Büyü-Sihir-Tılsım
Türkçedeki karşılığı “büyü” veya “tılsım” olan “sihir”
kelimesi, Arapçadır. Eski Türk dilinde “bügi, bügü” şeklinde karşımıza çıkan
kelimenin Batı dillerindeki karşılığı Almanca ve Fransızcada “magie”,
İngilizcede “magi, magic”tir ki bunların Yunanca “magos” kelimesinden
geldikleri bilinmektedir. Ayrıca Pehlevi dilinde, yani eski Farsçada, kelime
batı dillerindeki kullanımına yakın olarak “magu” şeklinde kullanılmaktaydı
(Tanyu, 1995: 501).
Büyü kelimesinin çeşitli sözlük, ansiklopedi, konu ile
ilgili eserler ve makalelerdeki tanımlarını vermek yerinde olacaktır.
Anadolu Büyüleri: '“Büyü,
kişinin gönül eğlendirmek için başvurduğu bir araç değil, güçsüz kaldığı
olaylar karşısında direnebilmek için aradığı bir dayanaktır, bir sığınaktır.” (Eyuboğlu, 1987: 43).
Azerbaycan Edebiyat
Terimleri Sözlüğü:
“CADU (Büyü, sihir)
Folklor türü. Cadular halkın kökeniyle ilgili olarak
meydana gelmiştir.
Halk arasında muhtelif itikatlarla ilgili olarak meydana
gelen cadular mevcut olmuştur. Bu cadular, merasim ve tasavvurlar neticesinde
ortaya çıkmıştır. Yas merasimleri; ölüm, hastalık tasavvurları; ev ile meişet
hayatı ile ilgili Azerbaycan Türkleri arasında folklorun bu eski türüne ait
hayli örnekler vardır. Bu cadular, insan psikolojisine tesir etmek, onu başka
bir şahsın iradesine tabi kılmak hissiyle ilgili olarak vücut bulmuştur.
Halk arasın da eskiden beri yaygın olan cadu örnekleri:
Mezarlıktan 40 günlük ölünün
baş taşının yanından toprak alıp, ona çınçın katarlar, büküp evin yedi adım ötesine
gömerler. Bu evde daima birisi hastalanır.
Gerçek münasebetlerin bir
tarafını esas alan cadular da vardır. Halk arasında denilir ki, ‘filan aile,
(arkadaş, karı koca) kedi ve köpek gibi davranıyorlar. ’ Böyle bir davranış
görüldüğünde o insanlara cadu (büyü) yapıldığı düşünülür.
Köpek ve kedinin el-ayağını
bir kap suda yıkarlar. Sonra bu suyu cadılamak istediği kişinin avlusuna
serperler ki, bu ocakta her zaman dava-dalaş (kavga) olsun.” (Hacıyeva- Tarakçı-Köktürk, 1995: 39-40).
Büyü, Fal ve Kehanet: “Büyü, halk arasında yaygın olarak bilinen şekliyle, birtakım dualar ve
efsunlarla yapan ve yaptıran kişilerin niyetlerine göre gerçekleşen;
büyücülerin yazdığı anlaşılmaz yazılar ve çizgilerle yapılan kötülükler ve pek
çok konuda iyi veya kötü niyetli olarak yapılan tılsımlar; insanların
istemediği şeyi cinlerin, şeytanların ve kötü ruhların yardım ve tesiriyle
yapar hale gelmesi ve bu konuda zorlanmasıdır.” (Arslan, 2002: 13).
“Büyüler Hakkında”: “Hasılı büyü, eskiden
herhangi bir fena vaziyete düşen kimseyi müşküllerden kurtaran, halasa
kavuşturan bir âmil, safdil halkın inandığı, kıymet verdiği, her başı sıkıldığı
zaman istiane ettiği bir deva, büyücüler ise, bu devayı hazırlayan, o vesile
ile kendilerinden yardım bekleyenleri bir asılsız teselli ile güya avutan
azizlerdi.” (Bayrı, 1936: 49).
Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Büyü: “Büyücülük, her şeyden önce, dine ve inanca kesin şekilde
karşıt olan, batıl inançlara dayalı bir büyüsel işlem toplamıdır. Her hâli ile
bir zorlamadır ve doğal, ruhsal güçleri kullandığını öne sürerek cahil
insanları -hatta pek cahil olmayanları!- aldatıp sömürmeye yönelik, insan kadar
eski bir yöntemdir.” (Scognamillo-Arslan,
2002: 17).
İslam İnançları Sözlüğü: “Doğaüstü güçlerle doğanın etkilenebileceği inancı.” (Hançerlioğlu, 1994: 45).
Misalli Büyük Türkçe Sözlük (1): “l.Olağanüstü gizli güçlerin yardımı ile olaylara,
diledikleri sonucu elde edecek şekilde yön vermek isteyenlerin başvurdukları
birtakım işler, efsun. 2. Bir şeyin insan üzerinde bıraktığı, onu şiddetle
hükmü altına alacak kadar kuvvetli etki, sihir.” (Ayverdi, 2005: 439).
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi: “Tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut
kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak
zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan
işler.” (Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi (6), 1995: 501).
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük: “ Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek
iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel
ad, afsun, sihir, füsun, bağı.” (Türkçe Sözlük (1), 1998:
369).
Türk Ansiklopedisi: “Büyü,
kötülükleri bir şahıs veya ona ait mal, mülk, hayvan, vb. üzerine yöneltmek
suretiyle zarar vermek yahut da bu şekilde kötülüğe uğramış kimseden kötülüğü
defetmek için yapılan sihrî ameliyeler.” ( Türk Ansiklopedisi (9), 1958:
39).
100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane: “Bilinen yollarla sağlanamayan şeyleri elde etmek, birine
zarar vermek ya da zarardan korunmak için bir takım gizli güçleri kullanarak
doğayı ve doğa yasalarını zorla etkileme amacını güden işlemlerin tümüne büyü
denir.” (Örnek, 1971: 135).
100 Soruda Türk Folkloru: “iyi veya kötü bir sonuç almak için tabiat ögelerini,
yasaklarını etkilemek ve olayların olağan düzenlerini değiştirmek için
girişilen işlemlerin topuna birden büyü diyoruz.”” (Boratav, 2003: 136).
Büyü ile aynı anlamı taşıyan ve Türkler tarafından
kullanılan diğer bir kelime olan “sihir”in çeşitli sözlük, ansiklopedi ve konu
ile ilgili eserlerdeki anlamları ise şunlardır:
Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü: “Büyü, efsun. Büyü, olağanüstü hâller ortaya koyma hâlidir.
Divân şiirinde sevgili bir büyücüdür. En büyük büyüsü olan güzelliği ile
âşıklarına sihir yapmış sayılır.”” (Pala,
1999: 353).
İslam Ansiklopedisi: “Sihir,
efsun, sihirbazlık.” (İslam Ansiklopedisi (10), 1988: 599).
İslam İnançları Sözlüğü: “Doğaüstü güçlerle ilişki kurmak için yapılan büyüsel işlem.””
(Hançerlioğlu, 1994: 542).
Kâmûs-ı Türkî: “Büyü,
büyücülük, gözbağcılık. Sihir kuvvetine hâ’iz olan câzibe-i şedîde, fettanlık.
Şi’r ü fesahât gibi insanı meftûn eden hüner, ki buna sihr-i helal dahi derler,
ya’ni haram olmayan büyücülük”” (Şemseddin
Sami, 1999: 711).
Misalli Büyük Türkçe Sözlük (3): “1. Büyü, efsun. 2. Karşı konulmaz çekicilik, güçlü etki,
kuvvetli cazibe.” (Ayverdi, 2005: 2793).
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat: “Büyü; gözbağcılık, büyücülük. Büyü kadar te’sîri olan şey,
fettanlık.”” (Devellioğlu, 2000: 952).
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük: “Büyü, bağı.”” (Türkçe
Sözlük (2), 1998: 1980).
Türk Ansiklopedisi: “Büyü,
büyücülük, gözbağcılık, sihir yapmak, sihirle uğraşmak.”” (Türk Ansiklopedisi (29), 1980: 16).
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: “Büyü, büyücülük, gözbağcılık; efsûn; sihir gücüne sahip
kuvvetli cazibe, şiir ve fesahat gibi insanı meftun eden hüner.” (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (8), 1998:
14).
Şimdi de hem büyü hem de sihirle çok yakın ilişkisi olan
“tılsım” kelimesinin anlamlarını vermek istiyoruz:
Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü: “Tılsım, sihir, büyü. Eskiden değerli mücevher, para, eşya,
vs. şeyler yıkıntı yerlere gömülür, bulunmaması için dualar okutulur ve artık
oraya yaklaşana bir ejderha veya korkunç bir zenci görünerek korku vereceğine
inanılırdı. Buna “tılsım” denir.”” (Pala,
1999: 399).
İslam İnançları Sözlüğü: “Doğaüstü güç.””
(Hançerlioğlu, 1994: 656).
Kâmûs-ı Türkî: “1.
Güya bir define vesairenin hıfzı kuvvetini ha’iz birtakım işkal ve tertibat ki
miftahı bilinmedikçe açılması mümkün olmazmış: Masallarda tılsımlara çok
ehemmiyet verilip müşkülce görülen her iş tılsıma haml etmek eskilerin âdeti
idi. 2. Çare, tedbir, fevkalade kuvvet ve tesir.”” (Şemseddin Sami, 1999:
886).
Misalli Büyük Türkçe Sözlük (3): “1. Olağanüstübir etki taşıdığına ve esrarlı şeyler
yapabileceğine inanılan güç, sihir, büyü. 2. Afetlerden korunmak, hastalıkların
geçmesine engel olmak, definelerin bulunmasını önlemek gibi hususlar için
yapılan ve üzerinde yıldızların, unsurların, sayıların hassalarından
faydalanılarak düzenlenen birtakım şekiller ve yazılar bulunan şey, muska. 3.
Bir şeyin insan üzerinde bıraktığı, onu şiddetle hükmü altına alacak kadar
kuvvetli tesir, büyü, sihir.” (Ayverdi, 2005: 3162).
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat: “Tılısm: 1. Tılsım, esrarlı bir kuvvet taşıdığına inanılan şey,
kimse. 2. Çare, tedbir. 3. Sihir, büyü.”
(Devellioğlu, 2000: 1108).
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük: “1. Tabiatüstü işler yapabileceğine
inanılan güç.
Büyülü şey, muska. 3. Çare,
önlem, kuvvet.” (Türkçe Sözlük (2),
1998: 2216).
Büyü, sihir ve tılsım birbirleri ile ilişkileri olan yakın
anlamlı; ancak yapma ve uygulama sırasında farkları olan, birbirlerinden ayrı
kelimelerdir. Günlük hayatımızda büyünün yerine sihir ya da tılsım
kelimelerinin kullanıldığını görebiliriz. Ancak, büyü ne sihirdir ne de tılsımdır.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi Arapça olan “sihir”
kelimesinin Türkçedeki karşılığı “büyü”dür. Her ne kadar büyü ile sihir aynı
anlamı taşısalar da günümüzde farklı uygulamalar için kullanılmaktadırlar.
Sihir, büyü anlamını da taşımakla birlikte büyüden daha kapsamlıdır. Bu fark,
büyücü ile sihirbaz kelimelerinin anlamlarında karşımıza çıkar. Büyücü ile
sihirbazın görevleri farklıdır. Büyücüler, kötü ruhlar, cinler ve şeytanlar ile
işbirliği yaparak insanlar üzerinde olumsuz etkiler meydana getirirler.
Sihirbazlar ise illüzyona yani yanılsamaya dayanan, el çabukluğu ile insanın
görüşünü yanıltan sanatçılardır.
Tılsım ise hem büyüden hem de sihirden farklıdır. Tılsımın
büyü ile yakınlığı fayda sağlama amacı taşımasındandır. Sevdiği erkeği kendisine
bağlamak için büyü yaptıran insan ile iş hayatında başarı sağlamak için
masasında kuş tüyü bulunduran insan arasında niyet açısından bir fark yoktur.
Her ikisi de büyüden ve tılsımdan fayda beklerler. Yalnız, büyüyü tek başına
yapmak mümkün değildir. Mutlaka gizli güçleri olduğuna inanılan bir büyücüye
gitmek gerekir. Tılsım için ise herhangi bir insana ihtiyaç yoktur. Tılsımlı,
uğurlu olduğuna inanılan bir nesneyi üzerinde taşımak veya bir yere asmak
sureti ile tılsım yapılabilir. Büyüdeki karşıdaki insana zarar verme fonksiyonu
tılsımda yoktur. Büyü insanlara yapılırken tılsım nesnelere yapılır. Üzerine
tılsım yapılan ya da tılsımlı olduğuna inanılan nesneyi üzerinde taşıyan insan
da aslında bir bakıma tılsımlanmış olur. Ama büyü gibi doğrudan insana yapılmaz.
Büyünün tılsımdan en önemli farkı budur.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi büyü ile sihir aynı anlamlı
olarak kullanılsalar bile birbirlerinden farklı uygulamalardır. Sihirde esas
olan şey el çabukluğu ile hareket ederek insanların görüşlerini, duyuları
yanıltmaktır. Hokkabazlık ya da şa’beze adları da vardır (Scognamillo-Arslan,
2002: 95).
Çok eski devirlerden kalma bazı yazıtlarda sihirbazlık
gösterilerinin anlatımlarına rastlanılmaktadır. MÖ yaklaşık 2800-2400 yıl önce
yaşamış olan Mısırlı büyücülerin marifetlerini anlatan bir papirüs Ms. Westcar
tarafından bulunmuştur. Aynı zamanda Hz. Musa’nın mucizelerine karşı koyabilmek
için Firavun’un büyücülerinin yanılsama sanatına başvurdukları bilinmektedir (http://www.sihirevi.com/sihirbazliktarihi.htm). .
Tılsım, semavî birtakım güçlerin arzî güçlerle birleşerek
garip, olağandışı işler yapması şeklinde tanımlanır (http://www.nasihatler.com/nasihat oku.asp?haber = 241).
Başka bir tanıma göre tılsım, esrarlı bir kuvvet
taşıdığına, bazı sırlar sakladığına ve tabiatüstü güçleri bulunduğuna inanılan
şeydir (http:ZZwww.sevde.deZislam_AnsZTZT2Z120.htm).
Çeşitli eser ve sözlüklerde verilen anlamına göre tılsım
büyü, sihir demektir. Ancak kelime daha çok zehirli hayvanların zararlarından,
çeşitli hastalıklardan ve afetlerden korunmak ya da ihtiyaç anlarında bazı
şeylerden faydalanmak için yapılan muska ya da benzeri şeyler olarak
bilinmektedir. Tılsım yapmak, bugünkü anladığımız şekilde büyü yapmak değildir.
Tılsımdaki faydalanmak amacı büyüdeki faydalanmaktan farklıdır. Büyüde,
kendisine büyü yapılan bir insan büyüden zarar görebilir. Ama tılsımın kimseye
herhangi bir zararı yoktur. Zaten büyü insanlara yapılırken tılsım nesnelere
yapılır. Tılsımda insanlar fayda ararlar; ancak büyü yapan ya da yaptıran
insanlar karşılarındaki insanlara zarar verebilirler. İnsanlar çaresiz
kaldıkları hastalık, afet ve zararlı hayvanlar karşısında ya da tılsıma başvururlar.
Verilen ilk tanımdan da anlaşılacağı üzere, semavî güçler
ile arzî güçler arasındaki ilişki ve denge doğru biçimde algılandığı zaman
tılsımla garip olaylar meydana gelebilir.
Tılsımın binlerce yıllık geçmişini düşündüğümüz zaman
tılsımın bütün dinlerde var olduğunu söyleyebiliriz. İslamiyet’te olduğu gibi
Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte de tılsım vardır. Ancak Yahudiler tılsım
konusunda ileri gitmişlerdir. Geç dönem Kabalacıları tılsıma büyük ilgi
göstermişler, bunun sonucunda da tılsım hazırlamak hahamların görevleri
arasında yer almıştır. Doğu Yahudilerinde doğum yapacak kadının odasına Lilit’e
karşı koruyucu tılsımlar asılması yaygın olan bir gelenektir (Ana Britannica
(20), 1990: 619).
Tılsım çeşitlerini yapılış amaçlarına ve yapılan nesnelere
göre olmak üzere ikiye ayırabiliriz.
Yapılış Amaçlarına
Göre Tılsımlar
Yapılış amaçlarına göre tılsımlar korunma ve faydalanma
amaçlı olmak üzere ikiye ayrılır. Korunma amaçlı tılsımlar çeşitli zehirli
hayvanların zararlarından, afetlerden, hastalıklardan korunmak için insanlara,
nesnelere, şehirlere yapılır. Eski toplumlarda şehirlerde yer alan sütunların
üzerine zararından korunulmak istenilen hayvanın suretini kazıyarak
hayvanlardan korunma tılsımları yapılırdı.
Faydalanma amaçlı tılsımlar ise, korunma amaçlı
tılsımlardan yapılış açısından farklıdır. Bu tür tılsımlar, tılsımlı olduğuna
inanılan çeşitli nesneleri üzerinde taşımak ya da bir yere asmak sureti ile
yapılırlar. Böylece bunları üzerinde taşıyan insanın veya içinde bulunan mekânın
refah bulacağına, bol kazanç sağlayacağına, kolay doğum yapacağına, vs.
inanılır.
Tılsımlı Olduklarına
İnanılan Nesneler
Tılsım denildiği zaman akla gelen insanları koruduğuna veya
uğur getirdiğine inanılan nesnelerdir. Bu nesneler ya tabiat ürünleridir ya da
insanların yaptığı bazı ürünlerdir. Tabiat ürünlerinin içine hayvan ve bitki
tılsımları girer. İnsanların yaptıkları ise, muska gibi uygulamalardır.
Geçmişten günümüze birçok hayvan ve bitki tılsımı ile karşılaşmaktayız.
Ayı, akrep, aslan, arı, balık, baykuş, boğa, bokböceği,
boynuz, çekirge, çeşitli hayvanların diş, tırnak ve tüyleri, deniz kabukları,
geyik, güvercin, kaplumbağa, keçi, kedi, kırlangıç, koç, köpekbalığı dişi,
kuzu, mercan, tavşan ayağı, yılan, yumurta, yunus bilinen hayvan tılsımlarıdır
(http://www.geocities.com/haydarinyeri/html/hayvansa.htm?200623). Geçmişten günümüze pek çok toplumda bu tılsımlar
insanların üzerlerinde taşımak veya bir yere asmak sureti ile kullandıkları
tılsımlı nesnelerdir. Bu nesneler adı geçen hayvanların diş, tırnak, pençe,
boynuz ve tahta veya taştan yapılmış şekilleridir. Adı geçen internet adresinde
hayvan tılsımları hakkında toplumların inançlarını yansıtan değerli bilgiler
verilmiştir. Konumuz açısından önemli olan bu bilgileri özetlemek yerinde
olacaktır:
Akrep: Kötülüklerden
ve düşmanlardan koruduklarına inanılır.
Arı: Doğurganlık,
mutluluk, refah ve aklı temsil eder.
Aslan: Sağlıklı bir
hayat, bol para, başarı, güç ve cesaretin sembolüdür.
Ayı: Kadınlarda
ağrısız ve rahat bir doğumun gerçekleşmesine yardımcı olur.
Balık Tılsımları: Hıristiyanlıkta
haçın sembol olarak kullanılmasından önce balık bu dinin sembolü idi. Aradan
geçen asırlar sonrasında 20. yüzyılda balık tılsımları yeniden ortaya çıktı.
Yüzyıllar boyunca cinsel bir sembol olarak kullanılır. Günümüzde Hıristiyan
olmayan bazı ülkelerde bile kısırlığa ve cinselliğe yardımcı bir tılsım olarak
kullanılmaktadır. Yaygın olan inanışa göre, üzerinde balık tılsımı taşıyan
insan cinsel yönden zevk alarak yaşar. Türkiye’de olduğu gibi bazı Kuzey Afrika
ülkelerinde şans getirmeleri, cinleri, kötü ruhları uzaklaştırmaları için
dükkânların önlerine asılır.
Baykuşlu Tılsımlar: Çok
küçük bir Akdeniz adası olan Minorka’da kullanılan bir tılsımdır. Bugün bile
varlığını sürdüren bu tılsım Minorka’da evlere asılır ve bu sayede evlerin
büyük felaketlerden korunduğuna inanılır. Baykuş uğursuz bir hayvan olarak
kabul edildiği için yaygın bir tılsım değildir. Sadece adı geçen adada
bilinmektedir.
Boğa: Boğa boynuzu
yatmadan öne yatağın altına konulur. Cinsel iktidarsızlılar içi kullanılır.
Bokböceği: Eski
Mısır’da kutsal olarak kabul edilen bir hayvandır. Günümüzün en önemli
tılsımlarından biridir. Bu tılsım hemen hemen dört bin yıllık yaşam süresi olan
ve dünyadaki tılsımların içinde en uzun geçmişe sahip olan bir tılsımdır.
Mısırlılar bu tılsımı yaratılış, erkeklik gücü, üreme, bilgelik, reenkarnasyon,
ölümsüzlük ve yenilenme ile özdeşleştirirler.
Boynuz: Bugüne kadar
pek çok toplumda üzerinde taşımak ya da bir yere asmak sureti ile kullanılan
tılsımlardan biridir. Boğanın iriliği ve vahşiliği gücü temsil ettiği için
antik çağ toplumlarındaki insanlar boynuz tılsımını ideal bir koruyucu olarak
algılamışlardır. Türkiye’de de yaygın olan kullanıma göre insanlar evlerine
boynuz tılsımı asarak koruma altında olduklarına inanırlar.
Çekirge: Çiftçilikle
uğraşanlar için bol ürün ve kazanç getirdiğine inanılır.
Deniz Kabukları: Bilinen
koruyucu tılsımların en eskilerindendir. Dünyanın pek çok yerinde ya tılsım
amacı ile ya da süs olarak kullanılırlar. Deniz kabukları hem nazara karşı
koruyucu olduğu için hem de doğurganlığı temsil ettiği için kullanılmışlardır.
Yumurta şekilli deniz kabukları gözün şeklini anımsattığı için bazı toplumlarda
ölülerin gözlerine yerleştirilir. Burada amaç ölünün öteki dünyayı çürümeyen
gözlerle görmesini sağlamaktır. Güçlü bir doğurganlık sembolü ve bir tılsım
olduğu için doğum sancıları ve kısırlığa karşı kullanılırlar. Türkiye’nin bazı
bölgelerinde olduğu gibi bazı Asya ve Afrika ülkelerinde de hayvanların koşum
aksesuarlarına takılarak onları nazardan korumak için kullanılır. Günümüzde
hâlâ varlığını devam ettiren bir tılsımdır.
Diş ve Tırnaklardan Yapılan Tılsımlar: Genellikle ilkel toplumlarda avlanan hayvanların dişleri ya
da pençe ve tırnakları çok güçlü bir tılsım olarak kabul edilirdi. Bunların
tılsımlı olduklarına inanmaktaki sebep olarak da hayvanlardaki müthiş gücün bu
tılsımı kullananlara geçeceğine olan inançtı. Fil, ayı, domuz ve kurt dişleri,
kaplan pençesi çok rağbet gören ve tılsımlı olduklarına inanılan nesnelerdi.
Bazı toplumlarda ayı pençesi doğum sırasında kadının en büyük yardımcısı olarak
kabul edilmektedir. Kurt dişinin bebekleri korkudan uzaklaştırdığına ve diş
ağrılarını kestiğine inanılır. Dünyanın bazı ülkelerinde kaplan dişi ya da
pençesi kumarbazların etkisine inandıkları bir uğur tılsımıdır.
Geyik: Cinsellik
sembolü olarak bilinir. Kısırlığa iyi geldiğine inanılır.
Güvercin: Kutsallığın
ve barışın sembolüdür. Çeşitli yangınlar, yıldırım düşmeleri ve sevgisizliğe
karşı kullanılır.
Kaplumbağa: Ani
ölümler, cehalet, acele verilen kararlar ve zaaflardan korunmak için
kullanılır.
Keçi: Kısırlığa ve
cinsel iktidarsızlığa karşı kullanılır.
Kedi: Kedi tılsımı
denince akla Japonların en gözde uğuru olan Neko gelir. Kedinin sahibine şans
getirdiğine ve kötü talihi uzaklaştırdığına inanılır. Beyaz renkte olanları
mutluluğu, sarı renkte olanları zenginliği, siyah renkte olanları ise sağlık ve
sıhhati çağrıştırır. Çeşitli boyutlarda yapılabilen kedi tılsımları eskiden
tahtadan yapılırken artık günümüzde çiniden yapılarak çeşitli renklere boyanır.
Kırlangıç: Şans ve
mutluluk getirdiğine inanılır.
Koç: Doğurganlık ve
güç sembolü olarak kullanılır.
Köpekbalığı Dişi: Kökeni
Orta Çağlara dayanan bir tılsımdır. Bu tılsım “Aziz Paul’un Dili” adıyla
bilinir ve bu adı alması ile ilgili olarak şu efsane anlatılır: Şiddetli
fırtınalı bir günde gemisi küçük bir adaya sürüklenen Aziz Paul’u karaya
çıktığı zaman bir yılan sokar. O da bu olaya tepki olarak yılanları lanetler ve
adayı kutsar. O anda adadaki bütün yılanlar zehirlerini kaybedip zararsız birer
hayvan olurlar. Bu yılanların zamanla ölmesi sonucunda kayaların içinde
fosilleşen üçgen şekilli dişleri ada halkı tarafından “Aziz Paul’un Dili”
olarak adlandırılır. Bunlar bulundukları yerlerden çıkartılarak küpe, kolye
olarak kullanılırlar. Ama bunların yılan dişleri değil, zamanla kayalarda
fosilleşen köpekbalıklarını dişleri oldukları çok sonraları ortaya çıkar.
Kuzu: Kuzu şeklinde
yapılmış tılsımı takan insana bu tılsım koruma yapar, kısırlığı önleyerek huzur
sağlar.
Mercan (Kırmızı): Asırlardan
beri tılsım yapımında kullanılan mercanların taşıyanı nazardan, büyüden,
cinlerden ve çeşitli psikolojik rahatsızlıklardan koruduğuna inanılır. Hormon
düzensizlikleri olan ve doğumda zorluk çekmek istemeyen kadınlar üreme
organlarının yanında mercan taşırlar. Bebekler için de yararlı bir tılsımdır.
Onların diş çıkarmalarında yardımcı oldukları bilinir. Tılsımlı etkisi ile süs
eşyası olarak da kullanılabilirler.
Tavşan Ayağı: En
popüler ve ilginç tılsımlardan biridir. Bu tılsım için pek çok rivayetler
üretilmiştir. Kimi insanlar onun uğuruna yürekten bağlanmışlar ve onu uğurları
olarak kabul etmişlerdir. Tavşan ayağı tılsımını kaybetmek kimilerine göre
ölüm, kimilerine göre zamansız bir felaket, kimilerine göre de büyük bir
şanssızlık olarak kabul edilmektedir. Tavşan tüyünün nazar değmesine karşı
kullanılması Azerbaycan Türklerinde karşımıza çıkmaktadır. Buna göre bir çocuğu
kem gözlerden ve bazı hastalıklardan korumak için şapkasına tavşan tüyü asılır
(Kadirzade, 2005: 41).
Tüy: İş hayatında bol
kazanç ve refah getirdiğine inanılır.
Yılan Figürlü Tılsımlar: İnsanlar tarafından hep korkulan zehirli bir hayvan olan yılanın aynı
zamanda koruyucu özellikleri de vardır. Çağlar boyunca önemli bir tılsım
simgesi olarak kullanılmıştır. Türkiye’de yılan tılsımlarının önemli bir yeri
vardır. Yılanın kemikleri küçük muskaların içine konarak üstte taşınır. Bu
nazara karşı kullanılır (Albayrak, 2006: 51). Özellikle hastalıklara karşı kuvvetli
bir etkisi olduğu bilinmektedir. Yılanı ölümsüzlük simgesi olarak kabul eden
toplumlar da vardır. Nitekim tıp ilminde sembol olarak kullanılması bunun en
önemli göstergesidir.
Yumurta: Doğurganlık
sembolüdür. Taştan yapılmış renkli yumurtalar evlerde sıkça karşımıza çıkar.
Yunus: Denizciler
arasında yaygın olarak kullanılan bir tılsımdır. Denizden gelecek tehlikelere
ve kazalara karşı denizcileri koruduğuna inanılır.
Hayvanlarla ilgili olan tılsımların sadece bu kadar
oldukları düşünülmemelidir. Yukarıdaki özette yer almayan hayvansal
tılsımlardan biri de yengeçtir. Azerbaycan Türkleri arasında yaygın olan bir
uygulamaya göre çocukları kötü ruhlardan, çeşitli hastalıklardan ve cin ve
şeytan şerrinden korumak için yengecin kıskaçları bez parçalarına sarılıp
çocuğun omzuna asılır (Kadirzade, 2005: 40).
Köpek tılsımı Van ilinin Erciş ilçesi halkı tarafından
hâlen kullanılan bir tılsımdır. Buna göre, kurutulmuş bir miktar köpek pisliği
ya da köpek dişi nefesi kuvvetli bir kişiye okutulduktan sonra çocuğun omzuna
asılır. Köpeğin yanı sıra kurt da koruyucu bir tılsım olarak karşımıza
çıkmaktadır. At, kurt, köpek gibi hayvanların koruyucu özelliklerinin olduğu,
insanların bu hayvanların ölülerine ait bazı parçaları üzerinde taşımaları
sureti ile nazardan, kötü ruhlardan koruyacağına dair inançlarda totemik
unsurlar karşımıza çıkmaktadır (Albayrak, 2006: 51-52). Yine Erciş ilçesindeki
bir inanışta akrep tılsımı karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, akrep öldürülüp
kuyruğuna ip bağlayarak duvara asılırsa o eve bir daha akrep gelmezmiş
(Albayrak, 2006: 109).
Bütün bu tılsımların dışında özellikle deniz kenarındaki
yerleşim yerlerinde salyangoz kabuğu da tılsım olarak kullanılmaktadır.
Kötü ruhlardan, nazardan korunmak ihtiyacı içinde olan
insanlar çok çeşitli tılsımlar kullanmışlardır. Her ne kadar bazı hayvanların
koruyucu özellikleri olduğu bilinse de bunların insanlar üzerindeki
koruyuculukları insanların onlara yükledikleri anlamlar ile ilgilidir. Tıpkı
falda olduğu gibi bunların etkileri ya da korumaları insanların psikolojik
durumlarıyla bağlantılıdır.
İnsanların hayatî faaliyetlerinden olan beslenme içerisinde
bitkilerin çok önemli bir yeri vardır. Ancak bitkiler sadece beslenme amaçlı
olarak kullanılmazlar. Koruyucu özellikleri olduğu bilinen bazı bitkiler
insanlar tarafından tılsım amaçlı olarak da kullanılırlar. Kimileri doğal
hâlleri ile muhafaza edilir, kimileri kurutulur, kimilerinin de dalları küçük
parçalar hâlinde üstte taşınır. Günümüzde hâlen kullanılan bitki tılsımları
şunlardır (http://www.astromerkez.com/gizliilim.php?c=5&p=107&):
Abanoz Ağacı: Sihirbazların
değneklerinin işlerini iyi yapabilmeleri için mutlaka abanoz ağacından
yapılmaları gerekir. Koruyucu etkisinin olduğu bilinen abanoz ağacının
tahtasından yapılan tılsımlar en çok tutulan tılsımlardır. Nazarlık veya muska
olarak taşınan bu tılsımların taşıyan insanları kem gözlerden ve kötü ruhlardan
koruduğuna inanılır.
Defne: Bulunduğu yere
bereket getireceğine inanılan defne ağacının bulunduğu yere hastalık ve kötü
ruhların giremeyeceği inancı yaygındır. Günümüzde evlerin bahçelerine dikilen
defne ağaçlarının evi kötü ruhlardan ve yıldırım düşmelerinden koruduğuna
inanılır.
Fesleğen: Hintlilerin
kutsal bitkisi olan fesleğenin doğum sırasında kadınlara yardımcı olduğu
bilinir. Aynı zamanda sahibini sancılardan ve ağrılı hastalıklardan koruduğuna
inanılır. Bazı Akdeniz ülkelerinde fesleğen bekâr kızın koruyucusudur ve
folklorik bir özelliği vardır. Eğer bir evde bekâr bir kız varsa evin camının
önüne bir fesleğen saksısı konur ve böylece evdeki kızın evlenmeye hazır olduğu
çevreye bildirilirdi.
Kekik: Önemli bir
koruyucu özelliği olan kekik, üzerinde taşıyanı korkularından, hastalıklardan
ve karabasanlardan korur. Saçına bir kekik dalı takan kadının aşkta şanslı
olacağına inanılır.
Kına: Kullanımı çok
yaygın olan kınanın uğur getirici ve koruyucu özellikleri olduğuna inanılır.
Anadolu’da ve bazı Orta Doğu ve Asya ülkelerinde düğünden bir gece evvel
evlenecek kıza kına yakmak âdeti vardır. Buradaki inanç, düğüne gelebilecek
olan kötü nazarın ve şeytani güçlerin saldırılarını etkisiz hâle getirmektir.
Meşe Palamudu: Yüzyıllardır
kutsal bir ağaç olarak bilinen meşe ağacının meyvesi olan meşe palamudunun özel
güçlere sahip olduğuna inanılır. Meşe palamudundan yapılan koruyucu tılsımların
kolera gibi çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanılır. Ömrü uzun olan meşe
ağacı uzun ömrü sembolize eder. Bu sebeple üzerinde meşe palamudu taşıyan bir
insanın yaşlanmayacağı inancı vardır.
Sarı Kantaron: Kötü
ruhları ve kötü güçleri kovmak için kullanılan en etkili bitki olarak bilinir.
Sarı kantaronu dalıyla birlikte evin bir köşesine asmak, o evin ve sakinlerinin
tılsımlı ve güçlü bir korumaya sahip olacakları ve evin içerisine hiçbir kötü
ruhun giremeyeceği anlamına gelirdi. Aynı zamanda bu bitkinin insanı yıldırım
ve ölümden koruyacağına inanılır.
Sarımsak: Bilimsel
olarak pek çok yararı olan sarımsağı eski zamanlarda insanlar vampirlerden
korunma amacıyla kullanmışlardır. Sarımsağın eve asılması sureti ile bu kan
emicilerden korunacaklarına, sarımsağın kokusunun vampirleri kaçıracağına
inanırlardı. Aynı zamanda gece uyumayan bebeklerin yataklarının altına sarımsak
koymak ve bebeklerin böylece sakinleşmelerini sağlamak oldukça yaygın bir uygulamaydı.
Orta Çağ toplumlarında savaşlarda askerleri korumak ve yaralananları
iyileştirmek amaçları ile kullanılmıştır.
Üvez Ağacı: Üvez
ağacının kötü büyüleri bozduğuna inanılır. Bir bahçeye ekilen üvez ağacının
bahçeyi, evi ve evde yaşayan insanları sansızlıktan koruduğuna, talihlerinin
iyi olmasına sebep olduğuna inanılır. Muska olarak da kullanılır. İki dal
parçası kırmızı kurdeleye bağlanarak taşınır.
Yonca: En çok bilinen
uğur simgelerinden olan yoncanın en makbulü dört yapraklı olanıdır. Dört yapraklı
olanın nadir olduğu için güçlerinin üç yapraklıya göre daha fazla olduğu inancı
yaygındır. Buna göre tılsımlı güçleri arasında kötü büyüden korunma vardır.
Yukarıda alfabetik olarak verilen bitki tılsımlarının
dışında günümüzde hâlen kullanılan pek çok bitki tılsımı vardır. Bunların
başında üzerlik otu gelmektedir. Üzerlik otu Anadolu’nun hemen her yerinde
nazara karşı koruyucu bir tılsım olarak kullanılır. Burada Erciş ilçesinde
üzerlik otu ile nazara karşı yapılan bir pratiği vermek istiyoruz:
“ Yörede nazara karşı korunmak için alınan diğer bir
tedbir iseyörenin dağlarında yetişen ‘üzerlik’ bitkisinin tohumlarının
kurutulup örülerek evin uygun bir duvarına asılması pratiğidir. Ayrıca nazardan
dolayı rahatsızlandığına inanılan çocuk, üzerine yedi tane üzerlik tohumu
atılan ateş üzerinden geçirilir. Çıkan dumana tutulur. Bu arada şu tekerleme
söylenir:
Üzerliksen hevasın her derde devasan
Üzerlik olan yerde gadayı belayı savasan
Al çuha, mavi çuha göz vuranın gözü çıka
Dilliyenin diline pay çıka
Elemlere fiş, kem gözlere şiş
Yörede nazar değmesini önlemek için uygulanan yöntemlerin
en etkili olanı, nazardan sakınılması istenilen kişinin altında yakılan üzerlik
otudur. Üzerlik otu, bir miktar köz üzerine bırakılır; üzerlik yandıkça koku
verir, duman çıkarır. Nazardan korunması istenen kişi, bunun üzerine getirilir.
Bacakların altında yanan üzerliğin dumanını koklaması sağlanır. Üzerliği yakan
bir tutam alarak, çömelen adamın başında daireler çizerek dolaştırır. Bu arada;
Ak çuha, mavi çuha
Göz vuranın gözü çıka
Kapıdan vurup bacadan çıka
Bacadan vurup kapıdan çıka
Elem tere fiş, kem gözlere şiş
tekerlemesi söylenir.”
(Albayrak, 2006: 54-55).
Anadolu’da üzerlik otu kadar sık kullanılan diğer bir bitki
tılsımı ise çörek otudur. Belli miktardaki çörek otuna sayıları adetince İhlas
suresi okunur ve çörek otları küçük mavi bir bez parçasına sarılarak çocuğun
omuzuna asılır. Bu pratik işlem Erciş ilçesinde olduğu gibi Ege bölgesinin pek
çok yerinde de varlığını devam ettirmektedir.
İnsanoğlunun çeşitli amaçlarla çıkar sağlamak için
başvurduğu büyü, neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir uygulamadır.
Beklenmedik durumlarda ortaya çıkan olumsuzlukları ortadan kaldırmak ya da
olması istenilen şeyleri gerçekleştirmek için geçmişte olduğu gibi günümüzde de
dünyanın her köşesinde insanlar, olağanüstü bir etkileyici güce sahip olduğuna
inandıkları büyücülere başvururlar. Büyünün temelinde insan nefsi vardır. Her
zaman en iyiye sahip olmak isteyen nefis, çoğu zaman aklın değil de duyguların
sesine kulak verdirip insanları büyücülere sürükler. Aklı ile hareket edip
olacakları kabullenmek istemeyen insanoğlu binlerce yıldır büyüyü hayatın
vazgeçilmez bir parçası hâline getirmiştir.
Büyünün başlıca işlevi insanlara, olaylara ve çeşitli nesnelere
etki ederek büyüyü yaptıran insana çıkar sağlamaktır. Büyüde her zaman kötülük
etmek amacı yoktur. Önemli olan menfaat elde etmek olduğu için büyü, çoğu zaman
insanlara, hayvanlara ve bitkilere zarar verilmeden de yapılır. Kısacası,
büyünün amacı bitkileri, hayvanları, insanları, tabiat olaylarını ve güçlerini
kontrol ederek çeşitli kişilere iyilik ya da kötülük etmek suretiyle bir
menfaat sağlamaktır (Tanyu, 1995: 501).
Büyü ile ilgili çalışmalar hazırlayan araştırıcıların
eserlerine baktığımız zaman görürüz ki, her araştırıcı büyüyü farklı şekillerde
tasnif etmiştir. Birbirlerinden çok farklı olmayan yani aynı temele dayanan bu
tasnif çalışmalarından birkaç tane örnek vermek yerinde olacaktır:
Bu konudaki önemli tasniflerden biri ünlü müfessir ve kelamcı
Fahreddin Râzî tarafından yapılmıştır. “Tefsir-i Kebîr” adı ile de
bilinen “Mefâtîhu’l Gayb” adlı tefsir kitabında sihrin çeşitlerini şöyle
sıralar:
Eski kavimlerden olan Keldân ve
Kesdûnîlerin sihri
Vehimler (Evham) ve güçlü nefs
(Nefs-i kaviye) sahiplerinin sihri
Yer ruhlarından yardım istemek
suretiyle olan sihir
Seyircilerin gözlerini bağlayarak
yapılan hokkabazlık
Makineler, kendi kendine işleyen
aletler ile yapılan harikalı ameliyeler
Çeşitli ilaçların ve kokuların
yardımı ile yapılan sihirler
Kalpleri bağlayarak yapılan
sihirler
Koğuculuk yapmak ve karışıklık
çıkarmak sureti ile yapılan sihirler (İslam Ansiklopedisi (10), 1988: 607).
Giovanni Scognamillo ile Arif Arslan birlikte
hazırladıkları “Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Büyü” adlı eserde
Râzî’nin tasnifine, tefsir kitabındaki açıklamaları da göz önünde bulundurarak
geniş bir açıklama yapmışlardır. Konumuz açısından önemli olan bu tasnif ve
açıklamaları nakletmek yerinde olacaktır:
“1. Keldânî (Babil) Sihri ki, semavî kuvvetlerle yeryüzüne
ait güçlerin karışımı yoluyla meydana getirildiği söylenen ve tılsım adı
verilen şeylerdir. Keldânîler eski bir kavim olup, yıldızlara taparlar ve bu
yıldızların kâinattaki olayları yönetip yönlendirdiğine, hayır ile şerrin,
mutluluk ile bedbahtlığın bunlardan kaynaklandığına inanırlardı. Bunların
tılsım adı verilen bazı acayip şeyler yaptıkları söylenmektedir. İbrahim (a.
s.), bunların bu batıl inançlarını düzeltmek için gönderilmişti.
Evham sahiplerinin ve kuvvetli
kişilerin sihirleridir. Bunlar öyle sanırlar ki, insanın ruhu terbiye ve
tasfiye ile kuvvetlenir ve tesir gücünü arttırır. İdraki, gizli kapalı şeyleri
algılayacak şekilde gelişir, iradesi de kendi dışında birtakım olayları
etkileyecek derecede güçlenir. O zaman istediği birçok şeyleri yapar, eşyada,
canlılarda ve diğer insanlarda kendi bedenindeki gibi tasarruf eder. Hatta o
dereceye varır ki, bir irade ile bünye ve şekilleri değiştirebilir. İsterse
öldürür ve yeniden diriltir, varı yok, yoku var edebilir. Gerçekten de beden
terbiyesi gibi ruh terbiyesinin de birçok faydası olduğu inkâr edilemez. Fakat
ruhun bu derece güç kazanması, bir ilahî ihsan olmadan, yalnız çalışma ile elde
edilebilir bir şey olduğunu farz etmek evhamdan öte bir şey değildir. Birtakım
kimseler, riyazet, havas, rukye, muska, uzlet ve benzeri bazı yollara
başvurarak, ruh ilminin bazı garip olayları ile uğraşırlar ki, manyetizma,
hipnotizma, fakirizm ve diğerleri bu cümleden şeylerdir. Sihrin en aldatıcı ve
en tehlikelisi de budur.
Cinlerden ve kötü ruhlardan
yardım görme yolu ile yapılan sihirdir ki, azâim ve cincilik dedikleri şey
budur. Mutezile ve son devir filozoflarından bazıları cinleri inkâr etmişlerse
de bunlar kısa görüşlü ve inkârda aceleci kimselerdir. Sanki kâinatta ruhanî ve
cismanî hiçbir gizli kuvvet kalmamış da hepsi keşfedilmiş ve sınırları
belirlenmiş gibi, cinlerin aslı yoktur diye inkârı bastırmak, ilmî bir davranış
olamaz. Bu inkârcıların bir kısmına ‘dünyada daha bilmediğimiz gizli kapaklı
nice tabiat kuvveti vardır’ deseniz, bunlar ‘evet’ demekte tereddüt etmezler de
aynı manada olmak üzere ‘cin vardır’ deseniz, hemen inkâr ederler. Bunun için
filozofların büyüklerin cinleri inkâr etmemiş ve ‘ervah-ı ardıye’ adıyla
anmışlardır. Fakat bunlarla belli sebepler altında insanların ilişki ve
bağlantı sağlayıp sağlayamayacakları ilmî bir şekilde tetkik edilip ortaya
konmadan hüküm verilemez. Lakin bundan dolayı bu yolla yapılan ve yapılacak
sihirlerin varlığını inkâr değil, kabul etmek gerekir. Hatta bugünün
ispritizmacılarını bu cinlerden sayabiliriz.
işte sihrin en ünlüleri buraya kadar saydığımız bu üç
kısımdır.
Hayali hakikat göstermek, yani
gözü yanıltmak (illüzyon) ve el çabukluğu denilen sihirlerdir ki, bunlara
sihirden ziyade hokkabazlık veya şa’beze adı verilir. Onun esası duyuları
aldatmaktır. Bu tıpkı vapurda ve trende giderken sahili hareket ediyor gibi
görmeye benzer. Buna Arapça ‘ahız bil’uyûn’ bizim dilimizde de ‘göz bağcılık’
denir. Bununla beraber göz bağcılığın da gizi birtakım ruhî etkiler ile de
ilişkisi olabilir.
Teknik hileler ile yapılan, aletlerden
istifade ederek acayip şeyler göstermek suretiyle ortaya konan sihirdir ki,
Firavun’un sihirbazları böyle yapmışlardı. Rivayet olunduğuna göre, bunların
ipleri, değnekleri civa ile doldurulmuş, altlarından ısı verilince veya güneşin
etkisi ile ısınmaya başlayınca ısınan ipler ve değnekler hemen harekete geçip
kaynamaya ve yürümeye başlamışlar.
Zamanımızda fen ve tekniğin gelişmesi, gerek mekânik, gerek
elektronik açıdan bunlara birçok misaller vermeye elverişlidir. Sinemalar bunun
çok canlı bir misalidir. Bilgisayar teknolojisi ile yapılan filmler, küçülen
veya büyüyen çocuklar, dev hayvanlar, uçan kahramanlar, vs... Bunların halk
üzerindeki hayalî olan etkileri bir sihir tesirinden daha az değildir. Hele
işin aslını bilmeyenler için...
Bazı cisimler veya birtakım
kimyasal maddelerin ve ilaçların, kimyevî özelliklerinden yararlanılarak
yapılan sihirlerdir. Büyü yapılacak kişinin yedirilen veya içirilen esrar,
eroin, vs. gibi maddelerle aklı çelinir. insan ve hayvan idrarları ve
dışkıları, kadavralar, kan ve cinsiyetle ilgili her çeşit malzeme sihirbazın
kullandığı malzemelerdir. Bunların dinen pis sayılan necis şeyler olduğunda
şüphe yoktur. Yine büyü yapılacak şahsın vücuduna değmiş, kendisine ait bir
eşya (çamaşır) veya kişinin vücudundan alınacak diş, tırnak, saç teli, vs. gibi
maddeler de büyücülerin malzemeleridir.
Ta’lik-i kalb (kalbi çelme)
suretiyle yapılan sihirdir. Sihirbaz şarlatanlık yaparak, türlü türlü övünme
ile kendini satarak, muhatabını kendine çeker, bir ümit veya korku altında onun
kalbini çeler, kendine bağımlı kılar, duygu ve düşüncelerine etki ederek telkin
altına alır ve yapacağını yapar.
‘İsmi azam duasını bilirim’ der, ‘Cin çağırırım’ der,
‘Kimya bilirim, simya bilirim’ der; icabında hünerden, sanattan, paradan,
kudretten, nüfuzdan, kerametten, ticaretten ve menfaatten bahseder,
karşısındakini dolandırır. Telkin yoluyla kalpleri çelmenin işleri yürütmede,
sırları gizlemede çok büyük tesiri vardır. En adisinden en maharetlisine kadar
çeşitli dolandırıcılıklar hep buna bağlıdır. Sihrin öteki türlerinin etkili
olması da aşağı yukarı sihirbazın bu konudaki becerisine bağlıdır, denilebilir.
Söz taşıyarak, kovuculuk
(nemmamlık), gamazlık fitnecilik) yaparak, el altından yürütülen gizli fitne ve
tezvirat; akla, hayale gelmez bozgunculuk, vasıtalı veya doğrudan tahrikler ve
aldatmalar ile yapılan sihirdir ki, halk arasında en bol ve en yaygın kısmı da
budur.
Buraya kadar saydığımız sekiz kısım sihir, dönüp dolaşır
iki kısım esasta toplanır:
Birincisi sırf yalan, dolan ve sadece saçmalama ve iğfal
olan söz veya fiil ile etki yapan sihir, diğeri de az çok bir gerçeğin
suiistimal edilmesiyle ortaya konan sihirdir.” (Scognamillo-Arslan, 2002: 94-98).
Bu iki araştırıcı, aynı eserde kendileri bir tasnif yapar
ve büyü çeşitlerini şöyle sıralarlar:
“1. Ak Büyü: Ak büyünün amacı şifadır, destektir.
Çağdaş ak büyünün başlıca amaçları ise refah, zenginlik, şöhret, aşk ve
zevktir.
Kara Büyü : Ak büyünün ve ak büyücünün karşıtı kara büyü, onu
uygulayan ise kara büyücüdür. Kara büyünün amacı kötülüktür, zarar vermektir ve
cinayete, ölüme kadar gidebilir.
Kırmızı Büyü: Kırmızı büyü, olumsuz amaç ve niyetleri, uygulamaları ile
kara büyünün bir çeşidi, bir yandaşıdır. Belki de en gerçek ve bu yüzden en
tehlikeli büyüdür. Şeytan’ın, kötü ruhların büyüsüdür ve işlemlerinde,
ayinlerinde kan kullanılır, kurban keser.” (Scognamillo-Arslan,
2002: 24-32).
Büyü çeşitleri ile ilgili olarak yapılan ve bu konuda önem
taşıyan diğer bir tasnif de Hikmet Tanyu’ya aittir. Bu tasnif yukarıdakinden
farklıdır. Fahreddin Râzî tasnifinde sihri büyünün bir çeşidi olarak ele
almıştır. Ancak Hikmet Tanyu, büyü ile sihri birbirinden ayırmış ve tasnifinde
sihre yer vermemiştir. Bu tasnife göre büyünün altı çeşidi vardır:
Ak Büyü (koruyucu büyü): Genel olarak ferdin veya toplumun iyiliği
için yapılan büyüdür. Kuraklık, yaralanma, mal ve mülkün zarara uğraması,
hastalık gibi felaketlere karşı, ayrıca çocuklara ve lohusa kadınlara zarar
veren şeylere çare bulmak veya bunları önlemek için yapılan koruyucu büyü de ak
büyü sayılır. Bu büyüde dinden ve din adamından, dualardan ve dinî metinlerden
faydalanılır. Tekniği kısmen büyünün taklit ve temas tarzlarıdır.
Kara Büyü: Ak büyünün aksine birine kötülük yapmak, zarar vermek
gayesi ile yapılır. Kişileri birbirinden ayırmak, evlilerin boşanmasını
sağlamak, cinsî kudreti önlemek, hasta etmek, sakat bırakmak, hatta öldürmek
gibi kötü istekler kara büyünün gayeleri içindedir. Bütün bu istekler dinî
ilkelere aykırı olduğu hâlde kara büyü yapanlar bile bile bazı kutsal
değerleri, nesneleri, metinleri araç olarak kullanırlar. Uygulama tekniği
genellikle taklit ve temas yoluyladır.
Aktif Büyü: Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını yönetim ve denetimi
altına alarak güçlü iradesiyle onları dilediği gibi kullanabildiğini iddia
eder, kendisinin parapsikolojik bir hayatı olduğunu telkin eder; özel bazı
sözleri, tekerlemeleri, dua veya bedduaları ile büyüyü hazırlamak için
elverişli bir durum meydana getirmek ister. Mesela Güney Afrika’da yaşayan Zulu
kabilesi mensupları, kızgın kömür üzerine su dökülmesi ile yapılan büyünün
fırtınayı önlediğine inanırlar. Kötü ve zararlı olayları önlemek, uğursuzluktan
korunmak, insanların zararlarından kaçınmak için bu büyüye başvurulur.
Pasif Büyü: Genellikle savunma ve korunma için yapılır. Kutsal yazı,
bıçak, makas, mavi boncuk ve çeşitli nazarlık eşyalar bulundurularak
büyücülerin bazı faaliyetleriyle gebe ve lohusaların zararlı etlilere karşı
korunması bu büyü içinde kabul edilir. Büyücü bu maksatla o kişinin muska ve
uğurluklar gibi okunmuş veya hazırlanmış bazı şeyleri taşımasını ister.
Temas Büyüsü: En çok yapılan büyü çeşitlerindendir. Temas büyüsünde
temas esas olduğundan parça - bütün ilişkisi inancıyla bir kimsenin saçından
alınan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez parçası, bir tırnak ucu,
kopartılan bir iplik parçası gibi şeylerle bu büyü yapılır. Temas büyüsü
genellikle kişinin iyiliği için yapılmaktaysa da bazen bir kötülüğü
uzaklaştırmak veya zarar vermek için de buna başvurulabilmektedir.
Taklit Büyüsü: Pek çok yerde uygulanmaktadır. Bir şeyin taklidini
yapmakla o şeyin esasını etkileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme
esasına dayanır. Bu büyünün temeli Frazer’in ‘benzerin benzeri meydana
getirdiği’ şeklindeki ilkesine dayanır. Aynı zamanda analoji büyüsü, homeopatik
büyü de denilen bu büyüye hem iyi hem de kötü gayeler için başvurulur. Bu büyü
şeklinde çocuk isteyenlerin bezden bebek, ev isteyenlerin de ufak taşlarla bir
ev yapmaları benzerin benzer şeyler meydana getirebileceği inancından
kaynaklanır. Yağmur yağdırmak için bir genç kızın yeşil dallarla donatılıp
başından su dökülmesi de (Balkanlarda) bir taklit büyüsüdür. Bu büyü çeşidinde
dualar ve okumalar ikinci planda kalır. Gerek taklit gerekse temas büyüsü,
birbirinden uzak şeylerin gizli bir sempati ile birbirlerini etkilediklerini,
bir çeşit gizli ve görünmez vasıta ile uyarmanın birinden ötekine geçebildiğini
ifade etmek üzere ‘sempatik büyü’ şeklinde de adlandırılır.” (Tanyu, 1995: 502).
Sedat Veyis Örnek “100 Soruda ilkellerde Din, Büyü,
Sanat, Efsane” adlı eserinde büyü çeşitleri hakkında şu bilgileri verir:
“Büyü temelinde yatan düşüncelere, psikolojik durumlara,
bir de büyüsel işlemlerin bünye ve amaçlarına göre kollara ayrılmaktadır.
Bunların başlıcaları: Taklit büyüsü, temas büyüsü, ak büyü, kara büyü, aktif
büyü, pasif büyü, av büyüsü, vb. Bunlardan taklit ve temas büyüsü sempatik büyü
adı altında toplanır. Büyüler uygulanışlarına göre de üç bölüme ayrılırlar:
a)Uzaklaştırıcı uygulamalar, b)Hücum uygulamaları, c)İstekle ilgili
uygulamalar.” (Örnek, 1971: 141).
Örnek aynı tasnifi “Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli
Safhalarıyla ilgili Batıl inançların ve Büyüsel işlemlerin Etnolojik Tetkiki”
adlı eserinde de vermektedir:
“Büyü temelinde yatan düşünce kanunlarına, psikolojik
durumlara, bir de büyüsel işlemlerin bünye ve gayelerine göre ollara
ayrılmaktadır. Bunlar:
Taklit büyüsü (homeopatik
maji)
Temas büyüsü (kontajiyöz
maji)
Pasif büyü diye beş kısma
ayırabiliriz.” (Örnek, 1981: 34).
Büyü konusunu halk bilimi açısından ele alan Pertev Naili
Boratav “100 Soruda Türk Folkloru” adlı eserinde büyü çeşitlerini şöyle
sıralar:
“1. Olumlu Büyüler: Bunlarda amaç işlemin sonunda
büyü yapanın da ondan etkilenenin de “hayrına” bir sonuç elde etmektir.
Kötü Büyüler: Bunların bir bölüğü, büyücünün, kendisine başvuranın kötü
niyetini bile bile yaptığı büyülerdir. Halk arasında bu türlü büyüleri yapanlar
hoş karşılanmaz. Bunlardan büyücü (uzman) aracılığı ile yapılanlar olmakla
beraber, çoğu kötülüğe niyetli kişilerin kendi başlarına uygulayabilecekleri
işlemlerdir; reçeteleri ya kulaktan kulağa öğrenilen ya da bu işler için
düzenlenmiş kitaplarda bulunan şeylerdir.”
(Boratav, 2003: 137138).
Bu bölümde büyünün çeşitleri ile ilgili olarak birbirinden
farklı dört tasnif vermeye çalıştık. Görüldüğü üzere bu tasniflerden ilki, yani
Fahreddin Râzî’ye ait olanı, en kapsamlı tasniftir. Buna göre, büyü sekiz
bölüme ayrılmış, sihirleri ile ünlü eski bir kavim olan Keldanilerin sihirleri,
bugün bizim büyüden farklı olarak algıladığımız sihir, insanın arasını açmak
için söz taşımak ve başkasını gamazlamak da büyünün bir çeşidi olarak
verilmiştir.
Bizim kanaatimize göre oluşan ve çalışmamızda esas
alacağımız büyü tasnifi ise şöyledir:
İyi Niyetli Büyüler: Bu büyüler, büyüyü yaptıranın da büyüden etkilenenin de
zarar görmediği aksine her iki tarafa yararı dokunan büyülerdir. Bir insandan
gelecek kötülüğü engellemek için yapılan büyüler de bu gruba girer ancak, bu
durumda büyüden etkilenen insan amacına ulaşamayacaktır. Bir insanın sevgisini
kazanmak, bir erkeği eve bağlamak, kaybedilen bir eşyayı bulmak, lohusa
kadınlara musallat olan kötü ruhlardan kadınları korumak amaçları ile yapılan
büyüler iyi niyetli büyülerdir.
Kötü Niyetli Büyüler: Bu büyüler, büyüyü yaptıranın iyi, büyüden etkilenenin
ise kötü yönde etkilendiği büyülerdir. Eşleri, nişanlıları ya da sevenleri
birbirlerinden ayırmak, dil bağlamak, erkeklik bağlamak, sakat bırakmak ve
öldürmek amaçları ile yapılan büyüler kötü niyetli büyülerdir.
Tılsımlar yani Korunma Amaçlı
Büyüler: Çeşitli zehirli hayvan
sokmalarına, nazara, bazı ateşli hastalıklara, cinlere karşı ve bunlardan
korunmak amacı ile yapılan büyülerdir. Aslında bu uygulamalara tam olarak büyü
diyemeyiz. Çeşitli nesnelere tılsım yaparak veya ağrıyan yere el koyup dua
ederek yaptığımız uygulamalardır. Türk kültüründe ve halk inanışlarında tılsım
adı ile bilinen bu tür işlemlere İslamiyet’te daha doğrusu Arap kültüründe
“rukye” adı verilir. Sırtın sıvazlanması da bir çeşit tılsımdır. Dede Korkut Hikâyeleri’nden
olan Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı’nda, âşıklık geleneğinde ve halk
hikâyelerimizde oldukça sık karşımıza çıkar.
Sihirler: Her ne kadar çoğu zaman büyü ile aynı anlamda kullanılsa
da sihir, gözü ve görüşü aldatan ve el çabukluğuna dayanan bir sanattır.
Uygulamaları büyü ile aynı değildir.
En basit tarifi ile büyü yapan insanlara “büyücü” denir.
Büyücülerin olağanüstü bir etkileme gücünün ve bilgisinin var olduğuna
inanılır.
Büyünün amacı na göre büyücüleri ikiye ayırabiliriz:
Güçlerini iyi niyetle kullananlar ve güçlerini kötü niyetle kullananlar.
Güçlerini iyi niyetle kullanan büyücüler, büyüyü yaptıran
ve büyüden etkilenen kişilere zarar vermeyen, onların iyilikleri için çalışan
büyücülerdir. Evi ile ilgilenmeyen erkekleri evlerine bağlamak, bir insanın
sevgisini kazanmak, kaybedilen bir eşyayı bulmak, kuraklığı önleyip yağmur
yağdırmak, lohusa kadınları kendilerine musallat olan kötü ruhlardan korumak
gibi amaçlarla yapılan büyüler iyi niyetle yapılır yani, büyüyü yapan ve
büyüden etkilenen insanlara herhangi bir kötülük gelmez.
Güçlerini kötü niyetle kullanan büyücüler ise, büyüyü
yaptıranın iyi, büyüden etkilenenin ise kötü yönde etkileneceği büyüler
yaparlar. Eşlerin arasını açmak, nişanlıları birbirinden ayırmak, dil bağlamak,
erkekliği bağlamak, sakat bırakmak hatta öldürmek amaçlı büyüler kötü niyetli
büyülerdir. Sevdiği erkeği nişanlısından ayırmak için büyü yaptıran bir kadın
büyü sonucunda muradına erecek ama, büyüden etkilenen erkek sevdiğinden
ayrıldığı için büyünün kötülüğüne maruz kalacaktır.
Büyücülerin görevi sadece büyü yapmak değildir. Yapılan
büyüyü bozmak için de büyücülere başvurulur.
Tarih boyunca dünyanın neresinde olursa olsun, büyü ile
uğraşanlar daha çok kadınlar olmuşlardır. Vücut yapılarındaki incelik ve ruh
yapılarındaki letafet kadınları büyücülüğe daha yatkın kılmıştır. Şeytanların
ve cinlerin kadınlar ile daha kolay diyaloğa geçtikleri düşüncesi asırlar
boyunca insanoğlunun kabul ettiği bir inanıştır (Arslan, 2002: 34). Nitekim
fitne denilince akla ilk gelen kadınlardır.
Gerek dünya gerekse Türk tarihine baktığımız zaman çeşitli
savaşlarda ve devletlerin yıkılmalarında kadınların parmağının olduğunu
görürüz. Troya kralının oğlu Paris’i güzelliği ve sevgisi ile büyüleyen ve Akha
kralının eşi olan Helena, Troyalılar ile Akhaları büyük bir savaşa
sürüklemiştir. Türk tarihinde ise kadın ve entrika denildiği zaman akla ilk
gelen Hürrem Sultan’dır. Batılıların Muhteşem Süleyman dedikleri Kanunî Sultan
Süleyman’ı zekâsı ve cazibesi ile büyüleyen ve avuçlarının içine alan Hürrem
Sultan, ilk önce haremi, daha sonra devleti ele geçirmiş ve Kanuni’nin ilk
hanımından olan oğlu Şehzade Mustafa’yı öldürterek veraset yolunu oğullarına
açmıştır.
Büyü her zaman büyücülere giderek yapılmaz. Zekâsını ve
cazibesini kullanabilen her kadın bir bakış, bir gülüş veya bir cümle ile
sevdiği erkeği kendisine büyülenmişçesine bağlayabilir. Yaradılışında var olan
bu özelliklerin farkında olan kadınların bu amaçla büyücülere gitmesine gerek
kalmaz.
İSLAMİYET ÖNCESİNDE
ÇEŞİTLİ MEDENİYETLERDE BÜYÜ
İlkel toplumların yaşamları hakkında bildiklerimiz, her ne
kadar çeşitli çalışmalar yapılmakta ise de, çok sınırlıdır. Ancak büyünün ilkel
zamanlardaki toplumlarda bile var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İlkel
insanlar ister istemez büyülü bir dünyanın içinde yaşıyor ve çok kısıtlı olan
bilgileri ile yaşadıkları topluma ve dünyaya çeşitli sırlar katıyorlardı.
Dünyanın her türlü tehlikelerine açık olmaları, onları maddî ve manevî
yönlerden bir savunma mekânizması altına almaktaydı. Silah veya büyü ile alınan
önlemler ilkel insanların en büyük tehlike önleyicileri idi. Günümüzde
Avustralya, Afrika ve Güney Amerika’da var olan ilkel kabilelere baktığımız
zaman, büyünün nasıl yaşamsal bir uygulama olduğunu görürüz (Scognamillo-Arslan,
2002: 34).
İnsanlık tarihi kadar eski bir uygulama olan büyünün
örneklerine Paleolitik devrede bile rastlanılır. “Benzer benzeri meydana
getirir” büyüsel anlayışı ile mağara duvarlarına çizilen kargı saplı hayvan
resimleri ve mumya benzeri bir balçık türünün kapladığı insan cesetlerinin,
kırmızı boya ile kaplanması ve bu uygulama ile kırmızının hayat özü olduğu
kabul edilerek ölünün kırmızı ile kaplanınca büyülendiği ve yeniden dirileceği
inanışı, büyünün ne kadar eski bir uygulama olduğu hakkında bize bilgi verir
(Tanyu, 1995:503).
'“Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Büyü” adlı eserde büyünün tarihçesi geniş olarak ele alınmış ve
konu ile ilgili çarpıcı açıklamalara yer verilmiştir (Scognamillo-Arslan, 2002:
33-49). Bu bilgilerin özeti şöyledir:
Büyücülüğün ana vatanı olarak Orta Doğu kabul edilir. Orta
Doğu’nun eski ve büyük uygarlıkları, çok tanrılı ve putperest dinlerde olduğu
gibi, büyü ve sihri bir kurum hâline getiriyorlardı. Yaklaşık beş bin yıl
öncesine gidildiği zaman karşımıza iki büyük büyülü uygarlık çıkar: Mısır ve
Sümer uygarlıkları. Bu iki uygarlıkta büyü, sihir ve yıldız bilimi belirli
kurallara bağlıdır.
Mısır, büyü ve sihirde büyük bir gelenek kurmuş ve bütün
Akdeniz havzasını etkilemiştir. Eski Yunanlılar ve Romalılar için Mısır büyücülüğü
bir rehber olmuştur.
Eski Mısırlılar büyü ile hayatın her anına ve ölüme etki
edebileceklerine inanmaktaydılar. Aynı zamanda yaptıkları aktif büyüler ile
tabiatı denetimleri altına aldıklarını sanıyorlardı. Mısır tanrıları büyü ile
aldatılabilir, itaat altına alınabilirdi. Eski Mısırlılar için sihir ve büyü
dinsel iki öğe idi. Nuh tufanından yüz doksan yıl sonra Hz. Nuh’un oğlu Şem,
Mısır’a yerleşir ve yaklaşık yüz altmış yıl ülkeyi yönetir. Mısır büyücülüğün
Şem döneminde en yüksek noktasına vardığı söylenir.
Eski Mısır’da büyü, hayatın her kademesinde insanların
yanında idi. Halka yönelik, popüler büyücülük “Hayat Evleri” adı verilen
okullarda insanlara öğretilirdi. Bitkiler, aşk iksirleri, zehir ve mumdan
heykeller büyünün malzemeleri idi. Mesela, bir insanın dilini bağlamak için, o
insanı simgeleyen mumdan bir heykel yapılır ve ağzına mum dökülerek ağzı
mühürlenirdi.
Sümerlerde baş rahipler aynı zamanda büyücü ve sihirbaz
idi. Bunlar büyülerini tanrıların yardımları ile yaparlardı.
Büyücülükte önemli bir yere sahip olan diğer bir
Mezopotamya uygarlığı ise Asurlulardır. Asur büyücülüğü, Orta Doğu
büyücülüğünün ve sonraki zamanlarda batıyı etkileyen büyücülüğün başlangıcı
olarak kabul edilir. Yüzyıllardan beri büyü işlemleri esnasında cinleri ve ruhları
çağırmak için kullanılan büyülü dairenin ilk örnekleri Asurlularda karşımıza
çıkar. Diğer uygarlıklardan farklı olarak Asur’da insanların etrafında gezinen
pek çok kötü ruh vardır: Vampir bir cin olan Utukku, kem gözü cini Sedu,
tecavüzcü Ahazzu, vampir Ekkimmu, insanları komaya sokan Asakku, öldürücü
Namtaru ve fırtınalara, doğal afetlere hükmeden Lilu, Lilitu ve Ardat Lili
üçlüsü gibi.
Bu kötü ruhları kullansın ya da kullanmasın Asurlu büyücü
gerçekten güçlüdür. İnsanları sakat bırakabilir hatta öldürebilir. İstediği
zaman ise insanların koruyucusu ve şifa vericisi de olabilir.
Büyü ve sihirde büyük bir gelenek kuran ve bütün Akdeniz
havzasını etkileyen Mısırlılar, astroloji ve yıldız bilimde Keldaniler’den
etkilendiler. Yıldızlara tapmaları ile bilinen eski bir kavim olan Keldaniler,
büyüyü ve sihri, geleceği görme ve kehanet aracı olarak kullanıyorlardı. Onlar
için önemli olan sadece kehanet idi. Gelecek olayları istedikleri gibi
şekillendirirlerdi.
Çok tanrılı ve putperest olan Roma ve Yunan’da, Orta
Doğu’nun özellikle Mısır’ın etkisi ile büyücülük kendisine oldukça uygun bir
zemin bulmuştur. Yunanlılar kısa sürede kendilerini büyüye kaptırdılar ama,
daha kuralcı ve disiplinli olan Roma, büyüden etkilenmemek için uzun süre
direndi. MÖ 5. yüzyılda çıkarılan bir yasa ile bütün büyülük işlemler
yasaklandı. Ancak, aldıkları önlemlere rağmen Romalılar büyünün tam olarak
önüne geçemediler. Büyüde oldukça ilerleme gösteren Yunanlılar bir süre sonra
Romalıları etkilemeye başladılar.
İslamiyet öncesi Arap toplumunda büyü ve sihir yaygındı.
Cahiliye devri adı verilen bu dönemde Araplar çeşitli yöntemler ile büyü ve
sihire başvururlardı. Kehanet, cincilik, düğüm atmak, üflemek, yıldızlara
bakmak gibi yöntemler ile büyü yapılırdı. Bütün büyü işleri putperestlikle
birlikte yürütülürdü. Araplar büyücülerden çekinir ve onlara saygı duyarlardı
(Tanyu, 1995: 506).
Dünyanın bütün milletlerinde olduğu gibi eski Türklerin
sosyal yaşamlarında da büyü ve sihir önemli bir yere sahipti. Konuya girmeden
önce Ziya Gökalp’ın büyü ve sihir ile ilgili olarak verdiği şu iki cümleyi
nakletmek istiyoruz:
“Eski Türklerde ‘sihir’ (büyü) de Tisin dinine bağlıdır.
Hatta ‘büyü’ kelimesinin de bu dinin kurucusu olan ‘Buğu’dan türemiş olması
muhtemeldir.” (Gökalp, 2005: 45).
Türklerin Gök Tanrı inancından sonra kabul ettikleri
Şamanizm, bir din olmayan; ancak dinsel ve toplumsal işlevleri bulunan,
toplumsal taleplere cevap veren ve dinî bir öğretisi bulunmayan bir sistemdir
(Bayat, 2004: 20). Bu inanışın din büyükleri ise kam ya da şaman adı verilen
kimselerdi. Şamanın birçok görevi vardı: İnsanların tanrılar ile iletişim
kurmasını sağlamak, tanrılara kurban sunmak, çeşitli hastalıkları tedavi etmek,
ölen insanların ruhlarını öteki dünyaya götürmek gibi. Konumuz açısından
şamanın en önemli görevleri ise, büyü yapmak ve cin çarpmasını kendine has
yöntemler ile tedavi etmektir.
Eski Türklerin sosyal yaşamlarındaki büyüsel işlemler
hakkında bilgi veren bizim için en önemli ve en eski eser, 1072 yılında
Kaşgarlı Mahmut tarafından kaleme alınan Dîvânü Lûgati’t-Türk’tür. Türk dilinin
ilk sözlüğü olan bu eser, on birinci yüzyılın ortalarına kadar Türklerin
yaşayışları hakkında bilgi verir. Bu eserin ışığı altında eski Türklerin
büyüsel işlemleri hakkında bilgi vereceğiz.
Eserde büyü ile ilgili olarak şu kelimeler yer alır: “Abakı,
arkış, arwalmak, arwaş, arwaşmak, arwış, ısrık, kam, kovu, kovuz, kösgük,
monçuk, örüng,yalwı,yat,yatlamak,yel”
“Arwaş, arwış, arkış, yalwı” eserde büyü anlamında kullanılan kelimelerdir. Büyü “kam”lar
tarafından yapılır ve kamların yaptığı bu işe “arwaşmak, arwalmak” adı
verilir. İnsanlar “yel, kovuç ve kovuz” dan yani cin çarpmasından
korunmak için kamlara başvururlar. Oğuzlarda “kovuç” yerine “kovuz”
kelimesi kullanılır, “yel kovuz bitigi” ise, cin çarpmasına karşı afsun,
üfürük anlamına gelir. Cin çarpan kişinin yüzüne soğuk su serpilir, sonra da “kovuç
kovuç” denir. Daha sonra bu kişi üzerlik ve öd ağacı ile tütsülenir. Kamlar
yaptıkları büyülük işlemlerden sonra büyüyü yaptıran kişiden “örüng” adı
verilen parayı alırlar. “Örüng”, afsuncuya verilen para demektir. Bu
kelimenin günümüzdeki karşılığı “arılık”tır.
Eski Türkler bazı büyülük işlemleri kamlara başvurmadan
kendileri de yapabilirlerdi. Göz değmesinden sakınmak için üzüm bağlarına ve
bostanlara “kösgük” adı verilen korkuluk dikerlerdi. Yine göz
değmesinden sakınmak için bahçelere, bostanlara “abakı” adı verilen
korkuluklardan dikerlerdi. “Monçuk” ise hayvanları bilhassa atları
korumak için hayvanın boğazına takılan aslan tırnağı, muska gibi şeylerdir.
Eserde yer verilen, Türklerin yaşamında önemli bir yeri
olan diğer bir uygulama ise “yat” adı verilen taş ile yağmur
yağdırmaktı. Kamlar, yada taşına afsun yaparlar ve suretle yağmur veya kar
yağdırır, rüzgâr estirirlerdi. Kaşgarlı Mahmut bu olayı gördüğünü söyler ve
şöyle anlatır: “Bu Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma
ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi; bu suretle
kar yağdırıldı ve ulu tanrının izniyle yangın söndürüldü.” (Divanü Lûgat-it-Türk
Tercümesi (III), 1999: 3).
Eserde on birinci yüzyılda Türkler arasında tılsım yapmanın
yaygın bir işlem olduğunu Türkmen maddesinde görüyoruz. Bu maddede tılsım ile
ilgili şu bilgiler verilmektedir:
“Zülkarneyn çekilip gittikten sonra Hakan Şu geldi,
Balasagun’a kadar ilerledi. Kendi adını vererek ‘Şu ’ adındaki şehri yaptırdı.
Oraya bir tılısım koydurdu. Bugün leylekler o şehrin karşısına kadar gelirler,
fakat şehri geçemezler. Tılısım bugüne kadar bozulmamıştır.” (Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi (III), 1999: 416).
Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan ve İslami Türk
edebiyatının ilk yazılı eseri olma özelliği taşıyan Kutadgu Bilig adlı
eserimizde büyü ile ilgili inanışlara rastlamaktayız. Bu kitap, dört önemli
temel üzerinde oluşturulmuştur: Doğruluk, saadet, akıl, kanaat. Yazar bu dört
kavramın her birine Türkçe adlar vermiş ve bunları sırası ile padişah, vezir,
vezirin oğlu ve vezirin kardeşi olarak kabul etmiş, kendi düşüncelerini de bu
dört kişiyi konuşturmak suretiyle vermiş ve böylelikle eserini meydana
getirmiştir. Aklı temsil eden ve vezirin oğlu olan Öğdülmüş, kanaati temsil
eden ve vezirin kardeşi olan Odgurmuş’a efsuncular ile nasıl münasebette
bulunması konusunda şunları söyler:
“EFSUNCULAR
İLE MÜNASEBETİ SÖYLER
Bunlardan (tabiplerden) sonra efsuncular gelir; cin ve periden
gelen hastalıkları bunlar tedâvi ederler.
Bunlar ile de görüşmek-
tanışmak gerektir; cin ve peri çarpmasından gelen hastalıkları okutmak
lazımdır.
Eğer sana faydaları
dokunmasını istersen, ey mert yiğit, onlara karşı da iyi muâmele et.
Tabip efsuncunun sözünü
beğenmez; efsuncu da tabibe kıymet vermez.
Birinin sözüne göre, ilaç
alınırsa, hastalığa iyi gelir; diğerinin sözüne göre, muska taşırsan, cinler
senden uzaklaşır.”” (Kutadgu Bilig, 1994:
315)
İslamiyet’ten önceki Türklerde çeşitli bela, afet ve
cinlerden korunmak için muska ya da tılsımlı şeyler kullanmak âdeti yaygındı.
Ancak, Türklerin İslamiyeti kabulünden yaklaşık üç buçuk asır sonra, yani on
birinci yüzyılın ortalarında, 1070 yılında, tamamlanan bu eserde
görüldüğü üzere Türkler, İslamiyet’ten önceki inanışlarını
tamamen terk edememişlerdir. Günümüzde hâlen tartışılan, modern tıp ile batıl
inanışların çatışması eserden edindiğimiz bilgiler ile on birinci yüzyıla kadar
gitmektedir. Her ne kadar modern tıp muska taşımak, hastalıkları okutmak gibi
uygulamaları reddetse de Türkler asırlardır bu batıl inanışlarından
sıyrılamamışlardır.
Akrep, yılan ve zehirli örümcekler tarafından ısırılan
insanları bu durumdan kurtarmak için Müslüman Türkler “arbakçı” adı verilen kişilere
okuturlardı. Bunlar, günümüzde “ocak” adı verilen kişilerin atalarıdır. Eskiden
arbaklar okudukları her durum için ayrı afsunlar ile her türlü hastalığı
iyileştirirken, günümüzdeki ocaklar sağaltma konusuna göre farklılık
gösterirler; yılan ocağı, siğil ocağı, vs. Bu afsunlara örnek olması amacı ile
iki farklı uygulama için kullanılan afsuna yer vermek yerinde olacaktır:
“ Türkmenlerde Yılan Afsunu
Nur yılan, temir yılan, at yılan, su yılan,
Ok yılan,
gömülgen yılan, ketle marı, ajdurharı çöl kesen ala yılan,
Hindustanî,
kara yılan, kör marı, erkek yılan, urkoçı yılan,
Hökm-i
Davud, hökm-i Süleyman, ilçi geldi, üsven geldi,
Kösvend
geldi, Brev, reberev küf! Çık!
Böy (Taren tula) Afsunu
Möy, möy,
siyah möy, surh möy, ala möy,
Kuzlogan
möy, kuzlaguçı möy, yetim möy,
Dul möy,
tulsak möy, kul möy, kultak möy,
Erende möy, çerende möy, gizlende möy,
Hay geldi, hoy geldi, kara çonok koy geldi.
Ayağının tozu geldi, pigamernin kızı geldi.
Hökm-i Davud...”
(İnan, 2000: 146-147)
İslam dini, gerek Kur’an-ı Kerim ve gerekse sahih ve kudsî
hadisler ile saadet asrında olduğu gibi yüzyıllardır kendi kurallarını muhafaza
etmektedir. Ancak zaman zaman bu kuralların yanı başında İslamiyet ile hiçbir
ilgisi olmayan uygulamalar insanların zihnini meşgul etmiş ve cehaletten
sıyrılamamış bir çok insan hak ve batılı birbirinden ayırt edememiştir. Böyle
olunca İslam kuralları ile batıl inançlar çoğu zaman karıştırılmıştır. Bu
durumun en güzel örneklerinden birisi de büyüdür.
Büyünün temelinde menfaat vardır. Allah, peygamber, din
gibi kavramları tanımaz hatta bazı durumlarda onları istismar eder. Büyücüler,
Allah’ın isteği dışında işler başarabileceklerini iddia ederler. Aynı zamanda
büyücülerin her şeyi bildiklerini iddia etmeleri İslam ile bağdaşmaz (Tanyu,
1995: 506).
İslam dinine göre, sihir yapmak da yaptırmak da haramdır.
Sihir yapan ve yaptıran kişilerin küfürde bulundukları yani kâfir oldukları
söylenir. Sihir yapmak, Allah’a şirk koşmaktan sonra gelen en büyük günahtır.
Bu gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse hadislerde açık olarak bildirilen bir
durumdur.
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların
uydurup söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman büyüyapıp kâfir olmadı.
Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârut ve Mârut
isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek herkese: ‘Biz
ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız.’
demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar o iki melekten, karı ile
koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni
olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de
zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin)
ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini
sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara, 2: 102).
Yukarıda gördüğümüz gibi Bakara suresinin 102. ayetinde
büyü yapanların kâfir oldukları söylenmektedir. Ayetten anlaşılacağı üzere
şeytanlar, kendi uydurmaları olan sihir ile Hârut ve Mârut adındaki iki meleğe
indirilenleri Babil’de İsrail Oğulları’na öğretiyorlardı. Bu iki meleğe
indirilen şeylerin sihir olduğu söylenmemiş ancak; sihre atıfta bulunulmuştur.
Bunlar gerçekte sihir değildir ancak; fesat ehlinin elinde küfre sebep
olabilecek malzemelerdir. Şeytanlar bunları sihir amacı ile kullanıp insanlara
öğretmişler ve kâfirler sınıfına katılmışlardır (Arslan, 2002: 30). Melekler
sihir yapmaz ve öğretmezler. Ancak, Babil’de olduğu gibi kötü niyetli insanlar
meleklerin hayır için öğrettikleri şeyleri suistimal ederek sihir aracı olarak
kullanırlar.
Sihir yapmanın Allah’a şirk koşmaktan sonra gelen en büyük
günah olduğu Ebu Hüreyre tarafından rivayet edilen bir hadiste şöyle beyan
edilmiştir:
“Bir kere Resûlu’llâh:
‘Mühlik olan yedi şeyden çekininiz! ’ buyurmuştu.
‘Yâ Resûla’llâh! Bu yedi şey nedir?’ diye sorduklarında
Resûl-i Ekrem:
‘ 1) Allah ’ a şirk, 2) Sihir, 3) Allah’ın katlini
haram kıldığı bir hayatı öldürmek; haklı öldürülen müstesna, 4) Fâiz kazancı
yemek, 5) Yetim malı yemek, 6) Düşmana hücûm sırasında harbten kaçmak, 7)
Zinâdan masûn olup hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlara zinâ isnâd
etmek.’ buyurdu.” (Sahîh-i Buhârî (8),
1984: 224).
Ayetten de anlaşıldığı gibi sihir, insanı helak eden yedi
şeyden İkincisidir. Sihir yapan ve yaptıran insanlar, başkalarının kaderine
hükmettikleri ve kaderlerini değiştirdikleri inancı taşıdıkları için Allah’a
şirk koşmuşlar ve böylece kendilerini bile bile ateşe atmışlardır. Bildiğimiz
gibi Allah’a şirk koşanların cennette yerleri yoktur. Bu durumu İbn-i Abbas
tarafından rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber şöyle bildirmiştir:
“Cennet ’e hesapsız girecek mü ’minler efsun etmeyenler,
teşe ’üm eylemeyenler, şifânın (Allah’tan olduğuna inanıp) keyden olduğuna
inanmayanlar ve her hususta Allah’a tevekkül edenlerdir.” (Sahîh-i Buhârî (12), t.y. : 83).
İslamiyet’in getirdiği bütün bu yasaklamalara rağmen
insanoğlu, istediklerini elde etmek ya da başkalarına zarar vermek niyetleri
ile büyüden vazgeçememiştir. Hz. Peygamber’in itibarını kaybettirmeye çalışan
Yahudiler, amaçlarına ulaşamayınca Hz. Peygamber’i öldürtmek için Lebîd İbn-i
A’sam adlı bir Yahudi büyücüye büyü yaptırdılar. Hz. Aişe bu durumu şöyle
rivayet etmiştir:
“Bir kere Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e sihir
yapılmıştı. Hatta (şahs-ı Nebevî) bazı işi işlemediği hâlde yaptım sanırdı.
Nihâyet günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra bana:
‘Ey Âişe, bilir misin? Allah bana kendisinde şifam olan
şeyi bildirdi ki: Bana iki kişi geldi (Cibrîl ve Mîkâil). Bunlardan biri
başucumda, öbürüsü de ayak ucumda oturdu. Ve biri öbürüsüne: ‘Bu zatın
hastalığı nedir?’ diye sordu. O da, ‘Sihirlenmiştir’ diye cevap verdi. ‘Kim
sihir yapmıştı?’ diye suâline öbür melek: ‘Lebîd İbn-i A’sam!’ diye cevap verdi.
Sonra ‘Bu sihir ne ile yapılmıştır? ’ diye sordu. O da: ‘Bir tarak, saç ve
sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile. ’ diye cevap verdi.
‘Nerede yapılmıştır? ’ suâline de: ‘Zervan kuyusunda.’ diye cevap verdi.
Sonra Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (bâzı Ashâb ile
berâber) çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi. Geldiğinde bana:
‘Ey Âişe! Kuyunun etrâfındaki hurma ağacının uçları şeytan
başları gibidir!’ buyurdu. Bunun üzerine ben:
‘Yâ Resûlu’llâh! Siz o sihiri çıkarıp çözdünüz mü?’ diye
sordum. Resûlu’llâh:
‘Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifâ verdi. Bir de o
sihiri çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin şuyûundan endişe ettim.
Sonra, kuyunun kapatılmasını emrettim. ’ buyurdu.” (Sahîh-i Buhârî (9), 1986: 53)
Kur’an-ı Kerim’in vahiy yoluyla inmeye başladığı dönemde
Yahudiler ve Hıristiyanlar ile birlikte Mekkeli müşrikler de sihirle uğraşmakta
idiler. Cahiliye devrinde insanların en çok korktukları şey karanlık idi.
Cinlerin karanlıkta ortaya çıkıp insanları çarptıklarına inanırlardı. Geceleyin
dışarı çıkmak zorunda kaldıklarında ise, cinlerin reisine sığınarak kendilerini
güven altına aldıklarını hissederlerdi. İnsanlara zarar vermek ya da onları
istedikleri yönlere çekmek için okuyup üfleyerek iplere düğüm atarlar ve bu yolla
büyü yaparlardı (Arslan, 2002: 68). Bu zaman zarfında, insanları bu endişeden
kurtarmak ve korumak için Felak suresi vahyolundu:
“De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü
zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden
ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!””
(Felak, 113: 1-5)
Ancak, İslamiyet’in hadis ve ayetlerle getirdiği bütün
yasaklara rağmen gerek Araplar, gerek Türkler ve gerekse diğer Müslüman
toplumlar, sihir yapmaktan ve yaptırmaktan bir türlü vazgeçememişler, zorda
kaldıkları birçok durumda sihre başvurmuşlardır.
Türkler arasında eski şaman geleneğini sürdüren kişiler, on
birinci yüzyılın ikinci yarısından sonra “muazzim” adını alırlar. Eski
geleneklerine İslamî bir yön kazandırabilmek için çeşitli İslamî terimleri,
Kur’an-ı Kerim’den bazı ayet ve sureleri büyü unsuru olarak kullanırlar. Hatta
Doğu Türkistan muazzimleri mesleklerinin Hz. Fatıma’ya dayandığını ispat etmek
için “Risâle-i Perîhân” adlı bir eser meydana getirmişlerdir. Bu
dönemlerde büyü ile ilgili uygulamaların anlatıldığı bir çok eser kaleme
alınmıştır. Bu eserlerden en ünlüsü, 14. yüzyılda yaşamış olan Ahmed b. El-Bûnî
tarafından yazılan “Şemsü’l-ma’ârifi’l-kübrâ”” adlı eserdir. Arapça olan
bu eserde dört yüze yakın tılsım şekli ve binlerce afsunun olduğu
bilinmektedir. Çeşitli eski Mısır tılsımlı sözleri, eski Yunan Pisagor
takımları Yahudi geleneğinde, özellikle de İspanyol Yahudilerin kabala
dedikleri mistik rakamsal sistemlerde birleşmiş ve Cezayirli Bûnî tarafından
İslam dünyasına girmiştir. Bu konuda diğer bir önemli eser ise Süleyman
el-Hüseynî’nin “Kenzü’l-havâs Keyfiyyet-i Celb ve Teshîr”” adlı Türkçe
eseridir. Bu eser aslında Bûnî’nin eserinin Türkçeye çevirisidir. Ancak,
Hüseynî birçok ilave yapmış, eser aslının iki katına çıkmıştır (Tanyu, 1995:
504).
GÜNÜMÜZDE ANADOLU
TÜRKLERİNDE BÜYÜ
Toplu hâlde İslamiyeti kabul eden tek millet olan Türkler,
hiçbir zaman eski inanışlarının etkisinden kurtulamamışlardır. Bunun en güzel
örneklerinden biri de büyüdür. Her ne kadar İslam dini büyüyü yasaklamış olsa
da büyüler çıkarları elde etmek yolunda gerekli oldukları için yüzyıllardır
uygulanırlar.
Büyüler yaşamak ve yaşarken arzu edilen şeyleri
gerçekleştirmek ya da bir kötülüğü, belayı önlemek fonksiyonları ile Anadolu
insanının vazgeçilmezleri arasındadır. Büyü hep gerekli olarak görülmüştür.
Anadolu insanı şu durumlarda büyüye başvurur:
Yıkım getirici bir olayın
doğmasını önlemek ya da başa gelen yıkıcı olayları ortadan kaldırmak
Doğumların kolay olmasını
sağlamak
Birtakım kötülüklerden,
çarpılmalardan, gizli saldırılardan korunmak
Gizlilikleri bilmek, geleceği
öğrenmek
Hastalıkları gidermek (Eyuboğlu,
1987: 12 - 14).
Anadolu’nun her köşesinde bu gibi durumlarda büyüye başvurulur.
Anadolu insanının muhayyilesinin genişliği büyülerin çeşitliliğini artırmıştır.
Günümüzde pek çok büyü büyücüye gitmeden pratik yöntemler ile
yapılabilmektedir. Bu konuda ilginç olduğuna inandığımız bir büyü çeşidi
hakkında bilgi vermek istiyoruz:
Giresun şehrimizde sevdiği kızı kendisine bağlamak isteyen
erkekler “Gül büyüsü” adı verilen büyüye başvururlar. Bu büyü şöyle
yapılmaktadır:
Bir delikanlı bir kıza âşık olur; ancak kız ona yüz
vermemektedir. Bunun üzerine delikanlı bir büyücüye başvurur. Büyücü gül
ağacından karşılıklı bir eksen üzerinde açmış iki yaprak alır. Yaprağın birinin
orta çizgisinin üst kısmına “Echezat”, alt kısmına ise elde edilmek istenen
kızın adını yazar. Diğer yaprağın orta çizgisinin üst kısmına “Vedut”, alt
kısmına ise âşık olan delikanlının adını yazar. Yazılı bu iki yaprak yüz yüze
birleştirilerek gizlice kızın evinin kapısının eşiğinin altına, odanın
kapısının altına veya geçtiği yolara bırakılır. Bu işlemlerden sonra kızın
delikanlıya âşık olması beklenir (Karadeniz, 1985: 11).
Kurşun dökme, Anadolu’da korunma amaçlı olarak yapılan bir
işlemdir. Bir insan hasta olduğu ya da kendisine nazar değdiği zaman
rahatsızlığın ne olduğunu ve sonucunun ne olacağını anlamak için hastanın
başından kurşun dökülür (Hamamizade, 1931: 103).
İSLAMİYET’TE RUKYE
VE RUKYE İLE TEDAVİ
Büyünün bir çeşidi olan ancak, iyi niyetle yani
hastalıklardan veya zehirli hayvanlardan korunmak amacıyla yapılan ve haram
olmayan işlemlere “rukye” denir.
“Büyücü ve üfürükçülerin okudukları şey, afsun.'’”
(Devellioğlu, 2000: 898) tanımında görüldüğü gibi rukyenin eski Türkçedeki
efsunun kullanımına yakın bir anlamı vardır. Rukye, herhangi bir işin olması
için tabiatüstü güçlere başvurmak, onlardan yardım almak olarak
algılanılmaktadır.
Genel olarak rukyeyi hem efsunlama hem de dua ile tedavi
anlamlarında ele almak gerekmektedir. Efsunlama, rukyenin kötü yönünü
oluşturur. Bu tür rukyeler, büyücüler tarafından büyü malzemesi olarak
kullanılır. Bu amaçlarla kullanıldığı zaman şirke girer ki, İslam dini bunu
kesinlikle yasaklamıştır. Rukyenin iyi yönü ise, dua ile tedavi şekli
olmasıdır. İslam dini, rukyenin bu kullanımını yasaklamamıştır (Arslan, 2002:
84).
Büyünün her çeşidini yasaklayan İslam dini, şirke girmemek
kaydı ile rukye yapılmasına izin vermiştir. Cahiliye devrinde Araplar arasında
rukye ile tedavi oldukça yaygın bir uygulama idi. Çeşitli hastalık ve
zehirlenmeler rukye ile tedavi edilirdi. Rukyenin en yaygın şekli ise,
ipliklere atılan düğümlere okumak sureti ile yapılanıydı. Hastanın kendisine,
ağrı hissedilen yere okunur ve hastalığın geçmesi beklenirdi. Ayrıca zehirli
hayvanların sokmalarına karşı dualar okuyup ve üfleyerek efsunlama yapılırdı
(Scognamillo- Arslan, 2002: 168).
Avf b. Malik el-Eşcai’nin rivayet ettiği bir hadise göre,
Hz. Peygamber’in rukye konusundaki görüşleri şöyledir:
“Biz Cahiliye’de rukye yapardık. Daha sonra:
‘Ya Resulallah, bunun hakkında ne buyurursunuz?’ diye
sorduk. Resulallah:
‘Rukyelerinizi bana gösteriniz. Şirk olmadığı müddetçe beis
yoktur. ’ buyurdu.”” (Scognamillo-Arslan,
2002: 168)
Rukye ile tedavi konusunda Hz. Peygamber, yılan, akrep ve
diğer zehirli hayvanların sokmalarına karşı, çeşitli zehir ve göz değmelerine
karşı, nemleye (hurma kurdu) karşı, çeşitli ateşli hastalıklara ve cinlere
karşı rukye yapmakta sakınca görmemiş, hatta bazılarını bizzat yapmıştır.
Buradan anladığımız gibi, büyü malzemesi olarak kullanılmadığı takdirde
İslamiyet rukye yapmayı yasaklamamıştır hatta teşvik etmiştir (Arslan, 2002:
86).
Çalışmamızın konusu olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi”nde
çok sayıda rukye ile aynı fonksiyonda olan ancak yapılışı bakımından rukyeden
ayrılan, tılsım adını verdiğimiz uygulamalar ile karşılaşmaktayız. Eseri
incelediğimiz zaman, Evliya Çelebi’nin yaşadığı yüzyılda (17. yüzyıl) Osmanlı
toplumunda tılsımın çok yaygın bir uygulama olduğunu görürüz. Çeşitli
hayvanlardan ve hastalıklardan korunmak için, şehirlere, taşlara, topraklara
tılsımlar yapılmıştır. Bu konu I. BÖLÜM’de ele alınacağı için şimdilik bu kadar
bilgi ile yetineceğiz.
İSLAMİYET’E GÖRE
BÜYÜDEN KORUNMA YOLLARI
Kendisine büyü yapılan kişi her ne durumda olursa olsun
onun için yapılabilecek en büyük tedavi yöntemi dua etmektir. Gerek görünüp
bilinen gerekse görünmeyen gizli düşmanlarımıza karşı okuduğumuzda bizi koruyan
üç önemli sure vardır. Bunlar Kur’an-ı Kerim’in son üç suresi olan “İhlâs,
Felâk ve Nâs” sureleridir. “Muavvizat” denilen bu üç sure her derde devadır ve
Kur’an eczanesinin aspirinleridir (Arslan, 2002: 35). İnsanlar, şeytanın,
büyücülerin, cinlerin şerrinden bu sureleri okuyarak kurtulabilirler. İhlas
Suresi ile tevhit inancının telkin edilerek başlanılması, Felâk ve Nâs sureleri
ile Allah’a sığınılması istenilmektedir.
Nazar dediğimiz göz değmesi de İslamiyet’e göre bir çeşit
büyüdür. Hadislerde de belirtildiğine göre nazar, haktır. İnsanın çok beğendiği
bir şeye uzun süre bakması hâlinde,ona “Maşallah” veya “Barekallah” demesi
gerektiği hepimiz tarafından bilinen İslamî bir nazardan koruma yoludur. Hz.
Aişe’den rivayet edilen bir hadise göre, kendisine nazar değen insanı nazardan
kurtarmak için, gözü değen insan abdest alır ve bu abdest suyu alınarak nazar
değen kişi yıkanır. Böylece kişi nazardan kurtulmuş olur (Arslan, 2002: 44).
Günümüzde hâlen kullanılan nazar boncuğu, at nalı, tavuk veya güvercin
pislikleri gibi batıl inançları İslam dini kesinlikle yasaklamıştır. Bunlardan
medet ummak insanı şirke sürükler.
İSLAMİYET’E GÖRE
BÜYÜNÜN VE BÜYÜCÜNÜN CEZASI
İslam âlimleri, Kur’an-ı Kerim ve hadislere dayanarak
büyüyü küfür olarak kabul etmişler ve büyücüleri kâfir olarak görmüşlerdir. Nitekim
Bakara suresinin 102. ayetine göre büyücüler kâfirdir. Kâfir sıfatı, Müslüman
bir kişiye verilebilecek en büyük manevî cezadır. Büyünün maddî cezası ise, bir
hadis-i şerife göre kılıçla öldürülmektir. Cündüb (r.a.) tarafından rivayet
edilen bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
“Sihirbaza tatbik edilecek had cezası, kılıçla vurmaktır.'” (Arslan, 2002: 79)
Abdurrahman İbni Sa’d İbni Zürâre’nin verdiği bilgilere
göre, Hz. Peygamber’in eşlerinden birisi olan Hz. Hafsa’nın kendi ölümünden
sonra serbest bırakacağı cariyelerinden biri, kendisine sihir yaptığı için,
sihri nedeniyle öldürülmüştür (Özbek, 1994: 218).
İslam mezheplerine göre de büyünün cezası aynıdır. Şafi
mezhebine göre yapılan büyü küfrü gerektiriyorsa yapan kişi kâfirdir. Eğer büyü
küfür içermiyorsa, büyüyü yapan kınanır ve tövbe etmesi istenir. Tövbe ettiği
takdirde tövbesi kabul edilir. Eğer tövbe etmezse öldürülür ve malına el konur.
Ancak, Hanbeli ve Maliki mezheplerine göre, büyü yapan kâfirdir. Tövbe etmesi
istenmez, etse bile kabul edilmez. Mutlaka öldürülmesi gerekir. Hanefi
mezhebine göre ise de, büyü yapan kişi kâfirdir ve tövbesi istenilmez. Ancak,
ölüm cezası büyü ile birini öldürmüşse verilir (Özbek, 1994: 222 - 234).
İslamî bir kurala göre, büyüyü yapan bir gayrimüslim ise ve
büyüyü bir Müslüman’a yapıyorsa ve bu büyü o kişiye zarar veriyorsa büyücünün
katli helaldir. Hz. Peygamber’e sihir yapan Lebîd bin A’sam bir Yahudi idi.
Ancak, Hz. Peygamber, bir fitne çıkmasından çekindiği için onu öldürtmedi (Özbek,
1994: 212).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder