsikîyi çok
sevmek demek anlamına gelmez. Ses sanatçılığı tamamen fiziki bir durumdur. Bir
insanın fiziki altyapısı yoksa ses sanatçılığı olmaz. O mûsikîye meraklı,
düşünen, yazan çizen biri olur ya da müzikolog olabilir ama ses sanatçısı
olamaz. Ses sanatçısı demek, kulağın fevkalâde küçük aralıklardaki koma sesleri
duyabilmek kabiliyetine sahip olmak demektir. Burada ne kadar ses varsa hepsini
duymanız gerekir. Sırası geldiğinde de bu arızaları basacaksınız. İkincisi
ritim kabiliyetidir. Demek ki duyacak ve ritim kabiliyeti olacak. Bunlar yoksa
ses güzelliği yeterli değildir. Zaten bunlar sesi güzelleştirir. Metabolizmanın
geliştirmiş olduğu, doğuştan ses telinin, tonalitenin getirdiği bir gevreklik,
güzellik, yakıcılık vardır. O da ayrı bir meseledir ama emin olun oradaki ses
güzelliği 3. derecededir 1. derecede kulak duyacak. Koma sesleri duyacak ve
basacak. Yani mesela; çıkıcı makamlarda çıkarken aynı perde dikleşir, inerken
aynı perde pestleşir. Bunu duymazsan yapamazsın, doğru basamazsın, detone basarsın.
Ne yaptığının farkına varamazsın. Bunlar fiziki özelliklerdir.
derecede ritim kabiliyetiniz
olacak. Zaten konservatuvar sınavlarına girerken bir kulağa bakarlar, bir de
ritme bakarlar. Ondan sonra bu işle ne derece uğraşıyorsunu anlamak için ‘Oku
bakalım bir şey ’ derler. Ben konservatuvar imtihanına girdiğim zaman benden
önce giren Samanyolu’nu okumuş. Ben geldim Zekai Dede ’nin ‘Cemalin Şem’ine
Pervane Gönlüm’ isimli Hüseyni Aşiran şarkısını okudum. Jürinin gözleri fal
taşı gibi açıldı. 17 yaşında bir çocuk okuyor düşünün. ” (kişisel iletişim,
13 Ocak 2018).
Sesi
nasıl korumalıyız? Sizin bu hususta yaptığınız özel şeylervarmı?
“Sese
dikkat etmek lazımdır. Sesin, sesi yoracak, sesin gücünü ve kullanımını
azaltacak düşmanları vardır. Çünkü ses bir adaledir. Bunu güçlü bir adale
yapmak için çok çalışmak lazımdır. Adele yorgunsa, istirahatsizse kalırsın,
gitmez yürümez. Zararlı olan şeylerden uzak durmak lazımdır. Bir de sürekli
çalışmak gerekir. Mesela Yahudi kemancı Menuhin’in bir sözü vardır, ‘Bir gün çalışmazsam
ben anlarım, iki gün çalışmazsam menejerim ve diğer saz arkadaşlarım anlar, üç
gün çalışmazsam dinleyicim anlar.’ diyor. Ne kadar doğru bir sözdür bir sanatçı
için değil mi?
Bu
sadece onun meselesi değil bizim için de öyledir. Bir gün çalışmazsan kendin
hissedersin, iki gün çalışmazsan beraber çalıştığım arkadaşlar ‘hayırdır
yorgunsun, ne oluyor’ der, üçüncü gün çalışmazsan konsere çıktığın zaman
seyircilere performansını gösteremezsin. Temel özellikler kendine bakmak ve
ondan sonra da çalışmaktır. insanın kendi Esma terkibinin îcap ettirdiği meşrep
itibariyle mûsikînin repertuar kısmına merak salmasıdır. Mesela klasik mûsikîye
veya kendi kültür seviyesi itibariyle fantezi, arabesk müzik veya toprağa yakın
bir hayat biçimi yaşayan insanların folklore, türkülere olan merakı ve
yatkınlığı gibi. Bunlar da sosyo-kültürel özelliklerdir. Bütün bunlar
toplandığı zaman karşılığında mûsikîye elyâk, kabiliyetli, becerikli, kendine
bakıyorsa kalifiye bir ses sanatçısı ortaya çıkar. Bu söylediklerimin çoğunu yapmadım
ama ideallere bakıyorum. Konserlerden önceki provalarım konserin aynısıdır.
Orada sesim çatlar patlar, detone olurum ama sesim oturur. Konsere çıktığım
zaman daha sağlam okurum, neredeyse hatasız okurum. Provaya çok inanırım, en
önemli çalışmam provadır. Konserden önemlidir prova. Çünkü birkaç kere yapma
şansın varsa repertuvarı orada oturtursun. Ben evvela bir bakarım repertuvara.
Bunun yüzde kaçına hâkimim diye. Hâkim olduklarımın da bir provasını yaparım
ama yeni baktıklarımı birkaç defa tekrar ederim.” (kişisel iletişim, 13
Ocak 2018).
Özhan,
ses güzelliğinin yanında elbette çok çalışmanında bir sanatçı için gerekli
olduğunu şöyle ifade ediyor:
“Gençliğimde
çok çalıştım, o da benden kaynaklanmıyor. Hocalarımız çok çalıştırıyordu.
Cinuçen Tanrıkorur, Aka Gündüz Kutbay mesela. Aka Gündüz Kutbay ile bir eser
çalıyoruz. Çatı katında oturuyor o zaman. Bir Ağustos günü, terler akıyor
yüzümüzden. Hatipzâde ’nin Nevâ takımını geçiyoruz. Nevâ eserlerde çok fazla
göremezsiniz, en fazla ikinci satırda bir tiz nevâ vardır. Yani buna girişte
çok fazla rastlanmaz. Normalde evvela eser başlar, nakaratta biraz toplar. Tiz
nevâlar, gerdâniyeler meyanlarda olur. O zaman sakallı, tonton Aka abi çalıyor
ben okuyorum. Bitiyor ‘Çok güzel oldu Ahmet’ciğim, şimdi daha güzel olacak.
’diyor. 7, 8, 9, 10 defa çalıp okuttu bana. Hoca 100 kere oku dese okumak
zorundaydız. Onların adamlığı ve hocalığı sayesinde ben de çok çalıştım. Temel
sağlamsa, takımlar, ayinler, kârlar geçersen, repertuvara epey bir hâkim
olursan. Dolayısıyla sahneden de yüzünün akıyla inersin aşağı, ben o şekilde
geçtim.
Ben
20 küsür senedir bu memlekette tasavvuf müziği icra ediyorum. Bana bir kişi “Ne
yapıyorsun sen?” demedi. Çünkü ben sanatla meşgulüm. Benim siyasetle işim yok.
Ben şu konuştuğumuz konulardaki neşeyi başkalarıyla paylaşma gayreti
içerisindeyim. Başka bir derdim yok.” (Özhan, 2008, s. 97)
Ahmet
Özhan ayrıca vurmalı sazlardan halile’yi üst düzeyde çalmaktadır.
Ahmet
Özhan 1973 senesinden itibaren televizyonda olmaya başlar. O dönemde sadece TRT
vardır. Dönemin en popüler sanatçılarından biri olan Özhan, konser, eğlence
programları itibariyle tek kanallı dönemlerde pek çok programa katılmıştır.
Yapmış
olduğunuz televizyon programları nelerdir, onlardan bahsedebilir misiniz?
“Popüler
bir sanatçı olarak, ben hep önemli kadroların içerisinde oldum. 1980’lerin
başında tasavvuf müziği ile ilgilenmeye başlayınca her Ramazan'ın iftarı ve
sahurunda yine bizde olurdu. Sonra TRT de birçok konulu programda işin içinde
oldum, sunucusu olarak konseptin içerisinde oldum, konseptin içerisinde okudum,
söyledim, konuk ağırladım. O tür TRT’de programlarım oldu. TGRT’de de uzun
müddet programımız oldu. Koromuzla birlikte, Tarihi Türk Müziği Topluluğu ile
TRT’de uzun yıllar program yaptım. Kanal 7de ‘Şarkılar Seni Söyler’ diye ilk
90’lı yılların başında, sonra TRT’de de devam etti ‘Şarkılar Seni Söyler ’ diye
bize ait programlar ve kurumun konser eğlence programlarında yer aldım. TRT
Müzikte ‘Şarkılar Seni Söyler ’ Ömer Tuğrul Inançerile bizleri mûsikî ile
tasavvuf-irfan iklimlerine götüren, kültür ve medeniyetimizin en güzide
örneklerini sunan programı yaptık” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Ahmet
Özhan Elli yıllık sanat hayatı süresince onlarla longplay, albüm ve cd yapmıştır.
Adedini tam olarak kendiside bilmemektedir. Kendi arşivinden ve internet
aracılığıyla bulduğumuz albümlerini Türk müziği ve Türk tasavvuf müziği olarak
kategorize ederek listelemeye çalıştık.
Bak Yeşil Yeşil/ İçimde Kim Vardır Bir Bilebilsen,
Atlas Müzik-1974
İçimde Kim Vardır Bir
Bilebilsen
Bir Dünya Yarattım / At Kadehi Elinden,
Çaresiz/
Neden Kader Diyorlar,
Kervan
Plakçılık - 1977
Karlı
Bir Kış Günü/ Bu Son Olsun,
Atlas
Müzik - 1977
Dert
Çekmeye Gidiyorum/ Vaktinde Gel Sevgilim,
Kervan
Plakçılık - 1978
Sizden
Biri,
Atlas
Müzik - 1978
Her Gece
Yollarda Gözledim Seni,
Atlas
Müzik - 1979
Her Gece Yollarda
Gözledim Seni
Unuttun Mu Aşkımıza
Ettiğimiz Yemini
Sen Mevsimler
Gibisin / Mor Elbise,
Sen Hatırlar Mısın
(Sanma Unuttum Seni),
Sen Hatırlar Mısın
(Sanma Unuttum Seni)
Anarken Biz Maziyi (Dua
Olur Heceler)
Gözlerinde
Buldum Aşkı,
Atlas
Müzik - 1981
Dargın
Ayrılmayalım / Düşte Gör,
Atlas
Müzik - 1981
Tel Tel
Döküldü Zaman,
Atlas
Müzik - 1981
Tesadüf,
Atlas
Müzik - 1982
Bak
Yeşil Yeşil,
Atlas
Müzik - 1974
Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine
Ahmet Özhan - Ben Melâmet Hırkasını
Ahmet Özhan - Bu Ne Haldir Sultanım
Ahmet Özhan - Gönlüme Gir Dal Güneşim
Ahmet Özhan - Sen Neşeden Haber Ver
Ahmet Özhan - Şu Yalan Dünyayı
Ahmet Özhan - Zulmetle Ayrılık
Neşe Karaböcek -Aradı Buldu Beni
Neşe Karaböcek - Ayrılık Kolyesi
Neşe Karaböcek - Bahçenizde Gül Var mı?
Neşe Karaböcek - Çay Elinde Öteye
Neşe Karaböcek - Göz Yaşı Yalan Söylemez
Neşe Karaböcek - Hayli Zamandır Beklettin Beni
Neşe Karaböcek -. Mektup Selam Eyle Bizdende
Neşe Karaböcek - Ud Taksimi - Bir Meçhule Giden
Dünya
Unuttun Mu Aşkımıza Ettigimiz Yemini
Her Halinle Her Şeyinle Güzelsin
Şarkımı Senin İçin
Yazdıgımı Bilseydin
Ahmet Özhan ve
Klasik Türk Sazları Beşlisi,
Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine
Gün Be Gün Yaşanan O Hatıralar
Vücud İkliminin Sultanı Sensin
Ahmet Özhan ve
Klasik Türk Sazları Beşlisi,
Beyati Peşrev Bağlı Müşterek Taksim (
Tambur-Ney)
Tasavvuf Mûsikîsi Bölüm Açılışı
Yıllar Yılı Belde Belde Aradım
Yeşil Gözlerinden Muhabbet Kaptım
Her Halinle Her Şekilde Güzelsin
Tanbur Taksimi - Ümitlerin Ötesinde
Yeşil Gözlerinden Muhabbet Kaptım
Dün Gece Mehtaba Dalıp Seni Andım
Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim
Ben Unutsam Şarkılar Unutmaz Seni
Sevki
Bey Eserleri,
Kültür
ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Müdürlüğü
Ürün
Yayınları-2008
Kimseler Gelmez Senin Feryad-ı Ateş-Barına
Hastasın Zannım Vefa Mahzunusun
Dağlar Dayanmaz Eninine Dil-i Mahzunumun
Gülzara Nazar Kıldım Virane Misal Olmuş
Nedir Bu Haletin Ey Meh Cemalim
Emel-i Meyl-i Vefa Sende Var, Bende de Var
Gönlümü Dûçar Eden Bu Hale Hep
Küşade Tali'im Hem Bahtım Uygun
Bağlanıp Zülf-ü Hezeran Tabına
Dil Yaresini Andıracak Yâre Bulunmaz
Güzel Gün Görmedi Âvâre Gönlüm
Muntazır Teşrifine Hâzır Kayık
Söyle Nedir Bâis-i Zârın Gönül
Türk Tasavvuf
Müziği Albümleri
Gaflet Uykusunda Yatar Uyanmaz
Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım
Ya Olduğun Gibi Görün Ya Göründüğün Gibi Ol
Aşksız İçenin Neş'esi Artmaz Burda
Sevginle Ne Mümkün Beraberken Uyumak
Donandı Her Yer Kandiller ile Mahur Sugul
İlahiler - Gönül Pınarından - 2007
Akustik Müzik-İsyanbul Organizasyon - 2008
Mevlananın Dilinden (Sevgiliden
Hatiralar) ,
Seninle Ne Mümkün Beraberken Uyumak
Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım
Ateşi Ask 1
(Şehnaz-Muhayyer),
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009
Şehnâz Tanbur Taksimi - Özata Ayan
Lâ mevcude İllâ Hu-Şehzâde Mehmet Seyfeddin
Efn.
Yürük de İrmenler Gibi - Dede Efn.
Gubâr-ı Pâyine Almam-İzzettin Hümâyi Elçioğlu
Bana Bu Ten Gerekmez-Hafîz Sadettin Kaynak
Zâhid Bir Ta'n Eyleme-Selahaddin Demirtaş -
Acep hayran oldu
Muhayyer Geçiş Taksimi-Ud Bülent Selçuk
Cemalin hüsnüne-Hüseyin Sebilci-Muhayyer ylahi
Şuride vü Şeyda kilan-Zekâi Dede-Muhayyer ilahi
Muhayyer kürdi Geçiş Taksimi-Kemençe Sertaç
Tezeren
Allah Diyelim Dâim-Selahaddin Demirtaş
Hak Şerleri Hayreyler-Selahaddin Demirtaş
Düşeli Bu AşkIn Eline-Dede Efn.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009
Suzidil Tambur Taksimi-Özata Ayan
Ey Padişah-ı Lemyezel-Selahaddin
Demirtaş-Suzidil Cumhur
Gördükta O Rûy Üstüne-Hacı Hâşim Bey-Yürük
semai
Âteşine Zened-Selahaddin Demirtaş-Durman
Yanalım
Nevâ Geçiş Taksimi-Kanun Gökhan Çağlı
Hâlet ile-Eyyûbi Mehmet Efn. -Nevâ
Cân ellerinden gelmişem-Bir tahta
yaratmışsın-Muallim
Ateşi Aşk 3 (Bektaşi
Nefesleri),
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009
Âlem Yüzüne Saldı Ziya- şeyh Hüseyin Baba
Güzel Aşk Cevrimizi-Hüseyin Sebilci
Önüme Bir Cebel Düştü-Hicazi-Uşşak Nefes
Seyrimde Bir Şehre VardIm-Ahmet Hatipoğlu
Dün Gece Seyrim İçinde-Hüseyni Nefes
Bak Vech-i Yâre ya Hây, Aynayı Tuttum Yüzüme
-Cüneyt Kosal-
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009
Ya Resullallah Bize Göre-Şikârizâde Şeyh Haci
Ahmet Efn.
Esmâ-i İlâhiyyede-Devr-i Hindi
Hicaz Ara Taksim-Rebab M. Refik Kaya
Ey Garip Bülbül-Şeyh Ali Şir ü Gani Dede
Hiç Bulunmaz Akranı-Şeyh Hüsnü Efn.
Rûy-i Siyahım-Şeyh Ahmed Muhtar Efn.
Gelin Gidelim-Dede Efn.-Sofyan-Ey aşikan şeyh
mes'ud Efn
Nikriz Geçiş Taksimi- Ud Sedat Başar
Âşıklar Sadıklar-Zekâizâde Hafiz Ahmet Irsoy
Nikriz Ara Taksimi-Kanun Gökhan Çağlı
Hak Bir Gönül Verdi Bana-Ahmed Hatipoğlu
İstediğimi Buldum-Muammer Dede
Ey Aşikan Ey Aşikan-Cüneyd Kosal
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009
Hüseyni Taksim-Rebab M. Refik Kaya
Ravzana Çün Yüz Süren-Lâtif Ağa
Varsam Bir Amile Sorsam-Balat Şeyhi Sünbüli
Kemal Efn
Ehl-i Hakka Sıdk İle-Hüseyin Sebilci
Hayıf Benim Bunca Geçen Ömrüme
Oldum Elem-i Cürm ile-Hafiz Şevket efn.
Canim Kurban Olsun Senin Yoluna-Muzaffer Ozak
Benim Maksudun Âlemde-Zekâi Dede-Ferahnâk ilâhi
Ya
Rasullah, Ya Mahbube Rabbil Âlemin
Neye Beyhude Emekler Neye Bu Sa’y ü Emel
Canı Candır Hazreti Ahmed Muhammed
Mustafa-Ehli Beyt
Öyle Bi Mahbuba Verdim Gönlümü Almak Muhal
Şah İken Lâhuta Ey Aşk Sernigun Ettin Beni
Sen Bil Ki Musemması Munezzehdir Huda’nın
Hak Süretidir Âlem-i İmkân ile Âdem
Bir Nokta İdim Kıldı Beni Kamet-i Tuba
Ten-i Âdemdeki Can Bil Ki Edebdir
Kalbimin Levhinde Ancak Kamet-i Yar Elfi Var
Ey Habib-i Muhterem, Lutf Et Şefaaat Kıl Bize
Neden Şevka Bu Nefesinden Reva Mı Bilmek Kıymet
Biçareyim Tevvesül Edecek Bir Amelim Yok
Nat Buhurizade Mustafaltri Efendi
Es Selam Ey Ahmed-i Muhtar Olan Son Nebi
Âlemi Sen Kendinin Kulu Kölesi Sanma
9.Senden Meded Senden Meded
Bakıp Cemali Yâre
Çağırıram Dost Dost
Derman Arardım Derdime
Derdim Bana Derman İmiş
Esmai İlahiyede Bi Had
Hünerim Var
Ey Garip Bülbül Diyarın
Kandedir
Gir Semaa Zikrile Gel
Yane Yane Hu Deyü
Gönülleri Doldurur
Erenlerin Halveti
Her Neye Baksa Gözün
Bil Sırrı Sübhan Andadır
Kandedir Cehl İle
Zulmet Nefsi Subanındadır
Ol Cihanın Fahrinin
Sırrına Kurban Olayım
Sevdim Seni Hep Varım
Yağmadır Alan Alsın
Tende Canım Canda Cananımdır
Allah Hu Diyen
Yine Dil Natını Söyler
Muhammed
Zati Hakda Mahremi
İrfan Olan Anlar Bizi
Bana Seni Gerek Seni ft Gülben Ergen
Yürük Değirmenler Gibi ft Serkan Çağrı
2.4. Konya Şebi Arus Programları
Şeb-i
Arûs veya Şeb-i Ur, ilki Farsça, İkincisi Arapça olan kelimelerle yapılmış bir
terkiptir. Farsça bir kelime olan Şeb, 'gece'; Arapça bir kelime olan Urs,
'düğün', 'düğünde verilen ziyafet'; urs kelimesinden türetilmiş Arûs kelimesi
ise 'gelin' demektir. Şeb-i Arûs (veya Şeb-i Urs) “gelin gecesi”, “düğün
gecesi”, “gerdek gecesi” anlamlarına gelen; Hz. Mevlânâ'nın vefat gecesini ve
bu gecenin yıl dönümlerinde yapılan töreni ifade eden bir Mevlevi terimidir. Bu
gece, âşık sevgilisine, dost dostuna kavuştuğu için gerdek gecesine
benzetilmiştir.
Mevleviler,
Hz. Mevlânâ'nın eserlerinde, özellikle de gazel ve rubâilerinde açıkladığı ölüm
anlayışına istinâden, onun vefât gecesini, dünyadan ayrılık gecesi olarak
değil, Cenabıhakk’a kavuşma gecesi olarak nitelendirdiler. Bunun için de o
geceyi Şeb-i Arûs olarak adlandırdılar ve törenler düzenlediler. Hz.
Mevlânâ’nın vefatından sonra Şeb-i Arûs terimiyle adlandırılmasındaHz.
Mevlânâ'nın “Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür” sözü ile oğlu Sultan Veled'in,
“Âşıklara ölüm, düğündür”sözünün açık etkisinin olduğu düşünülebilir (Karaköse,
2019).
Kaç
yıldır Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus programlarına katılıyorsunuz?
“Hz.Mevlânâ
bu topraklardaki herkes için çok güzel bir figürdür; bir gönül figürüdür. Bir
Islâm, bir aşk figürüdür. O ‘gel ’ çağrısı ile hemen beşerî seviyede de olsa
her şeyi davet eder. Çocukluğumuzda benim babam, bu meselelere yüksek ilgili
bir insandı. Ben ilahiyi, Hz. Mevlana’yı, Hazreti Yunus'u, Resulü Zişan
efendimizi, hepsini babamdan meşk ettim. Onun ilahileri ile büyüdüm. Sonra 1980
yılında Çinuçen Tanrıkorur abim, Bayâti Araban Ayini Şerifi Konya ayin
yarışmasında birinci oldu. Yeni dönemlerde ayinler elde edersin diye 74
senesinde Rahmetli Sadettin Heper Hoca kendi meşkinde bulunan ayini şeriflerini
toplamış. Konya Turizm Derneği Rahmetli Feyzi Halıcı’nın başında olduğu 50 tane
ayini tespit edilip kitabı basılmıştı. Sonradan tabii konservatuvar
yayınlarında olan ayinler de vardı onun içerisinde. Sonra da yeni dönem
bestecilerinden de bir ayin yarışması açıldı.
Cinuçen
Tanrıkorur’un tatil yaptığı bir yere gitmiştim. Önüme büyük bir boyutta A5
kâğıdında bir not attı. Notu elime aldım, Bayâti ayini Şerif. Tesbit eden
Çinuçen Tanrıkorur yazıyordu. Ben orada öğrendim bunu. Ondan beri o kadar çok
meşgul ettik ki Bayâti Araban ayini şerifi, ben ezbere biliyorum. 1980 senesi
içinde bu yarışma yapıldı. Bu yarışma için bestelemiştir. ‘Bizim Bayâti Araban
ayini şerifi, ayin birinci oldu yarışmada ’ dedi. Meydan göreceksen, sen de gel
dedi. Hatta Tuğrul abi ile beraberdik. Onunla da Üsküdar Mûsikî Cemiyetinden
tanışıyorlar. Tuğrul’da gelsin dedi. Siz de gelin dedi. 1980 senesinde mıtrıba
çıktık. O gün bugün 37 senedir, bu aralık ayında idrak ettik. 37 senedir orada
bulunma şerefine lütfu keremine eriştim. Allah işe yaradığı müddetçe de oraya
hizmet etmeyi nasip etsin diye niyazim var. Ve ondan sonra her sene orada ayin
okumaya başladı. Tabii insanlar otuz kişi içinden hep Ahmet Hoca sana
bakıyorlar. Önceleri o küçük salonda icralar yapardık. Yüzüncü Yıl salonunun
girişindeki, sağdaki küçük salonda yapılırdı. Önceden saz eserleri yaparlardı.
Beşer'in sadece bir gösteri eğlence gibi yaklaşıldığında genel anlamda, özel
irfanlı kişileri tenzih ederim gürültü, şakırtılar, patırtılar saz eserleri
dinleniyor, dinlenmiyor, insanların da gözü üstümden düşmüyor. Ben de “ilahi
okusam mı acaba?” dedim. insanların karşılamak anlamında şan şöhret peşinde olmadan
zaten fi sebilillah bir hizmettir bu. Evvela pek hoş karşılamadılar. Sanki bir
adım öne çıkmak istediğimi düşünerek, sonra da neyse hadi bakalım, oku bakalım
demeye başladılar. Öyle başladı. Alev gibi yaktı ortalığı. Ondan sonra bu
hizmette benim için hayatımın orada geçirdiğim on gün yegâne bayramım oldu. O
kadar haz aldığım sevdiğim bir on gün daha yok. Konya'daki o irtifaller ki
Hazreti Mevlâna’nın yanında onun hoşgörüsü, tüm varlığımı kaplıyor. Bu bana çok
haz veriyor. O on gün bana yetiyor, o duygular içerisinde, ayrı repertuvarlar
içerisinde, her yıl gündemler oluşturmaya çalışıyoruz” (kişisel iletişim,
13 Ocak 2018).
Her
yıl aynı repertuvar okunmuyor. Repertuvarları neye göre belirliyorsunuz?
“Arabî ayların özelliklerine göre repertuarları yapıyoruz.
Ramazansa, Ramazan ilahileri; Muharrem ise Kerbela ilahileri. Çeşitli bayram
zamanlarına denk geliyorsa, onunla ilgili ilahiler, o işin irfanını ortaya
koymaya çalışıyoruz. Dergâhı şerifte ilahi atılırken içinde bulunulan zaman
diliminin irfanına göre ilahi atılır repertuvara. Yani Muharrem ayında kalkıp
da Rebiülevvel ilahisi okunmaz. Okunursa bir şey olur mu, olmaz ama meselenin
irfan'ı Arabî ayların islam kültürü adını özelliklerini vurguladı. Meseleleri
daha içten algılayıp o tecrübe o irfanla günümüzü okuyabilme imkânı verir. Bize
bu imkân Tasavvuf müziğinin en önemli görevciliği budur. Arabî ayın irfanı neyi
icap ettiriyorsa onu tekrar etmek değil, onu tekrar şuurlandırarak insan kendi
bünyesinde bugünün Kerbelası neyse Hüseyin'i duruş nasıl icab etmesi
gerekiyorsa ona hazırlar. Yoksa 1400 sene öncesinde “vah Hüseyin, ah Hüseyin ”
diye dövmenin anlamı yok. Bugünkü Kerbela nedir, bugünkü Hüseyin'i duruş nedir,
bunu bilmeyi ve ona göre yaklaşmayı yeniler, hadise budur. Tasavvuf müziği
bunun için vardır, meselesi bulur. Yoksa “lay lay lom” değil. Yoksa Ramazan
ilahisinin içerisindeki o güzelim anlamları bir kere daha şuurlandırarak
Ramazan'ın kadrini kıymetini bilmek içindir. Onun disiplinine tam manası ile
uyumaya gayret etmek bütün ayların özelliği Rebiülevvel ayında mesela
Muhammed'i duruş nedir? Bu ilahilerle bunu anlatmaya çalışırız. Tövbe
aylarında, tövbe ilahileri.Onun için bu repertuvarların hepsinin bir anlamı
vardır.Tasavvufî hayat yaşam biçimidir ve bunlar meşk edildiği zaman maksat
hâsıl olur. Işte Konya'da her sene Hazreti Mevlâna’nın,“Ben yaşadıkça Kur'an'ın
kölesiyim, Ahmet'i muhtarın bastığı yerin tozunun zerresiyim ”. Ben ne kadar
Kur'an'ın kölesiyim, ben ne kadar Kur'an'ın irfan'ı ve işaretini hayatımda
biçimlendir mişim, ben ne kadar Muhammed'in ahlakıyla ahlaklan mışım? Eşyanın
hakikatini, olayların hikmetini nasıl bir Muhammed’i bakışla bakabiliyorum? Tüm
bunları çek etmek lazım. Tasavvuf Mûsikîsinde kasıt işte tüm bu
söylediklerimdir. Tasavvuf Mûsikîsi ile uğraşanların alt yapısında bunlar
olmalıdır.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Bestecilik
yönünün çok kuvvetli olmadığını söyleyen Özhan mevcut bestelerin muhabbetten
müteallik olduğunu ve icra yapmayı daha çok sevdiğini vurgulamıştır.
Özhan’ın
yapmış olduğu çeşitli makamlarda 12 adet bestesi vardır. Bu bestelerin usulleri
sofyan (7), düyek (2), raks aksağı (1), müsemmen (1), curcuna (1) ve makamları
Hicaz (2) , Eviç ( 1), Hicazkâr (1), Hüzzam (1), Kürdili Hicâzkar (1), Sabâ
(1), Segâh (1), Hüseyni (1), Uşşak (1) ve Bestenigârdır ( 1).
Özhan
bestecilik yönü ile ilgili ayrıca şunları ifade ediyor:
“Birtakım
bestelerim var tabi ama öyle bir yönüm yok benim. Çok kudretli bir sestekâr
değilim. Hakan Alvan gibi, Sami Özer gibi çok güçlü bestekârlar var. Onların
eserlerini okumak bana çok daha büyük haz veriyor ve gurur duyuyorum. Hem de
hakikaten meseleyi de biliyorlar, hâkimler. Benimkiler muhabbetten müteallik
çıkmış eserler. Onları benim çalışma saham olarak kabul etmem. Kaç tane
olduğunu bilmiyorum. Eviç, Hicaz, Hüseyini, Muhayyer, Suzinak ilahiler var, ama
kaç tane olduğunu bilmiyorum. Bu ilahileri yazarken meseleye sadece tebessüm
ile yaklaştığım bilinsin isterim. icra konusunda ise; severek yaparım yorum
yapmasını, icra yapmasını çok severim. Allah'a hamdü senalar olsun. Ama bu
meselede çok iddialı olmadığımı söylemek isterim.” (kişisel iletişim, 13
Ocak 2018).
Ahmet
Özhan on sekiz yaşında şöhret olmuş ve hayatı boyunca hep gündemde kalmıştır.
İlk meşhur olduğu dönemlerde, o da dönemin gereği olan sinema ve dizi filmleri
çekmiştir.
Özellikle
gençlik dönemlerinizde, meşhur olmanızla birlikte sinema filmleride çekmeye
başladınız. Daha sonrasında da sizin birkaç tane dizi filminizi izledik.
Sinemaya ne zaman başladınız ve kaç film çektiniz?
“Dünyanın
her yerinde meşhur olmuş şarkıcılara film çevirdiler. Filmde meşhur olmuş
insanları, halkın daha yakından görmesi için show yaptırırlar, şarkı
söyletirler, daha interaktif bir ilişki kurmak için o konumu, o popüleriteyi
yapmak için ne lazımsa kullanırlar. Benim filmlerim de Hacı Arif Bey, Hafız
Yusuf Efendi ve Aliş ile Zeynep haricinde diğerleri aşağı yukarı bu anlamdadır.
Çocuğumu
istiyorum, Bak Yeşil Yeşil, Çaresiz, Küçük Bey, Gönülden Gönüle olmak üzere beş
tane film ve üç tane televizyon dizisi. Sinema sanatı ayrı bir konudur, cefâsı
çekilmesi gereken eğitimi alınması gereken A'dan Z'ye kameranın önünden
arkasına meselenin tam algılanıp sonra sosyal devinim içerisinde neyi
dinlendirmenin doğru olacağını seçerek bir amaca yönelik bir şey yapmak gibi
bir tarzımız olması lazım. Ama sinema insanları, her türlü oynamayı bir sanat
olarak da algılayıp her şeyi yapabilirler. Ben kendimi sinema sanatçısı olarak
görmedim. işim ile alakalı olarak zaten tasavvuf müziği ortaya çıktıktan sonra
bu meselelerden vakit ayıramadım, uzaklaştım, çok daha fazla farklı
kullanabilirdim ama mesaim benim tasavvuf müziğine yöneldiği için Cenabıhak
nasip etti ve bıraktım bu işleri.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
Yetiştirdiğiniz öğrenciniz var mıdır? Bu konu
ile ilgili neler söylersiniz?
“Öğrenci
yetiştirme anlamında 80'lerin başından itibaren tasavvuf müziği konserlerinde,
konservatuarlarda talebe olan çocuklar, onlar bizim koromuzu teşkil
ediyorlardı. Onlar benimle büyüdü, şimdi 50 yaşına geldiler. Vakıfta 44 sene
oldu. Yanımızda bir sürü öğrenci vardı. Zakir, Zakir Başı olanlar oldu, meşkler
de bizden istifade eden. Burada izlenir, özenerek, bizden örnek alarak onlarca,
yüzlerce öğrenci yetişti.
Bir
gün vakıfta bir çocuk oturuyor. Bana bir şey söylemek istiyor ama yanaşamıyor:
-Gel
bakayım, dedim, gel tanışalım, dedim.
-Ahmet
hocam, dedi, siz olmasaydınız ben var olurdum ama başarılı olamazdım. Ne okul
bitirebilirdim ne de muvaffak olabilirdim.
-ilk
defa tanışıyoruz, nasıl bir dokunmuş olabilirim ben senin hayatına?
-Beni
Amerika'ya yolladılar, okumam için, orada bir uyum zorluğu yaşadım, sıkıntı
fakat bir şekilde sizin ilahi kasetleriniz geçti elime, onları dinlediğim zaman
çocuğa ninni söyler gibi o kadar rahatladım ki hayata adapte oldum. Amerika’da
okulumu bitirdim, meslek sahibi oldum. Onun için size minnettarım.
Birtakım
siyasi sebeplerle dışarı kaçmış, seksenlerden bahsediyorum, dışarı gitmiş
insanlar camiyle cemaatle alakası olmayan insanlar yurtdışında olunca anasını
babasını hatırlar. Cami avlusunda benim kasetimi görmüş, almış, gitmiş, onu
dinlemiş, namaza başlamış. Niçin gitmiş oralara, nelere dönüşmüş? Bunun gibi
onlarca, yüzlerce hadiseye rastladım, birçok insan Allah razı olsun dinimizi,
diyanetimizi bize hatırladınız diyerek... Ben bunların karşısında ağlamaktan
başka bir şey yapamadım. inşallah onlar Ahmet Özhan'dan görünenin, Cenabıhak
olduğunun farkına varıp teşekkür ederler. O’na yönelirler. Hepimiz
Cenabıhakk'ın kullarıyız. Ancak ve ancak Cenabıhakk’ın muradını açığa
çıkarmakla mükellefiz. Bilinçli olursa insan, halifeliğini yaşar.
Tasavvuf
Mûsikîsinin özündeki mana, Tevhid olmak itibariyle bu derece yakın uğraşan
insanları, netice itibariyle ‘İkra’ meselesini doğru tespit edip o şekilde
hayata bakmaları lazımdır. Yoksa bu tamamiyle ya beşerî bir meşgale ve yahutta,
Allah muhafaza, geçim vesilesi haline gelir, bu insanın zaafıdır. Olabildiğince
meseleyi Allah rızası için yapma taraftarı olmak lazımdır. Küçük bir hikâyecik
anlatayım:
Dönem, 1970’lerin başı, Ahmet Özhan
olmuşum, gazinolarda kocaman Ahmet Özhan yazıyor. Tuğrul Bey bana: ‘iyi, güzel,
şimdi sen ne iş yapacaksın? Tamam, bunların hepsi güzel de sen ne iş
yapacaksın? Ki sen bu sesi çalışarak mı edindin? Bu bir vergi, Allah'ın
vergisi, o zaman Cenabıhakk'ın tamamen bediiyyat olarak sana lütfetmiş olduğu
yeteneği senin yine aynı şekilde Fîsebîlillâh, Allah adına insanlara sunmandır,
sunman gerekir.’ dedi. Tasavvuf Mûsikîsi programı istendiği zaman bir ücret
konusu olmaz. Kim çağırıyorsa makul olan bir şeyi içine sindirmesi gerekir.
Muzaffer Efendim Hazretlerine gençliğinde birisi, ‘Babam için bir hatim okur
musunuz?’ demiş. ‘Okurum. ’ demiş. Sonra mübarek hatmi okumuş. Çıkarmış bir
miktar bir şey vermiş o kişi. Almış, koymuş kenara ve o adama: ‘Bak ben bu
hatimi şu kadar zamanda okudum, sen o kadar zaman içerisinde Kuran-ı Kerim
değil, mahreci huruf değil, talimin hiçbir özelliği değil, medlere dikkat etmek
değil, hiçbir şey değil. Bunların hiçbiri değil. Sadece o kadar ‘Aaaaaaa’ diye
bağıracaksın bana’ demiş. ‘Yapabilir misin, bağıracak mısın, bağırmayacaksın
şimdi.’ ‘İşte Hocaefendi filan’ demiş o adam. Hoca da ellerini açmış ve ‘Ya
rabbel âlemin, okumuş olduğum hatm-i şerifi babamın ruhuna hediye eyledim kabul
eyle.’ demiş. Herşeyin bir yakışanı var, yoksa şu kadar vermezsen, Allah'ın
kelamını okumam değil, yakışmak diye bir şey var, orada usul yakışanı
yapmaktır. Bu tasavvuf müziği meselesi için de aynıdır. Karşı tarafın akıllı,
izanla, bir şey takdir etmesi gerekir.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).
AHMET ÖZHAN HAKKINDA YAPILAN MÜLAKATLAR
Ömer
Tuğrul İnançer Ahmet Özhan’a yoldaşlık eden, onu belki de herkesten iyi
tanıyan, Özhan’ın ağabeyim dediği ve çok özel anlar paylaştığı bir dostudur. Bu
başlıkta kendilerini ilk sırada tercih etmemizin sebebi de budur. Türk Tasavvuf
Mûsikîsi Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfında yapmış olduğum mülakatta
İnançer, Ahmet Özhan’ı şöyle anlatıyor:
3.1. Ömer Tuğrul İnançer ile Yapılan Röportaj
Ahmet Özhan’la elli yıllık dostluğunuzu ve
muhabbetinizi bilmekteyiz. Ahmet Özhan’la nerede ve ne zaman tanıştınız?
“Bendeniz
Bursa Mûsikî Cemiyetinde, lise çağlarında Türk Mûsikîsine başladım. Ama rejim
bize bağlama yerine mandolin, kaval yerine pan flüt çaldırırdı. Sesim kalın
olduğu için ortaokuldaki mûsikî hocam beni, öğretmenler derneğinde Batı müziği
almaya zorlamıştı. Bu arada Hamdi Daner’den üç sene Batı müziği eğitimi aldım.
Fakat özellikle hocama ‘Bu mûsikî iyi hoşta, beni anlatmıyor.’ deyip, ondan
sonra derse gelmeyeceğimi söylemiştim. Babam rahmetli çok otoriter bir zattı.
Mektep ve karne notları çok önemliydi, başka şeylerle meşgul olmamı hiç
istemezdi. Ortaokulda voleybol oymamama bile çok kızmış ve bıraktırmıştı. Ama
dedem rahmetli çatpat anlardı. Evimizde namaz kılınır, kuran okunurdu. Öyle bir
hayat vardı. Dedemin arkadaşları hocalar vardı. Mesela çok tertipli dersler
olmasada ben Isfahan makamını Bursa’da Yeşil Camii imamı Kadri Efendi amcadan
öğrendim. Daha sonra dedem göçmeden, bestekâr mûsikîşinas Tahir Karagöz, hocası
Sadettin Kaynak vefat edince Bursa’yageldi. Hicaz’ı, Nişabur’u Tahir
Karagöz’den öğrendim. Bizim mahallemizde camimiz bir fabrikanın kumaş deposuydu
ve malesef harap olmaya yüz tutmuştu. Dedemin önderliğinde tamir oldu ve
kullanılır hale geldi. Diyanet kadro vermediği için mahallelinin topladığı
hediyelerle imam ve muezzin tutulurdu. Orada Tahir abinin önderliğinde ben de
müezzinlik yaparken, daha mûsikîyi öğrenmeden Nühüft durak öğrenmiştim. Bursa
Mûsikî Cemiyetinde daha metodik öğrenmeye başladım. Bursa Mûsikî Cemiyeti ’nin
hocası Erdinç Çelikkol, Emin Ongan hocanın talebesi idi. O zaman mumlu kâğıda
çok güzel nota yazardı. Teksir notalar vardı. Üsküdar Mûsikî Cemiyetine pazar
günü teksir basar. Sonra Bursa’ya dönerdik. Emin Ongan’la öyle tanıştım. Annem
İstanbullu olduğu ve anneannem İstanbul’da oturduğu için bir ayağım zaten
İstanbul’daydı. 1965 yılında Üsküdar Mûsikî Cemiyetine girdim. Rahmetli Emin
Hoca tanıdığı için imtihan yapmadan aldığı birkaç kişiden biriyim. Hukuk
fakültesinde okuyorum bi yandan. O dönem eski binanın yerine belediyeden arsa
tahsis edildi. O işlerle ben uğraşıyorum. Binayı cemiyet yapacak, arsayı
belediye verecek ve 25 sene sonra belediyeye devredilecek tarzında biz
yaptırıyorduk. 1967 yılında yeni binaya geçtik. Cumartesi günleri, nota,
nazariyat, edebiyat ve meşk olmak üzere dört ders yapılırdı. Bir cumartesi günü
kapı çalındı. Bende koşturmayı ve hizmet etmeyi çok severdim, kapıyı açtım.
Genç, yakışıklı, güler yüzlü bir delikanlı geldi. ‘Ben Emin Ongan hocayıgörmek
istiyorum.’ dedi. Öyle herkes göremezdi hocayı. ‘Siz kimsiniz, kim gönderdi?’
dedim. ‘Beni Reçep Bilgiç gönderdi.’ dedi. Recep Ağabey, Bursa Merinos
fabrikasında çalışır ve dayımın arkadaşı idi, bendeEmin Hoca da tanırdık.
‘Recep ağabey ise, gel o zaman. ’ dedim. İşte o gelen Ahmet Özhan’dı. Yani
Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’nin kapısını sene 1967 ve bir sonbahar cumartesi günü
Ahmet Özhan’a ben açtım.
Ben
Bakırköy’de anneannemin yanında kalıyordum, Ahmet’de Pangaltı’da ablasının
yanında oturuyordu. Kayseri’de hem mûsikî, hemde işçilik yapan Mustafa
BozyerEmin hocadan sonraki hocamız Şeref abi, onlarda karşıda oturuyordu.
Cemiyetten çıkınca hep beraber karşıya geçerdik. Oradan bir meşrep yakınlığı
oldu ve biz Ahmet’le aramızda dört yaş olmasına rağmen nedense çok samimi
olduk. Onun askerliğine kadar devam etti bu. Sonra ben Şişli’de bir iki
üniversite arkadaşıyla oturdum. Ahmet’te Şişli’de oturmaya başladı. O ara
ayrıca komşulukta başladı. Askerden sonrada Mehmet Paşa apartmanında otururdu.
Bende hemen yakınında oturdum ve o samimiyet 1974 yılına kadar sürüp gitti.
Sonra onun cemiyet bitti. Gazinoya başladı o dönem. Bizde bazen teşvik olsun
diye Bebek’te iken yanına giderdik. Elli bir senedir dostuz. ” (kişisel
iletişim, 11Temmuz 2018)
Tasavvuf
Mûsikîsi ile siz ve Ahmet Özhan nasıl tanıştı? Sizleri bu manada en çok kimler
etkiledi?
“Emin
hoca, eser geçerken bir eseri okur, bilemediğimiz zemini ya da nakaratını
okurdu. Bir iki kulağı iyi arkadaşımıza okutur idi. Onların içinde Ahmet de
vardı. Sesi zaten çok güzeldi. 1974 yılında, ‘Bu mûsikînin bir başka itici iç
dinamiği olması lazım, bu kadar büyük bir sanat, sanat olsun diye yapılmaz,
birşey var.’ dedim. Amir Ateş cemiyetten arkadaşımız ve ağabeyimiz idi. Onu
vasıtasıyla Halil Can’ı tanıdım. Neyzenbaşı Sadettin Heper’i tanıdım. Onlardan
dini mûsikî meşk etmeye başladım. Ve Muzaffer Ozak ’ı tanıdım. O zamanlar
dernek olan bu vakfa gelmeye başladım.
Ahmet
babasından, ailesinden kaynaklı olarak namazlı, abdestli idi. Bizim insanımız
insanları kategorize etmeye meraklıdır. Bir adam sanatçı ise kesin sarhoştur,
içki içer ve namazla, niyazla alakası yoktur. Varsada şarkıcı olamaz. Öyle şey
olmaz. Ahmet 1980’de hacca gittiği zaman, ‘Sen buraya ne yapmaya geldin?’ diye
soran hacılar vardı. Eskiden hanendelerin çoğu muezzindi. Tanburi Ali Efendi,
Sultan Abdülaziz’in imamı mesela. İsmail Dede Efendi sarayda müezzindi mesela.
Dedenin torunu Rıfat Bey Miralay ve Sermüezzin Enderun’da hoca aynı zamanda.
Bunu anlamıyor şimdiki ahali.
Bu
dernekte Enderun usulü teravih namazı kılınıyordu. ‘Seni bir yere teravihe
götüreceğim.’ dedim. 1974 yılında buraya teravih namazı kılmaya geldik. Ahmet o
Enderun işini, o teravihi görünce daha sık gelmeye başladı. Burada pazartesi
günleri mûsikîmeşk, perşembe günleri ise, o mûsikî meşkinin tasavvuf folkloruna
intibakı, tatbikatı yapılırdı. Meşklere gelmeye başladı. Rahmetli kitapçı
Selahattin, Albay Selahattin Bey, Yarbay Zühtü Bey ve Süleyman Ergüner’in oğlu
Ulvi Ergüner. Burada ilahi meşk etmeye başladık.
Bu
arada İstanbul Festivali'nde rahmetli Nejat Eczacıbaşı'nın organize ettiği
programlar başladı. Ahmet klasik eserler okumaya başladı. Birgün Muzaffer
Efendi o konserlerden birine geldi ve “Birgün ilahi okuduğunuz için, devlet
size maaş verecek” dedi. Daha hiçbir şey yok ortada. 1980 yılında Aralık ayında
rahmetli CinuçenTanrıkorur, o da cemiyetten ağabeyimiz, onun Bayati Araban
ayini Paris ’te bir ödül kazandı.1980 Aralığın’da Cinuçen beyin ayini okunacak
ve bizi çağırdı. Benim meşk ettiğim, Konya'ya gitmeden 3 gün önce Ankara'ya
gittik. 3 gün 3 gece bizi uyutmadı, kendi okudu. Biz iştirak ettik, o çaldı,
biz dinledik. Bayati Araban ayinini üç günde ezberledik Ahmet'le ve Konya'ya
gittik.Gidiş o gidiş, hala gidiyoruz. Tabii ki o zaman ben de çalıyordum, ayin
okurdum. Ahmet ayin okurdu ve birkaç sene halîle çaldı. Güzel halîle çalar.
Yani halîle çalmak iki tane demiri birbirine vurmak değil. Ahmet gerçekten
güzel çalar. Enstrüman çalmak ayrı bir yetenektir. Bütün vurmalı sazlar için
geçerlidir. Bunu saz gibi çalmak lazım, onun için değer bilmek lazım. Neyse
sonra o zamanlar ahaliyi topladı kapalı spor salonuna, rahmetli Edip Seviş
vardı. O çıkar biraz rebâp çalardı. Sonra Edip abi yaşlanıp çalamaz olunca, 45
saz çıkıp, biraz saz eseri çalınmaya başlandı. Sonra dendi ki ‘Niye ilahiler
olmasın.’ Ahmet ilahi okumaya başladı ayin bitince. Bu arada 1982 idi galiba,
Egemen Bostancı bir müzik faaliyeti tertipledi. Üç bölümden oluşuyordu. Klâsik
Tasavvuf, günün şarkıları, klasik müzik. O zaman Klasik Türk Müziği Beşlisi
sazları Doğan Ergin ve arkadaşları. Onlarla Ahmet okuyacaktı. 2. bölümde daha
kalabalık bir saz, tasavvuf müziği sahneye çıktı. 3. bölümde de Selçuk idare
ediyor. Zamâne müziği, günün müzikleri, popüler müzik. Yani bu ses getirmeye
başladı. Tasavvuf müziği diye bir tabir olmaz amaTekke lafzını
kullanmayacağımız için Tasavvuf müziği olarak isimlendirdik. Doğru bir tabir
değildir ama mecburiyetler karşısında bunu böyle söyledik. ” (kişisel iletişim,
11Temmuz 2018).
Tarihi
Türk Müziği Topluluğu’nun kurucularındansınız ve uzun yıllar müdürlük görevi
yürüttünüz. Bu topluluğun kuruluş süreci hakkında neler söylersiniz?
“Rahmetli
Yıldırım ağabey Namık Kemal Zeybek’iikna ederek bakanlığa bağlı, biraraya
toplanamayan ben, Ahmet ve bizim yakın arkadaşlarınızdan oluşan bir ekip
oluşturulmak istendi. Yıldırım abiden İstanbul'a has bir grubun oluşturulması
istendi. içinde Mehter olacak, Tasavvuf olacak, Klasik olacak. Ama Namık Kemal
Bey onunla olmayacağını düşündü. Fakat biz ısrar ettik, bunun altyapısı hazır,
bunu yapalım dedik. Ve bir kararname ile Tarihi Türk Müziği Topluluğu adıyla,
1991 yılında topluluğu kurduk. Beni müdür yaptılar. Ahmet ile olan
konserlerimiz de korist çocuklar var. Kimi konservatuvar talebesi. Çocukların
hepsi imtihana hazırlandılar ve bunları imtihan ettik. Hatta Kültür Bakanlığı
İstanbul korosunda rahmetli Dr. İrfan Doğrusöz vardı. O da jüri üyesi. Sualleri
soruyoruz dedi ki; ‘Hiç yakası açılmadık notayı veriyoruz, direkt güfte ile oku
diyoruz, zor iş’ dedi. İrfan abi şöyle dedi. ‘Böyle imtihan olur mu? Çok zor bu
imtihan ’. Ben de ona; ‘İrfan abi, biz iş yapmayacağız, kendimize iş
aramıyoruz. Ahmet buradan aldığı bir maaşı gazinoda bir günde alır, bende
avukat olarak devletin verdiği paradan daha çok para kazanıyorum. Biz burada
başka bir şey yapacağız. Onun için başka topluluklara ve kurumlara benzemeyecek
Böyle olacak, bunu becerebilen gelecek bize’ dedim. ‘Tamam, siz bilirsiniz ’
dedi. Öyle zor bir imtihan yaptık.
Fakat
iktidar değişti. Fikri Sağlar bakan oldu, imzalamıyor. Tasavvuf bölümünün
atamaları yapıldı, mehterin atamaları yapılmıyor. ‘Siz tekke geziyormuşsunuz’
dedi. Ben çok toksözlü bir adamım. ‘Biz tasarımı yapacağız sayın bakanım,
bostan halinde öğrenilmez bu müzik, Tekke'de öğrenilir’ dedim. ‘Ayrıca biz
koroya kendi adamımızı toplamadık. Böyle olduğunu söylüyorsanız sizin takdir
ettiğiniz bir jüri, bizi imtihan yapsın ve kazanmış arkadaşlarımızı tekrar
imtihan etsinler. Bizim verdiğimiz puandan daha aşağı puan verirse evvela ben,
daha sonra Ahmet ve daha sonra o arkadaşlar istifa eder. Ama öyle olmaz ise siz
istifa eder misiniz? iftira atıyorsunuz. Biz başka adamlara benzemeyiz ’ dedim.
Fena kavga ettik ve bizim açılış konserimiz Yıldız Hasbahçede oldu. Hilalli bayrak
çıkınca deli oldu. Çünkü ne yazık ki üç hilalli bayrağı Milli Hareket
Partisi'nin zannediyor. Hayır, o milletin malıdır. Milli Hareket Partisi ayrıca
almıştır. Fakat yanında ilkokul öğretmeni; ‘Fikri ne güzel iş yaptın, Allah
senden razı olsun ’ deyince döndü Fikri ve ön yargısını kırdı. İspanya'ya
giderken, Amerika'ya Türk gününe giderken bizi de götürdü. Dönüşte İspanya'ya
gittik. İspanya'da bize özel bir yemek yanında birkaç bakan arkadaşı filan
bizide aldı, sevdi bizi. Samimiyetimizianladı. İspanya’da bir konser verdik,
anlayanlar görüyor. O zaman ki İspanya kültür bakanı ciddi bir gitarist, iyi
bir adam, geldi tebrik etti bakanı ‘Ne güzel koronuz var’ deyince iyice bizi
sevmeye başladı. O topluluğa Yıldız Sarayı Valide Sultan Konağı tahsis edildi.
İlk olarak bizim katta 2 oda var. Sonra merdiven ama üçüncü katı var ama yok
yıkılmış, kullanılır değil. Soğuk. Biz oraya özel kalorifer tesisatı yaptırdık.
Birgün ben içerideki odada bürokrasi ile uğraşırken içerde meşk ediyorlar bozuk
sesler geliyor. Başka kanun mu var acaba diye gittim. Baktım Cüneyt Kosal
çalıyor. Mümkün değil, çünkü hoca dametronom şaşmaz. Hoca akort olmadan, Emin
Hoca stüdyo girmezdi. Cahit Peksayar, Cüneyt Kosal. Cahit abinin tansiyonu
vardı, bekleyeceğiz Cahiti derdi. Cahit çıkacak öyle Cüneyt abi mutlaka olacak
mümkün değil falso ses basması. Öyle soğuk ki parmaklarına hâkim değil, tele
basacağını başka yere basıyor. Paydos dedim, eziyet mi dedim, böyle meşk olmaz
dedim. Çok zorluklar çektik, sonra bulunduğumuz, şu anda da restorasyonu devam
eden binayı bulduk. Bu bina Sultan Aziz zamanında yapılmış. Sütçü Mazhar ağanın
binası. Yanıbaşından E-5 geçiyor. Köprü yapılacağı zamanı istimlâk etmiş
karayolları, fakat plan gereği çatının bir buçuk metre ilerisinden geçiyor yol.
Bu binayı ne yapacağız biz dedik. Turizm Bakanlığı'na devredelim demişler.
Turizm ve Kültür bakanlığı birleşince kültüre devre etmişler. Türk ocağına
tahsis etmişler, Atom Enerjisi Kurumuna tahsis etmişler. Bir sürü tahsisler ve
en sonunda harap bir bina. Biz burayı adam ederiz dedik ve ettik. 1993- 1994
gibi girdik oraya, başladık çalışmaya. O arada kimsenin yapmadığı işler yaptık.
” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018).
Çok
güzel projelerde ürettiniz? Ne tür projeler yapıldı acaba?
“Padişah
bestekârları yaptık, kendimizin geliştirdiği projeler yaptık, Anadolu
evliyaları yaptık, Çanakkale yaptık bunların hepsi özel projelerdi. Bu arada
1998 yılında Yapı Kredi Bankası mıydı hatırlamıyorum Güldeste yaptık. Orada
Türk tekke mûsikîsinin şaheserleri icra edildi. Ve hala üstüne yapılmış
değildir. O bir ayrı çalışmaydı, onun o çalışmanın da itici gücü iç dinamiği
Rahmetli Safer Dal Efendi idi. Muzaffer Efendi de Sefer Efendi de bu vakıfta
kendilerinin de bestelediği besteleri olan, mûsikîyi bilen kişilerdi. Emin
Ongan, Rakım Erkutlu gibi değil ama seyir bilen adamlar oldukları için klasik
manada kötü eserleri yoktur.Bugün5-6 bin civarında bir tasavvuf müziği
külliyatı varsa bunun yüzde yetmişini Sefer Efendiye borçluyuz. Bir eseri
tespit edebilmek için o eski bilmem teyplerle Karamürsel'in bir köyüne
gittiğini biliyorum. Hiç seyahati sevmeyen bir adam olmasına rağmen, ‘Oğlum
bunların modası geçti, ne yapıyorsun bunları ’ diyenin gönlünü alabilmek için
4-5 defa evine gidebilen, yemek yemeyi seven bir üstadıttır. Bir durak
alabilmek için Konyalı da yemek ısmarladığını bildiğim; bu şekilde çalışan, bu
eserlerin teyptennotaya intikalinde Aslan Heptur ilk çalışmayı başlattı; ama
Cüneyt Kosal yüzde 98 yapmıştır.
Ahmet
ile aile dostluğumuz da vardı. Çünkü benim eşim de cemiyette onun ablası. Ahmet
eşinden ayrıldığı zaman pek evinde de oturmadı. Geldi benim evimde yattı, yani
çok birlikte olduk. Onun kızının doğum günüyle benim oğlumundoğum günü aynı
mesela. O kadar yakınız. Ahmet Özhan çocuklarının isimlerini ben koydum, ben
evlendirdim şimdiki görevlerimiz gereği birbirimize başka türlü davranıyoruz
ama kendi kendimize kaldığımızda sadece ağabey der. Ben her yerde Ahmet derim.
Tabii bu demin arz ettiğim mûsikînin içdinamiği, tasavvuf müziği nerde,
Tasavvufun kendi nerede bunu araştırırken de Muzaffer Efendi ile karşılaştık ve
gece sabahlara kadar sohbet ederdik.
51
senelik dostluk, hatıralarla hem olduk artık biz. Muzaffer Efendi bile bir
yerde gördüğü zaman bizi ‘Edi ile Büdü geliyor’ dermiş. Bütün seyahatlerde
birlikte kaldık. Dünyanın her yerine aşağı yukarı gittik, hep birlikte kaldık.
Türk
mûsikîsi üslup, usul mûsikîsidir. Emin Ongan hocadan böyle öğrendik. Ses
güzelliği diye ahalinin başka bir isim veremediği ahvalses güzelliği değildir,
okuma güzelliğidir. Bizim hocamız boru sesli, çok çirkin sesli bir hocaydı,
Ahmet dâhil, Bekir abi dâhil, Emin hoca kadar güzel şarkı okuyan yoktu. Ses
Ahmet ve Bekir hoca da vardı ama üslup okuyuş Emin Ongan da vardı.
Bir
gün Bekir ağabey İzmir'de stüdyoda kayıt yaparken biz de Ahmet'le onu
dinliyoruz. Hayranız Bekir hocaya. Emin hoca geldi. ‘Ne yapıyorsunuz burada’
dedi. ‘Bekir abiyi dinliyoruz ’ dedik. ‘Sen dinle ’ dedi bana. Ahmet'e döndü ve
‘Daha iyi okumazsan hakkımı helal etmem ’ dedi. Ama örnek gösterdiği Bekir
abiydi. Çıtası çok yüksekti. Bekir abiyi de pek kimseyi de beğenmezdi Emin
Hocaama, emin olun okuması Emin Ongan’ın Bekir Sıtkı’dan daha güzeldi. Ama
Neva'nın üstüne çıkamazdı, sesi dardı.” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018).
Ahmet
Özhan’ın geleneksel icradaki yeri ve dini mûsikîye katkıları hakkında neler
söylersiniz?
“Ahmet
meydan gördüğü için güzel okur. Yani Tasavvuf Mûsikîsinin aslında mustakil bir
mûsikî türü olmayıp, meselabando müstakil müzik yapmaz. Bando bir törene, bir
kıtaya, geçişe eşlik ettiği zaman bir anlam kazanır. Resmigeçitte eşlik ettiği
zaman bando seni coşturur. İşte Tasavvuf Mûsikîsi de bir Tasavvuf ekolü, ayini
yapıldığı zaman Ahmet bunu bildiği için güzel okur. Radyo sanatçılarının
notadan meşk ettikleri gibi değil. Allah rahmet eylesin Ahmet Hatipoğlu’nun
katkıları unutulmaz bu konuda. Lâkin onun korosu ilahiyi nota gibi okur ama
Ahmet ilahiyi ilahi gibi okur. Ahmet bunu bildiği için en güzel ve tek güzel
okuyan adamdır. Bu bir katkı ise Cumhuriyet tarihinde Ahmet Özhan kadar bu
mûsikîye katkı sunan bir ikinci adam daha yoktur. Ahmet Özhan bu işin
zirvesidir. Zirveyi zorlarsanız zırvalarsınız. Bazıları zırvalıyor. Çeşitli
sazlar koyarak zırvaladılar. Güya şirketler yaptırdı, gençler sevsin diye ama
gençler sevsin diye aslından taviz verirsek aslı kalmaz. Yarının orta yaşlısı,
öbür günün ihtiyarı değil mi gençler. O zaman aslı nereye gidecek, sevecekse
insan aslından sevmesi lazım. Öyle bir hayat tarzı yaşamadığımız için bugün
böyle bir icra tarzını sevmek kolay değil. Çünkü mûsikî hayatın aks etmesidir.
Nasıl hayat yaşarsanız sanatınız öyle olur. Dağdaki yaşayan adamın Hüseyini’si
ile ovada yaşayan adamınki farklıdır. Ahmet özellikle müziği Emin Hoca'dan
öğrendiği için doğru okumuştur ve yakası açılmamış eserleri okuyup günyüzüne
çıkarmıştır. Mûsikî ilmi böyle olması lazım. Ahmet hiç ukalalık yapmamıştır.
Ahmet nasıl meşk ettiyse öyle okumuştur. Çünkü bir ilahyi devranda okursanız
başka olur, kıyamda okursanız başka olur. Mesela kıyam sahadan başlar orada
senkop gerekmez. Ama zikri idare edenin ayak vurmasına müsaade etmek için
senkop kullanmanız lazım. Senkopu kullanıldıktan sonra mutlaka bu hareketi
verir. Fransa’da konser verirken Fransızlar tasavvuf müziği okunduğu zaman ‘Ya
bize ne oluyor, sallanıyoruz ’ diye sormuşlar. Kendi kendilerine sallanmaya
başlamışlar. işte bunu Ahmet yapar, hemde çok güzel yapar. işte bu, dile
gelmeyen notaya yazılmayan yaşamdır. Bunu Ahmet bilir, bu çok önemlidir. Bir de
arz ettiğim gibi hiç yakası açılmamış eserleri günyüzüne çıkarmış, okumuştur.
Bunu sahnede okumak, salonda oturan insanlara dinletiyor olabilmek ayrı bir
maharettir. Münir Bey’in ilk defa yapmış olduğu gibi, insanların karşısında
konser programları düzenlemesi gibi. Ahmet, tasavvuf müziğini insanların
karşısında, salonlarda konser programlarında söyleyerek tasavvuf müziğini sevdirmiştir
ve öncüsüdür. Bir de o kadar meşhur bir adamın çıkıp ilahi okuması, tasavvuf
müziği okuması insanların ilgisini çekmiştir ve Ahmet bunu hiçbir zaman gayri
samimi yapmadığı için her iki tarafta da tesir etmiştir. Hem o kadar şöhret,
pış pış sahibi olup, hem bu kadar mütevazı olmak herhalde başka bir adamda
görülmüş bir şey değildir. O halide başka türlüdür. Bestelerinin tesirinde de
Sefer Efendi'nin tesiri çoktur. Ahmet Özhan’ın ‘Affet İsyanım Benim ’ isimli
eseri, Hereke ’den dönerken Sefer Efendi ile beraber yaptıkları bir
bestesidir.” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018).
Hakan Alvan
İle Yapılan Röportaj
Ahmet Özhan’ın dini mûsikîye katkıları nedir?
Siz bu konuda neler söylersiniz?
“Ahmet
Özhan Bey ’in dini mûsikîye katkıları deyince, ilk önce aile yapısına bakmak
lazım. Annesi eski istanbul kültürü ile büyümüş, Beşiktaş’ta yetişmiş köklü bir
istanbul ailesine mensup. Babası Balkan göçmeni bir beyefendiydi. Ahmet Özhan
Bey böyle bir ailede büyüyor. Babasının dindar bir kimliği var. Tasavvuf
kültürüne meyilli, Tasavvuf kültürünü bilen bir zat olarak tanıdık kendisini.
Ahmet Özhan küçüklüğünde, o yıllarda ki tüm Türk vatandaşları gibi TRT radyosu
dinlemektedir. TRT radyosu o tarihlerde belli bir miktar Türk sanat müziği,
belli miktar Türk halk müziği ve belli miktar da Türkçe sözlü hafif batı müziği
denilen ve belli miktarda klasik batı müziği yayınları yapıyor. Herkes gibi
radyo dinlemesinin yanında kendiside mûsikîye karşı çok meraklı ve
kabiliyetlidir. Dolayısıyla kulağı Türk Mûsikîsine, Türk mûsikîsinin tüm
çeşitlerine ve uluslararası müzik diyebileceğimiz müziklere aşina. Babası küçük
yaşlarda kendisine ilahiler söylermiş. Hatta Ahmet beyin sesinden babasının
okuduğu ilahilerde notaya alınmıştır. Babası evde Kur ’an okuyan, ilahiler
okuyan otoriter geleneksel Türk aile babası formatındadır.
Böyle
bir aileden sonra İstanbul Belediye Konservatuvarını bitiriyor. O tarihlerde
konservatuvarda Osmanlı bâkiyesi birçok hocanın olduğunu görüyoruz. Sebahattin
Volkan, Nevzat Atlığ gibi hocalar. Aynı yıllarda Emin Ongan’ın hocalığını
yaptığı Üsküdar Mûsikî Cemiyetine devam ediyor. Dolayısıyla Türk müziğinin
bütün seslerini kulağına, gönlüne iyice nakşediyor. Üsküdar Mûsikî Cemiyeti
yıllarında tanıştığı Tuğrul İnançer Beyefendi sayesinde de eski İstanbul
dergâhlarından kalma birçok zevatla tanışıyor. Bunların ev meşklerine, evlerde
yapılan meşklere katılıyor. Aynı tarihlerde Muzaffer Ozak, Safer Efendi gibi
Tasavvuf Mûsikîsine büyük hizmetler etmiş, Tasavvuf kültürü içinde yetişmiş
insanlarla da tanışıyor. Böylelikle Türk Sanat müziği alanında tüm Türkiye ’de
zaten tanınıyorken, hem de kapalı devre ortamlarda dini mûsikî ile büyük bir
yakınlık kuruyor.
1970’li
yıllarda sonra Muzaffer Efendi, Sefer Efendi ve Tuğrul Bey ile olan yakınlığı
münasebetiyle İstanbul Karagümrük’teki eski Cerrahi tekkesi, Cumhuriyet
döneminde de Türk Tasavvuf Mûsikîsi ve Folklorunu Araştırma Vakfı olarak
faaliyet gösteren bu vakıfla buluşuyor ve burada mûsikîfaaliyetlerine devam
ediyor.
1945’li
yıllardan itibaren kaybolmakta olan tasavvuf müziği derinliğimizi tekrardan
diriltmek üzere canla başla çalışan Safer Efendiye yakın bir gönül birlikteliği
kuruyor. Safer Efendi 1940’lı yıllardan itibaren makara teyplerle Osmanlı’dan
kalma eski zâkirler, hâfızlardan yüzlerce ilahi derliyor. 1980’li yıllardan
sonra ise Cüneyt Kosal ’la tanışıyor ve yirmi-otuz yıldır topladığı bu ses
kayıtlarını Kosal notaya alıyor. Cüneyt Kosal’dan öncede bu ses kayıtlarından
bazılarını Ahmet Özhan notaya alıyor. Ahmet Özhan tasavvuf müziğinin tam
merkezinde bulunuyor. Bu ses kayıtları notaya alındıktan sonra 1980’li
yıllardan itibaren bu vakıfta Ahmet Özhan riyasetinde meşkler başlıyor.
Aynı
yıllarda rahmetli Turgut Özal’ın yönettiği Türkiye ’de bu faaliyetler biraz
daha rahat yapılmaya başlanır. Ahmet Özhan bu yıllarda kendi çaba ve
gayretleriyle o güne kadar olan popülerliğinide kullanarak Türkiye ’de ilk defa
tüm halka açık Tasavvuf Mûsikîsi konserleri vermeye başlıyor ve o tarihlerden
sonra Türkiye ’de Tasavvuf Mûsikîsi diye bir sanat yolu, bir kulvar açılıyor.
Bu kulvarı açanlar perde önünde Ahmet Özhan ve arkasında Safer Dal ve Cüneyt
Kosal’dan başkası değildir. Safer Dal derliyor, Cüneyt Kosal notaya alıyor ve
Ahmet Özhan’da sahnede konserler veriyor. Bugün bu üçlünün açmış olduğu bu
kulvarda yüzlerce, binlerce kişi faaliyet gösteriyor.
Ahmet
Bey ’in dini mûsikî ile ilişkisi ve oluşumunun bana göre görünen kısmı budur.
Birde Ahmet Bey’in küçüklüğünden beri Tasavvuf ilmine, Tasavvuf kültürüne
bağlılığıda çok önemlidir tabi. Tasavvuf bildiğiniz gibi Kur ’an ve Hz. Peygamberin
insanlara anlattığı hakikatlerin derinlemesine, içsel bir yolculukla
öğrenilmesine denir. Ahmet Özhan’ın gönlü hakikatle meşgul, hakikati arayan ve
keşfetmeye meraklı bir yapıdadır. Ahmet Bey ömrü boyunca hem müzikal sahada hem
de gitgide yükselen bir kişilik olarak kendini geliştirmiştir. Ahmet Bey ’in
ilahi söylerken okuduğu sözlerin manalarını da bildiği, onları gönlünde
hissettiğini düşünürüm ben. Onun yetişme tarzı, birlikte olduğu kişiler ve
kendi ruh dünyasının güzellikleri bir araya gelince hem müzikalite açısından
mükemmel bir sanatçı hem de Tasavvuf Mûsikîsinin mana boyutunda da bütün
inceliklere vakıf bir kişilik oluşuyor. Ahmet Özhan bu alanda yeri
doldurulmayacak bir sanatçıdır. Kendisi bu sahada yüzlerce eseri
seslendirmiştir. Kasetler, cd’ler, TV programları yapmıştır” (kişisel
iletişim, 8 Ekim 2018).
Sizce icra anlamında Ahmet Özhan’ı farklı
kılan nedir?
“Tasavvuf Mûsikîsi eserlerinin büyük bir kısmı dergâhlarda
yapılan zikirlere eşlik etmek maksadıyla bestelenmiştir. Geleneksel yapıda bu
eserler eski tabirle goygoy’lu yani müzikal eseri okurken ritmik vurguyu sesle
yapma şeklindedir. Yani melodiyi okurken ritmik yapıya da vurgu yapılarak
okunur idi. Bu vurgular aynı zamanda zikir yapan kişinin zikrini kolaylaştırır.
Ahmet Özhan bu gelenekteki goygoy’lu okuyuşu öğrenmiştir fakat bunu sahneye
taşırken popüler Türk sanat müziği icracılığının verdiği farklı bir naiflikle
biraz dönüştürmüştür. insanlara daha hoş gelebilecek bir şekilde zikir ve
dergâh kültürünü tanımayan ama Türk müziğini bilen geniş halk kitlelerine
okuyuşuna goygoy tekniğini biraz daha gizleyerek yapmıştır. Mesela Ahmet Özhan
konserleri dinlerken insanlar farkında olmadan zikir yapma ihtiyacı hisseder.
Başını, vücudunu sallamaya başlar. Ahmet Özhan ilk defa bunu başarabilmiş
icracılardan biridir. Ahmet Özhan geniş halk kitlelerine tasavvuf müziğinin
geleneğinden kopmadan ama biraz daha onların anlayabileceği bir şekilde
güncelleyebilmiştir. Ahmet Özhan’ın tasavvuf müziği icracılığında teknik olarak
yaptığı en önemli ve başarılı değişim ve dönüşüm budur.
Şahsım adına söyleyecek olursam 30 yıldır hem vakıfta
bulunmam hem de Ahmet Bey’in teşvikleriyle birçok beste yapmaya gayret ettim.
Ahmet Beyde bunları 30 yıldır okumuştur. Onunla olan gönül birlikteliğimizin
ürünleridir bunlar. Eğer Ahmet Bey bunları konserlerde, kaset ve cd’lerde
okumasaydı bende bu kadar beste yapmaz idim herhalde. Ahmet Özhan bir vitrindir
ve bu eserleri geniş halk kitlelerine ulaştırmıştır. Buyüzyıllda mûsikîmizin ve
kültürümüzün bu kısmına Ahmet Özhan’dan daha çok hizmet etmiş ve katkı sağlamış
birisini ben tanımıyorum. Kendisine Allah’tan hayırlı, uzun ömürler dilerim” (kişisel
iletişim, 8 Ekim 2018).
Enes Ergürer
ile Yapılan Röportaj
1. Ahmet Özhan’ın icracılığı ve dini mûsikîmize katkıları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
“Milli ve manevi değerlere sahip bir ailenin ferdi olarak
dünyaya gelmiştir. Babasının vazifesi sebebiyle küçük yaşından, gençlik
yıllarına kadar süren zaman diliminde farklı farklı şehirlerde bulunmuştur. Bu
manevi değerlere sahip olmanın en estetik yönü olan mûsikîyide yine aile
ortamında meşk etmiş, özellikle babasından meşk ettiği ilahileri daha sonraki
yıllarda notaya aldırarak repertuvarımıza kazandırmıştır.
Ahmet Özhan’ın sanat hayatı, mûsikiyi ciddi olarak tahsili
çok genç yaşlarda, derneklerle, cemiyetlerle başlıyor. Daha 18 yaşında çok
gençken ilk sahne tecrübesini yaşayarak profesyonel oluyor. Bu manada
baktığımızda 1968-2018 çoğumuzun yaşından fazla olan bir süre sahne üzerinde bu
mûsikîye bu kültüre hizmet etmiştir.
Ahmet Özhan yetiştiği dönem itibariyle, bugün ki manada
bildiğimiz konservatuvarın olmadığı bir dönemde yetişiyor. O devrin
konservatuvarları dernekler tabi. Oralardan meşk usulü ile yetişiyor ve çok iyi
bir temel alıyor.1968 yılında sahneye çıkabilecek seviyede bir konuma erişiyor.
Tabi burada şunuda söylemek lazım, o dönemler bazı mefhumların, bazı ortamların
dejenereedilmediği, deforme edilmediği saygın, seçkin ortamların hayatını
sürdürdüğü dönemler. Dolayısıyla on sekiz yaşında bir çocuğun sahneye çıkması,
bugün on sekiz yaşında bir çocuğun sahneye çıkması ile eşdeğer değil. O zamanki
insanların beğenisi, seçiciliği bugün ki ile kıyaslanmayacak kadar yüksek bir
seviyede. Çıkıpta harcı âlem işler yaparak sahne almıyor Ahmet Özhan. O zamanın
gazinosu çok elit bir kesme hitap eden, insanların müzik zevklerini tatmin
etmek için gittikleri yerler. Gazino kültürü, o bahsettiğimiz yüksek kültürden
bugün ki süflî kültüre geçişin çok bâriz bir gayri ihtiyârî bir cümlemiz vardır
bunu ifade eden o da şudur; eskiden insanlar Ahmet Özhan’ı dinlemeye
giderlerdi, şimdi ise falan şarkıcıyı seyretmeye gidiyorlar. Evvelden insanlara
mûsikî dinlemeye ve müptela oldukları sanatkârları dinlemeye giderlerdi.
Gazinolar bunun önemli merkezleri idi. Öyle yüksek bir kültür vardı ki amiyane
tabirle müşteri ile sanatçı arasında bir yakınlaşma, aynileşme olurdu.
Sanatçılar eskiden(Ahmet Özhan’dan dinlediğim bir hatıradır) falan kişi
geldiyse ,‘ O Uşşak sever, Uşşak okuyalım, falan kişi Hicaz sever, Hicaz
okuyalım” gibi bu kadar yakınlaşacak, tanışacak, dinleyicisi ile sanatkârın
içiçe olduğu bir ortam ve anlar.
Tabi
fasıl mûsikîsi ayrı, solistlerin icra ettiği mûsikî ayrı idi. Her ikisininde
ayrı tiryakileri vardı. Ahmet Özhan bu kadar yüksek seviyeli ortamlarda,
gözünüzün içine bakarak ezberden icra ederdi. Böyle insanlar içinde on sekiz
yaşında bu işe başlamış olmak onun kalitesi ve seviyesinin yüksekliğini ifade
için önemli bir kriterdir. Ayrıca şunuda ifade etmek gerekir; elli yıl gibi bir
süre, yani yarımasır. Bu yarım asır boyunca gündemde kalabilmiş, sanatıyla
varolabilmişbir isimden bahsediyoruz. Bu tamamen bir donanım neticesinde olur.
insanların bu günümüz popüler kültürde nasıl meşhur oldukları malum. Çoğunun
bir meseleyle gündeme gelmek mecburiyetleri vardır. Ahmet Özhan hiçbir zaman
buna muhtaç olmamıştır. Her zaman sanatı ile gündemde olmuştur. Tabi ülkemizin
geçtiği evrelerde, her birinde Ahmet Özhan’ın da etkilendiği ve etkilediği
zamanlar vardır. Mesela bizim mûsikîmizin gericilik olarak kabul edildiği bir
dönemde, Ahmet Özhan bunun bayraktarlığını yapmış, daha da gericilik olarak
kabul edilen tasavvuf müziğinin özellikle en önemli ismi olmuştur. Burada şunu
özellikle ifade etmek lazım; yaptığı işlerle dinleyicisi tarafından bilinir,
takip edilir bir pozisyonda idi ama maalesef baskın medya bu tarafı görmezden
gelmiştir. Mesela Albert Holl Londra’da dünyaca ünlü bir konser salonudur ve
orada çıkmak çok önemlidir. Dünya üzerindeki en prestijli konser salonlarından
biridir. Ahmet Özhan bu sahneye çıkmıştır ve malesef Türkiye ’de bunun haberi
yapılmamıştır. Şu da önemlidir; Ahmet Özhan piyasa şartlarına hiçbir zaman
mağlup olmamıştır. Magazine kendisini malzeme etmemiştir. Şöyle ki; Türk sanat
müziği dinleyicilerinin beğenilerinin değişmeye başladığı ve piyasanın değişip
başka şeylerin dayatılmaya çalışıldığı bir dönemde Ahmet Özhan bu piyasadan
çekilmiştir. Kendi özel taliplilerine özel ortamlarında ulaşmaya devam etmiştr.
Fakat o eski kalitesini kaybeden Sanat müziği sektöründen kendini çekmiştir. Bu
manada Ahmet Özhan için şu tarifi yapmak mümkündür zannediyorum: Ahmet Özhan
zamanı çok iyi okuyabilen bir sanatçıdır. O zamanın gerekleri neyse onu çok iyi
yerine getirenbir sanatkârdır. Piyasanın başka şeyleri istediği dönemde buradan
kendisini çekmiş ve ehli tarafından bilinen, birtakım kişileringericilik ya da
‘öcü’ diye tasvir ettiği, mûsikîmizin en önemli bölümü olan dini mûsikîyi
sahneye taşımıştır. Aslında tekke mûsikîsi dediğimiz mûsikîyi. Bu konserler
öyle bir hal almış ki, bunlar Klasik Türk müziği konserleridir, klasik devirden
başlayıp güncele kadar gelen bir konser repertuvarıdır. Bu konserlerin bir
bölümü olarak dini mûsikî repertuvarı başlamıştır. Daha sonra yoğun talep ve
ilgiden repertuvarın tamamen dini mûsikîden oluştuğu bir ortama dönüşmüştür. Bu
açıdan bir öncülüğü vardır. Türkiye’de tasavvuf müziği, tekke müziği, dini
müzik deyince ilk akla gelen Ahemt Özhan’dır. Aynı Münir beylerden, Alaaddin
Beylerden, Bekir Beylerden sonra hem duruşuyla, asiltavrı ve üslubuyla ilk akla
gelen isim olmuştur.
Ahmet Özhan sadece Türkiye’de değil
dünyanın birçok yerinde, gitmediği yerleri saymak daha kolay olur belki, bu
kültürü taşımış, omuzlamış ve oralarda mûsikîmizi temsil etmiş bir
sanatçımızdır. Kendisinin klasik manada icralarının yanında gittiği bölge ve
ülkelerin müzik ekipleri ile birliktede konserler icra etmiştir. Kendi
sazlarının yanısıra senfonik yapıların içerisinde de yer almıştır. Bu
orkestraların içinde hem kendi şarkı ve ilahilerini icra etmiş hem de onların
eserlerini okuyarak bu yönde evrensel bir sanatçı olduğunuda ortaya koymuştur.
Ahmet Özhan Türk müziği icrasında önemi bir yere sahiptir” (kişisel
iletişim, 2 Ekim 2018).
Siz çok uzun yıllardır Ahmet Özhan’ın
yanındasınız. Tasavvuf mûsikîmize katkıları nedir diye sorsak neler
söylersiniz?
“Tasavvuf
müziğinde pek çok eser yokolmaya yüztuttuğu bir zamanda Safer Dal Efendi
hazretleri tarafından binbir naz, niyâz ve ricalarla kaydedilmiş eski teknoloji
ile. Zamanla bu eserler notaya alınmış ve bundan sonraki aşamada da bunlar
hayata geçmiştir. Ahmet Özhan’ın asıl büyük hizmeti işte orada başlar. Ben
küçük yaşlardan beri kendisinin yanında olma şerefine ulaşmış biri olarak
şahidi olduğum hadisedir. Geceler boyu, saatlerce yeni yazılan notalar üzerinde
hiçbir icrası olmayan kaybolmaya yüz tutmuş eserler sabahlara kadar okunur
kasetlere kaydedilirdi. Bu uzun yıllar sürmüştür yani yakası açılmamış 80-90
eser Safer Efendi riyasetinde okunur, Ahmet Özhan ile bunları tabiri caizse kan
ter içinde okurlardı. Bu yıllarca devam etti ve bunun neticesinde eserler kayda
alınmanın yansıra, Yapı Kredi Yayınlarından çıkartılmış olan Ateş-i Aşk ve daha
sonra Kültür Bakanlığı tarafından çıkarılan Irfan-ı Aşk gibi cd’lerde
değerlendirildi. Bunun yanında Ahmet Özhan’ın şefliğini yaptığı İstanbul Tarihi
Türk Müziği Topluluğu’nun da repertuarını oluşturdu ve bunlar uzun yıllar
boyunca çeşitli sahne ve etkinliklerde okundu. Böylece bu kadîm
repertuvarımızıda kurtarmış olduk. Bunların hem notaya alınması ve hem de kayıt
altına alınmasında emeği çok çok büyüktür. Tabi değinmeden geçmek olmaz; Ahmet Özhan
bestecilik yönüde olan bir sanatçımızdır. Onun tasavvuf müziği alanında
besteleride vardır.
Sonolarak Ahmet Özhan icraları, besteleri, duruşu ve hatta
o güzel Hacı Arif Beyleri, Hafız Yusuf Efendileri ile bizim sanat hayatımızın
en önemlisidir. Unutulmayacak sanatçılardan biridir. Kendisinin uzun yıllar
gönlümüzü miraç ettiren o sesiyle, sahnede olmasını niyaz ediyorum. Cenab-ı
Allah ’tan kendisine sağlıklı uzun ömürler dilerim. Bana bu şansı verdiğiniz
içinde teşekkür ederim. ” (kişisel iletişim, 2 Ekim 2018).
İhsan Özer ile Yapılan Röportaj
Ahmet
Özhan’la uzun yıllar çalışan, birlikte olan bir sanatçı olarak Sayın Özhan’ın
dini mûsikîmize katkıları ve geleneksel icra alanındaki yeri hakkında siz neler
söylemek istersiniz?
“1925
yılında yürürlüğe giren tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili yasa ile bu
tarihe kadar faaliyetlerini sürdüren çeşitli tarikatların zikirlerine eşlik
eden müzik formları genel itibarı ile kesintiye uğramıştır. Bu kurumlarda,
amacı sadece zikre eşlik etmek için kullanılmaya başlayan müzik hem insanın ruh
âlemine katkı hem de zikre katılanların birlik ve beraberliğini sağlamak için
çok önemli bir öğe olmuştur. işte, kâmil insan yetiştirmek için eğitim veren bu
kurumlar, buralarda yetişen çok önemli besteciler sayesinde çeşitli formlarda,
çeşitli eserler ortaya çıkarmaya vesile olmuşlardır. Her biri bir amaç taşıyan
bu müzik formlarının bazıları çeşitli şekillerde günümüze kadar gelmiştir. Türk
müziği literatüründe tasavvuf müziği ya da tekke müziği de denilen bu türde,
Naat, Durak, Salât-ı Ümmiye, Telbiye, Temcit, Münâcaat, Tevşih, İlahi,
Mîrâciye, Mevlevî Âyini gibi formlar, İstanbul Belediye Konservatuvarı
Neşriyatları ya da özel kişiler tarafından notaya alınarak günümüze kadar
gelmiştir.
Tekkelerin
kapatılması ile bu müziklerin icraları doğal olarak son bulmuş ya da çok
azalmış ve sadece bu mekânlarda yaşamış olan kişiler, hafızalarında kalanları
diğer kuşaklara aktarabilmişlerdir. Çeşitli kaynaklar sayesinde günümüze ulaşan
zengin bir tasavvuf müziği repertuvarı, uzun süre arşiv ve hafızalarda ortaya
çıkmayı ya da tekrar keşfedilmeyi beklemişlerdir.
Çok
önemli bir kültür hazinesine sahip olan Türk müziğinin, klasik repertuarı
yanında tasavvuf müziği repertuarı da çok önemli bir yer tutmuştur. Bu
repertuarın bazı eserleri sadece cami ya da evlerde yapılan Mevlid gibi
ortamlarda icra edilmiş, daha geniş halk kitlelerine ulaşamamıştır.
İşte
Türk müziği sanatçılarından Ahmet Özhan, tasavvuf kültürünü yaşamış çok değerli
üstadlardan aldığı bilgiler ve eğitim sayesinde bu konuda kendini geliştirerek
çok önemli bir birikime sahip olmuştur. Bu birikimini çeşitli vesilelerle
klasik, neoklasik, popüler müzik performanslarının yanında, küçük küçük de olsa
Tasavvuf müziği örneklerini, özellikle de ilahileri, yasaklanmış olan tekkeler dışında,
konser salonları ya da diğer müzik ortamlarında ilk defa halk ile paylaşmış,
onların dikkatlerini çekmiştir. Türkiye ’de Ahmet Özhan sayesinde ilk defa
geniş kitlelerle buluşan bu müzik türü, yavaş yavaş büyük ilgi toplamıştır.
Önceleri konserlerde birer ikişer eser icrasıyla başlayan bu serüven, tamamen
tasavvuf müziği repertuvarından oluşan konserler serisine ulaşmıştır. Bu
serüven radyo yayınlarında ve İstanbul Festivalleri konserleri kapsamında da
talep görmüştür. Uzunca bir süre sadece tasavvuf müziği repertuvarından oluşan
konserler vermiş, Türk halkı bu müzik türünü son derece benimsemiştir. Hatta
Ahmet Özhan’ın bu türdeki çok sayıda kaset ve cd çalışmaları da büyük ilgi
görmüştür. Bu çalışma ve üretimler sürerken, daha önemlisi ise Ahmet Özhan’ın
bu konudaki çalışmaları ve emekleri sayesinde zamanın Kültür Bakanının teklifi
ile ilk defa devlete bağlı olarak çalışacak olan İstanbul Tarihi Türk Müziği
Topluluğu 1991 yılında kurulmuştur. Kurucusu ve yöneticisi olduğu bu topluluk
ile tasavvuf müziğinin tüm örneklerinden oluşan repertuvar ile 25 yıl hizmet
üretmiştir.
Tasavvuf müziğinin, Türk toplumunun
büyük bir kesiminde kabul ve ilgi görmesinin en büyük faktörü olan Ahmet Özhan,
bugüne kadar yaptığı çalışmalar, konserler, kaset ve cd hizmetleri sayesinde,
bu tür ile ilgilenen diğer sanatçılara da önder olmuştur. Bu kültürü bizzat
yaşamış üstadlardan edindiği birikimi, günümüze aktaran çok önemli bir kişi,
hatta kaynak olmaya devam etmektedir” (kişisel iletişim, 30 Eylül 2018).
Alâeddin Aday kimdir? (2019) Erişim adresi: http://www.kimdirr.com/alaeddin_aday.html
Can, N.
(2004). Osmanlı dönemi Türkçe müzik yazmalarında ünlü Türk bilgini Fârâbî, GaziÜniversitesi,
Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara, Cilt. 24, Sayı. 2, s. 207.
Çandarlıoğlu,
G. (2003). İslam öncesi Türk tarihi ve kültürü, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, İstanbul, s. 101.
Danişmend, İ.
H. (1978). Türk ırkı niçin müslüman oldu, (2. Baskı), Timaş Yayınları, Konya,
s. 61-67.
El-Buhari.
(1979). Kitabu’n- Nikâh Bâbu’n-Nisvati’l- Lati Yuhdine’l- Mer’ete İlâ Zevciha,
Cilt. 4, s. 140.
Eraslan, K.
(1989). Ahmed Yesevi, İslam Ansiklopedisi, T. D. V. , İstanbul, Cilt. 2,
s. 159161.
Ergen G.
(2016, 12 Temmuz). Çocukken Babamın Kucağında İlahi Mırıldanırdım. Erişim
adresi:http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/gulben-ergen/cocukken-babamin-
kucaginda-ilahi-mirildanirdim-40142009.
Ergüner, K.
(2003).Ayrılık çeşmesi, bir neyzenin yolculuğu. İletişim Yayınları,
İstanbul, s. 174.
Gülsüm, N. Ahmet Özhan: Şeriattan kıl kadar sapan,
hakikatten dağlar kadar sapar. Erişim adresi: http://www.roportajgazetesi.com/twitter-tasavvuf-ahmet-ozhan-roportaji-
c2995.html.
Güngör, N. (1993). Arabesk: sosyo kültürel
açıdan arabesk müzik, 2. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 12-15.
Judetz, E. P. (2004). Türk mûsikî kültürünün
anlamları, (çev. Bülent Aksoy), Pan Yayıncılık, İstanbul, s. 48.
Karahan S. (2006).Tarihsel süreç içinde
Türklerde müzikle terapi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul, s. 174 (Yüksek lisans tezi). Erişim adresi: http://acikerisim.istanbul.edu.tr/handle/123456789/26558.
Koca, F. (2004) Ahmet Hatipoğlu’nun hayatı,
eserleri ve mûsikî anlayışı. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara (Yüksek lisans tezi). Erişim adresi: http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/253/544.pdf7show.
Köprülü, M. F. (1984).Türk edebiyatında ilk
mutasavvıflar. Diyanet işleri Başanlığı Yayınları, Ankara (5. Baskı), s.
17-21.
Müzisyen
İsmail Hakkı Özkan hayatını kaybetti, (2010, 24
Eylül). Erişim adresi:
http://www.milliyet.com.tr/muzisyen-ismail-hakki-ozkan-hayatini-kaybetti-
magazin-1293161/.
Neubauer, E. (1994). 15. ve 16. yüzyıllarda
İstanbul’da mûsikî hayatı, Cilt. 5, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
İstanbul, s. 523.
Özcan, N. (2003). XVII ve XVIII. Yüzyıllarda
Osmanlılar’da Dini Mûsikî. İstanbul, Yeni Türkiye Dergisi Osmanlı Özel
Sayısı(Osmanlı’nın 701. Kuruluş Yıldönümüne Özel), s. 273.
Özcan, Ö. (2005). TDVİslam Ansiklopedisi,
Cilt. 23, s. 565-566.
Özdemir, A. T. ve Levendoğlu
Öner, N. O.
(2011). Ud İcra geleneğinde Cinuçen
Tanrıkorur
ekolünün uzzal taksim üzerinden yansımaları, İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Cilt. 1, Sayı.
3, s. 325-337. Erişim adresi:
http://openaccess.inonu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11616/4815/Makale.pdf?sequence=1&isAllowed=y.
Özhan, A. (2008). Ses, söz ve sevgili, 1.
Baskı, Doğan Egment Yayıncılık, İstanbul, s. 53107.
Özkan, İ. H. (1987). Türk mûsikîsi nazariyatı
ve usulleri kudüm velveleleri, 2. baskı, İstanbul, Ötüken Neşriyat, s.
17-20.
Sevinç, M. (2013). Tevfik Rıza’nın söz ve saz
adlı yazma eserinin 1.kitabı olan Türk mûsikîsi nazariyatı ve usulleri
bölümünün günümüz Türkçesine çevirimi, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul (Yüksek lisans tezi), s. 6.
Süheyla Altmışdört, (2014). Mavi Nota
Günlük e-Müzik Gazetesi, Sayı 1725. Erişim adresi: http://www.mavi-nota.com/index.php?link=portre&no=
17.
Karaköse, Ş. (2019). Şeb-i Arus Ne Demektir?
Erişim adresi: http://akademik.semazen.net/author_article_print.php7idM520.
Tanrıkorur, C. (2004). Türk Müzik Kimliği,
Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 51-156.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, (1983).
Anadolu Yayıncılık. Cilt. 9, s. 488-499.
Uludağ, S. (1992). İslâm açısından mûsikî ve
semâ, Uludağ Yayınları, Bursa, s. 65-161.
Üngör, E.
R. (1979). Mûsikî mecmuası, No: 358, s. 6-7.
Üsküdar ve
Emin Ongan Üsküdar Mûsikî Cemiyeti Tarihçesi (2019). Erişim adresi: https://www.uskudarmusikicemiyeti.com/tarihce.
Yazıcı, N.
(2002). İlk Türk islâm devletleri tarihi, T. D. V. Yayınları, Ankara, s.
53.
Yola, Ş.
(1993). Tdv İslam Ansiklopedisi, Cilt. 7, s. 416 - 420.
'Türk Klasik Müziği’nin en
önemli isimlerinden biri olan Cinuçen Tanrıkorur (1938-2000), kendine has icra
ekolü ile çağımıza damgasını vurmuş bir ud virtuozu ve bestecidir (Özdemir ve
Öner, 2011, s. 325).
[2]Aka Gündüz Kutbay Üsküdar Mûsikî
Cemiyetine uzun yıllar devam etti. Emin Ongan’dan da dersler aldı. 1960
senesinde İstanbul radyosunun açtığı sınavı kazanarak radyo sanatçısı oldu.
Uzun yıllar neyzen olarak katıldığı Mevlânâ programlarında neyzenbaşı Halil
Can’ın vefatından sonra neyzenbaşılık görevinde bulundu. 1979 da vefat etti
(Üngör, E. R, 1979).
31933
yılında Burdur’da doğmuştur. Tanbur sanatçısı, TRT Ankara Radyosu koro şefi ve
bestekârdır. Tasavvuf musikimize en çok hizmet edenlerin başında gelir. 2000
yılında Ankara’da vefat etmiştir (Koca, 2004, s. 10).
[4]Süheyla Altmışdört 1951 yılında
İstanbul Belediye Konservatuarında mûsikî eğitimine başladı. Mezuniyetinin
ardından hoca olarak konservatuarda çalışmalarına devam etti. Aynı zamanda
1960’lı yılların başında şeflik ve hocalığını üstlendiği Üniversite Korosu
çalışmalarına başladı. Bu koroyu 42 yıl çalıştırdı.50 yılı aşkın olan mûsikî
hayatında daima geleneksel Türk Mûsikîsinin özelliklerini, inceliklerini en
güzel toplu ve solo icrası için emek verdi ve birçok sanatçı yetiştirdi
(“Süheyla Altmışdört”, 2014).
[5]15 Nisan 1941’de İstanbul’da
doğdu. Türk müziği konusunda edindiği derin bilgi ve tecrübelerini, "Türk
Mûsikîsi Nazariyatı ve Usulleri-Kudüm Velveleleri" isimli kitapta topladı.
Aruz veznine olan ciddi hâkimiyetiyle, mesnevi, kasîde, fahriyye, medhiyye,
mersiye, murabba, şarkı, kitabe, hiciv gibi Divan Edebiyatı’nın hemen her
formunda çok sayıda şiir yazdı. Özkan’ın, otuz beş tanesi saz eseri olmak
üzere, beste, ağır semai, yürük semai, şarkı, türkü, ilahi ve köçekçe formlarında
yüz seksen yedi bestesi bulunuyor. 23.Eylül.2010’da İstanbul’da vefat etti
(“Müzisyen İsmail Hakkı Özkan Hayatını Kaybetti”, 2010).
[6]1937'de İstanbul'un Beşiktaş
ilçesinde doğdu. İstanbul Belediye Konservatuarı'nı bitirdi. TRT İstanbul
Radyosu'nun kadrolu ses sanatçısı oldu. İstanbul Belediye Konservatuarı Türk
Mûsikîsi Bölümünde solfej ve usul öğretmenliği de yaptı (“Alâeddin Aday
kimdir?”, 2019).
[7]1925’te Denizli’de doğdu.
1949’da İstanbul Tıp fakültesinin bitirdi. İstanbul Üniversitesinin korosuna
gitti ve nazariyat, solfej öğrendi ve bu koroyu Ercüment Berker’den sonra uzun
yıllar yönetti.1975’te Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Topluluğu
şefi oldu. Türk Müziğine koro anlayışını getirdi. Eserleri nüanslayarak okutan
Mesut Cemilden etkilendi. Bu koro günümüzde Türk Müziğini en iyi seslendiren
koro olarak kabul edilmektedir. Halen, İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet
Konservatuvarı’nda öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir (Türk ve Dünya
Ünlüleri Ansiklopedisi, 1983, s. 488 - 489).
[8]Edirne'de
doğdu. 1927 yılında o zamanki adı Dar-ül Feyz-I Mûsikî Cemiyeti olan Üsküdar
Mûsikî Cemiyetine ilk mûsikî derslerini Mızıkalı Celâl Beyden aldı. 1945te
İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyetinde koro yöneticiliği ve keman
sanatkârı olarak çalışmaya başladı. İstanbul Radyosunda uzun yıllar görev
yaptı. Son olarak İ.T.Ü. Devlet Konservatuarında öğretim üyesi olarak görev
yaptı. Emin Onganın XX. Yüzyıl Türk Müziği bestecileri arasında çok seçkin bir
yeri vardır. Geleneksel kurallara bağlı fakat kendine özgü ve değişik usluptaki
bestelerinin güzelliği tartışılamaz. Derin müzik bilgisi eserlerinin usûl,
makam ve melodik yapısında açıkça görülür. Hisli ve yumuşak bir uslubu vardır.
Günümüze 3 saz eseri ile 90 kadar şarkısı kalmıştır (“Üsküdar ve Emin Ongan Üsküdar
Mûsik Cemiyeti”, 2019).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar