Print Friendly and PDF

Aşk Halleri...Lemaât'tan



 "Parıltılar...لمعات...فخرالدين عراقى" Kitabından



ALTINCI PARILTI

Aşıkla sevgiliden her biri diğerinin aynasıdır

 Allah’ın yolunda seyr ü sülük yahut Rahmani bir cazibe ile ona yönelmiş olanlara göre bu işin nihayeti şudur ki, muhib mahbubun kendi aynası olduğunu görmekle beraber kendisi de onun aynası olur.

هركه كه درصفاى رخ يار بنكرد

كردد همه جهان بجقيقت مصورش

Âşık her ne zaman mahbubun yüzündeki safaya bakarsa bütün cihanın nakışlarını hakikatiyle karşısında görünür.

چون باز در فضاى دل خود نظر  كند

بيند چو آفتاب رخ خوب دلبرش

Bir de dönüp de kendi gönül sahasına bakınca dilberinin güzel yüzünü güneş gibi görür, kâh bu onun şahidi kâh o bunun meşhudu olur. Kâh bu onun nazırı kâh o bunun manzuru olarak görünür.

عشق مشاطه ايست رنك آميز

 كه حقيقت كند رنك  برنک مجاز

Aşk, saç tarayıp güzelliğe renk veren bir süsleyicidir. Hakikati mecaz rengiyle gösterir.

تا بدام آورد دل محمود

 بطراز و بشاته زلف اياز

Mahmud’un gönlünü tuzağa düşürmek için kölesi Ayaz’m zülfünü tarayıp süsledi.

Kâh mâşuka has olan kemal hil’atini âşıka giydirir ve güzelliğin süsleriyle bezer. Âşık kendine bakınca mâşuk ile aynı renkte belki mâşukun olduğunu görür, aynı « سبحانى ما اعظم شانى وهل فى الدارين غيرى »

Kendi kendini takdis ederim. Benim şan ve celâletim ne büyüktür. İki cihanda benden başkası var mıdır? demeye başlar  [Bu sözü söyliyen Bayazid-i Bistamî’dir. Hakikatte ise şanı azim olan Allah’tır. Bayazid-i Bistamî’ye Allah’a has olan kemal hil’ati giydirildiği zaman aynasında beliren Allah’ın söylemiş olduğunu yine kendisinden öğrenmiş oluyoruz]  kâh olur ki âşıkm kisvesini mâşuka giydirir. Asıl makamı olan kibriya ve istiğna makamından ayrılır. Ve âşıka hulûs ve niyazda bulunarak der ki

« انى وحقى لك محب فبحقى عليك كن لى محباً »

ben hakkıma yemin ederim ki senin muhibbinim. 'Bana muhib olman için de senin üzerindeki hakkıma yemin ettiririm yalvarırım. Kâh maşukun talebi âşıkın eteklerine sarılır.

 « الاطال شوق الابرار الى لقاءی»

Çok hayırlı ve iyi insanların benimle mülâki olmak şevk ve iştiyakları çok uzadı, diye hasret çeker, kâh âşıkm şevki mâşukun yakasından başını çıkarır Jllîf jl» Hakikaten benim onları görmek iştiyakım daha şiddetlidir, der. Kâh mâşuk âşıkını gördüğünü anlatır,  « رايت ربي بعين ربي فقلت من انت قال انت انت»

Ben Rabbimi Rabbimin gözüyle gördüm. Sen kimsin? dedim, sensiiı sensin, diye cevap verdiğini bildirir. Kâh âşık mâşukun sözcüsü olur. «فأجره حتى.بسمع كلام الله»

Sığınan kimseye aman ver, ta ki Allah’ın kelâmını işitsin; âyeti gösteriyor ki, hakka sığmanın işiteceği Allah kelâmiyle Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem mütekellim olacağından Peygamberimizin mübarek ağzından işitmiş oluyor.


YEDİNCİ PARILTI

Aşkın mutlak surette biitün mazharlarda belirmesi ye bütün duygularda başgöstermesi

 

Aşk bütün varlıklarda sâridir. Bizzarur bütün eşyanın mayasıdır. « وكيف ينكر العشق ومافى الوجود الا هو» Aşk nasıl inkâr edilir? Varlık âleminde mevcut olan ancak odur. « وما ظهر فمن الحب وبالحب  ظهر والحب سار فيه»

Ne zuhur ettiyse ondan ve onunla zuhur etmiştir ve muhabbet onda sâridir. Belki zuhur eden hep muhabbettir. Muhabbet hiç kimseden ayrılmaz. Belki bir mahbubdan diğer bir mahbuba intikal eder. Bu intikal eden mahabbetler, ilk mahbuba bağlanan ve bağlanması icabeden muhabbetlerdir.

 نقل فوأدك حيث سئت من الهوى ما الحب الا لحبيب الاول»

Muhabbet âleminde gönlünü istediğin tarafa çevir! Hakiki muhabbet; ancak ilk mahbuba olan sevgidir. Her neyi seversen ve her neye yüzünü çevirirsen bilmediğin halde sevdiğin ve yüzünü çevirdiğin yine odur.

  Tasavvufun İlmî ve amelî yüksek bilginlerince mâsiva baştan başa İlâhî isimler ve sıfatların tecellilerine mazhardırlar ve bunların sırrı bütün eşyada sâridir. Bir insan hangi dinde olursa olsun neyi severse sevsin, neye taparsa tapsın o seviş ve o tapış bilmediği halde yine Allah’a racidir. Mukaddes kitabımızda وقضى ربك ان لاتعبد وا الا ياه Rabbbin Allah ancak kendine ibadet etmenize İlâhî kazasiyle hukmeyledi, buyuruyor « لاراد لقضائه  Allah’m kazasım reddedecek, hiçbir kuvvet yoktur. Bilinerek ve bilinmiyerek bütün ibadetler ve sevgiler Allah’a racidir. Sofiyenin büyüklerinden Mahmud-i Şebisterî, Gülşeni Râz manzumesinde:

اكركافر زبت آكاه كشتى

كجادر دين خود كمراه كشتى

puta tapan kafir, putun nasıl İlâhî bir Sirra mazhar olduğundan agâh olsaydı, yolunu kaybetmiş bir azgın olurdu? diyor.

**

 وكل مغرى محبوب يدين له جميعهم لك قد دانوا وما فطنوا

Hep birer mahbuba düşkündürler, onlara boyun eğerler, bunların hepsi sana düşkündürler. Sana boyun eğiyorlar ama bilmiyorlar.

 ميل خلق جمله عالم تا ابد

كر شناسندت وكر نه سوى تست

جز ترا چون دوست نتوان يافتن

دوستى ديكران بر بوى تست

Cümle âlem halkının meyli; seni bilseler de bilmeseler de ebediyete kadar hep sanadır. Senin gayretinle dostluk etmeye güç yetmeyince başkalariyle dostluk etmek; her şeyden senin güzel kokun geldiği içindir.

Allah’tan başkası dostluğa yakışmaz.. Belki yabancıyla dostluk imkânsızdır. Çünkü ne ile dostluk edilirse edilsin, dostların birbirlerine karşı sevgileri arada mevcut bir münasebetin eseridir. Münasebet ise güzellik ve iyiliktir. Bunlar: Allah’ın gayrına yakışacak sıfatlar değildirler.

فكل مليح حسنه من جمالها

 معار له   بل حسن كل مليحة

Her melâhatli kimsenin güzelliği onun cemalinden ariyet olarak alınmıştır. Bu belki her melâhatlinin güzelliğidir ama şu kadar var ki esbap ve ehbabm çehreleri perdeleriyle gizlenmiştir. Mecnun’un sevgide kıblegâhı, görünüşte Leylâ’nın cemali ise' de hakikatte Leylâ: mutlak cemalin aynasından başka bir şey değildir. Bunun için Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem

    من عشق وعف وكتم و مات فقدمات شهيداً  buyurmuştur. Şerefli hadîsin meali, bir adam birine âşık olup da iffetini muhafaza etmekle beraber kimseye söylemez ve bu aşk ile ölürse şehit olarak ölmüş olur, demektir, iffetin muhafazası ve aşkın mektum tutulması karşılığı olarak şehitlik gibi  gayet muazzam bir mertebe ile mükâfatlandırılmış oluyor. iffet; aşkın gayesi mecazi güzellik olmadığını ve mektum tutulması da mecazi güzellik münasebetinin içyüzü hâkiki cemale raci olduğunu göstermektedir. Mecnun’un Leylâ’daki güzelliği görüşü; mutlak olan güzelliğe raci bir görüşütür. Bu güzlük bütün mazharlarda parlamaktadır. Ondan başkası hep çirkindir. « ان الله جميل يحب الجمال» Hakikaten Allah güzeldir, güzeli sever. Şerefli hadîsteki güzelliğin Allah’ın gayrında bulunamiyacağı bilinmese de bütün mazharlarda tecelli eden hep Allah’ın güzelliğidir. Varlığı kendinden olmayan nereden güzel olabilir? Kendiliğinden mahbub olan odur ki, Mecnun’un gözüyle Leylâ’nın cemalini görür ve onunla dostluk eder.

مرد عشق توهم توئى كه توئى

دأما بر جمال خود نكران

Aşkın kahramanı yine sensin ki, sen daima kendi cemalini görmektesin. Şu halde Mecnun’un görüşü; Allah’ın görüşüdür ki, Leylâ’nın güzelliği aynasında mutlak güzelliği görmüş oluyor.

Böyle bir âşıkı ki, işitiyorsun güneşin dolaştığı bütün kâinatta yoktur (heyhat heyhat). Böyle bir âşıkı bulabilmek uzaktır uzak?

دعواى عشق مطلق مشنوز نسل آدم

آنجاكه شهر عشق است انسان چه كار دارد

Mutlak aşk dâvasını âdemoğlundan işitip dinleme! Aşkın şehri olan bir yerde insanın ne işi olabilir?

Çünkü bir insanın böyle şehirde bulunabilmesi; ancak beşeriyetten sıyrılıp fâni olmasına bağlıdır. Her neyi görüyorsan Tanrı cemalinin aynasıdır. Şu halde her şey cemil olmaktadır. « الذى احسن كل شي خلقه » âyeti bu güzelliği göstermektedir. Âyetin maeli: o öyle Allah’tır ki yarattığı  her şeyi güzelleştirmiştir, demektir. Onun içindir ki, yarattıklarının hepsiyle dostluk eder. Dikkat edersen kendi kendiyle dostluk etmekte olduğunu görürsün. Mâşukun aynasında kendinden başkasını göremez. Kime âşık olursa o kendisinden başka bir mâşuk değildir. « المؤمن مرآت ألمؤمن»  Mü’min mü’mînin aynasıdır, şerefli hadîsi bu hakikatleri beyan etmektedir. Mü’min kelimesi iman sahibi kims'enin sıfatı olduğu gibi Allah’ın güzel sıfatlarından biri dahi M’ümin'dir.

رو ديده بدست آركه هر ذرهٔ خاك

جاميست جهانناى چون در نكرى

Git! Öyle bir göz edinmeye çalış! Çünkü toprağın her zerresi bir “câm-i cihannüma = içinde cihanı gösteren bir kadeh”tir. O göz ile hangi zerreye baksan bütün cihanı o zerrede görürsün. O zaman bilirsin ki: seven kendi zatının aynasında sevdiği mahbubunun yüzünü görür. Çünkü mahbubun görünüşü mahbubun gözüyledir. « كنت سمعه وبصره » Kutsi hadîsi gereğince Allah, sevdiği kulunun kulağı ve gözü oluyor. Şu halde muhibbin gördüğü mahbubunun kendisidir. « فأنما نحن به وله واليه»

 Biz ancak onunlayız ve onun içiniz ve dönüşümüz yine onadır. Seven ve sevilen, arayan ve aranılan, işiten ve işitilen zuhur itibariyle hep birdir. Çünkü zahir ve mazhar ıtlak ve takayyüt itibariyle ayrı ayrı iseler de . zuhur itibariyle her ikisi birdir. Zâhir olan mazhar mertebesinde mazharm aynıdır. Lâkin herkesin anlayışı böyle incelikleri kavrıyamaz.

Yoksul fakir bir adam nasıl padişah olabilir? Sivrisinek gibi gayet zayıf bir mahlûk; Süleyman Peygamberin bulunmuş olduğu şanlı bir mertebede nasıl bulunabilir?

 فى عجيب ينست كه اين مرد كدا

چونكه سلطان هسرت سلطانك شود

Bir yoksul dilencinin padişah olması garip değildir. Garip olan şudur ki: padişah varken bu yoksul fakir nasıl padişah olabiliyor!

بو العجب كارى وبس نادر رهي

اين چو عين آن بود آن كی شود

Çok tuhaf olan iş ve pek nadir bir gidiş şudur ki : bu onun aynı olunca o nasıl oluyor ve ne oluyor?


SEKİZİNCİ PARILTI

Surî ve zevki tecellilerle; erginlerde görülen berki tecellilerin ahvali 

 

Sevgili, ya suret veya mâna veyahut bunların fevkinde müntehilere erginlere has ihtisas ve berkî tecelli aynalarından yüzünü muhibbine gösterir. Eğer mahbuE bir suretin kisvesiyle cemalini muhibbine gösterip cilvelendirirse muhib, bu tecellide kuvvet düşüncesiyle lezzet duyar. Bu müşahedede « رأيت ربي فى احسن صورة» ben Rabbimi en güzel bir surette gördüm, şerefli hadîsinin sırrı anlaşılmış olur ve muhibbine فأينما تولوا فثم

وجه الله»  hangi yana yönelirseniz Allah’ın zatı o yandadır, âyetini gösterir.

جهانرا  بلندى وپستى تويی

 ندام چه ئى هرچه هستى تویی

Cihanın yukarısı aşağısı sensin. Bilemiyorum nesin? Her ne varsa sensin! Bu tecellide:

يارى دارم جسم وجان صورت اوست

چه جسم وجان جمله جهان صورت اوسمت

هر صورت خوب و معنئ پاكيزه

كاندر نظر تو آيد آن صورت اوست

Sevdiğim bir yârim var, cisim ve can onun suretidir. O cisim ve candır. Hattâ cümle cihan onun suretidir. Görülebilecek her güzel yüz ve her pâk ve tertemiz 'mâna hep onun suretidir. Ne demek istediği anlaşılır ve eğer mahbubun celâli: mâna perdesi içinden ruh âleminde ansızın baskınla hücum edecek olursa muhib kendinden o kadar geçer ki, ne resmi ne ismi kalır, ne de varlıktan bir zevk alabilir. Bu hal; mümkündeki imkânın fâni oluşu ve ezelî bekanın ebedî görünüşüdür.

ظهرت لمن ابقيت بعد فنائه

 فكان بلا كون لائك  كنته

Fâni olduktan sonra ipka eylediğin muhibbe zahir olmaktasın. Onun imkân âlemindeki 'varlığı kalmayınca onun yerini tutmaktasın. Eğer mahbub, suret ve mâna perdelerini cemal ve celâlin önünden kaldırıp atarsa perdesiz olarak muhibbine hep bunları söyler:

در شر بكوى يا تو باش يا من

كاشكل بود كار ولايت بدو تن

Bu şehirde söyle! Ya sen olmalısın ya ben. Çünkü iki vali arasında vilâyetin işi altüst olur. Haydi yükünü topla!« اذا جاء نهر الله بطل نهر عيسا»[ İsa’nın nehri Bağdat ülkesinde cereyan eden bir nehirdir. Etrafındaki ekinleri bu nehirden irva ve İska ederler. Şiddetli yağmurlar yağmaya başlayıp da Dicle artınca Isa’nın nehri hiç olur. Bu söz yerine göre misal olarak burada maneviyata tatbik maksadiyle getirildi ]

Allah’ın nehri gelince İsa’nın nehri hiç olur, meşhur meseldir.

Bir sivrisinek Süleyman Peygamberin huzuruna gelerek rüzgârdan şikâyet ediyor. Rüzgârı getir dâvanıza bakalım deyince, sivrisinek; bizim için rüzgârla bir arada bulunmak mümkün müdür, o gelince biz burada kalabilir miyiz? diyor.

خلق را روى كي نماید

 در كدام آيينه در ايد او

O, halka yüzünü nasıl gösterebilir ? O hangi aynada görülebilir?

 

DOKUZUNCU PARILTI

Aşık ve mâşukun aynada karşılıklı bulunuşları ve âşıkm şuhut mertebeleri

 

Mahbub muhibbin aynasıdır, kendi kendisinden başkasını o aynada göremez.' Muhib dahi mahbubun aynasıdır. Kendi isim ve sıfatlariyle bunların hükümlerinden başkasını mütalâa edemez. MuhibL kendi nefsini hakiki vahdetle bir olduğu halde nisbî birçok evsaf ile mahbubun aynını görünce ona şöyle hitabeder:

شهدت نفسك فينا وهى واحدة

 كثيرة ذات وأوصاف واسماء

Sen hakiki vahdetle bir tek olduğun halde nisbî birçok vasıflar ve isimlerle görünüyorsun, der ve şunu söyler:

ونحن فيك شهدنا   بعد کثر تنا

 عينا بها اتحد المرئ و الرائ 

Bir de sana bakışımızda kesretimizden sonra tek bir zat görüyoruz. Gören ve görülen birleşiyor.

جام جهان نماى من روى طرب فزاى تست

كر چه حقيقت من است جام جهان نماى تو

Bana cihanı gösteren kadeh senin neşe artıran yüzündür. Sana cihanı gösteren de benim hakikatimdir. Kâh bu onun kâh o bunun aynası olur. Mahbub ayna olunca, muhib bakar, kendi içyüziyle mânaları, zâhirî şekil ile şekillenmiş ise kendi gözüyle kendini görmüş olur. Çünkü Allah’ın gözüyle görebilmesi için kulun zâhirî ve batını bütün kuvvetleri olacak “Kurb-i Nevâfil” makamına henüz ermemiş demektir. Ve eğer muhib misal  âleminde madde’den münezzeh bir ceset görüp de bunun ilerisinde başka bir şey olacağını sezerse mahbubun gözüyle mahbubunun suretini görmüş olur. Muhibbin aynasında görülecek mahbubun sureti aynanın şeklindeki görünüşlere göredir. Cüneyd-i Bağdadî’nin söylemiş olduğu « لون الماء  لون انائه» suyun rengi, içinde bulunacağı kabın rengidir, hikmeti bu halin bir misalidir. Ve eğer muhib mahbubun suretini aynada kendi şeklinden başka görürse kendi aynasındaki tecellinin bütün suretleri kaplıyan bir tecelli olduğu bilinmiş olur. Ve böyle bir tecelli « والله من ورائهم محيط» Allah cümlesinin muhitidir, âyeti işaretiyle aynanın hükümleriyle bağlı olmıyarak bu suretlerin muhiti olduğu görülür. îhlâs ehli plân muhib şekil ye mânaya ait suretlerin âleminden içeri ayak atarsa yüksek sıfatın talebinde bulunur. Şekil ve emsal ile mukayyet mahbuba baş eğmez.' Görünüşünde bütün suretlerin mahviyle zâhirî ve manevî suretlerin aracılığı olmaksızın aradığını bulur.

« انما يتبين الحق عند اضمحلال الرسوم »

Hakk: ancak rüsum’un aradan kalkmasiyle aşikâr olur.

در تنكناى صورت معنا چه كونه كنجد

در بنكه كدايان سلطان چه كار دارد

Suretin darlığı içine mâna nasıl sığar? Fakirlerin pılı pırtı koydukları odada padişahın ne işi olabilir?

صورت پرست غافل معنى چه دانن آخر

كويا جمال جانان پنهان چه كا دارد

Surete tapan gafil böyle gizli mânaları nasıl kavrıyabilir? Cananın gizli cemaliyle onun ne münasebeti ve ne işi olabilir?


 

ONUNCU PARILTI

Mazharın özelliği yönünden zahirin ona lâyık olabileceği ve zahirin zuhuru cihetinden mazhara neyin arız olabileceği bahsi

 

Zuhur, daima mahbubun ve gizlilik, muhibbin sıfatıdır. Mahbubun sureti, muhibbin aynasında kendi hakikatleri sebebiyle zâhir olunca zâhire bir hüküm vermiş olur. Nasıl ki suretin zuhuru, zâhire aynada bir isim vermektedir. «ولدت امى اباها ان ذا من أعجبات» Anam, babasını doğurdu. Bu bir ucubedir.

[  A’cubat, ucubenin cem’idir. Şiirin vezni zaruretiyle tahfif edilmiştir. Ucube, görülmemiş bir şey demektir. Bu mısra bir beytin birinci mısraıdır. Beytin aslı tasavvufta hal ehli olan Mansur Hallacındır. İkinci mısraı şöyledir: « و اي طفل صغير فى حجور المرضعات» Babam sütanaların kucaklarında küçük bir çocuktu. Müellif kendince başka bir mânada birinci mısraı iktibas eylemiştir. Ana dediği muhibbin ezelî İlâhî bilgisinde «ayn-ı sabite »sidir. Anasının babasından maksat: mutlak varlıktır. Çünkü ilm-i gaybî tecellisiyle ayn-ı sabitesinin taayyününden mutlak varlık hasıl olmuştur. Mutlak varlığın ayn-ı sabiteden doğmuş olması: ilm-i gaybî tecellide ayn-ı sabitenin ahkâmiyle boyanması itibariyledir. Meüellifin anlatmak istediği mâna budur. Fakat beytin asıl nâzımı Mansur Hallac’ın maksadı; İsa Peygamberin dediği « لن يلج ملكوت السموات من لم يولد من امه فمرتین» anasından iki kere doğmayan semavatın melekûtuna girebilecek yol bulamaz, cümlesindeki ikinci doğuştur. Müellif, beytin  birinci mısraını iktibas etmiştir. Lemeat’m metnini yanlış yazanlardan bazıları metne  ikinci mısraı da İlâve etmişlerdir.]

Bu makamda zâhir ve mazharm herbiri diğer birer eser bırakmış ve bu eserlerle birbirinden ayrılmış olur. Ben, biz, o, zamirlerinin mastarları meydana çıkar, sen ve o görülmeye başlar. Muhibbin tecelliye kabiliyeti oldukça, mahbubun cemali de aynada yüzünün suretini gösterir, lezzet, elem, gam ve sürür tezahür eyler ve havf ve sürür ve kabz ve bast gibi haller birbirini kovalar. Fakat fânilikle tahakkuk edip de suret libasını üzerinden kaldırır, atar, vahidiyet deryasına dalarsa ne azap, nenaîm ve ne havf ve reça’yı duymaz. Havf ve reca mazi ve müstakbele aittir. O öyle bir ahadiyet deryasına dalmıştır1 ki, hal içinde başka bir halde bulunmaktadır. Ne geçmiş, ne gelecek zaman vardır. Bir adam bir tuz madenine düşse mahvolur gider, vücudundan bir eser kalmaz. Ben azametli ve heyecanlı vahdet deryasını, tuz madeni bataklığından aşağı göremiyorum. Esasen kopku, yâ şuhuda engel olan perdeden veyahut perdenin kalkmasiyle beraber Tanrı yüzünün kutsal nurları şiddetiyle yanmak endişelerindendir. Muhib bulunmakta olduğu bu makamda her iki türlü endişeden uzaktır. Hicab denilen perde ancak iki şey arasında farz olunabilir. Halbuki “istihlâk” makamında ikilik kalmamıştır. Tanrı yüzünün tecellisi kuvvetinden yanacak bir şey de yoktur « من هو النار كيف تخرق »

نيست را كعبه وكنشت يك است

سايه را دوزخ و ببشت يك است

Yok olana göre, Kâbe ve kilise; gölgeye göre cehennem ve cennet birdir. « اذا طلع الصباح بنجم راح تساوى فيه سكران وصاح»         Deveran eden bir yıldız ilesabah olunca sarhoş ve ayık birleşir ve müsavi olur. Nur, nuru yakmaz. Belki ışığı mağlûp olan nur; ışığı daha şiddetli ve galip bir nur içinde görünmez olur. Ebu Yezid Bistani’ye» كيف اصبحت ” nasıl sabahladınız? demişler.

 لاصباح عندى ولا مسا

Benim yanımda ne sabah vardır, ne akşam, diye cevap vermiştir.

اينجا كه منم نه بامداد است نه شام

نه بيم نه اميد ونه حال ونه مقام

benim içinde bulunduğum vaziyete göre ne sabah var, ne akşam, ne korku, ne ümit, ne hal ve ne makam,

« انما الصباح والمسا ولمن يتقيد بالصفة و انالاصفة لى»

sabah ve akşam kendi sıfatiyle bağlanmış olan içindir. Benim ne zatım ne de sıfatım var. Muratlar ve istekler olmayınca sıfat nasıl olabilir?


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar