Alternatif Tıpta… ADIGE ŞİFACILARI
Hazırlayan: Hayat Kanat
Aze
(Іазэ) kavramı eski dönemlerde; şifacı (гъэхъужьы), büyücü (шхъухъэ зышІырэр),
falcı (джэнчыдз), cadı (уды), büyücü hekim, cerrah, doktor, Evliya Çelebi’nin
seyahatnamesindeki taşçı ve uyuz, Tornau’nun seyahatnamesindeki sınıkçı,
bilici, Morris’in notlarındaki şifalı bitki toplayıcısı terimlerinin tümünü
barındırmaktadır.
Azeler
uzmanlaştıkları işlere göre de isimler alırdı. Örneğin;
Влэбгуапль/Blebğuapl;
koyunun kürek kemiğine bakarak kehanette bulunan şifacılardır. Kürek kemiğinin
üzerindeki lekelere göre havanın nasıl olacağı, ya da insanların başına neler
geleceğini söylerdi (Едыдж Батырай 2017:46, Mijayev ve Pasthtova 2018:59,
Şhalakho 2010:70).
Cerşıdz; fasulye, darı, kömür gibi objelerle gelecekte
olacakları bilen erkek ya da kadın kahindir. Alacakaranlıkta falın karışacağını
düşündüklerinden fal bakmazlar (Mijayev ve Pashtova, 2018:68).
Влэнапщэ/ Blenapşe; yılan sokmasını tedavi eden
şifacılardır. Üfleyerek yılanı çatlattıkları söylenir. (Зэфэс, 2006:32).
Had’ırhaptle; ölülerin ruhlarıyla konuşabilen
falcılardır (Mijayev ve Pashtova, 2018:101).
Jeşaptle; gelecekte olacakları, kaybolan eşya ya da
hayvanın nerede olduğunu öğrenmek için cinlerden yardım alan kişilerdir. Falına
bakacağı kişinin bir eşyasını yastığının altına koyarak uyur, rüyasında
gördüklerini anlatırdı. Herbirinin kendine özel bir fal gecesi vardı (Mijayev
ve Pasthtova, 2018:101).
Napşe; göz değmesi, yılan ve örümcek sokması,
yaratıkların zarar vermesi sonucu hastalananları okuduğu şifalı sözlerle
iyileştiren şifacılardır (Mijayev ve Pasthtova, 2018:127).
Şhuhpsıh; birine istenileni yaptırmak, birini emir
altına almak için büyü, tılsım yapan kişilerdir (Mijayev ve Pasthtova,
2018:173).
Azeler
hayati tehlikeye sebep olan birçok hastalığı tedavi edebildiği gibi, çaresiz
durumlar hariç asla uzuv kesmezlerdi ve ağır yaralanma, ileri düzeydeki
kırık,
parçalanma vb. iyileştirecek bilgiye de sahiplerdi.
Tedavi
sırasında hastaya müdahale yapacak kişi için de, hasta için de kadın- erkek
ayrımı yapılmazdı (C.Soycan ile görüşme, 23.02.2019).
Günümüzde
Aze kavramı; şifalı otlarla birtakım tedavi yöntemleri uygulayan kişileri
kasdetmektedir. Geçmişte ise bu unvanı taşıyan kişilerin; gelecekten haber
verme, iyi ve kötüyü majik yöntemlerle etki altına alma, vb. doğaüstü güçlere
de sahip olduğu düşünülürdü.
Bu
unvanı taşıyacak kişilerin birtakım maharetleri göstermesi gerekirdi.
Eski
bir Adıge inancına göre; bir yılanın ağzındaki kurbağayı düşürüp aynı gün güneş
ve ayı bir arada gören insanın şifa dağıtıcı olduğuna inanılırdı (Dönmez,
2014:41).
Yine
Kuzeybatı Kafkasya’daki inanışa göre; çok hızlı koştuğu için yakalanması
oldukça zor olan tarla faresini, eliyle yakalayıp boğabilen kişinin elinin
uğurlu olacağı ve tedavi edecek olgunluğa ulaşmış olduğu kabul edilirdi (Teuv
Aslan ile görüşme 27.02.2018).
Bu
inanış Türkiye’de dönüşüme uğramıştır. Buradaki inanışa göre; çok hızlı hareket
eden ve yakalanması neredeyse imkansız olan köstebeği canlı olarak yuvasından
çıkarıp boğabilen kişiler şifacı olabilirdi (Z.Günhan ile görüşme 30.03.2018).
ADIGE MİTOLOJİSİNİN ŞİFACILARI
Sözlük
anlamı efsane bilimi demek olan Mitoloji, bir bakıma pagan düşüncesinin kendini
ifade dilidir. Bu bağlamda mitoloji, günümüzde; pagan düşüncesini aktardığı
gibi, geçmişten gelen bir düzeni de ifade etmektedir (Altunay, 2014:136).
Uygarlığın
kronolojik olarak incelenebilmesi için, en başta mitolojiyi bilmek
gerekmektedir. Kültürün temeli ise budur (Özbay, 1990:10).
Adıge
Kültürünü temelinde yer alan Nart Mitolojisi de eski çağlara dayanmaktadır.
Destanlar, Nartların yaşını tam olarak belirlemez. Ama hiç kuşku duyulmayacak
bir şey vardır ki, bilimin ortaya koyduğuna göre, Nart destanlarının özü,
içeriği, üçbin yıldan daha eski dönemlere dayanır (Karmokov,t.y:15).
Nart
Mitolojisinin diğer halkların özellikle batı halklarının efsanelerine,
söylencelerine esin kaynağı olduğu söylenebilir.
Yunanlıların
Karadeniz sahillerinde kurdukları ticari koloniler kanalıyla, Kafkas
mitolojisini önemli oranda, Yunan mitolojisine yansıttıkları öne sürülmektedir
(Cankat, 2012:21).
Nartlarla
ilgili olarak söylenen herşey, öncelikle tarihe uygunluk içermektedir. Şöyle
ki;
“Adıge
halkının ve diğer Kuzey Kafkasya halklarının, belirli bir tarihsel dönemin
karakterlerini ve epik ruhunu, epik biçimde, yeterince yaygın ve inandırıcı
biçimde yansıtan destanlarda, adı söylenen yayla, dağ, v.b. yer isimlerinin
olaylarla ilişkisi de açıklanmaktadır. Eski Humarinsk tahkimatı yakınlarında,
üstü kapalı bulunan Çiwune (yeraltı evi) de Adıge Destanlarına göre; bir
zamanlar acı dilli Nart Çeleskan yaşamıştır. Sasrıko’nun atının izini taşıyan
bir taş ta hala orada bulunmaktadır. Adıge yöresinde Sarıko’nun yıldız yolu,
Tlepş ve Debeç’in döküm ocaklarının bulunduğu yer, Seteney’in denize girdiği
yer, Nartların yaylası, Kurganlar, vb yerler gösterilmektedir.” (Özbay,
1990:56)
Eski
çağların insanı doğan çocuğu için, bugünkü insan gibi iyi dileklerde bulunurdu.
Bahtının açık olması, uzun yaşamlı olması, kahraman olması, düşmanlarının
çekindiği bir kişiliğe sahip olması, doğumu ile “bol ürünlü bir yıl getirmesi”
dilenirdi.
Bugün
de bu geleneklere rastlanmaktadır.
“Sağlıklı
ve güçlü olma” dileği ve Nartların da sağlıklı ve güçlü kişiler olarak
tanıtılması, onların en bariz özelliği olarak günümüze dek yaşayagelmiştir ve o
çağlarda Nartlar çok yaşarlardı: ikiyüz, üçyüz yıl kadar... (Özbay, 1999:60)
Nartlar,
öldürülen bir kişinin üzerine katilinin kanını damlatarak, onu tekrar
canlandırırlardı (Asfar Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Nartların
yaşadığı yerler, Nart-Sana, Kubina, Yincic vadileri idi. Yaşamı bilek gücü ile
sürdürürlerdi. Aralarında fasulye falına bakan, kürek kemiğinden kader ve
gelecek okuyan falcılar, büyü yapan cadılar da bulunurdu (Özbay, 1999:210).
“Nartların
Ghund Kalesini Zaptedip Seteney’i Kaçırmaları” hikayesinde;
Nartlar
kaledeki tılsımlı çapayı ve Seteney’i kaçırmak için kaleye üç kez
saldırırmalarına karşın geri çekilmek zorunda kalırlar. Sonunda Nartlar,
gaibden haber veren Wueserej’den (falcı, büyücü kadın) akıl danışmaya giderler.
Wueserej geçmişi geleceği bilir (Özbay, 1990:218).
“Nartların
Seteney’i Yispı Prensliğinden Kurtarışları” hikayesinde de;
Seteney’i kurtarma umudunu yitiren gençler çözüm için
Wueserej’e danışmaktadır: “...Bu ulu kadın binyıllık Wueserej, ölümsüz Wueserej
geleceği gün gibi okurmuş...” (Özbay, 1990:218)
Nartların
arasında doğanın sırrını çözmüş, tedavi yöntemlerini bilen şifacılar da vardı.
Örneğin;
Nart Leu, kör babasının tekrar görmesini sağlamak için, yaban domuzunun hala
canlı olan gözlerini getirip babasının gözlerine sürmüştür (Asfar Keuk ile
görüşme, 27.02.2019).
Yine
eski tedavi yöntemlerinden olan dille ya da tükürükle göz tedavisi, Nart
efsanelerinde karşımıza çıkmıştır:
“Gözüne
toz parçası giren bir çoban annesinden, tozu dili ile çıkarmasını istemiş.
Annesi;
-akşam
saatlerinde gözüne dil değdirilmez. Bizim şifacı S’andrak’e git, daha iyi olur.
birşeyler
düşünecek, onun iyileştirme yöntem sanatını tüm Nartlar bilir
diyerek
oğlunu şifacıya göndermiştir.” (Шомахов, Sanal, 2010:2).
Destanların
ağırlık noktasında “Nartların Annesi” Seteney vardır. Seteney ulu bir anaerkil
figürdür. Bu figür o denli önemlidir ki, destan yapımcıları tüm kahramanları
fiziksel ölüme terk ettikleri halde Seteney’e ölümsüzlük verirler (Özbay,
1990:57).
Savaş
ve barışa karar vermek, hasat için yeni usuller bulmak, onun görevlerindendir.
Hastalık, kıtlık, deprem gibi doğal afetlerde Nartları yönlendiren tek kişidir.
Bebeklerin
kız ya da erkek olmasını Seteney belirlerdi ve o yönlendirirdi, nüfus artışı da
Seteney’in elindeydi. Seteney’e bu gücü veren, Bereket Tanrısı’nın bahşettiği
Nartların altın ağacıydı, kararları bu ağacın altında alırdı. Ağaç hergün bir
elma verirdi. Elma, şafakta yeşillenmeye başlar gün batımına kadar da
olgunlaşırdı, o elmanın bir tarafı kırmızıydı diğer tarafı sütlü kahve gibi bir
rengi vardı. Nartların anne adayları kırmızı tarafı ısırınca dünyanın en güzel
erkek çocuğunu dünyaya getirirdi, diğer tarafını ısırınca da lepiska saçlı kız
çocuğu dünyaya getirirdi. (Asfar Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Nart
çocukları doğduğunda göbeklerini Seteney kesermiş. Kız çocukları doğunca güzel
olsun diye Seteney Guaşe’ye yıkatırlarmış. Erkek çocukları doğunca, çocuk akıllı
olsun diye kulağına Seteney Guaşe’yi fısıldatırlarmış (Özbay, 1990:223).
Adını
verdiği her çocuğun kulağına üflemek onun toplumsal görevlerindendir. Kulağına
üflemediği çocuk geri zekalı olmaya mahkumdur (Asfar Keuk ile görüşme,
27.02.2019).
Bu
konuda o denli bencil davranır ki, işine burnunu sokan büyük Nart Tlepş ile
çatışmaktan ve onu kırmaktan bile çekinmez (Özbay, 1990:20).
Bu
atışma; “Seteney Guaşe ile Tlepş’in Çatışması” hikayesinde anlatılmaktadır:
“Pakua
Dame adlı yaşlı kadının kendisi hakkında dedikodu yaptığını duyan Seteney;
Pakua Dame’nin yeni doğan torununun göbeğini kesmeyi reddeder ve kulağına
üflemeyi de kabul etmeyerek;
”..
..torunu akılsız kalsın da dedikodu iyi miymiş görsün..” der.
Bunun
üzerine Pakue Dame torununu alarak yola çıkar. Thağalec, Amış ve Washo
Mıvaşho’ye giderek yardım ister. Ancak hiçbiri derdine çare olamaz. Onlardan
ümidini kesince Tlepş’e gider. Tlepş Seteney’i ikna edebileceğini söylese de
Pakue Dame Seteney’e gitmez. Tlepş te bebeği alarak dökümhaneye götürür; bebeğin
kulağına fısıldayıp öğütte bulunur.
Bunlar
kulağına gittiğinde, öfkeyle Tlepş’e koşar Seteney:
“-Demek
öyle, yüzündeki ise pise bakmadan Pakue’lerin çocuğuna öğüt vermek sana mı
kalmış? Neden işin olmayan şeylere burnunu sokarsın? Neden işime karışırsın?
Tlepş
Seteney’in hışmına güler ve tezgahına döner. Gürültü ile örse vurmaya başlar.
Seteney
beddualarını ard arda dizer:
-Bu
işin sonundan hayır gelmez. Tlepş’in öğüt verdiği herkes akılsız olsun, sözleri
doğru olmasın. Övgüleri bedduaya dönüşsün. Beddualar dünyada kalsın.
Lanetleme,
beddua gibi kötü davranışların insanoğluna bu olaydan miras kaldığı anlatılır
destanlarda..” (Özbay, 1990:223-224).
Bu
hikayede; Seteney’in yararlı işler yapması ve bilgeliği yanında, dilediğinde
kötülük te yapabileceği vurgulanmaktadır.
Seteney’in
kahin ve falcı olması da Nart Destanlarında sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Parmağında
taşıdığı yüzükle geleceği görmekte, öteki dünyayla görüşmektedir (Asfar Keuk
ile görüşme, 27.02.2019).
“Wuezırmes’in
Nartları Kıtlıktan Kurtarışı” hikayesinde;
“Wuezırmes’in
Pakue’ye hediye verilmesini önlemesi üzerine; yarı tanrı Pakue, Nartları
cezalandırmak için bu gücünü kullanıp yağmuru tutarak yağmasını engeller.
Yeryüzündeki suları kurutur. Ülkede büyük bir kuraklık başlar. Buna neden olduğu
için Nartlar Wuezırmes’e kızmaktadır. Wuezırmes güç durumda kalır. Bu
sıkıntıdan nasıl kurtulacağını düşünür. Derken herşeyi bilen, gelecekten haber
veren Seteney Guaşe’ye gitmek aklına gelir” (Özbay, 1990:231).
“Nartların
Orağı Buluşu” hikayesinde; açlık tehlikesiyle karşılaşan Nartlar, bu sorunu
çözmek için toplanırlar. İşin içinden çıkamayınca, kurultaydan bir temsil grubu
seçerek, Seteney’e danışmaya giderler.
Olup
bitenden haberdar olan, gelecekten haber alma yeteneğinde olan Seteney onları
saygı ile karşılar (Özbay, 1990:132).
Yine
aynı hikayede Seteney Nart yaşlılarına dönerek:
“-... Büyüklerim, kardeşlerim oğlum
Sasrıko’nun atı Tığujeyi bilirsiniz, denizaltı
tanrıçası Psıtha Guaşe afsunlamıştır onu..” demektedir
(Özbay, 1990:133).
“Nartların
Tohumluğu” hikayesinde; Nartlar tohumluğu kimin çaldığını ve yerini öğrenmek
için yine Seteney’e danışırlar.
Nart
Destanlarından “Sasrıko ile Totreş” hikayesinde; Sasrıko’nun atı Tığujey’e
sitem eden Seteney’e Tığujey;
“-Ey
cadı anamız!.. ” diye hitap eder.
“Sasrıko’nun
Sonu” adlı hikayede; Seteney’in, Sasrıko’nun öldürülmesini isteyen kötü
insanların cadı Barambukh ile anlaştığını ve cadının kötü amacını baktığı
fasulye falında gördüğü anlatılır:
“Cadı
kadının kötü amacını Seteney fasulye falında okur. Sasrıko, Nartların Humara
tepesinde düzenledikleri şölene çağrılır. Şölene gitmek üzere atını ve
silahlarını hazırlayan Sasrıko’nun yanına gider:
-Ey oğul,
Doğurmadan büyüttüğüm,
Altın beşiklerde yatırdığım oğul,
Gitme bu şölene,
Sana pusu kurdular,
Sana büyü yaptılar...
Bu yolculuk son yolun.
Dinle
beni.
diye
oğluna yalvarır.” (Özbay, 1990:325-326)
Seteney’in
hekim kişiliği de söylencelerde karşımıza çıkmaktadır. Devlerle kavgası
sırasında iki bacağı kopan Sasrıko’nun bacaklarını dikerek yaralarını
iyileştirmiştir (Asfar Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Nart
Destanlarından birinde, Sasrıko’nun yarasının Seteney tarafından tedavisi
anlatılmaktadır:
“Sasrıko
çıktığı seferde yaralanır. Yaralı olarak geri döner, en güvendiği arkadaşına
misafir olur. Arkadaşı yapmadığını bırakmaz, lakin bir türlü yarasını
iyileştiremez. Yara iyice azıp iyileşmez olunca arkadaşı sorar:
-Senin
ilacın nedir?
-İlacımı
sana annem söyleyebilir,
der Sasrıko. Arkadaşı doğruca Sasrıko’nun annesine;
Seteney Guaşe’ye gider, Sasrıko’nun durumunu anlatır.
-Tuzlu su yaparak fıçıya doldurun. Onun içine
oturtursanız iyileşir,
der, Seteney Guaşe.
-O olmaz, çok ağır gelir,
der, Sasrıko’nun arkadaşı.
-Dediğimi yap,
diyerek, yolcu eder Seteney Sasrıko’nun arkadaşını.
Tuzlu su hazırlayıp, fıçıya doldururlar. Sasrıko,
içine girip yedi gün yedi gece tuzlu suda kalır. Yedi gün yedi gece sonra
Seteney bir ulak gönderir:
-Araba gönderiyorum, Sasnko’yu bana getirin,
der. Arabanın tabanını, sivri uçları yukarı gelecek
şekilde çivi ile doldurur. Sasnko’yu arabaya bindirirler, araba hareket ettikçe
çiviler bata bata evine getirirler” (Karmokov,t.y :133).
Nart Destanlarında birçok yerde adı geçen Altın Ağacın
elmasının tılsımını tek bilen kişi Seteney’di.
“Bu elma ağacın tepesinde olur, diğer elmalardan daha
hoş kokar, daha gösterişli ve daha olgun olurdu. Seteney, ilk soğuklar gelip,
yapraklar dökülmeye başladığında, elmayı koparıp sandığa koyarak saklardı.
-Gün gelir ilaç olur.
derdi. Bu elmadan bir tadımlık yiyen; çok dürüst bir
yiğit, yaşlanmaz bir kahraman olurdu. Geçen ömrü kadar süreyi bu elma yeniden
geri verirdi.
Seteney’in
yaşlandığı, yüzünün buruşup çirkinleştiği görülmemiştir. Elmanın kabuğunu
yüzüne sürünce yüzü ak pak olur, kırışıklıklar kaybolurdu. Kabuğunu kaynatıp
suyunu içen; tüm dertlerinden kurtulup neşeli, şakrak, devamlı gülebilen bir
insan olurdu. “ (Asfar Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Nart destanlarında sıkça karşımıza çıkan diğer şifacı
ve büyücü figür, tanrı Tlepş’tir.
Kabardey
anlatımında, demire güç yetirebilecek, ona şekil verecek kendisi gibi güçlü bir
çırak arayan Debeç’e başvuran Tlepş kendisini “doğurmayan bir annenin oğlu”
olarak tanıtır ve demircilik sanatını sürdürmeyi amaçladığını söyler. Tlepş
dökümhanede demirlerle konuşur, onları istediği şekle sokar.
Tlepş’in
sanatıyla ilgili sırları vardı, hiçbir sistemini açığa çıkarmazdı. Yaptığı
sihirlerle kılıçlara doğaüstü güçler veriyordu, bir yere çağrıldığında yaptığı
kılıcı da yanında götürür çalıştığı yerde bırakmazdı. Tlepş demirlerini bir
mağarada yapardı, demiri döverken asla kimseye göstermezdi. Nartolog Asfar Keuk’un
anlattığına göre;
“Tlepş
atölyesinde çalışırken, Sasrıko aniden içeri girer. Onun bu hareketine Tlepş
çok kızar;
-Neden
habersiz içeri dalıp benimle ve bu kılıçla olan sırrın arasına girdin. Onu
ürküttün, bu kılıcı senin için yapıyordum, bu kılıçla ne istersen neyi
hedeflersen yapabilirdin elini oynatmadan, bu kılıç senin için gider
düşmanlarını öldürüp geri gelirdi, ama tam yapım aşamasında öyle bir sihir
katarken aramıza girdin ve onu ürküttün,
deyip
kılıcı bir köşeye bırakmış. Kılıçta tam bitmediği için kısa kalmış. Sasrıko
kılıca bakıp demiş ki;
-Bu
kılıç zaten kısa, bunun birisini öldürmesini bekleyeceğime ben bir adım fazla
atarım öldürürüm düşmanımı
demiş.
Sasrıko’nun bu sözü Adıgeler arasında yerleşmiştir ve günümüzde bile denir ki
“Kılıcım kısaysa bir adım daha atar vururum”.
Yani
Tlepşle yaptığı obje arasındaki sırrı, magileri bozmamak gerekirdi.” (Asfar
Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Tlepş’in
demirci atölyesi aynı zamanda klinik olarak ta kullanılmaktadır. Zor
doğumlarda, anne demirci atölyesine getirilerek demirin soğutulduğu suya
yatırılır ve böylece kolay doğum yapması sağlanırdı (Asfar Keuk ile görüşme,
27.02.2019).
Tlepş
ile ustası Debeç’in hikayelerinden birinde; Tlepş’in ustasının işine engel
olarak kırık kalça kemiğini demirle onarması anlatılmaktadır:
“Üç
Nart kardeş bir düzlükte at oynatırlarken. atlarını çarpıştırmaya başlarlar.
Ortanca kardeşin atı devrilince kendinin de kalça kemiği kırılır. Diğer iki
kardeş kalçası kırılanı, hemen Debeç’in dökümhanesine taşıyarak kırılan kalça
kemiğini demirden tekrar yapmasını isterler. Tlepş’in ustası Debeç acele bir
işle uğraştığı için;
-Benim
şimdi zamanım yok, istediğinizi çırağım Tlepş yerine getirsin.
diyerek
işine geri döner. Nart kardeşler küserek yaralı kardeşlerini alıp giderler.
Tlepş te onları engellemez. İşi biten Debeç arkasını dönüp baktığında onları
göremeyince uzaklaşan kardeşlere seslenip onları geri çevirir ve kırık kalça
kemiğini onarmaya başlar. Tlepş kızgın demire göz kırptığı için, demir Debeç
ustanın ellerine boyun eğmez bir türlü ve Debeç işlediği demiri yerine
oturtamaz.
Debeç
Tlepş’in demire göz kırptığını anlar ve işi ona devreder. Tlepş onarıma başlar,
kısa sürede demiri yerleştirerek kırık kalça kemiğini onarır. “ (Asfar Keuk ile
görüşme, 27.02.2019).
Sasrıko’nun
doğumunu anlatan hikayede; Adıgelerin, bebeğin sağlıklı olması için, demirci
işliğinde yaptıkları ritüelin anlatımı bulunmaktadır:
“O,
ateşler içinde doğunca annesi Seteney onu Tanrı Tlepş’in tezgahına götürmüş,
Tlepş te onu maşası ile dizlerinden tuttuğu gibi yedi kez suya daldırıp
çıkartarak çelikleştirmişti.” (Özbay, 1999:47)
Nartolog
Asfar Keuk’un aktarımında da, Tlepş’in hem sihir gücü hem de cerrahlığına
ilişkin örnekler verilmiştir;
“Jelasten
ve Sasrıko bir kıza talip olmuşlar, kızın babası ikisini de beğenmemiş. İkisini
de vurmak için Tlepş’e giderek ok yapmasını istemiş. Tlepş ona üç tane ok
yapmış, o oklar hedefini şaşırmazmış. Ama attığı zaman geri dönmesi
gerekiyormuş, bunlar geri dönerken okların ikisi kırılmış bir tane ok kalmış.
Tek oku kalan baba, kızına;
-hangisine
atayım bu oku, sen hangisini daha az istersin
diye
sormuş. Kız babasının ona oyun oynadığını fark ederek, hangisini sevdiğini
söylerse onu öldüreceğini anlamış. O yüzden daha az beğendiğini göstermiş. Baba
Jelesten’e atmış oku, ama Sasrıko da ölü numarası yapmış. Baba kızına;
-birini
öldürdüm, ama bu yerde yatana ok atmadım, o nasıl öldü öyle, bu çok kurnaz
bakayım gerçekten ölmüş mü
deyip
Sasrıko’nun ayak topuğuna bir delik açar, oradan ilik çıkarıp koklayarak
Sasrıko’nun ölmeyip yaşadığını anlar. Hemen Jelasten’e dönüp kafasına vurup
kafasını ikiye ayırır. Jelasten atına koşarak doğruca Tlepş’e gider. Tlepş’ten
kafasını bakır telle dikmesini ister. Ancak kızın babası;
-eğer
dikiş yerlerini geçirdiğin yerlerden birini boş bırakarak kafasının içinin hava
almasını sağlamazsan seni öldürürüm
diyerek
Tlepş’i tehdit eder. Tlepş de Jelasten’in kafasını dikerken bakır teli
geçirdiği deliklerden birini boş bırakıp daha büyük delik açarak kafasının
içinin hava almasını sağlar. Beyin hava alınca Jelasten ölür.
Burada
ilginç olan bakır tel ile dikince kafatasının kaynayacağını, bakır telin
paslanmayacağını Nartların bilmeleridir.” (Asfar Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Göze
çarpan diğer bir ayrıntı da Nartların insan vücuduyla ilgili bilgileridir.
Beynin havayla temasında ölümün gerçekleşeceğini bilmeleri, insan iliğinin
kokusundan canlılığı tesbit etmeleri de ilginçtir.
“Nart
Çeleshyot” destanında ise, Tlepş kafatası kırılan Çelesyot’un kafatasına bakır
ve altın karışımı transplantlar yerleştirmiştir. Anlatıma göre:
“Sasruko
kavga sırasında Nart Çeleshyot’un kafasını kırmıştı. Gelen şifacı kendisi hiç
bir şey yapamayacağını söylemiş, ancak Nart Çeleshyot’a Büyük Tlepş’i görmesini
tavsiye etmiştir. Çünkü sadece Büyük Tlepş kırık kemiklerin yerine bakır ve altın
alaşımından yapılmış transplantları koyabilecek durumdaydı. Ameliyattan önce
Büyük Tlepş hastanın ağzına “пхьэХумб” koydu (çene düzeneğinin sabitlenmesi
için ahşaptan yapılmış bir alet). Büyük Tlepş, yaptığı 7 yamadan, hava girsin
amacıyla 3 yamayı gevşek yapmıştı ve sonradan bu Çeleshyot’un ölümü ile
sonuçlandı.” (Z.Dzıbova ile görüşme, 28.02.2018).
Bu
anlatımlardaki detaylar ile Kuzey Kafkasya topraklarındaki Krasnodar ve
Stavropol bölgelerindeki antik mezarlardan çıkarılan trepanasyon uygulanmış kafataslarındaki
müdahalelerin örtüşmesi, Proto Adıgelerin cerrahi müdahalelerde oldukça derin
bir birikime sahip olduklarını da ve uyguladıklarını ortaya koymaktadır.
Bedoh,
Şapsığ Kaspet’lerin kızı Tlebıtsejey’in eşidir ve rüya yorumlama konusunda çok
iyi bir kahindir, nefesi şifalıdır, hem otlar hem de ilaçlar konusunda ustadır,
elinin değmesiyle yaralar iyileşir (Mijayev ve Pashtova, 2018:55).
Nart
hikayelerinde ağırlıklı bir konuma sahiptir.
Tlebıtsejey’in
başında ve koltuk altındaki yaraları nefesiyle üfleyerek iyileştirmiştir. Yine
Tlebıtsejey’le Aşemez savaşırken, Tlebıtsejey’in yaralarını nefesiyle
iyileştirirken, Aşemez’in yaralarını da gizlice bazen nefesiyle bazen de
otlarla iyileştirir (Mijayev ve Pashtova, 2018:56).
Thaşırıphu/ Thaşerıphu/ Haşırıphu/ Şıruh Guaşe
Nartlara
yardım eden kutsal bir kadın karakterdir ve Nartların işlerinin rast gitmesini,
isteklerinin gerçekleşmesini sağlar. Bir Abdzeh metninde, Nartların
Thaşırıphu’ya fasulye falı baktırdığı anlatılır. Nartlar falı beğenirse;
“Thaşerıphu
gelinimiz, meleğimiz şiir okuyor”
diyerek,
onu överlerdi. Eğer falı beğenmezlerse şöyle derlerdi:
“Kara
cadı gibi gözleri,
Uzun
sivri bir burnu,
Fırlamış
ön dişleriyle
Bir
yaratığa benzer.
Kime
baksa bayıltır,
Nart
yurdunda o varken
Kargaşa
eksik olmaz.” (Mijayev ve Pashtova, 2018:193).
Fasulye
falına başlanırken;
“Uerxhueny
qymiqhah, çverxhuenyn qymiqhah
(Göğe
ait, yere de ait kötülük olmasın içinde)” diye başlanırdı (Şhalakho, 2010:73).
Cerşıdz’lar
fasulye falına bakarken, falcıların koruyucusu Thaşırıphu/ Şıruh Guaşe’ye hitap
ederek, kimin için fal bakılıyorsa onun adını geçirerek şöyle söylerler:
“Bundan
kötülük çıkmasın,
Bundan
yalan çıkmasın,
Haşıruh,
Şıruh Guaşe,
(...)
hanımın fasulyesi,
Bu
benim fasulyem,
Kendi
niyetim dışında
Hiçbirşey
istemeden bakıyorum fala.”
(Mijayev
ve Pashtova, 2018:68).
Kahindir
ve Nartların yaşlı bilgesidir. Evlerin ocaklarının koruyucusudur. Seteney’in
tutsaklıktan kurtarılması Vorser’in tavsiyeleri sayesinde gerçekleşir, ancak
orağın nasıl yapılacağını Nartlara anlatmak istemez. Sasrıko ve Thojey’in zayıf
yönlerini öğrenen cadıdır.
Hikayelerde
çoğunlukla yaptığı kötülükleri anlatılır. İsmi zamanla, genel ad olarak
kullanılmaya başlanmış; tanrısal bilgisi olan, gelecekte olacakları bilen
kahinlere Vorser denmiştir (Mijayev ve Pashtova, 2018:217).
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ADIGE TOPLUMUNDA ŞİFACILARIN YERİ
Eski Dönemde Şifacıların Adıge Toplumundaki Yeri
Kendilerine
yakarılan ve kurbanlar sunulan tanrılar ve doğaüstü varlıkların yanı sıra,
toplumda bir de “kutsallığın uzmanları” vardır: bunlar ruhları görebilen, göğe
çıkıp tanrılarla konuşabilen, yeraltına inebilen, şeytanları, hastalıkları ve
ölümü yenebilen kişilerdir (Eliade, 2014:618). Bu kişiler şifacılardır ve o
dönemde Adıge toplumu içinde, ayrıcalıklı ve saygın bir konumları vardı.
Şifacıların;
fiziksel hastalıkların tedavisi yanında, gelecekten haber verme, iyi ve kötü
güçleri etki altına alma ve yönetme gibi yetenekleri de vardı.
Bu
işlerle uğraşanlar yani wudılar kolay kolay sırlarını vermezlerdi. Çünkü eğer
sırrı verirse, fayda olmaktan çıkıyordu; bu yüzden hiçbir maginin formül ya da
reçeteyi kayıt altına almamışlardır (Asfar Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Çerkesler
için büyücüler korkulan, yarı tanrı kişiliğe sahip varlıklardır. Büyücüler
kıtlık getirebilir, halkı cezalandırabilir (Kaya, 2015:57).
Wudıların
bakışlarıyla hareketsiz bırakacak kadar kuvvetli enerjileri vardı Cinlerle
çalışan şifacılar da nazar, ağırlık verme gibi kötü etkileri magi sistemiyle
tedavi ederdi. Bunların iyilik yapan beyaz cini ve insanları ele geçirip
kötülükler yaptıran kötü huylu siyah cinleri vardı.
Cin
çarpmasının tedavisinde azeler; şifa olacak ölünün yattığı höyüğü tespit
ederek, o kişinin kaburgalarından bir parça kemik kesilip getirilmesini
istiyorlardı. O kemiği çarpılmış kişi olarak sembolize edip tütsüleyerek, cin
çarptığı söylenen ve eğik bükük gezen kişiyi düzeltiyorlardı (Asfar Keuk ile
görüşme, 27.02.2019).
Adıgeler
arasında, toplumun iyiliği ve refahı için çalışan cadıların olduğuna da
inanılırdı:
“Terk
edilmiş yerleşim yerlerinin, yabani otlukların ve çöplüklerin cadıların uğrak
yerleri olduğuna inanılırdı. Kimi hikayelerde cadıların asıl uğrak yerlerinin
ya da merkezlerinin “Oşhamaho” olduğu anlatılır. Cadıların, oradan kendilerine
şifalı otlar topladıkları söylenir. Oşhamaho’nun doruklarından üç başak getirip
tarlaya serperlerse, ürünün bereketli olacağına inanılırdı. Bu başakları
getirenlerin at yarışlarını kazanan cadılar olduğu söylenirdi. Ürün az olursa
“Bu yıl bizim cadılar iyi koşmamış, mahsul iyi değil.” denirdi.
Şapsığ
bölgesindeki Sobayuaşha da cadıların toplanma yeri olarak bilinen dağlardandı.
Söylenceye göre; tüm halkların cadıları yılda bir kez bu dağda toplanır, bir
sonraki yılhangi meyvelerin olacağı, hangi mutlu ve üzücü olayların yaşanacağı,
ne zaman fırtına olup, ne zaman kuraklık olacağını konuşur; bunların insanlara
faydası olacak şekilde gerçekleşmesini sağlamaya çalışırlardı.” (Mijayev ve
Pashtova,2018:222).
Cadılarla
ilgili çok sayıda söylenceler bulunduğu gibi, döneme tanıklık edenlerin yazılı
aktarımları da bulunmaktadır.
1666
yılında, azledilen Kırım Hanı Mehmet Giray’la Kafkasya’yı gezen Evliya Çelebi,
Hatıkuay bölgesindeki Ubur Dağı eteklerinde kurulu Pedsi köyünde yaşadıklarını,
10 ciltlik seyahatnamesinin 7.cildinde “Abaza ve Çerkez Sihirbazlarının Cengi”
başlığıyla şöyle aktarır;
“Biz
bu köydeyken 1666 senesi Şevval ayının yirmi ikinci gecesi kıyamet koptu.
Şakıyan yıldırım ve saikalardan gökyüzü mahşere dönmüşken ve ortalık simsiyah
karanlık olduğu halde birden bire göğü tutup öyle bir aydınlık oldu ki, Çerkez
avratları nakış işlese olurdu.
Çerkezlere
sual ettik: ‘Vallaha, yılda bir kere böyle kara koncolos gecelerde bizim Çerkez
uyuzları ile Abaza uyuzları gökyüzünde uçarak birbiriyle cenk ederler. Siz de
dışarı çıkın, korkmayın seyredin.’ dediler.
Meğerse
sihirbaz ve cadılara uyuz derlermiş. Biz dahi yetmiş seksen kişi silahlarımızı
yanımıza alıp, misafir kaldığımız evlerden dışarı çıktık. Biraz durduk ve
baktık ki: Hemen Uyuz Dağı’nın ardından, Abaza cadıları, köklerinden kopmuş
ağaçlar üstünde ve küpler ve baltalar ve hasırlar ve araba tekerlekleri ve nice
bin türlü eşyalara binip havada uçarak Uyuz dağının üstüne geldiler. Hemen beri
tarafta, bizim Çerkezin Hapaş dağı içinden, saçlarını dağıtmış, dişleri fil
dişleri gibi dışarı fırlamış, gözlerinden ve burunlarından, kulak ve
ağızlarından gemi direkleri gibi ateşler çıkan yüzlerce cadı, at ve sığır
leşlerine ve gemi direklerine, deve ölülerine binmiş olarak, ellerinde
yılanlar, Evranlar ve ipler ve at ve deve kelleleri olduğu halde, gökte uçarak
Abaza cadılarını karşıladılar. İki tarafın uyuzları hemen birbirine girip öyle
bir cenk ve cidal ettiler ki korkunç çığlıklarından kulaklarımız sağır olup
hepimiz dehşete kapıldık. Tamam altı saat ardı arkası kesilmeden bu müthiş cenk
devam etti. Derken üstümüze, keçe ve hasır parçaları düşmeye başladı. Peşinden
de, adam ve at ve deve kelleleri ve leşleri yağmaya başladı, daha sonra da küp
kırıkları ve balta parçaları ve araba tekerlekleri ve parçaları düşmeye
başlayınca, dışarıda olan atlarımız ürküp, boşandı, güçlükle zapt ettik.
Bir
de baktık ki, yedi tane Çerkez uyuzu ile yedi Abaza cadısı birbirine sarılıp,
başlarını birbirlerinin çenesi altına sokmuş olarak yere düştüler. Çerkezler
seğirtip birbirlerinden ayırdılar. Amma iki Abaza cadısı Çerkez cadılarının
gırtlağına dişlerini geçirip kanlarını emmişler. Çerkez uyuzları ölmüş,
cadıların beş çifti sağ olarak tekrar havaya gitti, lakin Çerkez cadılarının
kanını emip öldüren Abaza uyuzlarını Çerkezler yakalayıp hemen orada ateşte
yaktılar. Velhasılı o gece sabah horozlar ötene kadar, cadıların öyle bir
cengini seyrettik ki ne diller ile tarif ne kalemler ile tahrir olunur. Ve
dehşetten gözümüze asla uyku girmedi. Horozlar öttükten sonra, cadılar tarumar
olup dağıldılar. Peşinden de müthiş bir kütürtü oldu ve gökten orman ve dağlara
büyük şeyler düştü. Sabahleyin birkaç arkadaş silahlanıp, cadıların harp
ettikleri yere gittik. Yerlerde at, eşek ve domuz leşleri, küp kırıkları ve
davullar ve baltalar ve uçları sırıklı furun paçavraları ve birkaç tane fil
leşleri ve mezardan çıkmış adam leşleri, bardak ve çanak, hasır, yılan, çiyan
ve keçiler, koyunlar ve ayı ölüleri ve nice yüzbin türlü buna benzer korkunç
şeylerden yerdeki çimenler görünmez olmuştu.
Velhasılı,
ben bu gibi şeylere hiç inanmazdım, amma bizimle olan askerlerin binlercesi
görüp hayrette kaldılar. Amma Çerkez kişileri yemin edip;
‘Kırk elli yılda beri uyuzların böyle müthiş harp
ettiklerini görmedik. ’ dediler.
‘Bundan önce beş on cadı yerde kavga ederken havaya
çıktıkları olurdu ama bu geceki gibi acaip harplerini görmedik.’
diye
söylediler.” (Güneş, 1969:34-36).
Evliya
Çelebi’nin 10 ciltlik seyahatnamesinde büyücülerle ilgili ayrıntılı anlatımı, o
dönemde mistik karakterlerin toplumda etkin konumda olduklarına dikkat
çekmektedir.
Sözkonusu
kitapta, Evliya Çelebi vampirlerle ilgili gözlemlerini de “Görülmemiş Acaip
Ahval” başlığıyla şöyle aktarmıştır:
“Bu
memlekette asla hastalık olmaz, bir adam azıcık hasta olsa yahut olmasa; kara
koncolos geceleri olunca o gece uyuzlar, yani cadılar bir köyde veya peşkovda
istedikleri hastanın, ya da sağlam adamın kanını içerler. Böylece uyuz
uyuzluktan kurtulmuş olur. Ama gene de eskiden uyuz olduğu, gözlerindeki
uyuzluk alametinden belli olur. Bu diyarda uyuz Taşçı, yani uyuz ve cadıları
bilici, soyca hekim, ihtiyar Çerkez adamları vardır. Bunlara ölü sahipleri para
verip, öldükten sonra uyuz olmuş insanların mezarına getirirler. Görürler ki,
bir mezarın toprağı bozulmuştur, o mezardan o gece uyuzun çıkıp kan içmeye
gittiği anlaşılır, hemen halk üşüşüp mezarı açarlar, bakarlar ki uyuzun gözleri
kançanağına dönmüş, adam kanı içmekten yüzü kıpkırmızıdır. Hemen mel’un uyuzun
murdar leşini gorundan çıkarıp, böğürtlen çalısından bir kazık sivriltip uyuzun
göbeğine kakarlar. Allahın izniyle o saat uyuzun sihri bozulup ölü kalır ve
uyuz tarafından kanı içilip merhum olan adam ölümden kurtulup dirilir. Eğer
kanı emilip ölenin bir kimsesi olmayıp, uyuz Taşçı bulmasa adam hakikaten mort
olup gider. Amma bazı adamlar, bu uyuzları mezarda buldurup göbeğine kazığı
kaktıktan sonra, ölüm hastası şifaya kavuşup, belki bir daha bu uyuz olursa
hayatta olan bir başka uyuz pis leşine hulul etmesin diye göbeğindeki kazıkla
beraber mel’un uyuzun murdar leşini ateşe yakarlar. Böylece bütün ibadullah
şerrinden kurtulmuş olur. Tanrının hikmeti bu uyuzların leşleri asla toprakta
çürümez.” (Güneş, 1969:36).
Burada
anlatılanlardan da görüldüğü üzere; o dönemde, toplum içinde Taşçı dedikleri;
hekim soyundan gelen kötü güçleri bilen ve tedavi eden görevli ihtiyar
Çerkesler vardır.
Evliya
Çelebi Seyahatnamesi’nde, gördüğü bir başka tedavi yöntemini “Bir
Başka Acaip Uyuz” başlığı altında şöyle anlatmaktadır:
“Uyuzların
bir cinsi dahi hayatta gezerken bilinmez amma vakti gelip kudurduğunda, uyuz,
bir adamı veya bir çocuğu tenhada bulup, yahut da suya çıplak giren bir kimseyi
görünce hemen kucaklar, kulağından kanını emip koyverir. Kanı emilen adam
günden güne hasta olup, ‘bre medet, beni uyuz dövdü ve kulağımdan kanımı içti’
diye haber verince, akrabaları uyuz Taşçılara baş vurup para verirler. Taşçılar
şehir, peşkov ve kabakları dolaşıp uyuzu ararlar, görürler ki, kan içmekte
gözleri kan çanağına dönmüş, hemen o adamı yakalayıp getirirler ve boğazını ve
ellerini hasır ipler ile bağlayıp zincire vurular. Zira başka bağ tutmazlar.
Uyuz birkaç gün hapis kalınca, günden güne uyuzluğu açığa çıkar. Nihayet,
‘Falan adamın kanını ben içtim, işte, kulağımın ardında kanı vardır, sürdüm ki
uyuzlara görünmek ve uyuz atalarımın yanına gömüldüğüm zaman çürümeyip, birkaç
kere dirilip gök yüzünde cenk etmek için ve çok yaşamak için yaptım. ’ dedikte,
cümle halkın kararı ile bu uyuzun göbeğine yine böğütrtlen kazığını saplarlar
ve kanını, kanı içilmiş olan hastanın yüzüne gözüne sürerler. Biiznillah hasta
şifa bulur, uyuzu da ateşte yakarlar. Bu uyuzlar başka bir soydur, bu uyuz
korkusundan yani belki de uyuz soyundandır diye Çerkezler değme adama kz verip
kız almazlar. İşte bu Çerkez diyarında gerçi hastalık yoktur amma bu uyuz derdi
doğrusu büyük taundan eşeddir. Ekseriya Moskof diyarında ve Leh’te ve Çeh’te
olağandır. Allah korusun. Amma Rumda kara koncolos olması mukarrerdir
vesselam.” (Güneş, 1969:37)
Evliya
Çelebi’nin bu anlatımında da Taşçıların tedavi yöntemleri ayrıntılarıyla
anlatılmıştır.
A.Davingnon’un
1863’te St.Petersburg’da yayınlanan “A Pouvoir Mysterieux des noix du
Diable-Talisman en usage chez les peuplades Circassiennes du Caucase” adlı
kitabı; Çerkesler arasında kullanılan büyü, muska, uğur ve çeşitli tılsımları
konu alır. A.Davingnon bu eserinde Çerkeslerin Keltler gibi tanrılarını hep
ormanlarda aradıklarını belirtir.
“Efsanelerin
en başta gelen koruyucusu sihirbazlar ve kahinlerdir. Gaipten haber verenler de
bunlardır. Başlarında çok yaşlı kadınların anılarını anlatan “Veserezz” vardır.
İnsanların avuç içindeki çizgilerine bakıp geleceği bildiren “Equvabl” ile,
koyunun kürek kemiğine bakarak kehanette bulunan “Blequapl” en ünlüleridir. Bu
sonuncusu, Çerkes halkının insan neslinden olmayıp, güneşten doğan doğaüstü
varlıklardan geldiğini ve hatta ilk Pşı’nın kutsal bir kartal yuvasında,
Elbruz’un zirvesinde doğduğunu söylemiştir.
Çerkeslerde
“Vedi” adı verilen ve istediği kimseleri vudı denilen cinlere çarpıtarak veya
onları deli ederek cezalandıran büyücüler de vardı. Bu vediler geceleri
“Seberuvaşha” denilen peri ormanlarında toplanır, cinlerle görüşürlermiş.”
(Erkan, 1999:72).
Yine
Longworth Kafkasya ziyareti sırasında büyülü olduğuna inanılan bir lahitin
açılması olayında Çerkeslerin tepkisini şöyle nakleder:
“.Ne
hazineden ne de onun koruyucusu olan cinlerden en ufak bir iz bile yoktu. Fakat
Çerkesler hazinenin melunca bir büyü ile şekil değiştirerek tuğla ve çanak
parçalarına dönüştüğünü; onun koruyucusu olan cinlerin de, Yakub Bey’in
varlığından korkarak, kazı sırasında yuvalarına rast geldikleri yer
sincaplarına dönüştüklerini kabul ettiler.” (Özsaray, 2012:67).
Görüldüğü
gibi yaşanılan bu olayda çarpılmak, kötü güçler, büyü, cin, suret değiştirmek
gibi kavramlar içiçedir.
Adıge
şifacıların hastalıkların tedavisinde sıklıkla başvurdukları maji yöntemlerinin
en etkilisi taklit majisidir. Bu yöntem; bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin
esasını etkileyerek istenilen sonucu elde etme esasına dayanır.
Hastalık,
bir figür üzerinde sembolleştirilerek o figüre yönlendirilir. Taklit majisinin
özünde “telkin” kavramının olduğu açıkça görülmektedir. Aşağıdaki örneklerde
görüldüğü üzere genellikle bir hayvan, ağaç ya da dal parçası, bitkiler,
hastanın kişisel eşyaları, v.b figürlere yönlendirme yapılır.
Adıge
şifacılarının taklit majisi yöntemini uyguladıkları tedavi yöntemlerine
örnekler aşağıdadır:
Адэуз/lenf tümörünü geçirmek için; 2 yöntem vardır:
-Salı
akşamı ve Çarşamba sabahı yemek yemeden hiç kimseye görünmeden ormana gidilir.
шышъхьэмажь bitkisini bulup kökünü kazıyıp eve getirilir. Hastaya bu kökün
adıyla seslenilip, kök tavan arasına yerleştirilir. Kök kurudukça tümör de
küçülür.
-köstebek
yakalanır, boynundan tutarak kuyruğu 3 kez bağlanır ve ayağından tavan arasına
asılır. Köstebek can çekişirken tümör küçülür.
чэ бэгьыгъ/ dalak tümörünü geçirmek için de 2 yöntem
uygulanır;
-kesilen
hayvanın dalağı ince bir şekilde kesilir ve çember şekline getirilerek esnek
bir hasırla bağlanır. Hasta bu çemberin içinden üç kez geçirilir. Çember kuru,
havalandırılan bir odada tavana asılır. Çember kurudukça tümör küçülür.
-söğütün
taze kabuğu çıkarılıp sol bacağın boyutu kadar kesilir ve sobanın üzerine
asılır. Dal kurudukça, dalak tümörü küçülür. Bu hastalık çocuklarda görülürse;
bir köstebek tarafından kazılmış toprak yığını üzerine çocuğun idrarı
yaptırılır, bu ıslak toprak bir beze sarılır ve iyi havalandırılan bir yere
yerleştirilir. Toprak kurudukça tümör küçülür (Тхагапсова, 1996:79).
Şifacıların
majisel güçlerinin yanında, özellikle uzuv kaybetmeden hastalıkları tedavi
etmelerindeki yetkinliklerinin anlatıldığı yazılı aktarımlara da rastlanmıştır.
Tornau
notlarında, dağlı şifacılarla ilgili önemli bir tespitte bulunmuştur:
“Dağlı
sınıkçıların tehlikeli yara ve kırılmaları iyileştirmeleri hayret edilecek
birşeydi. Ustalıklarında kesme diye bir olay yoktu. Merminin parçaladığı bacağı
kesmeden iyileştirdiklerini hatırlıyorum. Ancak bunlar iç hastalıklarından hiç
anlamazlardı.” (Tornau, 1999:185-186.)
Şovalye
Taitbout De Marigny, Çerkesya Seyahatnamesi adlı kitabında, 15
Temmuz
1818’deki yolculuğu sırasında yaşadıklarını şöyle aktarır:
“M.Tausch
ve ben sabah erkenden atlarımıza atladık, önümüzde uzanan nefis vadiyi büyük
bir zevkle izleyerek yola koyulduk. Yolculuk sırasında arkadaşımın isteği
üzerine hasta bir Çerkesin evine uğradık. Evdeki gürültüye hayret ettim. Ev
halkı her türlü sesi çıkartarak patırtı yapıyor, fakat hastanın başında oturan
hekim çok az konuşuyordu. Bu hekimlerin toplumdaki yeri çok önemlidir, kimse
onların yerini alamaz. Hastalarını bazı basit ilaçlar ve muskalarla iyi
ederler. Çeşitli ateşli hastalıkları iyileştirmek için
hastalarını
eski mezarlıklarda büyü ile tedavi ederler.”
(Şövalye
Taitbout De Marigny, 1996:85).
Fransız
seyyah Jean-Baptiste Tavernier’in 1628-1668 yılları arasında Asya’ya yaptığı 6
gezisini aktardığı seyahatnamesinde, Adıge şifacıların tedavi yöntemlerinden de
bahsetmiştir:
“Avrupa’daki
büyük ciltli kitapların ebatında tek kitap vardı. Yaşlı bir adamın eli altında
bulunan bu kitaba, sadece o dokunabiliyordu. Bu yaşlı adam öldüğünde, kitabın
koruyucusu olarak başka bir adam seçiliyordu. Bu adamın işi, o kitapla birlikte
hastaların bulunduğu köylere gitmekti. Adam, ziyaret ettiği hastanın yanında
bir mum yakar ve hastayla odada yalnız kalırdı. Kitabı, hastanın göğsüne
koyduktan sonra açıp okur ve son olarak, nefesi hastanın yüzünün altına gelecek
şekilde hastaya birkaç kez üflerdi. Daha sonra kitabı hastaya defalarca öptürür
ve onun başına koyardı. Bu işlem, yaklaşık olarak yarım saat sürmekteydi.
Çerkezlerde
hastalıkları iyileştiren kadınlar da bulunuyordu. Bu kadınlar ilk olarak,
hastanın vücuduna, özellikle de vücudun ağrıyan kısmına dokunuyorlardı. Bu
işlemi birçok kez tekrarladıktan sonra hastanın ağzına geğiriyorlardı. Hastanın
ağrısı ne kadar çoksa kadınlar da o kadar güçlü geğirmek zorundaydı. Bu
geğirmeyi dinleyen etrafındaki kişiler, bunun hasta için çok şifalı olduğuna ve
hastanın ağrısını hafiflettiğine inanıyordu.
Yine
başka ilginç bir âdet de başı ağrıyan insanların, tedavi olmak için sadece
berbere gitmesidir. Hastanın bacağını, bıçakla iki yerden kesen berber, daha
sonra oraya yaranın tekrar iyileşmesi için bir merhem sürüyordu. Çünkü insanlar
baş ağrısının, deri ile bacak arasında bulunan bir yelden kaynaklandığını ve
eğer keserek havayı alırlarsa ağrıdan kurtulacaklarını düşünüyorlardı (Yıldız,
2018:227-228).
dönemde
Avrupa’da diş çekimi, yaraların tedavisi, vb. küçük müdahaleleri berberler
yaptığından Tavernier de, yaraya müdahale yapan kişiyi berber olarak tanımlasa
da, işlemi yapan kişinin tarafımızca aze olduğu düşünülmektedir.
Osmanlı-Rus
Savaşları sırasında Doğu Anadolu Cephesi’nde Anadolu Ordu- yı Humayunu Mühimme
Başkitabeti olarak görev yapan Mehmed Arifin anılarını aktardığı kitabında,
savaş sırasında Çerkeslerin yaralılarını kendi şifacılarına götürdükleri
aktarılmaktadır:
Günümüzde
Şifacıların Adıge Toplumundaki Yeri
Adıgelerde
büyü, sihir, fal, uğur-uğursuzluk, iyi ve kötü güçler, şans- şanssızlık,
kehanet, efsun, tılsım, peri, vb. inançlar eski dönemlerden beri vardır ve bu
inanışlar günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Ancak
tarihsel süreç içinde, toplumsal olaylar, özellikle inanç sistemindeki
değişiklikler ve modern tıptaki ilerlemelerle; Şifacıların toplum içindeki
etkin rolü geri plana itilmiştir.
Sürgün
ve zorunlu göç, Adıge halkının kültürel erozyonuna yol açan kırılma noktasıdır.
“Gerek
diaspora çalışmalarında, gerek kültürel antropoloji çalışmalarında, gerek etnik
çalışmalarda ve gerekse kimlik çalışmalarında pekçok teorisyenin fikirbirliğine
vardığı bir nokta vardır. Buna göre, ulusal, etnik, kültürel, diasporik ve
bireysel kimlikler; içinde yaşanılan toplumsal, siyasal, hukuksal ve kültürel
yapı ile birlikte karşılıklı etkileşimde bulunulan toplumsal grupların
nitelikleriyle doğrudan ilintilidir.” (Kaya, 2011:73).
Xabze’nin
koruması altında olmasına rağmen, Adıgeler, gittikleri coğrafyalarda
karşılaştıkları kültürlerin, kültürlerini etkilemesinin önüne geçememişlerdir.
Kültürel
birikimin korunması; sosyolojik, ekonomik, siyasi uygulamaları şekillendiren
devlet politikalarıyla da etkileşim halindedir.
Bunların
etkileri sonucunda; şifacılık disiplini uygulamaları diasporada zamanla
körelerek, yerel kültüre adapte olmuştur.
Bitkilerle
tedavi bilimi (Fitoterapi) Türkiye’deki sağlık sektöründe ilgi görmese de,
dünya genelinde tedaviler bitkisel tedavi yöntemlerine doğru yönelmektedir.
Sadece Almanya’da, tedavi edilen hastaların %60’ından fazlasına bitkisel
ürünler reçete edilmektedir (Aktaş, 2017:11).
Diaspora
coğrafyasında, Çerkes nüfüsunun en yoğun olduğu Türkiye’de, geleneksel,
alternatif ve tamamlayıcı tıp kavramlarıyla ilgili ilk yasal düzenleme
29.05.1991 yılında çıkartılan Akupunktur Tedavi Yönetmeliğidir. Bu Yönetmeliğin
amacı, akupunktur tedavisinin, diğer tedavi metodlarında olduğu gibi, bilimsel
yöntemlerle yapılmasının esas ve usullerini düzenlemektir (Resmi Gazete,
1991:3).
2012
yılında, Sağlık Bakanlığı’nın Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde,
1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrası Hakkında Kanunun
Ek-13. Maddesi (Resmi Gazete, 2011:1) ile 663 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin
(ğ) bendine dayanılarak (Resmi Gazete,2011:1) Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp
Uygulamaları Daire Başkanlığı kurulmuştur.
27/10/2014
tarihli ve 29158 sayılı Resmi Gazetede Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp
Uygulamaları Yönetmeliği yayımlanmıştır. Bu Yönetmeliğin amacı, insan sağlığına
yönelik geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulama yöntemlerini belirlemek, bu
yöntemleri uygulayacak kişilerin eğitimi ve yetkilendirilmeleri ile bu
yöntemlerin uygulanacağı sağlık kuruluşlarının çalışma usul ve esaslarını
düzenlemektir (Resmi Gazete, 2014:1).
Yönetmeliğin
Ek.3’ünde 15 yöntemin, ünite ve uygulama merkezlerinde sertifikalı hekim ve diş
hekimlerince uygulanabileceği belirtilmektedir. Yasallaşan bu yöntemler;
akupunktur, apiterapi, fitoterapi, hipnoz, homoepati, sülük uygulaması,
kayropraktik, kupa uygulaması, larva uygulaması, mezoterapi, proloterapi,
osteopati, ozon uygulaması, refleksoloji, müzikterapidir (Resmi Gazete,
2014:1).
Yönetmelik
yayımlandıktan sonra Daire Başkanlığı bünyesinde çalışmalar hızlandırılarak
devam etmiştir.
9
Mart 2019 tarih, 30709 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Geleneksel ve
Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarının Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik ile
de; insanlar üzerinde yapılacak olan, Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp
Uygulamaları Yönetmeliğinde yer alan geleneksel ve tamamlayıcı tıp
uygulamalarıyla ilgili, klinik araştırmaların, klinik araştırma yerlerinin ve
bu araştırmaları gerçekleştirecek gerçek veya tüzel kişilerin kapsamı
belirlenmiştir. (Resmi Gazete, 2019:1).
Her
iki yönetmelikte de ortak noktanın, halk arasında uygulanan geleneksel tedavi
yöntemlerinin devlet kontrolüne girmesini sağlamak olduğu düşünülmektedir.
Bu
yönetmeliklerle yasal zemine oturtulan 15 adet geleneksel ve tamamlayıcı tıp
uygulamaları halen; uygulama merkezi olarak 23 üniversite ve 41 kamu
hastanesinde, eğitim merkezi olarak Sağlık Bilimleri Üniversitesi ile 11 kamu
hastanesinde, ünite olarak 49 kamu hastanesinde devlet denetiminde
yürütülmektedir (Sanal, 2019:1).
Kuzeybatı
Kafkasya’da da günümüzde çok sayıda bitkisel tedavi merkezi, devlet denetiminde
faaliyetini sürdürmektedir. Krasnodar’daki “Kafkas Otları Tedavi Merkezi” bu
konuda başı çekmektedir. (EK 1.)
Bu
merkez astım, böbrek rahatsızlıkları, çocuk hastalıkları, alerjik hastalıklar,
omurilik hastalıkları, egzama, onkolojik rahatsızlıklar ve daha birçok konuda
tedavi uygulamaktadır (N.Yağan, Sanal, 2007:1).
Aynı
hizmete Adigey eczanelerinde de rastlanmaktadır, bitkisel ürünler fabrikalarda
hazırlanmakta, doktorlar tarafından ilaçlarla birlikte bitkisel ürünler de
reçetelendirilmektedir.
Kısaca
devlet tarafından da vatandaş tarafından da bitkisel tedavi sistemin bir
parçası olarak görülmekte, tüm faaliyetler devlet kontrolünde yürütülmektedir
(N.Yağan, Sanal, 2007:1).
Göç
sonrası Türkiye’ye gelen Çerkeslerde ise mevcut bilgiler, zamanla yerel
kültürle karışmış (örneğin; kaynak kişilerce zeytinyağı, ispirto, v.b. gibi
malzemelerin kullanıldığı tedavi yöntemleri hakkında da bilgi verilmiş,
kullanılan malzemeler nedeniyle tedavinin Kafkasya kökenli olmadığı açıkça
anlaşıldığından, bu yöntemler çalışmamıza dahil edilmemiştir) toplumsal dağılma
nedeniyle de; mevcut birikim büyük ölçüde değişim ve dönüşüme uğrayarak, büyü,
dua, okuma, üfleme, vb. dinsel etkilere de maruz kalmıştır.
Günümüzde
Aze kavramı artık; hem Türkiye’de hem de Kuzey Kafkasya’da şifalı otlarla ve
dua, vb. dini motiflerle sınırlı sayıdaki hastalıklara, ya da doğaüstü güçlerin
etkisiyle olduğu kabul edilen nazar, cin çarpması, iç sıkıntısı, vb. durumlara
tedavi yöntemlerini uygulayan kişileri kasdetmektedir (EK 2/a, 2/b, 2/c, 2/d,
2/e, 2/f, 2/g).
Yaptığımız
saha çalışmaları sırasında; konuyla ilgili birikimin ve kültürel hafızanın yok
olma eşiğini çoktan geçtiği gerçeğiyle karşılaşılmıştır.
ADIGE İNANIŞLARI VE ŞİFACILIK
Kültlerle İlgili İnanışlarda Kutsaliyet ve Korunma
İlişkisi
Yaşamla
ölüm, sağlıkla hastalık, bollukla yokluk arasında sürekli olarak boşlukta asılı
dururuz: Bunların insanlara dağıtılmaları gizli ve bilinmeyen nedenlerle olur,
işleyişleri çoğu kez beklenmediktir ve hiçbir zaman açıklanamaz (Hume,
2016:46).
İnsanların
korunma, sırları öğrenme, bolluk ve bereket, sağlık, huzur beklentileri;
kötülüklerle mücadele eden, bereketi sağlayan, huzuru temin eden güçlere karşı
inanç geliştirmesine yol açmıştır.
Adıgelerin
inanç sisteminde de bu güçler, ağırlıklı bir yere sahiptir.
Kült
kelimesi Latince kökenli “Cultus” kelimesinden türemiş olup; “tapınma” anlamını
taşımaktadır ve halk arasında ibadet, ritüel, tören, kutsal sayma gibi birçok
anlamda kullanılmaktadır.
Geniş
açıdan ele alınırsa Kült kavramı; Tanrıya, kutsal kabul edilen varlıklara
duyulan inanç, saygı ve bağlılığı göstermek, onlardan isteklerde bulunmak,
yakarmak amacıyla ibadet etmek, ritüelleri uygulamak, totem- put, vb. kült
ürünlerine tapmak gibi öğeleri kapsar.
Adıge
Xabze’de kutsaliyet; hem gelenekleri, hem de dinsel inançları içine alan geniş
bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Adigabzede; inanç kelimesinin
karşılığı “ШХошъныгъ” (Huvaj, 2007:87) kelimesi ile karşılık bulurken, din
kelimesinin karşılığının olmaması; hiçbir dinin, bütünüyle Xabze üzerinde etkin
olamadığının açıkça göstergesi olarak düşünülebilir.
M.Ö.
5.y.y.’da yaşayan ve insanlığın ilk tarihçisi ve öykü yazarı kabul edilen
Halikarnas’lı Herodot’a göre, o çağlarda Kuzeybatı Kafkasya’da değişik tanrılara
ve büyüye tapan kavimler yaşarmış (Erkan, 1999:26).
Herodot’un
bu anlatımına rağmen, Adıgeler için, eski dönemlerden beri Tanrıları da var
eden ''Txъaшъxъэ'' tek yaratıcıdır. “Txъaшъxъэ” kavramına ilişkin olarak en
kapsamlı tanım şöyledir:
“Xabze
inancında; Tanrıların üstünde “Txъaшъxъэ” kavramı vardır ki bu, varlığın da
varoluşun da yaratıcısıdır. Bu kavramın olması; olaylar dünyasının
gözlenmesinden doğan kopuk ve hayali çok tanrı anlayışından; bütünseli kavrama
noktasına geliş, sezgi ve akıl anlayışına geçiştir. Txъaшъxъэ kavramı, kavram
kargaşasının sona erdiği bir gelişim noktasıdır. “ (Serbes, 2012:103).
Txъaшъxъэ,
Adıge Panteonu’nun baş tanrısıdır. Diğer tanrıların ve insanların içinde
doğrudan yer almaz.
Tanrısal
anlaşmazlıklar ve tanrılar ile kahramanlar ve bunlara maruz kalan insanlar
arasındaki yanlış anlamalar konusunda en yüksek otorite olarak hizmet eder
(Куек Асфар, 2018:46).
Adigelerin
yüzyıllara dayanan geleneklerine bağlılığı ve bunları ısrarla korumaları, eski
kültürü yaşatma tutkusu kaynaklara da yansımıştır. Fransız gezgin Dubua
D’Montpeare, hiçbir eski kabilenin Çerkesler kadar antik ahlak ve geleneklerine
bağlı kalmadıklarını belirtmiştir (Betrozov, 2009:240-241).
Toplumsal
yaşam pratiği içinde; doğa ve insan ilişkilerinin kuralları kendiliğinden Adıge
Xabze’nin içinde yer edinmiş olup; tarihsel geçmişe dayanan kültürel birikim ve
toplum hafızasından kaynaklı değerler ve normlar günümüze taşınmıştır.
Yaratıcı
Tha günümüzde de, Adıge Xabze içindeki yeri korunmaktadır.
Evrenin
yaratıcısı olan Tha’nın insanlara sağlık verdiği ve koruduğu düşünülerek; dans
ve müzik eşliğinde tapınma ritüelleri yapılır, dua edilir, armağanlar verilir,
adak ve kurban törenleri düzenlenirdi.
Adıgelerin
eski tapınma biçimleri “Thatle’u” (Tanrıya yalvarış), belirli bir Tanrı onuruna
yapılan kurban kesme törenleri ve Huahua okuma biçiminde bir ayini zorunlu
kapsardı (Özbay, 1990:52).
Örneğin,
yemeğe başlamadan önce bereket tanrısına yapılan şükran ayini vardı. Evliya
Çelebi Seyahatnamesi’nde bu ritüelden şöyle bahsetmektedir:
“Çerkesler
yemeğe başlamadan ağaç sofraları geldiğinde bir balmumu yakarlar, herkes muma
bir kere “Danev danev mamelok” deyip tapınıp, sonra yemeğe başlarlar. Yemek
bitince yine öyle yapar sofrayı kaldırırlar, bir garip temaşadır.” (Güneş,
1969:28).
Doğum
ve ölüme büyük önem verilir, bu iki olayla ilgili yapılan törenler en önemli
kutsal görevlerden sayılırdı.
Adıge
Xabze’nin içinde bulunan inanç sisteminde; soyut Tha’nın yanında doğa
olaylarını düzenleyen çok sayıda Tanrılar bulunmaktadır. Şıble (yıldırım
tanrısı), Tlepş (ateş ve demir tanrısı), Thağaleg (tarım, bolluk ve verimlilik
tanrısı), Premethaj (ocak/ ateş tanrısı), Sozereş (bereket tanrısı), Mezitha
(orman ve avcıların tanrısı), Wvatha (gökyüzü tanrısı), Amış (hayvanların koruyucu
tanrısı), Ahin (büyükbaş hayvanların koruyucusu), Psetha (ruhlar tanrısı),
Sewıseres (fırtına tanrısı) bunlardan başlıcalarıdır.
Adıgece’de
güneşe “Tumba” denir. Proto-Adıgeler, Tha’dan sonraki en büyük tanrı olarak
Güneşi kabul ediyordu. Güneş, kötülüklerle mücadele eder, huzuru sağlar,
bereket getirir ve hastalıklara şifa olur.
Adıgeler
kendilerinin güneş ışınlarından çıktıklarına, hatta ilk prenslerinin kartal
yuvasında dünyaya geldiğine inanırlar.
“Te
dığe nebıtzım tıheçığ” (Biz güneş ışınlarından çıktık.)
deyimi
Anadolu’da yaşayan Adigeler arasında halen kullanılmaktadır (Serbes 2012:344).
Nart
Destanlarından birinde, işini bitiremeyen Setenay Guaşe;
“Ey
Güneş,
Yaşamın
kaynağı Güneş,
Bitkilere
can veren,
Canlıya
derman veren Güneş,
Ne
olur duy sesimi,
Dur
durakla biraz..
Durakla
ki bitireyim işimi..”
diyerek,
Güneşi kutsamakta ve yakarmaktadır (Özbay, 1990:158).
Çerkeslerin
hala şöyle bir deyişi vardır;
“Ölümsüz
güneş saklanmaya ve yeniden doğmaya devam ediyor.” (Natho, 2009:118).
V.İ.Markovin
Kuzeybatı Kafkasya’daki 644 dolmeni incelediğinde; dolmenlerin güneşe dönük
inşa edildiğini belirlemiştir. Bu inceleme sırasında başka ilginç bir husus
daha ortaya çıkarmıştır. Eğer dolmen çok kuytu, gölgeli, güneş görmeyen bir
yerdeyse (yüksek dağlık arazi, sık ormanlar, vb. nedeniyle) dolmenin cephesi,
güneş ışıklarının odaklandığı ve yansıdığı yüzeylere dönüktü. Bunlar kayalar,
uzak ağaçlar bile olabilir ve fiilen kuzeyde olması bile önemli değildir. Böyle
dolmenler, ışığı sözkonusu yansıtıcılardan alıyorlardı. Bütün bu yön hususları,
dolmenleri yapanların güneşe taptıklarını açıkça ortaya koymaktadır (Markovin,
2008:102-103).
Adıgeler
güneş tutulması olduğunda, at üzerinde dövüş yaparlardı (Z.Dzıbova ile görüşme
27.02.2018).
Adıgece’de
aya “Мазэ” denir. Çerkesler, Güneş ve Ay’ın ağabey-kardeş olduklarını
düşünüyorlardı. Yeni ay zamanında, insanlar önceden belirtilen yerlerde bir
araya gelip çeşitli taleplerle aya seslenirlerdi.
Örneğin;
dua eden gerekli eşyaları yanında getirir ve insanlara aynı eşyalardan versin
diye aya gösterirdi. Genellikle safkan bir inek getirip toplanmış kalabalığın
önüne koyarlardı ve aya gösterip ondan insanlara çok sayıda safkan inek
sağlamasını isterlerdi. Çerkesler, ayın yüzeyindeki karanlık noktaları, bir
çoban ve onun koyun sürüsü olarak yorumluyorlardı. Ayın parlak yansıması, onlar
için yağmurlu havanın belirtisiydi. Eğer yeni ayın uçları yukarı bakıyorsa
kurak bir ay geçecek, aşağı bakıyorsa da yağmurlu bir ay geçecekti. Aynı
zamanda bütün bir popüler inanç döngüsünü de ayla ilişkilendiriyorlardı.
Örneğin; ay tutulması, bir salgın hastalığın habercisiyken; ayın silik
kenarları savaş demekti (Natho, 2009:118).
Yine
ay tutulmasıyla ağrıların başlayacağına inanılırdı (Z.Dzıbova ile görüşme
27.02.2018).
Ağaç
kültünün temelinde, ağaçların ruhuna karşı saygı ve ağacın yararlılıklarına
karşı duyulan saygı anlayışı vardır. Ağaçlar insanlara yardım eder,
hastalıkları iyileştirir, kötü ruhları uzaklaştırır.
Tanrısallığa
yaklaşma olarak ağaca tapmak, bütün kadim dünyada yaygın bir uygulamaydı (Hall,
2012:282).
İbadet
için seçilmiş olan ağaç dalları altına iltica eden cani, affa savunmaya nail
olurdu (Baj, 1995:81).
Eski
kavimlerde olduğu gibi, otokton KafkasyalIlarda da meşe ağacı kutsal sayılır,
ağacın tanrısal bir ruh taşıdığına inanılırdı (Bi, 2011: 239).
Halk
meclislerinde alınan kararlar ulu bir ağacın tepesine çıkan bir adam tarafından
açıklanırdı. Bu tören yapılmadan kararlar geçerli ve yasal sayılmazdı (Özsaray,
2012:74).
Sonbaharda
ormana giderek kutsal saydıkları asırlık meşe ağacının (Чъыгыжъы) altında, Yüce
Tha'ya sağlık ve bereket için dua ederlerdi.
Adıge
şifacıların tedavilerde kullandıkları ilaçların çoğunluğu bitki ve ağaç kökenli
olup orman florasından faydalanmışlardır.
Diğer
kültürlerde tapınaklar varken; Adıgeler ibadet, dans ve müzik eşliğindeki
kutsama eylemlerini, “Kotıj” denilen kutsal meşe ağacının altında yaparlardı.
Ayrıca;
genç kızlar kötülüklerden korunmak ve şans getirmesi için meşe ağacının
kabuğunu elbiselerinin gizli bir yerine dikerlerdi (Ş. İyigün ile görüşme
15.09.2018).
Adigelerde,
arınmak ve Tha’ya yakınlaşmak maksadıyla kurban ritüeli vardı.
Bu
ritüel, kutsal meşe ağaçlarının bulunduğu koruluklarda yapılırdı.
“Thamade
öncelikle, Tha’ya temizleneceklerine dair dua eder; arkasından, sağ elinde
“Şuat” denilen içki dolu bir ağaç kadeh, sol elinde mayasız büyük bir çörekle
ilerler; sonra bunları yanındakilere vererek; onların elindekileri alır ve yine
aynı duayı yapardı. Üzerine dua okunan bu şuat ve çörekler dağıtıldıktan sonra;
kurbana dua okur ve kurbanın başına şuattan biraz döküp, kıllarından bir parça
alarak, arkasında duran 3 balmumu şamdanda yakılır ve kurban kesilirdi”
(Özsaray, 2012:92-93).
Bu
ritüelin karanlık güçlerin kötü etkilerinden koruduğu inanışı hakimdi.
Ayrıca,
korkulan tanrılardan biri olan orman ve av hayvanları tanrısı Mezitha’ya da,
giz dolu ormanlardaki kötü ruhlardan koruması ve yardım etmesi için törenler
düzenlenirdi.
Bu
suretle ibadet yapmaya tahsis edilmiş olan mukaddes ormana Çerkesler “Tha Şeg”
derlerdi (Baj, 1995:80).
Kurumuş
armut ağacı da kutsal kabul edilirdi:
“Eski
Adıgeler kurumuş armut ağacını fırtına ve rüzgar tanrısı Seoseres’in simgesi
sayarlar ve evlerinin bahçesinde böyle bir ağaç bulundururlardı. Bu ağaca Bahar
Bayramı’ndan başka bir günde dokunulmazdı. Ağaç önce suyla yıkanır, tepesine
bir parça peynir konur ve dallarına orada bulunan konuk sayısı kadar koni
biçiminde süsler takılır, sonra evin içine yerleştirilirdi. Üç gün üç gece
yenilir içilir, bayram yapılır ve Seozeres’e fırtınalar estirip azgın
dalgalarla ve rüzgarlarla denizcilere zarar vermemesi için dualar edilir,
festival bittiğinde ağaçtaki peynir ve diğer yiyecekler misafirlere dağıtılır,
sonra ağaç tekrar bahçedeki eski yerine konulurdu.” (Özsaray, 2012:75)
Yakarış
ve ağıtlarla veba, çiçek, humma ve diğer hastalıklardan korunmayı, yeni doğan
çocukları kem gözlerden saklamayı amaçlarlardı (Özbay, 1990:52).
Hastalıklardan
korunmak amacıyla ДэелъэпсэчХкХ/ Delepseç’k dedikleri ritüeli, ceviz ağacının
altında uygularlardı:
“Baharla
birlikte hastalıkların geldiği düşünüldüğünden baharın başlangıcında
Detlapse’şek yapılırdı. Bunun dışında büyük bir salgın hastalık gelmişse,
zamanına bakılmadan yapıldığı da olurdu. Köyün yakınında iyice kök salmış ve
serpilmiş bir ceviz ağacının altı bir insanın içinden geçebileceği genişlikte
kazılırdı. Tüm halk, ağacın altından sürünerek geçer, özellikle de çocukları
geçirirlerdi. Adaklar adanır, yemekler yenirdi. Evden ayrılamayan kadınlara da
dileklerinin gerçekleşmesi için bu yiyeceklerden götürülürdü” (Mijayev ve
Pashtova, 2018:74)
Delepseç’k
ritüelinde, kutsal ceviz ağacının altında hasta bebekler için farklı bir tören
daha yapılırdı. Bu ritüelde, önce kutsal ceviz ağacının kökünün altında büyük
bir çukur kazılır, bu arada yemekler hazırlanır. Hafif elleri ve nazik gözleri
olan iki komşusu çukurun iki tarafına davet edilir. Hasta bebek iki komşu
tarafından kökün altındaki çukurdan, elden ele geçirilirken, yaşlı şifacı
aşağıdaki tılsımlı sözleri söyler:
“Узи,
бзэджэ-наджи иХэр пэрэз!
(Ağrı,
sızı ne varsa uzaklaşsın gitsin)
Узи
бзэджэ-наджи иХэр отэт!
(Ağrı,
sızı ne varsa aksın gitsin)
Bu
sözlerle elden ele kökün altından geçirilen hasta bebek annesine verildikten
sonra, çukur tekrar toprakla doldurulur. Böylece, hastalığın bebekten ayrılarak
çukurda kaldığı ve bebeğin iyileşeceğine inanılır (Z.Dzıbova ile görüşme,
28.02.2018).
Gök Gürültüsü- Yağmur/ Yıldırım Kültü
Gök
gürültüsü ve yıldırım olayının o çağ insanının beyninde oluşturduğu korku ve
imaj, yıldırım tanrısı Şıble’yi Kafkas mitolojisine kazandırmıştır (Özbay,
1990:8).
Şıble,
gök gürültüsü ve şimşek tanrısı ve yağmur koruyucusudur.
Çerkeslerde
yıldırım çok önemli ve saygı gösterilen bir doğa olayıdır ve yıldırım gökten
inen bir tür melektir ve yaratıcının özel olarak seçtiği yerlere düşerler.
Yıldırım oluşması için bazen dualar edilir (Şovalye Taitbout De
Marigny,1996:60).
Çerkes
mitolojisinde Şıble, gökyüzünde siyah bir ata biniyor ve atın çifteleri gök
gürültüsü ve şimşek yaratıyordu. Çerkesler, gök gürültüsünün ve şimşeğin
tanrıların elinde olduğuna inanıyorlardı. Bu yüzden yıldırım düşen yerler,
ağaçlar ve taşlar kutsal kabul ediliyordu. Şimşek çarpması sonucu ölen kişinin
ardından ağlamıyorlardı. Böyle bir kişinin tanrılar tarafından kutsandığı
düşünülüyordu ve öldüğü noktaya gömülüyordu. Mezarı kutsal kabul edildiği için
yağmur duasına çıkanlar tarafından ziyaret ediliyordu (Natho, 2009:119).
Aynı
şekilde, yıldırım çarpan hayvanlar da kutsanıyordu ve Şıble’yi onurlandırmak
adına, bazen 3 gün bazen de 7 gün Şıble Wuıc yaparlardı. Günümüzde Wuıc
düğünlerin başlangıç ve kapanışında yapılmaktadır.
Adıgelerin
yağmur tanrıçası Khantseguaşe için de, ayinler yapılır ve törenler düzenlenerek
koruma ve yardım istenirdi.
Yağmur
ve yıldırım tanrıları vokal repertuarda görülür. Yağmur tanrıçası Khantseguaşe
ya da Ele’ye (Aziz Eliah’tan öykünülmüş) adanmış ritüel şarkıları,
katılımcıların, ellerinde tanrıçayı simgeleyen bir resmini tutarak, yiyecek
depolayan köylülerin evlerinin önünden geçtiği alaya eşlik eder. Alay nehir
yatağındaki bir ziyafetle ve ritüel banyosuyla sona erer. Şimşek tanrısını
onurlandıran bir halka dansına (Şıble Wuic) “Ele sopai” şarkısı eşlik eder ve
yıldırımın düştüğü yerde söylenir. Köylüler Tanrının onlara indiği inancıyla,
ölüme neden olsa da yıldırım düşmesini coşkuyla karşılar (Kaya, 2015:214).
Yine
Şıblenin vurduğu çarptığı taşlar kötülüklerden korunmak için, meyve ağaçlarına
evlerin girişlerine beşiklere konulurdu (Teuv Aslan ile görüşme 27.02.2018).
Adige
savaşçılar yıldırım düşen ağaçların kabuklarını deri bir keseye koyup bunu
üzerlerinde taşırlardı. Bu kabukların onlara cesaret verdiği, uğur getirdiği ve
kötülüklerden kazalardan belalardan koruduğuna inanılırdı (G.Besler ile
görüşme, 10.09.2018).
Savaş
başlamadan önce gök gürler, ya da şimşek çakarsa iyiliğe, kazanacaklarına
yorumlarlardı (Baj, 1995:79).
Kuraklık
yıllarında yakarışlarla yağmur yağdırmaya uğraşırlardı (Bugün bu gelenek,
yağmur duaları ve islami inançlarla bütünleştirilmiş olarak uygulanmaktadır.)
(Özbay,1990:52).
Avrupa’nın
en yüksek dağlarından biri olan Elbruz Adıgeler için kutsaldır, birçok mitolojik
söylencede adı geçen Kaf Dağı Nartların yurdudur ve dünya kültürlerinde
ağırlıklı bir yere sahiptir.
Özdemir
Özbay’ın da kitabında vurguladığı gibi;
“Tüm
Dünya uluslarının sözlü edebiyat ürünlerinde, masallarında bir “Kaf Dağı”
sözüdür sürüp gider, binlerce yıldan bu yana. Peri Padişahının o görkemli
sarayı Kaf Dağı’nın ardındadır. O sarayda yaşayan güzel Prenses’e ulaşmak
olanaksızdır. Saraya giden yolları dokuz başlı ejderhalar, kartallar
beklemektedir. Bütün hayal ürünü güzellikler, mutluluklar, bu dağın aşılmaz
geçitlerinin arkasındadır. Bu durum insanoğlunun ulaşmak istediği, olan değil,
olması lazım gelen hedeftir. Belki de çağımız insanını aradğı evrensel barış ve
mutluluğun bir anlatım tarzıdır. Bu mutluluk, barış, sevecenlik doludur. Güneş
hep Kaf Dağı’ndan doğar, Uygarlık ateşi bu kutsal dağa çivilenen kahramanlar
sayesinde ulaşmıştır insanoğluna. Kısacası Kaf Dağı binlerce yıldan bu yana
Dünya toplumlarının rüyalarını süsleyen bir masal ülkesi olma özelliğini
günümüze dek sürdürmüştür.” (Özbay, 1999:7-8).
Dağların
ruhu, inatçı yaşlı bir adamdı ve yüksek dağların tepesinde yalnız yaşardı.
Dağların ruhu huzurlu ve sakinse çevrede çiçekler açar, ormanda kuşlar şarkı
söyler; ama sinirliyse dağlar bulutlarla kaplanır, yer titrer ve nehirler
gürler (Natho, 2009:121).
Yaşadığı
coğrafyayla şekillenen Adıge toplumunun yaşam biçiminde dağ kültü, tanrılara
ulaşmak için kullanılan yolların başında gelmekteydi.
“Dağlarda
kutsal sayılan yerler vardı ki, buralar oturulmayan ıssız yerlerdi. Bunlar bir
meşe ağacı, bir ayazma, bir mezar kalıntısı idi. Hastalar, şansı yardım
etmeyenler, saldırıya veya hakarete uğrayanlar, malı çalınanlar ellerinde
hediyeler ve adaklarla bu kutsal yerlere akın ederlerdi. Avcılar başarılarının
devamı için buraya üveyik, keçiboynuzu veya avladıkları hayvan ve kuşları
getirirlerdi. Belirli günlerde bağış ve adaklar sunulurdu. Bu toplantılarda
dans ve müzik eşliğinde şölenler düzenlenirdi.” (Özsaray, 2012:85)
Ateş/ Ocak ve Ocak Zinciri Kültü
Kafkasolog
B. Ömer Büyüka; “Atalarımız dillenmeden önce ateşi tanımışlardır.” demektedir
(Bi, 2011:164).
Adıgelere
ateşi Sasrıko getirmiştir. Zaten isminin manası da ateşle ilgilidir. Sasrıko;
sıcak çocuk, ateş saçan, yakan erkek çocuk anlamlarına gelir (Özsaray,
2012:85).
Adıgelerde
ateş temizleyici bir güç, kötülüklerden arındırıcı, kötü ruhlardan koruyucu
olarak görülmekte; hastaların tedavisinde ateşten faydalanıldığı bilinmektedir.
Adıgeler
için ateş, ocak ve ocak zinciri kutsaldır. Özellikle ocak kültü ailenin
sürekliliği ile özdeşleştirilmiştir. Ocak tanrısının adı Jegupatha’dır.
Eğer
doğumun zor olacağı anlaşılırsa, karnına ocaktan alınan kül konur, böylelikle
doğumun poblemsiz ve çabuk olacağına inanılırdı (K.Yılmaz ile görüşme,
13.04.2018).
Ateşe
verilen kutsaliyet nedeniyle, Adıgeler arasında ateş dolaştırılmaz,
dağıtılmazdı. Örneğin;
-evden
dışarı sık sık ateş çıkartılmasının iyi olmadığı, bunun eve yangın ya da
hastalık getireceğine inanılırdı. Yangından kalan eşyalar başkalarına
verilmezdi.
-arıların
oğul verme zamanı geldiğinde, arı çobanları başkalarına ateş verinse arıların
çoğalmayacağına inanılırdı (Mijayev ve Pashtova, 2018:114).
Adigeler,
Ateş Tanrısı Premethaj’ı anmak adına, selamlaşırken;
“Mafehu
Apş/ Ateşin yansın”
Eve
yeni giren gelin için sunulan iyi dileklerde;
“Wune
c’aşha mıjetı jeu, wuıtkhajeu wepsow/ Ocağın sönmeden huzur içinde yaşa”
temennilerini sıklıkla kullanırlardı (Öner, 2001:51).
Ateşin
sönmeden yanması, Çerkeslerde en büyük dilekti. Bu nedenledir ki gelin odasına
“Mafe Wune” de denmiştir (Özsaray, 2012:87).
Eski
Adıgeler evde yanan ocağı ve onun zincirini de kutsal addederlerdi. Yemin bu
zincire el sürülerek yapılırdı (Özsaray, 2012:87).
Bunun
yanında en büyük beddua yine ateş üzerinedir. Birine kızdıklarında; “Babanın
ateşi sönsün.”derler (Bi, 2011:165).
Adıgeler
için ateşin koruyuculuğu yanında temizleyici özelliği de vardır.
Özellikle; karanlık güçleri, kötü ruhları kovduğu ve
ruhu temizlediğini düşünürlerdi.
Ölülerin
üstüne ateşin ve kanın sembolü olarak kırmızı boya serpiliyordu (Bi, 2011:185).
Salgın
hastalık zamanlarında yaktıkları ateşin etrafında sığırları yürütürlerdi
(Natho, 2009:118).
Adıge
Nart Destanları’ndan Nesren Jak’ın hikayesinde;
“Kötü
Pakue, insanların elindeki ateşi çalıp dağlara devlerin (yinijler) yurduna
kaçırır. Toplum ateşsiz kalınca lider Nesren Jak ateşi geri getirmek için
uğraşır. Hatta ateşi Taunların elinden almak içinde onlara karşı gelir.
Tanrıların gazabından korkan insancıklar, onlara yaranmak için Nesren Jak’i
Elbruz Dağı’na çiviler. Üzerine saldıkları kartal bütün gün Nesren’in ciğerlerini
gagalar. Yarası akşamları kapanır. Fakat kartal sabah tekrar gelir. Onun
yardımına Hımış’ın oğlu Nart Peterez yetişir, kartalı öldürür. Ellerinde ateş
ile birlikte dönerler.” diye anlatılır (Bi, 2011:166).
Bu
anlatımda da görüldüğü gibi, Nartlar ateş için Tanrıların gazabını bile göze
almıştır.
Bu
destanın tekstinin ortaya çıkışı Hz.İsa’dan önce 4-5.binlere rastlamaktadır.
Belki de insanların ateşi henüz yeni tanıdıkları çağlara uzanmaktadır (Özsaray,
2012:86).
Sasruko’nun
Kuban kıyısındaki tarlasını sürerken, şimşeğin doğurduğu demiri bulup metal
ustası Aynar Jiy’e götürmesiyle, Nartlar demirin sırrını öğrendiler. Demirin
bulunuşu, Adıge toplumunun tarım ve hayvancılığa dayalı topluma, dolayısıyla
kültürel ve sosyal hayata geçişini kolaylaştırdı.
Kafkas
Nart Destanlarında çok geniş bir yer tutan ünlü Nart Tlepş; Maden Çağı
uygarlığı aşamasının ve Nart toplumunun yeni buluşlarının simgesidir. İlk
orağı, ilk maşayı, değişik kılıçları, büyük mızrakları, okları demirden
yapmıştır. Bir göz kırpmasıyla demirleri eğmekte, istediğinde ateşin yanmasına
engel olmaktadır. Burada onun “Ateş Tanrısı” olduğu açıklık kazanmaktadır.
Silah yapımı görevini de üstlendiğinden aynı zamanda silah tanrısı ve
“Demirciler Piri’dir (Bi, 2011:287).
Adıge
toplumu demire verdiği kutsaliyet nedeniyle; toprağın ekilmesi, ekinlerin
toplanması, hasat, vb. gibi onun yararının görüldüğü yerlerde saygısını
göstermek için törenler yapardı. Toplum içinde insanların, hayvanların ve
bitkilerin yaşam döngüsünün sağlıklı yürümesinde demirin ayrıcalığının olduğu
göz ardı edilmezdi.
Shapsugh
şifacılar, yarayı iyileştirme ya da şeytan çıkarma işlemi sırasında Tlepş’in
sihirli iyileştirme gücünden yardım isterlerdi:
Уатэ,
уэтэжъыеу, уэтэжъые псынкХа!
Уэ
Лъэпшъэуэ зиуатэмэ уатэр егъэпсынкХа!
Уэ
Лъэпшъэуэ зиуатэмэ псынкХэу егъэхъужьа!
(Jaimoukha,
2009:61).
Su
tüm canlılar için vazgeçilmez hayat kaynaklarındandır. Proto-Adıgeler de suyu
yaşam kaynağı olarak görürler ve Su- Rüzgar- Irmak Tanrısı Seoszeres’e
saygılarını göstermek için törenler düzenlerlerdi.
Bu
törenlerde su kültüne konu nehir, kaynak, sulak yerler, göl, vb unsurlarla temasta
bulunup suyun koruyucularıyla yakınlaşarak, her türlü sıkıntı ve dertleri için
onlardan yardım istenmektedir.
Jabaghi
Baj, Çerkesler adlı kitabında Seoszeres’ten yardım istenmesini şöyle anlatır:
“Yağmur
için bu mabuda dua eden çiftçi, tarlada kurumuş ot üzerine biraz su döker; genç
kadın, koca, anne eğer sevdikleri veya kendilerine ilgili olanlardan biri
denizde bulunacak olursa, kurbanlarını denize götürmek üzere nehirlere
bırakırlar ve dalgaların bu hediyeyi, deniz enginliğinde tahtı bulunan bu mabudun
huzuruna vardıracağına inanırlar. Mabut da sadık kullarının dua ve kurbanını
kabul ettiğini rüzgarların akıntısı veya bulutların hareketleriyle
bildirirmiş.” (Baj, 1995:80).
Seteney’in
yaşam çiçeğini bulduğu hikayede de suyun canlılar için önemine, suyun
kutsaliyetine vurgu yapılmıştır:
“Seteney,
Kuban kıyısında gördüğü çiçeğin güzelliğinden etkilenerek ona sahip olmak ister
ve söküp getirdiği çiçeği bahçesine diker. Sabah baktığında görür ki, diktiği
çiçek boynunu bükmüş, yaprakları buruşmuş, solmuş gitmiş. Nedenini anlayamadığı
bu duruma çok üzülür ve tekrar aynı çiçekten bir kök daha getirip diker. Ancak
sabah kalktığında yine solup buruşmuş çiçekle karşılaşır. Onu yerinden koparıp
yaşamasına engel olduğunu düşünerek üzülür, kendine çok kızar. Seteney’in
üzüldüğünü gören Şıble şimşekler çakar. Birden bire gökyüzü kararır, gök
gürlemesi gelir ve arkasından yağmur başlar. Ertesi gün Seteney, canlanmış
çiçeği görünce sevinçle şöyle bağırır;
“.... Şimdi anladım; Su çiçeği
canlandırdı, Su candır.”
(Asfar
Keuk ile görüşme, 27.02.2019)
Adıgeler
suyun kötülükleri ve hastalıkları temizlediğine inanırlardı. Hastalıkların
iyileştirilmesine ilişkin uygulanan ritüellerde suyun temizleyici ve
iyileştirici gücüne başvurulurdu. ЧАПШ adı verilen yaralının uyutulmaması töreninde,
içeriye giren herkes pulluk demirine üç kez vurur ve odaya biraz su serper
(Şovalye Taıtbout de Marıgny, 1996:85).
Adıgeler
için Kuzey Kafkasya’ya hayat veren Terek ve Kuban ırmakları kutsaldır. Onların
inancına göre, dağlarda çıkan şifalı kaynak suları da kutsaldı (Özsaray,
2012:85). Adıge halkı madensuyunu “Nart Sane” olarak adlandırmıştır (Özbay,
1990:56).
1334
yılında Kafkasya’yı gezen Arap gezgin İbn-Batuta, Psıfabe’deki (Beştau, bugünkü
Pyatigorsk) şifalı sulardan bahseder. Bu maden suyunun ve şifalı banyoların
mucizevi yararlarını anlatır (Erkan, 1999:29).
Şifalı
ve mineralli suların tedavi edici özelliklerini eskiden beri bilen Adıge
şifacılar, bu sulardan, böbreklerde ve idrar yolları hastalıkları, romatizmal
hastalıklar ve cilt hastalıkları başta olmak üzere birçok hastalığın geleneksel
yöntemlerle tedavisinde yararlanmıştır. Maykop’a yakın köylerden biri olan
Blaşapsıne (Блащапсынэ) Köyü’ndeki Şifa Çeşmesi (Псапэ Плын) yöre halkı
tarafından halen kullanılmaktadır (EK 3).
Adıgeler
eskiden beri, mineral kaynaklarının “kutsal” şifalı sular olduğuna
inanmışlardır (Меретуков,1990:154).
Günümüzde
de halk arasında devam eden suyun iyileştirici gücünün olduğu inanışı, su kültü
inancından başka bir yere bağlanamaz. Hasta yatağına su serpilmesi, anne ve
yeni doğan bebeğine kırk gün içinde ortalama üç kez banyo yaptırılması Adıgeler
arasında suyun kutsallığına olan inancın, günümüzde hala var olduğunun
göstergesidir.
Çerkesler,
ruhun yaşam alanını daha farklı belirtiyorlardı. Bazıları ruhun kalp ve kanda
olduğunu söylüyordu. Çoğunluk boğazda olduğunu düşünüyordu. Üçüncü bir grup
ise, ruhun kafada yaşadığını iddia ediyordu. Bir insanın ya da hayvanın ölüm
anında, ruhun bedeni terk ettiğine inanıyordu. Çerkesler aynı zamanda, kötü
birinin ruhunun kötü birine, iyi birinin ruhunun da iyi birine geçtiğine
inanıyorlardı (Natho, 2009:121).
Adıgeler
“Hadrikhe” dedikleri bir ölüler dünyasının varlığına inanır, buranın korkunç
bir yer olmadığını, oraya gidip dönmenin olası olduğunu kabul ederlerdi.
Eski
dönemlerdeki inançlarının, halen Xabze kuralları içinde yaşatıldığı açıkça
görülmektedir. Örneğin; Çerkeslerde Hıristiyanlıktan önceki inançlarına ilişkin
olarak, bazı adetler ve törenler dahi yakın zamanlara kadar mevcut idi. Nitekim
ölülerin ruhlarına heryıl uygun bir zamanda ziyafet verilir ve ölüye yiyecekler
sunulurdu ki; bu adet Çerkesler arasında “>KbbixbakI')” diye bilinmektedir.
Bu durum, Çerkeslerin çok eski zamanlardan beri ruhun ölümsüzlüğüne
inandıklarını gösterir (Met Çünatıko Yusuf İzzet Paşa, 2002:252- 253).
Adıgeler,
atalarının ruhlarının onları koruyup gözettiği, yol gösterdiğine inanıyorlardı.
Eskiçağda
Yunanlılar, vatanından uzakta ölen birinin hatırasına dikilen taşa “kenotaph”
derlerdi. Dar stel şeklinde olan bu mezar taşları, Kafkasyalı dağlı halklar
için de geçerliydi. Vatanından uzakta ölen kişilerin anısına bu taşlar
dikilirdi. Eski dönemlerde, bu taşlardan önce, ölen kişi için mezar yapılır ve
boş bırakılırdı. Kurgan ya da mezarlıkta bulunan bu mezara her türden gereken
ayin ve tören yapılır, yemek ve koruyucu eşyalar konurdu (Markovin, 2008:107)
Buna
örnek olarak, Autl dağı’nda bulunan boş dolmen örnek verilebilir. Burada ateş
yakılmamış; sadece belirli bir kokuda ve aromalı bir bitki yakılarak içerisi
tütsülenmiştir. Ölü olmamasına rağmen cenaze töreni mizanseni yapılmış,
sembolik olarak ölen kişi dolmene konulmuş ve ateş yakılarak “büyü” ile ruhu
davet edilmişti. Büyü yoluyla, tütsülemeyle uzaklardaki ruha çağrı yapılmıştı.
Dolmenin
karşısındaki kayanın üzerindeki güneş resimleri de ölen kişinin ruhunu
aydınlatmak için buraya yerleştirilmişti. Bu sembolik güneşler; mekandaki ruha
gece-gündüz ışık ve rahatlık verecekti. (Markovin, 2008:108)
Görüldüğü
gibi; ölen kişinin ruhu, tütsü yakılıp büyü yoluyla çağırılarak güneşin koruyuculuğuna
teslim edilmektedir.
Adıgelerde
bereket, iyileştirme, korunma ve arındırma amacını taşıyan inanışlardan
bazıları şunlardır;
Hapeşıpkhe/ köpeğin burnunu bağlama, kaybolan
hayvanları kurtların kapmaması için yapılan büyüsel bir işlemdir. Bir ip
parçası ya da hayvan tendonuna düğüm atılırken dualar edilir (Mijayev ve
Pashtova, 2018:89).
Haneyi kötülüklerden korumak için, bahçe kapısı
girişindeki çitlere öküz başı iskeleti asılırdı (Teuv Aslan ile görüşme
11.09.2018). (EK 4).
Yine kötülüklerden korunmak için, meyve ağaçlarına
evlerin girişlerine beşiklere Şıblenin çarptığı taşlardan konulurdu (Teuv Aslan
ile görüşme, 27.02.2018).
Yola çıkanları, savaşa gidenleri, malın korunması,
kayıp hayvanların bulunması için katlanır bir bıçağı açarak üflenir ve geri
kapatılırdı. Bu işleme Sezedetlha denir. (Mijayev ve Pashtova, 2018:89).
Kayıp birini geri getirmek için, kapı koluna ip ya da
kumaş parçası bağlanarak aşağıdaki tılsımlı sözler söylenir:
“КъэкХожь, къэкХожь, укъэмыкХожьмэ усыукХын, усыуХан.
(Geri dön, geri dön, geri dönme seni öldürürüm.)
КъэкХожь къэкХожь укъэмыкХожьмэ пщым ибжэгу
узгъэкХонэп (Geri dön, geri dön, geri dönme prensin düğününe gelme)”
(Унарокова, 2015:144).
Adıge savaşçılarının su prensesinden çalıp
getirdikleri bileği taşlarının, köyü kötülüklerden koruduğuna inanılırdı, bu
taşları Adıge erkekleri bellerinde taşırlardı (Teuv Aslan ile görüşme,
11.09.2018). (EK 5/a- 5/b-5/c).
Cadılar bileği taşını bir küpün içinde saklarlar ve
kullanırlardı. Bileği taşını kendilerine sürerlerse kediye dönüşüp bacalardan
girerlerdi (Mijayev ve Pashtova, 2018:222).
Her hastalık ve talihsizlik şeytan ruhların varlığıyla
ilişkilendiriliyordu. (Natho, 2009:116).
Haşhaşhte, çalınan hayvanı geri getirmek için yapılır.
Bir köpek kafatasına arpa dökülüp dualarla üflenir, “kafanın içindeki arpa
yeşerene kadar hırsızlar şişer denilerek” gömülürdü (Mijayev ve Pashtova,
2018:89).
Hasta bir insanın odasının girişinde ya da yeni doğmuş
bir bebeğin beşiğinde Sozereş’in dalları üzerine mumlar yerleştiriyorlardı (Natho,
2009:117-118).
Hastalıktan kurtulmak için “Kurmen” (kurban) kesilir.
Bu genelde kara tavuk olur. Hasta; kadın ise başının üstünde soldan sağa, erkek
ise sağdan sola çevrilerek hastalığın geçmesi dilenerek kesilir. Kafası,
ayakları ve iç organları toprağa gömülerek, geri kalan kısımları halujla
birlikte gelenlere yedirilir. (B.Özbek ile görüşme, 20.02.2018).
Çocuğu olmayan kadınlar şifa bulmak için, kutsal
yerlere ve kutsal mezarlara giderek dua ederlerdi (Камиловна и Имрановна,
2011:3).
Doğum sırasında kötü etkilerden korumak için, annenin
eline iki tane Şıblaşe taşı verilirdi (Ş.îyigün ile görüşme, 21.02.2019).
Çocuklarına kötü kişilerin isimlerini vermekten
sakınırlardı; ancak yakışıklı, erdemli ya da bir kahraman ise büyükbabasının
ismini toruna vermeyi uygun görürlerdi. Büyükbabasının ya da atasının ismiyle,
ruhunun ve erdemlerinin bir kısmının da bebeğe geçeceğine inanıyorlardı (Natho,
2009:121).
Geleneklere göre, bazı durumlarda, bebeğe doğumdan
sonra eve giren ilk yabancının adı verilirdi. Üst sınıflar arasında, bebeğe
adını veren kişiye beyaz tüylerle süslü bir ok, alt sınıflar arasında, bebeğe
adını veren kişiye bir gömlek bezi veya vaftiz gömleği verilirdi (Jaimoukha,
2009:12).
Uğursuzluk getirdiği kabul edildiğinden doğan kız
çocuğa beşik gönderilmez. Bebeklerin doğuşu şerefine ekseriyetle kurban kesilir
(Baj, 1995:25).
Ömrü kısa olmasın diye bebeğin beşiğini yapmak için
kullanılacak ağaç gün batarken kesilmezdi ve suyun ötesine geçip getirilmezdi
(Ş.îyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Beşikler, büyülü, koruyucu ve iyileştirici güçleri
olduğuna inanılan alıç ağacından yapılır, kesilen parçalardan küçük boncuklar
yapılıp beşiklerin başına asılırdı. Alıç ağacının koruyucu gücü olması için
sudan geçmemesi
gerektiğine
inanılırdı (Mijayev ve Pashtova, 2018:87).
Beşiklerin ayak kısımları, kutsal kabul edilen
kuşburnu ağacından yapılırdı (Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Erkek çocuklar doğduğunda iyi bir binici olsunlar diye
başlarında kırlangıç uçururlardı (Özsaray, 2012:73).
Lohusalık döneminde anne ve bebek 40 gün odadan
çıkarılmaz; hem bebeğin beşiğine hem de annenin yastığının altına, bir kutunun
içinde hoş kokulu otlarla birlikte yıldırım düşmüş meşe ağacının kabuğu koyulur
(Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Çocuğu grup zamanında uyutmayı iyi saymazlar (Baj,
1995:26).
Çerkesler, uyuyan bir insanın ruhunun geçici olarak
bedeni terk ettiğine inanıyordu, bu yüzden uyuyan bir bir insanı kaba bir
hareketle ya da yüksek sesle uyandırmak yasaklanmıştı. Günbatımında uykuya
dalmak, uyuyan birini uyandırmak ta yasaktı (Natho, 2009:121).
Yıldızların ve ayın gözünün iyi olduğu düşünülürdü.
Sarılık hastalığı olanlar aya gösterilirdi. Şifacılar, “Çarşamba yıldızlarını
otlara baktırmak gerek” diyerek ilaçlarını o akşam bahçeye koyarlardı (Mijayev
ve Pashtova, 2018:131).
Yerin ve suyun gözü olduğuna inanılırdı. Yerin ya da
suyun gözünün değdiği kişiler baş ya da bel ağrısı çekerdi. Çocuklar bir yerde
düştüğünde, yerin gözünün değmemesi için, çocuklar oradan ayrılmadan önce bir
demirin ucuyla etrafı çizilirdi. Çizilen yerin ortası kazılır, kazılan toprak
temizlenir, suyla karıştırılıp yerin gözünün değmemesi için çocuğa içirilirdi.
Suyun gözü değdiği için ölen insanların olduğu söylenirdi (Mijayev ve Pashtova,
2018:131).
Mezarı aydınlatmak için çıra (wezdığe) mezar taşıyla
birlikte dikilirdi. (Tuna, 2009:224.)
Mezar taşlarından bir parça alıp eve getirildiğinde,
evdeki hastanın iyileşeceğine inanılırdı (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybeden ve
savaşlarda vurularak ölen kişilerin mezarındaki toprak kutsal kabul edilirdi.
Bu toprağın Tha tarafından kutsandığına inanılır, topraktan bir parça hastanın
yattığı yere konduğunda ya
da hasta üzerinde taşıdığında şifa olacağına
inanılırdı.
Kurşunla ölen kişinin mezarında şöyle bir ritüel oluyordu:
Aze nenej mezara gider, önce mezarın taşını sever,
ardından mezar toprağına
dokunarak aşağıdaki sözlerle Tha’dan şifa isterdi;
“Ah yavrum,
Adigelerin yiğidi vefat ettin,
Ey yüce Tha’m,
Karşına gelen bu kişinin bir hatası varsa affet,
Ah biricik sevgili Tha’m,
Akrabamızın oğlu-kızı (kimin için alınıyorsa bu toprak
onun adı söylenirdi) çok hasta,
Ah biricik sevgili Tha’m,
Vurularak ölen kişinin toprağını şifalı yaparsın,
Bu yiğidimizin toprağını da şifalı yap,
Bu yavrumuza da şifa olsun,
Bu toprak
Ağrıdan kıvranana şifa olsun,
Bu toprak
İhtiyacı olana can olsun.”
Bu yakarıştan sonra, mezar toprağından bir parça
alınarak hastaya götürülürdü (A.Arslan ile görüşme, 28.06.2019).
Kurt
ve tilkinin yol kesmesi uğur, tavşanın yol kesmesi uğursuzluk sayılırdı
(Özsaray, 2012:73). Buna ilişkin Tornau’nun kitabında şöyle bir olay
anlatılmıştır:
“Tambi kırk Çerkes atlısı ile Rusları basmaya geldi.
Ruslar bu baskının olacağını bildikleri için tuzak kurdular. Kuban’a tam
varmadan onların yolunu bir tavşan kesti ve otuzüç atlı bu hayra alamet
değildir diye geri döndüler. Yedi atlı ve Tambi buna önem vermediler ve baskına
giderlerken tuzağa düşürülerek öldürüldüler.” (Tornau, 1999:233).
Gece
kapı ya da pencereden su dökülmesinin kötü ruhları rahatsız edeceği, sabah ilk
iş kapı önünün suyla temizlenmesinin iyilik getireceğine inanılır.
Ocağın
su serpilerek söndürülmesinin aileye kötülük getireceği inanıldığından bunu
yapmak yasaktır.
Jeştevo/
karabasanın gelmemesi için, yatmadan önce 7 kez “şha tsuk (küçük kafalı)” sözleri
tekrarlanır. Ayak küçük parmağının arasına yüzük parmağı sokulup koklanır
(Mijayev ve Pasthtova, 2018:102).
Yaralının yattığı odanın beyaz badanası üzerine, üç
parmak genişliğinde odayı çepeçevre saran siyah bir kemer gibi siyah badana
yapılır. Yaralının önünde duran içi su dolu bardağın içine de bir beyaz yumurta
konur. Siyah kemer badanası ile yumurta nazardan koruma içindir (Baj, 1995:62).
Salı günü hasta ziyareti yapılmaz (Z.Dzıbova ile
görüşme, 27.02.2018).
Salı sabahı uyandıklarında hatırladıkları rüyaların
gerçekleşeceğine inanırlardı (Mijayev ve Pasthtova, 2018:143-144).
Konuşurken Sasrıko’dan bahsedersen yağmur yağar (Asfar
Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Çakal ulumasını yağmurun habercisi kabul ederlerdi
(Özsaray, 2012:73).
Nartların gömülü olduğu höyüklerden toprak alıp
getirilince yağmur yağacağına inanılırdı ve yine o topraktan alıp hastalara
suya katıp içirilince hastanın iyileştiğine inanılırdı. O höyüklerden bugün bir
tane kalmıştır ve Yecerekuay köyündedir (Asfar Keuk ile görüşme, 27.02.2019).
Sağanak yağmuru kesmek için; dualar eşliğinde,
baltanın kesici tarafı fırının köşesine yerleştirilir (B.Özbek ile görüşme
20.02.2018).
Cuma akşamları üstü açık sudan içmezler.
Çocuğu az olanlar, Cuma günü dikiş yapmasın (Mijayev
ve Pasthtova, 2018:115).
Çerkesler paça eti yemezler. Özellikle paça yiyen
kadının çocuğunun salyalı olacağı düşünülür (Yılmaz, 2017:35).
Çarşamba sabahı bulunan yılan derisi şifalıdır
(G.Besler ile görüşme 08.01.2019).
Cuma günü başım ağrıyor diyenin, bir sonraki Cuma başı
ağrır (Z.Dzıbova ile görüşme 27.02.2018).
Büyücülerin lanetinden kurtulmak için kurt pençesi
taşırlardı (Özsaray, 2012:67).
Gece bir yere giderken kötülüklerden koruması için;
doğadaki güçlü yabani hayvanların derilerinden bir parça genç kızların
boyunlarına asılırdı (Ş.îyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Xabze inancında; iyiliğin doğu ile güneyden, kötülüğün
ise kuzey ve batıdan geldiğine inanılırdı. Bu inancın yerleşmesinde, doğa
olaylarının payı muhakkak ki büyüktü. Doğudan tabiata yaşam veren ışık,
güneyden serinlik ve yağmur geliyordu. Kuzeyden ise, soğuk, kar, fırtına
gelirken; canlılara yaşam veren güneş batıda kaybolarak, yeryüzünü karanlıklara
boğuyordu (Serbes, 2012:102).
Ninnilerin
çocukları koruduğuna inanılır (Kaya, 2015:214).
Ninnilerde de güzel temenniler aktarılır; erkek
çocuklara “kahraman olacak, yiğit olacak, adı duyulacak, bütün herkes onu
tanıyacak” gibi sözler söylenir. Kız çocuklarına da “hep güzel olacak,
hanımefendi olacak, eli maharetli olacak” gibi güzel temenniler söylenir
(Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Nazar olmasın diye, ocak isini çocukların alınlarına
sürerlerdi. Türkiye’deki Çerkesler ocak isini çocukların kulaklarının arkasına
sürüp bunu gizlerler (Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Мерем Ачмиз’den kaydedilen tılsımlı sözler nazardan
korumak için hastaya üflenir:
“Ихъу хырихи,
Ибз хырибзи,
Иощ лъырибзи Шъузы уб иягъэ сек!ыгъэмэ,
Быбзы узы тхьэ еш!!,
Пшъэшэ уб иягъэ сэк!ыгъэмэ,
Л!ы тхьам ремыгъэщэжъ.
Л!ы уб иягъэ сэк!ыгъэмэ, Чъыгэе бэн тхам фарегъэш!.
Зынэ имытрэ, зышъэ имытрэ Яягъэ сэк!ыгъэмэ, Тхъафор лъыон, Тхъафор лъыбгэн Непэ
хэшъэе маф, Нэмыштэжьы мафэп Тхъэр зимэфэ лъап!эм сырехьак!.” (Унарокова,
2015:144-145).
Adıgeler
göz değmesine karşı, alıç ağacı dallarından kesilmiş küçük parçaları yanlarında
taşırlardı. (Mijayev ve Pashtova, 2018:87).
Nazar
olmuş birisini iyileştirmek için, Türkiye’den Надимы Беданоковой’den kaydedilen
tılsımlı sözler hastaya üflenir:
“Нэщыр-зы
Нэщыр-тХу
Нэщыр-щы
Нэщыр-плХы
Нэщыр-пшХы
Гощэнагьор Гощэнашхъом емышхъуагъоу ерехъужь!”
(Унарокова, 2015:145).
Ateşli hastaları ziyarete gelenlerin niyetlerini
anlamak için, haşlanmış sıcak yumurta hastanın yattığı yerdeki soğuk su dolu
bir kaba batırılır. Eğer yumurta çatlarsa, gelen ziyaretçi kötü niyetlidir ve
bunun hastaya iyi gelmeyeceği düşünüldüğünden ziyaretçi odadan çıkarılır
(G.Besler ile görüşme, 10.09.2018).
Bebeği kötülüklerden korusun diye kuru otlardan
yapılma kutu içine yıldırım düşmüş meşe ağacının kabuğunu koyuyorlardı
(Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Genç kızları kötülüklerden korumak için, elbiselerine
görünmeyecek şekilde
meşe ağacı kabuğundan bir parça gizlenirdi (Ş.İyigün
ile görüşme, 15.09.2018).
Şıblaşe denilen ortası delik uğur taşları; nazardan ve
kötülüklerden korumak amacıyla beşiklerin baş kısmına, giysisiz kalmamak için
yün taraklarına, yiyeceksiz kalmamak için yayıkların üstüne asılırdı (Ş.İyigün
ile görüşme 15.09.2018). (EK 6.).
Süt dolu kaplar gözden uzak tutulur, gösterilmez ve
sütün içine ocakdan alınan bir parça kömür atılıp komşuya öyle götürülür
(Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018, F.Altın ile görüşme 19.06.2019).
Evi kötülüklerden korumak için; Türkçe adı yavşan olan
kokulu ot demet
yapılarak bütün odaların tavanına asılırdı (Ş.İyigün
ile görüşme, 15.09.2018).
Kabus gören birinin, uyandığında kimseyle konuşmadan
dışarı çıkıp bir taşı tersyüz etmesi gerekirdi, aynı şekilde yattığı yatak ta
tersyüz edilirdi.
Yüzlerini
yıkamadan rüyalarını anlatmazlardı. Yaratıkları kandırarak rüyalarını onlara
duyurmamak için, köşedeki süpürgeye anlattıklarını söylerlerdi (Mijayev ve
Pashtova, 2018:143)
Kötü rüyaların gerçekleşmesini önlemek için bensiz
siyah koç kurban ederlerdi. Buna ilişkin olarak, Osmanlı Devleti’nin ilk
Kafkasya Valisi Ferruh Ali Paşa’nın katibi Haşim Efendi’nin hatıralarını
yazdığı kitabında, üzüntüden hastalanan Ali Paşa’nın son günleriyle ilgili
şunlar anlatılmıştır:
“...Aradan
bir saat geçmişti ki, Kuban taraflarında oturan, ve Ali Paşa’nın çok hürmet
ettiği bir Şeyhin Halil ismindeki oğlu, telaş ve acele ile Ali Paşa’nın
sarayına geldi. Paşanın huzuruna çıkıp; ‘Validem sizin için bu akşam kötü bi
rüya gördü, babamdan tabirini rica edince, o da: ‘Paşa efendimizin başında bir
müsibet dolaşmaktadır. ’ diye tabir etti, annem de beni acele size gönderdi.
Babamın tavsiyesi gereğince, bensiz siyah bir koç kurban etmenizi rica etti’
dedi. Ali Paşa, sırf Halil Efendi ve adamlarının gönlü olsun diye böyle bir
koçun bulunup kurban edilmesine izin verdi. Yapılan aramada tarif edildiği gibi
büsbütün bensiz siyah bulunamadı ama ona yakın bir koç bulundu, sarayın
eşiğinde kurban edildi.” (Güneş, 1969:173).
Yüzyıllardır Karden ailesinin koruduğu Sasrıko’nun
havlusunun Adıgeler arasında mistik özelliklere haiz olduğuna inanılır.
Rivayetlere göre, Kabardey’de geçmişte yaşanan çok büyük kuraklıklarda,
Sasrıko’nun havlusu saklandığı yerden çıkartılıp köyün içinde gezdirildikten
sonra, üzerine birkaç damla su serpildiğinde, Kabardey’e 1-2 gün içinde yağmur
yağdığı defalarca anlatılmıştır. (G:Besler ile görüşme, 08.01.2019.)
Karmokov’un
Sasrıko adlı kitabında da havludan şöyle bahsedilir;
“Anlatılara
göre Sasrıko, keskin ağızlı çark (janşerxh) ile biçilen bacağındaki yarasını o
havlu ile sarıp bağlamıştır. Ülkede kuraklık başgösterse Sasrıko havlusu
törenle sandıktan çıkarılır ve yağmur yağar, kuraklık sona erer. Bu birçok kez
sınanıp kanıtlanmıştır” (Karmokov,t.y.:133). (EK 7).
Diğer
dinlerde görülen oruç, kurban, dua vb. ibadetler Proto-Adıgelerde de mevcuttu.
Çok tanrılı dönemden sonra tek tanrılı dinler Adıge boylarına girmişse de
hiçbir din, bütünüyle Xabze üzerinde etkin olamamış, hiçbir ideolojik yönelim
ve dini anlayış Xabze’nin önüne geçememiştir. Günlük yaşamdaki dayatmalara
rağmen, din her zaman yerleşik geleneklerin gölgesinde kalmıştır.
Zaman
içerisinde Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık dinleri bölgede yayılmaya
çalışılsa da, geleneksel inanış hiçbir zaman bırakılmamıştır.
Hıristiyanlık
Çerkezistan’da 4.yüzyıldan beri vardır. Fakat aşırı bir güce erişememiştir.
Bunun en önemli nedenlerinden biri Çerkesce’nin yazılı dil olmamasıdır. Sonraki
tarihlerde Çerkesler Müslüman olmuşlar, ancak İslamiyet de aynı nedenlerle
fazla güçlenememiştir (Ersoy ve Kamacı, 1994:185-186).
17.yüzyılda
bir yandan İslami tebliğ sürerken, bir kısım Kafkasyalının eski atalar dini
üzere bulunduğu anlaşılmaktadır. 1659’da Kafkasya’yı ziyaret eden Evliya
Çelebi, bu durumdan bahsederken:
“Bu
Çerkes kavmine kafir desen ol adamı katl iderler, La ilahe illallah dirler
amma.” demekte ve bazı yerlerde ağaçlara tapan kimselere rastladığını
yazmaktadır (Bice, 1991:10-11).
Görünürde
İslamiyet yayılmaya başlamış, ancak Çerkesler, daha önce Hıristiyanlığa olduğu
gibi İslamiyete de kayıtsız kalmıştır (Berzeg, 2010:160).
Bölgeye
gelen gezginler Çerkeslerin dinlerini anlamakta zorlanmışlardır.
XVIII.y.y
başlarında; Abre De La Motre, Çerkeslerin dini görüşlerinin kesin bir
sisteminin olmadığını ve paganlık, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın farklı
unsurlarının bir karışımı olduğunu ifade etmiştir (Natho, 2009:115).
Adıgeler
İslamiyetin şeriat kuralları, Hıristiyanlığın kuralları yerine Xabze denen
geleneksel kurallarına uymayı sürdürmüş ve eski dinlerin kalıntılarını yakın
zamana kadar korumuşlardır.
İtalyan
coğrafyacı Giorgio Interiano’nun 1502’de Venedik’te basılan ve
Çerkesya
Seyahatnamesi adıyla yayınlanan gezi notlarında şu ifadeler bulunmaktadır:
“.Hıristiyanlığa
mensupturlar ve rahipleri Yunan kökenlidir. Vaftiz olmazlar, sekiz yaşından
önce vaftiz töreni yapmazlar; birçok kişi için bir araya gelerek, basitçe
kutsanmış su serperler ve rahip kısa bir kutsama yapar. Herkes gibi yağma ile
yaşayan soyluları, altmış yaşına varmadan kiliseye girmezler; bunun kilisenin
kutsallığına zarar vereceği düşünüldüğünden caiz görülmez. Bu yaşlara geldikten
sonra soygunculuğu bırakarak, gençliklerinde kilise kapısının dışında ve ancak
at üstünde dinleyebildikleri ayine katılırlar.” (Interiano, 2017:13).
Şovalye
Taitbout De Marigny’nin 1818’deki Çerkesya Seyahati sırasında şahit olduğu
aşağıdaki olayı eserinde aktarmıştır;
“Çerkesler
kesinlikle din yobazı değildirler. Çerkes Müslümanlarının dinlerini pek o kadar
ciddiye almadıklarını da saptadım. Prens Mehmet’in oğulları ve kızlarının dini
törenlerde birbirleriyle şakalaştıklarını gördüm. Hatta bazıları camide hocanın
lafını bile dinlemiyorlardı. Bir seyahatimde Çerkesya’ya benimle gelen bir
hanımın boynundaki haç, Çerkeslerde tepki yerine memnuniyet uyandırdı.”
(Şovalye Taitbout De Marigny,1996:57).
Diğer
Dualar, İlahiler
Dualar
Duayı
öteki dinsel törenlerden ayıran çok önemli bir özellik bulunmaktadır.
Duada
söylenen sözlerle ilgili olarak P.Christian’ın ifadesi şöyledir;
“Biri tarafından söylenen söz, aynı onun adı gibi,
onun geniş bir şekilde gelecekteki kaderini belirler. Evet, adlar ve sözler, ya
hayırlı ya da zararlıdırlar; onlar, Yüksek
Akıl tarafından elementlerine iliştirilmiş saklı
tesirleriyle, belli bir anlamda, ya
zehirleyici ya da sağlık vericidirler.” (Blavatsky,
2017:114-115.).
Şovalye
Taitbout De Marigny, seyahati sırasında bizzat dahil olduğu iyileşme durumunu
kitabında şöyle aktarır:
“Gelincik’e
ilk ziyaretimde bir Çerkes, bir akrabasının uzun zamandan beri çektiği,
bilinmeyen bir hastalık için dua etmemi istemişti. Ben de dua etmeyi kabul
etmiş, bunun hastaya bir yararı olmayacağını düşünmüştüm. Bir doktor ciddiyeti
ile bu işi yapmıştım. Kırım’a döndükten sonra bu garip olayı tamamen unuttum.
Çerkesya’ya tekrar geldiğimde aynı adam, birgün hasta akrabası tarafından
gönderilen bir sepet yumurta ve bir peynir ile geldi. Akrabasının tamamen
iyileştiğini ve bunun da benim duam sayesinde olduğunu anlattı. Ben de hiç
bozmadan onun iyileşeceğini söyledim. Aslında hayretler içinde kalmıştım. Bu ya
bir rastlantı ya da hastayı olumlu yönde etkileyen psikolojik bir durumdu.”
(Şovalye Taıtbout de Marıgny, 1996:85).
Adıgeler
duanın iyileştirme gücüne inanırlar, hastanın başında dua ederek, duanın manevi
gücünü kullanırlardı.
İlahiler-Temenniler
“Xbyaxw”
(Huahua) yani ilahiler, anlamlı- anlamsız sesler ve yakarışlardır. Aynı zamanda
doğum, ölüm, düğün, taziye, kutlama gibi toplumu ilgilendiren konularda, işin
özelliğine göre, cemiyetin ileri gelenlerinin yaptığı temenni içeren konuşmalar
da huahua olarak adlandırılır (C.Soycan ile görüşme, 23.02.2019).
Tlepş
(Ateş-Demir-Silah Tanrısı), Thagalec (Bolluk ve Ürün Tanrısı) ve Mezıtha (Orman
ve Avcılar Tanrısı) gibi tanrılar; Adigeler için emeğin belirli birer simgesi,
üretim kaynaklarının koruyucularıdır. Herbirine Huahualar adanmış ve bunlar
günümüze kadar ulaşmıştır (Özbay, 1990:50).
“Huahua”
denilen melodi, söz ve dansın eşlik ettiği ilahilerle; hem tanrılar yüceltilir
hem de dileklerde, isteklerde bulunulurdu.
Yıldırım
tanrısına yakarı zorunluluğu, şiirsel anlatıma bürünerek şiirsel bir dua, bir
yakarı ortaya çıkarmıştır (Özbay, 1990:8).
Şıble
onuruna düzenlenen törene (EK 8) eşlik eden huahua bunların en belirgin
örneğidir:
“Yeyle,
yeyle, di jılem wukhemıwue (Elle Elle, evlerimizi yıkma)
Yeyle,
yeyle, di ğaş’eriy khexhume (Elle Elle, yaşamlarımızı koru)
Ydyle,
yeyle, Thaş’eğ mez kuwum ğes (Elle Elle, Thaşag ormanını yakma)
Ydyle,
yeyle, kxhujjıpsım değafe (Elle
Elle, bize içecek saf su içir)
Yeyle,
yeyle, fadem ye’abıx.” (Elle
Elle, sen de iç bizim içkimizden)
Bu
yakarışlarda; insanoğlunun doğanın üstün güçlerine karşı duyduğu korku açıkça
sezilmektedir (Özbay, 1990:49).
Melodiler
genellikle biribirine paralel birkaç sesli bir harmoniye sahiptir. Tarihi Adıge
koyun kırpma şarkısı bu türe ilginç bir örnek olarak gösterilebilir. Şarkının ritmi
çoban makasının darbelerinin çağrışımını vermektedir.
Orakçı
huahuasında ise çalışmanın temposu ile bağlantılı olarak bir ritm ve
kompozisyon çizmektedir;
“K’aper
ye’s
Lepsır
Khok,
Belağıkızr
mesıs
Jeruwme
khopsır meğuj.”
Melodi,
söz ve dansı birleştirmek kollektif bir uygulama gerektirir. Adıge
Huahualarında bu kollektif ruhu algılamak olasıdır (Özbay, 1990:50).
Yine
mısır çapalama, ot biçme, yün tarama işleri gibi ortak üretim sürecine ilişkin;
çalışmaya başlamadan önce söylenen, yapılacak işle ilgili bolluk, bereket,
iyilik dileyen, tılsımı olduğuna inanılan huahualar vardır.
Huahualar,
özellikle çok tanrılı dönemlerde tanrılara yakarış ifadesi olmuştur. Buna tipik
bir örnek olarak “Hanse Guaşe” adlı yağmur duası gösterilebilir. Ayrıca yaban
arılarını yapılan kovanlara çağıran şarkılar da vardır (Kaya, 2015:213).
Stav
Zivushan ile birlikte hastalıklardan (çiçek hastalığı) koruyan tanrıydı.
Şapsığların çiçek hastalığının tedavisinde söyledikleri huahuada şöyle denir:
“Stav,
Hükümdar,
Kendi üstünde hakimiyet kabul etmeyen
Acele
et, Şifa!
Derman
ol!” (Natho, 2009:121).
Adıge
kabilelerinden Kabardeyler ise Bereket Tanrısı olarak inandıkları Thağaleg için
şu huahuayı okurlardı:
“Ah,
Tanrımız,
Thağaleg-mucize-işçisi,
Bırak
başladığımız iş çoğalsın!
Ah,
Tanrımız,
Bırak
saban demirimiz başarsın,
İlk
oluk ne şanslı,
Bırak
toprak ısınsın,
Isınsın
ki iyi bir hasat versin,
Ah,
Tha’mız bırak öyle olsun.”
Adıgelerin
Müslüman olduktan sonra de bu ilahileri söylemeye devam ettiklerini, ancak bu
kez isteklerini aracı tanrı saydıkları Thağaleg yerine doğrudan Allah’tan
istediklerini görüyoruz. Şöyle ki:
“Allah’ım!
Cennetin ve dünyanın yaratıcısı,
Sen
herşeye kadirsin!
Bugün
başlayan saban demiri.” (Özsaray, 2012:105)
Buradan,
Adıgelerin eski inanç sistemlerine İslam dinini adapte ederek geleneksel
inançlarını uygulamaya çalıştıkları söylenebilir.
Danslar, Şarkılar
Hareketle
anlatım; sözden ve yazıdan önce insanın kendisini anlattığı en eski iletişim
yoludur.
İlk
insanlar önceleri kendi başlarına, içgüdülerine uyarak dans ettiler. Yinelenen
ritmik hareketlerin, doğaüstü duygular çağrıştıran güçlü etkileri olduğunu fark
ettiler. Buradan, dansta büyülü bir gücün var olduğu düşüncesi doğdu (Kaya,
2015:238).
İnsanları
bir arada tutmak, ritüelleri ve gelenekleri yaşatmak ve bunları kuşaktan kuşağa
aktarmak amacıyla kullanılan en etkin yöntemlerden biri de danstır.
Uygarlığın
gelişmesiyle birlikte dans, artık var olduğu şekilden çıkmış ve başka bir şekle
bürünmüş, ilkel büyü danslarından dinsel törenler ve ayinler doğmuştu. Giderek
dansta kurallar çıktı ve dans çoktanrılı dinlerde tapınmanın önemli
biçimlerinden biri oldu. (Kaya, 2015:239)
Çerkeslerin
en eski danslarından biridir ve törensel niteliktedir. 2000 yaşındaki Nart
Mitolojisi’nin müziği de Wuıc dansının müziğidir. Ömrün başlangıcı, yaşamın
sonu olmadığını gösteren bir danstır. Çok tanrılı döneme ait bir dini tören
kalıntısı olduğu ve 5000 yıllık kökeni olduğu düşünülmektedir (Kaya, 2015:246).
Törenlerde
yapılan dansların çoğu zaman içinde unutulsa da, yaşam döngüsünü sembolize eden
wuıc, bugün de varlığını sürdüren birkaç danstan biridir.
Къущэxъanxьэ
çocuğu beşiğe bağlama törenidir.
Adıgeler,
çocuğun doğumundan sonra anne güçsüz düşer ve çocuğunu koruyamaz, kötü ruhlar
çocuğa zarar verebilir düşüncesiyle kötü ruhların çocuğa zarar vermesini
önlemek için toplanarak tören düzenlenir, dans edilirdi.
Bereketin,
bolluğun, düzenin, aile dirliğinin tanrısı olan Sozresh için düzenlenen
törenlerde, sonbaharda hasat bittikten sonraki mahsul için oynanan şükran
danslarındandır.
Adıgelerin
geçmişten günümüze gelen şarkılarının içinde tedavi etmek amacıyla söylenen
şarkılar da vardır.
Bu
şarkılar, tedavi veya cerrahi müdahale sırasında; hasta ve şifacılara, hasta
yakınlarına moral vermek için havayı yumuşatmak amacıyla yakarış gibi
söylenirdi (C.Soycan ile görüşme, 23.02.2019).
İyileştirme
şarkıları (Şiapshe woredher) hastanın yatağının kenarında söylenir,
hastalıkları ve yaralıları iyileştirdiğine ve hatta oku veya kurşunu çıkarmak
için kullanıldığına inanılır (Kaya, 2015:213).
TEŞU
Murat’ın 1969’da derlediği Azelerin Şarkısı aşağıdadır:
кюм
иорэд
(Ор),
штаукьХэу шъхьалымэ,
(Ор),
зегъазэ, (о, орайда)
(Ор),
мы Хэзэ лХышХумэ
(Ор),
шъуегугъу, марджа.
(Ор),
мы Хэзэ лХышХумэ
(Ор),
шъуегугъу, (о, орайда)
(Ор),
шъузыкХегугъухэрэр
Ищэхэх,
марджа!
(Ор),
щэр зэрыхахырэр
(Ор),
тыжьын, (о, орайда)
(Ор),
тыжьыны кХыХухэра,
(Ор),
мэжъгъыжьгъ, (о, орайда)
(Ор),
тыжьыны кХыХухэра,
(Ор), мэжъгъыжьгъ, (о, орайда)
(Ор),
зэпэжъгъыжъыжьэо
бгъэм
рябгъад, марджа!
(Guche Zamudin ile görüşme, 08.02.2018).
Tedavi
(sağaltım) amaçlı şarkılar; kemik kırığı, yaralanma, alerjik hastalıklarda
hastaların iyileşmesine yardımcı olmak amacıyla söylenen şarkılardır (Kaya,
2015:214).
Kızamık
Şarkısı bunlara örnek verilebilir:
ШъорэкІ
Орэд
(Уэ), си дэхэ дахи!
(Vo, benim güzel güzelim!)
(Уэр), си дэхэ нагъуи!
(Vor, benim güzel el gözlüm!)
(Уэр), дэнэгъо шъхьаци, бзыуцыфэу кіипіъо,
(Vor, ipeksi saçlım, pamuk tenlim)
(Уор), зыкХышъом хахъоу,
(Vor, tenine bulaşan,)
(Уор), хъэу тетым сожьыра.
(Vor, oraya bulaşan da neyin nesidir?)
(Уор), си Хьаджэмосэра,
(Vor, benim (yarama derman olacak olan) Hacı Musa’m
mısın)
(Уор), сымэджэпэсэра,
(Vor, benim şifacım mısın)
(Уор), шэузэлъыгушХоу,
(Vor, sen güler yüzlü genç adam)
(Уор), быны гушХуагъоу,
(Vor, sen hanenin sevinci)
(Уор), шъукъызэхан!
(Vor, sen bizimle birlikte kal!)
(Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Kızamık hastalarına söylenen diğer bir şarkı da
şöyledir: ШъорэкІ Орэд
Зиусьаным янэри жэгъуфы, зиусхьана,
Зиусьаным янэри фыжьыбза, зиусхьана,
Кіэіко
фыжьыбзэри редзэкіы, зиусхьана,
ИидзэкШпЬри къеуфэ, зиусхьана, Фарэм фэдэуи мэзечъэ,
зиусхьана. (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Çiçek hastalarına söylenen şarkıda ise, çiçek
hastalığının doğrudan adı anılmadan insani vasıflar atfedilir, tıpkı feodal
soylularda olduğu gibi “Efendimiz” diye hitap edilirdi:
Zyuizhan ciume ya pacsa,
Ue pacsexer ya qhuaza, Sy uered uereda ue sy uereda.
Tleustemizer xeqhafa, Mafe yafarexer zeblyexhua.
Sy uered uered ue sy uereda,
Zyuishan yi csi qhexhuipver
Sideu qhexhuine daxa!
Sy uered uereda ue sy uereda.
Zyuizhan yi csi qhexhuipvemy
Çighi dexaber qyeçveçva, Sy uered uereda ue sy uered.
Kvuejinim zitiryeubitem
Tlvizheu desher yiqhuiseu Sy uered uereda ue sy uereda.
Pcaceu desxer qifacueu
Qhetlexhu pcserxer quirmena Sy uered uereda ue sy
uereda. (Şhalakho, 2010:64-65).
Hastalar
için düzenlenen eğlencelerde, hasta kişinin moralinin düzelmesi için oyunlar
oynanır ve şarkılar söylenirdi. Ayrıca suda boğulanları aramak için söylenen
şarkılar, çalınan ezgiler de söz konusuydu (Kaya, 2015:214). Hastaları
eğlendirmek için söylenen şarkılardan örnekler aşağıdadır:
КХэпщэ
Орэд
(Уэр), штаукіэу шъхьалымэ, (Уэр), зэгъаз, (уо
уорайда), (уо), мы Хэзэ лХышІумэ, (Уэр), шъуегугъу, марджа!
(Уэр), мы Хэзэ лХышХумэ, (Уэр), шъуегугъу, (уо
уорайда), (уо), шъузыкіэгугъухэри ищэхох, марджа!
(Уэр), щэр зэрыхахырэр, (Уэр), тыжьын, (уо уорайда),
(Уэр), тыжьыны кХыХухэра, (Уэр), мэжъгъыжъгъ, марджа!
(Уэр), тыжьыны кХыХухэра, (Уэр), мэжъгъыжъгъ, (уо
уорайда)
(Уэр), зэпэжььгъыжъыжьэоу бгъэм рябгъад, марджа!
(Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
КХэпщэ
Орэд
Къэзыіотэжьыгъэр
Хъутіыжъ Заурбэч
ХьакХэщ
нэкХым зырегъэзащ,
ШыкХэпщынэжъыр
теогъэлал,
Пщы
Алмызэ защэм сэгъакХуи,
КъэкХожьыфэ
нес сыомытэн.
Даурбэтэпым
земыгъэгъаз,
Къундауз
шХуцХер зипэХо тхьпкХ,
(............ зэдытипХалъ,
Тхьаркъожъылъэр
зэдытичэл,
Лыгъае къакіомэ тызэдикіын,
Ныбджэгъу кіасэм зырегъэхьылі,
Джагъом урихьылЬмэ укъыхинэн,
КЬсэм урихьылЬмэ удищыжьын.
(Z.Dzıbova
ile görüşme, 27.02.2018).
Atasözleri,
Deyimler
Gelişmiş
bir sözlü edebiyat birikimine sahip olan Adıge toplumunda, toplumun değer
ölçülerini yansıtan atasözleri ve deyimler sosyal hayatın içinde halen
kullanılmaya devam etmektedir.
“Çerkes
cemiyetlerinde irticalen yapılan konuşmalar sözlü edebiyatın şaheserleriydi.
Yazılmadıkları için kalıcı olamadılar. Bir kişi herhangi bir konuda konuşacağı
zaman, önce o konuyla ilgili bir atasözü veya bir deyim söyleyerek veyahut ta
bir anekdot naklederek söze başlamaktadır. Böylece konunun daha iyi anlaşılması
ve konuya motive olmaları sağlanmaktadır. Bu nedenle her Çerkes çok sayıda
atasözü bilmek durumundadır.” (Yılmaz, 2016:3).
Günümüzde de geçerliliğini koruyan, konuya ilişkili
atasözlerinden bazıları şunlardır:
Gece
uçan cadıyı insanlar bilir.
Hastalığa
pes dersen, tepene biner.
Ne
kadar acı da olsa ilaç ilaçtır. (Yılmaz, 2016:9-22)
Rüzgar olmadan soğuk soğuk değildir, öksürük olmadan
hastalık bir hastalık değildir (Шомахов, Sanal, 2010:2).
Dünyada iyi şey sağlık, sevmek ise mutluluktur.
Kan çıbanı insanın yüreğini emer, çiçek hastalığı ise
unutulmaz.
Kan çıbanı yedi hastalığa bedeldir.
Anadandoğma hastalık şifa bulmaz.
Gözağrısı aşikar, gönül ağrısı gizlidir.
Hasta
için iyi gıda ilaç yerine geçer.
Uzun
süre hasta olan huysuz olur.
Kızamık
deri rengini değiştirir, çiçek kalpten hiç çıkmaz.
Çiçek
hastalığı yüzü mahveder.
İyi
beslenen çocuğun yanakları al olur.
Tedavisi
olmayan hastalık yoktur.
İlacın
fazlası, vücuda zarar verir.
Çok
yemeden karnını doyur. (Çelikkıran, 1994:87-240).
ADIGE
ŞİFACILARIN HASTALIKLARDAN KORUNMA, TEŞHİS VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Adıgeler
günlük yaşamlarında beslenme ve temizlik başta olmak üzere, gerek bireysel
gerekse toplum sağlığını korumaya yönelik birçok konuya önem vermiş, çevresel
etkileri gözönünde bulundurup sağlıklı yaşam tarzları geliştirerek bunları
gelenek ve kültürlerine de yerleştirmişlerdir.
1837’de
Çerkesler arasında iki sene kalan İngiliz gezgin Mr. Bell eserinde, Çerkesya’da
hiç deli görmediğini hayretle kaydederken bunu orada tabiatın noksan bir eser
meydana getiremeyecek derecede mükemmel olmasına bağlı olduğunu, Çerkes sosyal
kurumlarının da buna yardım ettiğini ifade ederek Çerkeslerin pratik bir millet
olmasını da bu coğrafi çevrelerinin etkilerine bağlar (Baj, 1995:9)
Yine
1837-1838 yıllarında bölgeyi gezen J.A. Longwort ta eserinde şöyle demektedir:
“Çerkeslerde
dikkat ettiğim bir özellik de erkek, kadın herkesin dik durması idi. Şişmanlık
ise Kafkasya’da pek itibar görmemektedir, ben burada kaldığım sürece tek bir
şişman insana rastlamadım.” (Erkan, 1999:55).
F.A.
Kolenati 1859’da yaptığı Çerkesya gezisine ilişkin gözlemlerini aktardığı
seyahatnamesinde, Çerkeslerin zinde kalmak için yaptıkları karışımların
tariflerinden 2 örnek vermiştir:
Önemli
ilaçlardan biri olan Madschjou ya da Madschjue, kompleks bir bileşim olan
şifalı bir lapadır. Merhem gibi olana kadar etsuyuyla kaynatılır, günlük olarak
yarımdan bir ölçeğe kadar alınır. İçeriği aşağıdadır:
5
Mischall[1]
- Ak-Dschidsuhak |
2.5 Mischall |
- Karanfil |
3 Mischall |
- Safran |
1 Mischall |
Aşağıdaki
tüm malzemeler ezilerek bal ile karıştırılır. İçeriği aşağıdadır:
-Ulbariş özü, patpat veya banotu tohumları |
3 Solotnjk* [2] |
Sümbül
preparatı Anason
veya biber Ak-Zidschak |
1 Solotnjk 1 Solotnjk 0,5 Solotnjk |
- Karanfil |
2 Solotnjk |
- Safran |
2 Solotnjk |
Bunların
tümü ezilerek toz haline getirilir. 20 Zolotnjk şeker gülün suyuna
karıştırılarak, hazırlanan toz bunun içinde eritilir. Günlük olarak 0.5
Zolotnjk alınır (Kolenati, 1859:87).
Adıgelerde
akıl ve beden sağlığı yanında ruhsal olgunluğa ulaşmak için günlük yaşam içinde
hareketli ve mücadeleci faaliyetlerde bulunmak esastır.
“İşlerin
tatil zamanı olan ikindiden sonra hergün, köyün uygun bir yerinde ihtiyar ve
gençleri, spor yapmak amacıyla ayrılmış olan geniş çayırlıkta toplanırlar.
İhtiyarlar bir halka oluşturarak günlük mesele ve işlere dair sohbette
bulunurken; diğer taraftan gençler taş atarlar, yaya koşusu, nişan, güreş
müsabakaları yaparlar. Bunlardan başka yüksek atlarlar. Uzak mesafeye atlama
hususunda yarış yaparlar. Çelik ve çomak oynarlar. Kızak kayarlar. Egav yani
tenis oynarlar. Bu gibi sporları yaz ve kış ciddiyetle takip ederler,
idmansızlarla, beceriksizlerle alay ederler. İşte bu müsabakalar ve idmanlar
okuldur. Bu idmanlar ve milli itiyat sayesinde çocuklar akınlarda uykusuz ve
yemeksiz, susuz kalmaya uzun müddet dayanırlar. Kötü hava şartlarına karşı
dirençli olurlar.Erkek çocukları kaba elbiselerle kürk giymezler. Evlerinde
kaba ve yumuşak döşekte yatmazlar. Bu rahatı kuvvetli ve dayanıklı olması lazım
gelen çelik vücutlarına yakıştırmazlar. Hasır ya da yamçı üzerinde yatarlar.
Başlarının altına eyerlerinin yastığını koyarak yatarlar.” (Baj, 1995:42)
Sağlıklı
gıdalarla beslenmeye dikkat etmeleri yanında, aşırı yemekten de kaçınırlar.
Yeni doğan bebeğin beşiğinin sağlığa uygun olmasına
dikkat edilirdi.
“Döşek
olarak ufak darı kabuğundan doldurulan bir minderi beşiğe koyarlar, darının
cilalı kabukları çok akıcı olduğundan modern hekimliğin zamanımızda
kullandıkları hava döşekleri gibi vücudun biçimine göre gerilip çekilmekte ve
vücudu yün ve pamuk şilteler gibi pişirmemekte olduğundan çocuk uzuv ve
adelelerinin tabii bi surette gelişmesine mani bulunmamaktadır. Bu minderi
hergün güneşe koyarak havalandırırlar ve güneşletirler. Bu şekilde nemden
korumayı ve ve sağlığa uygun olmasını sağlarlar.
Çocuğun
vücudunun dik olması için döşeğin düzgün olmasına dikkat ettikleri gibi,
boyunun kısa olmaması ve kambur görünmemesi için de, başının altına kalın
yastık koymazlar. Bilhassa kızların kısa gerdanlı olmamalarına anneleri dikkat
ederler” (Baj, 1995:26).
dönemde
Kafkasya’yı ziyaret eden gezginler eserlerinde; bu beşiklerde yatan Adigelerde
romatizma, kireçlenme, fıtık gibi kemik rahatsızlıklarının çok çok az
görüldüğünü yazmışlardır (Ş.İyigün ile görüşme,15.09.2018).
Bebekler
daha kundaktayken disipline alıştırılır, belini dik tutacak şekilde beşikte
yatırılırdı (S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Beşikte
“sübye” kullandıklarından beşik kirlenmezdi (Baj, 1995:26). Döşek, beşiğin tam
ortasında bulunan ve beşiğin tabanındaki sürgüye denk gelen oyuğa göre
hazırlanır, bebeklerin altı hep kuru kalırdı, Maykop’ta bu sistemi kullanan
aileler halen vardır. (Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018). (EK 9).
Kız
bebekler için, dikdörtgen bir beyaz kumaşa balmumu sürüp katlayarak oluk
oluşturup bebeğe sararlar; böylece bebeklerin altının kuru kalması sağlanırdı.
Erkek
bebekler için, olgunlaşmış kuzunun sağ ayağından diz kapağından ayağa kadar
olan kemiği kaynatılıp içindeki ilikler temizlendikten sonra kalan kemik
kısmına delik açılarak bebeğin bacaklarının arasına, diğer ucu da oluğa
yerleştirilir, böylece idrarın sürgüye akması sağlanarak bebeklerin altının
kuru kalması sağlanırdı (Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Kışın
ise beşiği sıcak tutmak için, alttaki sürgüye saçta kavrulmuş toprak, ılık kül
ya da ısıtılmış kum dökülürdü (S.Tuç ile kişisel iletişim, 24.03.2018: Ş.İyigün
ile görüşme, 15.09.2018).
Bebekler
sessiz ortamlarda uyutulduğundan; yalnızlık hissi duyup ürkmelerini önlemek
için, beşiklerin başına mutlaka “Şıblaşe” denilen ortası delikli uğur
taşlarından asılırdı. Beşik sallandıkça, belli bir ritmle birbirine çarpan taş
ve ahşaptan çıkan doğal ses, bebeğin irkilmesini önlerdi. (Ş.İyigün ile
görüşme, 15.09.2018).
“Bebek
beşikten kaldırılınca vücuduna temas etmiş olan örtüler değiştirilerek mutlaka
yenisi konur. Çerkes kadınları, çocuğun hayatının temizliğe bağlı olduğunu
bildiklerinden bu konuya çok dikkat ederler. Bu nedenle çocuğu sabah, akşam yaz
ise
.
soğuk,
kış ise az ılık su ile hemen iki defa banyo ederler. Bazıları yaz ve kış
soğuksu ile yıkarlar. Kadınların bazısı da sabah, öğle, gece yatılırken olmak
üzere üç defa banyo ederler. Çocuğu beyaz olan kadınlar şaka olmak üzere
-vucuduna kir yapıştırmadım ki esmer olsun- diye iftihar ederler. Soğuk su ile
banyo edilen çocukların daha sağlam ve çevik olacağına inançlarından soğuk su
banyosunu tercih ederler. Sabah, öğle, ikindi ve yatarken çocuğu dört defa
muntazaman kaldırırlar ve süt verirler. Çocuğu grup zamanında uyutmayı iyi
saymazlar. Diğer üç vakitte çocuk kaldırılınca değil, beşiğe yatırılırken banyo
edilir. Banyodan sonra yatırılan çocuğun iyi uyuyacağını, bilhassa geceyi rahat
geçireceğini söylerler.” (Baj, 1995:26).
İtalyan
coğrafyacı Giorgio Interiano’nun gezi notlarında da şundan bahsedilmektedir:
“
Adığeler, yeni doğan çocuklarını, ne kadar soğuk olursa olsun suda yıkarlar ve
böylece çocuklar bir nevi çelikleştirilmiş olurdu.” (Özbay, 1999:22).
Adıgelerin
özellikle erkek çocukları için, 2800 yıl önceden beri uyguladıkları geleneksel
demir suyuyla çelikleme ritüelleri de bulunmaktadır. Bu ritüellerinde; bir
yaşına gelen erkek bebekleri sağlıklı büyüsün, sağlıklı olsun diye; demirci
atelyesine getirerek önce saçlarını kazıyorlar, sonra kızgın demir soğutulurken
kullanılan küllü ve demir tozlu suya sokarak yıkıyorlardı. Günümüzde modern tıp
ta bu suyun faydalarından bahseder (Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018). (EK 10).
Bu
tören sırasında “Demir gibi sağlıklı ol, sert ol” temennilerinin olduğu
woredler söylenirdi (G.Besler ile görüşme, 08.02.2018).
Adıge
toplumu, yaşam alanlarını kurarken doğaya saygı ve temizlik esaslarını gözönüne
alarak yerleşim birimlerini oluştururlardı (EK 11).
Evler,
mutlaka dere, akarsulara yakın yüksekliklere kurulurdu. Yerleşilecek bölge
seçilirken; önce çiğ yumurta toprağa gömülür, birkaç gün sonra gömüldüğü yerden
çıkarılıp çatlak olup olmadığına bakılırdı. Çatlak varsa toprağın hareketliliği
tesbit edilmiş olup daha güvenli bir yer seçilirdi.
Erkek
ve kadınların tuvaletleri evlerin dışında mutlaka birbirinden ve akarsulardan
uzak noktalara inşa edilirdi (Teuv Aslan ile görüşme, 15.09.2018).
Evler
doğaya uyan malzemeler kullanılarak hava alan, tek katlı, ahşap ve yüksek
tavanlı yapılır, rutubete karşı önlem olarak duvarların içi ve dışı sıvanırdı.
Kapı daima iki kanatlıdır. Kanadın birisi yaz ve kış gündüzleri açık bırakılır
(Baj, 1995:176).
Gerek
aile içi gerekse toplum içi ilişkilerin ağırbaşlılık, resmiyet esaslı olmasının
toplum sağlığını gözeten bir tarafı olduğu da düşünülebilir. Örneğin;
Toplum kuralları gereği Adige kızlarına dokunmak
kesinlikle yasaktı (Teuv Aslan ile görüşme, 15.09.2018).
Mikrop ve kötü bir şey bulaşmasını önlemek için Adıge
kadınlarının ellerine dokunmak yasaktı, bu nedenle eve gelen misafirle
tokalaşma geleneği yoktu. Adıge kadını elini misafire tokalaşmak için
uzattığında, elini kıyafetinin kolundaki geniş parçanın altına saklardı,
karşıdaki yabancı elbisenin o bölümüne dokunurdu böylelikle tokalaşmış
olurlardı (Ş.îyigün ile görüşme,15.09.2018). (EK 12).
Akrabalar arası evlilik yasaktır.
Yün
ve deri başta olmak üzere doğal malzemelerle dokunan kumaşlardan yapılan
giysilerde temizlik, sadelik ve rahatlık ön plandadır.
Adıgelerin
temiz, besleyici ve kuvvetli gıdalardan oluşan geleneksel beslenme tarzında az
yiyerek sağlıklı kalmak esastır.
“Çerkeslerin
yemekleri kendine has bir durumdadır. Yemekte çeşitlilikten ziyade gıdai bir
meziyet ve gösterişten fazla bir nefaset ararlar. Az ve kuvvetli yemek, yemek
adetleri olduğundan yemekler daha çok et, süt yoğurt ürünleridir. Mide şişiren
sebzeye pek itibar etmezler. Çerkeslerde şişman bulunmaması, kuvvetli bünye
sahibi ve mütenasip endamlı, gürbüz vücutlu olmaları gıda alma usulleriyle
yakından ilgilidir. Geniş omuz ve orta kalça, dar bel besleyici ve az yiyen bu
insanlara mahsus gibidir. Dökerek yemek yemeyi de terbiyeye aykırı görürler ve
çocuklardan başkasına yakıştırmazlar.” (Baj, 1995:178-180).
Yine
Mr. Bell eserinde; gezisi sırasında hiç sakat ve deliye rastlamadığını, alkollü
kişi görmediğini, Adıgelerin birçok hastalığın adını dahi bilmediklerini
yazmaktadır (Yılmaz, 2017:90).
Yine;
1929’da Kuzey Kafkasya’da А.А. Григорьев tarafından, bölgede yaşayan Şapsığ,
Ermeni ve Rus nüfus baz alınarak halk sağlığı alanında karşılaştırmalı ve
kapsamlı bir çalışma yapılmıştır.
Hazırlanan
raporda; diş hastalıkları, tiroid bezi hastalıkları, sıtma, tüberküloz, trahom,
cilt hastalıklarının halklar arasındaki görülme sayıları; toplum ve aile
hayatı, yaşam biçimleri ve ev düzenleri, kadının konumu ve sosyal yaşamdaki
yeri, çocuk sağlığı, vb konularla ilgili sonuçlar paylaşılmıştır. (Григорьев,
1929:17-69).
Sözkonusu
raporda; genel olarak Şapsığlardaki hasta sayısı diğer halklara göre oldukça
düşük sayılardadır. Şapsığların ev yaşamı, toplumsal düzen, çocuk ve toplum
sağlığına ilişkin kurallara bağlı olduğu da raporda anlatılmaktadır.
Adıgelerin
binlerce yıllık mutfak kültürlerinde yer alan kefir ve kundusuw gibi geleneksel
içeceklerin, insan sağlığı için sayısız faydalarının olduğu bugün modern tıp
tarafından da kabul edilmektedir.
“
Kafkasyalıların sağlıklı ve uzun yaşamlarının sırrı olan ve gençlik iksiri olduğu
kabul edilen kefir, Kuzey Kafkasya orijinli inek, koyun ve keçi sütünden
yapılan sindirimi kolay, serinletici, ekşi ve köpüklü bir süt ürünüdür.
Eski
Rusya İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği dönemlerinde hastane ve
sanatoryumlarda, özellikle metabolik düzensizlikler ve alerjik rahatsızlıklar
ile modern tedavinin mümkün olmadığı zamanlarda tüberküloz, kanser, mide,
bağırsak rahatsızlıklarının tedavisinde kefir kullanıldığı biliniyor. Kefir,
mide ve pankreas gibi bazı organların salgılarını arttırıyor. Ayrıca sinirsel
rahatsızlıklara, iştahsızlığa ve uykusuzluğa karşı iyi geldiği belirtiliyor.
Bronşit ve safra rahatsızlıklarının iyileşmesine yardımcı olduğu görüşü halk
arasında dillendiriliyor. Enfeksiyonlara karşı bağışıklık sistemini
güçlendirdiği belirtiliyor. Kafkasya’da yaşayan kişilerin uzun ömürlü
olmalarının da kefir tüketimine bağlı olduğu görüşleri, birçok araştırıcı
tarafından savunuluyor.” (Uysal, Sanal, 2011:1).
Kosta
Diinitch’in 1888’de Paris’te, Paris Tıp Fakültesi’nde doktora tezi olarak yazdığı
kitap (Le Kephir, on champagne lacte de Caucase origine, morphologie du
champignon action physiologique et importance therapeutique.) kefir
hakkındadır. Bu mucizevi içecek hakkındaki tüm bilgileri içerir (Erkan,
1999:83).
Sofra
geleneğinde mamrısın yanında su yerine verilen kundusuwun da hücre yenileyici
özelliği olduğu, 24 saatte hücre yenilediği bilinmektedir (F.Tümer ile görüşme,
28.04.2018).
Rostov-na
Doni Kent Üniversitesi Onkoloji Merkezi’nin kanser konusunda Adıgey’de yaptığı
incelemelerde kanser hastalığının az görülmesinin nedenini dört mevsim meyve
yemeleri ve çok acıbiber tüketmelerine bağlamıştır (Yılmaz, 2017:90).
Geleneksel
beslenme tarzı yanında, halk arasında sağlığın korunması için yapılan bazı
uygulamalar, günümüzde de rağbet görmektedir. Örneğin;
Adıgelere göre, insan vücuduna zararı olan sıvılar
vücutta sızma yapar; insanın sızma noktası kulak memesinin arkasıdır, bu duruma
“thakume bzım yiwuj” derler. Sızma olduğunda, eşek kulağından alınan 7 damla
kanı Nisan ayında yağan yağmur suyuna koyup içerler. Bu içeceğin vücudu
temizlediği ve “koetz wuz” dedikleri bu işlemin iç hastalıkları önlediğine
inanırlardı (F.Tümer ile görüşme, 28.04.2018).
Hastalıklardan korunmak için, söğüt dallarını kesip
kömür olana kadar yakarlar ve bu kömür parçalarını yutarlardı. Yazları
Thamadeler söğüt ağacının altında otururdu (F.Tümer ile görüşme, 28.04.2018).
Kafkas halkları ve diğer birçok halk arasında,
Adıgelerin vücut yapısının laktozu hiç kabul etmediği bilinir. Bu nedenle, saf
sütü içmezler, beslenmelerinde ekşi süt ürünleri çok yaygındır (Шомахов,
Sanal,2010:2).
Sağlıklı kalmak için, sabah-akşam ısırganotu
demlenerek bir bardak içerler (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Adigelerin inancına göre sürekli sofrasında
belice/turp bulunduran ve tüketenleri yılan, akrep, böcek, vs sokmaz, soksa da
hiçbir şey olmaz. (F.Tümer ile görüşme, 28.04.2018).
Adıgeler
tüm hastalıklara kötü ruhların sebep olduğunu düşünürlerdi (Клемм, 2015:56).
Örneğin; Dağlılar kuduz hastalığına köpek görüntüsüne sahip olan kötü bir ruhun
sebep olduğuna inanırlar; her ne kadar evlerde baksalar da köpekleri, eskiden
beri "kirli" olarak nitelendirirlerdi. Çocukların köpeklerle
oynamasına izin verilmez, evin içine girmesine izin verilmez, dokunmamaya
çalışılırdı.
“Belki
de dağlıların içinde ekinokok hastalığına çok nadiren rastlanması sırlarından
biri budur. Ekinokok (köpek hastalığı), liken, uyuz gibi hastalıkların
kaynağını bilmemelerine rağmen, örneğin; "Eğer bir köpeğin kazdığı çukura
girersen, vücudun katı bir kabukla kaplanacaktır" ya da "Köpeğin
yuvarlandığı yere yatarsan, kaşıntı kaparsın." diyerek hastalıkların önünü
kesmişlerdir” (Шомахов, Sanal,2010:2).
Bulaşıcı
hastalıklar ortaya çıktığında; “Detlapse’şek” dedikleri ritüeli yaparak
hastalığı kovduklarına inanırlardı. Bu ritüelde;
“Su
kıyısında bir kuyu kazılarak, kuyunun altından bir tünel açılır ve kuyunun
içinde tezek yakılırdı. Kuyunun üstü dallarla kapatılarak tezek dumanı içeri
hapsedilir ve insanlar kuyunun altındaki tünelin içinden sürünerek geçerdi.
Detlapse’şek,
insanın temiz ve hastalıksız şekilde dünyaya tekrar gelişini, yeniden doğuşunu
temsil eden bir törendir” (Mij ayev ve Pasthtova 2018:59:).
Bu
inançlar, toplum sağlığını gözeten doğal koruma mekanizmaları olmuşlardır.
HASTA BAKIMI
Hippokrates’in
Di Reginine Acutorium/Akut Hastalıklarda Perhiz adlı eserinde;
“Ağır
hastalara yalnızca etsuyu ve bitki suları verilmesini önermekte, hasta
güçlenmeye başladıktan sonra ise beslenme programına katı gıdaları da
eklemekteydi. Hasta ve yatalaklara arpa suyu ve yulaf çorbası veriliyor,
hastaya verilecek besinlerde kimi şarap türleri de yer alabiliyor, ama daha çok
‘hydromel’ (fermente edilmiş sulu bal ya da bal şerbeti) ile ‘oxymel’ (sirkeli
bal şerbeti) öneriliyordu” (Tez, 2017:37).
Çerkeslerin
geleneksel diyetinde, oluşumu derin antik çağlara dayanan bir takım beslenme
ilkeleri ayırt edilebilir. Fermente yulaf ezmesi, arpa ve mısır unu
ürünlerinden elde edilen bal ilavesiyle kullanılan özel sıvı et suyu varlığına
ilişkin bilgiler Nart dönemine aittir (Тхагапсова, Sanal, 2019:1).
Adige
şifacılığında da tedavi sürecinde diyet yaygın olarak kullanılır. Adıgelerin
geleneksel yemeklerinden tatlı-ekşi bir çorba olan bedjın’i yaparken, yulafın
kabuğu çıkarılarak özü kaynatılır ve sıcak olarak bal şerbetiyle yenir (Baj,
1995:182).
Yine
bağışıklık sistemini güçlendiren ve antibakteriyel özelliği olan balın ilaç
olarak kullanımının yanısıra, bal şerbeti olarak ta Adıge mutfağında da önemli
bir yeri vardır.
Hippokrates’in
açıklamalarından yola çıkarak; hem bedjın/ yulaf çorbası hem de bjeşov/ bal
şerbetinin tedavi sürecinde, Adıgelerin hastalara verdikleri diyet
yemeklerinden olduğu düşünülebilir.
Ayrıca
tüm hastalıkların tedavisinde melek otu, sığırdili otu, meyan kökü ve papatya
suda kaynatılarak, hastaya verilmektedir ((Клемм, 2015:56).
HASTALIKLAR VE
TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Kafkasya,
zengin fauna ve florası ve endemik bitkileri ile doğal şifalı bitkiler eczanesi
durumundadır (Yılmaz, 2017:91).
Kuzeybatı
Kafkasya doğası, zengin şifalı bitkileriyle yöre şifacılarının doğal tedavi
yöntemlerine kaynak olmuştur. Adıge şifacılar, yöresel şartlara bağlı ortaya
çıkan bir hastalığın şifasının yine o bölgedeki şifalı bitkilerde olduğunu
bilirlerdi. Örneğin; dağların kuzey yamaçlarında bronş ve akciğer iltihabına
sıklıkla rastlanırdı. Bu nedenle, Adıge şifacıların bu konuda oldukça fazla
sayıda şifalı bitki sunması şaşırtıcı değildir (Шомахов, Sanal,2010:2).
Adıgeler
hangi bitkinin nerede (kaya altı, dere kenarı, vb), nasıl (çiğ ya da kurutarak,
vb) ve ne kadar kullanılması gerektiğini asırların tecrübesiyle öğrenmişler ve
uygulamışlardır. Bitkilerin;
Çiçekli bitkilerin çiçeklenme esnasında toplanacağı,
yaprakların çiçeklenme öncesinde toplanacağı,
köklerin ilkbaharda ya da sonbaharda toplanacağı,
meyvelerin olgunluk zamanında toplanacağı, konusunda
bilgi birikimleri vardı. Ayrıca;
kırağı düşer düşmez toplanacak otları,
ilk yağmur yağdığında ve son yağmur yağdığında
toplanacak otları,
mevsimsel değişiklilere göre ayrı ayrı toplanacak
otları,
gün ışığında yada karanlıkta toplanması gereken otları
biliyorlardı
ve nasıl toplanması gerektiğine ilişkin teknik bilgiye de sahiptiler (Yılmaz,
2017:92, Asfar Keuk ile görüşme 27.02.2019, M.Sarı ile görüşme 11.04.2019).
Zehirli
olanlar hariç, ilaç yapımında kullanılan bitkiler güneşte kurutulmazdı.
Papatyada çiçek, nanede yaprak, meyan otunda kök, kuşburnunda meyve, meşede
kabuk, ketende tohum, keberde çiçek tomurcuğu toplanır, kuşburnu çiğ düştükten
sonra toplanırdı (K.Yılmaz ile görüşme, 13.04.2018).
Bademcik/Boğaz
Ağrısının ve İltihabının Tedavisi
Soğan soyularak bütün halinde pişirilir ve hastanın
tahammül edebildiği sıcaklıkta bütün olarak ağzına konulur. Bu esnada mümkünse
hastanın burnundan soluması sağlanır. Genellikle gece yatarken uygulanan bu
yöntem, üç dört gün süre ile tekrar edildiğinde bademcik sorunu ortadan kalkar
(H.Turan ile görüşme 28.01.2018, Yılmaz, 2017:106).
Bademcik ağrıdığında ve şiştiğinde, Aze sabah aç
karnına boğazı ovalardı (Teuv Aslan ile görüşme 11.09.2018, Z.Günhan ile
görüşme 30.03.2018).
Boğaz ağrılarını geçirmek için keçi sütünün içine keçi
yağı eritilip içildiğinde boğaz ağrısını geçirir (L. Gogunokova ile görüşme
12.04.2018).
Kotsimargho/ böğürtlenin yaprak ve tomurcukları çiçek
açmadan toplanıp gölgede kurutularak bademcik ve boğaz iltihaplarında
kullanılır (Yılmaz, 2017:95).
Perejiy/çakal eriğinin gölgede kurutulmuş yaprakları
ve çiçekleri bademciklere ve soğuk algınlığına iyi gelir (Yılmaz, 2017:96).
Baş Ağrısı, Baş Dönmesi, Beyin Sarsıntısının Tedavisi
Azeler,
baş bölgesindeki damarlardan kan alarak ağrıları gideriyorlardı. Jıneps
gazetesinin çeşitli sayılarında konuyla ilgili bilgilere rastlanılmıştır:
-‘The
Anglo American’ dergisinin 27 Nisan 1844 tarihli sayısında yapılan işlem
anlatılmıştır:
“Kanatma
yöntemini daha çok kafadaki hastalıklarda uyguluyorlar. Ağrılı bölgeyi demir
bir kesiciyle yarıyorlar, kanamayı durdurmak için de ısırgan otu veya pamuk
kullanıyorlar” (Jıneps Gazetesi, Sanal,2011:1).
-“The
Lancet Gazetesi Editörüne, Çerkesler tarafından uygulanan garip bir kanatma
şeklini bildirdiği için, üniversitemizin askeri cerrahi bölümünde tahsilini
tamamladıktan sonra Karadeniz’de donanma görevi yapan Bay Beveridge’ye
minnettarım. Beveridge’nin yazdıklarını ekliyorum: Ayın 19’unda, Gelencik’te
bir Çerkese uygulanan kanatma metodu gözlemledi. Hastanın alnındaki damarların
şişmesini sağlamak için bir mendil boynuna sıkıca bağlandı, arkadaşı keskin bir
aletle alnındaki damarlarda birkaç delik açtı. Sonra kanı durdurmak için
boynundaki mendili alnındaki deliklerin üzerine bastırarak bağladı. Hastanın
şikayetinin baş ağrısı olduğu öğrenildi.” (Jıneps Gazetesi, Sanal, 2012:1) (Ek
13).
Düşen birisinin щхъарз дечай/ baş ağrısı olduğunda,
Aze önce bir iple baş çevresini ölçüp, el hareketleriyle sorunlu olan bölgeyi
bulup yerine oturtuncaya kadar ovalayarak ağrıyı geçirirdi. İple ölçümü tekrar
yapıp düzeldiğine emin olduktan sonra hastayı gönderirdi (L. Gogunokova ile
görüşme, 12.04.2018).
Manda yağı başın üzerine konulur ve sızdırma
yapmayacak şekilde sarılarak bir gece bekletilir (Y.Doğan ile görüşme,
02.02.2018).
Patates dilimlenip tülbente yan yana dizilir alın ve
şakaklara sıkıca bağlanır, ağrı dinene kadar birkaç saat aralıklarla işlem
tekrarlanır (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Yeni sürmüş söğüt kabuğu çiğnenirse baş ağrısına iyi
gelir (Yılmaz, 2017:106).
Baş
dönmesi nedeniyle dengesini kaybeden hasta, düz yere yatırılarak ayak
başparmakları iple bağlanır, vücut hiç hareket ettirilmez, Baş önce 45 derecelik
bir açıyla sağa çevrilir, biraz beklenerek eski yerine getirilir. Sonra aynı
açıyla sola çevrilir ve tekrar düzeltilir. Başdönmesi geçer (F.Tümer ile
görüşme, 28.04.2018).
Sarmısak
ve ayran içilerek baş dönmesi durdurulur (Y.Doğan ile görüşme, 02.02.2018).
Ardıç
meyvesi kaynatılarak suyu hastaya içirilir (Y.Doğan ile görüşme, 02.02.2018).
Kesilen büyükbaş hayvanın safra kesesini kesesi alınır
içindeki safra bir şişeye konularak serin ve karanlık bir yerde muhafaza
edilir. Bu sıvı gözü ağrıyan kişilerin göz kapağına yatarken sürülür. Fazlaca
sürmek göz kapağının derisini tahriş ettiği için çok ince bir şekilde bu sıvı
sürüldükten sonra hasta sırtüstü yatırılır ve ağrı geçene kadar bu tedaviye
devam edilir (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Koruk
göz ağrılarına iyi gelir (Yılmaz, 2017:108).
Kemik ağrısını dindirmek için, çiğ yılan eti ağrılı
bölgeye haricen konur (Yılmaz, 2017:97).
Ayak ya da el parmaklarında kemik çıkması olduğunda
sancıyı kesmek ve
şişliği
indirmek için , kokulu otun (ceviz büyüklüğünde üstü dikenli, kötü kokulu bir
bitkidir) yaprakları koparılıp o bölgeye bağlanırdı. Bu işlem kemik çıkığı
kaybolana kadar sürdürülürdü (S.Yamaç ile görüşme,20.12.2017).
Ma’ahı
denen ve vücütta gezen ağrıya deva olacak ayetlerin olduğu muska yazılır (Teuv
Aslan ile görüşme, 11.09.2018).
ШкЬплъ/
Şk’eplh, iki yılda bir yetişen, yaprakları pütürlü ve kırmızı siyah karışmı bir
rengi olan yabani bir ottur. Çerkesler tarafından, bu bitkinin yaprakları
demlenerek ağrılarının hafiflemesi için hastalara içirilir, kökleri ise yemeğe
renk katması için kullanılırdı. Türkçe adı bilinmiyor, İngilizce adı ise
“Echium Rubrum Jack”tir (Dönmez, 2014:42, Барэсбий:1992,194).
Yeni
sürmüş söğüt kabuğu çiğnenirse bel ağrısına iyi gelir (Yılmaz, 2017:106).
Asmanın
taze dal ve yaprakları ısıtılarak eklem ağrılarına haricen uygulanması tedavi
edicidir (Yılmaz, 2017:94).
Patates püresi eklem ağrılarına iyi gelir (Yılmaz,
2017:105).
Tuz
ısıtılıp bez torbanın içine doldurularak ağrıyan bölgeye konur (Yılmaz,
2017:107).
Karın ağrılarında, karın bölgesi kalın bir şalla
bağlanarak, dereotu (kon, cedgın), maydanoz (konthurey), kuşburunu (hatsıbane),
civanperçemi (konthureynepts) tohumları kaynatılarak suyu içilir (Шомахов,
Sanal,2010:2).
Hastaya, ısırgan otu (şıpsırane), beyaz marya(
yajaşho), düğün çiçeği (kadabe), binbirdelikotu (ğojvudz) kökleri, yabani
hindiba (fafegın) kökünden sıkılmış suyu içirirlerdi (Шомахов, Sanal,2010:2).
Akciğer
Hastalıklarının Tedavisi
Tüberküloz/Jen’vuz hastalığının tedavisinde, yağlı
yiyecekleri içeren özel bir rejim uygulanırdı. Bu rejimde; ceviz, keçi yağı,
kaz yağı, porsuk yağı ve ayı yağı, kurutulmuş porsuk eti ve kurutulmuş ayı eti,
çiğ yumurta ve kükürt karışımı, kara ineğin sütü ile tereyağı karışımı, koyun
ve kısrak sütü karışımı, haşlanmış et, ilkbahar ve sonbahar başında toplanmış
çam ağacının yeni dalları ve reçinesi ile süt, iç yağı ve eşek sütü karışımı,
kültür ve orman üzümlerinin meyveleri kullanılır (Шомахов, Sanal,2010:2).
Tüberküloz/ Jen’vuz hastalığını iyileştirmek için
porsuk, kış uykusuna dalmadan önce (çünkü o zaman hayvan en çok beslenmiş kış
uykusunda ona yetecek kadar yağ stoku vardır) yakalanarak kızartılıp hastaya
yedirilir (L. Gogunokova ile görüşme, 12.04.2018).
Veremde yavru köpek kafası fırında yakılarak iyice
kurutulur daha sonra bu kafatası dövülerek toz haline getirilir elde edilen bu
toza bal ilave edilir. Ardından zeytin tanesi büyüklüğünde yuvarlak haplar
oluşturularak bir gün bekletilir ve hastaya yedilirdi (Y.Doğan ile görüşme,
02.02.2018).
Verem hastalarına karatavuk yedirildiğinde
iyileşeceğine inanılır (O.Halman ile görüşme, 12.03.2018).
İltihaplı balgam tedavisinde hastaya, yumurta sarısı
ile söğüt (dzel) ağacının kabuğundan yapılan kömür tozu karışımı verilirdi
(Шомахов, Sanal,2010:2).
The Lanset adlı medikal yayının 2 Eylül 1854 tarihli
sayısı ve İngiltere’de çıkan The Colonist Gazetesinin 21 Aralık 1837 tarihli
sayısında; Çerkesya’da ceviz ağacından elde edilen şekerin akciğer
hastalıklarına ve halsizliğe iyi geldiği kanıtlanan bir işlemden
bahsedilmektedir:
“Ağacın
gövdesine ilkbaharda bir delik açılıp ağacın özsuyunu çıkartıyorlar ve onun
koyulaşmasından sonra bunu ilaç olarak kullanıyorlar” (Jıneps Gazetesi,
Sanal,2012:1).
Üst solunum yolu hastalıklarında; dev pelemir otunun
(Bjanıko) dallarından kaynatılmış suyu içirilir ve hasta terletilir. Bu amaçla
hastaya kaynatılmış ıhlamur (bziyuh) çiçeği suyu, kaynatılmış kuşüzümü (Saney)
yaprağı suyu, kaynatılmış böğürtlen (marakuaptse) meyvesi ve köklerinin suyu,
kaynatılmış karadiken (Pıjey) köklerinin suyu ve kaynatılmış şahin otu
(guaşeı’u) suyu içirilirdi. Ayrıca mera çobanları Kafkasya Ormangülü (Ağurtsey)
yapraklarından çay hazırlardı (Шомахов, Sanal,2010:2).
Keskin dağ rüzgarlarını soluyanlar zatüreye yakalanır.
Hastayı iyileştirmek için vücutta bıçakla yara açılarak, gerektiği kadar uzun
süreli kan akıtılır (Клемм, 2015:56).
Akciğerlerini üşütenler ve tüberküloz hastalarının
tedavisi için, sadece malt ile yapılmış maksıme içirilir. Bu şekilde yapılmış
Maksıme aynı zamanda cildi besler, kanı temizler ve kilo vermeye yardımcı olur
(H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Üşütmede peynir suyu ile tuzsuz kaymak karışımı, ya da
yabani sarımsak (kaler) ile peynir suyu karışımı kaynatılarak hastaya içirilir
(Шомахов, Sanal, 2010:2).
Çocuk üşüttüğü zaman ciğerleri dolarsa öksürürse,
ciğerlerini temizlemek için keçinin yağını eritip çocuğun sırtına sürülür ve
çocuk giydirilip yatırılır. Yağ çocuğu terletir ve iyileştirir (L. Gogunokova
ile görüşme, 12.04.2018).
Ş’gaçeş/ Damar otunun yaprağı (EK 14), ayva yaprağı,
malta eriği, nane kaynatılarak yapılan ilaç öksürük ve balgama iyi geliyor
(V.Eroğlu ile görüşme, 29.03.2018).
Balgam söktürücü olarak Çuha çiçeğin (şeytantlako)
köklerinin ya da kurutulmuş sinir otunun kaynatılarak hastaya içirilir
(Шомахов, Sanal, 2010:2).
Adıgeler öksürük için meşe üzerinde yetişen yapraklı
ökse otu kullanmayı tercih eder. Ökse otunun genç dalları sonbahar veya kış
sonunda toplanır, kurutulur ve kuru bir yerde saklanır. Çay şeklinde demlenmiş
ökse otu yaprakları, öksürük ilacı olarak verilir (Тхагапсова, Sanal, 2019:3).
Bal ile sülün yağında pişirilen helvanın, balgamı söktürerek
akciğerleri temizlediği bilinmektedir (Шомахов, Sanal, 2010:2).
Balgam söktürücü olarak hastaya, yağlı kekliğin
kaynatıldığı süt içirilir. Ayrıca haşlanmış keklik eti ve suyu da yararlıdır
(Шомахов, Sanal, 2010:2).
Astım için eşit oranda sinirli ot- kekik karışımı
kullanılarak çay hazırlanır. Bu çay, bildiğimiz bitki çayları gibi
hazırlanabilir. Sinirli ot çayı kaynatılmadan mümkünse ılık su ile
demlenmelidir. Etkisini bir kaç gün içinde balgam söktürerek ve vücutta genel
bir rahatlama sağlayarak gösterir (O.Halman ile görüşme, 12.03.2018).
Nefes darlığına karşı kokulu otun beyaz renkli çiçeği
toplanarak güneşte iyice kurutulur. Sigara gibi sarılarak içildiğinde nefes
darlığına karşı iyi gelir (S.Yamaç ile görüşme, 20.12.2017).
Abaza otu, tarlalarda yetiştirilerek arılar salınır.
Buradan alınan bal, nefes darlığına iyi gelir (Bırsır Jantemir ile görüşme,
11.01.2018).
Nefes darlığı çeken hastaya, tavuk haşlanarak yağlı
suyu içirilir (S.Yamaç ile görüşme, 20.12.2017).
Öksürük (p’sçe) ve ses kısıklığı (makır yiçaş)
belirtileri olan üşütmede; göğsü yumuşatmak için, keçi yağı ya da tereyağı
sütün içine karıştırılarak hastaya içirilir. Keçi yağı göğüs kısmına sürülür,
hastayı yatırılıp iyice örtülür (Шомахов, Sanal, 2010:2).
Aşırı öksürük krizinde at eti yedirilir ve at yağı
göğüs kısmına sürüp hastanın sıcak kalması sağlanır (Шомахов, Sanal,2010:2).
Çeşitli ateşli hastalıkları iyileştirmek için
hastalar, eski mezarlıklarda büyü ile tedavi edilir (Şovalye Taitbout De
Marigny, 1996:85).
Kardan önce çıkan Zerıce bitkisi ilk kar yağdığı zaman
toplanıp kaynatmadan, çiğ olarak şekerle ezilerek kavanozlarda dolapta
saklanır. Hastalıktan korumak için ya da hasta olduktan sonra ateşi düşürmek
için çocuklara sıcak suyla sulandırarak verilir (L. Gogunokova ile görüşme,
12.04.2018).
Mamqutey/ahududu bitkisi çiğ olarak şekerle ezilip
kavanozda saklanır. Özellikle boğaz hastalıklarında ateşi düşürmek ve terletmek
için sıcak suyla sulandırarak hastaya verilir (L. Gogunokova ile görüşme,
12.04.2018).
Bebekler ateşlendiğinde; keçi yağı ateşte
yumuşatılarak boynuna, koltuk altına ayak altına sürülerek ateşi düşürülür
(Bırsır Jantemir ile görüşme, 11.01.2018).
Şhomç/ kestanenin kabuğu suda kaynatılarak yapılan
çayı ateş düşürücüdür (Yılmaz, 2017:102).
Cilt
Hastalıklarının Tedavisi
Cildinde stresten kaynaklı döküntü olan birine ne
olduğu söylenmeden köstebek ya da fare eti yedirilir. Yedirdikten sonra ne
yediği söylediğinde, midesi bulanan hasta içindeki rahatsızlığı safra olarak
çıkartarak şifalanır (K.Yılmaz ile görüşme, 13.04.2018).
Vücutta semık denilen alerjik döküntüler olduğunda,
döküntülerin üzerine deniz suyu içmiş birisinin tükürüğü sürülürse döküntünün
geçeceğine inanılırdı (Ş.İyigün ile görüşme, 21.02.2019).
Liken (dzamıha) tedavisi için; meşe ağacın kabuğu
(jıgey), ardıç (kueradere), cermica, hanımeli (antıra) yaprakları ve çiçekleri,
titrek kavak suyu (pkhaşabe), bidens (çarına) ve mührüsüleyman kökü karışımı,
kartopu ağacının meyvesi (zarıcey), yanmış kağıdın külleri ve ondan ayrılan
yağlı sıvı kullanılırdı. Yaralı cilt kısmına ise tavuk safrası ve tam
olgunlaşmamış mısırın suyu (nartıhu) sürülürdü. Bunun yanısıra bazen yumurta
sarısının da eklendiği çam katranı sürülürdü (Шомахов, Sanal,2010:1).
Haziran ayında toplanan dağ otları beyaz bez torbada
bekletilerek korunur; döküntünün türüne göre yoğurt ya da tereyağıyla
karıştırılıp krem yapılır ve döküntülü bölgelere sürülürdü (Teuv Aslan ile
görüşme, 11.09.2018).
Isırgan otunu lapa yapıp döküntü olan yerlere sürülür,
ayrıca saç dökülmelerinde de uygulanır (V.Eroğlu ile görüşme, 29.03.2018).
Cilt döküntülerine kaz yağı sürülürdü (L. Gogunokova
ile görüşme, 12.04.2018).
Ardıç
katranı cilt hastalıklarında kullanılır (Yılmaz, 2017:94)
Kayınağacının kabukları suda kaynatılarak elde edilen
su ciltteki lekeleri ve çilleri giderir (Yılmaz, 2017:102).
Deride kaşıntı nedeniyle olan pullanma için,
tereyağının içine ufak yapraklı Pı’ıjın otu karıştırılarak, pullanmış bölgelere
sürülürdü (M.Sarı ile görüşme,
/
11.04.2019).
Isırgan otunu yine tereyağına karıştırıp krem yaparsan
deriye iyi geliyordu hayvana da yaparlardı at'dır inekdir onlara da yaparlardı
(M.Sarı ile görüşme, 11.04.2019).
Çerkesler ş’çıfaşhe/ uyuz hastalığını geçirmek için;
kömür, ekşi süt ve kükürt karışımı, ekşi süt ve şap karışımı, şap ve sabun
karışımı, yağ ve kükürt karışımı ile ceviz ağacının tuzlanmış külünü hastalığın
olduğu bölgelere uygularlardı (Шомахов, Sanal,2010:1).
Uyuz hastalığında şifalı ılık su kaynağının içine kül
ekleyip banyo yapılır (Шомахов, Sanal,2010:1).
Tavuk gübresi ve tuzlanmış kepek karışımı ile yapılmış
merhem uyuz hastalığının iyileştirirdi (Шомахов, Sanal,2010:1).
Bebekler isilik olduğunda ya da başlarında kepeklenme
olduğunda; Хьаджрэт Уц/ Mehdi otunun kökü kaynayan yağın içine atılarak, yağ
pembe renk alıncaya kadar kaynatılır. Karışım soğuyup katılaştıktan sonra
sorunlu bölgelere sürülür (Z.Dzibova ile görüşme, 27.02.2018).
Çocukların cilt hastalıklarında un, kurutulmuş sinir
otu (f’aruy tha’pa) ve eritilmiş tereyağı kükürtle karıştırılarak merhem kıvamına
getirilip kullanılırdı (Шомахов, Sanal,2010:1).
Egzama
Kantaron otu ve çam sakızı ezilir ardından tereyağına
karıştırılarak krem haline getirilir. Elde edilen bu krem yaraya sürülür
(Y.Doğan ile görüşme, 02.02.2018).
Kabuklu egzama türlerde sarımsak (bjınıhu) ve
unutmabeni çiçeği kaynatması (k’ruhugu) kullanılırdı (Шомахов, Sanal,2010:1).
Egzama olan bölgeye dıva/ sülük konulur (K.Yılmaz ile
görüşme 13.04.2018, M.Sarı ile görüşme 11.04.2019).
Eldeki egzamanın üzerine göztaşı sürüldüğünde o
yaralar göz göz olup iyileşir (Ş.Demir ile görüşme 30.03.2018).
Kuru
egzamada, sinekler ezildikten sonra, egzama olan bölgeye sürtülerek
ejderi tedavi edilirdi (Шомахов, Sanal,2010:1).
1835-1838
yıllarında Batı Kafkasya’da bulunan Rus subayı Feodor
Feodoroviç
Tornau; anılarını anlattığı kitabında, cilt hastalıklarından nasıl
korunduğundan bahsetmiştir:
“Zemininde tahta olmayan evler, doğuda olan sıcak
banyonun burada olmayışı, sağlıksız az yemek sıradan Çerkeslerde çok sık
görülen iğrenç deri hastalığına da sebep oluyordu.
Bu hastalık ve pislikten korunmak için haşlanmış tütün
suyunu ellerime ve bedenimin her yerine sürüyordum. Uyuz hastalığını, cüzzam
hastalığını ve bunlardan ayrı olarak diğerlerini de gördüm. Çocukların omuz ve
boyunlarında balık derisi gibi kalınlaşmış yara ve kabukları görüyordum”
(Tornau, 1999:181).
Nisan ayında merada yeşil otla beslenen sığırın yeni
dışkısı üzerinde biriken sıvı, birçok cilt hastalığının tedavisinde haricen
kullanılmaktaydı (Yılmaz, 2017:106).
Şcapsıps/ egzama tedavisi için, yaygın olarak katran
ve güvercin gübresinden hazırlanan merhem kullanılırdı. Ayrıca ballı inek
safrası, toz, kükürt ve eritilmiş tereyağından oluşan karışıma; yumurta sarısı,
kurum, sirke ve bakır tozu, yanmış arpa (harpa), hint sümbülü köklerinin
kaynatılmış suyu ya da hint sümbülü köklerinin ezmesi eklenerek mehrem yapılır
ve hastalıklı bölgeye sürülürdü (Шомахов, Sanal,2010:1).
Zemıhe/egzama deniz suyu içmiş birisine okutup
üfletilip daire içine alınıp çevrilirdi (S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Islak egzama türlerinde, nehir taşlarında biriken
yosunları yağ ve tuz ile kaynatıp, cildin ıslak yüzeyine uygulanılırdı
(Шомахов, Sanal,2010:1).
Ala Hastalığı
Manda
yağı hafif tuzlanarak hastaya yedirilir (F.Tümer ile görüşme, 28.04.2018).
Siğil
Tar’quaf (yeşil yapraklı bitki) bir bezle Hamzırayçe
guraf(Siğil) üzerine koyulup dua edildikten sonra, bez toprağa gömülür. Bir
hafta içinde siğil kaybolur (L.Gogunokova ile görüşme, 12.04.2018).
Hamışkal/siğil üzerine dua okunarak etrafına dal
parçasıyla çember çizilir (Ş.Demir ile görüşme, 30.03.2018).
İncir ağacının yaş dalları kırıldığında akan sütümsü
sıvınasır ve siğillere sürülürse tedavi eder (Yılmaz, 2017:100).
Siğillerin üzerine üç kere ihlas bir kere fatiha duası
okunarak, bir kutunun içine siğil sayısı kadar arpa ya da iğde dalı konur.
Yanlış uygulanırsa siğiller yok olacağına daha da artar (F.Tümer ile görüşme,
28.04.2018).
къамХыч/ siğil sayısı kadar siğil duası okunarak, her
okuma sonrası yorgan ipine düğüm atılır. Dua bittikten sonra ip siğillerin
üzerine sürülür, hastaya ipi su kenarında bir yere gömüp direkt eve gelerek
eşiği geçene kadar arkasına bakmaması söylenir.
Üç
gün sonra kaşınmayla beraber siğiller dökülmeye başlar. Tekrarlanmaması için üç
kez İhlas ve bir kez Fatiha suresi okunur (F.Tümer ile görüşme, 28.04.2018).
Cildin yumuşaması için eller Şejips/ peynir suyunun
içinde tutulurdu. Ayrıca saçların parlak olması için yıkadıktan sonra peynir
suyuyla durulanırdı (L.Gogunokova ile görüşme, 12.04.2018).
Ciltte kuruluğu önlemek, yüzü hava şartlarından
korumak ve cildi beslemek için maksımenin dibine çöken tortusu yüze maske
olarak uygulanır (O.Halman ile görüşme,12.03.2018).
Huş ağacının kömürü haşlandıktan sonra cilt ovulurdu.
İşlemin sonucunda cilt sertleşir ve kalınlaşırdı. Daha sonra cildi yumuşatmak
için taze yağ sürüyorlardı (Шомахов, Sanal,2010:1).
Buğday
tarlalarının kenarlarında sınırlarına yakın, hafif nemli olan yerlerde yetişen
asidik özellikli ş’hun otu (EK 15) (Türkçe adı bilinmiyor), tohuma dönmeden
önce Nisan ayının son haftası ile Haziran ayının birinci haftasına kadar
toplanır. Bir tutamı havanda ezilip lapa haline getirilerek yüzdeki belirlenen
bölgeye sürülür. Sürülen lapa, cilde iğne gibi batmaya başladığı anda lapa
ciltten temizlenir. (Eğer hastanın yaraları geç iyileşiyorsa bu tedavi
kesinlikle uygulanmaz.)
Isırgan otu yaranın üzerine konup bir gece
bekletilerek içindeki iltihabın dışarı akması sağlanır (Y.Doğan ile görüşme,
02.02.2018).
Lokum ince tabaka haline getirilip çıbanın üzerine
konur ve bekletilir (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Soğan kaynatılıp çıbanın üzerine sıcakken sarılıp
soğanın o irini çekmesi
beklenirdi
(S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Soğan dilim halinde çıban üzerine konulup bekletilir
(H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Sarımsak ve karanfil ezmesi karıştırılıp çıbanın
üzerine konur ve kuruyana kadar bekletilir (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Şark çıbanı denilen hastalıkta önce soğanı pişirilip
yumuşatıldıktan sonra çıbanın üzerine konur ve içindeki irini çektirilirdi. Bu
işlem soğan yerine katranla da uygulanırdı (S.Çapar ile görüşme, 04.05.2018).
Şığaoep otu/ hava civa otu, belli bir sıcaklıkta bal
mumu eritilir, temiz bir bezin üstüne yayılır, pres halinde dondurulur, avuç
içi büyüklüğünde kesilerek muhafaza edilir ve çıbanın üzerine konur. Bu yönteme
şehude denir (A.Yıldız ile görüşme, 21.03.2018).
Kabağın etli kısmı pişirilip çıbanın üzerine sürülür
(Yılmaz, 2017:101).
Etyapan otunun (EK 17) her mevsimde yeşil olan
yaprakları toplanarak havanda veya sert bir zeminde, hiçbir katkı yapılmadan
tereyağı kıvamına getirilir. Çıbanın içindeki irin boşaltıldıktan sonra,
çıbanın ağzı açık yara halindeyken, dış deri eski haline gelene kadar yara
üzerine sarılır (C.Soycan ile görüşme, 23.02.2019).
Habzegu otu iyileşene kadar çıbanın üzerine kapatılır.
(M.Sarı ile görüşme, 11.04.2019).
Пырамыбжь/ Kara mürver ağacının (Хьэкъун, 1992: 147)
yaprakları sütle kaynatılarak büyük çıbanların üzerine sarılır (Z.Dzıbova ile
görüşme, 27.02.2018).
Adıgeler 6 aylık bebekleri çiçek hastalığına karşı
aşısı yaparlardı. Vücudun üç yerinde göbek deliğinin yanında, sağ avucun içinde
ve parmakların arasındaki sol ayağının üzerinde delme yapılırdı. Aşılanmış
bebeklerin vücudun alt yarısı taze keçi derisine sarılırdı. Isı etkisi altında
sivilceler, üst kısımlara ve yüze dokunmadan hemen hemen sadece vücudun alt
kısmında ortaya çıkardı. Yine diğer bir yöntem de; sert dikeni hasta olmuş
çocuğun bir yerine batırıp; dikenle daha sonra hasta olmayan çocuğun
parmağındaki etle tırnak arasına batırarak aşı yapıyordu (Ş.İyigün ile görüşme,
15.09.2018).
İngiliz cerrah John Cook ta, Adigeler çocukları çiçek
hastalığı ile enfekte ederler ve hasta çocuğa bir hediye gönderirlerdi. Bu
hediyenin, çocuğa yardım ettiğine ve tedavinin başarılı olmasına yardım
ettiğine inanırlardı. Bu hediye pamuklu bezle sarılır, beze bir parça kurşun
bağlanarak hasta çocuğun koltuk altlarına konurdu. Çiçek bozuğunun kuruyup
düşmesine kadar kurşunlu bez hasta çocuğun koltuk altlarında 3-4 gün kalırdı.
Sonra bu düşen çiçek bozuğu kapalı bir kapta, enfekte edilecek başka bir çocuğa
götürülürdü ve aynı şekilde çocuğun koltuk altlarına bağlanırdı (Z.Dzıbova ile
görüşme, 27.02.2018).
Fafe denilen cilt hastalığı kaşıntıya neden olur. Apse
şeklinde şiddetli de olabilir. İnek tereyağı pılıjjın bitkisi köküyle (bazı
bölgelerde şıkepl denir), kızgın ateşte tavada eritilir ve hakiki balla
karıştırıp krem haline getirilerek hastalıklı bölgelere uygulanır (A.Yıldız ile
görüşme, 21.03.2018).
Goşe ape denen bitki, kır nanesi ve şehude/ bal mumu
iyice yoğurulup misket gibi yuvarlanarak tablet şekline getirilir. Bu tabletler
közün üstüne atılarak, dumanında hasta vücuduna tütsü yapar (A.Yıldız ile
görüşme, 21.03.2018).
Kaşıntıdan kurtulmak için, vücut kaynatılmış yonca
(thampiş) suyu ile veya karga gözünün (inbır) suyu ile yıkanırdı ve ayrıca
hastaya atkuyruğu (cadupaşçe) suyu ya da sadece temiz suda banyo yaptırılırdı.
Cilt kaşıntısını gidermek için bal ve karanfil ağacının (şecenıpl, şecenığo)
karışımı da
kullanlırdı (Шомахов, Sanal,2010:1).
Dolama olan parmak közlenen soğanın içine sokularak
bir gece bekletildiğinde sabah irinin aktığı görülür (Ş.Demir ile görüşme
30.03.2018, Y.Doğan ile görüşme 02.02.2018).
Dolama olan kol, önce iple sıkıca bağlanır, Dere
kenarlarında serin yerlerde yetişen Wuıtzıdıj/ tatala otu/ acı otun yeşil
yaprakları, dalı, meyvesi, kökü dahil kaynatılıp soğumaya bırakılır.
Dayanılabilir sıcaklık derecesine gelince dolamanın olduğu kol dolamanın
bitiminde iple sarılarak parmak bu suya batırılır-çıkarılır. Bu işlemden sonra
dolama olan bölgede yeni temiz deri ve tırnak çıkar, hastalık tamamen sona erer
(K.Yılmaz ile görüşme,13.04.2018).
Soğan közde ısıtılıp yumuşatılır. Katlarından açılır
ve hastalıklı ve iltihaplı yere bezle sarılır. İltihapların akıttığı ve yaranın
kuruyup iyi olduğu görülene kadar işlem tekrarlanır (H.Turan ile görüşme
28.01.2018, S.Yamaç ile
/
görüşme 20.12.2017).
Dişi Katran ve kırmızıbiber karışımı, akşamdan
saçkıran olan bölgeye sürülür, sabaha kadar bekletilirdi, ertesi gün, katran
sürülen bölge, tereyağ sürülerek bir süre bekletilir ve sabunla yıkanırdı, aynı
uygulama bir duruma göreme 3-4 gün, bazen bir hafta uygulanırdı (O.Berk ile
görüşme, 20.03.2018).
Tavuk dışkısı ısıtılarak lapa haline getirilir ve
saçkıran olan kabuklu ve irinli bölgeye kalın bir tabaka halinde sürülür.
Üstüne bezle bağlanarak bir gece kapalı tutulur. Sabaha kadar iltihap kurur ve
kabuk şapka gibi düşer. Kalan saçlar da dökülür ve sadece kırmızı yara halinde
kafaderisi kalır.
İnek
sütünden yapılan tereyağının içine, nivaşko/göv taşı ve şigenipş konarak yavaş
yavaş eritilip merhem yapılır. Bu merhem kafa derisindeki yara iyileşinceye
kadar sürülür. Yara iyileştikten sonra Xaspane/itburnu otunun köklerinin ince
ve taze olanları kazılarak topraktan çıkarılır. Temizlendikten sonra bir
tencere suyun içinde, su bir avuç kalana kadar kaynatılır. Kırmızı rengi alan
bu karışım, başka bir taba alınıp biraz daha kaynatılarak yoğunlaştırılır.
Tavuğun
iki-üç tüyü birbirine bağlanarak, sözkonusu karışım bu tüylerle el değirmeden
saçsız bölgeye sürülür. İlaç bitene kadar, sabah akşam bir kez sürülerek işlem
tekrarlanır. Kısa süre sonra kafada saç gür şekilde çıkar (S.Yamaç ile görüşme,
20.12.2017).
Çeşitli dağ otları karışımıyla lapa yapılarak saçkıran
olan bölgeye sürülür. Kuruması beklenerek yıkanmaz. Yaralar dökülene kadar bu
işlem tekrarlanır ve kesinlikle el değdirilmez (K.Yılmaz ile görüşme,
13.04.2018).
Isırgan otu lapa olarak saçkıran olan bölgeye sürülür
(V.Eroğlu ile görüşme, 29.03.2018).
Kabuklu saçkıranın tedavisi için kafayı iyice su ile
yıkar, tüm apseleri çıkarılır ve eritilmiş tereyağı ile kezzap karışımı
sürülürdü (Шомахов, Sanal, 2010:1).
Yanık üzerine tabaka halinde yumurta akı sürülerek,
iyileşene kadar tekrarlanır. İşlem süresince yanığın üzeri kesinlikle
kapatılmaz (G.Besler ile görüşme, 08.02.2018).
Yanıkların tedavisinde bal kullanılır (Yılmaz,
2017:95).
Kaz yağı kaynatılıp tekrar dondurulduktan sonra
muhafaza edilir, yanık iyileşinceye kadar her gün sürülür (H.Turan ile görüşme
28.01.2018, Yılmaz, 2017:102).
Пырамыбжь/ Kara mürver ağacının yaprakları sütle
kaynatılarak yanık bölgenin üzerine kapatılır (Z.Dzıbova ile görüşme,
27.02.2018).
Etyapan otunun her mevsimde yeşil olan yaprakları
toplanarak havanda veya sert bir zeminde, hiçbir katkı yapılmadan tereyağı
kıvamına getirilir. Yanık bölge temizlendikten sonra, günde bir kez ince bir
tabaka halinde üzerine kapatılarak üzeri kapatılır. Yanık izi kalmadan yara
iyileşir (C.Soycan ile
görüşme,
23.02.2019).
Yumurta bakır kapta kaynatılarak yanıkların üzerine
sürülür (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Çiğ patates rendelenerek yanıkların üzerine konulur
(Yılmaz, 2017:105).
Böceklerin evdeki kiriş ve mertekleri yiyerek
ürettikleri tahta tozu yanık üzerine serpilir (G.Besler ile görüşme,
10.09.2018).
4.3.5.
Göz Hastalıklarının Tedavisi
İltihabı geçirmek için, ahududu çiçeği, unutmabeni
kökö (kıruhugu), peygamberçiçeği (bjendehupej) ve yınbır otu kaynatılarak elde
edilen su ile gözler yıkanır (Шомахов, Sanal,2010:2).
İltihaplı göze erkek çocuk doğurmuş kadınların anne
sütü damlatılır (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Kuş kirazı ağacı (çıpt’sapşhape) ve devedikeni
yapraklarının karışımından hazırlanan sıvı kullanılır (Шомахов, Sanal,2010:2).
Bal, protein ve şap, yılan yağı, şeker ve yanmış yun
karışımından ilaç hazırlarlardı (Шомахов, Sanal,2010:2).
Yağmurdan sonra topraktan toplanan solucanlar önce
suda bekletilir, sonra tertemiz olana kadar yıkanır. Temiz bir kaba konarak
üstüne şeker dökülüp solucanlar salgısını bırakana kadar bekletilir. Bu şeffaf
jel göze damlatılarak iltahap kurutulurdu (Teuv Aslan ile görüşme, 27.02.2018).
Göz iltihabını kurutmak için; ebegümeci (khueivudz)
yaprakları ve yumurta akı ezmesinden yapılmış ilaç uygulanırdı (Шомахов,
Sanal,2010:2).
Koyunun ya da alabalığın kurutulmuş safrası suyla
karıştırılıp iltihaplı yere sürülür (Шомахов, Sanal,2010:2).
Saç teli yıkanıp steril hale getirildikten sonra, saç
teliyle katarkt çizilerek alınırdı (Ş.İyigün ile görüşme, 21.02.2019).
Beyaz salyangoz kabuğu dövülerek toz haline getirilir.
Elde edilen bu toz kataraktlı göze dökülür ve katarağın yırtılması sağlanır
(Y.Doğan ile görüşme, 02.02.2018).
Ak üvez yapraklarının suyu kataraktlı göze
damlatılılarak at teli ile katarakt kesilip alınırdı (Z.Dzıbova ile görüşme,
27.02.2018).
Arpacık göz kapağında oluşursa, apseli yere ekmek ya
da hamur parçası koyulur, daha sonra o parçayı köpeğe yedirirlerdi (Шомахов,
Sanal,2010:2).
Arpacık çıkan gözün iç kısmına anne sütünden
damlatılır (Z.Günhan ile görüşme, 30.03.2018).
Arpacık için tedavi edici duaların yazdığı muska
hazırlanırdı (Teuv Aslan ile görüşme, 11.09.2018).
Arpacık için Adıgelerin sihirli tedavi yöntemi de
vardır. Naç’eguu olan hastalığın ismini değiştirip Kuaje’guu (kuaje - köy, guu
- boğa) ismini takarak hastalığın ruhunu aldatacaklarına inanırlardı.
“Naç’eguu
dersen gözün etrafını dolaşır, Kuaje’guu dersen tüm köyü dolaşamayacağım deyip
vazgeçer gider’’ derlerdi (Шомахов, Sanal,2010:2).
Mezar
otu meyvası közün içine dökülürek çıkardığı dumana hasta gözleri açık şekilde
bakar, böylelikle çıkan dumanla kurtçukların dökülmesi sağlanırdı (Y.Doğan ile
görüşme, 02.02.2018).
kuşüzümü ile bal karışımı yenir,
şahinotu (guaşeşçi’u) ve müge (kalerdegu) çiçeği
kaynatılarak suyu içilir (Шомахов, Sanal, 2010:1).
Gözden Yabancı Cisim Çıkarılması
Dil ile gözün içindeki yabancı cisime ulaşılarak
mekanik temizleme yapıldıktan sonra tükürük verilerek sterilezasyon sağlanır
(Z.Günhan ile görüşme, 30.03.2018).
Kızılcık (zeiy) suyu ve at kuyruğu (cedupaşçe) otunun
suyu göze damlatılır (Шомахов, Sanal,2010:2).
Mide Rahatsızlıklarının Tedavisi
C’arıko/ yer elması çiğ olarak yendiğinde hazımsızlığı
giderir (L.Gogunokova ile görüşme, 12.04.2018).
Kazmaq/deniz dikeni bitkisi toplanıp yıkanır. İyice
ezildikten sonra çıkan suyu içilir (L.Gogunokova ile görüşme,12.04.2018).
Ş’ejips/peynir suyu
içildiğinde mide rahatsızlığını
geçirmektedir (L.Gogunokova ile görüşme,12.04.2018).
Kırmızı renkli olan Плъыисъ (Türkçe adı bilinmiyor) otunun; kökleri
kaynatılarak
yumuşatılır ve eritilmiş tuzsuz tereyağının içine karıştırılır. Yağ kırmızı
renk alıncaya kadar bekletilir. Aç karna yenildiğinde mide ağrılarına iyi gelir
(Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Karden Wuıtz otu gölgede kurutulup iki ay süreyle her
sabah aç karnına içilir (Ö.Demirci ile görüşme, 07.05.2018).
Çetığının yaprakları yeşilken toplanıp gölgede
kurutulur, ufalanıp un haline getirilerek Çerkes tuzunun içine katılır. Mide
yanmalarına iyi gelir. “Çerkes Poyu” da denir (Yılmaz, 2017:97)
Et çıkartan ot tazeyken kaynatılıp içildiğinde bütün
mide ağrılarına iyi gelir (M.Sarı ile görüşme, 11.04.2019).
Karden wutz kaynatılıp suyu sabaha kadar bekletilir.
Bir gece dinlendirilen sudan her gün bir bardak içildiğinde mide ağrısı yok
olur (S.Yamaç ile görüşme, 20.12.2017).
Gastrik mide hastalıklarında hastaya, kaynatılan sinir
otunun suyu, kıyılmış andız otunun köklerinin sıvısı, sarımsaklı tuz, sarımsak,
sarımsaklı yoğurt, ezilmiş şalgamı (andag’ure), ekşi süt ve tuz karışımı
verilir. Sarımsak sütle ve tuzla ya da şap ve tuzla içilirdi (Шомахов, Sanal,
2010:3).
Adıgeler safra taşının kıskanç, kötü insanlarda
olduğuna ve taşın çıkarılarak hem bedenin hem de ruhun temizlenmesi gerektiğini
düşünürlerdi. Bunun için, iki ateş yakılır ve o iki ateşin ortasına o insan
oturtulur; sıcağın ekisiyle midesi bulanıp kusmaya başlar, kustukça da hem ruhu
hem bedeninin iyileştiği düşünülür (L.Gogunokova ile görüşme,12.04.2018).
Turp safra taşlarını düşürülmesinde faydalıdır
(Yılmaz, 2017:107).
Böbrek Rahatsızlıklarının, İdrar Yolları
Rahatsızlıklarının Tedavisi
Nartukthasş/ mısır püskülü kaynatılıp suyu içilir
(L.Gogunokova ile görüşme,12.04.2018).
Defne yaprağı kaynatılıp suyu içildiğinde böbrek taşını düşürür
(L.Gogunokova
ile görüşme, 12.04.2018).
Ayrıkotu mesanedeki taş ve kumları düşürür (Yılmaz,
2017:93).
Hatsıbane şe’ey/ yabani gülün yaprağı dökülünce kalan
tohumu kaynatılıp içildiğinde böbrek rahatsızlıklarına iyi gelir (L.Gogunokova
ile görüşme, 12.04.2018).
Asmanın budanmasından hemen sonra budanan yerlerinde
biriken damlalar bir fincanda biriktirilip içildiğinde böbrek taşını düşürür
(Yılmaz, 2017:94).
Büyük baş hayvanın safra kesesi alınır içindeki sıvı
bir şişeye konularak serin ve karanlık bir yerde muhafaza edilir. Safra
sıvısının böbreklerdeki taş ve kuma iyi geldiği düşünülür ve bu tip ağrısı
olanlara bu sıvı içirilir. İğrenç bir tadı olan safra sıvısı bal ile
karıştırılarak hastaya verilir ve bu karışım böbreklerdeki taş ve kumu eritir
(H.Turan ile görüşme 28.01.2018, Yılmaz, 2017:105).
Miye/Yaban ekşi elması marmelatı yapılıp hastaya
yedirilirdi (Y.Doğan ile görüşme, 02.02.2018).
Söğüt ağacının kabuğunu alıp çiğ ve taze olarak
ezerek, çıkan suyu hastaya içirilir (K.Yılmaz ile görüşme, 13.04.2018).
Soylu birinin mezarına gidilip, izin isteyerek bir
avuç mezar toprağı alınır. Toprak kimseye göstermeden beyaz bir beze sarıp eve
getirilir. Hasta sıtmadan kurtulunca, toprak tekrar geri götürülür (Z.Dzıbova
ile görüşme, 27.02.2018).
Ade/Urların
tedavisini bu konuda uzman şifacılar yapardı. Erkeklerdeki urları adehyu,
kadınlardaki urları adebzı olarak adlandırırlar ve bunların tedavisinde özel
taşlar kullanırlardı (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Tansiyon çıktığında; Flağo denilen, büyük bir dikiş
iğnesi kadar, yassı formda gümüşden yapılmış aletle kan akıtılarak tansiyonun
düşmesini sağlıyorlardı (Ş.îyigün ile görüşme,15.09.2018). (EK 18).
Çift
taraflı flağoda ise mafsalla birbirine bağlanmış, biri daha büyük olan 2 adet
sivri uçlu alet bulunurdu, büyük olan flağo atlardan kan almak için
kullanılırdı. Aze, kan akıtılacak yeri belirledikten sonra, bir eliyle flağoyu
sabitleyip, diğer eliyle tuttuğu bir dal parçasını yay gibi çekip bırakınca
flağonun sivri ucu belirlenen yeri delip kan akıtılmasını sağlardı ya da aynı
işlemi eliyle vurarak ta yapabilirdi (C.Devrim ile görüşme, 15.12.2017).
Osmanlı
Devleti’nin ilk Kafkasya Valisi Ferruh Ali Paşa’nın katibi Haşim Efendi
hatıralarını yazdığı kitabında, Kafkasya’nın durumuyla ilgili endişe ve
üzüntüden hastalanan Ali Paşa’nın, öleceğini anlayıp, gelen ziyaretçileri
karşılayabilmek için kan aldırmak istediğinden şöyle bahsetmiştir:
“Ali
Paşa türbesinin inşaatını bitirdikten sonra; geceleri türbesinde ibadet ederek,
gündüzleri devlet işleriyle meşgul olarak böylece kırk gün geçti... Kırk gün
sonra,
bir sabah evinden çıkıp adamlarına: ’ Artık vakit yakındır, hasta olarak
aranızda birkaç gün daha misafir kalacağım, dostlar ve yakınlarımız gelir
ziyaret ederler.’ diyerek hafiflemek için, cerrahın gelerek bir miktar kan
almasını emretti. Gelen cerrah üç kere neşter vurduysa da kan çıkmadı, Ali Paşa
adet yeri buldu diye cerrahı savdı.” (Güneş, 1969:173).
ХьамышхъунтІ/ Alıç’ın olgunlaşan meyveleri
kaynatılarak, günde 2-3 kaşık içildiğinde tansiyonu düzenler, kalp ağrısına da
iyi gelir (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Sekte Hastalığı/Kalp Durması/ Geçici Ölüm
Tetliçuw/
Sekte hastalığı olan bir kişi, ikinci defa bu atağa yakalandığında hiçbir vücut
fonksiyonu çalışmaz, geçici ölüm halinde kalır. Nabız durur, göz bebeğindeki
ışık kontrol edilir, sönmemişse toprak banyosu yaptırılır.
Hayvan Sokmaları/ Hayvan Isırmalarının Tedavisi
Zehirli hayvan sokmalarında, ahlat filizi ezilerek
ısırılan bölgeye sürülür (Yılmaz, 2017:93).
Arı sokmalarında fesleğen kullanılır (Yılmaz,
2017:99).
Hatminin taneleri dövülüp cilde sürülürse, zehirli
böcek sokmalarına karşı korur (Yılmaz, 2017:99)
Akrep sokmasında tükürük sürülür (Yılmaz, 2017:107).
Asmanın genç sürgünleri ve genç yaprakları böcek
sokmalarında zehiri alır (Yılmaz, 2017:108).
Örümcek ısırmasında, Kuran’dan bir ayet okunarak,
aşağıdaki tılsımlı sözler üç kez üflenir:
“Убэджыхъумэ- сыбэджыхъу,
(Eğer sen erkek örümceksen ben de erkek örümceğim)
Убэджыбзымэ- сыбэджыбз,
(Eğer sen dişi örümceksen ben de dişi örümceğim)
ПкХуачХэ нахьи скХуачХэ нахъ лъэш,
(Gücüm senin gücünden daha fazla)
Ужэ нахъи сыжэ нахъ ин.
(Ağzım senin ağzından daha büyük)
Зынэ имытрэ, зышъэ имытрэ
(Gözleri de yoksa, aklı da yoksa)
Я ягъэ окХыгъэмэ,
(Eğer sana zarar verdiyse)
Тхьафор лъыон, Тхьафор лъыбгэн,
(Büyük Tanrı ceza verecek, Büyük Tanrı kızacak)
Узэцэкъагъэм сецэкъэжъын.
(Kimi ısırdıysan o da seni ısıracak)”
(Унарокова, 2015:144).
Köpek ısırmasında, iki tane beyaz fasulye ortadan
ikiye bölünerek, yaranın üstünü tam kapatacak şekilde yapıştırılarak hava
alması kesilir ve mikrop alması önlenir. Yara iyileşince fasulyeler
kendiliğinden düşer (S.Yamaç ile görüşme, 20.12.2017).
Arı sokması ve karıncaların ısırıkları ısıtılmış taş,
toprak ve tuzla ovalanır (Шомахов, Sanal,2010:1).
“Yılan
sokmasını tedavi eden şifacılara Влэнапщэ/ Blenapşe denirdi. Onların üfleyerek
yılanı çatlattığı söylenir. Yılanın, ısırdığı insanın yanına tekrar geleceğine
inanıldığından, hasta pencereden uzakta, evin içinde yatırılırdı. Hava sıcaksa
sundurmanın altında yatırılır ve yılanın geldiğini haber vermesi için yanına
bir kara horoz bağlanır, hastanın başında 3 gün 3 gece beklenirdi. Влэнапщэ
topladığı otlardan ilaç yaparak hastaya üflerdi” (Зэфэс Айдэмыркъан, 2006:32).
Bu
üfleme sırasında söylenen tılsımlı sözlerin en eksiksiz olanı, Şapsuğ
bölgesindeki Куращ Ачмиз’den kaydedilmiştir:
“Е, кХэежъыр къопибл
Къолэжъибл зэдытес,
Ем зэдешэс
Псым зэдыхау,
Чэбэихъу хырабз
Чэбэибз хырах
Пщыблэр гъэпщи
ПщыкХэр гъапэ
Узэгъэпэн, узгъэліэн, узэгозгъэутын- сХуи сыкъэкХуагъ.
(Унарокова, 2015:145).
Kan Rahatsızlıklarının Tedavisi
Kanın temizlenmesi için sinirli otu çiğ olarak ya da
pekmezi yapılarak ya da kurutularak yenir (O.Halman ile görüşme, 12.03.2018).
Perejıy/ çakal eriğinin gölgede kurutulmuş yaprakları
ve çiçekleri kanı temizler (Yılmaz, 2017:96).
Ceviz yaprağı suda dinlendirilir, bu su içildiğinde
kanı temizler (Yılmaz, 2017:96).
İçinde çam çırası bekletilmiş su içilirse kan şekerini
düzenler (Yılmaz, 2017:97).
Naş’e/ kavunun çekirdekleri kurutulup kaynatılarak
içildiğinde kanı temizler (Yılmaz, 2017:101).
Kanamalı bölgeye yumurta akı sürüldüğünde kanamayı
keser (K.Yılmaz ile görüşme, 13.04.2018).
Kansızlık çeken hastaya kedinin karaciğeri ya da
dalağı yedirilir (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Kara mürver bazen çalı, bazen bir ağaç şeklinde
olabilir. 20 kadar ağaç, çalı ya da otsu bitki türünün ortak adı Mürver'dir (Хьэкъун,
1992:35).
Бэрэжьей
(EK 19) denilen cinsinin kırmızı meyveleri olgunlaşınca toplanarak tereyağına
karıştırılır ve dondurulur. Bu karışımdan hergün bir kaşık yenilirse kansızlığı
tedavi eder (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Kırıkların çabuk iyileşmesi ve düzgün kaynaması için
kurutulmuş etten çıkartılan yağ ve köpüğü kullanılırdı. Kurutulmuş et ateşin
üzerinde yavaş yavaş kaynatılır, üzerinde biriken yağ ve köpük ayrı bir kaba
alındıktan sonra, pişen et hastaya yedirilir, üzerine de et suyunu içirilirdi.
Yağ ve köpüğü ise kırık kemiğe sürülür, bu işleme kemik iyileşinceye kadar
devam edilirdi.
Kırığın
hareket etmemesi için de, küçük ağaç parçaları ile desteklenip sabitleyerek
sarılıyordu (Yılmaz, 2017:103, G.Besler ile görüşme 10.09.2018, H.Turan ile
görüşme 28.01.2018, M.Sarı ile görüşme 11.04.2019).
Şığaoğep otu/havacıva otu (sığırdili) kırık kemik
üzerindeki eziklere sarıldığında iyileştirir (S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Kırık kemiği güçlendirmek için, et haşlanırken
üzerinde biriken köpük alınarak krem haline getirilip kırık üzerine sürülürse
kemiği güçlendirir (M.Sarı ile görüşme, 11.04.2019).
Kırıklara çeşitli bitkisel ilaçlar sürüp, tahta
çubuklarla sabitleyip sabunla yumurta akını karıştırıp sürüp tahtanın üzeine
sarıyorlardı (Ş.İyigün ile görüşme 15.09.2018, S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Kırıklarda yumurta akı ve un ile yapılan alçı
kullanılırdı (L.Gogunokova ile görüşme, 12.04.2018).
Kırık kemik doğru pozisyona getirilerek ağaç
dallarıyla desteklenir. Un, yumurta akı ve tuz karışımına bulaşmış uzun
bandajlarla sıkıca sarılır (Клемм, 2015:57).
Temiz bez yumurta akı ve bal ile yapılmış bulamaça
batırılıp kırık bölgeye sarılarak sertleşmesi beklenir (K.Yılmaz ile görüşme,
13.04.2018).
Yumurtayı delip sarısı içinde bırakılarak akı bir kaba
alınıp içine sabun rendelenirdi. Bu karışım bembeyaz olana kadar çırpılarak
koyulaştırılıp beze sürülür ve kırık üzerine sarılırdı (S.Yamaç ile görüşme,
20.12.2017).
Kırıklara Şuşxuve yapılırdı. Tuzu iyice kaynatıp o
tuzun içine bir bez koyulur. Bez tuzu iyice çekince, bu bezle kırık sarılarak
hareket etmesi önlenirdi (S.Çapar ile görüşme, 04.05.2018).
Kırık üzerinde morarma olduğunda, orayı yeni kesilmiş
hayvan derisi ile sararlardı (S.Çapar ile görüşme, 04.05.2018).
Yeni kesilmiş koyunun derisinin iç tarafından bir
parça yaranın etrafına sarılır ve derinin kenarlarını dikilir. Deri yaraya
yapışır ve yarayı sıkılaştırır; bu parça değiştirilmez. İltihap yok denecek
kadar az görülür ve hasta kısa sürede iyileşir (Колетани, 2017: 74).
Çıkık
eklemlerin yerine yerleştirilmesi için; hasta, tuzlu arpa yedirilmiş bir ata
bindirilip göğüs üstü atın sırtına yatırılır. Elleri ve ayakları yumuşak keçi
kılı ipiyle hareket etmeyecek biçimde sıkıca bağlanır. Hastanın ayakları çok
uzun ise, atla çıkık eklem arasına şişirilmiş şarap tulumu koyulur.
Ayak kırıklarında kemik çürüyüp kangren olduğunda;
çürüyen etin yerine inek eti konur (İnsan vücudu sadece at kemiği ve inek
kemiği ile etini kabul eder). İnsanın eti ineğin eti ile kaynaşır.
Ağaç
yontmak için kullanılan k’aako aleti ile kangrenli et yontularak çıkartılır ve
üstüne inek eti kalıp gibi oturtulur. Üzüm havanda iyice ezilir, eritilen
lokumla karıştırılır, bir bezin üstüne konularak yaranın üzerine sarılır. Bu
işleme et ete iyice kaynayıp deri geri gelene kadar devam edilir (F.Tümer ile
görüşme, 28.04.2018).
Parmakta kangren başlayınca, temiz bir kesiciyle,
kangrenli bölge lime lime kesilerek dokular açılıp hava alması sağlanır (A.Katı
ile görüşme, 28.04.2018).
Kulak-Burun-Boğaz Hastalıklarının Tedavisi
Blaşha/
Yılan başı, boğaz ağrısını iyileştirmek için kullanılan bir tılsımdır; nazara
karşı da kullanılırdı. Önceleri gerçek bir yılanın temizlenmiş, iplik bağlanmış
kafa kemiği, hastanın ya da çocuğun yatağına koyulurdu. Daha sonra deniz
kabukları da bu iş için kullanılmaya başlandı (Mijayev ve Pashtova 2018:58)
Yine kabakulak gibi boğaz hastalıklarına yakalanan çocukların boynuna asılırdı,
boynuna astıktan sonra içine su konuyordu çocuk bu suyu içiyordu (Ş.İyigün ile
görüşme 15.09.2018) (EK 21).
Kabakulak hastalığında; yaş meşe ağacı parçasının
üzerindeki kabuklar hafifçe temizlenir. Kalan yaş kısım,
sobanın üzerinde ısıtılarak kulak arkasındaki bezelere konur (Fehmi Altın ile
görüşme 22.01.2019).
Romatizmal Hastalıklar ve Kireçlenmelerin Tedavisi
Lahana yaprakları eklem romatizmalarına/ Jıwız iyi
gelir, yapraklarını alıp sararasanız ağrılı bölgeye sekiz saat bekletip ağrıyı
emer alır (F.Tümer ile görüşme, 28.04.2018).
İlkbaharda ilk cevizler çıkmaya başladığında; cevizler
bir zeytin büyüklüğüne geldiğinde üç dört avuç kadar toplanarak, önce ahşap bir
havanda iyice dövülür, ezilen cevizleri bir kaba konarak içine beş altı ceviz
yaprağı koyup kaynatılır; kaynayan bu posaya tereyağı konarak merhem haline
getirilir. Elde edilen merhem, sabah akşam iltihaplı bölgelere sürülerek
üzerine tekrar ceviz yaprağı sarılır. (G.Besler ile görüşme, 14.03.2018).
Kaplıca olan bir bölgeye yakın bir yerde derinliği bir
metre, uzunluğu bir insan boyu bir çukur kazılır. Kazılan bu çukur içinde ateş
yakılarak toprak iyice ısıtılır. Yanan ateş kalıntıları dışarı alınır. Çukurun
tabanına Tхарыкьо (su kenarlarında yetişen geniş yapraklı bir bitkidir) ile
kaplanarak, üzerine keçe ya da koyun postu yerleştirilir.
Bu
işlemler yapılırken hasta olan kişi termal su içinde bir süre dinlenir.
Sonrasında, çıplak olarak (hiçbir yere temas etmeden) el üzerinde götürülerek
bu çukura yatırılır. Üzerine yine sıkıca koyun postu sarılır. Dışarıdan hava
(oksijen) gelmesi engellenir. Hasta ne kadar ortamdan rahatsız olsa ve çıkmak
istese de, üzerindeki posttan hastanın teri çıktığı gözlemleninceye kadar orada
kalır. Sonrasında, hemen öncelikle hastanın yüzü açılarak hava alması sağlanır
ve hasta çukurdan çıkarılır.
Görenlerin
anlattıklarına göre bu derece hasta olup, başkalarının yardımı ile tedavi için
gelenler, tedavi sonrası ata binerek kendi başlarına gitmişlerdir. Ancak,
tedavi sırasında ölümler de yaşanmıştır (G.Besler ile görüşme, 08.02.2018).
Maykop yakınlarında, Штурбино (Sturbino) ve Джамбечий (Cambechiy)
köyü arasında bulunan Псын Хэзэгъу (şifalı su); efsanelere göre, bahara gök
gürültüsü saldırısından oluştu ve dini inançlara göre kutsal kabul edildi
(Меретуков, 1990:153).
Псын
Хэзэгъу kemik ağrılarını iyileştirmektedir, yürüyemeyecek durumdaki hastaların
bu su ile yıkandıklarında kısa sürede ayağa kalktıkları bilinmektedir. Yine bu
şifalı suyun çıktığı yerin etrafındaki çamur, ağrıyan eklemlere sürüldüğünde,
ağrıyı kısa sürede geçirir (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Dizlerde oluşan kireçlenme veya ağrılar için, kalın
but etlerini ağrılı yerlere sarıp birkaç gün bekletilir. (H.Turan ile görüşme,
28.01.2018).
Bjey/çınar yapraklarının testere dişli olanları
yeşilken toplanır, gölgede kurutulur. Suda 1 dakika kaynatılıp sabah-akşam bir
ay içildiğinde kireçlenmeyi giderir (Yılmaz, 2017:97).
Kotsıpeplıj/ kuşburnu romatizma ağrılarını azaltır
(Yılmaz, 2017:101).
Yeni sürmüş söğüt kabuğu çiğnenirse romatizmaya iyi
gelir (Yılmaz, 2017:106).
Koyunun öd kesesi yırtmadan çıkartılıp temiz bir
şişeye suyu boşaltılır ve karanlık bir yerde muhafa edilir. Temiz bir bez veya
pamukla ağrılı yerlere sürülür. Fazlası deriyi kaldıracağından tedbirli
kullanılır (M.Sarı ile görüşme, 11.04.2019).
Jıvuz/romatizma rüzgârdan ve aşırı üşütmeden
kaynaklanan bir hastalık olup Adigeler arasında oldukça yaygındı. Tambukan
Gölü’nün şifalı çamuru ısıtılarak romatizmalı eklemlere sürülür ya da ısıtılmış
çamurda banyo uygulanır (Шомахов, Sanal, 2010:1).
Şığaoep otu/ hava civa otu, belli bir sıcaklıkta bal
mumu eritilir, temiz bir bezin üstüne yayılır, pres halinde dondurulur, avuç
içi büyüklüğünde kesilerek muhafaza edilir. Ğuağa, yaralanma ve çıban gibi
vakalarda üstüne sarılarak tedavide kullanılır. Bu yönteme şehude denir
(A.Yıldız ile görüşme, 21.03.2018).
Yaralanmalarda devedikenin (Hıvbane) taze sıkılmış
suyu kullanılırdı. Ayrıca sıcak boğa yağı ile ezilmiş hint sümbülünün kökü ile
kükürt karışımı merhem haline getirilerek yaralı bölgeye uygulanılırdı
(Шомахов, Sanal, 2010:1).
Kanamalı yaranın üzerine, 10 gün boyunca kurutulmuş
Wuitçewutz ufalanarak sarılır. 11.günde 10-15 adet kırmızı siyah solucan tuza
konarak bir gün bekletilir. Krem kıvamına gelen bu karışım hergün kanamalı
bölgeye sürülür. Bir ay içinde tamamen iyileşme sağlanır (M.Sarı ile görüşme,
11.04.2019).
Bedıh/Örümcek ağını kanı durdurmak için yaraya
basarlardı (S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Sinirli otu her türlü yaralanmalarda kullanılırdı bu
ot yaranın mikrop kapmasını engeller ve hızla iyileşmesini sağlardı (O.Halman
ile görüşme, 12.03.2018).
Hazerweş denilen bir ot vardı adı sinirli ot, bununla
hem yaraları tedavi ediyorduk açık yaraları ama tazeyken kullanıyorduk kanı
duruduruyordu ve yarayı çok çabuk iyileştiriyordu, bu otu kurutup hoş kokusu
vardır yemeklerede katarsan salatalara katarsan aynı zamanda antibiyotik etkisi
gösteriyordu, mikropları öldürüyordu (D.Kızılkaya ile görüşme, 25.03.2018).
Arslanpençesi yaraların çabuk kapanmasını sağlar
(Yılmaz, 2017:94).
Yaralanma ve kesiklere 10 gün boyunca, topraktan canlı
siyah solucanı çıkartıp onu tuzla karıştırıp merhem yapılarak yara ya da
kesiğin üstüne sürülüp üstünü temiz bir bezle sarılır, 10 günün sonunda yara
tamamen iyileşir (C.Doğu ile görüşme, 27.03.2018).
Hazırlarda ateşte kavrulmuş koyun tüyü taşınırdı.
Ateşli silahla yaralanmalarda bu tüyü yaraya koyarak kanın akması engellenirdi
(C.Devrim ile görüşme, 15.12.2017).
ЛыкТ) Уц/ Etyapan otunun her mevsimde yeşil olan
yaprakları toplanarak havanda veya sert bir zeminde, hiçbir katkı yapılmadan
tereyağı kıvamına getirilir. Açık yaranın üzerine, yara temizlendikten sonra
iyileşene kadar, günde bir kez üzerine sürülür (C.Soycan ile görüşme,
23.02.2019).
Лыкіэ Уц, kışın ipe dizilerek kurutulur. Kullanılacağı
zaman nemlendirilerek yaranın üzerine kapatılır (Z.Dzıbova ile görüşme,
27.02.2018).
Ökse otunun meyveleri zehirli olmasına rağmen
kaynatılarak, iltihaplı
yaralarda harici bir ilaç olarak kullanılır
(Тхагапсова, Sanal, 2019:3).
Açık yaralarda Wuitçewutz/taze et getiren ot, kırsal
yerlerde yetişir, yaz olunca topraktan sökülür, kökü ile kaynatılıp yaralara
pansuman yapılır, yaprakları da gölgede iyice kurutulup ufalanır yaralara
dökülür. (O.Cerrah ile görüşme, 13.04.2018) (EK 22).
Wuitçewutzın dalları, yaprakları alındıktan sonra
kaynatılır, suyu açık yaraya pansuman yapılır (K.Yılmaz ile görüşme,
13.04.2018).
Papatyaları toplayıp kurutulur, çiçekler kuruduktan
sonra toz mikrop kapmasın diye yaraya dökülür (Ş.Demir ile görüşme,
30.03.2018).
Bal mumu, tereyağı, çam sakızı, kantaron otu, karden
wuıtz, şıgelh, tavşan kursağı, ısırgan otunun hepsi kaynatılıp süzülür ve bir
teneke kapta soğumaya bırakılır, bu kap birdaha kullanılmaz. Bu merhem açık
yaralara sürülür (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Lıcevıts, yaprakları adaçayına benzeyen, kırlarda
yetişen hoş kokulu bir bitkidir. Gölgede kurutulup ufalanarak un haline
getirilir. Kesiklerin, yaraların çok kısa bir zmanda kapanmasına yarar. Sapları
kaynatılarak yara pansumanında kullanılır (Yılmaz, 2017:103).
Şhalaxhue
Abu, Çerkes Tarihinden yaşanmış öyküleri derlediği kitabında; 1783’te Pşıze
ovasındaki savaş sırasında, Adigelerin yaralı bir Rus askerini Habzegu otuyla
tedavi etmelerini aktarmıştır:
“Bolet
komutasında beş atlı yola çıktı. Hayli ilerlediler. Derken ormanda bir inleme
sesi geldi kulaklarına. Atları sesin geldiği yere yönelttiler. Baktılar ki bir
Rus askeri yatıyor.
Bolet
atından indi. Arkadaşları da onu izledi. Yaralıya yaklaştı, bıçağıyla
pantolonunun paçalarını kesip açtı. Kurşun, bacak kemiğini parçalamıştı. Öteki
bacağı sağlam gibiydi ama attan düşünce onun da diz kapağı çıkmıştı. Bolet
doğrulup ayağa kalktı. Çevresine bakındı. Ormana doğru gitti, birtakım otlar
toplayıp döndü.
-“Bunlar ne ki Bolet?”
-“Habzegu (İtdili, Sinir otu)”
-“Neye yarar bu?”
-“Yaraya
sürülür. Şunları biraz sudan geçir de Ğuç’ıpş, yassı bir taş üzerinde biraz
döv, ez! Ben de o zamana kadar çıkan diz kapağını yerine koyarım.
Siz ikiniz, Dışşeç’ ile Paç’e, adamı koltuklarından
iyice kavrayın!”
Bolet
ezilmiş, dövülmüş itdilini ince bir tülbente sardı; burdu, sıktı, acı suyunu
yaranın ağzına damlatmaya başladı. Sivriltilmiş ve pamuk sarılmış ince bir
çubukla da kurşunun izini takip ederek ta kemiğe kadar yaranın içini bir güzel
temizledi, itdili suyuyla doyurdu. Kemiğe dayanan kurşunu çıkardı. İtdili
suyuna bulanmış tamponlar yaptı. Üzerlerini itdili yapraklarıyla kapattı.
Yarayı gerektiği gibi sardı, sıkıca bağladı. Sağ ayağında bir sorun yoktu,
herşey normaldi. Bolet, parmaklarıyla işaret ederek beriki ayağının da on güne
kadar iyileşeceğini bildirdi.” (Şhalaxhue, 2001:142-144).
Habzegu/ köpek dili otu yaprağının bir tarafı yaranın
üstüne konur ve yarım saat beklenir. Bu süre zarfında yara açılarak iltihap
yüzeye çıkartılır. Yanma hissi olduğunda, habzegunun yaprağının diğer yüzü
yaranın üzerine konur ve iltahap yaprak tarafından emilerek yara kurutulur.
İltahap bittikten sonra pis kan gelir ve işleme devam edilir. Hiçbir şey
gelmediğinde yani yara tamamen temizlendiğinde işlem sonlandırılır. Yara 2-3
günde kapanır (K.Yılmaz ile görüşme, 13.04.2018).
Adıgelerin Lıxlış dedikleri bir hastalık vardı. El
parmakları ayak parmakları, bazen kulakta başlayan morarma ve ardından etin ve
kemiğin çürümesi şeklinde devam eden açık yaraların olduğu bir hastalıktı.
Bunun
için öncelikle; Sığır Kuyruğu (EK 23) denilen ot ile dağ kekiği bir tencereye
konulur kaynatılırdı, sonra bu kaynayan otların buharının üstüne açık yara
tutulup üzeri bir bezle örtülür, bu buharda açık yaralar dezenfekte edilirdi.
Ardından bu açık yaralara ilaç otundan yapılan merhem uygulanırdı. İlaç otu her
sene toplanır, gölgede kurutulur sonra un kıvamına gelene kadar öğütülürdü. Toz
halindeki ilaç otunun içine hayvanın ödsuyu, aşhadaş diye bir malzeme kaşıkla
veya kepçe ile ateş közü üzerinde kristal olana kadar kaynatılarak eritilirdi.
Eriyen karışım siyahlaştıktan sonra soğumaya bırakılırdı. Soğuyan karışım
merhem olarak yaraya sürülürdü. Açık yaralarda çok fazla et çürümesi varsa toz
şeker, pudra kıvamında dövülür ve merhemden önce uygulanırdı. Bu buhar ile
dezenfekte ve merhem sürme işi bir hafta, on gün kadar sürerdi (O.Berk ile
görüşme, 20.03.2018).
Habzegu/ sinir otu yaralara tampon yapılır (Yılmaz,
2017:106).
Sinir otu genel olarak iltihaplı yaralarda ve boğaz
sorunlarında oldukça etkilidir Sinir otunun sap, çiçek, tohum, yaprak, kök
kısımları kullanılabilmektedir (O.Halman ile görüşme, 12.03.2018).
Kurşun çıkartıldıktan sonra, hastanın kan kaybından
ölmemesi için ve kanı durdurmak için; tereyağı eritilip sıcak olarak kurşun
deliğinin içine akıtılıp yara dağlanır ve kanamayı durdurulurdu; sonra çeşitli
otlar ile yara iyileştirilirdi (Ş.İyigün ile görüşme, 15.09.2018).
Kesik yaralanmalarında, köknar ağacı veya semaver
ağacının sakızları toplanıp, dağ kekiği ve kaz ayağı otu ile birlikte bir
tencereye konur. İnek sütünden yapılmış tuzsuz tereyağı eklenerek krem haline
gelene kadar ateşte kaynatılır. Elde edilen bu krem, derin kesik
yaralanmalarında kullanılır (B.Gireyhan ile görüşme, 25.04.2018).
Kesikli yaralanmalarda; çedar (şacıdz) otu, ormangülü
(auyeiğurts) kökleri ve yaprakları, andız otu, kırlangıçotu (şeytanuşha), marya
(yajaşho) ve kara diken (Şçıfaşhagın) otu, bidens (çarına) suyu, iğde ağacı
(çıtsıpey) meyvesinin tozu, çam katranı kullanılarak banyo yapılırdı. Yaralı
bölgeye, ekşi sütle birlikte at kuzukulağı köklerinin (Bleşeğafa’u) suyuyla nemlendirilmiş
bir bandaj uygulanılırdı (Шомахов, Sanal,2010:1).
Tetre meyvası suda kaynatılır elde edilen suyu
yaralara sürülürek dezenfekte edilmesi sağlanırdı (Y.Doğan ile görüşme,
02.02.2018).
Kazmaq/deniz dikeninin turuncu meyvesi yaraları çok
hızlı şekilde iyileştirir. İlk önce toplanıp iyice ezilir. Yağlı tortu cam
kavanoza koyulur, karanlık kuru ve serin yerde bir hafta bekletilir açık
yaralara bunu sürüyorlar ve çok çabuk iyileştirir, halen Kabardey’de
kullanılıyor. (L.Gogunokova ile görüşme, 12.04.2018).
Şiğakuş denen beyaz renkli mantar, belli zaman sonra,
doğada kendi kendine kuruduktan sonra, sapından sıkılıp şapkasından toz
çıkartılır. Bu toz yaralara döküldüğünde iyileştirir (K.Yılmaz ile görüşme,
13.04.2018).
Küçük yaralanmalarda, küçük kesiklerde taze et
koyulurdu (S.Çapar ile görüşme, 04.05.2018).
Sinesına denilen yerden en fazla beş santim on santim
büyüyen bir p apatya türü vardır. Bu papatyanın çiçeği ayrı, sapı ayrı, kök
kısmı ayrılarak herbiri yaralanmalarda kullanılır, hepsi bir anda kullanılmaz
(K.Yılmaz ile görüşme, 13.04.2018).
Et çıkaran ot, inek tereyağı ve bal mumu üçünü bir
arada kaynatılıp süzülür ve merhem yapılarak yaralara sürüldüğünde açık yara
hemen kapanır (A.Katı ile görüşme, 28.04.2018).
Her türlü yaralanmalarda, yara bakımı yapıldıktan
sonra, iyileşene kadar keçi ya da koyun postu ile kapatılırdı (B.Gireyhan ile
görüşme, 25.04.2018).
Çerkes kamasını alevde kızdırıldıktan sonra şiş olan
yere batırıp delik açılırdı. Açık yara, bir tencerede kaynatılan Wuıtçewutz
buharına tutularak cerahatin boşaltılması sağlanırdı. Bu işlemden sonra çeşitli
otlarla yapılan merhem sürülerek yaranın kapanması sağlanırdı (K.Yılmaz ile
görüşme, 13.04.2018).
At kuyruğu kılı ile yaraları dikerlerdi (L.Gogunokova
ile görüşme, 12.04.2018).
Çayırlarda, ormanlarda ilkbaharda 4-5 cm çapında önce
beyaz renkte çıkan, sonbahara doğru kahverengi toz halini alan puf mantarı
yaraların ve kesiklerin tedavisinde kullanılırdı (Yılmaz, 2017:105).
Tedavi
sırasında; otlarla yapılan ilaçların ağırlıklı olarak kullanıldığı
görülmektedir.
Bu
yöntemlerle birlikte, iyileşme süreci birtakım ritüellerle de
desteklenmektedir. Bunların en bilineni hastayı uyutmamak için düzenlenen ЧАПШ
(Ç’apşak’ue) ölüm kovma törenidir (EK 24).
Yaralının
veya hastanın uyuması halinde canının onu terk edeceğine inanan Çerkesler,
ölümü ağır yaralının veya hastanın yanından kovmak için odada bulunan değerli
eşyaları çıkarırlar. Odanın girişine, her gelenin birkaç kez vuracağı biçimde
saban demirleri yerleştirilir, ziyaretçiler topluca gelip hastanın yanına
girdiklerinde hep birlikte yüksek sesle gürültü yaparlardı. Genç kızlar tören
elbiselerini giyip törene katılır, çeşitli dans ve şarkılarla hastanın
uyumamasını sağlarlardı. Bu gelenek, daha yumuşatılmış bir şekilde yakın zamana
kadar hâlâ sürdürülmekteydi.
Şovalye
Taitbout De Marigny, 1818’deki Kafkasya seyahati sırasında bizzat dahil olduğu
iyileşme durumunu kitabında şöyle aktarır:
“..Yaralanmalar
için yöntem başkadır. Yaralının evindeki silahlar dışarı çıkarılır. Kapıya içi
su dolu bir tabak, içine de bir yumurta konur. Bunun yanına bir pulluk demiri
de bırakılır. İçeriye giren herkes pulluk demirine üç kez vurur ve odaya biraz
su serper. Genç kızlar ve çocuklar yaralının şerefine bestelenmiş şarkılar
söylerler ve tavana asılarak aşağıya sarkıtılmış olan bir çörekten ara sıra
ısırırlar ve yerler. Asıl amaç kötü ruhları kovmak olmalıdır” (Şovalye Taıtbout
de Marıgny, 1996:85).
Ç’apşak’ue; Jabaghi Baj’ın Çerkesler kitabında ‘Şapş’
adıyla anlatılmaktadır:
“Çerkesler
yaralılarına iyi oluncaya kadar eğlenti (düğün) yaparlar. Gece uykusu ağır
olduğundan kötü rüyalarla silkilince yarasının açılacağını tahmin
ettiklerinden, gece uyutmamasını tıbben gerekli sayarlar.
Yaralı
yattığı müddetçe, her gece dostlarından biri koç, tosun keserek tören yaparBu
şekilde her gece toplananlara bir ziyafet verilir. Bu ziyafet gece yarısından
önce verilmez. Yaralının yatağı misafir odasında serilir. Ancak yaralı kızlar
harem dairesinde yatarlar. Eğlentileri de orada erkekler tarafından yapılır.
Yaralının
yattığı odanın beyaz badanası üzerine, üç parmak genişliğinde odayı çepeçevre
saran siyah bir kemer gibi siyah badana yapılır. Yaralının önünde duran içi su
dolu bardağın içine de bir beyaz yumurta konur. Yine yaralının önünde bir sapan
demirine sertçe bir defa vurulur. Bardaktaki sudan biraz hastanın yüzüne
sürülür. Siyah kemer badanası ile yumurta nazardan koruma içindir. Çekiç te
tembih edici alet olarak kullanılır.
Geceleyin,
köyün bütün delikanlıları ile kızlar yaralının evinde toplanır. Bütün gece
dansa, müziğe devam edilir. Oyuna ara verildiği dinlenme zamanında yaralı
törenlerine mahsus şarkıları iki kişi karşılıklı söyler. Bu sırada tam
sessizlik hüküm sürer ve herkes dikkatle dinler” (Baj, 1995:62-63).
1835-1838
yıllarında Batı Kafkasya’da bulunan Rus subayı Feodor Feodoroviç
Tornau;
anılarını anlattığı kitabında, şahit olduğu bu törenden de bahsetmiştir:
“Yaralı
olan Kabartay’ın yanına gittiğimde önceden duymuş olduğum bir olaya şimdi tanık
oluyordum. Çerkesler ağır yaralı olan birinden ölümü uzaklaştırmak için ilk günü
uyutmazlardı. Onun için evi temizlenir, iyi eşyaları yerleştirilir ve evin
giriş kapısına bir demir konulurdu ve eve giren herkes bu demire üç kez
vururdu. Komşu kızlar ve erkekler toplanarak sohbet ederler, oynayıp şarkılar
söylerlerdi. Sınıkçı hayati tehlikeyi atlattı deyinceye kadar ölüyü diriltir
dedikleri gürültüyü birkaç gün yaparlardı.”(Tornau, 1999:185).
Osmanlı-Rus
Savaşları sırasında Doğu Anadolu Cephesi’nde Anadolu Ordu-yı Humayunu Mühimme
Başkitabeti olarak görev yapan Mehmed Arifin anılarını aktardığı kitabında,
ölümü kovma töreni şöyle aktarılmaktadır:
“Asıl
konudan çıkılıyorsa da, yeri geldi diye yazıyorum: 1301(1883) ve 1302 (1884)
senelerinde Adliye Müfettişiliği göreviyle Kastamonu vilayetinde bulundum.
Dolaşma ve teftiş esnasında, Bolu sancağına bağlı Düzce kazasına giderek yirmi
gün, bir ay kadar
.
orada
kaldım. Bu kazada Kafkasya’nın muhtelif kavim ve kabilelerinden 35.000 kadar
nüfus meskundur. Çerkeslerin orada bizzat gördüğüm adetlerinden biri de,
bunların kendi tedavi usullerinden midir, nedir; bir yaralı hastayı gece
uyutmazlar. Hatanın yakınlarından birisi bir öküz kesip etini pişirdikten
sonra, hastanın bulunduğu eve getirir. Bütün civar, kızlar ve erkekler toplanıp
o öküzü yedikten sonra, kızlar kendilerine mahsus olan şarkı ve sazla, sabaha
kadar hastanın başında dans ederk hastayı uyutmazlar. Gündüz ne yaptıklarını
bilmiyorum. Ertesi gece de, hastanın bir başka dostu bir inek keser. Yine aynı
âdeti yerine getirirler. Ta hastanın gece uyumasının artık zararı olmayacağı
doktorları tarafından tasdik olununcaya veya belirli bir süre doluncaya kadar
hal böyle devam eder.” ( Arif, 2015:113).
Sürgün
yolunda yaşanan olayları derleyip öyküleştiren Yılmaz Dönmez’in
Umut
Yolcuları adlı derlemesinde şifacı Mıhamçeri Hute’nin açık yaraları tedavi etme
yöntemleri aktarılmıştır:
“Mezışha’daki
mağaraya sığınan Tseyhablelilerin yaşlıları yine bir wunafe (toplantı)
yaptılar. Vatanlarını terk etme konusunda acele etmemeye, en azından bu kışı
mağarada geçirip gelişen durumlara göre hareket etmeye karar verdiler. Bu arada
savaşta ağır yaralanan Aşıwhableli L’ışe Aslankeriy zekaret durumundaydı. Bir
Rus kurşunu omzunun dibinden girmiş ense kökünü parçalamıştı. Zamanla da
yaranın olduğu bölge çürümeye başlamıştı. Yaranın iyileşmesi için yapabildikleri
sadece sıcak su ile yarayı temizlemek ve temiz bir bez parçası ile sarmaktı.
Bunun dışında şifa dağıtma yeteneğine (Ne tsçapse) sahip olduğu bilinen
Mıhamçeri Hute hergün yaranın üzerine işaret parmağı ile bir dikine, bir de
yanlamasına bir çizgi çekiyor, ne söylediği kendisinden başka kimsenin
anlamadığı bir şekilde mırıldanarak dua ediyordu.
Mağaradaki
diğer iki yaralının çeşitli yerlerinde kesikler ve kırıklar olduğu için bu
konuda uygulayacakları tedaviyi biliyordu. Açık yaraların kapanması için hergün
mevsimi olduğu için ormandan taze ‘Habzegu’ (sinir otu) toplayıp tampon
yapıyorlardı.” (Dönmez, 2014:42).
Bu anlatımda Habzegu otunun adı açıkça verilmektedir.
1835-1838
yıllarında Batı Kafkasya’da bulunan Rus subayı Feodor
Feodoroviç Tornau; anılarında, iltihabın
kurutulmasından bahsetmiştir:
“Aslankoz,
Nogay’ın oturduğuna bakmadan beni
hemen ziyaret etti.
Ayağımın
iyileşmesi için kaymak koyuyordu. O da
iltihabı kurutuyordu.”
(Tornau,1999:205).
F.A.
Kolenati 1859’da yaptığı Çerkesya gezisini yazdığı seyahatnamede, Çerkeslerin
ateşli silahlarla veya kesicilerle oluşan yaraları iyileştirme yöntemlerinin
etkinliğinden bahsetmiştir:
“
Hastanelerde ve revirlerde çürüten mikrop hızla yayılırken, azeler çok hızlı ve
etkili bir şekilde yaraları tedavi ederler. Yabancı cisimlerden arındırma,
ateşli silah yarası tedavisinde ilk yapılacak şeydir. Bunun için, çiğ
alabalığın sırt kemiği etten temizlenerek farklı boyutlarda kısa kesilir ve
yuvarlak şekil verip törpülür ve yeterli miktarda gelecekteki kullanım için
depolanır. Bu şekilde hazırlanmış sırt kemikleri kesici delici ateşli silah
yarasının içinden farklı yönlere geçirilir. Bu yöntem çok acı ve barbar gibi
görünüyor ancak onun sayesinde yara, giysi liflerinden ve özellikle koyun
yününden temizlenir. Böylece yara, tedaviyi engelleyen ve cerahata neden olan
herşeyden temizlenir.
Sinir Hastalıklarının Tedavisi
Sinirleri zayıf olanlara ve uykusuzluk çekenlere bol
kayısı yedirilir (Yılmaz, 2017:101).
Чэты Шъхьауз/ migrenin tedavisi için; kara tavuk
kesildikten sonra eti ezilerek iki gün başa sarılı tutulur. (Ş.İyigün ile
görüşme, 21.02.2019).
Şhomç/ kestanenin kabuğu suda kaynatılarak yapılan
çayı sinirleri yatıştırıcıdır (Yılmaz, 2017:102).
Goşeepe/ nane hem yaş hem de kuru olarak demlenerek ya
da kaynatılarak çay olarak içildiğinde sinirleri teskin eder (Yılmaz,
2017:104).
Maykop
Devlet Müzesi arkeoloğu Teuv Aslan, Tewuyehable köyünün batısında yaptığı kazı
çalışmaları sırasında, Proto Meot dönemine ait 12 cm. boyunda 2800 yıllık bir
bronz neşteri bütün olarak gün ışığına çıkarmıştır (Teuv Aslan ile görüşme,
27.02.2018).
Yine,
Maykop Devlet Müzesi’nde sergilenen siyah bileği taşları da Nartların
hekimliğine dair bulunmuş en yaşlı objelerdendir ve Maykop Kültürü’ne aittir.
Bu taşları yaranın üzerine tutup üzerine su dökerek yaranın sterilizasyonunu
sağlıyorlardı (Teuv Aslan ile görüşme, 27.02.2018).
Nart
Destanlarında adı geçen şifacı Bedoh; eşi Tlebıtsejey’in atı Cıncır yaralı
halde eve gelince, yaraları bileği taşından süzülen suyla iyileştirir. Yine
ölen birinin koltuk altına bileği taşını koyarak onu hayata döndürür. Aşemez’in
ok yaralarını bileği taşından süzdürdüğü suyla iyileştirir (Mijayev ve
Pashtova, 2018:56).
Adıge
şifacıların cerrahi müdahalelerdeki yetkinliğine en iyi örneklerden biri de;
Proto Adıgelerin yaşadığı Kuzey Kafkasya topraklarındaki Krasnodar ve Stavropol
bölgelerindeki antik mezarlardan çıkarılan Aeneolitik döneme ait trepanasyon
izleri taşıyan kafataslarının bulunmasıdır (Кириченко Д.А., Sanal,2018:1). (EK
25/a, 25/b, 25/c, 25/d).
Trepanasyon
uygulanan kafataslarında; dört değişik trepaning yöntemi uygulandığı
görülmüştür;
Сверления и прорезания (delme ve kesme)
Иссечения фрагментов прямоугольной формы (dikdörtgen
kesme)
(Кириченко
Д.А., Sanal,2018:1). (EK 26).
Adıgeler
kangren, vb. zorunlu haller dışında ampute (kol-bacak kesilmesi) işlemini
yapmazlardı. Bu müdahaleye başlamadan önce; bitkiler kaynatılıp, kesilecek
bölge bu kaynayan bitkilerin buharına tutulur. Sterilazyon sağlandığına emin
olduktan sonra, çürüyen kol ya da bacak kesilir. Kesik bölgesindeki deriler
açılıp, sağlam bölgeden alınan deri parçası kesik üzerine yama şeklinde
dikilerek kesik kapatılır. Kesik bölgesi iyileştikten sonra odundan yapılan
protezlerle hasta yaşamını sürdürür (C.Devrim ile görüşme, 15.12.2017).
Moskova
Üniversitesi blim insanları, 1939 yılında Şapsug bölgesine gittiklerinde, Adige
azelerin insan kemiklerinin yerine hayvan kemiklerini koyduğuna şahit
olmuşlardır (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
Bacağın
alt bölgesindeki kırılmalarda, kemik onarılamayacak durumda hasar görmüşse; Aze
ve yardımcısı bacağın ölçüsünü alıp o ölçüye uygun tayları inceleyerek ve uygun
ölçüye sahip tayı belirler. Yardımcı tayı keserken, Aze bacağı açarak kırık
kemiği mafsallarından çıkartır.
Aynı
sırada yardımcısı da taydan çıkardığı bacak kemiğini anında getirip bacağa
yerleştirir. Bacağın adeleleri kapatılarak dikilir. (C.Devrim ile görüşme,
15.12.2017).
Cerrahi
müdahalelerde alet olarak balık kılçığının kullanıldığı da bilinmektedir
(B.Gireyhan ile görüşme, 25.04.2018).
Adıgece adı Ç’aapşe olan bir hastalık vardır. Yüzde
yanma şeklinde sancılı şişlik olduğunda, Ç’aapşe hıcın denen bu durum olduktan
sonra, Aze uygun duaları okur, ertesi gün hiçbir şey kalmaz (S.Tuç ile görüşme,
24.03.2018).
“Kuduz hastalığının tedavisinde;
yaraya şizandra üzümü (dığujğatle) ve gazelboyunuzu
(cırmapej) yaprakları koyulur.
2-3 hafta boyunca yaralara kurutulup ezilmiş mayıs
böcekleri ile pansuman yapılır.
yaraya temiz toprakla karıştırılmış ekşi süt sürülür.
hastaya fark ettirmeden onu ısıran köpeğin kanı
içirilir ve kalbi yedirilir.
ispanyol sineği tozu ve o sineklerin yediği otlardan
yapılan karışım bir bardak suyun içinde seyreltilerek; idrarda kan pıhtıları
ortaya çıkana kadar her sabah aç karnına hastaya içirilir. Aynı toz, ısırıktan
oluşan yaraya serpilir.
canlı güvercini bir kabın üzerinde ortadan kesip, akan
ılık kanı hastaya içirilir, sonraki 3-5 gün boyunca aç karınına kurutulmuş, toz
haline getirilmiş arı ile güvercin kanı karışımı içirilir.
kurutulmuş siyah tarla böceğinden toz (haşharı’o ğın)
hazırlanır, bu toz suda eritilip hastaya içirilirdi. Şifacılar ilkbaharda,
siyah tarla böceğini yakalayıp kıllı bir döngü yardımıyla, böceğin içindeki sıvının
akmaması için zarar vermeden onu öldürdülerdi. Onları iyice ufalayıp, azar azar
suda eritip hastaya içirirlerdi. Daha sonra hastanın gözlerini bağlayıp
karanlık bir odada 40 gün boyunca tutarlardı” (Шомахов, Sanal,2010:2).
-
Menenjit olan hastaya siyah köpeğin karaciğer ya da
dalağı yedirilir (H.Turan ile görüşme, 28.01.2018).
Kas tutulması olduğunda, şepsırago/ısırgan otu
toplanarak tazeyken, ağrılı bölgeye bir avuç yapıştırılır (S.Yamaç ile görüşme,
20.12.2017).
Bağırsaklardaki kıl kurtlarının tedavisi için, kabak
(kab) ve karpuz (kharbiz) tohumları, kokulu otu, söğüt kabuğu (dzel), pelin otu
(hunğatl’e), civanperçemi yaprakları, sarımsak kaynatılır (Шомахов,
Sanal,2010:2).
Bağırsak kurtundan kurtulmak için aç karnına, sülün
karaciğeri ile birlikte kül oluncaya kadar yakılmış safranın karışımı, süt ile
veya kabuğu ile birlikte yakılmış tavuk yumurtası (güvercin yumurtasının daha
faydalı olduğu kabul edilir) tozu ile birlikte içilirdi (Шомахов,
Sanal,2010:2).
Dr. M.A. Pçinalok’un Guaze gazetesindeki yazısında,
çeşitli hastalıklara şifa olan; papatya, zehirli baldıran gibi çeşitli
bitkilerden bahsedilmektedir (Yılmaz, 2017:91).
Her türlü kemik hastalıklarında, şifacılar hayvan
kemiklerini birbirine tıklatarak tılsımlı sözler söyleyip hastayı iyileştirirlerdi
(EK 27) (Z.Dzıbova ile görüşme, 27.02.2018).
HAYVAN VE BİTKİ HASTALIKLARININ TEDAVİSİ
Tarih
literatüründe Adıgeler, çevre ve doğaya duyarlı ve itinalı davranan bir halk
olarak anlatılır (Hotko,2011:3).
Şovalye
Taitbout de Marıgny’nin Çerkesya Seyahatnamesi’nde;
“Kendileri
pek sevmedikleri halde Çerkesler bu ülkede pek bol bulunan kaplumbağalara
dokunmamaktadırlar.” (Şovalye Taitbout de Marıgny, 1996:35)
diyerek
Çerkeslerin doğaya duyarlılığını vurgulamıştır.
MÖ
63’te doğan ve MS 25’te ölen Yunanlı tarihçi Strabon Kuzeybatı Kafkasya gezisi
sırasındaki izlenimlerinde;
“...Bu
ülkenin halkı olağanüstü yakışıklı ve iri yapılı insanlardır. Bu ülkede
bitkiler ve hayvanlar bile çok gelişmiş ve iri göründü bana.” der (Erkan,
1999:26).
Kuzeybatı
Kafkasya’nın yüksek dağlar, zengin su kaynakları, verimli topraklar, oksijen
kaynağı ormanlar gibi coğrafi özellikleri yanında kendine has iklim
çeşitliliği; insanlar gibi hayvanlar ve bitkilerinde sağlıklı ve uzun ömürlü
olmalarını sağlamıştır.
Bu
zenginlik, yalnız Kafkasya’ya has endemik bitkiler ve hayvanların var olmasına
sebep olmaktadır. Avrupa Birliği Çevre Örgütü’nün Maykop’ta düzenlediği
konferansta; bitki ve hayvan çeşitliliği bakımından dünyanın en zengin beş
bölgesinden biri olduğu belirtilmiştir (Yılmaz, 2017:92).
Kuzeybatı
Kafkasya coğrafyası, geçmişte Çerkeslerin doğal müttefiki konumunda olmuş;
tarım, hayvancılık, ormancılık başta olmak üzere birçok alanda geçim ve yaşam
olanakları sunmuş, kültürel gelişime katkıda bulunmuştur.
Adıge
şifacılar, toplum sağlığı yanında bitki ve hayvan sağlığıyla ilgili de birikim
ve deneyim sahibiydi.
Azeler
yalnızca insanları değil, hasta hayvan ve bitkileri de iyileştirmeye
çalışırlardı (Serbes, 2012:247).
Hayvan Hastalıklarının Tedavisi
Adıge
toplumunun yaşam felsefesini yansıtan Xabze kurallarında; doğa ve çevre
ilişkilerinin önemle gözetildiği bilinmektedir.
“Xabze’de
yaygın olarak kullanılan “Psaguat” sözcüğü vardır ve hayvanlar için kullanılır.
Hayvan konuşamaz; ama üzülebilir, ağlayabilir, sevildiğini anlayabilir. Ayrıca
hayvan insanın yaşamsal bir arkadaşı olarak, tarihsel süreç içerisinde toplumla
beraber gelmektedir. Örneğin; toplumumuzda dünyanın yaradılışıyla ilgili
şarkıda, çamur olan yeryüzünü sertleştirmek için tepelenmesinde koyunların
kullanıldığı belirtilmektedir. Bu da gösteriyor ki, koyun ilk
ehlileştirildiğinden beri insanların dostudur. Keza Xabze toplumunda atın
kendine has, çok ciddi ve büyük bir önemi vardır. O kadar ki at, sahibinin
arkadaşı, yoldaşı, savaş aracı, binek aracı ve her türlü işbirliğine koşan bir
dostudur. Bazı söylencelerde de köpek simge olarak kullanılmaktadır. Kısaca
çevreyi oluşturan hayvanlar ve bitkiler alemiyle ilgili Xabze kurallarında
koruma, sevme, dost edinme ve onun bir kişilik sahibi olabileceğine inanma
esasları vardır.” (Tuna,2009:271).
Kafkas
insanının en önce evcilleştirdiği hayvan köpekti. Onu sığır, koyun, keçi, domuz
ve kümes hayvanları, daha sonra da geyik izledi, en son evcilleştirdiği ise at
oldu (Bi, 2011:175).
Autl
Dağı’ndaki dolmenlerin kazılarında, sıkça köpek kemikleri ortaya çıkarılmıştır.
(Markovin, 2008:107) Buradan anlaşılıyor ki, Proto Adigeler köpeği evcilleştiren
ilk toplumlardadır.
Evliya
Çelebi, 1666’da Kafkasya’ya yaptığı gezi sırasındaki izlenimlerinde;
“.Hayvancılıkta
çok ilerlemişlerdir. Geceleri köylerini çok büyük köpekler korur.” der (Erkan,
1999:31).
Dolmen
bölgesinde bulunan hayvan kemiklerinden; sözkonusu dönemde, sığır gibi iri
hayvanların beslendiği tespit edilmiştir. Koyun ve keçiye fazla rağbet
edilmemiş, daha çok sığır ve domuz beslemişlerdir. Bu ise onların göçebe değil,
yerleşik olduklarının göstergesidir. Ayrıca öküz ve at kemikleri de dolmenlerin
içinde bulunmuştur (Markovin, 2008:109-110).
M.Ö.
3000'de Kuban nehrinin güneyinde Maykop Kültürü doğup gelişmiştir. Sözkonusu
dönemde Kuzey Kafkasya’da at, artık evcilleştirilmişti ve binek hayvanı olarak
ta yaygındı. Böylece Ön ve Orta Asya ile birlikte Kuzey Kafkasya, atın ilk
olarak evcilleştirildiği bölgelerden biri sayılabilir (Betrozov, 2009:69).
Yine
Kafkasya bölgesinde, arkeologların ortaya çıkardığına göre 2000 yıl kadar önce
defnedilen bir Sind komutanının höyük haline getirilen mezarında 400 atın
kemikleri bulunmuştur (Karmokov,t.y:15).
Tarım
ve hayvancılık Çerkeslerin başlıca geçim kaynaklarındandır. Büyükbaş, küçükbaş
ve kümes hayvanları ile binek hayvanları gerek besin ihtiyacını karşılamada,
gerek giysi ihtiyacını gidermede, gerek ulaşımı kolaylaştırmada, gerek alet
yapımında insanların en büyük yardımcıları olmuştur. Sadece bunlarla kalmayıp
bazı ilaçların yapımında, avcılıkta ve tarımda da hayvanlardan
yararlanılmıştır.
İnsan
yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline gelen evcil hayvanlar, onun nazarında
değerli bir varlık hâline gelmiş, hayvanlarda görülen hastalıkları da tedavi
yoluna gitmişlerdir. Öyle ki Hititlerde sağlam hayvanları, hasta hayvanların
yanına götürenlere ceza veren yasalar konulmuştur (Yurdakök 1999:457).
Çerkesler
yaygın olarak bozkırlarda sığır sürülerini, dağlarda ise koyunları
yetiştiriyordu. Aynı zamanda keçi, ve at yetiştiriciliği de yapmaktaydılar
(Natho, 2009:90).
Dağlıların
atların sürüde tutulması ve ıslahı ile ilgili temel teknikleri, sürüleri
dağlara yaz boyunca sürmeleri ve kışın, yemyeşil, engin, düzlük ovalarında
yemleme hazırlıkları ile geliştirilmiştir (Красников, Sanal, 2019:2).
Kafkasya’nın
zengin bitki örtüsü ve gür ormanları içinde doğal hayvan varlığı da günümüze
kadar hayatiyetini sürdürmüştür (Özsaray, 2012:23).
Adıgeler
toplum sağlığını korumak adına uyguladıkları yöntemleri hayvanların yaşadıkları
alanlarda da gözetmişler; hayvanların yaşam alanlarında temizliğe özellikle
önem vermişlerdir. Bununla birlikte sağlıklı beslenmeleri, korunmaları, aşırı
yorulmamaları, yavruların bakımına özen gösterilmesi, vb. konularda da
toplumsal sorumluluk üstlenmişlerdir.
Zehirlenen hayvana iyileşene kadar Kundewutz içirilir
(S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Zehrin
etki etmemesi için çeşitli dualar okunur, üflenir (S.Tuç ile görüşme,
24.03.2018).
Büyükbaş hayvanların ayak kırıklarında kırık bölge
düzeltilip, yumurta akıyla sabun karıştırılarak beze sürülür ve kırık olan
bölgeye sarılarak sabitlenir (S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018,).
Koyun,
keçi gibi hayvanların ayak kırıklarında iki tahta ile kırık sabitlenir, üzeri
keçe ile sarılır (S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Yaralar kızgın bir demirle dağlanır (A.Katı ile
görüşme, 28.04.2018).
Yün kırpma sırasında deri kesilirse, kesiğin üzerine
anında sıcak kül basılarak hem acısı hafifletilir hem de dışardan mikrop
kapması engellenir, onun üzerine katran sürülür (S.Tuç ile görüşme,
24.03.2018).
Koyunu kırparken, deride kesik oluştuğunda iltihabı
önlemek için, üzerine bolca tezek külü (яжъэ) bastırılır (G.Besler ile görüşme,
08.02.2018).
Atın
eyerin altında kalan sırt bölgesinde yaralar olduğunda; Karden Wutz
kurutulduktan sonra elle ufalanıp elekten geçirilerek yumuşak toz haline
getirilir. Bir hafta- on gün kadar iyileşme durumuna göre, sırttaki yaralı
bölgeye serpiştirilerek kesin sonuç alınır (S.Yamaç ile görüşme, 20.12.2017).
Ezilme, burkulmalarda kuru soğan külde pişirilerek
sözkonusu bölgeye sarılır (S.Yamaç ile görüşme, 20.12.2017).
Kışın kapalı yerlerde bulunan sığırlardaki kilo
kaybını önlemek ve kilo almasını sağlamak için, ökse otunun meyveleri olmadan
yaprak ve sapları yem olarak verilir (Тхагапсова, Sanal, 2019:3).
Aşırı yiyip şişen hayvanlar, karnının şişi inene kadar
atla kovalanıp koşturtulur (S.Tuç ile görüşme, 24.03.2018).
Koyunların karnı şişince jkan akıtma yapılır (Ş.Demir
ile görüşme, 30.03.2018).
At iştahtan kesilirse, Şıfınçesilhas denilen yöntemle
ağzının içine bıçakla kesik atılıp kan akıtılırdı (S.Tuç ile
görüşme,24.03.2018).
Koşmaktan yorulan atı çatlamaktan kurtarmak için,
burun kısmındaki poğubje denilen yeri kesilir (A.Katı ile görüşme, 28.04.2018).
Fazla yem yiyen at çok susar, Psınçe diye bir durum
olur. Bu durumda susamasını önlemek için atın damağı kesilir (A.Katı ile
görüşme, 28.04.2018).
Çift taraflı flağoda ise mafsalla birbirine bağlanmış,
bir daha büyük olan 2 adet sivri uçlu alet bulunurdu, büyük olan taraf atlardan
kan almak için kullanılırdı. (C.Devrim ile görüşme, 15.12.2017).
Atın sırt bölgesinde oluşan ve Kenke denilen tümörlü
bölge açılarak afyon yerleştirilip, tedavi edilir (A.Katı ile
görüşme,28.04.2018).
At
ve inek gibi büyük hayvanların derilerinde olan tahrişlerde; ısırgan otu
tereyağına karıştırıp krem kaline getirilerek tahriş olan bölgeye iyileşene
kadar sürülür (M.Sarı ile görüşme, 11.04.2019).
Atlarda
Пэгупч/Peğupc denilen hastalık görülür. Bu hastalık, atın burnunda oluşarak
soluk almasını güçleştirip ölüme kadar götürebilir. Adıgeler bu kıkırdağı özel
bir alet yardımıyla çıkarırlardı (Зэфэс, 2006:141).
Kuduz
hayvanlara kurutulmuş ve toz haline getirilmiş kraliçe arı yedirilir
(Шомахов, Sanal,2010:3).
Oğlak, kuzu, buzağı gibi yavru çiftlik hayvanlarına
göz değmemesi için, alıç dallarından çit yapılarak, sopalardan birine at
kafatası geçirilirdi. Aynısını arıcılar da yapardı. Yine öküzlerin boynuna alıç
dalı asılırdı. Kümes hayvanları ve çiftlik hayvanları alıç dallarından yapılan
sopalarla güdülürdü.
(Mijayev
ve Pashtova, 2018:87).
Bitki
Hastalıklarının Tedavisi
1890’da
M.Kekler’in yazdığı “Aus Wald und Welt-Aus dem Kaukaus” adlı ilimsel çalışmada;
Kafkasya’nın orman bakımından çok zengin bir ülke olduğundan ve olağanüstü
irilikte Kafkas türü birçok ağaç ve bitki bulunduğundan söz eder (Erkan,
1999:86).
“Kuzeybatı
Kafkasya’nın biyolojik çeşitliliğindeki sıradışılık dikkat çekmektedir; burada
endemik (sınırlı arazide yaygın olan) ve yerli bitki ve hayvan türleri sayısı
biyolojik çeşitlilik konusunda fikir vermektedir. Buradaki bitkiler alemi,
yaklaşık 3.000 türü kapsamaktadır. Ve bunların 1.700 kadarı yüksek tip
bitkilerdir. Ayrıca 416 tür endemik olup sadece bu bölgede rastlanır; bitki
türlerinden %36,6’sı yüksek dağlık ve çimenlerde, %16’sı ise ormanlarda yetişen
türdendir. Kafkas Milli Parkı, bölgedeki buzul çağı öncesi bitkileri temsil
eden relikt (kalık) türlerin yetiştiği merkezlerden biridir. Toplam relikt tür sayısı
169 olup halen ormanları oluşturan cinslerin tamamı, aslında eskiçağ orman
bitkileridir” (Agrba ve Khotko, 2007:18).
Şovalye Taitbout de Marıgny’ni de Çerkesya
Seyahatnamesi notlarında;
“Bütün
bu ülke bana pek verimli göründü. Öyle bitkilerle örtülüydü ki botanikçi
olmadığıma adeta üzüldüm. Bir sürü baharat yapılabilecek ıtırlı bitkilere de
rastladım.” (Şovalye Taitbout de Marıgny, 1996:35).
diyerek, doğal bitki örtüsünün eşine az rastlanır
zenginliğine vurgu yapmaktadır.
Ancak göç sonrasında dağıldıkları coğrafyalarda ise
Çerkesler, maalesef böylesi doğal zenginliğe bir daha rastlayamamışlar,
bitkilerle ilgili derin bilgi birikimlerini zamanla kaybetmişlerdir. Günümüzde
ise bu bilgiler artık genel kültür düzeyinde korunmaya çalışılmaktadır.
Kafkasya’da
tarıma elverişli arazi çoktur. Burada üzüm yetiştirmek için çok uygun topraklar
vardır (Velichko, 2016:111).
Dünyanın
en saygın bilginlerine göre elma, armut, erik, kiraz, kestane ve bazı diğer
meyvelerin vatanı bizzat Kuzeybatı Kafkasya’dır. P.M.Jukovski, dünyada
bahçeciliğin gelişmesi açısından Kuzeybatı Kafkasya’nın büyük öneme sahip
olduğunu yazmıştır (Agrba ve Khotko, 2007:18).
Eskiçağdan
beri tarımcılık yapan Adıgeler, Kuzeybatı Kafkasya’da orman- bahçe ve
orman-tarla sistemini uygulayarak bölgeyi baştan başa dev bir bahçeye
dönüştürmüşlerdi. Şapsuğ yöresindeki geleneğe göre, baharda ilk defa ormana
giren her kişi bir meyve ağacı aşısı yapmak zorundaydı (Agrba ve Khotko,
2007:27).
Adıgelerin
hububat ve yabani meyve türlerini ıslah ederek melez türler geliştirmesi, eski
dönemlerden beri aşılama tekniği konusundaki bilgi sahibi olduğunun
göstergesidir.
Bitkiler Zararlılarından Kaynaklı Hastalıkların
Tedavisi
Meyve ağaçlarını zararlılardan korumak için
yapraklarına odun külü atılır (G.Besler ile görüşme, 10.09.2018).
Ökse otu kaynatılarak, ağaç gövdelerini karıncalardan
ve diğer böceklerden korumak için kullanılır (Тхагапсова, Sanal, 2019:3).
Ormana dikilen asma çubukları kızıl ağaç, dut, vb
ağaçlara sarılırdı. Bu gibi Adıge bağlarında hastalık olmuyor ve verimi yüksek
oluyordu (Bi,2011:106).
Bu
yöntemlerle topraktan gelecek zararlılardan koruma sağlanıyordu.
Şıblenin
çarptığı taşlar nazardan ve kötülüklerden korumak için meyve ağaçlarına
asılırdı (Teuv Aslan ile görüşme, 27.02.2018).
Demir
eksikliği nedeniyle verimin düşmesini engellemek için;
Asmaların
kökünün olduğu toprağa demir tozu gömülür
Meyve
ağaçlarının köklerinin olduğu toprağa demir parçası gömülür
Saksıda
yetişebilen kısa boylu bitkilerin kök kısımlarındaki toprağa büyük çiviler
çakılır (G.Besler ile görüşme, 14.03.2018).
Tarım
alanlarında her yıl farklı bitki türlerinin ekim dikimi yapılarak, toprağın
veriminin düşmesi engellenir (G.Besler ile görüşme, 14.03.2018).
[2] Solotnjk/ Zolotnjk =
Rusya’da 1800’lü yıllarda kullanılan, eski ağırlık birimidir. Bir Solotnjk 4,25
gr. karşılığına gelmektedir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar