Aşk Yolcuğu...Parıltılar...Lemeât
"Parıltılar...لمعات...فخرالدين عراقى" Kitabından
ON BİRİNCİ PARILTI
Allah youna sâlik olanları maazallah “hulul” ve
“ittihad”a düşürecek ahval ile bunlardan kurtulma çareleri
İttihat, bir şeyin diğer bir şeyle
birleşmesi ve hulûl, bir şeyin diğer bir şeye girmesidir. Bunların daima iki
şey arasında olacakları zaruridir. Ayna île aynaya akseden suretin bunlara
benziyecek hiçbir münasebetleri yoktur. Aynada görülen suretin ayna ile
birleşmiş yahut aynaya girmiş olması mümkün değildir. Tecelli eden Hak. ile
kendisine tecelli edilen abd bunun gibidir
كويد
انكس دربن مقام فضول
كه تجلى نداند اوز حلول
Tecelliyi hulûlden fark etmiyen kimse bu
makamda saçma ve fuzuli söyler. Hulûl ve ittihadın iki şey arasında olması
zaruridir. Tecellide biıt* şeyden aşka bir şey yoktur. Ayna ve aynada görülen
suret bunun açık bir misalidir. Hulûl ve ittihadın mutlaka iki şey arasında
olması lâzımdır. O iki mevcut şey ister iki cevher yahut bir cevherle bir araz
olsun. Bu ikinin birbirinden ayrı olmaları icabeder. Hâlbuki şuhut gözüyle
bakılırsa birlikte ikilik katiyen mevcut değildir.
العين واحدة والحكم
مختلف
وذاك سر لأهل العلم ينكشف
Zat birdir, verilecek hükümler ayrıdır.
Bu öyle bir şeydir ki ancak ilim ehline açıklanır. Keşif sahibi bilgin, çokluğu
zatta değil, hükümlerde görür. Hükümlerin çokluğu, değişikliği gerekli kılmaz.
Zat için vahdet bir kemaldir ki, tagayyür ve teessürden münezzehtir. Nasıl ki
bir nur, çeşitli renkli camlara vurunca kırmızı, yeşil, sarı görünür. Fakat bu
renklerin, asıl nurun renkleri olmadığı bellidir.
لا لون للنور لكن فى
الزجاج بدئ
شعاعه فترا ای فيه الوان
Nurun rengi yoktur. Lâkin camlarda şuaı
peyda olunca muhtelif renkler görülmektedir. Dediklerimi bilmiyorsan gel benim
gözümle bak ki anlıyabilesin!
افتابى در هزاران
آبكينه تافته
پس رنكی هر يك داى
عيان انداخته
Binlerce billûr camlar üzerine düşen
güneş ışığı, bunların herbirini açıkça başka bir renk ile parlatmış olur.
[Güneşin nuru renksiz bir nurdur. Bu nur
ezeli İlâhî bilgide sabit ve malûm ayan-ı sabiteye İlmî ve gaybî tecelliyatiyle
âyân-ı sabitenin her biri ezelî istidatları boyasiyle boyanarak haricî ve
mecazî varlık âleminde belirince «âyân-ı sabite» billûrlarının ışıklariyle
görülen muhtelif renkler şunun bunun arasına ihtilâf bırakmıştır. Mutlak Varlık
daima kendi öz vahdetindedir.]
ONlKİNCİ PARILTI
Allah yoluna gidenlerin: « سير الى
الله » ın tamamından sonra « سيرى فی
الله» a başlamaları ve bunların gerçekleşmesi
Allah’a doğru gidiş yolunda her kime
kapıyı açarlarsa kendi hiçliği halvethanesine çekilip oturur. Kendiyle dostunu
birbirine ayna edinerek kendini döştün aynasında görür ve kendi , aynasında
Allah’ın sıfatları mütalâasında bulunamaz. Çünkü « سير
الى الله » seyri’l-Allah’ın
tamamından sonra zatın tecellisi « فنا فى الله
» fena fi’llâh makamının başlangıcıdır. Mekke’nin fethine kadar Medine’ye
hicret eden muhacirlerin kazandıkları ecir ve hasenat Mekke’nin fethiyle
tamamlanarak « لاهجرة بعد الفتح» Mekke’nin fethinden sonra hicret yoktur,
şerefli.hadîsi gereğince hicret hasenatı, kemalini bulmuş ve tamamlanmış olduğu
gibi « سير الى الله » seyri’l-Allah dahi zatın tecellisiyle
tamam, olacağı ve « سيرى فی الله» seyr fi-Allah’a başlanacağı sıra gelmiş
oluyor.
آيينه صورت از سفر دور است
كان پذیر اى صورت از
نور است
Sureti gösteren ayna seferden uzaktır.
Çünkü onun suret göstermesi kabiliyeti nurdan parlak olduğu içindir. Bu
halvethaneden uzaklaşmaya, sefer etmeye ihtiyaç kalmamıştır. «فأین تذهبون» Nereye gidiyorsunuz? Burada gurbetin
imkânı yoktur. Zira, «لاسياحة فى امتى»
şerefli hadîsinde, benim ümmetimde seyahat yoktur, buyıirulmuştur. Bu şerefli
hadîste benim ümmetim denilmesi işaretiyle
فنا فى الله makamında bulunanların murad edildikleri
anlaşılmaktadır. Bu makamda yol nihayete eriyor, istek kalmıyor, « سير الى الله »
ta vusul için ıstırap bitiyor. « سير الى الله » mertebelerinde terakki tamamlaşıyor.
İzafete ve işaretler sukut ediyor, Arapçada iptida ve intiha için olan min « من ve « الى»
» ilâ hükümleri tarh ediliyor. Çünkü varlığın vahdaniyet deryasında iptida ve
intiha yoktur. Bu makamda halvet sahibi daima bunu söyler:
خلوت بمن اهوى فلم
يك غيرنا
ولو كان غيرى لم يصح
وجودها
Çok sevdiğimle halvette tenhalaştık.
Bizden gayrı kimse yoktu. Eğer benim bir gayrım olsaydı sevdiğimin varlığı
doğru olabilir miydi?
[Abdurrahman Cami bu beytin şerhinde
diyor ki: « dir» kâne her iki yerde nakıs fiillerden değildir, tamdır. Buradaki
vücut kelimesi de buluş mânasmdadır. Husul ye oluş demek değildir. Muhiddin-i
Arabi, Fütuhat’ında.: «كان الله ولم يكن معه شى şerefli hadîsinde Arap dili grameri
mütehassıslarından meşhur Sibeveyh’e göre كان
vücudî bir harftir diyor. Allah vardır, Allah ile bir şey yoktur, demek oluyor,
Allah var idi diye mâna vermek yanlıştır.]
Evet! Bundan sonra da sefer
olabilir. Ancak kendinde ve İlâhî sıfatlarda olur. Sırrı takdis edilsin
Bayazid-i Bistamî « يوم نحشر المتقين الى الرحمن وفدا»
müttekileri Rahmana haşrettiğimiz gün mealindeki âyeti işitince bir na’ra
vurarak, ومن یكون عنده الى این يحشر
yanında bulunan nereye haşrolunur? demiştir.
Diğeri bu âyeti işitiyor: « من اسم الجبار الى اسم الرحمن ومن اسم القهار الى اسم الرحيم
» Cebbar isminden Rahman ismine ve
Kahhar isminden Rahim ismine denir. Seyri-l-Allah tamam olunca seyr fi’l-Allah
bakidir ve bu seyrin nihayeti yoktur.
ON ÜÇÜNCÜ PARILTI
هر چه بخشد از وبدو
بخشد
Her ne alacak olursa ondan ve onunla
alır ve her ne bağışlarsa ondan ve onunla bağışlar. Şerefli hadîste beyan
buyurulan perdeler hakkında denilmiştir ki, nurânî olanları: insanın ilmi ve
halleri ve makamları ve güzel ahlâkı ve zulmaniler ise: bilgisizliği ve cehli
ve âdetleri ve kötü huyları gibi şeylerdir. Aciz sebebiyle hakikati idrak
edemediklerinden nur ve zulmet perdelerinin yakin ve şekkT ait olacağı zehabına
düşmüşlerdir. Burada dikkat edilecek cihet: dedikleri gibi nur ve zulmet
perdeleri yakîn ve şekke ait perdelerin açılmasında yanmaları lâzım geleceğine
bakılırsa yandıklarını görmüyoruz. Ne perdeleri açmaya muvaffak olanların ve ne
de halkın yandıkları görülmüyor. Belki bu perdeler. Allah’ın isimleri ve
sıfatlarının tecellileridir. İlâhî isim ve sıfatların gayrı olarak nur
perdelerinin ruhaniyetlerden ve zulmet perdelerinin cismaniyetlerden ibaret
olduğunu da söylemişlerdir. Şerefli hadîsin mânalarında hakikati bulmak için
ihtimallerin sayılması icabetmektedir. Olabilir ki vücudî veya şuhudî
tecellilerin itibar ve mülâhazasiyle « بصره
» kelimesindeki Zamir hakka veyahut halka râci olabilir. Hakka rücuu takdirinde
keşiften evvel veya sonra perdelerin kalkması müsavidir. Nuranî perdeler lütuf
ve cemal ve zulmanisi kahır ve celâl perdeleridir. Nur ve zulmet perdelerinin
Allah’ın isimleri ve sıfatları olduğu mânası yakışık almaz. İsimler ve sıfatlar
perdeleri kalkınca, zatın âhadiyeti izzet perdesinden parlar, bu parlayış bütün
eşyanın sarsılıp mahvolmasını gerektirir. Çünkü eşyanın varlıkları isimlerin ve
sıfatların vasıtalariyledir. Kutsal zatın tecellisi, onların vasıtasiyle tesir
etmektedir.'“Kut-ül- Kulûb” kitabının müellifi Ebu Talib-i Mekki:
ان الله حجب الذات بالصفات وحجب الصنفات بالافعال
» Allah, zatı sıfat ile, sıfatı da ef’al ile perdelemiştir, demiştir
[
ان الله سبعين الف حجاب من نور وظلمة لوكشفها لاحرقت سبحات وجهه ما انتى اليه بصره من خلقه
اليه
Allah, nur ve zulmetten çekilmiş yetmiş
bin perde arkasındadır. Bunları açacak olsa yüzünün nurlarındaki şiddet, daha
ilk bakışta kendisini görmeye meydan kalmadan ne varsa yakar, mealindeki şerefli
hadîste « « اليه وبصره
ومن خلقه » kelimelerindeki ها
zamirlerinin neye raci olduklarında ihtilâf edildiğinden muhtelif mânalar
verilmiştir. «Sübühat», «sübha»nm cem’idir. Sübhan tesbih
taneleridir. Bu kelime bu ibarede nurun şulelerine istiare edilmiştir. İlâhî
nur daima parlamaktadır ve mukarreb olan melekler daima bu envarın
müşahedesiyle Allah’ı takdis ve teşbih etmektedirler.]
Eğer hakikatine bakacak olursan onun
perdesi yine kendisidir. Zuhurunun şiddetiyle örtünmüş, nurunun satvetiyle
bürünmüştür.
لقد بطنت فل تظهر للذى
بصر
فكيف يدرك من والعين مستتر
Bâtın oldun, görür gözü olana zâhir
olmadın, görür gözle perdelenip de görünmez olan nasıl görülebilir? İkinci
mısrada lâtif bir işaret görülüyor. Göz' her şeyi görür, fakat kendini görmez.
Göz kendini göremediği halde bir perde ile gizlenmiş olanı nasıl görebilir?
demek istiyor. Görüyoruz ve ne gördüğümüzü bilemiyoruz. Şüphesiz söyliyeceğimiz
şudur :
حجاب روى توهم روى تست
در همه حال
نهانی از همه عالم زبس
كه پيداي
Senin yüzünün perdesi yine kendi yüzündür.
Bütün âlemden gizli olduğun çok aşikâr olduğundandır.
بهر چه و نكرم صورت تو
مى بينم
از ان ميان همه در چشم من تو مى آیی
Her şeye baksam senin suretini
görüyorum. O arada sen daima gözüme geliyorsun!
زرشك تا نشناسد كس ترا
هردم
جمال خود بلباس ديكر
ييار ايی
Kıskançlıktan bir kimse seni tanımasın
diye cemalini her zaman başka bir libas ile süslüyorsun. Başkasının ona perde
olabilmesi gerekmez. Çünkü perde mahdut içindir. Hâlbuki onun hududu yoktur.
Suret ve mânadan âlemde her ne görüyorsan onun suretidir. O hiçbir suretle
mukayyet değildir. Çok acayip iş! Herhangi şeyde o olmazsa o şey de olmaz ve
hangi şeyde o olursa o şey de olur.
تو جهانى ليك چون آیی
بديد
نيك جانى ليك چون كردى نهان
Sen cihansın, lâkin aşikâr olarak
geleceğin zaman, iyi bir cansın. Lâkin gizli ve görünmez olacağın zaman Zâhir
ve Bâtın isimlerinin işaretleridir.
چون بديد آیی چو پنها
نی مدام
چون نهان كردى چو
جاويدى عيان
Aşikâr geleceğin zaman daima gizlisin.
Gizlendiğinde de ebedî ayansın.
هم نهانى هم عيانى هر
دوى
هم نه آنى هم نه اين
هم اين وآن
Hem bâtınsın hem zâhirsin ve her
ikisisin. Hem o değilsin hem bu değilsin, hem busun, hem o
ON DÖRDÜNCÜ PARILTI
Vücup ve imkân kavisleri ve bunların bâtını « او
ادنى» makamiyle aralarındaki ayrılık
Vâcip ve mümkün'ü bir daire farzet. Bu
daireyi merkez noktamdan geçmek üzere doğru bir çizği ile ikiye ayırınca iki
kavis şekli hâsıl olur. Bunların biri vücub'un diğeri imkân'm temsilî
kavisleridir. Dairenin merkezinden geçen çizgi: vacip’ten ayrı olan imkân
taayyünlerinin göstericisidir. Bunlar tevehhümde var gibi görünüyorlarsa da
hakikatte varlıkları yoktur.
مى نمايد كه هست نيست
جهان
جز خطى درميان نور وظلم
Görünüşte cihan var görünüyorsa da
vücüb’un nuriyle imkân’m karanlığı arasında bir çizgiden başka bir şey
değildir.
كر بخوانی تو اين خط
موهوم
بشناسى حدوث راز قدم
Eğer bu mevhum hattı okuyabilirsen
hudus’un hudus taayyüniyle kıdemden ayrıldığını bilirsin, taayyünün itibari
oluşu ile hiç içinde bir hiç olduğunu taayyün ile. anlarsın. Lâkin burada bir
nokta var ki bilinmesi elzemdir. (Daireyi ikiye ayıran çizgi ortadan kalkınca
şuhut görüşün de zail olursa da taayyünün hükmü ve eseri bakidir.
خيالى کژ بر اينجا و
بشناس
كه هر كودر خدام کم شد خدا نيست
Burada eğri hayale kapılma ve iyi bil ki
Allah yolunda fâni olan herhangi bir kimse Allah değildir. Aşk ile Allah
yolunda ilerliyen kimsenin kendinden geçip fâni oluşuna Münazele derler.
Münazele zamanında zat-ı akdes’in ferdaniyeti: ikilikten hasıl olan ittihadı.
Ahadiyetin sır perdesi etrafında dolaştırmaz. Çünkü imkânın eseri bakidir.
ومن بعد هذل ماينق صفاته
وماكتمه احظى لديه و اجمل
Fâni olduktan sonra sıfatların
incelikleriyle istiğrakın kendince mekturiı kalması: daha hazlı ve daha
güzeldir. Ahadiyet, (Allah’ın isimlerinde kesret ahadiyeti ve mukaddes zatın
hüviyeti itibariyle aynı ahadiyettir. Her iki surette ismi Ahaddir [i]. Her
suretle “Ahadiyet” sırrının eşyada sirayeti: bir sayısının bütün sayılarda
sirayeti gibidir. Eğer bir sayısı olmasaydı birin tekerrüriyle nihayetsiz
sayıların aymları zâhir olamazdı.
كر
جمله تويی بس اين جهان چيست
ورهيچ نه يم من ان
فغان چيست
Eğer her varlık sen isen şu halde bu
cihan nedir? Eğer ben hiç değilsem bu figan nedir?
هم جمله تويی وهم همه
تو
وان چيز كه غير تست آن
چيست
Hem her şey sensin, hem de hep sen. O
halde senden başka olan şey nedir?
چون هست يقين كه نيست
جز تو
آوازهٔ این همه كمان
چيست
Senden başka bir varlık olmadığı yâkîn
ile malûm olunca bütün bu şek ve şüphe âvâzeleri nedir? Onun vahdeti; zevk ve
vicdan yoliyle senin kendi vahdetinden de bilinebilir. Sayıların bir
sayısındaki fertleri gibi. Birin bire darbiyle hasıl olan sayı yine birdir.
Böylece tevhit dürüst olur. Bunu zevk ve vicdan yoliyle bilenler pek azdır.
ON BEŞİNCİ PARILTI
Muhibbin işi ve ona her şeyin nasıl izafe edileceği
ve saadet ve şekavet bahsi
Muhib mahbubun gölgesidir. Mahbub hangi
tarafa giderse gölge de onun izi üzerinde gider. Gölge nurdan nasıl
ayrılabilir. Muhib mahbubun gölgesi olup da onun izi üzerine gidince ان ربى على صراط مستقيم gerçek Rabbim doğru
yol üzerindedir, âyeti gereğince eğri bir yola gitmiş olur. Çünkü bu âyetin
evveli وما من دابة الا هو آخذ بناصيتها ان ربی على صراط
مستقيم yeryüzünde basarak yürüyen hiçbir canlı mahlûk yoktur ki,
Tanrı’nın buyruğu altında bulunmasın. Gerçekten Rabbim doğru yol üzerindedir,
mealindeki âyet, her mahlûkun gittiği yolun doğru yol olduğunu gösteriyor. Her
mahlûkun dizgini Allah’ın kudret elinde olunca gideceği yol elbet doğru bir
yoldur. Çünkü onu çekip götüren doğru yol üzerinde olduğundan muhibbin de doğru
yol üzerinde olacağı zaruridir.
فلا عبث و ا لخلق لم
يخلقوا سدى
* وان لم يكن
افعالهم بالسديدة
[*] Bu Arapça iki beyit Şerefüddin Ömer
îbn-i Elfarz’ın büyük «Taiye» kasidesindendir. Bu kaside Allah yoluna gidenin,
geçireceği ve göreceği hallerden bahsetmektedir.
Karışık bir iş yoktur. Halk beyhude yere
yaradılmamışlardır. Her ne kadar halkın işleri sağlam olmasa da kendilerinin ve
işlerinin yaradılışları bir hikmetin icabıdır.
على
سمة الأسماء تجرى امورهم
و حكمة وصف الذات
للحكم اجرت
Halkın işleri isimlerin nişanesi üzerine
yürümekte ve mukaddes zatın sıfatlarındaki hikmet hükmünü icra ettirmektedir.
Varların var oluşları Allah’ın ezelî bilgisindeki varlıkları yönündendir. Tanrı
katında bu malûmların boyalariyle boyanmışlardır. İsim ve sıfatların
tecellileri birbiri ardınca kemalini buluncaya kadar devam eder. Kemal ise
hangi isim ve sıfattan doğmuş ise onun tam mazhariyetidir. O isim ve sıfata
dönüşünde de doğru yol üzerinde yürümüş olacağı şüphesizdir. Gerçi diğer bir
isim ve sıfata göre gittiği yol eğri bir yol sayılırsa da kendi mazhariyetine
göre gittiği yol doğru bir yoldur. Cüneyd-i Bağdadî’den tevhidin ne olduğunu
soruyorlar, cevabında: bir muganniden işittim böyle teganni ediyordu diyor:
وغنی لى منى قلى ... وكناحيثما كانوا
...
وغنيت كا غنى ... وكانوا حيثماكنا
Gönlümün istediği sevgili benim için
teganni ediyordu. Ben de onun teganni ettiği gibi teganni ettim. Onlar nasıl
oldularsa biz de öyle olduk. Biz nasıl olduksa onlar da öyle oldular.
آنكس كه هزار عالم از
رنك نكاشت
رنك من وتوك برد اى نا
داشمت
O kimse ki, binlerce âlemi renklerle
süsledi. Ey müflis! Benimle senin renklerimizi nereye götürecektir? ,
ابن رنك همه هوش بود
يا پنداشت.
او بی رنكست رنك او بايد داشت
Bu renk hep akıl veya hülyadan
ibarettir. O renksizdir, onun rengini edinmek gerektir. Yerin eğri
büğrülüğünden gölgeyi eğri görecek olursan onun eğriliği doğruluğun aynıdır.
Kaşın doğruluğu eğriliğindedir. Kemanın eğriliğinden doğruluğu belli olur.
Hakikat küre gibidir. Kürenin neresine parmağını korsan orası tam ortasıdır.
Heyhat! Nereye düştüm. (Bahis gölge konusundayken ne kadar uzaklaştım).
Bilmelisin ki, muhabbet güneşi gayıp âleminin ufkundan parlayıp da gölge
çadırını belirtti alanına Çektiği zaman muhibbe der ki: benim gölgeme bakmıyor
musun? « الم تر الى ربك كيف مد الظل»
Rabbin gölgeyi nasıl uzatmıştır, görmüyor musun? mealindeki âyet, halkın
gidişlerine işarettir. Gölgenin uzanışında beni göfmüyormusun ? Evden ev
sahibine her şey kaldı. « قل
كل يعمل على شا كلته »
Herkes kendi şakile’sine göre iş işler
mealindeki âyet, her şahsın gölgesi kendi peşinde olduğunu göstermektedir.
“Şakile” yaradılış icabı mânasınadır. Şahsın hareketi olmazsa gölgenin hareketi
olmayacağını düşünüyor musun? « ولوشاء ربك لجعل سکنا
Allah isteseydi gölgeyi hareketsiz,
sakin kılardı âyeti, mümkünün ezelî bilgide olduğu gibi orada kalacağını ve
varlığı bulamıyacağını anlatmaktadır. Bizim ahadiyet güneşimiz: isimlerin ve
sıfatların perdeleri olmaksızın gaybın ufkundan parlasaydı gölge güneş gibi
olurdu. Gölge hakkında قبضناه onu tutar alıkorduk, âyeti gölgeden hiçbir eser kalmıyarak
sahrayı baştan başa güneşin kaplıyacağını ve bu güneş fırtınasında gölgenin bir
nefes alamıyacağmı gösteriyor. Ne acayip iş?!! Nerede güneş parlarsa orada
gölge kalmaz. Ve güneŞ olmayınca gölge de olmaz. Her şeyin bir özü vardır.
Gölgenin özü şahsiyettir. Gölgenin hareketi şahsın hareketiyledir.
تا جنبش دست هست مادام
سايه متحركسمت ناكام
چون سايه زدست يافت
مايه
پس نيست خود اندر اصل
سايه
چيزىكه وجود اوبخود
نيست
هستيش نهادن ازخرد
نيست
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar