Print Friendly and PDF

BEŞ PARILTI

 

"Parıltılar...لمعات...فخرالدين عراقى" Kitabından



BİRİNCİ PARILTI

Âşık ve mâşuk kelimeleri Arapça sarf kurallarına göre aşk kökünden gelir. Aşk ise kendi izzet makarriyle vahdet makamında âşıklık ve mâşukluk taayyünlerinden münezzeh ve butûn ve zuhur'dan âridir. Evet! Zat, isim ve sıfatlarının yüceliklerini göstermek için âşıklık ve mâşukluk arasında kendini kendine arz eyledi. Âşık ve mâşuk isimleri peyda oldu. Talip ve maltlûp sıfatları meydana çıktı. Vacip olan varlığın dışını mümkün olan bâtına gösterdi, mümkünden âşıklık gelmeye başladı. Bâtını zâhir ile yani mümkünü cemalin tecelliyatiyle ziynetlendirdi, mâşukun ismi belirdi.

يك عين متفق كه جز او ذرهٔ نبود

چون كشت ظاهر اين همه اغيار آمده

Müttefik bir ayn ki ondan gayrı bir zerre yoktu. Zâhir ölûnca bütün bu ağyar vücuda geldi. Müttefik olan bir ayn ile isim ve sıfatları câmi Allah’ın mukaddes zatı muradediliyor. « كان الله و ليكن معه شي »

şerefli hadîs mucibiyle Allah ile beraber hiçbir şey yokken bütün isim ve sıfatlarının tecelliyatiyle zahir olunca bütün görmekte olduğumuz bu ağyar meydana gelmiştir, demektir.

اى ظاهر توعاشق و معشوق ياطنت

 مطلو برا كه ديد طلبكار آمده

Ey zahiri, âşık, bâtını mâşuk olan zat! Matlûbun talebkâr olarak geldiğini kim görmüştür?

Âşık kendi zatını mütalâa etmek için aşk, mâşukluk yönünden âşıka aynalık etmekte ve âşıklık yönünden dahi isimler) ve sıfatları görebilmesi için mâşuka ayna olmaktadır. Her ne kadar şuhut görüşünde yalnız bir yüz meşhut olmakta ise de bir yüz iki ayna ile karşılaşınca diğer bir yüz daha belirmiş oluyor.

و ما الوجه الا واحد غير أنه

 اذا انت عددت المرايا تعددا

Yüz ancak bir yüzdür. Şu kadar var ki, aynaların sayısını artırırsan görülen yüzlerin sayıları da o nisbette artmış olur.

غيرى چه كونه روى بمايد چو هرچه هست

عين دكر يكست بديدار آمده

Başka bir yüz nasıl görülebilir? Her ne varsa birbirinin aynı, hep bir arada görülmektedir.

 


 

İKİNCİ PARILTI

Bu parıltı ışıklarında cilanın kemali görülmektedir. Aşk sultanı âşıklık ve mâşukluk mertebelerine tenezzülünden sonra sahrada çadırın kurulmasını istedi. Hâzinelerin kapılarını açtı, bunlardaki cevherleri âleme saçtı.

چتر بر داشت  كشد علم

 تاهم زند وجود و عدم

Otağın siperini kaldırdı, bayrağı çekti varlığı ve yokluğu birbirine çarptırdı.

بيقر ارئ عشق شور انكيز

 شر و شورى فكند در عالم

Fitne koparıcı aşkın kararsızlığı; âlemi şer ve heyecana düşürdü.

آن دم كه زهر دو كون آثارنبود

بر لوح وجرد نقش غيار نبود

معشوق وعشق و مابهم بوديم

دركوشهٔ خلوتى كه ديار نبود

Henüz her iki âlemden eser ve bu varlık levhasında ağyardan bir nakış ve haber yokken mâşuka ve aşk ile biz birbirimizle kimsesi olmıyan bir halvet köşesindeydik.

Kararsız olan aşk kemali belirtmek için ezelî bilgide malûm ve sabit olan ve hiçbir varlığı olmayan ve “ayan-ı sabite” denilen eşyanın mahiyetleri yüzünden ansızın perdeyi kaldırdı, mâşukluğu yüzünden cilâ ve cilveyi ferman eyledi.

پر تو حسن او چو پيداشد

 عالم اندر نفس هويداشد

Güzelliğinin pertevi belirince âlem bir nefeste aşikâr oldu. Mâşukun dudağından ödünç bir şeker aldı, onun zevkini bulunca hakikatler ve marifetleri istidat ve kabiliyetleri nisbetinde keşifle söylemeye başladı. Mâşuk kendi güzelliğinden âşıka verdiği bir nur ile âşık o güzelliği görebildi. O nur olmasaydı göremezdi çünkü: « «لا يحمل عطاياهم الا مطاياهم »»

onların bağışlarını ancak binekleri taşıyabilir. Şuhudun lezzetini buldu, varlığın zevkini tattı «کن»  ilâhî emrini işitince aşkın meyhane kapısına doğru koşmaya başladı. Orada sakiye dedi ki:

اى ساقى از ان مى كه دل ودين منست

پر كن قدحى كه جان شيرين منست

Ey sâki benim gönlüm ve dinim olan şarabımdan bir kadeh doldur. O benim tatlı canımdır.

كر هست شراب خوردن آين كسى

معشوق بجام خوردن آين منست

Şarabı içmek başkalarının âyini ise mâşukayı kadehle içmek de benim âyinimdir. Sâki bir lâhzada varlık şarabını, yokluk kadehine o kadar döktü ki:

از صفاى مى ولطافت جام

 بر هم آميخت رندو جام ومدام

همه جامست نيست كوي مى

 يا مدامست نيست كويی جام

Şarabın safiyetiyle kadehin lâtif rengi birbirine o kadar karıştı ki: görünüşte sanki, bu hep kadehtir, şarap değildir, yahut hep şaraptır, ortada kadeh yoktur dersin.

چون هوا رنك آفتاب كرفت

 رخت بر داشت؛ ازميانه ظلام

Hava güneşin rengini alınca karanlık piliyi pırtıyı toplayıp gitti.

روز و شب باهم آشتى کردند

 كار عالم از ان يافت نظام

Gece gündüz birbiriyle barıştılar, âlemin işi bu yüzden nizamını buldu.

Zuhurun sabahati teneffüs eyledi, inayetin nesimi esmeye başladı. Cûd ve kerem dünyası cûşa geldi. Mukaddes feyzin bulutları ayanın istidat zeminlerine « ثم رش عليهم من نوره» şerefli hadisi mucibiyle o kadar yağmur yağdırdı ki        »

[Şerefli bir hadisin son kısmındandır. Başlangıç şöyledir: Allah  «ان الله خلق خلقه في ظلمة ثم رش عليهم من نوره»

halkını bir karanlık İçinde yarattı. Sonra üzerlerine nurunu saçtı, mealindedir. Sonra üzerlerine nurunu saçtı, mealindedir. Karanlık mümkünlerin imkânlarıdır. Mümkün olan bir insan ezelî âlemde âyân-ı sabitede Allah’ın malûmu iken ahadiyet mertebesinden vahidiyet mertebesine ve melekût âleminden mülk ve şehadet âlemine gelir, sonra karanlıkta yaratılırken Allah’ın saçtığı hidyet nuriyle imana kavuşarak aşk ve şevk ile seyir ve sülûke başlar, dünyaya gelirken hangi âlemlerden geçmiş ve hangi mertebelerden inmişse tekrar o mertebelerden birer birer yukarıya doğru aslına rücu etmiş olur.]

« اشرقت الارض بنور ربها » âyeti işaretiyle istidat zeminleri Rablarınm nuriyle aydınlaştı. Âşık ab-ı hayata kandı. Âdem uykusundan uyanıp kalktı, varlık hil’atini giyinip şühudun külâhmı başına geçirdi. Şevkin kemerini beline bağladı. Ayağını irade yoluna koydu. « از علم بعين آمد واز كوش باغوش » Bilgi mertebesinden belirti ve işitilme mertebesinden görünme sahalarına geldi: ilk göz açışında kendisinin aynı mâşuk olduğunu gördü.      « فلم انظر بعين غير عينى »Gözümle kendimden başkasını göremiyorum, dedi. Ne acayip iş! Eğer ben mâşuk isem âşık kimdir? Nerededir? Bu makamda âşık mâşukun aynı oluyor. Kendi görüşünde kendinde bir varlık göremiyor ki, o varlıkla âşık olabilsin. Zira ezelde olduğu gibi anın hiçbir varlığı yoktur «هو الآن علی ما علیه کان» O evvelce nasılsa şimdi yine öyledir.

معشوق وعاشق وعشق هرسه يكيست اينجا

چون وصل در نكنجد هجران چه كار دارد

Mâşuk, aşk, âşık her üçü de bu makamda birdir. Visal araya giremeyince hicranın orada ne işi olabilir? Vuslat, fikret gibi şeylar daima iki kişi arasındadır. Varlık âleminde yalnız bir tek zat olunca bu haller nasıl olabilir?


 

ÜÇÜNCÜ PARILTI

İsticlânın kemaliyle mezahirde kendi kendini görüş

Aşk her ne kadar mâşukluk itibariyle daima kendi kendini görmekte ise de âşıkm aynasında mâşukun cemal ve kemalini görmek istedi. Âşıkın aynasına bakınca kendi suretinin görünüşünde, iltibasa düştü. Bu gördüğüm sen misin? yoksa ben miyim? demeye başladı. Tecelli eden ve kendisine tecelli olunan zat: mutlak olması bakımından zâhir ve mukayyet olması itibariyle mazhar olunca her ikisi birbirinin aynı olmaktadır. Bu görüşü, ikiliği , isbat etmekten hâşa tenzih ederim dedi ve kendi suretinin âşıkı oldu. « يحبهم ويحبونه» [Peygamberimizle ona iman edenler hakkında âyettir. Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem kendine iman edenleri sever, onlar , da Peygamberimizi severler, mealindedir.] âyetinin zemzemesini cihana saldı.

بر نقش خود است فتنه نقاش

 كس نيست درین ميان توخوش باش

Nakkaş kendi nakşiyle fitnelenmektedir. Bu arada kimse yoktur. Müsterih ol! Ay güneşe ayna olunca ne güneşin zatından bir şey aynada ne de aynanın zatından bir şey güneşte vardır. Zâhir ve mazhar dahi böyledir. Itlak itibariyle zâhir ve takayyüt itibariyle mazhar olunca zâhir ve mazhar her ikisi birbirinin aynıdır. Güneşin nuru ayın aynasında görülünce onu aya nisbet ettikleri gibi mahbubun sureti mertebelerde zâhir olunca onu muhibbe izafet ederler.

هر نقش كه بر تختهٔ هستى پيداست

آن صورت آن كس است كان نقش آراست

Varlık sahasında zâhir olan her bir nakış, o nakşı süsleyen zatın suretidir. Kadîm bir derya dalgalanınca dalga derler ve dalgalanma suretini dalgaya nisbet ederler. Dalgaların çokluğu deryayı çoğaltmaz. İsimlerin sayıları ne kadar artarsa artsın müsemmâ her veçhile daima birdir. Hararetin tesiriyle deryanın üzerinden havaya uçan su zerrelerine buhar deniliyor. Yukarılarda teraküm edince bulut derler. Damla damla aşağıya inmeye başlayınca yağmur olur, yağmur şuları toplanıp cereyana başladıkça sel halini alır, deryaya ulaşıp karışınca, evvelce olduğu gibi yine derya olur.

البحر بجر علی ما كان فی قدم

 ان الحوادث امواج  وانهار

لايحجبنك اشكال تشا كلها

عمن تشكل فيها فهى استار

Derya eskiden olduğu deryadır. Hadiseler, dalgalar ve çaylardır. O dalgalara ve çaylara benzeyen şekiller, içlerinde teşekkül eden hakikati görmekten seni menetmesinler: o şekiller birer perdedir.

Bu deryanın dip derinliği ve sahili «fot/’dir. Sahili, genişliği ve derinliği nihayetsizdir. Ezel ve ebed’in arasında fâstl olan senin senliğindir. Derya kendi zatında bir deryadır. Senin mevhum senliğinden ikiye ayrılıyor, ezel ve ebede münkasim oluyor. Sen kendini bu deryanın aşağı suyuna verecek olursan arada fâsıl olan senliğin kalkar. Ezel ve ebed deryaları birbirine karışır. Evvel ve âhir birleşir. Dün, bugün,z, yarın, öbür gün gibi itibarların her dördü bir olur. Sen münferit ve fert olarak gelince gözlerini açtığın zaman senin hep o olduğunu ve senin arada bulunmadığını görürsün.

همه خواهى كه باشى اى او باش

 روبنز ديك خويش هچ مباش

Ey söz anlamaz adam! Hep sen olmak istersen git! Kendiliğine hiç yakın olma!


 

DÖRDÜNCÜ PARILTI

Mâşuk ve mahbub ile âşık ve muhibbin İlâhi mertebelerde nasıl ve ne için bulundukları

Mâşukun gayreti; âşıkm yalnız kendisiyle dostluk etmesini ve her neye muhtaç olursa yalnız kendine muhtaç olmasını gerektirdiğinden bütün eşyanın aynı olmaktadır.

غير تش غير در جهان نكداشت

 لاجرم عين جمله اشيا شد

Mâşukun gayreti cihanda gayrını bırakmadı, zaruri olarak bütün eşyanın aynı oldu.

تا  ظن نبرى كه هست ابن رشته دو تو

يك توسث خود اصل وفرع بنكر تونيكو

این اوست همه وليك پيداست بمن

شك نيست كه ابن جمله منم ليك بدو

Bu varlık silsilesinin iki kat olduğunu sânmıyasm! O bir kattır. Asıl ve fer’ine iyice dikkat et! Bu hep odur; lâkin benimle zahir olmaktadır. Şüphe yok ki bu cümle hep benim, lâkin anınla görünmekteyim.

ظهرت شمسها فغبت فيها

فأذا اشرقت فذاك شروقه

Güneş zâhir olunca gölgenin silineceği gibi, ben de o zuhur içinde kayboldum. O ne zaman doğacak olursa benim de doğacak zamanım odur. Yine odur ki, senin mazhariyetinde kendiyle dostluk eder, işte buradan « لايحب الله غير الله»    Allah, Allahın gayrini sevemez demek ne demek olduğu anlaşılır ve

 «لا یری  الله الا الله»

Allahı, ancak Allah görebilir mefhumu bilinir ve « لايذكر الله الا لله»

Allahı ancak Allah zikreder, hikmetinin neyi işaret eylediği görülür. Bürhan ile bilinir ki Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem « اللهم متعنى بسمعى و بصرى »Ya Rabb beni kulağımla ve gözümle faydalandır diye ne için dua ederdi. Meğer « متعنى بک»

beni sen kendin ile faydalandır! diye dua ederdi. Çünki kendine yakın olan , sevdiği kulunun « قرب نوافل» makamında kulağı ve gözü oluyor. Bu makamda Allah: kulunun işitici kulağı ve görücü gözü olmaktadır. Mazhariyetinde kendini dost edinen yine odur. Buradan «لايحب الله غير الله » Allah’ın gayrı Allah’ı sevmez cümlesi ne demektir, لا یری الله الا الله Allah’ı ancak Allah görür cümlesi neye işarettir ve bu makamda «لا يذكر الله الا الله cümlesinin ne demek olduğu aydınlaşır.

تبارك الله وارت عينه حجب

 فليس بعلم الا الله ما الله

 Allah yüksektir, zatına perdeler çekilmiştir. Allah’ın ne olduğunu Allah’tan başkası bilemez.

خذ جيث شئت فان الله  ثم فقل

 ماشئت فأن الواسع الله

İstediğin cihete yönel! Allah o taraftadır. Allah’tan yana istediğini söyle! Vâsi olan Allah’tır. Böyle esrarın her ne kadar nazikliği varsa da mazur gör! Kendinin söylediği hakikati yine kendisi işitiyor. Kendisinin gösterdiği yüzü yine kendisi görüyor. Güneyd-i Bağdadî   demiştir ki: Otuz sene oluyor, ben Hak ile konuşmaktayım. Halk kendileriyle konuştuğumu sanıyorlar. Eymen vâdisinde « انى أنا الله رب العالمين » gerçek âlemlerin Rabbi Allah benim, nidasını Musa Peygamberin kulağiyle işitiyor. Sırrı söyliyen ve işiten yine kendisidir. Bizler sizler arada bahaneleriz.


 

BEŞİNCİ PARILTI

Her an mazhardaki değişiklik ve bu değişiklikle zahirin görünüşündeki ayrılık

 

Sevgili, her aynada her lâhza başka bir yüz gösterir ve her zaman başka bir suretle görünür. Çünkü daima değişmektedir. Ahval ve istidatların değişmesiyle göstereceği yüz dahi değişmiş olur. Cemalini gösterirken kâh Havva’nın kâh Âdem’in suretlerini açıklar. Bundan dolayıdır ki, tecellide tekerrür yoktur. Bir aynada bir suret iki kere görülmiyeceği gibi, iki aynada bir suret dahi  görülemez. Tasavvufun yüksek bilginlerinden Ebu Talip Mekki:

          «لايتجلى فى صورة واحدة مرتين ولافى صورة  واحدة لاثنين»

Allah bir surette iki kere tecelli etmiyeceği gibi bir surette iki şahsa dahi tecelli etmez, demiştir.

جون حمالش صد هزاران روى داشت

بود در هر روى ديدار دكر

لا جرم هر ذره را بنمود باز

ازجمال خويش رخسار دكر

Allah’ın cemali yüz binlerce yüze malik olunca her yüze başka bir çehre tecelli etmekte ve şüphesiz her zerreye kendi Cemalinden başka bir yüz göstermektedir.

چون يك است اصل عدد از بهر آن

تا بود هر دم كرفتار دكر

Sayıların asli bir sayısı olduğundan dolayıdır ki, her zaman başka bir kayda giriftar olmaktadır. Her âşık ondan başka bir nişan verir ve her ârif onu başka bir ibare ile söyler ve her muhakkik başka bir işaret buyurur. Söylenen sözlerin hülâsası hep şudur:

عبار اتناشتى و حسنك واحد

 وكل الى ذاك الجمال يشير

Sözlerimiz perakende ve dağınıktır. Senin güzelliğin birdir. Her şey o cemale işaret ediyor.

نظاره كنان روى خوبت

 چون درنكرند از كرانها

در روى تو روى خويش بينند

 زينجاست تفاوت نشانها

 

Kenarlardan senin güzel yüzüne bakanlar; senin yüzünde kendi yüzlerini görürler. îşte görüşlerdeki değişiklikler bu cihettendir. Bu görüşlerde hakikat anlayışını kime verdiklerini biliyor musun?

« لمن كان له قلب»

Bu anlayışı kalbi olan kimseye verirler. Muhtelif hallerde kalbinin halden hale girmesinden İlâhî tecelliyatm suretlerindeki değişiklikleri ânlar ve bu anlayışla Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemin «من عرف نفسه فقد عرف ربه» nefsini bilen hakikaten Rabbini bilir…diye buyurmuş olduğu şerefli hadîsin ne demek olduğunu bilir. Tasavvufun yüksek bilginlerinden Cüneyd’in « لون الماء لون اناءه» suyun rengi, içinde bulunacağı kabın rengidir; sözündeki mânayı anlamış olur. Aynaların çeşitli olmasiyle görülen suretlerin değişikliği, türlü türlü ahval ile kalbin daima değişmesi gibidir. Rivayetle sabit olduğu üzere Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem «مثل القلب كريشة فى فلاة تقلبها الرياح ظهر البطين» kalbin misali çölde bir kanad gibidir. Rüzgârlar anı altüst ederler, buyurmuştur. Bu rüzgârların aslı olabilir ki, Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemin « لاتسبو الریح فانها من نفس الرحمن» rüzgâra sebbedip kötü söylemeyin zira rüzgâr Rahman’m nefesindendir, buyurduğu rüzgârlardır. Bu nefesin kokusunu almak istersen « كل يوم هو فى شأن» o her an bir hâldedir âyetinin nazil olduğu yere bak ki şüûn ve ef’alde şendeki değişiklikler ondaki değişikliklerden ileri geldiğini aşikâr olarak göresin, suyun rengi, bulunduğu kabın rengi olduğunu bilesin. Muhabbetin rengi sevgilinin karşılıklı ve karışıklı rengidir.

رق الزجاج ورقت الخمر

فتشاها ونشا كل الأمر

فكأنما خمر ولا قدح

وكأنما قدح ولاخمر

Şarap kadehiyle içindeki şarap o kadar inceleşti, kadeh ve şarap birbiriyle o kadar uygunlaştı ki, iş karıştı, görülen sanki şarapsız bir kadeh yahut kadehsiz bir şarap oldu.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar