Print Friendly and PDF

AHMET ÖZHAN

 

Hazırlayan: Murat EROĞUL
Hayatı

Ahmet Özhan’ın ataları aslen Anadolu'ya göçler vasıtasıyla gelip Konya-Karaman havalisinde konuşlanmıştır ve bir Türk boyundan gelmektedir. Bu bölgede belli bir süre kaldıktan sonra Rumeli'ye intikal edilmiş, Rumeli'de yaklaşık dört asır mukîm olunup Rus harbi sonrasında 1850’nin sonunda tekrar Anadolu'ya göç etmişlerdir. Eskişehir'e yerleştirilmiş olan Özhan’ın dedesi büyükler tarafından Rumeli'de yaptıkları rençberliği, toprakla yaptıkları işleri Eskişehir'deki Karadere köyünde devam ettirmiştir. Ahmet Özhan’ın babası 1905 yılında Karadere köyünde doğmuştur. Fakat okumaya, öğrenmeye, araştırmaya meraklı bir genç olduğu için, aile babasının delikanlılık dönemine yaklaşırken Eskişehir'e göçmüştür. O zamana kadar toprakla uğraşmışlardır. Sonra babası kendi imkânları içerisinde tahsiline devam etmeye çalışmış, askerden önce mahkemede zabıt kâtipliği yapmıştır. Asker dönüşünde Polis Enstitüsüne yazılmış, ondan sonra mesleğe atılmıştır. Emniyetçi bir zat olan babası 1960 senesinde netice itibariyle emekliliği dolunca Ünye’de son görevini yapıp emekli olmuştur. O günleri Ahmet Özhan kendisi şöyle anlatır: “Babam oradan oraya çok tayin oldu. Çok kısa sürelerde çok tayinler yaşadı. Çünkü taviz vermeyen bir karaktere sahipti. Onu idare edeyim bunu idare edeyim falan filan yoktu. Mesleğine çok bağlı, gözü kara bir adamdı. Girip çıkmadığı yer kalmazdı. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Özhan, babasının bu kadar çok tayin olmasının sebebini açıklarken şu ifadelere yer verir:

Benim babacığım, doğruyu söylemeyi seven, hakkı söylemeyi seven bir insan olduğundan çok çabuk tayin olurdu. Kimin tekeline çomak soksa başka yere sürerlerdi babacığımı. Dokuz köyden de gitti yani. Onun bütün tayinleri de sürgündü. Ben Urfa’da dünyaya geldim. Bu süreç içerisinde 10 aylıkken Urfa’dan Hakkâri’ye sürülmüş. Böyle bir gezgin, Orta Asya’dan itibaren göçen bir ailenin mensubuyum. ilkokulu Bilecik’te başladım, Kırklareli’nde bitirdim. Ortaokulu Kırklareli’nde başladım, Karamürsel’de bitirdim. Liseye Gölcük’te başladım mesela. ” (Ergen, 2016).

“Böyle tayinlerle dolu ve oradan oraya göçen bir yaşam, lâkin yeteneklerinde mûsikî olan bir ailede büyüdüm Annemin de babamın da sesleri çok güzeldi, güzel insanlardı. Anneciğim de aslen Boyabatlı’dır. 1911 yılında İstanbul'da doğmuş, orada büyümüş. Ud çalıp şarkı söylermiş aile arasında. O zamanın kültür ortamı, sosyo-kültürel ortamı öyle çünkü. Namazına niyazına düşkün çok asil bir hanımefendiydi.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Özhan, gençlik dönemlerinde romantizminde etkisinde kalarak şarkı söylemenin kendisine ne kadar çok zevk verdiğini şu şekilde ifade eder:

“Aklıma sanattan başka hiçbir şey gelmiyordu. Duygusal bir çocuktum. Çok romantik bir çocukluk ve ilk gençlik yılları yaşadığımı söyleyebilirim. Fakat hayatımın merkezinde hep sanat ve müzik olmuştur. Zaten küçük yaşta konservatuvar hayatım başlayınca, amatör olarak söylediğim, zevkle yaptığım bütün çalışmalar profesyonel bir zemine doğru şekillenmeye başladı. Şarkı söyleyerek uyuduğumu, rüyamda şarkı söyleyip, şarkı söyleyerek uyandığımı hatırlarım” (Ergen, 2016).

Ailenin en küçük çocuğu olan Özhan’ın 3 kardeşi vardır. Babası ikinci eşiyle, o askere gitmeden önce evlenmiş ve babasının ilk hanımından bir ağabeyi vardır.

“O zaman babamla abim arasında 20 yaş vardı. Benimle abim arasında 25 yaş var. Ablamla benim aramızda 10 yaş var. Yani babam dedem olması yaşta icap ederdi.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Mûsikî Eğitimi ve Hocaları

“Cenabı hak doğuştan kulağımı yatkın duruma getirmiş. Ben çocukluğumdan itibaren babamdan, babamın sesinden dinlediğim ilahilerden dolayı altyapım sağlam gelmişim. Sabah namazından sonra babam sedirde otururdu. Böyle sallana sallana bir şeyler okurdu. Ben de tırmanırdım kucağına, onunla sallanarak ona eşlik etmeye çalışırdım. Meğer o ilahi okurmuş, o ilahiler de benim aklıma nakşedilmiş. ‘Arayı arayı bulsam izini, İzinin tozuna sürsem yüzümü’ ilahisi mesela.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Ahmet Özhan’la yapılan mülakatta aşağıdaki sorular sorulmuş ve cevaplarına çalışmamızda yer verilmiştir.

Mûsikî eğitiminiz nerede başladı, kimlerle çalıştınız?

“Tahsil görmeye çok meraklı bir adam değildim. Zorlanırdım. Yani anlamamaktan değil, kafamın hep başka yerde olmasından dolayı zorlanırdım. Daha çok düşünmeyi, daha çok muhabbeti önde tutan bir yapım olduğundan dolayı ablam konservatuvara yazdırmaya karar verdi ve ‘En iyi apabildiğin şey o, bakalım orası sen de bir istikrar oluşturur inşallah’ dedi. 1967 - 1968 senesinde imtihanla İstanbul Devlet Konservatuvarına girdim. Sonra hiç ummadığımız bir zaman içerisinde müzik hayatım başladı. Konservatuvar 1. sınıftaydım, hazırlık okumuştuk bir sene. Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’ne devam ediyordum aynı zamanda. O sıra tevâfuken bir gazinoda Türk müziği söyleyen bir üvertür lazımmış. 1968 yılında Bebek Belediye gazinosunda talebe iken 18 yaşında oraya başladım. Orada büyük gazinoların sahibi olan rahmetli Fahrettin Aslan gördü beni. Çok beğenmiş olmalı ki Maksim Gazinosu’na transfer etti. Netice itibariyle genç yaşlarımda Ahmet Özhan olarak ünlendim. Ama kökenim ve zevk aldığın taraf Klasik Mûsikî olduğu için klasik müzik meşklerini hiçbir zaman bırakmadım. Ustalarla arkadaşlık ettim. Cinuçen Tanrıkorur[1], Aka Gündüz Kutbay[2] ve diğerleri. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Özhan, hayatı boyunca mûsikî üstadlarının peşini hiçbir zaman bırakmamış ve nerede olursa hemen dizlerinin dibine çökmüştür. Konu ile ilgili şunları anlatıyor:

“Nerede olursam, İzmir'de çalışıyorsan İzmir'de bir usta ile oturur onunla sohbet ederdim. Ankara’dayken Cinuçen abi ile zaten her günümüz beraber geçerdi. Meşk ederdik sürekli. Ahmet Hatipoğlu[3] hocamız, çok sevdiğim bir büyüğüm, ağabeyimdi. Onunla birebir meşkim olmadı ama onun görüşü, anlayışı, tasavvuf müziğine yapmış olduğu hizmetler yadsınamaz. Türkiye’de tasavvuf müziği konserlerini yayına Ankara radyosunda ilk başlatan odur. Ankara’da olduğum zamanlar içerisinde karşılaştığımızda ki sohbetlerimiz önemlidir benim hayatımda. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Ahmet Özhan İstanbul’da dönemin en önemli müzik okulu olan Üsküdar Mûsikî Cemiyetinde o dönemin en güçlü hocalarından ders almış, meşkler yapmıştır. Cemiyete ilk gelişini ellli yıllık dostu, ağabeyi Ömer Tuğrul İnaçer şöyle anlatıyor: “Bir cumartesi günü kapı çalındı. Bende koşturmayı ve hizmet etmeyi çok severdim, kapıyı açtım. Genç, yakışıklı, güler yüzlü bir delikanlı geldi. ‘Ben Emin Ongan hocayı görmek istiyorum.’ dedi. Öyle herkes göremezdi hocayı. ‘Siz kimsiniz, kim gönderdi?’ dedim. ‘Beni Reçep Bilgiç gönderdi.’ dedi. Recep Ağabey, Bursa Merinos fabrikasında çalışır ve dayımın arkadaşı idi, ben de Emin Hoca da tanırdık. ‘Recep ağabey ise, gel o zaman.’ dedim. işte o gelen Ahmet Özhan’dı. Yani Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’nin kapısını sene 1967 ve bir sonbahar cumartesi günü Ahmet Özhan’a ben açtım. ” (kişisel iletişim, 11 Temmuz 2018).

Konservatuvardaki eğitiminizde hangi hocalardan ders aldınız? Sizi bu anlamda en çok kim etkilemiştir?

“1968 Yılında konservatuvara başladım. Konservatuvar hayatı, müzik hayatımın başlangıcıdır. O dönem cemiyet, konservatuvar, sahne hepsi bir arada idi. Aşağı yukarı 18 yaşındayken herşey başladı. Konservatuarda o dönem Türkiyen’in en önemli sayılabilecek hocalarından dersler aldık. Süheylâ Altmışdört[4], İsmail Hakkı Özkan[5], Alaaddin Aday[6], Nevzat Atlığ[7] NâimeBatanay bunlardan sadece birkaçı idi. O hocalarımızdan dersler gördüm. Ama dediğim gibi benim üzerimde Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’nde ki Emin Ongan[8] hocamın çok önemli bir etkisi vardır, mûsikî kabiliyeti, üslup ve tavır itibarıyla en çok ondan etkilenmiş ve öğrenmişimdir. Konservatuvarda ve cemiyette de daha çok klasik meşk ile eğitim görürdük. O şekilde meşk ettiğiniz zaman eser hiç ama hiç unutulmaz. Aradan yıllar geçse de unutulmaz. Onun haricinde rahmetli Aka Gündüz Kutbay ve Cinuçen Tanrıkorur’da çok zengin meşklerimiz ve sohbetlerimiz olmuştur. Onlardan da çok istifade etmişimdir.

Cinuçen Tanrıkorur bana nazariyat problemi verirdi. Şu dizeyi, şu perdeden alacaksın şu perdeye göçüreceksin, transpoze yapacaksın diye dersler verirdi. Bu çok zor bi iştir. Normalde sazların yapacağı bir iştir. Ama bana böyle ödevler verirdi Cinuçen Bey. Ben de mecburen hocama saygımızdan dolayı çalışır yapardım, hem de defalarca. Radyoda program yapardık. Bildiğim eserlerin notalarını verirdi. Bir daha, bir daha, bir daha yazdırır beğenmez, bir daha yazdırdı. Kendisi mimardı, fevkalâde güzel nota yazardı. Hat gibi nota yazardı. Ben kargacık burgacık yazardım. Kimseyi beğenmezdi ama beni beğenirdi. Meğer bana onları yazdırırken oradaki işaretlerle meboller, diyezler vs. kafama yazıyormuş notaları. Tabi ki bütün notalar, bütün ince ayrıntılar gözümün önünde kalmış ve her bir satırı her bir ayrıntıyı ezberlemişim. Bu çok büyük bir katkı sağladı bana. Merakım hiç eksilmedi, sürekli olarak devam ettim.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Özhan musiki alanındaki yeteneğini çalışmalarıyla destekleyerek önemli projelerde yer almış ve ülkemizi dünyanın birçok yerinde temsil etmiştir. Bunu kendisi şöyle ifade ediyor:

“Cüneyt Kosal hocayla da Klasik Mûsikisi ve sonra Tasavvuf Mûsikîsi alanında da çok meşk etmişliğim oldu. Onun haricinde merakım ve çalışmalarımla kendimi geliştirmeye çalıştım. Zaten profesyonel hayatım içerisinde bütün öğrendiklerimi sahnede kullanma şansı elimdeydi. Tabi daha çok eğlence müziği yaptığım zamanlarda, çok fazla klasikleri değil günün popüler şarkılarını, kendi popüler ettiğim şarkılarla programlar yapmıştım. Fakat o zamanın mûsikîdeki kıblesi, mabedi olan radyodanda hiçbir zaman elimi ayağımı çekmedim. 1981 yılında da kadrolu olarak İstanbul radyosunda 10 yıl ses sanatçılığı yaptım. Sonra Tarihi Türk Müziği Topluluğunun kurucusu oldum. O şekilde Kültür Bakanlığı'na geçtim. O zamana kadar radyo programlarında çıkıyorduk, klasikler okuyorduk, konserler veriyorduk. Bunlar repertuvar ve gelişimimde çok önemli bir yer tutar. Sonra gazino hayatının bende bitişi ama tevafuk olarak da Türkiye'deki sosyal ekonomik olarak da gazinoların bitişi paralel olarak oluştu” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

1980’li yıllarda İstanbul Festivali düzenlenirdi ve siz de bu festivalde uzun yıllar sahne aldınız. Bu süreçle ilgili neler söylersiniz?

Daha 1980'lerin başındayken ben salon konserlerine başladım. Güldeste konserleri adı altında Şan Müzikholü ile başlayan süreç. Bayağı bayağı klasik takım okurduk. Sonra şarkılar, sonra da küçücük bir tasavvuf müziği kuşağı koyardım deneme için. 1984 senesinde yani bu anlamda Türkiye'de ilk olmuştur. Sonra oradan İstanbul Festivaline davet edilmiştim. İstanbul Festivali çok önemli dünya çapında bir festivaldi. Türk müziği yoktu daha önce. Dünyadan birçok sanatçıların geldiği ciddi bir organizasyondur. Dünya klasik müziklerinin yapıldığı bir festivaldi. Aydın Gül Beyefendinin müdürlüğünü yaptığı, Nejat Eczacıbaşı ’nın konseptin başında olduğu, önderliği ve mihmandarlığında yapılan bir festivaldi. Beni davet ettiler çünkü yaptığımız çok kreatifti. Yani Klasik Türk Mûsikîsi adına zannediyorum bir Nevzat Atlığ’ın topluluğu, birde benim çalışmalarım buraya davet edildi. İki gün üst üste büyük salonda konser yapardık. Bunlar hayatımda çok ayrıcalıklı zuhuratlar oluşturmuştu. O zamanlar genciz, aşk içerisinde bir anlamda cihat ediyoruz. Vesayetin baskılarıyla uğraşıyoruz ve o dönemde bu işlerin olması bizim adımıza çok büyük bir gelişme. Seksenlerin ilk dönemi 1984-1987 yılları idi. Sonra o işin başındakilerin vefatı ile birlikte o geniş görüş ve o zaman ki İstanbul Festivali anlayışı zayıfladı. Şimdi oluyor mu, olmuyor mu? Kimse farkında bile değil. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Tasavvuf Mûsikîsi İle Tanışması ve Bu Alandaki Çalışmaları

Yüzyıllar boyu Türk Musikisi alanında çok önemli bestekâr, güftekâr ve yorumcular yetiştirmiştir. Tasavvuf Mûsikîsi denildiğinde aklımıza ilk gelen Itrî, Hatip Zâkirî, Dede Efendi, Zekâi Dede, Sadettin Kaynak ve Ahmet Hatipoğlu’dur. Bu önemli isimlerin eserlerini en iyi icra edenlerden biride Ahmet Özhan’dır. Ahmet Özhan’ın bu alanda başarılı olmasının sebebi, tasavvufun içinde olması ve kendi ifadesi ile devran görmesidir.

Tasavvuf ne demektir? Tasavvuf müziği diye bir kavram var mıdır?

“Tasavvuf müziği bizim icat ettiğimiz bir laftır, aslında zikir ilahisidir. Devrâni zikir, kıyâmi zikir, semâi zikir, kuûdi zikir gibi isimlerle söylenir. Her pozisyonun Zikrullah’ı vardır. Evelallah Hazeratları da kitap ve sünnete dayanarak bütün bunların ayinlerde ki tespitini, içtihadını yapmışlardır. Tasavvuf Mûsikîsi tamamiyle ya usul ilahisidir ya da ismi Hu’da kullanılan ilahidir. Zikrullah’ın çeşitli yerlerinde kullanılan ilahilerdir. Veyahut cumhur ilahisidir. Bunların hep kullanılan yerleri vardır.

Tasavvuf Mûsikîsinin amacı, vizyonu aslında zikre adaptasyondur. Kareografi adaptasyonudur. Kareografisi kanun ile yasak olduğu dönemlerde biz bunun konserlerini yaptık. Tam manası ile fonksiyonunu ortaya koyuyor diyemeyiz. Bu bir irfan, bir kültürdür. Aslında dediğim gibi tasavvuf müziği diye bir müzik yok. ilahiler var, ayinlere eşlik eder. Mevlevi mukabelesinde okuduğumuz ilahiler var, orada okursanız devrâni ve kıyâmi olan ilahiler kareografiye eşlik eder ve amacı ortaya koyar. Okuyanların iyi kötü meydan görmesi gerekir. Şarkı okur gibi ilahi okunmaz çünkü. Öyle olunca önemi ve esprisi kalmaz. Zikrullah meydanı görmek demek, o ilahinin zikirdeki senkop ve giderleri ile okunuş ve zikirdeki okunuşunun farkına varmak demektir. Meydan görmediğiniz zaman alıpta herhangi bir şarkı gibi okumak, ilahi değilde Yunus Emre ’nin bir güftesini okumak gibidir.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Türkiye’de halka açık tasavvuf müziği konserleri yapan belki de ilk sanatçısınız. Bu süreç nasıl oluştu ve ne zaman başladı?

“Bursa’da çalışıyordum. işten sonra bir grup sanatçı arkadaşla hem birşeyler yiyor hem de sohbet ediyorduk. Konu, kendi sahalarımızdaki çalışmaların hayata dönüşümü ve gerçekleştirmeyi düşlediğimiz ideallerimize döküldü. Söz sırası bana gelince ‘Ben aslında sahnede dinleyicilerime Tasavvuf Mûsikîsinden de örnekler sunmak isterim’ dedim. Bu söylediklerimin gerçekleşeceğine henüz bende inanmıyordum. Ama gönlümün arzusuda buydu. ” (Özhan, 2008, s. 107).

“Biz bu işe başladığımız zaman çok ilahi bilinmiyor idi. Kıyıda köşede insanlar meşk ediyorlar ama o kıyıda köşedeki insanların işi. Biz halktan bahsediyoruz, halk bilmiyordu. Şimdi, sen de Ahmet Özhan’sın. ‘Bak Yeşil Yeşil’ den birden Allah ’u Allah ’a geçince ‘Yav ne oluyor’ pozisyonu oldu. Evvela dini kesim buna uzak duruyordu, çalgı çengi câiz değil diyen bir kesim vardı. Bir kısmı buna bir şey icâbet etmez ama icab ettiği zaman dayım ne der, amcam ne der, imam ne der, mahalle baskısından korkuyorlar. O zaman, biz ancak festivallere, düğün derneğe yavaş yavaş davet almaya başladık. Evvela ablalar başka, abiler başka salonda, biz abilere ilahi söylüyoruz. Sonra ablalar kızmaya başlayınca ablalara ekrana kondu, onlar da dinlemeye başladı bizi. Derken aynı salonda ablalar bir tarafta, abiler bir tarafta ve sonra sonra karışık bir sosyalleşme oldu. Hayır, tam bilmiyorum ama ben bir tespitten bahsediyorum. Netice itibariyle, şimdi aile çoluğu çocuğu, bütün düğün dernek, hâlâ davet olur gideriz. insanlar mademki bir sürûr ortamıdır, hiç değilse ‘Allah’ diyerek yapılsın bu iş diyorlardı. Bu sosyalleşmeyi birlikte yaşadık Türkiye ’de. Sadece İstanbul’da değil; bu belli bir zaman içerisinde Özal’lıyılların dönemidir. Cenabıhak her şeyde yeni bir lütfunu, bir hikmetini ortaya koymaktadır.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Turgut Özal dönemi bu anlamda daha mı rahattı?

“Tabi ki Turgut Özal bu memlekete ilk hürriyet kokularını saçan bir devlet adamıdır ve bütün girişimler Özal’lı yıllardadır. Başlangıcı bizde olduğu gibi, bizden görerek veyahut kendileri de zaman içerisinde başlamış olan birçok yerde bu mesele ortaya çıkmıştır. Mesela topluluk yeni kurulmuştu. Namık Kemal Bey zamanı. Aksaray’a gittik. Kapalı spor salonunda konser veriyoruz. Namık Kemal Bey bir konuşma yaptı (zaten hatip adamdır kendisi). Vahdet-i Vücut, tevhit vesaire o anlamda bir konuşma yaptı. O bitti, arkasından ben konsere başladım. Koro, sazlar, repertuvar filan yıkılıyor ortalık, millet coştukça coşuyor. Devran, zikir ilahileri vs. çıkarken yaşlı, aksakallı bir dede ‘Gel bakayım buraya, ver elini öpeceğim. ’ dedi. ‘Bir şartım var’ dedim. ‘Söyle ’ dedi. ‘Çıkar ayakkabını, ben de senin ayağını öpeceğim.’ dedim. ‘Bırak şimdi onu, sen eli öpülesi adamsın, biz bu ilahileri okuyabilmek için mağaralara giderdik, siz bilmiyor musunuz o günleri?’ dedi. ‘Siz şimdi ortalıkta Allah deyip duruyorsunuz, kimsede size birşey demiyor. Nasıl hamd edelim, şükredelim bilmiyorum. Onun için elini öpmek istiyorum’ dedi. Daha neler neler, ne süreçlerden geçmişiz. Özünde olan şeyi karşısında görmeye başlayınca, tabii kıymetini de biliyor insanlar. Bir ülkede ne kadar sosyo-kültürel seviye varsa bir mevzunun, o derece çeşitliliği vardır. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Özhan, ailesinden aldığı terbiye ve kültürden dolayı tasavvuftan ve mûsikîden uzak değildir. Babasının kucağında dinlediği ilahiler kulağına nakşolmuş ve yıllar sonra dilinden nağmelere dökülmüştür. İşte kendisine bir liman olacak ve hayatını değiştirecek olan Muzaffer Ozak ile tanışması tamda bu dönemde olmuştur. Özhan onbir yıl dizinin dibinden ayrılmadığı bu zatı büyük bir aşk ve heyecanla anlatıyor.

Sizin hayatınızda belki de en önemli yerlerden, limanlardan biri Türk Tasavvuf Mûsikîsi Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’dır. Dini müzik ile ilgili burada çok şeyler aldınız. Bu vakıfla tanışmanız ne zaman ve nasıl oldu?

“Tasavvuf Mûsikîsinin klâsik anlamındaki ürün veren çalışmaları Türk Tasavvuf Mûsikîsi Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’nda oluştu. 1974 yılının bir Ramazan’ında daha önceden burayı bilen ve müntesibi olan, büyüğüm Tuğrul Inançer ‘Hadi seni bir yere götüreceğim iftara’ dedi. O gün işte buraya, Türk Tasavvuf Mûsikîsini Araştırma ve Yaşatma Vakfı’na geldik. O zamana kadar benim dini mûsikî hakkında, aileden gördüğüm, Ramazanlarda, kandillerde, mevlitlerde dinlediğim, gittiğimiz camilerde duyduklarımdan başka bir şey yok. Bir de konservatuvarda dini mûsikî derslerinden öğrendiklerim.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

1703 yılında kurulduğu, İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğduğu için “Cerrâhî” nisbesini aldığı ve tarikatına da bu sebeple Cerrâhiyye denildiği kabul edilen tarikat, kurulduğu tarihten itibaren Nûreddin Cerrâhî ile İstanbul ve dışında faaliyet gösteren halifeleri tarafından yayılmaya başlamıştır. Tarikatın Nûreddin Cerrâhî’den (ö. 1720) başlayarak biri Sertârikzâde Mehmed Emin Efendi (ö. 1173/1759-60) ile devam edip Muhzırzâde Ali Ziyâeddin’e (ö. 1335/1917) kadar geldiği tesbit edilen, diğeri İğci Mehmed Hüsâmeddin (ö 1169/1755), Abdurrahman Hilmî (ö. 1215/1800), Mehmed Ârif Dede (ö. 1238/1823), Abdülaziz Zihnî (ö.     1270/1854), Mehmed Rızâeddin Yaşar (ö.        1331/1913), İbrahim

Fahreddin (Erenden) (ö. 1966) ve onun halifeleri Muzaffer Ozak (ö. 1985) ile Safer Dal (ö. 1999 ) vasıtasıyla günümüze ulaşan iki silsilesi vardır (Yola, 1993, s. 416-420).

Cerrâhîler müziğe büyük önem verirler ve Türk Tasavvuf Mûsikîsini araştırılması vecanlı tutulması konusunda oldukça duyarlı davranırlar. Binlerce sayfalık beste arşivi vakfın kütüphanesinde araştırmacılara sunulur. Zikir ve meşk gecelerinde müziği etkin bir biçimde kullanırlar. Cerrâhîler, tekkede aldıkları sema ve müzik eğitimini pazartesi akşamları meşk ile süsleme fırsatı bulurlar. Perşembe geceleri düzenlenen zikirlere ise bazen bir kudüm ya da bendir eşlik eder. Özhan, bu mûsikî ikliminden etkilenişini şöyle ifade ediyor:

“Herkes bir Mehdi peşindedir. insanın hidayetini yaşamasına vesile olan kişi, o kimsenin mehdisi ’dir aynı zamanda. Hayatın pratiği içinde bu şekilde düşünürsek eğer, hayatı daha anlamlı, daha üretken, daha işlevsel hale getirmiş oluruz. Tabi onu rahatlıkla söyleyebilirim; O kişi benim elimden tutup beni bir yerlere, o gizemli, soyut ortamlara götürecek kişidir. O da Muzaffer Efendidir.” (Gülsüm, 1996).

Muzaffer Efendi ile ilk burada mı tanıştınız?

“Evet. O gün buraya geldiğimizde teravih namazını Muzaffer Efendim Hazretleri kıldırdı. Tabi ben bir şeyden haberdar değilim. Sultan hakkında bir şey bilmiyorum. Meğer otuz küsür sene Süleymaniye ’de bu namazları kıldırmış. Teravihin özelliği padişahlar zamanında kılınan, Enderun usulü denilen muhteşem bir konser. Yani çeşitli makamlar var. Makamlar salâvatlarla değişiyor. Hem çok zevk aldım hem de hayretler içinde kaldım. Tabi meseleyi, nasıl bir şey olduğunu zaman içerisinde anladık ve meşk ettik. Bu teravih namazı tabii bildiğiniz teravihlerden değil. Bu derece itibar göstermek, bu derece seçkin topluluğun sanki bir konser dinlemek istercesine birikmesi tamamen bir tesadüf, tamamen bir Ramazan âdetini ihya etme adına değildir. Burada anlatacağımız namazın makamsal terkibinin XVII. yüzyılın mûsikî dehası Buhurizâde Mustafa Itri Efendi tarafından oluşturulduğu söylenmektedir. Padişah Efendi Hazretlerinin huzurunda işte bu özel teravih namazı kılınırdı. Bir zamanlar Selâtin Camii denilen, sultanların yaptırdığı camiilerde olmazsa olmaz teravih budur” (Özhan, 2008, s. 53).

“1974’den beri 44 senedir o teravihi burada kılıyoruz. Şöyle ki; yatsı namazlarının farzı Neva ağırlıklı Isfahan olmak üzere başlar. Yatsının son sünneti kılındıktan sonra salâvatlar okunmaya başlar. iki rekâtta bir selam vermek kaydıyla dört rekât rast kılınır. Arkasından rast ilahiler okunur ama ayağa kalkışta uşşak salâvat yapılır. Sonra aynı şekilde Uşşak ilahi ama Sabâ salâvatla ayağa kalkış, 4 rekât sonra Sabâ ilahi, Eviç ile ayağa kalkış ve acemaşiran salâvatla ayağa kalkış ve aralardada o makamların ilahileri. Tabi burada önemli olan perdelerin uyuşmasıdır. Salâvat hangi makamdan okunduysa imam efendi o makamdan kıraat etmelidir. İşte değişiklikler kendi içerisinde ve her rükunda farklıdır. Müezzinler sesli olarak tekbir alıyorlar. O tekbirlerdede bir makam seyri oluyor. Yani rükûdan kalkarken okunan tekbirle, secdeden tahiyyata otururken ki tekbirin melodik yapıları aynı değil. Bir karar vermeye gidiyorken, diğeri meyan açıyor.

Ben 1974 senesinde Muzaffer Efendim’den meşk ettim. O dönemler bunu hiçbir yerde bilen, yapan yoktu. Bildiğim kadarıyla bir burası vardı, bir de İstanbul kültürüyle yetişmiş hocaların, Bursa gibi şehirlerde makam değişiklikleri ile kıldırdıkları teravihler vardı. Ama bu tertip üzere kıldıran yoktu. Bu tertibin Buhârizâde Mustafa Itri’ye ait olduğu söylenir ve huzuru padişahta kıldırılan teravih bu şekilde imiş. Yani bu bir kültürdür.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Muzaffer Efendi hayatınızda ki çok önemli isimlerden biri. Onun hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Size ne gibi katkıları oldu?

“Muzaffer Efendi Hazretleri hafız idi. Yani benim Uşşak ile Bayati’yi ayıramadığım zamanlar bu işi yapabilen, seyir bilen ve o kulağa sahip bir zattı. Osmanlı kültürü almış, o dönemin kâmil hocalarından ders almış, yaratılışı itibariyle istidâtlı, kâmil bir insan olmaya müsâit bir yapıya sahip, her konuda ciddi bilgi sahibi hem dini konularda hem şer’i konularda hem de tasavvuf konularda zamanının en önemli şahsiyetiydi.

Ramazanlarda özel çalışmalar yapmaz, genellikle sabahları yattığım için öğleden sonra kalkardım. Tuğrul ağabeyle doğru Beyazıt’a Sahaflar Çarşısı’ndaki merhum Muzaffer Ozak Efendi’nin kitapçı dükkânına giderdik. Biz Tuğrul ağabeyimle çarşının kapısına zuhur edince, “Ediyle Büdü geliyor” dermiş. Muzaffer Efendi son sahaflar şeyhi idi. Türk Tasavvuf Mûsikîsi Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı ’nın kurucusu, son dönemin en ünlü mutasavvıfı idi. Çarşının bahçesine nazaran dükkânın içi daha serindi ama efendinin ateşli sohbeti ile hepimiz yanardık. En ince gerçekleri dahi bizim anlayacağımız şekilde anlatır, kimi güldürür, kimi ağlatırdı. Biz vatan, devlet, millet, Allah ve peygamber sevgisini Muzaffer Efendi Hazretlerinden meşk ettik. ” (Özhan, 2008, s. 61-62)

Ahmet Özhan’ın hayatında Muzaffer Ozak’tan sonra çok önemli bir kişi daha olmuştur. O da Safer Efendi’dir. Türk Mûsikî repertuarımıza çok büyük katkısı olan Safer Dal Efendi, Özhan’a da çok büyük katkıda bulunmuştur. Özhan, Safer Efendi’yi şöyle anlatıyor:

“Muzaffer Efendim’den sonra Safer Dal Efendim geldi. Hepsi gerçekten Allah dostları idi. Safer Efendim, hayatımda gördüğüm en pratik, en zeki, her şeyin çözümüne yaklaşabilmekte kabiliyeti olan, hayata ait bütün işleri bilen, muhteşem bir insandı. Bugün Türkiye ve başka ülkelerde Tasavvuf Mûsikîsi repertuvarı ve de basılı notaları varsa bunun %75-80’i Safer Efendim sayesindedir. Diğer kalan kısmı ise, konservatuvar zamanında Suphi Ezgiler tarafından yapılan birtakım şeyler,                                    Kubbealtı Cemiyetinde Yusuf

Ömürlü’nün yaptığı daha çok camii mûsikîsine ait çalışmalar, Ankara’da Ahmet Hatipoğlu hocamızın yaptıkları ki o da yadsınamaz, büyük hizmetleri vardır, geri kalanı yani %80’i Safer Efendim’e aittir.

Safer Efendim, dergâhların açık olduğu zamanlardan kendi dönemine kadar yaşamış olan ne kadar zâkir, zâkirbaşı, o zaman ki o büyük makara teyplerle dağ bayır dolaşıp, onlardan bütün hafızlarında kalan durak, ilahi, cumhur ilahisi ne varsa hepsini yüzlerce diyebileceğimiz o makaralara kaydetmiş. Bir gün, makaralardan kasetlere aktarma imkânı oluştu. Safer Efendim kasetlere aktarmaya başladı. Bana da bir gün ‘Bir yerden başlamamız lazım, bunları notaya al’ dedi. Ben de ‘Eyvallah Efendim’ dedim ve notaya

almaya başladım. Orada muharrem ilahileri, Nühüft durak, ‘Kurretül Ayni Habibi Kibriyâsın Yâ Hüseyin’ gibi nice ilahileri notaya aldım ve sonra çeşitli konserlerde okudum. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Zannediyorum nota yazımında rahmetli Cüneyt Kosal hocanında çok büyük katkıları oldu değil mi?

“Tabi ki. İstanbul’un en önemli sazendelerinden kendilerine Klasik Türk Sazları Beşlisi dediğimiz Cüney Kosal, Doğan Ergin, Abdi Coşkun, Nihat Doğu ve Vahit Anadolu vakfa gelip gitmeye başladı. İçlerinden Cüneyt Kosal fevkalade çalışmayı seven, nota yazma pratiği çok üst düzeyde ve süratli yazan biriydi. Safer Efendim’in o makaralarını kasetlere aktardı ve o dönemde birçoğunu notaya aldı. Bugün Avusturalya ’dan Şili’ye, Meksika ’dan Toronto’ya gidelim, bu vakfın mührünün olduğu notaları görürsünüz.

Bugün iki Ahmet ile başlayan, Ahmet Hatipoğlu ve Ahmet Özhan; bu çalışmalar dünyanın her yerinde dinlenir hale gelmiştir. Ahmet Hatipoğlu çok önemli bir isimdir bu konuda. Bu işe başladığı zaman, kendisine soruşturmalar açılacak, maaşına el konulacak, o olacak, bu olacak hepsine eyvallah diyeceksin ve sonunda, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde ona, bütün bu hizmetleri karşılığında devlet üstün hizmet belgesi verilecek ve onunla bahtiyar olacak. Hak adına çekilen çileler, çile değildir, lütuftur. Allah için başına ne gelirse gelsin lütuftur. Ahmet hocam da o şekilde büyük bir hizmet üreterek, devletin üst seviyesindeki ödülünü de görerek mutlu olarak göçtü. Allah mekânını cennet etsin. Cenabıhak bir işi duyurmayı murad ettiyse ona A’dan Z ’ye bütün fasılları tamamlayacak kadroları, yaratıcı kadroları o günler için hazırlar. O mekânlarda tevâfuken bir araya gelir ve Cenabıhakk’ın o murâdı, o şekilde zuhûr eder. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Türkiye’de Dini Mûsikînin Durumu ve Dini Kesimin Mûsikîye Bakışı

Türk Din Mûsikîsi hakkında büyük bir bilgi birikimi olan Ahmet Özhan mûsikî ile iç içe olan bir ortamda yetişmiştir. Bu konudaki görüşleri şöyledir:

“Türk Mûsikîsi tabii önceki dönemler gibi yetenekli ve başarılı öğrenciler, öğreticiler, hocalar, sanatkârlar çıkarmıyor. Cami mûsikîsinde ise, eskisi gibi olmasa da yeni yeni iyi hocalar çıkıyor. Tekke mûsikîsinde ise, maalesef tekkeler kapatıldığı için kalmadı.

Tasavvuf Mûsikîsi anlamında da ritüeli olmadan, yani tekkelerde, dergâhlarda meydan görmeden bu işin özünü irfanını bilmeden sadece tasavvuf müziği konserleri yapıyoruz. Bizler ve sizler gibi o kültürden uzak olduğumuz için, o adâbı bilmediğimiz için konserlerde koral konserler yapıyoruz. Bireysel programlar ya da bireysel konserler icra ediyoruz. Bu da gerçeği yansıtmıyor. Meselenin özüne inilecek olursa maalesef gerçek değil. Çünkü ancak Zikrullah meydanında bu mûsikînin tam manası ile hikmeti ortaya çıkabilir” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Dini mûsikî alanında çokça tartışılan konulardan biride icrada kadın sesinin kullanılmasıdır. Bu konu ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

“Gelelim bugünkü şartları gözden geçirmeye. Birçok kaynaklarda ilahiler vardır, repertuarlar vardır, zengindir. icra anlamında ise kadın sesinin kullanılması tabii ki dine bakış açısına göre insanların hassasiyeti olan bir konudur. Bu konuda tedbiri önde tutan insanlarız. Mesela Ahmet Hatipoğlu televizyonda bu konserleri yaptı, radyonun bütün elemanlarını, kadın erkek bir arada sahneye çıkarttırdı. Neden olmasın, olabilir. Yasak diyemezsiniz, câiz değil diyemezsiniz, meşrebime uygun değil diyebilirsin. Ben de saygı duyarım ama ben onu yaparken câiz değil, yanlış yapıyorsun dersen, sen yanlış yaparsın. Hâdise budur. Meseleye böyle yaklaşıyorum. Sen yapar mısın diye sorma bana, sıkışır kalırım. Belki yapabilirim duruma göre. Bizim topluluğumuzda bayan sanatçı yoktu ama olduğu zaman da kimse bu olmaz diyemez. Kadınların özel halleri vardır, özel halleri var diye dinden mi çıkıyor. Kadın namaza yaklaşmaz ama duasını eder, dua mahiyetindeki ayetleri okuyabilir, tesbihini çeker, salâvatını ve tevhidi çeker. Bu onun için, Cenabıhakk’ın bir rahmeti, merhametidir, O’nun bir ârızası değildir. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Çalıştığı Kurumlar

Özhan, 1981 -1991yıllarıarasında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu İstanbul Radyosu ses sanatçısı olarak çalışmıştır.

1991 yılından emekli olduğu 2015 yılına kadar İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğunun Genel Sanat Yönetmenliğini yapmıştır. Hâlen davet edildiğinde topluluğun programlarına katılmaktadır. Ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde bu topluluk ile ülkemizi temsil etmişlerdir.

İstanbul Tarihi Türk Müziği topluluğu ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda kuruldu? Bu süreçle ilgili neler söylersiniz?

“Tabii ki görev anlayışıyla meseleye yaklaştığımız için bir gün Atatürk Kültür Merkezi'nde büyük salonda Tasavvuf Mûsikîsi konserim vardı. Zamanın Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek ön tarafta oturuyordu. Çok güzel de bir konser oldu, netice itibarıyla ondan çok etkilendiğini hissettim. Sonra Ankara’da rahmetli Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Çankaya Köşkü’nde bir resepsiyonda bulunduğumuz zamanda, 91 senesinde karşılaştık Namık Kemal Beyle. ‘Yarın bana geliyorsun, bak seninle konuşacaklarımız var.’ dedi. Ben de, ‘Bir üstümdeki smokin bir de kot pantolon var, nasıl geleyim?’ dedim. ‘Gel de nasıl gelirsen gel.’ dedi. Allah selamet versin ertesi gün bakanlığa gittim. Dedi ki, ‘Arkadaş, kadronu yap, getir, senin bu çalışmalarını devlet şemsiyesi altında, Kültür Bakanlığı çatısı altında bir topluluk olarak kuralım.’ Benim de arzum oydu, çünkü bir kısmımız radyoda, bir kısmınız konservatuvardayız, bir kısmımız sivil, kendi işini yapıyor, dışarıda... Toplanalım dediğimiz zaman toplanamıyoruz, sıkıntılarımız oluşuyor. Bir araya gelmek açısından, bir çatı altında, bir şemsiye altında topladığınız zaman her şey daha kolay olacak. ‘Peki, efendim.’ dedim. Çalışmalarımızı yaptık, kuruluş aşamasında Namık Kemal Zeybek bakanımız vardı, önümüzü açtı, ondan sonra siyaset bir gün oluyor her şey değişiyor. irfan Maraş MHP kanalından Kültür Bakanı oldu, bizimde imtihanların yapılması süreci, yönetmelikte sıkıntılar var, tashihi ihtiyaçlar var. O sıra, Bakan Beye, ‘Efendim, biraz daha zaman verseniz de bazı tashihatlara ihtiyaçlar var. Bunları halledebilsek...’ dedim; ‘Ahmet, hemen yarın yap!’ dedi.

Tam biz çalışmalara başlıdığımız dönem Fikri Sağlar Bey bakan oldu. O dönem soruşturmalar vs. çok sıkıntılar yaşadık ama Bakan Bey sonradan nereye giderse ‘Ahmet Bey de gelsin’ diye yanından ayırmadı. Bizim, Türk milletinin önünde olan hüsnüniyet inancımızın, vahdet inancımızın özünde iyi niyet vardır. Bu kültüründe sûiniyet yoktur. Fakat ne olduysa biz daha evvel her şeye kötü niyetle bakar olmuşuz. Hiç iyi niyetle yaklaşmak yok, hemen öyle bir şey olduğu zaman arkasından bütün siyasi endişelerin, bütün karşı fikir üretimlerini ne varsa yığar. Müfettişler, soruşturmalar, şunlar bunlar.

Tamamen masumum, tamamen kültürden başka hiçbir derdimiz yok. Bugüne kadar da siyaset ile hiçbir zaman kimse beni yan yana görmemiştir. Ulul-emre itaat farzdır ve biz her zaman bunu yapmışızdır. Bir siyasi partinin içinde ne bir üye oldum ne de bir görev aldım. Biz, bizi yönetenlere sadece ve sadece hayır duada bulunmuşuzdur. Saygıda kusur etmeyiz, kim olursa olsun. Çünkü ‘Yöneticilerinizi hayırla yâd ediniz’ der Efendimiz. Onun haricinde bir şey yapmamız mümkün değildir.

Kırık dökük tarihi Türk müziği topluluğu orada toplanmış, kuruldu ve bütün bu meseleler bu sorunlar aşıldı, tamamen yeni kadrolarla oluştu. Resmî Gazete ’ye duyuru yapıldı, imtihan için, herkes geldi, şartlara uygun olanlar sınavlara girdi, kazananlar topluluğa alındı, yeniden sıfır kilometre gençlerle. Eski kadrolardan sadece Tuğrul Bey topluluk müdürü oldu. Cüneyt Kosal orada görev aldı, onun haricindeki kadrolar hep yeni kadrolardı. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu ne zaman kuruldu? Topluluğun içinde hangi birimler vardı?

“1991 yılında kuruluş işlemlerini yaşadık. Allah'a şükürler olsun topluluğumuz kuruldu. Oradan Klasik Tasavvuf ve Mehter Mûsikîsi ile alakalı birimler oluşturduk, sonradan semazen kadrosu da oluşturduk. Zaten vakfımızda da sürekli semazen meşgul olur. Yeni kardeşlerimiz yetişir, kalifiye semazenlerimiz var, dervişlerimiz var, bütün bunlarla beraber Klasik Türk Mûsikîsi, Tasavvuf Mûsikîsi, Mehter Mûsikîsi... Bir nevi, inşallah konularını yurtiçi, yurtdışı, kıtalararası Japonyası’ndan Amerika’sına kadar. Benhem içinde bulundum, hem de genel yönetmenliğini yaptım. Başlarda Ahmet Özhan ağırlıklı bir icra pozisyonu vardı. Herkes onun beklentisi içerisindeydi. Sonradan ben yavaş yavaş geri plana çıkıp topluluğu ön plana çıkarttım. Mümkün oldukça destek olarak netice itibariyle meselenin gerisinde kaldım. Ben 2015 yılında yaş haddinden emekli olunca şimdi çok değerli kardeşim İhsan Özer sanat yönetmenliğini yapıyor. Tuğrul Bey de müdürlüğünü yapıyordu. O benden önce emekli oldu, şimdi kardeşlerimiz bize görev verdikleri zaman hayır demeden hâlâ devam etmekteyiz. Konya’ya yine topluluğumuzla beraber her yıl irtifallere katıldık. Bütün samimi, ciddi gayretlerimizle yurtiçi ve yurtdışı hâlâ devam eden bir devlet topluluğu olarak devam ediyor. Çok amaçlı, çok renkli, değişik konseptlere imza attı. Anadolu evliyaları diye bütün anadolu evliyalarını tasavvuf müziği konulu görsel efektler ile birlikte süsleyerek ortaya koyduk. Misyonunu elde etti ve sürdürmeye devam ediyor.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Ahmet Özhan 1998 yılında Süleyman Demirel döneminde devlet sanatçısı ünvanını aldı. Necmettin Erbakan Üniversitesi ve 18 Mart Üniversitesi’nden birer fahri doktora ünvanıları vardır.

“Meşk” Faktörü

Ahmet Özhan’ın “meşk” ile ilgili görüşlerinin temelinde şu görüş yatar: “Aşksız meşk, meşksiz mûsikî olmaz.”

Türk müziği özünde meşke dayalı bir sistemdir. Çok tekrar usulüne dayalı bu sistem mûsikîmizde yüzyıllar boyu sürmüştür. Çok tekrardan kaynaklı olarak eser öğrenenler, daha sağlam öğrenmiş ve öğrendikleri talebeleri aracılığı ile günümüze kadar gelmiştir.

Sizin eğitim sisteminiz içinde meşkin önemli bir yeri var. Geleneksel mûsikîmizin temelinide meşk sistemi oluşturuyor. Size göre meşk nedir ve neden önemlidir?

“Nota arşivleri eldekiler unutulmasın diye yazılmış şeylerdir. Ama usta okuduğu zaman, onu bir yere koyduğun zaman o bambaşka bir şey olur. Kafana yazmış nota olur. Nota ile ezber yapamazsınız. Nota ruhu, yorumculuğu ve hissiyatı öldürür. Mota mot notaya bağlı kalır ve öyle okursanız. Onun ne tadı ne tuzu olur. Ama usul vurarak, büyük usul vurarak, küçük usul vurarak meşk ediyorsan, ezber çalışıyorsan, musallada sorsalar söylersiniz. işin özünde bu vardır. işin özünde geleneksel meşk, usta karşısında özel ağızdan meşk etmek, bol tekrar vardır. Eserleri meşk ile öğrenmiş isen sahnede notaya gömülüp okumazsın, o zaman şakır şakır okursun. Bizim bu kadar notaya bağlı olmamız meşk usulünden gelmememiz, ezber yapmamız yüzünden kaynaklanıyor. Tasavvuf Mûsikîsinde de hep notaya gömüldük maalesef. Eskiden biz vakıfta, ilk gittiğim zaman bir tane nota yoktu. Ama bütün abiler şakır şakır bütün ilahileri okuyordu. Onlar görmüştü çünkü. Büyüklerin dizinin dibine oturup meşk ederek öğrenmişlerdi ilahileri. Biz şimdi nota ile okuyoruz, doğru bir şey değil. Üstelik de işin pratiğinde nota sizin elinizi çok bağlar, sizin hürriyetinizi elinizden alır, yorum anlamında da sizi kısır bırakır. Bir de klasik mûsikî konseri başka bir şey, tasavvuf ayrı bir şeydir. Zikir meydanında Zâkirbaşı, koro yöneten bir şef anlamında değildir. Ola ki zikir esnasında kapından Rufâi ’ye mensup bir zât girdi, bir Şeyh Efendi veyahut tanınan bir kişi girdi. Meydanın irfanı giren kişinin meşrebine uygun ilahi seçimine geçmektir. O andaki zikrin ritmine uyacak, makamına uyacak, bir de gelen kişinin meşrebine uyacak. Bütün bunları yöneteceksiniz. Notaya bakarken bunları yapamazsınız. Kocaman hafızan olacak, kuvvetli olacak, meşkin sağlam olacak, irfanın yüksek olacak, dikkatin yerinde olacak. Bütün sorumluluk Zikir Reisi ile Zâkirbaşındır. Ötekiler işin keyfini sürerler. Ama Zikir Reisi gideri, pozisyonu ayarlar, Zâkirbaşı o pozisyona göre ilahiyi ortaya atar. Bütün bunlar bir kültür, bir refleks, bir hafıza, meşk doluluğu ister. Aksi takdirde yalan, yetersiz ve fiilsiz bir iş çıkar ortaya. Onun için meydan görmeyenler, şarkı gibi ilahi okuyanlar bu işin uzağında kalmış kişilerdir. Diyeceksin ki meydan göster de meydan görelim. O meydanları, o meydanlarda ki ustaları bulmanız lazım. Biz bu kültürü almaya çalışıyoruz. Ne siyasi ne ekonomik tarafı var. Sadece kültürden, muhabbetten ibarettir. Allah'ı zikretmekten ibarettir. Aşksız meşk, meşksiz mûsikî olmaz” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).


AHMET ÖZHAN’IN ESERLERİ VE MUSİKİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI

Ses Sanatçılığı

Ahmet Özhan 1980’li yıllardan beri, Cumhuriyet tarihimizin yetiştirdiği en önemli icracılardan biridir. Sahneye ilk çıktığı on sekiz yaşından itibaren tavrı, kişiliği, yorumculuğu ve duruşu ile örnek bir sanatçı olmuştur. Yorumcu ve ses sanatçısı Özhan bu konuda şunları söylemiştir:

“Ses sanatçılığı, klasik mûsikîyi çok sevmek demek anlamına gelmez. Ses sanatçılığı tamamen fiziki bir durumdur. Bir insanın fiziki altyapısı yoksa ses sanatçılığı olmaz. O mûsikîye meraklı, düşünen, yazan çizen biri olur ya da müzikolog olabilir ama ses sanatçısı olamaz. Ses sanatçısı demek, kulağın fevkalâde küçük aralıklardaki koma sesleri duyabilmek kabiliyetine sahip olmak demektir. Burada ne kadar ses varsa hepsini duymanız gerekir. Sırası geldiğinde de bu arızaları basacaksınız. İkincisi ritim kabiliyetidir. Demek ki duyacak ve ritim kabiliyeti olacak. Bunlar yoksa ses güzelliği yeterli değildir. Zaten bunlar sesi güzelleştirir. Metabolizmanın geliştirmiş olduğu, doğuştan ses telinin, tonalitenin getirdiği bir gevreklik, güzellik, yakıcılık vardır. O da ayrı bir meseledir ama emin olun oradaki ses güzelliği 3. derecededir 1. derecede kulak duyacak. Koma sesleri duyacak ve basacak. Yani mesela; çıkıcı makamlarda çıkarken aynı perde dikleşir, inerken aynı perde pestleşir. Bunu duymazsan yapamazsın, doğru basamazsın, detone basarsın. Ne yaptığının farkına varamazsın. Bunlar fiziki özelliklerdir.

derecede ritim kabiliyetiniz olacak. Zaten konservatuvar sınavlarına girerken bir kulağa bakarlar, bir de ritme bakarlar. Ondan sonra bu işle ne derece uğraşıyorsunu anlamak için ‘Oku bakalım bir şey ’ derler. Ben konservatuvar imtihanına girdiğim zaman benden önce giren Samanyolu’nu okumuş. Ben geldim Zekai Dede ’nin ‘Cemalin Şem’ine Pervane Gönlüm’ isimli Hüseyni Aşiran şarkısını okudum. Jürinin gözleri fal taşı gibi açıldı. 17 yaşında bir çocuk okuyor düşünün. ” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Sesi nasıl korumalıyız? Sizin bu hususta yaptığınız özel şeylervarmı?

“Sese dikkat etmek lazımdır. Sesin, sesi yoracak, sesin gücünü ve kullanımını azaltacak düşmanları vardır. Çünkü ses bir adaledir. Bunu güçlü bir adale yapmak için çok çalışmak lazımdır. Adele yorgunsa, istirahatsizse kalırsın, gitmez yürümez. Zararlı olan şeylerden uzak durmak lazımdır. Bir de sürekli çalışmak gerekir. Mesela Yahudi kemancı Menuhin’in bir sözü vardır, ‘Bir gün çalışmazsam ben anlarım, iki gün çalışmazsam menejerim ve diğer saz arkadaşlarım anlar, üç gün çalışmazsam dinleyicim anlar.’ diyor. Ne kadar doğru bir sözdür bir sanatçı için değil mi?

Bu sadece onun meselesi değil bizim için de öyledir. Bir gün çalışmazsan kendin hissedersin, iki gün çalışmazsan beraber çalıştığım arkadaşlar ‘hayırdır yorgunsun, ne oluyor’ der, üçüncü gün çalışmazsan konsere çıktığın zaman seyircilere performansını gösteremezsin. Temel özellikler kendine bakmak ve ondan sonra da çalışmaktır. insanın kendi Esma terkibinin îcap ettirdiği meşrep itibariyle mûsikînin repertuar kısmına merak salmasıdır. Mesela klasik mûsikîye veya kendi kültür seviyesi itibariyle fantezi, arabesk müzik veya toprağa yakın bir hayat biçimi yaşayan insanların folklore, türkülere olan merakı ve yatkınlığı gibi. Bunlar da sosyo-kültürel özelliklerdir. Bütün bunlar toplandığı zaman karşılığında mûsikîye elyâk, kabiliyetli, becerikli, kendine bakıyorsa kalifiye bir ses sanatçısı ortaya çıkar. Bu söylediklerimin çoğunu yapmadım ama ideallere bakıyorum. Konserlerden önceki provalarım konserin aynısıdır. Orada sesim çatlar patlar, detone olurum ama sesim oturur. Konsere çıktığım zaman daha sağlam okurum, neredeyse hatasız okurum. Provaya çok inanırım, en önemli çalışmam provadır. Konserden önemlidir prova. Çünkü birkaç kere yapma şansın varsa repertuvarı orada oturtursun. Ben evvela bir bakarım repertuvara. Bunun yüzde kaçına hâkimim diye. Hâkim olduklarımın da bir provasını yaparım ama yeni baktıklarımı birkaç defa tekrar ederim.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Özhan, ses güzelliğinin yanında elbette çok çalışmanında bir sanatçı için gerekli olduğunu şöyle ifade ediyor:

“Gençliğimde çok çalıştım, o da benden kaynaklanmıyor. Hocalarımız çok çalıştırıyordu. Cinuçen Tanrıkorur, Aka Gündüz Kutbay mesela. Aka Gündüz Kutbay ile bir eser çalıyoruz. Çatı katında oturuyor o zaman. Bir Ağustos günü, terler akıyor yüzümüzden. Hatipzâde ’nin Nevâ takımını geçiyoruz. Nevâ eserlerde çok fazla göremezsiniz, en fazla ikinci satırda bir tiz nevâ vardır. Yani buna girişte çok fazla rastlanmaz. Normalde evvela eser başlar, nakaratta biraz toplar. Tiz nevâlar, gerdâniyeler meyanlarda olur. O zaman sakallı, tonton Aka abi çalıyor ben okuyorum. Bitiyor ‘Çok güzel oldu Ahmet’ciğim, şimdi daha güzel olacak. ’diyor. 7, 8, 9, 10 defa çalıp okuttu bana. Hoca 100 kere oku dese okumak zorundaydız. Onların adamlığı ve hocalığı sayesinde ben de çok çalıştım. Temel sağlamsa, takımlar, ayinler, kârlar geçersen, repertuvara epey bir hâkim olursan. Dolayısıyla sahneden de yüzünün akıyla inersin aşağı, ben o şekilde geçtim.

Ben 20 küsür senedir bu memlekette tasavvuf müziği icra ediyorum. Bana bir kişi “Ne yapıyorsun sen?” demedi. Çünkü ben sanatla meşgulüm. Benim siyasetle işim yok. Ben şu konuştuğumuz konulardaki neşeyi başkalarıyla paylaşma gayreti içerisindeyim. Başka bir derdim yok.” (Özhan, 2008, s. 97)

Ahmet Özhan ayrıca vurmalı sazlardan halile’yi üst düzeyde çalmaktadır.

Televizyon Programları

Ahmet Özhan 1973 senesinden itibaren televizyonda olmaya başlar. O dönemde sadece TRT vardır. Dönemin en popüler sanatçılarından biri olan Özhan, konser, eğlence programları itibariyle tek kanallı dönemlerde pek çok programa katılmıştır.

Yapmış olduğunuz televizyon programları nelerdir, onlardan bahsedebilir misiniz?

“Popüler bir sanatçı olarak, ben hep önemli kadroların içerisinde oldum. 1980’lerin başında tasavvuf müziği ile ilgilenmeye başlayınca her Ramazan'ın iftarı ve sahurunda yine bizde olurdu. Sonra TRT de birçok konulu programda işin içinde oldum, sunucusu olarak konseptin içerisinde oldum, konseptin içerisinde okudum, söyledim, konuk ağırladım. O tür TRT’de programlarım oldu. TGRT’de de uzun müddet programımız oldu. Koromuzla birlikte, Tarihi Türk Müziği Topluluğu ile TRT’de uzun yıllar program yaptım. Kanal 7de ‘Şarkılar Seni Söyler’ diye ilk 90’lı yılların başında, sonra TRT’de de devam etti ‘Şarkılar Seni Söyler ’ diye bize ait programlar ve kurumun konser eğlence programlarında yer aldım. TRT Müzikte ‘Şarkılar Seni Söyler ’ Ömer Tuğrul Inançerile bizleri mûsikî ile tasavvuf-irfan iklimlerine götüren, kültür ve medeniyetimizin en güzide örneklerini sunan programı yaptık” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Plak ve Albümleri

Ahmet Özhan Elli yıllık sanat hayatı süresince onlarla longplay, albüm ve cd yapmıştır. Adedini tam olarak kendiside bilmemektedir. Kendi arşivinden ve internet aracılığıyla bulduğumuz albümlerini Türk müziği ve Türk tasavvuf müziği olarak kategorize ederek listelemeye çalıştık.

Long Playler

Bak Yeşil Yeşil/ İçimde Kim Vardır Bir Bilebilsen,

Atlas Müzik-1974

Bak Yeşil Yeşil

İçimde Kim Vardır Bir Bilebilsen

Dertli / Ölünceye Kadar,

Atlas Müzik - 1974

Dertli

Ölünceye Kadar

Bir Dünya Yarattım / At Kadehi Elinden,

Atlas Müzik - 1974

Bir Dünya Yarattım

At Kadehi Elinden

Çaresiz/ Neden Kader Diyorlar,

Kervan Plakçılık - 1977

Çaresiz

Neden Kader Diyorlar

Karlı Bir Kış Günü/ Bu Son Olsun,

Atlas Müzik - 1977

Karlı Bir Kış Günü

Bu Son Olsun

Dert Çekmeye Gidiyorum/ Vaktinde Gel Sevgilim,

Kervan Plakçılık - 1978

Dert Çekmeye Gidiyorum

Vaktinde Gel Sevgilim

Sizden Biri,

Atlas Müzik - 1978

Sizden Biri

Siyah Gözde Bin Keder

Her Gece Yollarda Gözledim Seni,

Atlas Müzik - 1979

Her Gece Yollarda Gözledim Seni

Unuttun Mu Aşkımıza Ettiğimiz Yemini

Sen Mevsimler Gibisin / Mor Elbise,

Atlas Müzik - 1979

Sen Mevsimler Gibisin

Mor Elbise

Sen Hatırlar Mısın (Sanma Unuttum Seni),

Atlas Müzik - 1980

Sen Hatırlar Mısın (Sanma Unuttum Seni)

Anarken Biz Maziyi (Dua Olur Heceler)

Kır Çiçeği,

Atlas Müzik - 1980

Kır Çiçeği

Unutulmayan Sevgili

Artık Bu Solan Bahçede,

Atlas Müzik - 1981

Artık Bu Solan Bahçede

Eylül Bahçeleri

Gözlerinde Buldum Aşkı,

Atlas Müzik - 1981

Gözlerinde Buldum Aşkı

Ağlar Gezerim

Dargın Ayrılmayalım / Düşte Gör,

Atlas Müzik - 1981

Düşte Gör

Dargın Ayrılamayalım

Tel Tel Döküldü Zaman,

Atlas Müzik - 1981

Bitmez Tükenmez Bu Dert

Tel Tel Döküldü Zaman

Tesadüf,

Atlas Müzik - 1982

Tesadüf

İnan

Türk Müziği Albümleri

Bak Yeşil Yeşil,

Atlas Müzik - 1974

At Kadehi Elinden

Bak Yeşil Yeşil

Bir Dünya Yarattım

Bitmez Tükenmez Bu Dert

Bu Son Olsun

Dertli

İçimde Kim Vardır

İnan İnan ki

Karlı Bir Kış Günü

Ölünceye Kadar

Tel Tel Dokundu Zaman

Tesadüf

Çaresizim,

Atlas Müzik - 1974

Akşamın Olduğu Yerde

Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine

Bir Sen Kaldın İçimde

Boyu Fidan Salınır

Çaresizim

Duydum ki Unutmuşsun

Kadehinde Zehir Olsa

Kader

Kırk Yıllık Dost Gibiyiz

Seni Kırda Görmüşler

Şüphe Dolu Geceler

Yeşil Gözlerinden

Yine Efkârlıyım

Aşkınla Yanan,

Uzelli Kaset - 1976

Aşkınla Yanan

Başka Söz Söyleyemem

Bin Hüzün Çöktü

Birlikte Bu Akşam

Gül Olsam Yar

Meftunun Oldum

O Siyah Gözlerini

Ölürsem Yazıktır

Sen Olmasaydın

Yalancıdır Hep Aynalar

Zaman Var ki

Günümüzün Sevilen Şarkıları,

Atlas Plak -1975

Ayrılık Ümitlerin Ötesinde

Ayrılık Var Çıkan Falda

Beterin Beteri Var

Eşref

Gönül Hasta

Göreceksin

Gülünce Gözlerinin

Kapın Her Çalındıkça

Kemancı

Seni Ne Çok Sevdiğimi

Unutulmuş Ne Varsa

Yaşadım mı Öldüm mü?

Bir Tanem,

Kervan Plakçılık - 1977

Adın Düşmez Dilimden

Bahara İndi Melekler

Bir Tanem

Bu Ne Haldir Sultanım

Gittin Bıraktın

HerŞey Aşk İçin

Sen Hiç Yaşamamışsın

Sen Neşeden Haber Ver

Yandı Hayat Söndü Emel

Geceler Gariplerindir,

Kervan Plakçılık - 1978

Aldırma Gönül

Ayrılık Yaman Kelime

Geceler Gariplerindir

Hastayım Yalnızım

Makber

Ölüyorum Kederimden

Ömrümün Son Saati

Rüya Gibi Uçan Yıllar

Sevgilim Dinle

Sevmedim De Gönül

Söyleme Bilmesinler

Söyleyemem Derdimi

Neşe KARABÖCEK

Uzelli - 1979

Ahmet Özhan - Ben Melâmet Hırkasını

Ahmet Özhan - Bu Ne Haldir Sultanım

Ahmet Özhan - Gönlüme Gir Dal Güneşim

Ahmet Özhan - Sen Neşeden Haber Ver

Ahmet Özhan - Şu Yalan Dünyayı

Ahmet Özhan - Zulmetle Ayrılık

Neşe Karaböcek -Aradı Buldu Beni

Neşe Karaböcek - Ayrılık Kolyesi

Neşe Karaböcek - Bahçenizde Gül Var mı?

Neşe Karaböcek - Çay Elinde Öteye

Neşe Karaböcek - Göz Yaşı Yalan Söylemez

Neşe Karaböcek - Hayli Zamandır Beklettin Beni

Neşe Karaböcek -. Mektup Selam Eyle Bizdende

Neşe Karaböcek - Ud Taksimi - Bir Meçhule Giden Dünya

Kır Çiçeğim,

Atlas Müzik - 1980

Açılır Gonca Gül Yar

Aksam Oldu Hüzünlendim

Anarken Biz Maziyi

Bin Hüzün Çöktü Yine

Bu Son Olsun

Duydum ki Unutmuşsun

Gül Olsam Yar Sümbül Olsam

Her Gece Yollarda

Kadehinde Zehir Olsa

Kırk Yıllık Dost Gibiyiz

O Siyah Gözlerini

Ölürsem Yazıktır

Sen Olmasaydın

Unuttun Mu Aşkımıza Ettigimiz Yemini

Yalancıdır Hep Aynalar

Zaman Var

Güneşin Battığı Yerde,

Kervan Plakçılık - 1981

Çekemezler Sevgimizi

Esmer Ona Derler

Güneşin Battığı Yerde

Her Halinle Her Şeyinle Güzelsin

Keman Taksimi

Kıymetini Bil

Mihrabım Diyerek

Sen Gençliğimin Katilisin

Sen Gül

Yanakların Çiçektir

Yasak Aşk

Zaman Akıp Gider

Zeytin Gözlüm

Hoşgeldin

Kervan Plakçılık - 1982

Hoşgeldin

Şarkımı Senin İçin Yazdıgımı Bilseydin

Hadi Canım Çekinme

Annem

Selamı Sabahı Kesiver Gitsin

Nafile Yalvarm

Bir Garip Orhan Veli

Yeter Acı Çekme Derler

Alın Yazımsın

Kaderimde Hep Güzeli Aradım

Gönül Kuşu

Ahmet Özhan ve Klasik Türk Sazları Beşlisi,

İsviçre Konseri - 1983

Açılış - Akşamın Olduğu Yerde

Hayat Budur Sevgilim

Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme

Söyleme Bilmesinler

Dertliyim Ruhuma Hicranımı

Doymadım Sana

Nasıl Anlatsam Bilmem

Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine

Kalbim Yine Üzgün

Gurbet O Kadar Acı Ki

Zeytin Gözlüm

Aylar Geçiyor

Sabret Gönül

Hüzün,

Kervan Plakçılık - 1984

Bırak Böyle Kalalım

Bunca Güzel İçinde

Cimri mi Cimri

Gözlerin

Gün Be Gün Yaşanan O Hatıralar

Gurbet Elde Hasta Düştüm

Hoşgeldin Gurbetçim

Hüzün

Ne Zaman Başlar Bilinmez

Ömrümüzün Son Demi

Sen Bir Parça Seviver

Vücud İkliminin Sultanı Sensin

Ahmet Özhan ve Klasik Türk Sazları Beşlisi,

NY Türk Konseri - 1984

Açılış

Beyati Peşrev Bağlı Müşterek Taksim ( Tambur-Ney)

Hicaz Hümayun Peşrev

Potpori

Tanıtım ve Giriş

Segâh Peşrev

Tut-i Mucize Guyem

Hal-i Dil-izarımı Duysa Cihan

Meftun Olalı

Bahar Oldu Sular Akar

Tal’at Eyler Dil-i

Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme

Bölüm Geçiş

Dertliyim Ruhuma Hicranımı

Yılları Durduracak

Bir Şarkı Duyarsan

Ateş Olup Yaksanda

Tasavvuf Mûsikîsi Bölüm Açılışı

Ney Taksimi - Doğan Ergin

Tasavvuf Mûsikîsi

Kapanış

Ömrümüzün Baharı,

Atlas Plakçılık - 1985

Ömrümüzün Baharı

Gece Gözlüm

Seni Ben Unutmak İstemedim Ki

Sevgi Çiçekleri

Aşk Böyledir

Yalvar

Ben Bir Küçücük Sevdalı Kuşum

Görünmeden

Yıllar Yılı Belde Belde Aradım

Çiğdemler Açmış Dediler

Üçüncü Cemre

Yalnız Beni Sev

Kader,

Harika Müzik - 1986

Akşamın Olduğu Yerde

Aman Yandım Elinden

Aşk Denen Şarkı

Buse Dolu Geceler

Cûş Edelim Gel

Gül Bahçelerinden Her Geçişte

Kalbimde Yer Yok Senden Başka

Kalbimdeki Yara

Meftunun Oldum

Mevlam Sabırlar Versin

Ömur Diyorlar Buna

Yaralı Bir Kuşum

Yeşil Gözlerinden Muhabbet Kaptım

Yine Efkârlıyım

Gel,

Kervan Plakçılık - 1986

Gelsen Ne Olur

Hiçbir Şeyde Gözüm Yok

Sonbahar Vurgunu

Gelde Bitir

O Çeşme

Al Gülün Dalında

Candan Öte

Dön

Yıldızlar Saçılmış İnci Gibi

Söyle Bana

Mutluluk

Kıymetini Bilemeden

Sevgiliden Hatıralar,

Atlas Müzik - 1989

Aşksız İçenin

Bahar Hasreti

Biz Güzeliz

Can Bu Tenden

Can Var

Dilsiz Dudaklar

Duy Varsa

Gel

Gül Bahçeleri

İlk Bahar

Konuğum Bu Gece

Sevginle

Ya Olduğun Gibi

Yaydan Fırlayan

Yeni Seyler

Gönül Kuşu,

Kervan Plakçılık - 1991

Alın Yazımsın

Ayrıldılar Çıkan Falda

Beterin Beteri Var

Bir Kadın Var Şu Şehirde

Bir Selam Göndersen

Çekemezler Sevgimizi

Esmer Ona Derler

Geceler

Gönül Hasta

Gönül Kuşu

Göreceksin

Her Halinle Her Şekilde Güzelsin

Kemancı

Nafile Yalvarma

Peşrev - Kapın Çalınca

Tanbur Taksimi - Ümitlerin Ötesinde

Unutulmuş Ne Varsa

Yeter Acı Çekme

Nar Tanem Rüya,

Çınar Müzik - 2003

Artık Bu Solan Bahçede

Bak Yeşil Yeşil

Bir Gönül Vardı Bende

Biraz Kül Biraz Duman

Elbet Birgün Buluşacağız

İnan İnan Ki

Nar Tanem

Rüya Gibi Uçan Yıllar

Sarı Yerli

Seni Aşksız Bırakmam

Sonbahar Vurgunu

Yarab

Yemin Ettim

Yeşil Gözlerinden Muhabbet Kaptım

Ben Seni Unutamam,

Stüdyo Marşandiz - 2003

Tek Kurşun

Bu Akşam Yine Dertlerimle

Çiçek Nedir Görmeden

Ben Seni Unutamam

Gizli Aşk

Manolyam

İmkânsız

Üç Ölüm

Bir Sevgi İstiyorum

Günlerdir İçime Çöktü Ayrılık

İkinci Bahar

Sayamadım Kaç Yıl Oldu

Ah Le Yar

Yüzyılın Şarkıları,

İstanbul Organizasyon - 2007

Hüzün

Rüzgâr Söylüyor

Hüzün Çiçeğim

Yalan

Enginde Yavaş Yavaş

Şimdi Uzaklardasın

Bakmıyor Çeşm-i Siyah

Kimseye Etmem Şikâyet

İnleyen Nağmeler

Dün Gece Mehtaba Dalıp Seni Andım

Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim

Leyla Bir Özge Candır

Saçların Tarumar

Nihansın Dideden

Eski Dostlar

Gülmira,

Esen Müzik - 2014

Duman Duman Tütüyorum

Ah Aşk

Heyhat

Aşk Tangosu

Ben Unutsam Şarkılar Unutmaz Seni

Gülmira

Korkuyorum Sana Nazar Değecek

Yalansın

Dalgalar

Yaramaz

Padişah Bestekârlar,

Asır Müzik - 2007

Beyati Pesrev

Beyati Yuruk Semai

Buselik Şarkı

Evic Agir Semai

Evic Saz Semai

Hicaz Ney Taksimi

Hicaz Şarkı

Hicaz Sirto

Huseyni Şarkı

Huzzam Şarkı

Huzzam Şarkı

Muhayyer Şarkı

Muhayyer SunbuleŞarkı

Sehnaz Şarkı

Sevkefza Şarkı

Zavil Tanbur Taksimi

Zavil Yuruk Semai

Sevki Bey Eserleri,

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Müdürlüğü

Ürün Yayınları-2008

Kemençe Taksimi

Kimseler Gelmez Senin Feryad-ı Ateş-Barına

Esir-i Zülfünüm Ey Yüzü Mahım

Hastasın Zannım Vefa Mahzunusun

Dağlar Dayanmaz Eninine Dil-i Mahzunumun

Gülzara Nazar Kıldım Virane Misal Olmuş

Nedir Bu Haletin Ey Meh Cemalim

Emel-i Meyl-i Vefa Sende Var, Bende de Var

Kanun Taksimi

Gönlümü Dûçar Eden Bu Hale Hep

Tambur Taksimi

Küşade Tali'im Hem Bahtım Uygun

Bas Kemençe Taksimi

Bağlanıp Zülf-ü Hezeran Tabına

Bilmiyorum Bana N’oldu

Affeyle Suçum Ey Gül-i Ter

Dil Yaresini Andıracak Yâre Bulunmaz

Hacı Arif Bey Şarkıları

Âşık Oldur Kim

Bahâr Oldu Sular Akar Çayıra

Bakmıyor Çeşm-i Siyah Feryâda

Ey Âteş-i Gam Bağrımı Yak

Gurûb Etti Güneş

Güzel Gün Görmedi Âvâre Gönlüm

Hâl-i Dil-i Zânmı

Hâtırımdan Çıkmaz Aslâ

Kanlar Döküyor Derdin İle

Meftûn Olalı

Muntazır Teşrifine Hâzır Kayık

Niçin Mahzun Bakarsın

Olmaz İlaç Sîne-i Sâd-pâreme

Söyle Nedir Bâis-i Zârın Gönül

Vuslatından Gayr El Çektim

Vücûd İlminin Sultânı Sensin

Türk Tasavvuf Müziği Albümleri

İlahiler - 1986

Aşkın ile Âşıklar

Bağrımdaki Biten Başlar

Canım Kurban Olsun

Gece Gündüz

Gelin Gidelim

Mest-u Hayranım

Mevlam Sana

Neyleyim Dünyayı

Nur-i Cemali

Saz Eserleri

Sol Cennetin Irmakları

Yaylı Tambur Taksimi

Güldeste [3 CD],

Sera Yapım 1992

Al Sultanı

Affet İsyanım Benim

Âlemler Nûra Gark Oldu

Arayı Arayı Bulsam İzini

Aşkin ile Âşıklar

Ayirma Beni Senden Yaradan

Bagrimdaki Biten Başlar

Ben Bu Yolu Bilmez İdim

Ben Yürürem Yane Yane

Bir Mahşerdir Kopup Gelen

Can Yine Bülbül Oldu

Canim Kurban Olsun

Dertli

Dervislik Baştadır

Devran Bu Devran

Gaflet Uykusunda Yatar Uyanmaz

Gani Mevlam Nasip Etse

Gece Gündüz

Gece Gündüz Döne Döne

Gelin Gidelim

Gönül Hayran

Güzel Âşık

Hak Serleri

İlim İlim Bilmektir

İsmi Subhan

Kâbenin Yolları

Mest-u Hayranım

Mevlâm Sana

Mulki Bekadan Gelmisem

Mustakim Yâre

Neyleyim Dünyayı

Nûr-i Cemâli

Saz Eserleri

Sol Cennetin Irmakları

Solmadan Bağın

Su Benim Divane Gönlüm

Tende Canım

Yanmaktan Usanmazam

Yaylı Tanbur Taksimi

Yemen Elleri

Yunus Diye

Mevlana’nın Dilinden,

İstanbul Organizasyon - 2005

İlkbahar

Gül Bahçelerinde

Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım

Ya Olduğun Gibi Görün Ya Göründüğün Gibi Ol

Bahar Hasreti

Can Var Can İçinde

Konuğum Bu Gece Sana

Aşksız İçenin Neş'esi Artmaz Burda

Dili Kontrol Edebilmek

Duy Varsa Gücün Eğer

Sevginle Ne Mümkün Beraberken Uyumak

Dilsiz Dudaksız Sözler

Can Bu Tenden Gitmedikçe

Biz Güzeliz Sen De Güzelleş

Gel

Son Söz

Ramazan İlahileri,

Akustik Müzik - 2006

Ney Taksimi - Ezan

Tevbe Edelim

Nur İle Doldu

Mübarek Ramazan Geldi

Saladir Mu’mine Gelsin

Savmu Selatla Sad Oldu Diller

Mu'minlerin Bayramidir

Feyiz Dolu Demlerin

Saye Saldi Ehl-i İman Ustune

Müjde Mü’minler Size

Donandı Her Yer Kandiller ile Mahur Sugul

Sure-i Kadr'de

Elveda

Bayram Edelim

N’oldu Bu Gönlüm

Hac İlahileri - 2007

Gani Mevlam

Edeb

Kâbe’nin Yolları

Vardır Bizi Beytullaha

Hicaz İlleri

Merhaba Kabetullah

Müminin Kalbi Beytullah

Medine

Mail Oldum

Sırrı Tevhid

Giydim Hırkayı

Vasıl Olmaz

Milk-i Bekadan Gelmişem

İlahiler - Gönül Pınarından - 2007

Ney Taksimi

Neyleyim Dunyayi

Mevlam Sana

Gece Gündüz

Mestu Hayranım

Gelin Gidelim

Saz Eserleri

Nur-i Cemali

Ömrün Bitirmiş

Yaylı Tanbur Taksimi

Canım Kurban Olsun

Şol Cennetin Irmakları

Ben Yürürem Yane Yane

Âlemler Nura Gark Oldu

Bağrımdaki Biten Başlar

Aşkın ile Âşıklar

Gaflet ile Hakkı

Gül Yüzünü

Edep Yahu,

Akustik Müzik-İsyanbul Organizasyon - 2008

Gani Mevlam

Edeb

Kabenin Yolları

Vardur Bizi Beytullaha

Hicaz İlleri

Merhaba Kabetullah

Muminin Kalbinde Beytullah

Medine

Mail Oldum

Sirri Tevhid

Giydim Hirkayi

Vasil Olmaz

Milk-ı Bekadan Gelmişem

Mevlananın Dilinden (Sevgiliden Hatiralar) ,

İstanbul Organizasyon -2008

Aşksız İçenin

Bahar Hasreti

Biz Güzeliz Sende Güzelleş

Can Bu Tenden Gitmedikçe

Can Var Can İçinde

Dili Kontrol Edebilmek

Dilsiz Dudaksız Sözler

Duy Varsa Gücün Eğer

Gel

Gül Bahçelerinde

İlkbahar

Seninle Ne Mümkün Beraberken Uyumak

Son Söz

Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım

Konuğum Bu Gece Sana

Ya Oldugun Gibi Görün

Ateşi Ask 1 (Şehnaz-Muhayyer),

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009

Şehnâz Tanbur Taksimi - Özata Ayan

Lâ mevcude İllâ Hu-Şehzâde Mehmet Seyfeddin Efn.

Yürük de İrmenler Gibi - Dede Efn.

Kerim Allah - Dede Efn.

Gubâr-ı Pâyine Almam-İzzettin Hümâyi Elçioğlu

Bana Bu Ten Gerekmez-Hafîz Sadettin Kaynak

Zâhid Bir Ta'n Eyleme-Selahaddin Demirtaş - Acep hayran oldu

Muhayyer Geçiş Taksimi-Ud Bülent Selçuk

Cemalin hüsnüne-Hüseyin Sebilci-Muhayyer ylahi

Şuride vü Şeyda kilan-Zekâi Dede-Muhayyer ilahi

Toprakta yatacak teni

Muhayyer kürdi Geçiş Taksimi-Kemençe Sertaç Tezeren

Allah Diyelim Dâim-Selahaddin Demirtaş

Hak Şerleri Hayreyler-Selahaddin Demirtaş

Düşeli Bu AşkIn Eline-Dede Efn.

Ateşi Aşk 2 (Suzidil-Neva),

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009

Suzidil Tambur Taksimi-Özata Ayan

Ey Padişah-ı Lemyezel-Selahaddin Demirtaş-Suzidil Cumhur

Gördükta O Rûy Üstüne-Hacı Hâşim Bey-Yürük semai

Yüce Sultanım-Zekâi Dede Efn.

Şeha bu Benliği-Râsim Efn.

İsteyen Yârin

Âteşine Zened-Selahaddin Demirtaş-Durman Yanalım

Nevâ Geçiş Taksimi-Kanun Gökhan Çağlı

Bir ismi Mustafa-Savt-Nevâ

Hâlet ile-Eyyûbi Mehmet Efn. -Nevâ

N'oldu Bu Gönlüm-Nevâ

Vakti Seherde-Hafız Post-Nevâ

Cân ellerinden gelmişem-Bir tahta yaratmışsın-Muallim

Ateşi Aşk 3 (Bektaşi Nefesleri),

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009

Nev’eser Kemençe Taksimi

Âlem Yüzüne Saldı Ziya- şeyh Hüseyin Baba

Hakdır Allah’ım

Güzel Aşk Cevrimizi-Hüseyin Sebilci

Hicaz Kanun Geçiş Taksimi

Safa Geldin-Hicaz Nefes

Önüme Bir Cebel Düştü-Hicazi-Uşşak Nefes

Seyrimde Bir Şehre VardIm-Ahmet Hatipoğlu

Hüseyni Ney Taksimi

Vücudum Şehrini-Hüseyni Nefes

Üksir-i Âzamdır-Hüseyni Nefes

Bülbül Olsam-Hüseyni Nefes

Dün Gece Seyrim İçinde-Hüseyni Nefes

Şükür Bizi Bu Meydane

Bak Vech-i Yâre ya Hây, Aynayı Tuttum Yüzüme -Cüneyt Kosal-

Ateşi Aşk 4 (Hicaz-Nikriz),

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009

Taksim

Ya Resullallah Bize Göre-Şikârizâde Şeyh Haci Ahmet Efn.

Esmâ-i İlâhiyyede-Devr-i Hindi

Çün Doğup Tuttu Cihan

Hicaz Ara Taksim-Rebab M. Refik Kaya

Ey Âlemlerin Şâhi-Dede Efn.

Ey Garip Bülbül-Şeyh Ali Şir ü Gani Dede

Hiç Bulunmaz Akranı-Şeyh Hüsnü Efn.

Rûy-i Siyahım-Şeyh Ahmed Muhtar Efn.

Gelin Gidelim-Dede Efn.-Sofyan-Ey aşikan şeyh mes'ud Efn

Nikriz Geçiş Taksimi- Ud Sedat Başar

Mestâne-i Aşıkam-Zekâi Dede

Âşıklar Sadıklar-Zekâizâde Hafiz Ahmet Irsoy

Nikriz Ara Taksimi-Kanun Gökhan Çağlı

Hak Bir Gönül Verdi Bana-Ahmed Hatipoğlu

Ya Resullallah Cemâlin

İstediğimi Buldum-Muammer Dede

Ey Aşikan Ey Aşikan-Cüneyd Kosal

Ateşi Aşk (Hüseyni-Evic),

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık - 2009

Hüseyni Taksim-Rebab M. Refik Kaya

Ravzana Çün Yüz Süren-Lâtif Ağa

Varsam Bir Amile Sorsam-Balat Şeyhi Sünbüli Kemal Efn

Ehl-i Hakka Sıdk İle-Hüseyin Sebilci

Hayıf Benim Bunca Geçen Ömrüme

Zâhit Bize Tan Eyleme

Ey Risâlet Tahtını

Tedbirini Terk Eyle

Eviç Taksim-Ud Sedat başar

Bi Sultan er-Rifâi

Oldum Elem-i Cürm ile-Hafiz Şevket efn.

Canim Kurban Olsun Senin Yoluna-Muzaffer Ozak

Benim Maksudun Âlemde-Zekâi Dede-Ferahnâk ilâhi

Mevlâm Senin Âşıkların

Gel Gel Yanalım

Tehi Sanman Siz Beni

İlahiyat-ı Kenan

Ya Rasullah, Ya Mahbube Rabbil Âlemin

Neye Beyhude Emekler Neye Bu Sa’y ü Emel

Canı Candır Hazreti Ahmed Muhammed Mustafa-Ehli Beyt

Kemençe Taksimi

Öyle Bi Mahbuba Verdim Gönlümü Almak Muhal

Tambur Taksimi

Yar Elinden Aşk Meyin İçimsiz

Yoldaşım Gel Allah Diyelim

Şah İken Lâhuta Ey Aşk Sernigun Ettin Beni

Sen Bil Ki Musemması Munezzehdir Huda’nın

Nutku Şerif-Ö.tuğrul İnançer

Hak Süretidir Âlem-i İmkân ile Âdem

Kaside-i Bürde

Bir Nokta İdim Kıldı Beni Kamet-i Tuba

Ten-i Âdemdeki Can Bil Ki Edebdir

Ud Taksimi

Kalbimin Levhinde Ancak Kamet-i Yar Elfi Var

Ben Ben İsem Canda Değil

Ney Taksmi

Ey Habib-i Muhterem, Lutf Et Şefaaat Kıl Bize

Kanun Taksimi

Neden Şevka Bu Nefesinden Reva Mı Bilmek Kıymet

Biçareyim Tevvesül Edecek Bir Amelim Yok

Ahmet ÖZHAN- Itri

2012

Nat Buhurizade Mustafaltri Efendi

Neva Kar

Salât-i Ummiye

Segâh Tekbir

Segâh Yuruk Semai

Tambur Taksimi

Son Nebî,

Esen Müzik -2013

Es Selam Ey Ahmed-i Muhtar Olan Son Nebi

Senden Gelir Cevr-ü Cefa

Aşkın Kuluyuz Mevleviyiz Biz

Şehitlerin Serçeşmesi

Ey Gönül Bakma Cihâne

Zahid Bizi Tan Eyleme

Maksadı Âşıkların

Âlemi Sen Kendinin Kulu Kölesi Sanma

9.Senden Meded Senden Meded

Can Bula Cananını

Birlik Olalım

Meded Kıl Derdime,

Çınar Müzik -2014

Allah Rabbi

Allah Seni Yarattı

Hidayete Ermişiz

Hz Allah u Teâlâ

İlallah

Meded Kıl Derdime

Mevlam Sana Ersem Diye

Sensin Hakkın Habibi

Tende Canım,

Çınar - Müzik 2017

Aşkın Meyine Ben Kane Geldi

Bakıp Cemali Yâre Çağırıram Dost Dost

Bulan Özünü Gören Yüzünü

Can Yine Bülbül Oldu

Derman Arardım Derdime Derdim Bana Derman İmiş

Esmai İlahiyede Bi Had Hünerim Var

Ey Garip Bülbül Diyarın Kandedir

Gir Semaa Zikrile Gel Yane Yane Hu Deyü

Gönülleri Doldurur Erenlerin Halveti

Hakkı Seven Âşıkların

Her Neye Baksa Gözün Bil Sırrı Sübhan Andadır

Kandedir Cehl İle Zulmet Nefsi Subanındadır

Ol Cihanın Fahrinin Sırrına Kurban Olayım

Sevdim Seni Hep Varım Yağmadır Alan Alsın

Tende Canım Canda Cananımdır Allah Hu Diyen

Yine Dil Natını Söyler Muhammed

Zati Hakda Mahremi İrfan Olan Anlar Bizi

Çün Sana Gönlüm Müptela Düştü

Çıkıp Hüccac İle Gitmek

İnile Ey Dertli Gönül İnile

İster İsen Bulasın Cananı Sen

Best Of İlahiler ve Düetler,

Avrupa Müzik - 2016

Hak Bir Gönül

Demedim mi?

Bana Seni Gerek Seni ft Gülben Ergen

Durmaz Lisanım

Muhabbet Bağinda ft Kubat

Uyan Ey Gözlerim

Yürük Değirmenler Gibi ft Serkan Çağrı

Allah Allah Şükren Lillah

Gel Gör Beni ft Yonca Lodi

2.4. Konya Şebi Arus Programları

Şeb-i Arûs veya Şeb-i Ur, ilki Farsça, İkincisi Arapça olan kelimelerle yapılmış bir terkiptir. Farsça bir kelime olan Şeb, 'gece'; Arapça bir kelime olan Urs, 'düğün', 'düğünde verilen ziyafet'; urs kelimesinden türetilmiş Arûs kelimesi ise 'gelin' demektir. Şeb-i Arûs (veya Şeb-i Urs) “gelin gecesi”, “düğün gecesi”, “gerdek gecesi” anlamlarına gelen; Hz. Mevlânâ'nın vefat gecesini ve bu gecenin yıl dönümlerinde yapılan töreni ifade eden bir Mevlevi terimidir. Bu gece, âşık sevgilisine, dost dostuna kavuştuğu için gerdek gecesine benzetilmiştir.

Mevleviler, Hz. Mevlânâ'nın eserlerinde, özellikle de gazel ve rubâilerinde açıkladığı ölüm anlayışına istinâden, onun vefât gecesini, dünyadan ayrılık gecesi olarak değil, Cenabıhakk’a kavuşma gecesi olarak nitelendirdiler. Bunun için de o geceyi Şeb-i Arûs olarak adlandırdılar ve törenler düzenlediler. Hz. Mevlânâ’nın vefatından sonra Şeb-i Arûs terimiyle adlandırılmasındaHz. Mevlânâ'nın “Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür” sözü ile oğlu Sultan Veled'in, “Âşıklara ölüm, düğündür”sözünün açık etkisinin olduğu düşünülebilir (Karaköse, 2019).

Kaç yıldır Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus programlarına katılıyorsunuz?

“Hz.Mevlânâ bu topraklardaki herkes için çok güzel bir figürdür; bir gönül figürüdür. Bir Islâm, bir aşk figürüdür. O ‘gel ’ çağrısı ile hemen beşerî seviyede de olsa her şeyi davet eder. Çocukluğumuzda benim babam, bu meselelere yüksek ilgili bir insandı. Ben ilahiyi, Hz. Mevlana’yı, Hazreti Yunus'u, Resulü Zişan efendimizi, hepsini babamdan meşk ettim. Onun ilahileri ile büyüdüm. Sonra 1980 yılında Çinuçen Tanrıkorur abim, Bayâti Araban Ayini Şerifi Konya ayin yarışmasında birinci oldu. Yeni dönemlerde ayinler elde edersin diye 74 senesinde Rahmetli Sadettin Heper Hoca kendi meşkinde bulunan ayini şeriflerini toplamış. Konya Turizm Derneği Rahmetli Feyzi Halıcı’nın başında olduğu 50 tane ayini tespit edilip kitabı basılmıştı. Sonradan tabii konservatuvar yayınlarında olan ayinler de vardı onun içerisinde. Sonra da yeni dönem bestecilerinden de bir ayin yarışması açıldı.

Cinuçen Tanrıkorur’un tatil yaptığı bir yere gitmiştim. Önüme büyük bir boyutta A5 kâğıdında bir not attı. Notu elime aldım, Bayâti ayini Şerif. Tesbit eden Çinuçen Tanrıkorur yazıyordu. Ben orada öğrendim bunu. Ondan beri o kadar çok meşgul ettik ki Bayâti Araban ayini şerifi, ben ezbere biliyorum. 1980 senesi içinde bu yarışma yapıldı. Bu yarışma için bestelemiştir. ‘Bizim Bayâti Araban ayini şerifi, ayin birinci oldu yarışmada ’ dedi. Meydan göreceksen, sen de gel dedi. Hatta Tuğrul abi ile beraberdik. Onunla da Üsküdar Mûsikî Cemiyetinden tanışıyorlar. Tuğrul’da gelsin dedi. Siz de gelin dedi. 1980 senesinde mıtrıba çıktık. O gün bugün 37 senedir, bu aralık ayında idrak ettik. 37 senedir orada bulunma şerefine lütfu keremine eriştim. Allah işe yaradığı müddetçe de oraya hizmet etmeyi nasip etsin diye niyazim var. Ve ondan sonra her sene orada ayin okumaya başladı. Tabii insanlar otuz kişi içinden hep Ahmet Hoca sana bakıyorlar. Önceleri o küçük salonda icralar yapardık. Yüzüncü Yıl salonunun girişindeki, sağdaki küçük salonda yapılırdı. Önceden saz eserleri yaparlardı. Beşer'in sadece bir gösteri eğlence gibi yaklaşıldığında genel anlamda, özel irfanlı kişileri tenzih ederim gürültü, şakırtılar, patırtılar saz eserleri dinleniyor, dinlenmiyor, insanların da gözü üstümden düşmüyor. Ben de “ilahi okusam mı acaba?” dedim. insanların karşılamak anlamında şan şöhret peşinde olmadan zaten fi sebilillah bir hizmettir bu. Evvela pek hoş karşılamadılar. Sanki bir adım öne çıkmak istediğimi düşünerek, sonra da neyse hadi bakalım, oku bakalım demeye başladılar. Öyle başladı. Alev gibi yaktı ortalığı. Ondan sonra bu hizmette benim için hayatımın orada geçirdiğim on gün yegâne bayramım oldu. O kadar haz aldığım sevdiğim bir on gün daha yok. Konya'daki o irtifaller ki Hazreti Mevlâna’nın yanında onun hoşgörüsü, tüm varlığımı kaplıyor. Bu bana çok haz veriyor. O on gün bana yetiyor, o duygular içerisinde, ayrı repertuvarlar içerisinde, her yıl gündemler oluşturmaya çalışıyoruz” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Her yıl aynı repertuvar okunmuyor. Repertuvarları neye göre belirliyorsunuz?

“Arabî ayların özelliklerine göre repertuarları yapıyoruz. Ramazansa, Ramazan ilahileri; Muharrem ise Kerbela ilahileri. Çeşitli bayram zamanlarına denk geliyorsa, onunla ilgili ilahiler, o işin irfanını ortaya koymaya çalışıyoruz. Dergâhı şerifte ilahi atılırken içinde bulunulan zaman diliminin irfanına göre ilahi atılır repertuvara. Yani Muharrem ayında kalkıp da Rebiülevvel ilahisi okunmaz. Okunursa bir şey olur mu, olmaz ama meselenin irfan'ı Arabî ayların islam kültürü adını özelliklerini vurguladı. Meseleleri daha içten algılayıp o tecrübe o irfanla günümüzü okuyabilme imkânı verir. Bize bu imkân Tasavvuf müziğinin en önemli görevciliği budur. Arabî ayın irfanı neyi icap ettiriyorsa onu tekrar etmek değil, onu tekrar şuurlandırarak insan kendi bünyesinde bugünün Kerbelası neyse Hüseyin'i duruş nasıl icab etmesi gerekiyorsa ona hazırlar. Yoksa 1400 sene öncesinde “vah Hüseyin, ah Hüseyin ” diye dövmenin anlamı yok. Bugünkü Kerbela nedir, bugünkü Hüseyin'i duruş nedir, bunu bilmeyi ve ona göre yaklaşmayı yeniler, hadise budur. Tasavvuf müziği bunun için vardır, meselesi bulur. Yoksa “lay lay lom” değil. Yoksa Ramazan ilahisinin içerisindeki o güzelim anlamları bir kere daha şuurlandırarak Ramazan'ın kadrini kıymetini bilmek içindir. Onun disiplinine tam manası ile uyumaya gayret etmek bütün ayların özelliği Rebiülevvel ayında mesela Muhammed'i duruş nedir? Bu ilahilerle bunu anlatmaya çalışırız. Tövbe aylarında, tövbe ilahileri.Onun için bu repertuvarların hepsinin bir anlamı vardır.Tasavvufî hayat yaşam biçimidir ve bunlar meşk edildiği zaman maksat hâsıl olur. Işte Konya'da her sene Hazreti Mevlâna’nın,“Ben yaşadıkça Kur'an'ın kölesiyim, Ahmet'i muhtarın bastığı yerin tozunun zerresiyim ”. Ben ne kadar Kur'an'ın kölesiyim, ben ne kadar Kur'an'ın irfan'ı ve işaretini hayatımda biçimlendir mişim, ben ne kadar Muhammed'in ahlakıyla ahlaklan mışım? Eşyanın hakikatini, olayların hikmetini nasıl bir Muhammed’i bakışla bakabiliyorum? Tüm bunları çek etmek lazım. Tasavvuf Mûsikîsinde kasıt işte tüm bu söylediklerimdir. Tasavvuf Mûsikîsi ile uğraşanların alt yapısında bunlar olmalıdır.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Besteleri

Bestecilik yönünün çok kuvvetli olmadığını söyleyen Özhan mevcut bestelerin muhabbetten müteallik olduğunu ve icra yapmayı daha çok sevdiğini vurgulamıştır.

Özhan’ın yapmış olduğu çeşitli makamlarda 12 adet bestesi vardır. Bu bestelerin usulleri sofyan (7), düyek (2), raks aksağı (1), müsemmen (1), curcuna (1) ve makamları Hicaz (2) , Eviç ( 1), Hicazkâr (1), Hüzzam (1), Kürdili Hicâzkar (1), Sabâ (1), Segâh (1), Hüseyni (1), Uşşak (1) ve Bestenigârdır ( 1).

Özhan bestecilik yönü ile ilgili ayrıca şunları ifade ediyor:

“Birtakım bestelerim var tabi ama öyle bir yönüm yok benim. Çok kudretli bir sestekâr değilim. Hakan Alvan gibi, Sami Özer gibi çok güçlü bestekârlar var. Onların eserlerini okumak bana çok daha büyük haz veriyor ve gurur duyuyorum. Hem de hakikaten meseleyi de biliyorlar, hâkimler. Benimkiler muhabbetten müteallik çıkmış eserler. Onları benim çalışma saham olarak kabul etmem. Kaç tane olduğunu bilmiyorum. Eviç, Hicaz, Hüseyini, Muhayyer, Suzinak ilahiler var, ama kaç tane olduğunu bilmiyorum. Bu ilahileri yazarken meseleye sadece tebessüm ile yaklaştığım bilinsin isterim. icra konusunda ise; severek yaparım yorum yapmasını, icra yapmasını çok severim. Allah'a hamdü senalar olsun. Ama bu meselede çok iddialı olmadığımı söylemek isterim.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Sinema Filmleri

Ahmet Özhan on sekiz yaşında şöhret olmuş ve hayatı boyunca hep gündemde kalmıştır. İlk meşhur olduğu dönemlerde, o da dönemin gereği olan sinema ve dizi filmleri çekmiştir.

Özellikle gençlik dönemlerinizde, meşhur olmanızla birlikte sinema filmleride çekmeye başladınız. Daha sonrasında da sizin birkaç tane dizi filminizi izledik. Sinemaya ne zaman başladınız ve kaç film çektiniz?

“Dünyanın her yerinde meşhur olmuş şarkıcılara film çevirdiler. Filmde meşhur olmuş insanları, halkın daha yakından görmesi için show yaptırırlar, şarkı söyletirler, daha interaktif bir ilişki kurmak için o konumu, o popüleriteyi yapmak için ne lazımsa kullanırlar. Benim filmlerim de Hacı Arif Bey, Hafız Yusuf Efendi ve Aliş ile Zeynep haricinde diğerleri aşağı yukarı bu anlamdadır.

Çocuğumu istiyorum, Bak Yeşil Yeşil, Çaresiz, Küçük Bey, Gönülden Gönüle olmak üzere beş tane film ve üç tane televizyon dizisi. Sinema sanatı ayrı bir konudur, cefâsı çekilmesi gereken eğitimi alınması gereken A'dan Z'ye kameranın önünden arkasına meselenin tam algılanıp sonra sosyal devinim içerisinde neyi dinlendirmenin doğru olacağını seçerek bir amaca yönelik bir şey yapmak gibi bir tarzımız olması lazım. Ama sinema insanları, her türlü oynamayı bir sanat olarak da algılayıp her şeyi yapabilirler. Ben kendimi sinema sanatçısı olarak görmedim. işim ile alakalı olarak zaten tasavvuf müziği ortaya çıktıktan sonra bu meselelerden vakit ayıramadım, uzaklaştım, çok daha fazla farklı kullanabilirdim ama mesaim benim tasavvuf müziğine yöneldiği için Cenabıhak nasip etti ve bıraktım bu işleri.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).

Yetiştirdiği Talebeler

Yetiştirdiğiniz öğrenciniz var mıdır? Bu konu ile ilgili neler söylersiniz?

“Öğrenci yetiştirme anlamında 80'lerin başından itibaren tasavvuf müziği konserlerinde, konservatuarlarda talebe olan çocuklar, onlar bizim koromuzu teşkil ediyorlardı. Onlar benimle büyüdü, şimdi 50 yaşına geldiler. Vakıfta 44 sene oldu. Yanımızda bir sürü öğrenci vardı. Zakir, Zakir Başı olanlar oldu, meşkler de bizden istifade eden. Burada izlenir, özenerek, bizden örnek alarak onlarca, yüzlerce öğrenci yetişti.

Bir gün vakıfta bir çocuk oturuyor. Bana bir şey söylemek istiyor ama yanaşamıyor:

-Gel bakayım, dedim, gel tanışalım, dedim.

-Ahmet hocam, dedi, siz olmasaydınız ben var olurdum ama başarılı olamazdım. Ne okul bitirebilirdim ne de muvaffak olabilirdim.

-ilk defa tanışıyoruz, nasıl bir dokunmuş olabilirim ben senin hayatına?

-Beni Amerika'ya yolladılar, okumam için, orada bir uyum zorluğu yaşadım, sıkıntı fakat bir şekilde sizin ilahi kasetleriniz geçti elime, onları dinlediğim zaman çocuğa ninni söyler gibi o kadar rahatladım ki hayata adapte oldum. Amerika’da okulumu bitirdim, meslek sahibi oldum. Onun için size minnettarım.

Birtakım siyasi sebeplerle dışarı kaçmış, seksenlerden bahsediyorum, dışarı gitmiş insanlar camiyle cemaatle alakası olmayan insanlar yurtdışında olunca anasını babasını hatırlar. Cami avlusunda benim kasetimi görmüş, almış, gitmiş, onu dinlemiş, namaza başlamış. Niçin gitmiş oralara, nelere dönüşmüş? Bunun gibi onlarca, yüzlerce hadiseye rastladım, birçok insan Allah razı olsun dinimizi, diyanetimizi bize hatırladınız diyerek... Ben bunların karşısında ağlamaktan başka bir şey yapamadım. inşallah onlar Ahmet Özhan'dan görünenin, Cenabıhak olduğunun farkına varıp teşekkür ederler. O’na yönelirler. Hepimiz Cenabıhakk'ın kullarıyız. Ancak ve ancak Cenabıhakk’ın muradını açığa çıkarmakla mükellefiz. Bilinçli olursa insan, halifeliğini yaşar.

Tasavvuf Mûsikîsinin özündeki mana, Tevhid olmak itibariyle bu derece yakın uğraşan insanları, netice itibariyle ‘İkra’ meselesini doğru tespit edip o şekilde hayata bakmaları lazımdır. Yoksa bu tamamiyle ya beşerî bir meşgale ve yahutta, Allah muhafaza, geçim vesilesi haline gelir, bu insanın zaafıdır. Olabildiğince meseleyi Allah rızası için yapma taraftarı olmak lazımdır. Küçük bir hikâyecik anlatayım:

Dönem, 1970’lerin başı, Ahmet Özhan olmuşum, gazinolarda kocaman Ahmet Özhan yazıyor. Tuğrul Bey bana: ‘iyi, güzel, şimdi sen ne iş yapacaksın? Tamam, bunların hepsi güzel de sen ne iş yapacaksın? Ki sen bu sesi çalışarak mı edindin? Bu bir vergi, Allah'ın vergisi, o zaman Cenabıhakk'ın tamamen bediiyyat olarak sana lütfetmiş olduğu yeteneği senin yine aynı şekilde Fîsebîlillâh, Allah adına insanlara sunmandır, sunman gerekir.’ dedi. Tasavvuf Mûsikîsi programı istendiği zaman bir ücret konusu olmaz. Kim çağırıyorsa makul olan bir şeyi içine sindirmesi gerekir. Muzaffer Efendim Hazretlerine gençliğinde birisi, ‘Babam için bir hatim okur musunuz?’ demiş. ‘Okurum. ’ demiş. Sonra mübarek hatmi okumuş. Çıkarmış bir miktar bir şey vermiş o kişi. Almış, koymuş kenara ve o adama: ‘Bak ben bu hatimi şu kadar zamanda okudum, sen o kadar zaman içerisinde Kuran-ı Kerim değil, mahreci huruf değil, talimin hiçbir özelliği değil, medlere dikkat etmek değil, hiçbir şey değil. Bunların hiçbiri değil. Sadece o kadar ‘Aaaaaaa’ diye bağıracaksın bana’ demiş. ‘Yapabilir misin, bağıracak mısın, bağırmayacaksın şimdi.’ ‘İşte Hocaefendi filan’ demiş o adam. Hoca da ellerini açmış ve ‘Ya rabbel âlemin, okumuş olduğum hatm-i şerifi babamın ruhuna hediye eyledim kabul eyle.’ demiş. Herşeyin bir yakışanı var, yoksa şu kadar vermezsen, Allah'ın kelamını okumam değil, yakışmak diye bir şey var, orada usul yakışanı yapmaktır. Bu tasavvuf müziği meselesi için de aynıdır. Karşı tarafın akıllı, izanla, bir şey takdir etmesi gerekir.” (kişisel iletişim, 13 Ocak 2018).


AHMET ÖZHAN HAKKINDA YAPILAN MÜLAKATLAR

Ömer Tuğrul İnançer Ahmet Özhan’a yoldaşlık eden, onu belki de herkesten iyi tanıyan, Özhan’ın ağabeyim dediği ve çok özel anlar paylaştığı bir dostudur. Bu başlıkta kendilerini ilk sırada tercih etmemizin sebebi de budur. Türk Tasavvuf Mûsikîsi Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfında yapmış olduğum mülakatta İnançer, Ahmet Özhan’ı şöyle anlatıyor:

3.1. Ömer Tuğrul İnançer ile Yapılan Röportaj

Ahmet Özhan’la elli yıllık dostluğunuzu ve muhabbetinizi bilmekteyiz. Ahmet Özhan’la nerede ve ne zaman tanıştınız?

“Bendeniz Bursa Mûsikî Cemiyetinde, lise çağlarında Türk Mûsikîsine başladım. Ama rejim bize bağlama yerine mandolin, kaval yerine pan flüt çaldırırdı. Sesim kalın olduğu için ortaokuldaki mûsikî hocam beni, öğretmenler derneğinde Batı müziği almaya zorlamıştı. Bu arada Hamdi Daner’den üç sene Batı müziği eğitimi aldım. Fakat özellikle hocama ‘Bu mûsikî iyi hoşta, beni anlatmıyor.’ deyip, ondan sonra derse gelmeyeceğimi söylemiştim. Babam rahmetli çok otoriter bir zattı. Mektep ve karne notları çok önemliydi, başka şeylerle meşgul olmamı hiç istemezdi. Ortaokulda voleybol oymamama bile çok kızmış ve bıraktırmıştı. Ama dedem rahmetli çatpat anlardı. Evimizde namaz kılınır, kuran okunurdu. Öyle bir hayat vardı. Dedemin arkadaşları hocalar vardı. Mesela çok tertipli dersler olmasada ben Isfahan makamını Bursa’da Yeşil Camii imamı Kadri Efendi amcadan öğrendim. Daha sonra dedem göçmeden, bestekâr mûsikîşinas Tahir Karagöz, hocası Sadettin Kaynak vefat edince Bursa’yageldi. Hicaz’ı, Nişabur’u Tahir Karagöz’den öğrendim. Bizim mahallemizde camimiz bir fabrikanın kumaş deposuydu ve malesef harap olmaya yüz tutmuştu. Dedemin önderliğinde tamir oldu ve kullanılır hale geldi. Diyanet kadro vermediği için mahallelinin topladığı hediyelerle imam ve muezzin tutulurdu. Orada Tahir abinin önderliğinde ben de müezzinlik yaparken, daha mûsikîyi öğrenmeden Nühüft durak öğrenmiştim. Bursa Mûsikî Cemiyetinde daha metodik öğrenmeye başladım. Bursa Mûsikî Cemiyeti ’nin hocası Erdinç Çelikkol, Emin Ongan hocanın talebesi idi. O zaman mumlu kâğıda çok güzel nota yazardı. Teksir notalar vardı. Üsküdar Mûsikî Cemiyetine pazar günü teksir basar. Sonra Bursa’ya dönerdik. Emin Ongan’la öyle tanıştım. Annem İstanbullu olduğu ve anneannem İstanbul’da oturduğu için bir ayağım zaten İstanbul’daydı. 1965 yılında Üsküdar Mûsikî Cemiyetine girdim. Rahmetli Emin Hoca tanıdığı için imtihan yapmadan aldığı birkaç kişiden biriyim. Hukuk fakültesinde okuyorum bi yandan. O dönem eski binanın yerine belediyeden arsa tahsis edildi. O işlerle ben uğraşıyorum. Binayı cemiyet yapacak, arsayı belediye verecek ve 25 sene sonra belediyeye devredilecek tarzında biz yaptırıyorduk. 1967 yılında yeni binaya geçtik. Cumartesi günleri, nota, nazariyat, edebiyat ve meşk olmak üzere dört ders yapılırdı. Bir cumartesi günü kapı çalındı. Bende koşturmayı ve hizmet etmeyi çok severdim, kapıyı açtım. Genç, yakışıklı, güler yüzlü bir delikanlı geldi. ‘Ben Emin Ongan hocayıgörmek istiyorum.’ dedi. Öyle herkes göremezdi hocayı. ‘Siz kimsiniz, kim gönderdi?’ dedim. ‘Beni Reçep Bilgiç gönderdi.’ dedi. Recep Ağabey, Bursa Merinos fabrikasında çalışır ve dayımın arkadaşı idi, bendeEmin Hoca da tanırdık. ‘Recep ağabey ise, gel o zaman. ’ dedim. İşte o gelen Ahmet Özhan’dı. Yani Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ’nin kapısını sene 1967 ve bir sonbahar cumartesi günü Ahmet Özhan’a ben açtım.

Ben Bakırköy’de anneannemin yanında kalıyordum, Ahmet’de Pangaltı’da ablasının yanında oturuyordu. Kayseri’de hem mûsikî, hemde işçilik yapan Mustafa BozyerEmin hocadan sonraki hocamız Şeref abi, onlarda karşıda oturuyordu. Cemiyetten çıkınca hep beraber karşıya geçerdik. Oradan bir meşrep yakınlığı oldu ve biz Ahmet’le aramızda dört yaş olmasına rağmen nedense çok samimi olduk. Onun askerliğine kadar devam etti bu. Sonra ben Şişli’de bir iki üniversite arkadaşıyla oturdum. Ahmet’te Şişli’de oturmaya başladı. O ara ayrıca komşulukta başladı. Askerden sonrada Mehmet Paşa apartmanında otururdu. Bende hemen yakınında oturdum ve o samimiyet 1974 yılına kadar sürüp gitti. Sonra onun cemiyet bitti. Gazinoya başladı o dönem. Bizde bazen teşvik olsun diye Bebek’te iken yanına giderdik. Elli bir senedir dostuz. ” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018)

Tasavvuf Mûsikîsi ile siz ve Ahmet Özhan nasıl tanıştı? Sizleri bu manada en çok kimler etkiledi?

“Emin hoca, eser geçerken bir eseri okur, bilemediğimiz zemini ya da nakaratını okurdu. Bir iki kulağı iyi arkadaşımıza okutur idi. Onların içinde Ahmet de vardı. Sesi zaten çok güzeldi. 1974 yılında, ‘Bu mûsikînin bir başka itici iç dinamiği olması lazım, bu kadar büyük bir sanat, sanat olsun diye yapılmaz, birşey var.’ dedim. Amir Ateş cemiyetten arkadaşımız ve ağabeyimiz idi. Onu vasıtasıyla Halil Can’ı tanıdım. Neyzenbaşı Sadettin Heper’i tanıdım. Onlardan dini mûsikî meşk etmeye başladım. Ve Muzaffer Ozak ’ı tanıdım. O zamanlar dernek olan bu vakfa gelmeye başladım.

Ahmet babasından, ailesinden kaynaklı olarak namazlı, abdestli idi. Bizim insanımız insanları kategorize etmeye meraklıdır. Bir adam sanatçı ise kesin sarhoştur, içki içer ve namazla, niyazla alakası yoktur. Varsada şarkıcı olamaz. Öyle şey olmaz. Ahmet 1980’de hacca gittiği zaman, ‘Sen buraya ne yapmaya geldin?’ diye soran hacılar vardı. Eskiden hanendelerin çoğu muezzindi. Tanburi Ali Efendi, Sultan Abdülaziz’in imamı mesela. İsmail Dede Efendi sarayda müezzindi mesela. Dedenin torunu Rıfat Bey Miralay ve Sermüezzin Enderun’da hoca aynı zamanda. Bunu anlamıyor şimdiki ahali.

Bu dernekte Enderun usulü teravih namazı kılınıyordu. ‘Seni bir yere teravihe götüreceğim.’ dedim. 1974 yılında buraya teravih namazı kılmaya geldik. Ahmet o Enderun işini, o teravihi görünce daha sık gelmeye başladı. Burada pazartesi günleri mûsikîmeşk, perşembe günleri ise, o mûsikî meşkinin tasavvuf folkloruna intibakı, tatbikatı yapılırdı. Meşklere gelmeye başladı. Rahmetli kitapçı Selahattin, Albay Selahattin Bey, Yarbay Zühtü Bey ve Süleyman Ergüner’in oğlu Ulvi Ergüner. Burada ilahi meşk etmeye başladık.

Bu arada İstanbul Festivali'nde rahmetli Nejat Eczacıbaşı'nın organize ettiği programlar başladı. Ahmet klasik eserler okumaya başladı. Birgün Muzaffer Efendi o konserlerden birine geldi ve “Birgün ilahi okuduğunuz için, devlet size maaş verecek” dedi. Daha hiçbir şey yok ortada. 1980 yılında Aralık ayında rahmetli CinuçenTanrıkorur, o da cemiyetten ağabeyimiz, onun Bayati Araban ayini Paris ’te bir ödül kazandı.1980 Aralığın’da Cinuçen beyin ayini okunacak ve bizi çağırdı. Benim meşk ettiğim, Konya'ya gitmeden 3 gün önce Ankara'ya gittik. 3 gün 3 gece bizi uyutmadı, kendi okudu. Biz iştirak ettik, o çaldı, biz dinledik. Bayati Araban ayinini üç günde ezberledik Ahmet'le ve Konya'ya gittik.Gidiş o gidiş, hala gidiyoruz. Tabii ki o zaman ben de çalıyordum, ayin okurdum. Ahmet ayin okurdu ve birkaç sene halîle çaldı. Güzel halîle çalar. Yani halîle çalmak iki tane demiri birbirine vurmak değil. Ahmet gerçekten güzel çalar. Enstrüman çalmak ayrı bir yetenektir. Bütün vurmalı sazlar için geçerlidir. Bunu saz gibi çalmak lazım, onun için değer bilmek lazım. Neyse sonra o zamanlar ahaliyi topladı kapalı spor salonuna, rahmetli Edip Seviş vardı. O çıkar biraz rebâp çalardı. Sonra Edip abi yaşlanıp çalamaz olunca, 45 saz çıkıp, biraz saz eseri çalınmaya başlandı. Sonra dendi ki ‘Niye ilahiler olmasın.’ Ahmet ilahi okumaya başladı ayin bitince. Bu arada 1982 idi galiba, Egemen Bostancı bir müzik faaliyeti tertipledi. Üç bölümden oluşuyordu. Klâsik Tasavvuf, günün şarkıları, klasik müzik. O zaman Klasik Türk Müziği Beşlisi sazları Doğan Ergin ve arkadaşları. Onlarla Ahmet okuyacaktı. 2. bölümde daha kalabalık bir saz, tasavvuf müziği sahneye çıktı. 3. bölümde de Selçuk idare ediyor. Zamâne müziği, günün müzikleri, popüler müzik. Yani bu ses getirmeye başladı. Tasavvuf müziği diye bir tabir olmaz amaTekke lafzını kullanmayacağımız için Tasavvuf müziği olarak isimlendirdik. Doğru bir tabir değildir ama mecburiyetler karşısında bunu böyle söyledik. ” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018).

Tarihi Türk Müziği Topluluğu’nun kurucularındansınız ve uzun yıllar müdürlük görevi yürüttünüz. Bu topluluğun kuruluş süreci hakkında neler söylersiniz?

“Rahmetli Yıldırım ağabey Namık Kemal Zeybek’iikna ederek bakanlığa bağlı, biraraya toplanamayan ben, Ahmet ve bizim yakın arkadaşlarınızdan oluşan bir ekip oluşturulmak istendi. Yıldırım abiden İstanbul'a has bir grubun oluşturulması istendi. içinde Mehter olacak, Tasavvuf olacak, Klasik olacak. Ama Namık Kemal Bey onunla olmayacağını düşündü. Fakat biz ısrar ettik, bunun altyapısı hazır, bunu yapalım dedik. Ve bir kararname ile Tarihi Türk Müziği Topluluğu adıyla, 1991 yılında topluluğu kurduk. Beni müdür yaptılar. Ahmet ile olan konserlerimiz de korist çocuklar var. Kimi konservatuvar talebesi. Çocukların hepsi imtihana hazırlandılar ve bunları imtihan ettik. Hatta Kültür Bakanlığı İstanbul korosunda rahmetli Dr. İrfan Doğrusöz vardı. O da jüri üyesi. Sualleri soruyoruz dedi ki; ‘Hiç yakası açılmadık notayı veriyoruz, direkt güfte ile oku diyoruz, zor iş’ dedi. İrfan abi şöyle dedi. ‘Böyle imtihan olur mu? Çok zor bu imtihan ’. Ben de ona; ‘İrfan abi, biz iş yapmayacağız, kendimize iş aramıyoruz. Ahmet buradan aldığı bir maaşı gazinoda bir günde alır, bende avukat olarak devletin verdiği paradan daha çok para kazanıyorum. Biz burada başka bir şey yapacağız. Onun için başka topluluklara ve kurumlara benzemeyecek Böyle olacak, bunu becerebilen gelecek bize’ dedim. ‘Tamam, siz bilirsiniz ’ dedi. Öyle zor bir imtihan yaptık.

Fakat iktidar değişti. Fikri Sağlar bakan oldu, imzalamıyor. Tasavvuf bölümünün atamaları yapıldı, mehterin atamaları yapılmıyor. ‘Siz tekke geziyormuşsunuz’ dedi. Ben çok toksözlü bir adamım. ‘Biz tasarımı yapacağız sayın bakanım, bostan halinde öğrenilmez bu müzik, Tekke'de öğrenilir’ dedim. ‘Ayrıca biz koroya kendi adamımızı toplamadık. Böyle olduğunu söylüyorsanız sizin takdir ettiğiniz bir jüri, bizi imtihan yapsın ve kazanmış arkadaşlarımızı tekrar imtihan etsinler. Bizim verdiğimiz puandan daha aşağı puan verirse evvela ben, daha sonra Ahmet ve daha sonra o arkadaşlar istifa eder. Ama öyle olmaz ise siz istifa eder misiniz? iftira atıyorsunuz. Biz başka adamlara benzemeyiz ’ dedim. Fena kavga ettik ve bizim açılış konserimiz Yıldız Hasbahçede oldu. Hilalli bayrak çıkınca deli oldu. Çünkü ne yazık ki üç hilalli bayrağı Milli Hareket Partisi'nin zannediyor. Hayır, o milletin malıdır. Milli Hareket Partisi ayrıca almıştır. Fakat yanında ilkokul öğretmeni; ‘Fikri ne güzel iş yaptın, Allah senden razı olsun ’ deyince döndü Fikri ve ön yargısını kırdı. İspanya'ya giderken, Amerika'ya Türk gününe giderken bizi de götürdü. Dönüşte İspanya'ya gittik. İspanya'da bize özel bir yemek yanında birkaç bakan arkadaşı filan bizide aldı, sevdi bizi. Samimiyetimizianladı. İspanya’da bir konser verdik, anlayanlar görüyor. O zaman ki İspanya kültür bakanı ciddi bir gitarist, iyi bir adam, geldi tebrik etti bakanı ‘Ne güzel koronuz var’ deyince iyice bizi sevmeye başladı. O topluluğa Yıldız Sarayı Valide Sultan Konağı tahsis edildi. İlk olarak bizim katta 2 oda var. Sonra merdiven ama üçüncü katı var ama yok yıkılmış, kullanılır değil. Soğuk. Biz oraya özel kalorifer tesisatı yaptırdık. Birgün ben içerideki odada bürokrasi ile uğraşırken içerde meşk ediyorlar bozuk sesler geliyor. Başka kanun mu var acaba diye gittim. Baktım Cüneyt Kosal çalıyor. Mümkün değil, çünkü hoca dametronom şaşmaz. Hoca akort olmadan, Emin Hoca stüdyo girmezdi. Cahit Peksayar, Cüneyt Kosal. Cahit abinin tansiyonu vardı, bekleyeceğiz Cahiti derdi. Cahit çıkacak öyle Cüneyt abi mutlaka olacak mümkün değil falso ses basması. Öyle soğuk ki parmaklarına hâkim değil, tele basacağını başka yere basıyor. Paydos dedim, eziyet mi dedim, böyle meşk olmaz dedim. Çok zorluklar çektik, sonra bulunduğumuz, şu anda da restorasyonu devam eden binayı bulduk. Bu bina Sultan Aziz zamanında yapılmış. Sütçü Mazhar ağanın binası. Yanıbaşından E-5 geçiyor. Köprü yapılacağı zamanı istimlâk etmiş karayolları, fakat plan gereği çatının bir buçuk metre ilerisinden geçiyor yol. Bu binayı ne yapacağız biz dedik. Turizm Bakanlığı'na devredelim demişler. Turizm ve Kültür bakanlığı birleşince kültüre devre etmişler. Türk ocağına tahsis etmişler, Atom Enerjisi Kurumuna tahsis etmişler. Bir sürü tahsisler ve en sonunda harap bir bina. Biz burayı adam ederiz dedik ve ettik. 1993- 1994 gibi girdik oraya, başladık çalışmaya. O arada kimsenin yapmadığı işler yaptık. ” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018).

Çok güzel projelerde ürettiniz? Ne tür projeler yapıldı acaba?

“Padişah bestekârları yaptık, kendimizin geliştirdiği projeler yaptık, Anadolu evliyaları yaptık, Çanakkale yaptık bunların hepsi özel projelerdi. Bu arada 1998 yılında Yapı Kredi Bankası mıydı hatırlamıyorum Güldeste yaptık. Orada Türk tekke mûsikîsinin şaheserleri icra edildi. Ve hala üstüne yapılmış değildir. O bir ayrı çalışmaydı, onun o çalışmanın da itici gücü iç dinamiği Rahmetli Safer Dal Efendi idi. Muzaffer Efendi de Sefer Efendi de bu vakıfta kendilerinin de bestelediği besteleri olan, mûsikîyi bilen kişilerdi. Emin Ongan, Rakım Erkutlu gibi değil ama seyir bilen adamlar oldukları için klasik manada kötü eserleri yoktur.Bugün5-6 bin civarında bir tasavvuf müziği külliyatı varsa bunun yüzde yetmişini Sefer Efendiye borçluyuz. Bir eseri tespit edebilmek için o eski bilmem teyplerle Karamürsel'in bir köyüne gittiğini biliyorum. Hiç seyahati sevmeyen bir adam olmasına rağmen, ‘Oğlum bunların modası geçti, ne yapıyorsun bunları ’ diyenin gönlünü alabilmek için 4-5 defa evine gidebilen, yemek yemeyi seven bir üstadıttır. Bir durak alabilmek için Konyalı da yemek ısmarladığını bildiğim; bu şekilde çalışan, bu eserlerin teyptennotaya intikalinde Aslan Heptur ilk çalışmayı başlattı; ama Cüneyt Kosal yüzde 98 yapmıştır.

Ahmet ile aile dostluğumuz da vardı. Çünkü benim eşim de cemiyette onun ablası. Ahmet eşinden ayrıldığı zaman pek evinde de oturmadı. Geldi benim evimde yattı, yani çok birlikte olduk. Onun kızının doğum günüyle benim oğlumundoğum günü aynı mesela. O kadar yakınız. Ahmet Özhan çocuklarının isimlerini ben koydum, ben evlendirdim şimdiki görevlerimiz gereği birbirimize başka türlü davranıyoruz ama kendi kendimize kaldığımızda sadece ağabey der. Ben her yerde Ahmet derim. Tabii bu demin arz ettiğim mûsikînin içdinamiği, tasavvuf müziği nerde, Tasavvufun kendi nerede bunu araştırırken de Muzaffer Efendi ile karşılaştık ve gece sabahlara kadar sohbet ederdik.

51 senelik dostluk, hatıralarla hem olduk artık biz. Muzaffer Efendi bile bir yerde gördüğü zaman bizi ‘Edi ile Büdü geliyor’ dermiş. Bütün seyahatlerde birlikte kaldık. Dünyanın her yerine aşağı yukarı gittik, hep birlikte kaldık.

Türk mûsikîsi üslup, usul mûsikîsidir. Emin Ongan hocadan böyle öğrendik. Ses güzelliği diye ahalinin başka bir isim veremediği ahvalses güzelliği değildir, okuma güzelliğidir. Bizim hocamız boru sesli, çok çirkin sesli bir hocaydı, Ahmet dâhil, Bekir abi dâhil, Emin hoca kadar güzel şarkı okuyan yoktu. Ses Ahmet ve Bekir hoca da vardı ama üslup okuyuş Emin Ongan da vardı.

Bir gün Bekir ağabey İzmir'de stüdyoda kayıt yaparken biz de Ahmet'le onu dinliyoruz. Hayranız Bekir hocaya. Emin hoca geldi. ‘Ne yapıyorsunuz burada’ dedi. ‘Bekir abiyi dinliyoruz ’ dedik. ‘Sen dinle ’ dedi bana. Ahmet'e döndü ve ‘Daha iyi okumazsan hakkımı helal etmem ’ dedi. Ama örnek gösterdiği Bekir abiydi. Çıtası çok yüksekti. Bekir abiyi de pek kimseyi de beğenmezdi Emin Hocaama, emin olun okuması Emin Ongan’ın Bekir Sıtkı’dan daha güzeldi. Ama Neva'nın üstüne çıkamazdı, sesi dardı.” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018).

Ahmet Özhan’ın geleneksel icradaki yeri ve dini mûsikîye katkıları hakkında neler söylersiniz?

“Ahmet meydan gördüğü için güzel okur. Yani Tasavvuf Mûsikîsinin aslında mustakil bir mûsikî türü olmayıp, meselabando müstakil müzik yapmaz. Bando bir törene, bir kıtaya, geçişe eşlik ettiği zaman bir anlam kazanır. Resmigeçitte eşlik ettiği zaman bando seni coşturur. İşte Tasavvuf Mûsikîsi de bir Tasavvuf ekolü, ayini yapıldığı zaman Ahmet bunu bildiği için güzel okur. Radyo sanatçılarının notadan meşk ettikleri gibi değil. Allah rahmet eylesin Ahmet Hatipoğlu’nun katkıları unutulmaz bu konuda. Lâkin onun korosu ilahiyi nota gibi okur ama Ahmet ilahiyi ilahi gibi okur. Ahmet bunu bildiği için en güzel ve tek güzel okuyan adamdır. Bu bir katkı ise Cumhuriyet tarihinde Ahmet Özhan kadar bu mûsikîye katkı sunan bir ikinci adam daha yoktur. Ahmet Özhan bu işin zirvesidir. Zirveyi zorlarsanız zırvalarsınız. Bazıları zırvalıyor. Çeşitli sazlar koyarak zırvaladılar. Güya şirketler yaptırdı, gençler sevsin diye ama gençler sevsin diye aslından taviz verirsek aslı kalmaz. Yarının orta yaşlısı, öbür günün ihtiyarı değil mi gençler. O zaman aslı nereye gidecek, sevecekse insan aslından sevmesi lazım. Öyle bir hayat tarzı yaşamadığımız için bugün böyle bir icra tarzını sevmek kolay değil. Çünkü mûsikî hayatın aks etmesidir. Nasıl hayat yaşarsanız sanatınız öyle olur. Dağdaki yaşayan adamın Hüseyini’si ile ovada yaşayan adamınki farklıdır. Ahmet özellikle müziği Emin Hoca'dan öğrendiği için doğru okumuştur ve yakası açılmamış eserleri okuyup günyüzüne çıkarmıştır. Mûsikî ilmi böyle olması lazım. Ahmet hiç ukalalık yapmamıştır. Ahmet nasıl meşk ettiyse öyle okumuştur. Çünkü bir ilahyi devranda okursanız başka olur, kıyamda okursanız başka olur. Mesela kıyam sahadan başlar orada senkop gerekmez. Ama zikri idare edenin ayak vurmasına müsaade etmek için senkop kullanmanız lazım. Senkopu kullanıldıktan sonra mutlaka bu hareketi verir. Fransa’da konser verirken Fransızlar tasavvuf müziği okunduğu zaman ‘Ya bize ne oluyor, sallanıyoruz ’ diye sormuşlar. Kendi kendilerine sallanmaya başlamışlar. işte bunu Ahmet yapar, hemde çok güzel yapar. işte bu, dile gelmeyen notaya yazılmayan yaşamdır. Bunu Ahmet bilir, bu çok önemlidir. Bir de arz ettiğim gibi hiç yakası açılmamış eserleri günyüzüne çıkarmış, okumuştur. Bunu sahnede okumak, salonda oturan insanlara dinletiyor olabilmek ayrı bir maharettir. Münir Bey’in ilk defa yapmış olduğu gibi, insanların karşısında konser programları düzenlemesi gibi. Ahmet, tasavvuf müziğini insanların karşısında, salonlarda konser programlarında söyleyerek tasavvuf müziğini sevdirmiştir ve öncüsüdür. Bir de o kadar meşhur bir adamın çıkıp ilahi okuması, tasavvuf müziği okuması insanların ilgisini çekmiştir ve Ahmet bunu hiçbir zaman gayri samimi yapmadığı için her iki tarafta da tesir etmiştir. Hem o kadar şöhret, pış pış sahibi olup, hem bu kadar mütevazı olmak herhalde başka bir adamda görülmüş bir şey değildir. O halide başka türlüdür. Bestelerinin tesirinde de Sefer Efendi'nin tesiri çoktur. Ahmet Özhan’ın ‘Affet İsyanım Benim ’ isimli eseri, Hereke ’den dönerken Sefer Efendi ile beraber yaptıkları bir bestesidir.” (kişisel iletişim, 11Temmuz 2018).

Hakan Alvan İle Yapılan Röportaj

Ahmet Özhan’ın dini mûsikîye katkıları nedir? Siz bu konuda neler söylersiniz?

“Ahmet Özhan Bey ’in dini mûsikîye katkıları deyince, ilk önce aile yapısına bakmak lazım. Annesi eski istanbul kültürü ile büyümüş, Beşiktaş’ta yetişmiş köklü bir istanbul ailesine mensup. Babası Balkan göçmeni bir beyefendiydi. Ahmet Özhan Bey böyle bir ailede büyüyor. Babasının dindar bir kimliği var. Tasavvuf kültürüne meyilli, Tasavvuf kültürünü bilen bir zat olarak tanıdık kendisini. Ahmet Özhan küçüklüğünde, o yıllarda ki tüm Türk vatandaşları gibi TRT radyosu dinlemektedir. TRT radyosu o tarihlerde belli bir miktar Türk sanat müziği, belli miktar Türk halk müziği ve belli miktar da Türkçe sözlü hafif batı müziği denilen ve belli miktarda klasik batı müziği yayınları yapıyor. Herkes gibi radyo dinlemesinin yanında kendiside mûsikîye karşı çok meraklı ve kabiliyetlidir. Dolayısıyla kulağı Türk Mûsikîsine, Türk mûsikîsinin tüm çeşitlerine ve uluslararası müzik diyebileceğimiz müziklere aşina. Babası küçük yaşlarda kendisine ilahiler söylermiş. Hatta Ahmet beyin sesinden babasının okuduğu ilahilerde notaya alınmıştır. Babası evde Kur ’an okuyan, ilahiler okuyan otoriter geleneksel Türk aile babası formatındadır.

Böyle bir aileden sonra İstanbul Belediye Konservatuvarını bitiriyor. O tarihlerde konservatuvarda Osmanlı bâkiyesi birçok hocanın olduğunu görüyoruz. Sebahattin Volkan, Nevzat Atlığ gibi hocalar. Aynı yıllarda Emin Ongan’ın hocalığını yaptığı Üsküdar Mûsikî Cemiyetine devam ediyor. Dolayısıyla Türk müziğinin bütün seslerini kulağına, gönlüne iyice nakşediyor. Üsküdar Mûsikî Cemiyeti yıllarında tanıştığı Tuğrul İnançer Beyefendi sayesinde de eski İstanbul dergâhlarından kalma birçok zevatla tanışıyor. Bunların ev meşklerine, evlerde yapılan meşklere katılıyor. Aynı tarihlerde Muzaffer Ozak, Safer Efendi gibi Tasavvuf Mûsikîsine büyük hizmetler etmiş, Tasavvuf kültürü içinde yetişmiş insanlarla da tanışıyor. Böylelikle Türk Sanat müziği alanında tüm Türkiye ’de zaten tanınıyorken, hem de kapalı devre ortamlarda dini mûsikî ile büyük bir yakınlık kuruyor.

1970’li yıllarda sonra Muzaffer Efendi, Sefer Efendi ve Tuğrul Bey ile olan yakınlığı münasebetiyle İstanbul Karagümrük’teki eski Cerrahi tekkesi, Cumhuriyet döneminde de Türk Tasavvuf Mûsikîsi ve Folklorunu Araştırma Vakfı olarak faaliyet gösteren bu vakıfla buluşuyor ve burada mûsikîfaaliyetlerine devam ediyor.

1945’li yıllardan itibaren kaybolmakta olan tasavvuf müziği derinliğimizi tekrardan diriltmek üzere canla başla çalışan Safer Efendiye yakın bir gönül birlikteliği kuruyor. Safer Efendi 1940’lı yıllardan itibaren makara teyplerle Osmanlı’dan kalma eski zâkirler, hâfızlardan yüzlerce ilahi derliyor. 1980’li yıllardan sonra ise Cüneyt Kosal ’la tanışıyor ve yirmi-otuz yıldır topladığı bu ses kayıtlarını Kosal notaya alıyor. Cüneyt Kosal’dan öncede bu ses kayıtlarından bazılarını Ahmet Özhan notaya alıyor. Ahmet Özhan tasavvuf müziğinin tam merkezinde bulunuyor. Bu ses kayıtları notaya alındıktan sonra 1980’li yıllardan itibaren bu vakıfta Ahmet Özhan riyasetinde meşkler başlıyor.

Aynı yıllarda rahmetli Turgut Özal’ın yönettiği Türkiye ’de bu faaliyetler biraz daha rahat yapılmaya başlanır. Ahmet Özhan bu yıllarda kendi çaba ve gayretleriyle o güne kadar olan popülerliğinide kullanarak Türkiye ’de ilk defa tüm halka açık Tasavvuf Mûsikîsi konserleri vermeye başlıyor ve o tarihlerden sonra Türkiye ’de Tasavvuf Mûsikîsi diye bir sanat yolu, bir kulvar açılıyor. Bu kulvarı açanlar perde önünde Ahmet Özhan ve arkasında Safer Dal ve Cüneyt Kosal’dan başkası değildir. Safer Dal derliyor, Cüneyt Kosal notaya alıyor ve Ahmet Özhan’da sahnede konserler veriyor. Bugün bu üçlünün açmış olduğu bu kulvarda yüzlerce, binlerce kişi faaliyet gösteriyor.

Ahmet Bey ’in dini mûsikî ile ilişkisi ve oluşumunun bana göre görünen kısmı budur. Birde Ahmet Bey’in küçüklüğünden beri Tasavvuf ilmine, Tasavvuf kültürüne bağlılığıda çok önemlidir tabi. Tasavvuf bildiğiniz gibi Kur ’an ve Hz. Peygamberin insanlara anlattığı hakikatlerin derinlemesine, içsel bir yolculukla öğrenilmesine denir. Ahmet Özhan’ın gönlü hakikatle meşgul, hakikati arayan ve keşfetmeye meraklı bir yapıdadır. Ahmet Bey ömrü boyunca hem müzikal sahada hem de gitgide yükselen bir kişilik olarak kendini geliştirmiştir. Ahmet Bey ’in ilahi söylerken okuduğu sözlerin manalarını da bildiği, onları gönlünde hissettiğini düşünürüm ben. Onun yetişme tarzı, birlikte olduğu kişiler ve kendi ruh dünyasının güzellikleri bir araya gelince hem müzikalite açısından mükemmel bir sanatçı hem de Tasavvuf Mûsikîsinin mana boyutunda da bütün inceliklere vakıf bir kişilik oluşuyor. Ahmet Özhan bu alanda yeri doldurulmayacak bir sanatçıdır. Kendisi bu sahada yüzlerce eseri seslendirmiştir. Kasetler, cd’ler, TV programları yapmıştır” (kişisel iletişim, 8 Ekim 2018).

Sizce icra anlamında Ahmet Özhan’ı farklı kılan nedir?

“Tasavvuf Mûsikîsi eserlerinin büyük bir kısmı dergâhlarda yapılan zikirlere eşlik etmek maksadıyla bestelenmiştir. Geleneksel yapıda bu eserler eski tabirle goygoy’lu yani müzikal eseri okurken ritmik vurguyu sesle yapma şeklindedir. Yani melodiyi okurken ritmik yapıya da vurgu yapılarak okunur idi. Bu vurgular aynı zamanda zikir yapan kişinin zikrini kolaylaştırır. Ahmet Özhan bu gelenekteki goygoy’lu okuyuşu öğrenmiştir fakat bunu sahneye taşırken popüler Türk sanat müziği icracılığının verdiği farklı bir naiflikle biraz dönüştürmüştür. insanlara daha hoş gelebilecek bir şekilde zikir ve dergâh kültürünü tanımayan ama Türk müziğini bilen geniş halk kitlelerine okuyuşuna goygoy tekniğini biraz daha gizleyerek yapmıştır. Mesela Ahmet Özhan konserleri dinlerken insanlar farkında olmadan zikir yapma ihtiyacı hisseder. Başını, vücudunu sallamaya başlar. Ahmet Özhan ilk defa bunu başarabilmiş icracılardan biridir. Ahmet Özhan geniş halk kitlelerine tasavvuf müziğinin geleneğinden kopmadan ama biraz daha onların anlayabileceği bir şekilde güncelleyebilmiştir. Ahmet Özhan’ın tasavvuf müziği icracılığında teknik olarak yaptığı en önemli ve başarılı değişim ve dönüşüm budur.

Şahsım adına söyleyecek olursam 30 yıldır hem vakıfta bulunmam hem de Ahmet Bey’in teşvikleriyle birçok beste yapmaya gayret ettim. Ahmet Beyde bunları 30 yıldır okumuştur. Onunla olan gönül birlikteliğimizin ürünleridir bunlar. Eğer Ahmet Bey bunları konserlerde, kaset ve cd’lerde okumasaydı bende bu kadar beste yapmaz idim herhalde. Ahmet Özhan bir vitrindir ve bu eserleri geniş halk kitlelerine ulaştırmıştır. Buyüzyıllda mûsikîmizin ve kültürümüzün bu kısmına Ahmet Özhan’dan daha çok hizmet etmiş ve katkı sağlamış birisini ben tanımıyorum. Kendisine Allah’tan hayırlı, uzun ömürler dilerim” (kişisel iletişim, 8 Ekim 2018).

Enes Ergürer ile Yapılan Röportaj

1. Ahmet Özhan’ın icracılığı ve dini mûsikîmize   katkıları hakkında neler söyleyebilirsiniz?

“Milli ve manevi değerlere sahip bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelmiştir. Babasının vazifesi sebebiyle küçük yaşından, gençlik yıllarına kadar süren zaman diliminde farklı farklı şehirlerde bulunmuştur. Bu manevi değerlere sahip olmanın en estetik yönü olan mûsikîyide yine aile ortamında meşk etmiş, özellikle babasından meşk ettiği ilahileri daha sonraki yıllarda notaya aldırarak repertuvarımıza kazandırmıştır.

Ahmet Özhan’ın sanat hayatı, mûsikiyi ciddi olarak tahsili çok genç yaşlarda, derneklerle, cemiyetlerle başlıyor. Daha 18 yaşında çok gençken ilk sahne tecrübesini yaşayarak profesyonel oluyor. Bu manada baktığımızda 1968-2018 çoğumuzun yaşından fazla olan bir süre sahne üzerinde bu mûsikîye bu kültüre hizmet etmiştir.

Ahmet Özhan yetiştiği dönem itibariyle, bugün ki manada bildiğimiz konservatuvarın olmadığı bir dönemde yetişiyor. O devrin konservatuvarları dernekler tabi. Oralardan meşk usulü ile yetişiyor ve çok iyi bir temel alıyor.1968 yılında sahneye çıkabilecek seviyede bir konuma erişiyor. Tabi burada şunuda söylemek lazım, o dönemler bazı mefhumların, bazı ortamların dejenereedilmediği, deforme edilmediği saygın, seçkin ortamların hayatını sürdürdüğü dönemler. Dolayısıyla on sekiz yaşında bir çocuğun sahneye çıkması, bugün on sekiz yaşında bir çocuğun sahneye çıkması ile eşdeğer değil. O zamanki insanların beğenisi, seçiciliği bugün ki ile kıyaslanmayacak kadar yüksek bir seviyede. Çıkıpta harcı âlem işler yaparak sahne almıyor Ahmet Özhan. O zamanın gazinosu çok elit bir kesme hitap eden, insanların müzik zevklerini tatmin etmek için gittikleri yerler. Gazino kültürü, o bahsettiğimiz yüksek kültürden bugün ki süflî kültüre geçişin çok bâriz bir gayri ihtiyârî bir cümlemiz vardır bunu ifade eden o da şudur; eskiden insanlar Ahmet Özhan’ı dinlemeye giderlerdi, şimdi ise falan şarkıcıyı seyretmeye gidiyorlar. Evvelden insanlara mûsikî dinlemeye ve müptela oldukları sanatkârları dinlemeye giderlerdi. Gazinolar bunun önemli merkezleri idi. Öyle yüksek bir kültür vardı ki amiyane tabirle müşteri ile sanatçı arasında bir yakınlaşma, aynileşme olurdu. Sanatçılar eskiden(Ahmet Özhan’dan dinlediğim bir hatıradır) falan kişi geldiyse ,‘ O Uşşak sever, Uşşak okuyalım, falan kişi Hicaz sever, Hicaz okuyalım” gibi bu kadar yakınlaşacak, tanışacak, dinleyicisi ile sanatkârın içiçe olduğu bir ortam ve anlar.

Tabi fasıl mûsikîsi ayrı, solistlerin icra ettiği mûsikî ayrı idi. Her ikisininde ayrı tiryakileri vardı. Ahmet Özhan bu kadar yüksek seviyeli ortamlarda, gözünüzün içine bakarak ezberden icra ederdi. Böyle insanlar içinde on sekiz yaşında bu işe başlamış olmak onun kalitesi ve seviyesinin yüksekliğini ifade için önemli bir kriterdir. Ayrıca şunuda ifade etmek gerekir; elli yıl gibi bir süre, yani yarımasır. Bu yarım asır boyunca gündemde kalabilmiş, sanatıyla varolabilmişbir isimden bahsediyoruz. Bu tamamen bir donanım neticesinde olur. insanların bu günümüz popüler kültürde nasıl meşhur oldukları malum. Çoğunun bir meseleyle gündeme gelmek mecburiyetleri vardır. Ahmet Özhan hiçbir zaman buna muhtaç olmamıştır. Her zaman sanatı ile gündemde olmuştur. Tabi ülkemizin geçtiği evrelerde, her birinde Ahmet Özhan’ın da etkilendiği ve etkilediği zamanlar vardır. Mesela bizim mûsikîmizin gericilik olarak kabul edildiği bir dönemde, Ahmet Özhan bunun bayraktarlığını yapmış, daha da gericilik olarak kabul edilen tasavvuf müziğinin özellikle en önemli ismi olmuştur. Burada şunu özellikle ifade etmek lazım; yaptığı işlerle dinleyicisi tarafından bilinir, takip edilir bir pozisyonda idi ama maalesef baskın medya bu tarafı görmezden gelmiştir. Mesela Albert Holl Londra’da dünyaca ünlü bir konser salonudur ve orada çıkmak çok önemlidir. Dünya üzerindeki en prestijli konser salonlarından biridir. Ahmet Özhan bu sahneye çıkmıştır ve malesef Türkiye ’de bunun haberi yapılmamıştır. Şu da önemlidir; Ahmet Özhan piyasa şartlarına hiçbir zaman mağlup olmamıştır. Magazine kendisini malzeme etmemiştir. Şöyle ki; Türk sanat müziği dinleyicilerinin beğenilerinin değişmeye başladığı ve piyasanın değişip başka şeylerin dayatılmaya çalışıldığı bir dönemde Ahmet Özhan bu piyasadan çekilmiştir. Kendi özel taliplilerine özel ortamlarında ulaşmaya devam etmiştr. Fakat o eski kalitesini kaybeden Sanat müziği sektöründen kendini çekmiştir. Bu manada Ahmet Özhan için şu tarifi yapmak mümkündür zannediyorum: Ahmet Özhan zamanı çok iyi okuyabilen bir sanatçıdır. O zamanın gerekleri neyse onu çok iyi yerine getirenbir sanatkârdır. Piyasanın başka şeyleri istediği dönemde buradan kendisini çekmiş ve ehli tarafından bilinen, birtakım kişileringericilik ya da ‘öcü’ diye tasvir ettiği, mûsikîmizin en önemli bölümü olan dini mûsikîyi sahneye taşımıştır. Aslında tekke mûsikîsi dediğimiz mûsikîyi. Bu konserler öyle bir hal almış ki, bunlar Klasik Türk müziği konserleridir, klasik devirden başlayıp güncele kadar gelen bir konser repertuvarıdır. Bu konserlerin bir bölümü olarak dini mûsikî repertuvarı başlamıştır. Daha sonra yoğun talep ve ilgiden repertuvarın tamamen dini mûsikîden oluştuğu bir ortama dönüşmüştür. Bu açıdan bir öncülüğü vardır. Türkiye’de tasavvuf müziği, tekke müziği, dini müzik deyince ilk akla gelen Ahemt Özhan’dır. Aynı Münir beylerden, Alaaddin Beylerden, Bekir Beylerden sonra hem duruşuyla, asiltavrı ve üslubuyla ilk akla gelen isim olmuştur.

Ahmet Özhan sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde, gitmediği yerleri saymak daha kolay olur belki, bu kültürü taşımış, omuzlamış ve oralarda mûsikîmizi temsil etmiş bir sanatçımızdır. Kendisinin klasik manada icralarının yanında gittiği bölge ve ülkelerin müzik ekipleri ile birliktede konserler icra etmiştir. Kendi sazlarının yanısıra senfonik yapıların içerisinde de yer almıştır. Bu orkestraların içinde hem kendi şarkı ve ilahilerini icra etmiş hem de onların eserlerini okuyarak bu yönde evrensel bir sanatçı olduğunuda ortaya koymuştur. Ahmet Özhan Türk müziği icrasında önemi bir yere sahiptir” (kişisel iletişim, 2 Ekim 2018).

Siz çok uzun yıllardır Ahmet Özhan’ın yanındasınız. Tasavvuf mûsikîmize katkıları nedir diye sorsak neler söylersiniz?

“Tasavvuf müziğinde pek çok eser yokolmaya yüztuttuğu bir zamanda Safer Dal Efendi hazretleri tarafından binbir naz, niyâz ve ricalarla kaydedilmiş eski teknoloji ile. Zamanla bu eserler notaya alınmış ve bundan sonraki aşamada da bunlar hayata geçmiştir. Ahmet Özhan’ın asıl büyük hizmeti işte orada başlar. Ben küçük yaşlardan beri kendisinin yanında olma şerefine ulaşmış biri olarak şahidi olduğum hadisedir. Geceler boyu, saatlerce yeni yazılan notalar üzerinde hiçbir icrası olmayan kaybolmaya yüz tutmuş eserler sabahlara kadar okunur kasetlere kaydedilirdi. Bu uzun yıllar sürmüştür yani yakası açılmamış 80-90 eser Safer Efendi riyasetinde okunur, Ahmet Özhan ile bunları tabiri caizse kan ter içinde okurlardı. Bu yıllarca devam etti ve bunun neticesinde eserler kayda alınmanın yansıra, Yapı Kredi Yayınlarından çıkartılmış olan Ateş-i Aşk ve daha sonra Kültür Bakanlığı tarafından çıkarılan Irfan-ı Aşk gibi cd’lerde değerlendirildi. Bunun yanında Ahmet Özhan’ın şefliğini yaptığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu’nun da repertuarını oluşturdu ve bunlar uzun yıllar boyunca çeşitli sahne ve etkinliklerde okundu. Böylece bu kadîm repertuvarımızıda kurtarmış olduk. Bunların hem notaya alınması ve hem de kayıt altına alınmasında emeği çok çok büyüktür. Tabi değinmeden geçmek olmaz; Ahmet Özhan bestecilik yönüde olan bir sanatçımızdır. Onun tasavvuf müziği alanında besteleride vardır.

Sonolarak Ahmet Özhan icraları, besteleri, duruşu ve hatta o güzel Hacı Arif Beyleri, Hafız Yusuf Efendileri ile bizim sanat hayatımızın en önemlisidir. Unutulmayacak sanatçılardan biridir. Kendisinin uzun yıllar gönlümüzü miraç ettiren o sesiyle, sahnede olmasını niyaz ediyorum. Cenab-ı Allah ’tan kendisine sağlıklı uzun ömürler dilerim. Bana bu şansı verdiğiniz içinde teşekkür ederim. ” (kişisel iletişim, 2 Ekim 2018).

İhsan Özer ile Yapılan Röportaj

Ahmet Özhan’la uzun yıllar çalışan, birlikte olan bir sanatçı olarak Sayın Özhan’ın dini mûsikîmize katkıları ve geleneksel icra alanındaki yeri hakkında siz neler söylemek istersiniz?

“1925 yılında yürürlüğe giren tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili yasa ile bu tarihe kadar faaliyetlerini sürdüren çeşitli tarikatların zikirlerine eşlik eden müzik formları genel itibarı ile kesintiye uğramıştır. Bu kurumlarda, amacı sadece zikre eşlik etmek için kullanılmaya başlayan müzik hem insanın ruh âlemine katkı hem de zikre katılanların birlik ve beraberliğini sağlamak için çok önemli bir öğe olmuştur. işte, kâmil insan yetiştirmek için eğitim veren bu kurumlar, buralarda yetişen çok önemli besteciler sayesinde çeşitli formlarda, çeşitli eserler ortaya çıkarmaya vesile olmuşlardır. Her biri bir amaç taşıyan bu müzik formlarının bazıları çeşitli şekillerde günümüze kadar gelmiştir. Türk müziği literatüründe tasavvuf müziği ya da tekke müziği de denilen bu türde, Naat, Durak, Salât-ı Ümmiye, Telbiye, Temcit, Münâcaat, Tevşih, İlahi, Mîrâciye, Mevlevî Âyini gibi formlar, İstanbul Belediye Konservatuvarı Neşriyatları ya da özel kişiler tarafından notaya alınarak günümüze kadar gelmiştir.

Tekkelerin kapatılması ile bu müziklerin icraları doğal olarak son bulmuş ya da çok azalmış ve sadece bu mekânlarda yaşamış olan kişiler, hafızalarında kalanları diğer kuşaklara aktarabilmişlerdir. Çeşitli kaynaklar sayesinde günümüze ulaşan zengin bir tasavvuf müziği repertuvarı, uzun süre arşiv ve hafızalarda ortaya çıkmayı ya da tekrar keşfedilmeyi beklemişlerdir.

Çok önemli bir kültür hazinesine sahip olan Türk müziğinin, klasik repertuarı yanında tasavvuf müziği repertuarı da çok önemli bir yer tutmuştur. Bu repertuarın bazı eserleri sadece cami ya da evlerde yapılan Mevlid gibi ortamlarda icra edilmiş, daha geniş halk kitlelerine ulaşamamıştır.

İşte Türk müziği sanatçılarından Ahmet Özhan, tasavvuf kültürünü yaşamış çok değerli üstadlardan aldığı bilgiler ve eğitim sayesinde bu konuda kendini geliştirerek çok önemli bir birikime sahip olmuştur. Bu birikimini çeşitli vesilelerle klasik, neoklasik, popüler müzik performanslarının yanında, küçük küçük de olsa Tasavvuf müziği örneklerini, özellikle de ilahileri, yasaklanmış olan tekkeler dışında, konser salonları ya da diğer müzik ortamlarında ilk defa halk ile paylaşmış, onların dikkatlerini çekmiştir. Türkiye ’de Ahmet Özhan sayesinde ilk defa geniş kitlelerle buluşan bu müzik türü, yavaş yavaş büyük ilgi toplamıştır. Önceleri konserlerde birer ikişer eser icrasıyla başlayan bu serüven, tamamen tasavvuf müziği repertuvarından oluşan konserler serisine ulaşmıştır. Bu serüven radyo yayınlarında ve İstanbul Festivalleri konserleri kapsamında da talep görmüştür. Uzunca bir süre sadece tasavvuf müziği repertuvarından oluşan konserler vermiş, Türk halkı bu müzik türünü son derece benimsemiştir. Hatta Ahmet Özhan’ın bu türdeki çok sayıda kaset ve cd çalışmaları da büyük ilgi görmüştür. Bu çalışma ve üretimler sürerken, daha önemlisi ise Ahmet Özhan’ın bu konudaki çalışmaları ve emekleri sayesinde zamanın Kültür Bakanının teklifi ile ilk defa devlete bağlı olarak çalışacak olan İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu 1991 yılında kurulmuştur. Kurucusu ve yöneticisi olduğu bu topluluk ile tasavvuf müziğinin tüm örneklerinden oluşan repertuvar ile 25 yıl hizmet üretmiştir.

Tasavvuf müziğinin, Türk toplumunun büyük bir kesiminde kabul ve ilgi görmesinin en büyük faktörü olan Ahmet Özhan, bugüne kadar yaptığı çalışmalar, konserler, kaset ve cd hizmetleri sayesinde, bu tür ile ilgilenen diğer sanatçılara da önder olmuştur. Bu kültürü bizzat yaşamış üstadlardan edindiği birikimi, günümüze aktaran çok önemli bir kişi, hatta kaynak olmaya devam etmektedir” (kişisel iletişim, 30 Eylül 2018).














KAYNAKÇA

Akdoğan, B. (2003). Türk din mûsikîsinin Anadolu’da doğuşu ve tarihi seyri hakkında bazı mülâhazalar, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, Cilt. 43. s. 345-371.

Alâeddin Aday kimdir? (2019) Erişim adresi: http://www.kimdirr.com/alaeddin_aday.html

Can, N. (2004). Osmanlı dönemi Türkçe müzik yazmalarında ünlü Türk bilgini Fârâbî, GaziÜniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara, Cilt. 24, Sayı. 2, s. 207.

Çandarlıoğlu, G. (2003). İslam öncesi Türk tarihi ve kültürü, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, s. 101.

Danişmend, İ. H. (1978). Türk ırkı niçin müslüman oldu, (2. Baskı), Timaş Yayınları, Konya, s. 61-67.

El-Buhari. (1979). Kitabu’n- Nikâh Bâbu’n-Nisvati’l- Lati Yuhdine’l- Mer’ete İlâ Zevciha, Cilt. 4, s. 140.

Eraslan, K. (1989). Ahmed Yesevi, İslam Ansiklopedisi, T. D. V. , İstanbul, Cilt. 2, s. 159­161.

Ergen G. (2016, 12 Temmuz). Çocukken Babamın Kucağında İlahi Mırıldanırdım. Erişim adresi:http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/gulben-ergen/cocukken-babamin- kucaginda-ilahi-mirildanirdim-40142009.

Ergüner, K. (2003).Ayrılık çeşmesi, bir neyzenin yolculuğu. İletişim Yayınları, İstanbul, s. 174.

Gülsüm, N. Ahmet Özhan: Şeriattan kıl kadar sapan, hakikatten dağlar kadar sapar. Erişim adresi:                  http://www.roportajgazetesi.com/twitter-tasavvuf-ahmet-ozhan-roportaji-

c2995.html.

Güngör, N. (1993). Arabesk: sosyo kültürel açıdan arabesk müzik, 2. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 12-15.

Judetz, E. P. (2004). Türk mûsikî kültürünün anlamları, (çev. Bülent Aksoy), Pan Yayıncılık, İstanbul, s. 48.

Karahan S. (2006).Tarihsel süreç içinde Türklerde müzikle terapi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, s. 174 (Yüksek lisans tezi). Erişim adresi: http://acikerisim.istanbul.edu.tr/handle/123456789/26558.

Koca, F. (2004) Ahmet Hatipoğlu’nun hayatı, eserleri ve mûsikî anlayışı. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara (Yüksek lisans tezi). Erişim adresi: http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/253/544.pdf7show.

Köprülü, M. F. (1984).Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar. Diyanet işleri Başanlığı Yayınları, Ankara (5. Baskı), s. 17-21.

Müzisyen İsmail Hakkı Özkan hayatını kaybetti, (2010,            24 Eylül). Erişim adresi:

http://www.milliyet.com.tr/muzisyen-ismail-hakki-ozkan-hayatini-kaybetti- magazin-1293161/.

Neubauer, E. (1994). 15. ve 16. yüzyıllarda İstanbul’da mûsikî hayatı, Cilt. 5, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, s. 523.

Özcan, N. (2003). XVII ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlılar’da Dini Mûsikî. İstanbul, Yeni Türkiye Dergisi Osmanlı Özel Sayısı(Osmanlı’nın 701. Kuruluş Yıldönümüne Özel), s. 273.

Özcan, Ö. (2005). TDVİslam Ansiklopedisi, Cilt. 23, s. 565-566.

Özdemir,   A. T. ve      Levendoğlu Öner,   N.   O. (2011). Ud      İcra geleneğinde Cinuçen

Tanrıkorur ekolünün uzzal taksim üzerinden yansımaları, İnönü Üniversitesi Sanat ve                   Tasarım Dergisi, Cilt.            1,    Sayı. 3, s.            325-337. Erişim adresi:

http://openaccess.inonu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11616/4815/Makale.pdf?sequence=1&isAllowed=y.

Özhan, A. (2008). Ses, söz ve sevgili, 1. Baskı, Doğan Egment Yayıncılık, İstanbul, s. 53­107.

Özkan, İ. H. (1987). Türk mûsikîsi nazariyatı ve usulleri kudüm velveleleri, 2. baskı, İstanbul, Ötüken Neşriyat, s. 17-20.

Sevinç, M. (2013). Tevfik Rıza’nın söz ve saz adlı yazma eserinin 1.kitabı olan Türk mûsikîsi nazariyatı ve usulleri bölümünün günümüz Türkçesine çevirimi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul (Yüksek lisans tezi), s. 6.

Süheyla Altmışdört, (2014). Mavi Nota Günlük e-Müzik Gazetesi, Sayı 1725. Erişim adresi: http://www.mavi-nota.com/index.php?link=portre&no= 17.

Karaköse, Ş. (2019). Şeb-i Arus Ne Demektir? Erişim adresi: http://akademik.semazen.net/author_article_print.php7idM520.

Tanrıkorur, C. (2004). Türk Müzik Kimliği, Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 51-156.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, (1983). Anadolu Yayıncılık. Cilt. 9, s. 488-499.

Uludağ, S. (1992). İslâm açısından mûsikî ve semâ, Uludağ Yayınları, Bursa, s. 65-161.

Üngör, E. R. (1979). Mûsikî mecmuası, No: 358, s. 6-7.

Üsküdar ve Emin Ongan Üsküdar Mûsikî Cemiyeti Tarihçesi (2019). Erişim adresi: https://www.uskudarmusikicemiyeti.com/tarihce.

Yazıcı, N. (2002). İlk Türk islâm devletleri tarihi, T. D. V. Yayınları, Ankara, s. 53.

Yola, Ş. (1993). Tdv İslam Ansiklopedisi, Cilt. 7, s. 416 - 420.

 



'Türk Klasik Müziği’nin en önemli isimlerinden biri olan Cinuçen Tanrıkorur (1938-2000), kendine has icra ekolü ile çağımıza damgasını vurmuş bir ud virtuozu ve bestecidir (Özdemir ve Öner, 2011, s. 325).

[2]Aka Gündüz Kutbay Üsküdar Mûsikî Cemiyetine uzun yıllar devam etti. Emin Ongan’dan da dersler aldı. 1960 senesinde İstanbul radyosunun açtığı sınavı kazanarak radyo sanatçısı oldu. Uzun yıllar neyzen olarak katıldığı Mevlânâ programlarında neyzenbaşı Halil Can’ın vefatından sonra neyzenbaşılık görevinde bulundu. 1979 da vefat etti (Üngör, E. R, 1979).

31933 yılında Burdur’da doğmuştur. Tanbur sanatçısı, TRT Ankara Radyosu koro şefi ve bestekârdır. Tasavvuf musikimize en çok hizmet edenlerin başında gelir. 2000 yılında Ankara’da vefat etmiştir (Koca, 2004, s. 10).

[4]Süheyla Altmışdört 1951 yılında İstanbul Belediye Konservatuarında mûsikî eğitimine başladı. Mezuniyetinin ardından hoca olarak konservatuarda çalışmalarına devam etti. Aynı zamanda 1960’lı yılların başında şeflik ve hocalığını üstlendiği Üniversite Korosu çalışmalarına başladı. Bu koroyu 42 yıl çalıştırdı.50 yılı aşkın olan mûsikî hayatında daima geleneksel Türk Mûsikîsinin özelliklerini, inceliklerini en güzel toplu ve solo icrası için emek verdi ve birçok sanatçı yetiştirdi (“Süheyla Altmışdört”, 2014).

[5]15 Nisan 1941’de İstanbul’da doğdu. Türk müziği konusunda edindiği derin bilgi ve tecrübelerini, "Türk Mûsikîsi Nazariyatı ve Usulleri-Kudüm Velveleleri" isimli kitapta topladı. Aruz veznine olan ciddi hâkimiyetiyle, mesnevi, kasîde, fahriyye, medhiyye, mersiye, murabba, şarkı, kitabe, hiciv gibi Divan Edebiyatı’nın hemen her formunda çok sayıda şiir yazdı. Özkan’ın, otuz beş tanesi saz eseri olmak üzere, beste, ağır semai, yürük semai, şarkı, türkü, ilahi ve köçekçe formlarında yüz seksen yedi bestesi bulunuyor. 23.Eylül.2010’da İstanbul’da vefat etti (“Müzisyen İsmail Hakkı Özkan Hayatını Kaybetti”, 2010).

[6]1937'de İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde doğdu. İstanbul Belediye Konservatuarı'nı bitirdi. TRT İstanbul Radyosu'nun kadrolu ses sanatçısı oldu. İstanbul Belediye Konservatuarı Türk Mûsikîsi Bölümünde solfej ve usul öğretmenliği de yaptı (“Alâeddin Aday kimdir?”, 2019).

[7]1925’te Denizli’de doğdu. 1949’da İstanbul Tıp fakültesinin bitirdi. İstanbul Üniversitesinin korosuna gitti ve nazariyat, solfej öğrendi ve bu koroyu Ercüment Berker’den sonra uzun yıllar yönetti.1975’te Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Topluluğu şefi oldu. Türk Müziğine koro anlayışını getirdi. Eserleri nüanslayarak okutan Mesut Cemilden etkilendi. Bu koro günümüzde Türk Müziğini en iyi seslendiren koro olarak kabul edilmektedir. Halen, İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir (Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 1983, s. 488 - 489).

[8]Edirne'de doğdu. 1927 yılında o zamanki adı Dar-ül Feyz-I Mûsikî Cemiyeti olan Üsküdar Mûsikî Cemiyetine ilk mûsikî derslerini Mızıkalı Celâl Beyden aldı. 1945te İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyetinde koro yöneticiliği ve keman sanatkârı olarak çalışmaya başladı. İstanbul Radyosunda uzun yıllar görev yaptı. Son olarak İ.T.Ü. Devlet Konservatuarında öğretim üyesi olarak görev yaptı. Emin Onganın XX. Yüzyıl Türk Müziği bestecileri arasında çok seçkin bir yeri vardır. Geleneksel kurallara bağlı fakat kendine özgü ve değişik usluptaki bestelerinin güzelliği tartışılamaz. Derin müzik bilgisi eserlerinin usûl, makam ve melodik yapısında açıkça görülür. Hisli ve yumuşak bir uslubu vardır. Günümüze 3 saz eseri ile 90 kadar şarkısı kalmıştır (“Üsküdar ve Emin Ongan Üsküdar Mûsik Cemiyeti”, 2019).

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar