CENGİZ HAN ve ORTA ASYA SEFERLERİ
Hazırlayan: Menşure
GÜNEY
Timuçin,
babasının Tatarlar tarafından öldürülmesinden sonra zor yaşam koşulları altında
ve uzun mücadeleler neticesinde 1196 tarihinde Moğol İmparatorluğu’nu kurmuş,
1206 yılında ise Cengiz Han unvanına mazhar olmuştur. Neredeyse dünya karasal
yüzölçümünün 1/3’ünü yöneten Cengiz Han tarih sayfalarında unutulmaz izler
bırakmış ve “Tanrı’nın Kırbacı” olarak anılmıştır.
13. yüzyılın
başlarında tarih sahnesine çıkan Moğollar büyük bir İmparatorluk kurmuşlardır.
Bu süre içinde karşılarına çıkan orduları yenmekle kalmamış, çevresinde
kendisine başkaldırıda bulunacak hiçbir siyasi gücü bırakmamıştır. Moğolların
efsanevi lideri Cengiz Han oluşturduğu yasalarla Moğol Devletini tek bir çatı
altında toplamış ve “Cihan Hâkimiyeti” idealine dayanan siyasi bir bilinçle
büyük bir ulus meydana getirmiştir. Cihan hâkimiyeti idealine dayanan bu
siyasi bilinç Moğolların birçok şehri istila etmesine, yakıp yıkmasına ve
birçok insanın ölümüne sebep olmuştur. Bu dönemde yapılan askeri seferler
sonucunda İç Asya ve Orta Asya coğrafyalarındaki birçok göçebe kabile
devletiyle beraber Tangut, Karahıtay (Kitan) ve Hârizmşahlar gibi bölgenin
güçlü devletleri de hâkimiyet altına alınmıştır. Moğol ordusunun önemli
komutanlarından olan Cebe Noyan ve Subutay Noyan efendileri Cengiz Han’dan
aldıkları müsaade ile batı yönünde Kafkasya ve Güney Rusya üzerine önemli
seferler yapmışlardır. Bu durdurulamayan “Savaş Makinesi”’nin büyük lideri,
1224 yılında Kuzey Çin üzerine gerçekleştirdiği sefer sırasında vefat etmiştir.
Dünyanın en
büyük imparatorluğunu kuran Cengiz Han, bozkır devlet geleneğinde önemli bir
rol oynamıştır. Askeri başarılar ve yasalara dayalı güçlü bir imparatorluk
tesis ederek ününü tüm dünyaya duyurmuştur. Bu büyük liderin maceralar, muazzam
savaşlar ve üstün başarılarla dolu hayatı, tüm milletlerden tarihçilerin ve
araştırmacıların her zaman ilgisini cezp etmiştir.
TÜRKLERLE
MOĞOLLARIN IRKÎ MÜNASEBETLERİ
Zeki Velidi
Togan’a göre: “Moğollar, Türkler ve Mançular gibi, Ural Altay kavimlerinin
Altay zümresine mensupturlar. Moğollar bu Altay zümresinin Türklere en yakın
bilhassa içtimai teşkilat itibariyle kardeş bir kavmini teşkil ederler.”[1]
Ural Altay kavimlerinin Altay grubunun ilim dünyasında tek bir anlamı vardır
ki, bu gruba dâhil kavimlerin dillerinde de bazı ortaklıklar bulunuyor
demektir. Dillerinde birlikler görünen kavimlerin soy itibariyle aynı kökten
gelip gelmedikleri hâlâ tartışılmaktadır. Aslında dil bilimcilerden hiçbirisi
bu tabiri ırkî manada almış değildir. Eğer dil ailesi aynı zamanda soy
birliğini içine alsaydı, örneğin Hint-Avrupa dil ailesine dâhil olan Perslerin,
Hintlilerin, Germenlerin aynı soydan gelmiş olmaları düşünülebilirdi.[2]
Bugün Moğolca
olarak adlandırdığımız dil, ismini Cengiz Han döneminden sonra almıştır. Kingan
Dağları ve Baykal Gölü arasında yaşayan kavimlerin Şe-vey/ Shih-wei
şeklinde yazılan adların bugün Moğolca konuşan kavimler olduğunu
söyleyebiliriz. Yine Moğolistan’ın büyük kabilelerinden olan Kerayit ve
Merkitlerin dil itibariyle Türk olduğu düşünülmektedir.[3]
Türkler ve Moğollardan başka Ural- Altay dil ailesine mensup Laponlar, Finler,
Samoyedler, Tunguzlar, Mançular gibi kavimler de bulunmaktadır.[4] Dil özelliklerine baktığımızda
Mançuların Laponlarla kardeş olduklarını kanıtlayan hiçbir bilgiye
rastlanılmamakla birlikte Tunguzların da Türk ırkının bir kolu olduğu
düşünülmemiştir. İncelediğimizde Türk-Moğol ilişkilerini de böyle ele almak
gerekir. Türkler ve Moğollar içtimai teşkilat itibariyle kardeş kavmidirler,
ibaresi de şimdilik bir görüş olmaktan ileri geçemez. Bakıldığında her ikisi de
bozkır kavmi olması itibariyle nomad/atlı göçebe kültürünün bazı oluşumlarında
benzerlik gösterseler de, esasında içtimai teşkilat bakımından aralarında büyük
farklar mevcuttur.[5]
Zeki Velidi
Togan, Moğol dilinde konuşan kavimlerin XII. yüzyıldan önce şimdiki Yakutların
ülkesi ile Amur Nehri arasındaki ülkelerde yaşadıklarını söylemektedir. X.
yüzyılda Doğu Moğolistan’da yaşayan ve Kuzey Çin’e hâkim olan Hıtaylar’ın
Moğolca konuşan bir kavim olduğu bilinmektedir. Angara Nehri’nin Yenisey ile
birleştiği yerin aşağı taraflarında yaşayan Tatar, Dürben, Salciyut, Katakın
gibi kabilelerin dilleri verilen kayıtlarda Moğolcadır. Bu Moğol boylarının
Türk kavimleriyle karışıp onların dillerinin etkisi altında kalıp, Altay dil
ailesi grubuna girmeden önceki dilleri hakkında genel bir bilgi yoktur.[6]
Proto
Moğollar (M.Ö. 209-M.S. VIII. Yüzyıl)
Moğol asıllı
kavimlerin ataları olarak görülen Tung-hular’ın M.Ö. 209 yılında Hun hükümdarı
Mo-tu (Mete) tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra ikiye ayrılıp, Wu-huan ve
Hsien-pi Dağlarına kaçıp yerleştikleri bilinmektedir.
Tung-hular... Hsiung-nu (Hun)’larla
işbirliği yapıp gelişip güçlendiler. Yay geren asker sayısı 200 binden
fazlaydı. Adetleri, gelenekleri ve devlet idaresindeki unvanları Hsiung-nu
(Hun)’lar ile esasen aynıdır. Ch’in devrinin sonlarına doğru Hsiung-nular
tarafından mağlup edildiler. Dağılıp Hsien-pi Dağ’ına sığındılar.[7]
M.S. I.
yüzyıldan itibaren güçlenmeye başlayan Hsien-pi kavimlerinin içinde büyük
aileler bulunmaktadır. Bunlar: Mu-Jung, To-Pa, Tuan, Yü Wen, T’u Pa ve C’i Fu
aileleridir. İlerleyen zamanlarda ise bu aileler Ch’ien Yen, Hou Yen, His Yen,
Nan Yen, Hsi Ch’in ve Nan Liang adları altında devletler oluşturmuşlardır.
Bunlardan To-palar Kuzey Çin’de önce Tai, daha sonra Wei adını taşıyan iki ayrı
devlete bölünmüştür. Hsien-pi’ler ise Hunların uyguladığı idare yapısı gibi
doğu, batı ve merkeze ayrılarak yönetilen, onluk sistemi kullanan, kendi
yazısı, Tengrici-Şamanist bozkır din anlayışını tatbike devam eden göçebe bir
yaşam tarzını kabul eden konargöçer bir uygarlık yapısına sahiptir.
Hsien-pi’ler, Hunların zayıflamaya başlamasıyla birlikte güçlenmeye başlamışsa
da lideri olan Tanshihaye’nin ölmesi üzerine devlet çöküş sürecine girmiştir.[8]
Hsien-pi’ler
birden fazla büyük kabile ve 200’den fazla boyun bir araya gelmesinden oluşmuştur.
Çin kaynaklarına bakıldığında; Hsien-pi’lerin silahlarının ve atlarının
Hunlarınkinden daha iyi olduğu anlatılır. Hsien-pi’ler M.S. 235 yılında
Wu-huan, Mu-yun, Toba, Yun-wei, Tu-yü-hun, Tuang gibi kabileler tarafından
parçalandığı bilinmektedir.[9] Hsien-pi kabileleri,
Tunguzların batısında, günümüzde Çin’in bir eyaleti olan Shansi ve İç
Moğolistan’daki Jehol Eyaleti civarında bulunmaktaydı. Burada yaşayan insanlar
geçimlerini sağlamak için ilk zamanlarda avcılıkla uğraşmışlarsa da, daha sonra
çoban-göçebe yaşam tarzını benimsemiş ve en önemli hayvanları arasında sığırlar
yer almıştır. Bu kültürü taşıyan sonraki Moğol kabileler Proto-Moğol olarak
adandırılmıştır. İnsan bilimi çerçevesinde yapılan araştırmalar göstermektedir
ki Hsien-pi’ler tıpkı Tunguzlar gibi, “Mongolid” ırka mensupturlar.[10]
Çince
belgelerde ve Orhun Kitabelerinde, Gök-Türk ve Uygur Devletinde yapılanmış
kökeni Moğollara dayanan kabilelerin varlığı yönünde anlatımlar mevcuttur.
Moğol kökenli olan bu boylar Gök-Türk ve Uygur dönemlerinde Moğolistan’ın
doğusu, Güney Sibirya, Kuzeybatı Mançurya ve Kokonor bölgelerinde yerleşik bir
şekilde yaşıyorlardı.[11]
İlk defa
Jou-jan, Ju-Ju sonra da Juan- juan olarak ortaya çıkan bu halkın
H’siung-nu’larla (Asya Hunları) birleşerek büyük bir devlet kurdukları
bilinmektedir. Devletin sınırları batıda Yen-çi, doğuda Cav-h’yen ve kuzeyde
Baykal Gölüne kadar uzanmaktadır.[12] Juan-juanlar hakkındaki
bilgiler Hiung-nu’lar gibi tartışmalıdır. Yaşamları hakkında araştırma yapan
bazı yazarlar Juan-juanların, Asya’daki işini bitirdikten sonra Avrupa’ya
gelerek Avar kavmini oluşturdukları görüşündedir. L. Ligeti gibi bazı
tarihçilerin görüşlerine göre Juan-juanlar Türk kökenlidir.[13]
Eski Tung-huların soyundan geldiği düşünülen Juan-juanlar IV-VI. yüzyıllar
arasında Merkezî Asya’da bazı göçebe kavimleri birleştirerek bir devlet
kurmuşlardır. Zamanla göçebeliği bırakan Juan-juan Devleti’ne ait belgelere Wei
Devleti’nin resmî tarihi olan Wei-shu’dan ulaşılabilmektedir.[14]
Çin
kaynaklarında “Jui-jui” veya “Ju-ju” ya da “Jou-jan”
olarak geçen Juan-juanlar, Liang-shu ve Nan-shih gibi kaynaklarda, nesilleri
H’siung-nulara dayandırılmış ve bunların bir kolu oldukları anlatılmıştır.
Nan-ch’i-shu’da bunların çeşitli Hu kavimlerinden birini oluşturdukları,
Wei-shu’da ise Tung-hu kavminin neslinden oldukları anlatılırken Chin-shu ve
Shi-liu-kuo Ch’un Ch’iu’da ise, Ho- shi’deki Hsien-pi’lerden oldukları
anlatılmaktadır.[15] Eski Türkler ve Juan-juanların
arasındaki ilk bilgileri bize Çin kaynakları vermektedir. Buna bağlı olarak
Türklerin türemesiyle ilgili efsanede; “Her nesil kendine bir soyadı
koydu, biri kendine A- shih-na adını verdi. Bu nesil giderek çoğaldı ve
yüzlerce aile oldu. Birkaç nesil sonra, Ju-Juların tebaalığına girip, onlara
hizmet etmek üzere mağaradan dışarıya çıktılar” denilmektedir.[16] Juan Juanların ortaya çıkış süreci Çin yıllıklarında şu
şekildedir:
İlk Li-wei Kagan döneminin (M.S.
220-277) sonlarında, To-baların yağmacılık yapan süvarileri saçları kaşına
kadar uzun olan ve kendi ismini unutmuş bir köleyi ele geçirmişlerdi. Ona
sahibi Mu-ku-lu (Yulgu) adını vermişti. Mu-ku-lü kelimesi, “dazlak”
anlamına gelmektedir. Onun torunları Mu-ku-lü boyu olmuşlardı. Mu-ku-lü
büyüyünce, kölelikten kurtarılarak süvari olmuştu. İ-lu Kagan döneminde
(304-316) göreve geç gelmesi sebebiyle idama mahkûm edilince kaçarak Gobi
çölünün bir kanyonuna sığınmış ve orada kaçakları toplamıştı. Onlar yüzden
fazla adamı etrafında toplayıp birleştirdi. He-t’u-lin kabilesi altında
toplandı. Mu-ku-lü öldükten sonra yerine geçen oğlu Ch’e-lu-hui çok cesur
savaşçı olduğundan pek çok kavmi kendi idaresi altında toplamış ve kendilerini
Jou-jan diye adlandırmışlardı .[17]
Ch’e-lu-hui
önderliğindeki halk kışları çölü aşıp güneye göçer, yazın ise geri dönerek
çölün kuzeyine yerleşirlerdi. Vergi olarak da her yıl yetiştirdikleri atları ve
sansar derisini verirlerdi.[18] Ch’e-lu-hui’nin ölümüyle
beraber babadan oğula geçen taht sistemi korunmuş ve önce Tu-nu-hui, ardından
ise Pa-ti, Ti-su-yüan hükümdar olmuştur. Bu üç hükümdar döneminde
Juan-juanların gücünün oldukça artmıştır.[19]
Çin kaynakları bize göstermektedir ki 458 yılında Çinler ile Juan-juanlar
arasında meydana gelen savaş sonrasında Juan-juanlar oldukça ağır bir yenilgiye
uğratılmıştır. Çin ordusunun idaresini bizzat İmparatorları yapmış ve orduyu
yüz bin atlı ve yüz elli bin arabalıdan oluşturmuştur. Bu kalabalık orduya
karşı direnemeyen Juan- juanlar, aldıkları ağır yenilgi sonrası kuzeye çekilmiş
ve artık eski yurtlarına dönmeye cesaret edememiştir. Juan-juan kağanlarından
Chou-nu (508-520), devletin güçlenmesi için elinden geleni yapmış ve Juan-juan
prenslerini Ak Hunlara vererek onlarla anlaşmıştır. İlerleyen zamanlarda yani
520 yılında tahta A-na-kuei geçmiştir. A-na-kuei’nin, verdiği çabalara rağmen
521 yılında Töleslerden bir darbe yediğini ve sonrasında To-ba Wei
(Tabgaç)’lerden yardım istemek zorunda kaldığı kaynaklarda geçmektedir. Tüm
bunlar neticesinde kaçınılmaz son yaşanmış, 523 yılında A-na- kuei canını
kurtarmak için To-ba Wei’ye (Tabgaç) sığınmıştır.[20]
534 yılında
ise Batı To-ba Wei (Tabgaç) Devleti’nden Börülüler idaresinde bir elçi
gönderilirken, Juan-juanlar da kuzeydeki Töleslere karşı bir başarı kazanmış ve
536 yılında Töles beyi yeğeni tarafından öldürülmüştür. Ayrıca 545 yıllarına
doğru da Bumin’in önderliğindeki Türklerin (Gök-Türk Tölesleri) Çin
hudutlarında ticaretle uğraştıkları bilinmektedir. 546 senesinde çıkan Töles
ayaklanması üzerine, Gök-Türkler, Juan-juanlara yardım etmiştir.[21] Juan-juanlara saldırmayı
planlayan Tölesleri, (T’ie-le’ler) Gök-Türklerin o dönemki lideri olan Bumin,
karşı saldırıya geçerek sayıları 50 binin üzerinde olduğu bilinen düşmanların
hepsini hâkimiyeti altına almıştır. Elde ettiği zaferler sonucunda gücüne
güvenen Bumin, Juan-juanlara bir evlenme teklifi götürdüyse de Juan-juanların
lideri A-na-kuei buna oldukça öfkelenmiş ve Bumin’e bir adam göndererek, şu
küfürleri kendilerine iletmesini istemiştir: “Sen bizim adi bir
dökümcümüzden başka bir şey değilsin. Nasıl bizimle böyle konuşmaya (evlenme
teklifi) cesaret edebilirsin? ” Bunun üzerine Bumin de müthiş bir öfkeye
kapılarak kendisine mesajı getiren elçiyi öldürtmüş, Juan-juanlarla bütün
bağlantılarını, ilişkilerini kesmiştir.[22]
VI. yüzyılın ortaları, Juan-juanların iyice çökmeye başladığı bir dönem
olmuştur. 552 yılının başına gelindiğinde, Gök-Türk lideri Tu-men Juan-juanlara
büyük bir darbe indirmiş, bunun üzerine Juan- juan lideri A-na-kuei savaş
alanında intihar etmiştir.[23]
A-na-kuei’nin
ölümünden sonra yerine oğlu Yen-lo-ch’en, kardeşi Teng- chu-szu-li ve oğlu
K’u-ti halkı toplayıp Kuzey Ch’i devletine sığındı. Arkada kalanlar ise
Teng-chu-szu-li’nin diğer oğlu T’ieh-fa’yı kağan yaptılar. 553 yılında Kuzey
Ch’i Devletinin hükümdarı Wen Hsüan, K’u-ti’yi kuzeye gönderdi. T’ieh- fa
öldürülünce yerine Teng-chu-szu-li kağan oldu. Memleketin ileri gelenlerinden
A-fu-tiler Teng-chu-szu-li’yi öldürünce halk K’u-ti’yi kağan yaptı.
Gök-Türklerin yeniden saldırısına uğrayan Juan-juanlar Kuzey Ch’i Devletine
sığındı. Wen Hsüan ise kuzeyden ilerleyerek Gök-Türklere saldırdı ve
Juan-juanları rahatlattı. K’u-ti’yi indirerek yerine A-na-kuei’nin oğlu
Yen-lo-ch’en’i tahta çıkardı ve Ma-i Ovasına yerleştirildi. Kuzey Ch’i orduları
Gök-Türkleri Shuo-fang’da sıkıştırdı. Gök-Türkler teslim olmak istedilerse de
Kuzey Ch’i orduları onları serbest bıraktı. 554 yılında Yen-lo-ch’en Kuzey Ch’i
Devletine isyan etti. Juan-juan Devletine saldıran Wen- Hsüan onları büyük bir
mağlubiyete uğrattı. Kısa sürede toparlanan Juan-juanlar, Szu-chou’yu
yağmaladılar. Bunu öğrenen Wen- Hsüan Juan- juanlara saldırdı. Heng-chou
Huang-kua (Hıyar) Tepesi’ne geldi, Juan-juanlar dağılıp kaçtılar. Esas ordu
geri dönmüştü. Wen- Hsüan 1000 küsur atlısı Juan- juanların on binlerce kişilik
başka bir ordusuyla karşılaştı. Juan-juanlar dört bir yandan kuşatsalar da Wen-
Hsüan araziyi çok iyi biliyordu ve kendine güveniyordu. Nihayetinde ordusu
kuşatmayı yarıp kurtuldu. Juan-juanlar geri çekilip kaçınca Wen- Hsüan
kaçanları kovaladı ve Yen-lo-ch’en’in karısını ve 30.000 küsur adamı esir aldı.
Wen- Hsüan kuzeye ilerleyerek Juan-juanlara saldırdı ve onları büyük bir
mağlubiyete uğrattı. Böylece Juan-juanların idareci kabileleri doğuya göçtüler.
Güneye inip yağma yapacaklarını düşünen Wen- Hsüan Chin ırmağının alt kısmında
Juan-juanların önlerine geçince kaçtılar.[24]
E. Avirmed’e
göre; 555 yılında, Kuzey Ch’ı ordusu tekrar Juan-juan Devleti’ne hücum etti,
daha sonra Gök-Türk Devleti’nin hükümdarı Mukan Kağan’ın saldırıya geçmesiyle
Juan-juan Devleti tamamen yıkılmıştır. Devletin yıkılış nedenlerinin başında;
iç kavgalar, Gök-Türk ve Kuzey Ts’i devletlerinin saldırıları gelmektedir. Şu
nokta önemlidir ki Shi-wei topraklarına kaçıp orada yerleşen halkın Meng-wu
Shi-weileri oluşturduğu sanılmaktadır.[25]
Hitaylar
(Kitan) miladi IV. yüzyılın ikinci yarısından Mançurya ve Doğu Moğolistan da
ortaya çıkmıştır. K’u-mo-hsi’lerden farklı oldukları düşünülse de aynı gruba
dâhildiler.[26] Ünlü Japon âlim Şiratori,
Hitayların Tunguzların soyundan geldiğini ve kökenlerinin Moğol ve Tunguzların
birleşmesinden oluştuğunu söylemektedir. Hitaylar (Kitan) ile ilgili en eski kayıtlar
Chin-shuda yer almaktadır. Chin-shuda, Hitaylılar bir kere Gavli’lerle, başka
bir kez de Ku-mo-hilerle birlikte zikredilmektedir. 400’lü yıllara doğru ise
Mu- junglar tarafından yenilgiye uğratıldıkları görülmektedir.[27]
Tarih
sahnesine ilk defa IV. yüzyılda çıkan ve Orhun Kitabelerinde “doğudaki Türk
düşmanı kavim” şeklinde adlandırılan Moğol asıllı Hitayların anayurtları
Mançurya’nın güneyidir.[28] IV. yüzyılın sonlarında
(386-395) Kuzey Wei (386-534) Devleti Hitaylar’ı ağır yenilgiye uğrattıktan
sonra Hitay boyları iki boy birliği şeklinde yani doğuda Hitaylar, batıda
Si’ler olarak varlıklarını sürdürdüler. Si’lerin anavatanı İntszinhe Nehri
Vadisi, Hitayların anayurtları ise Şira Muren Nehri ve Laotsyahe Nehri’nin
kuzey kıyılarıydı. V.-VI. yüzyıllarda Hitay boy birliği 8 boydan, daha
sonraları 10 boydan oluşuyordu. Her boy kendi yolunda göç edip, ayrı avlaklarda
avlanıyorlardı.[29]
Kaynaklarda
Hitayların bir süre sonra Gök-Türklerin egemenliği altına girdiği
söylenmektedir. Chou-shu’daki Türklerle ilgili raporda, “Mukan Kagan, Batıda
Hien-ta’ya saldırdı, Doğuda Kitanların peşine düşerek hepsini topraklarından
sürdü, kuzeyde K’i-ku’yu ele geçirdi” şeklinde yazılıdır. Liu Mau- Tsai’ye
göre ise, Hitayların bulunduğu bölge Batı Liao Nehri (Sarı Müren) ile Gobi Çölü
arasındadır.[30] VII. yüzyıl sonlarında
güçlenen Hitayları, Kapgan Kağan yenilgiye uğratmıştır. Gök-Türkler tarafından
Hitayların yenilgiye uğratılması Hitay hâkimiyetini 300 yıl geciktirmiştir.[31] 555-745 yıllarında ise
Hitaylar, Türkler ve Çinliler tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmasına
rağmen ayakta kalmayı başarmıştır. Sağlam bir yapıya sahip olan Hitaylar, yavaş
yavaş tarih sahnesinde ön plana çıkmaya başlamıştır.[32]
754 senesinde
ise Hitaylar kendi istekleriyle Uygur hâkimiyetine geçerek onlarla müttefik
oldular. 840 yılına kadar Uygurların hâkimiyeti altında kaldılar.[33] Ötüken’deki Uygur
hâkimiyeti sona erdiğinde Tang İmparatorluğu’nun kuvveti de azaldı. Çin’de
merkezi kontrol kaybedilince Hitaylar bunu avantaja çevirerek sınırlarını Çin
topraklarına doğru genişlettiler ve bu tarihlerden sonra kuracakları
imparatorluğun temellerini attılar. [34]
Wu-huan
Dağları’nda yaşayan Hsi / Hi’ler Wei Hanedanı döneminde (385549) K’u-mo-hsi
olarak bilinmektedir.[35] Hsi’ler, Gök-Türk dönemi runik
yazıtlarında “Tatabı”^[36]
Sui Hanedanlığı (589-618) döneminden ise kısaca “Hi” şeklinde
adlandırılmıştır. Ku-mo-hi adı da “Ku-mo” ile “Hi” kelimelerinin
birleşmesinden meydana gelmiştir. Hsi’lerin isminin değişmesi, Çin
tarihçilerinin yaptığı kısaltma yüzündendir.[37]
T’ang döneminde (618-907) ise tekrar Hsi olarak adlandırılmıştır.[38] Eskiden Tung-hu
(Tunguz)’ların bir parçası olduklarını bildirilen Hsi’lerin hayat tarzlarının
ve geleneklerinin Gök-Türklerle aynı olduğu söylenmiştir. Hunların başka bir
kolu olarak gösterilen Hsi’ler Suei Hanedanı devrinde Gök-Türk hâkimiyetinin
zayıflamasıyla Çin ile temas kurmayı başarmıştır.[39]
Eberhard, Ming devrinde onların “Vulyang-ha” adıyla zikredildiğini
bildirir.[40]
Hsi’ler, IV.
yüzyılın ikinci yarısında Güneybatı Mançurya ve Moğolistan’ın doğusunda
görünürler.[41] Bugün, bazen Proto-Moğol diye
adlandırılan bu halk, Liao Irmağı’nın üst tarafları ve Liu-ch’eng şehrinin
kuzeybatısındaki yerlerde yaşamış ve Hsien-pi’lerin eski yerleşim yerlerinde
bulunmuştur. Burası Çin başkentinin kuzeydoğusunda olup 400 km’lik
uzaklıktadır. Arazilerinin kuzeydoğusu Hitaylarla sınırdaştır. Batılarında
Gök-Türkler, güneylerinde ise Pai-lang (Beyaz Kurt) nehri vardır.[42]
Bu kabilenin
Tunghularla aynı soydan geldiği, geleneklerinin ve yaşam tarzlarının ise
Gök-Türkler ile aynı olduğu belirtilmektedir. Hsi’ler ile ilgili dönemin bütün
bilgilerinde Hitaylarla (Kitan) beraber zikredilir. Bumin Kağan’ın 552
senesinde gerçekleşen vefatı ve cenaze merasimine Hsi’ler de katılmıştır.
Hsi’ler bu cenaze merasimine gelen ülkelerle aynı derecede olup, kendi adını
Gök-Türk kitabesinde yazdırabilecek kadar önemli bir kavimdir. Hitaylardan daha
uzun süre Gök-Türklere sadık kalan Hsi’lerin başlangıçta Gök-Türklerin itaati
altına girdikleri görülse de gün geçtikçe güçlenip Gök-Türklerden ayrıldıkları
bilinmektedir. Hsi’ler beş boya ayrılmıştır. Bu boylar: 1. Ju-ho-yü, 2.
Mo-ho-fu, 3. K‘i-ko, 4. Mu-k’un ve 5. Şi-te’dir. Bu savaşçı ulus, Çin, Gök-Türk
ve Hitay (Kitan)lar yani üç büyük rakibin arasında önemli roller oynamıştır.[43]
VIII. yüzyıla
gelindiğinde Hsi’lerin bağımsızlık için isyan girişiminde bulunmuşlardır.
Hsi’ler (Tatabılar), Hitaylardan ayrılarak (734) Gök-Türklere isyan etmiş,
bunun üzerine Tönkes Tag’da meydana gelen savaşta Hsi’lerin 30.000’den fazla
askeri öldürülmüştür.[44]
Tu-yü-hunların
ilk kabilesinin adı İ-lo-Han idi. Hükümdarları Hsien-pi’lere mensup olup,
Tobalarla yakın akrabaydı.[45] Çin’in Kokonor bölgesinde 400
yıllık bir devlet kurdular.[46] Eberhard, bu olayı şu şekilde
anlatır;
Münferit Hsien-pi kabileleri yüksek
Tibet dağlarına kadar göç etmiş ve hükümdar tabakası olarak orada yaşayan
iptidai kabilelere hâkim olmuşlardı. Bu karışmadan orada T’u-yü-hun adında
Moğol ve Tibetlilerden müteşekkil yeni bir kavim meydana geldi. Dünya tarihi ve
sosyolojisi bakımından bu devlet, Türkistan’daki şehir devletleri gibi, yalnız
bir ticaret devletidir. Devletin temeli geçit ticareti idi. Bu yüzden çok
zengindi.[47]
Ayrıca, To-baların (Tabgaç) vakayinameleri Tu-yü-hun’ların siyasî tarihlerinden oldukça ayrıntılı
şekilde bahsederler. Kaynaklarda, “Tu-yü-hun’ların
aşağı yukarı 530’a kadar eski Hsien-pi âdetlerini nispeten saf bir halde
muhafaza ettikleri görülüyor”4 şeklinde bilgiler yer almaktadır.
V. yüzyıl
ortalarına gelindiğinde Tu-yü-hun’ların kuzeye düzenledikleri seferde Çin ile
savaş yapmakla kalmayıp Hotan şehrini de ele geçirip yağmaladıkları
bilinmektedir. Devletin yükselişiyle beraber en parlak devri 490-540 yılları
arasında yaşanmıştır. VI-VII. yüzyıllarda Tu-yü-hun’ların başında bulunan
kağan, Kokonor bölgesine 663 yılında Tibetliler işgal edene kadar hâkim
olmuştur. VII. yüzyıla gelindiğinde Tu-yü-hun Kağanlığı çökmeye başlamıştır.
Çöküş döneminde Tu-yü- hun halkı ikiye bölünmüştür. Halkın bir kısmı
hükümdarlarıyla birlikte Çin’e sığınırken, diğer kısmı da Tibetlilerin
hâkimiyeti altına girmiştir. Tibetlilerden kaçan Tu-yü-hunlar Ordos tarafına
çekilmiştir. IX. yüzyıla gelindiğinde, Tu-yü-hunların T’ang hükümetinin
kontrolü altında hala yarı bağımsız şekilde yaşadıklarını ve onların biraz
kalabalık birkaç tane kabileden ibaret oldukları ve Çinlilerin onları kendi dış
politikalarında kullandıkları öğrenilmektedir. Tu-yü-hunlar, Tibetliler ve
Çinlilerin içinde bir süre yaşamış ve onların arasında tamamen erimişlerdir.
Bazı bilim adamlarına göre ise, Ordos’a göç ettirilen Tu-yü-hunlar, X. yüzyılda
kurulan Tangut Devleti içinde eridiler.[48]
[49]
Çin
kaynaklarına göre Tatarlar, Mançurya’nın batısında yaşayan Proto- Moğol Mo-ho
kabilelerinden asil bir soya sahiptiler. Hsi (Kay) ve Kitanlar karşısında
yenilgiye uğradıklarında parçalanarak etrafa yayılmış ve bir kısmı Kitanlara,
bir kısmı Kore’nin batısındaki Po-hai’a tâbi olmuşlar, az bir kısmı da
güneydeki Yinşan’a Şato Türklerinin ülkelerine gitmiştir. “Tatar” adını
taşıyan esas kabilelerin bunlar olduğu sanılmaktadır.[50]
“Tatar”
kelimesinin kökü olan Tat- Kaşgarlı Mahmud’a göre “Müslüman olmayan, Uygur”
anlamına gelmektedir.[51] “Tatar” kelimesinin
kökü Tat’da Tad, dat, yat kökündeki d-y seslerinin değişimi görülür. “Tat”
sözü Yat/Yad (yabancı) sözünün değişmiş bir şekli olup Tat-ar adı da “Yabancı
kişi” anlamına gelmektedir. Tatar adı ilk olarak Asya’da, daha sonra da
Avrupa’da yaygın hale geldi. Daha sonra Arap ve Ermeni tarihçileri bu tabiri
Moğol ve Türkler için kullandılar.[52] Tatar boy birliği Kültegin
yazıtlarında “Otuz Tatar”, Bilge Kağan Yazıtında “Dokuz Tatar” şeklinde
geçerken,[53] Herbis Baarı bölgesindeki bir
kurganda bulunan ve 1961 yılında Tuva Müzesine taşınan Yenisey Herbis Baarı
Yazıtında da Tatarlar “Dokuz Tatar” olarak adlandırılır.[54] Muhtemelen VI. yüzyılda Otuz,
VII. yüzyılda da Tokuz Tatar olarak anıldığı söylenebilir.[55]
Kerulen
Nehri’nin güney kıyısından Buir-nor’a doğru ve Kadırgan’a kadar olan bölgede
Tatarlar göçebe hayat yaşamaktaydı. Tatarlar, VIII. yüzyılda Dokuz ve Otuz
Tatar şeklinde birleşerek, Aşağı Kerulen bölgesine yerleştikleri
düşünülmektedir.[56] Uygur Kağanlığı zamanında ise
Tatarlar vasal boy birliklerinden biri olmuştur. Çinli Van Ming Zi’nin XII.
yüzyılda yazdığı bilgilere göre, “Tatarlar Uygurların ineklerine çobanlık
yapıyordu. ”[57]
Shih-Wei’ler,
bugünkü Moğolistan’ın doğu kısmında, yani Amur Nehri’nin güney ovalarında
yaşamıştır. Çin kaynaklarına göre; Shih-Wei’lerin coğrafyası alçak olduğundan
rutubetlidir. Yazın çok sıcak ve yağmurludur, kışın ise her tarafta sert soğuklar
hüküm sürer ve bu mevsimde kesif karanlıklar oluşur.[58]
Tang dönemi yıllıklarında ise; “Çin başkentine kuzeydoğudan uzaklığı 700’li
kadardır. Onların doğusunda Mo-holar (Tunguz kökenli), batısında Gök-Türkler
bulunur. Kıtanlar bunların güney sınırındadırlar. Kuzeyde ise denize erişilir”
denilmektedir. Taskin ise, Shih-Wei’lerin sadece Güney Bargi’nin bozkırları ve
Mançurya düzlüğündeki Sisikara çevresinde değil, Büyük ve Küçük Kingan
Dağlarında da yaşadıklarını belirtmektedir.[59]
C. Gökalp’e
göre, Shi-Wei adı, sırma, şerit, kösele manalarına gelmektedir. Bu iki hecenin
kapsadığı anlamları yan yana getirince “kaybedilmiş şerit, kösele, ev-
şerit” anlamına gelir. Birinciye göre bir anlamı olsa da, ikinci şekilde
bir anlam taşımamaktadır.[60] Shih-Weiler Tung-huların bir
grubudur ve Ting-linglerin takipçisidir.[61]
Hsien-pi’lerin devamı olarak tarih sahnesinde yer almıştır. Hitayların da
akrabasıdırlar. Genel olarak toprağı işleyen bir millet olan Shih-Weiler
topraklarında buğday ve yabani tahıllar yetiştirmişlerdir. Yazın şehirlerde
kalırlar, kışın ise göç ederlerdi. Boynuzdan yay ve okları vardı. Erkekler
toplu saç bırakırken kadınlar saçlarını bağlarlardı. Ak geyik tüyünden yapılma
ceket ve pantolon giyerler, şarap yaparlardı. Dilleri Hitayların ki ile
benzerdir.[62]
Gök-Türk
döneminde Çin kaynaklarında Shih-Weiler diye anılan kabilelerin çoğunun Moğol
asıllı olup Tung-hu, Liao Hsien-pi soyundan geldiklerini söyleyebiliriz.
Hitayların (Kitan) kuzeyinde bulunan Shih-Weiler, Kuzey Shih-Wei, Po Shih-Wei,
Gen-mo-ta Shih-Wei ve Büyük Shih-Wei olarak adlandırılmış, daha sonra da bir
birlik altında toplanmamışlardır. Shih- Weilerin bir başbuğu olmadığı gibi
adamları da fakir ve güçsüzdür. Gök-Türkler onları üç T’u-t’un (tudun) şeklinde
yönetmektedir.[63]
Gök-Türk Kağanlığı’nın dağılmaya başladığı dönemde Shih-Weiler
oldukça güçlü bir durumdadır. Bundan dolayı Çin kaynaklarında doğudaki
kavimleri temsilen yer almıştır. Ayrıca büyük bir olasılıkla yeni kurulan Uygur
Kağanlığı onlara ulaşmadan önce, kısa bir süreliğine bağımsızlıklarını kazanmış
oldukları düşünülmektedir.[64] VII. yüzyılda Tang sülalesi resmi tarihleri olan Chiu T'ang-shu
ve Hsin T'angshu’da “Meng-wu” ve “Meng-wa” Moğol kabilesinin
de Shih- Weilerin soyundan geldiği düşünülmektedir.[65] 7 95 yılında Tang İmparatorluğu Hsi’ler (Tatabılar) ve Shih-Weiler
üzerine kalabalık bir ordu göndererek onları mağlup etmiştir. Böylece yenilgiye
uğrayan Shih-Weiler Uygurlara bağlanmıştır.[66]
12.
YÜZYILDA TİMUÇİN’DEN CENGİZ HAN’A İÇ ASYA’NIN SİYASİ DURUMU
Moğollar
bugünkü dış Moğolistan’ın kuzeydoğusunda Onon ve Kerülen Nehirleri arasında
göçebe bir hayat yaşıyorlardı.[67] Moğolların esas yurtlarına
değinecek olursak, Türk ana yurdundan binlerce kilometre uzakta olan Mançurya
ile Baykal Gölü etrafındadır.[68] Türk-Moğol boylarının
yaşadıkları yerleri genişçe anlatacak olursak kuzeyden Orta Asya’yı Sibirya’dan
ayıran sıradağlar, güneyden Kura, Tibet, Seyhun Nehri ve Hazar Denizi ile
sınırlı olan Orta Asya’da, Volga kıyılarından Japon Denizi’ne kadar uzanan bu
geniş kıtadadır. Eskiden beri burada Türkler ve Moğollar oturur ve bunlar
göçebe bir şekilde yaşamaktaydılar.[69]
Gerçek anlamda
bilinen ilk Moğol grubu olan Shih-weiler ormanlık alanlarda yaşamışlardır. Bu
yüzden de birçok kaynakta Orman Kavmi olarak kendilerini göstermişlerdir.
İklimin yazın çok sıcak ve yağmurlu, kışın ise sert soğukların olması bu
iklimin insanını başkalarına bağımlı hale getirmiştir.[70]
Fakat daha sonra gittikçe batıya doğru kayan Shih- Weiler bozkır iklimiyle
tanışarak Türklerden atlı göçebe bozkır kültürünün unsurlarını alarak tarih
sahnesinde kendilerini göstereceklerdir.[71]
Tarih boyunca
genelde göç veya hareketler doğudan batıya doğru olmuştur. Gök-Türk Devleti’nin
yıkılıp yeniden kurulmasından sonra Moğol dilli halklarda da hareketlenmeler oluşmaya
başlamıştır. Bu halkların içerisinde yer alan Hsien-pi’lerin Merkezi Asya
halkları tarihindeki rolü oldukça büyüktür. Moğol asıllı halkların oluşmasında
(XII.-XIII. yüzyıla kadar), şu veya bu şekilde Hsien-pi grupları ön plana
çıkarak akraba toplulukları kendilerine katmış ve daha sonra bütün Merkezi
Asya’da etkinliğini sürdürebilmiştir. VIII. yüzyılın ikinci yarısında Moğol
boyları arasında bir hareketlenme meydana gelmiş ve bu hareketlenmeyle birlikte
bazı Moğol boyları öne çıkmaya başlamıştır.[72]
X.-XII. yüzyıllarda aynı ırktan gelen boy birlikleri için Moğollar “aymak”
kelimesini kullanmaktaydılar. Bu yüzyıllarda bölgede Nayman, Kereit, Merkit,
Tatar gibi aymaklar bulunuyordu.[73]
Asıl Moğollar,
Çao’Hong’a göre en eski Moğol Kabileleri, Ak Tatarlar (Pai- Ta), Kara Tatarlar
(Hei- Ta) ve Vahşi Tatarlar olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır.[74] Ak Tatarlar Çin’in
kuzeyi ve batısındaki Moğol olmayan halkların bütününe denilmiştir. Gobi
Çölü’nün kuzeyinde, Onon ve Kerulen Irmakları havzasında bulunan Kara Tatarlar;
Cengiz Han’ın düşmanı olup, oldukça ilkel bir hayat yaşamıştır. IX. ve X.
yüzyıllarda Çin kaynaklarında, Çin’e çok uzak oldukları için bunlar hakkında
çok az bilgi verilmektedir.[75]
Moğol
atalarının Liao Devleti’nin vassalları olmadığını savunan tarihçiler bu
görüşlerini Kitan ve Moğolların Kerulen Nehri kıyısında barış içinde
yaşamalarına dayandırmıştır. Bu iki devletin atalarının sınırları bu nehir ile
ayrılmakta olup Kitanların kuzeybatısında yaşamakta olan kabilelere Çin
kaynaklarında “Tszubu” denilmektedir. XI. asırdan itibaren “ormanlı”
Moğol kabileleri Baykal Gölü civarında, Yenisey Irmağı’nın yukarı mecrasında ve
İrtiş boylarında yaşamaktadır. Bozkır çobanları ise Kulun-Buir Gölü’nden
başlayarak Altay Dağları’nın güney yamaçlarına kadar uzanan geniş bozkırlarda
ve yaylalarda göç ediyorlardı. Göçebe Moğolların bir kısmı daha güneyde Gobi
Çölü’nün öbür tarafında, Çin Seddi yakınındaki yerleri işgal etmişlerdi. XI.
yüzyılda Moğol boyları ilk önceleri Kerulen, Onon ve Tolo Vadilerine yerleşmiş,
zamanla gelişen olaylar sonucunda güneye doğru göç etmeye başlamışlardır. Bu
sırada Doğu Moğolistan’da Tatarlar yaşarken, batıda bulunan Kerayitler ise
Orhon’un yukarı kısmındaki Naymanlarla komşu idi. Baykal ötesindeki halklar
Moğol olarak adlandırılmamakla beraber oturdukları bölgeye Bargujin Tokum
denilmektedir.[76]
X. yüzyılda
Ormanlık alanlardan Moğolistan bozkırlarına çıkan Moğollar bozkırda lazım
olacak birçok şeyi Türklerden öğrendiler. XII. yüzyılda Türk ve Moğol boyları
arasındaki fark şu şekildedir;
Türkçe konuşanların çoğunlukta olduğu
beylik ve boylarda sülâle usulü örgütlenme daha sık görülürken, Moğolca konuşan
ve dağınık olarak bugünkü Moğolistan’ın doğu taraflarında ve eski Mançurya
bölgesinde yaşayan boylar, sülâle usulüne karşı oldukları gibi, kimi zaman bir
boyu, bir değil de birkaç kişinin birden idare etmesini ve böylece katılımın
daha yaygın olmasını yeğliyorlardı.[77]
Moğollar,
Kadırgan Dağları’nın kuzey bölgelerinde, batıya ve doğuya doğru yayılmışlardır.
Moğolların güney kısımları ise, aynı dağların güney uçlarından Çin’in kuzey
sınırlarına kadar yayılmıştır.[78] XII. yüzyılda Moğol boylarının
birleşmesiyle Hamag Moğol Boy Birliği kurulmuştur. Bu boy birliği farkında
olmadan imparatorluğun temellerini atmıştır. Hamag Moğol Boy Birliği’nin
çekirdeğini Dürligin Moğolları oluşturmakta olup birbirleriyle akraba olmayan
obog ve irgenler bir araya getirilerek yeni bir tümen oluşturulmuştur. Bu
birlikler başkalarına getirilen noyanların isimleriyle anıldıkları için eski
boy teşkilatının bozulmasına sebep olmuştur. Bozulma sonucunda değişim
kaçınılmaz olmuş ve Oboglar yerini Minghan’a (binlik) bırakmıştır.[79]
Jin
Hanedanlığı kurulurken (1115) Meng-wuların (Moğollar) ülkesi 27 gruptan
oluşmaktaydı. Moğolların ülkesi doğuda Lin huan, batıda Tangutların Hsi- Hsia
(Tangut) Devleti ile güneyde Qing zhou, kuzeyde Kitanlarla komşu idi.[80] XII. yüzyılın ilk yarısında
Mengu isimli kavmin reisleri çok kuvvetlenmişti. Bunlar 1139 yılında
Curcenler’i yendi. 1147 yılında Curcenler Amur Nehri’nin kuzeyindeki 27 kaleyi
Mengu kralına bıraktı.[81]
Barthold, Kuzey Çin’de hüküm süren
Kin sülalesinin Mongku-tata yani Moğollara saldırdığını, 1147 yılında ise
tarafların sulh yaptıklarını, Moğol efsanelerinde adı geçen Kutula Kagan‘ın
devletinin en az 1161 yılına kadar yaşadığını, bu dönemde de Çin’in bozkırda
güçlenenlere karşı diğerlerini kışkırtıp zayıf düşürmeye devam ettiğini yazar.[82]
Uygur ve
Kırgızların kaçışlarından sonra ortaya çıkan boşluk daha doğuda bulunan ve
yoğun bir baskı uygulayan Moğollar tarafından doldurulmuştur. Kaynaklara baktığımızda
gerçek anlamıyla Moğolları, Moğolca konuşan ve kendilerini bu şekilde
tanımlayan Kitanlar ve diğer bir kaçı dışında sırasıyla refah ve sefalet içinde
çekişen küçük boylardan oluşan topluluklar oluşturmaktadır. XII. ve XIII.
yüzyıla damgasını vuracak diğer boyları saymak gerekirse; Timuçin’in ait olduğu
Borciginler; gelecekteki eşi Börte’nin ait olduğu Kongiratlar; 1123 ve 1130
yıllarında Kitanlardan destek alan Camuka’nın ait olduğu Caciratlar; Mukali’nin
ve İran’da XIV. yüzyıla kadar savaşan diğer üstün nitelikli kişilerin boyu olan
Celayirler; Barlaslar ya da Barulaslar; Dörbenler, Salciutlardır. Bu boylardan
pek çoğu Yukarı Kerülen, Onon Vadisi, Kingan’ın kuzeybatısındaki yamaçlara
uzanan dar bir bölgeye göçmüş; kimilerinin ise güneydoğuya indiği
bilinmektedir.[83]
XII. yüzyılda
Moğolistan ve civarında yaşayan ve birbirleri ile sürekli mücadele içerisinde
bulunan büyük boylar şunlardır:
İrtiş ile
Orhon arasında ve Altay Dağları’nın kuzeyinde olmak üzere en batıda bulunan
Naymanlar, XI. yüzyıldan itibaren etrafındaki boyları da yanına alarak
güçlendiler. Moğolca sekiz boy birliği anlamına gelen “Nayman” ismini
verdiler.[84] Naymanlar konar-göçer bir
topluluktur. Bazıları düzlük bölgelerde yaşarken bazıları da dağlık bölgelerde
yaşıyorlardı. Oturdukları yerler Büyük Altay, Karakurum, Elüy Siras ve Gök
İrtiş Dağları idi. Yazıları Uygur alfabesinden oluşmaktaydı. Naymanlar
Hıristiyanlığın Nesturi mezhebini benimsemişlerdi. Timuçin Tatarları ortadan
kaldırdıktan sonra 1204’te Wo-erh-han bölgesinde Naymanları da yenmiştir.
Böylece Nayman tehlikesi de ortadan kalkmıştır.[85]
Zeki Velidi
Togan, Kerayitlerle ilgili bilgileri daha önceki devirlere, yani Gök-Türk ve
Uygur devrine götürür. Uygur ve Gök-Türk devrinde Kerayitler’in güney ve
güneybatıda, Afganistan, Pamir ve Tibet taraflarında yaşadıkları; X. yüzyılda
Hıristiyanlıkla tanışarak ve Hıristiyan olduklarını iddia etmektedir.[86] XII. yüzyıldaki en güçlü
boylardan biri olan Kerayitlerin başkanlarının unvanı, “kral” sözcüğünün
Çincesi “vang” ve Türkçe “imparator” anlamına gelen “hanın” birleşmesinden
oluşmuş, Vanghan’ın bozulmuş biçimi olan Ong Han’dı. Timuçin ilk kez Ong Han’ın
yanında savaşa girmiştir. Kerayitler Hıristiyanlığı hükümdarları Markos’la aynı
zamanda benimsemişlerdir. Sayıları iki yüz bin kişi kadardır.[87] Kerayitlerin Onon
ve Kerulen civarında yaşadıklarını kışın Utekin Muren, Oron Kurkin, Toş, Barau,
Şire, Kulusun, Otku Kulan ve Celaur Kulan’da yaşadıkları, Naymanlarla çok
çatıştıkları söylenmektedir. Kerayitlerin kuzeyinde, Selenge Nehri’nin Orta ve Aşağı
mecrasında Merkitler yaşamaktadır. Tang Shu’nun anlattığına göre kayın ağacı
kabuklarıyla örülmüş izbe yerlerde yaşayan Merkitler çok sayıda güzel atlara
sahiptir. Yine kaynağın ifadesine göre buzda “ağaç atlar” ile
gezindiklerinden söz edilmektedir. Merkitler ile Moğolların ilişkileri
başlangıçtan itibaren iyi değildi. Yesügay, Merkit asillerinden Yeke-Çiledu’nun
elinden karısı Houlen’i kaçırmış ve bu kadının daha sonra Timuçin’in annesi
olduğu bilinmektedir. Yesügay’in yaptığı bu davranışa karşı Merkitler de
Timuçin’e saldırıp karısı Börte’yi kaçırmış, daha sonrasında da Camuka
önderliğinde Timuçin’e karşı savaşmışlardır.[88]
Cengiz Han’ın
1206’da Çin’den Moğolistan’a döndükten sonra Altay Dağları’nda toplanan
Merkitleri Kem Suyu kenarında kılıçtan geçirdi.[89]
Moğollara düşman olan boy veya boy birliklerini Moğollar bir araya
getirmiyordu. Binliklere bölünen eski büyük Moğol kavimlerden birçoğunun
dağılacağını belliydi ve hakikatten de Tatar, Merkit, Cacirat, Nayman, Kerayit
gibi büyük kabilelerin türlü ulus ve tımar-binliklerin dâhilinde dağılmış bir
halde görünmektedir.[90] Merkitler de daha sonra diğer
Moğol boyları gibi Moğolların bünyesine katılmıştır.
Moğolistan’ın
üst tarafındaki Baykal Gölü’nün etrafında, özellikle Baykal Gölü’nün batı
kısmından itibaren Yenisey Nehri, Nayman Nehri’nin üst kısımları, Selenge
Nehri’nin aşağı taraflarındaki ormanlık alan, Baykal Gölü’nün kuzeydoğu
kısımları ile Hövsgöl Gölü’nün batı kıyılarında eskiden beri Oyrat, Barga,
Buryad, Hori, Tümed, Uryanhay, İhires, Bulgad, Havgas, Bayad, Telengüüd, Tas,
Tuhas gibi kabileler çeşitli dönemlerde yaşamıştır.[91]
Bu kabilelerin bazıları balık tutarak, bazıları da orman, nehir ve göl
kenarlarında avlanarak yaşamlarını devam ettirmiştir.
Oyrat adını “Orman
halkı” “oin irgen”, “oin ard” şeklinde açıklarlar. “Oin+îrgen” veya “Oin+Ard”
şeklindeki açıklama en çok kabul gören görüştür. Moğolların Gizli Tarihinde de “Oirad”
şeklinde ifade edilmiştir.[92] Oyradlar da dört boydan oluşan
boy birliğinin oluşmadığını, birbirine yakın, müttefik boy birliklerinin
(oyirad) söz konusu olduğu söylenmektedir. Timuçin döneminde Oyratları dört
tümene ayrılmışlardı.[93] Bu yüzdende “Dörvön Oyrat”
olarak anılmışlardır.
Diğer Moğol
boylarından biri olan Ongrat/Kongrat (Ongirat/Kongirat) ilgili pek fazla bilgi
bulunmamaktadır. Onlarda diğer Moğol boyları gibi Moğolların içinde eriyip
gitmiştir. Konur-Kongar kelimesinin anlamını araştıran araştırmacılar bu
kelimenin renk (konur+at “t” harfinin Moğol dilinde çokluk eki olduğu)
veya Moğol dilindeki (hondur, çinkur), çukur, kazılmış, derinleştirilmiş yer
anlamına gelebileceği üzerinde durmaktadırlar.[94]
Timuçin, Naymanları bozguna uğrattıktan sonra, Camuka’nın emri altında bulunan
Ongratları, Cadaran, Hatagin, Salciut, Dörben ve Tayciut boylarını kendine
katmıştır. Vladimirtsov, Camuka’nın yanında Timuçin’in akrabalarının, Ongrat
(onggirat) kabilesinin temsilcileri olduğuna dikkat çekmiştir.[95] Ongratlar, XIII. yüzyılda
Moğolların batıya doğru yapmış oldukları sefere katılmıştır. Deşt-i Kıpçak
sahasında (özellikle Ak Orda içinde) Timur döneminde önemli vazifeler
üstlenmiş, 1360 yılında Ongrat Hüseyin, Hârizmi ele geçirmiş ve Kuzeydoğu
Hârezm bölgesi Ongratların hâkimiyeti altında kalmıştır. Ongratlar 12 kola
ayrılmaktadır. Altı ata Köktün-ulı, altı ata ise Köktönçü olarak bilinir.[96]
Büyük Moğol
kabilelerinden bir diğeri de Celâyirlilerdir. Bu kabile Moğolistan’ın doğusunda
Onon Irmağı kıyılarında ve Moğolistan’ın merkezi Karakurum civarında göçebe
olarak yaşamaktadır. X. yüzyılda Kitanların saldırılarına uğrayan Celâyirliler
zayıflamış ve bir müddet sonra toparlanan Celâyirler Timuçin’in kabilesi olan
Kıyâtlar’a saldırmıştır. Kayıp verdirmelerine rağmen Kaycu’nun da şiddetle
karşılık vermesi iki tarafı da anlaşmaya itmiştir.[97]
[98]
Reşidüddin de; Dürliginlerden olan
Celâyirler, Kerulen çevresinde yaşıyorlardı. Kerulen, Çin’e yakın olduğu için,
Celâyirler diğer Moğol boylarıyla birlikte, Çinliler ile sürekli çatışırlardı.
Bir defasında düşmanlar Celâyirler’in tamamını, yetmiş köyden (küren) oluşan
grubu haricinde, öldürülüp talan etti. Yetmiş köyden oluşan Celâyirler
Munulun’un yurduna kaçtılar. Açlıktan ot köklerini kazdıkları için çukurlar
oluştu ve bu durumu eleştiren Munulun’u da öldürdüler. Munulun’un akrabaları
Celâyirliler’den sekizini öldürdüler ve diğerlerini Munulun’un oğlu Kaydu‘ya
köle olarak verdiler. Celâyirler böylelikle Cengiz’in sadık adamları oldu.
Aralarından meşhur emirler çıktı 98 şeklinde
anlatır.
Celâyirliler’in
kölelik durumunu Viladimirtsov da şu şekilde açıklar; Eski Moğol Unagan-bogol‘ı
tam manasıyla “köle” değillerdi: Bunlar mülklerini korurlar, muayyen bir
derecede şahsi özgürlüklerinden faydalanırlar, kazançlarının hepsi beylerine
gitmezdi. Unagan-bogollar bir şahsa değil, bütün kabileye veya kabilenin bir
koluna bağlı vaziyette idiler. Bundan başka Unagan-bogollar kendi aralarında
kabile bağlarını kaybetmez ve sahipleri gibi kabile hayatı yaşarlardı. Bunların
başlıca vazifeleri bağlı oldukları kabileye hizmet etmekti.[99]
Celâyirliler, Timuçin’in seferlerine yardımcı kuvvet olarak katılıp onun
cephelerde galip gelmesine yardımcı olmuştur. Moğol kumandanı Mukalı Noyan,
Celâyirlilerin Cat kabilesi reislerinden olup oğulları da sonraları yine devlet
hizmetinde önemli mevkilerde bulunmuştur.[100]
Diğer bir
büyük boy Tatarlardı. Kürşat Yıldırım, Çin kaynaklarında Tatar adının ilk kez
VI. ve VIII. yüzyıllarda Türkistan sahasındaki Türk ve Moğol boyları arasında
görüldüğü, Ta-t’an ve T’an-t’an şeklinin V. ve VI. yüzyılda ortaya çıktığını, “ormancı””,
“ağaç eri””, “yiş kişi”” manaları verebileceğini söylemiştir.[101] Timuçin ve oğulları,
başka ülkelere seferler düzenledikleri sırada, her yerde Tatarları ön cepheye
sürmüşler, böylece her yerde “Tatarlar geliyor”” diye bağırdıkları için
Tatarların adları dört bir yana yayılmıştır. Timuçin ve oğulları tarafından
kurulan devlet Avrupa‘da “Cehennem Zebanileri” anlamına gelen “Tartar”
yani Tartar’dan (Cehennem) gelenler adıyla anılmıştır.[102]
İslam
dünyasında ise “Tatar” kelimesinin ilk kez “Moğol” anlamında
kullanılması Timuçin döneminden sonra olmuştur. XIII. yüzyılda Haçin’in çok
büyük bir bölümü, Türkistan, İran, Irak, Suriye, Anadolu, bugünkü Rusya,
Kafkasya, Ukrayna Tatarlar tarafından işgal edilmiştir. Tatar hâkimiyeti
altında yaşayan milletler de Tatar-Moğol hanedanlığının idaresinde yaşadıkları
için “Tatar” diye bilinirlerdi. XIV. yüzyıldan itibaren “Tatar”
kelimesi kavmi, etnik, soyla ilgili bir söz değil; raiyeti, teb’aiyyeti ifade
eden bir kelime haline gelmiştir.[103]
XII. yüzyılın
sonunda Moğollar dışında Orta Asya ve Çin’de güneyde Millî Sung İmparatorluğu,
kuzeyde ise Pekin başkent olmak üzere Tunguz kökenli Jin (Cürcet)
İmparatorlukları arasında paylaşılmıştır. Çin’in Kuzey batı bölgesinde
Tangutlar, onların kuzey doğusunda ise Turfan’dan Kuça’ya uzanan bölgede Uygur
Türkleri yaşamaktadır.[104] XII. yüzyılda dengeler
değişmiş ve bölgede etkili üç büyük güç ortaya çıkmıştır. Bunlar: Karahıtaylar,
Hârizmşahlar ve Moğollardır.
Timuçin’in Şeceresi, Doğumu ve
Gençlik Dönemi
“Moğol”
adı, Timuçin döneminden itibaren aynı ırka, ortak bir dile ve kültüre mensup
olan kabilelerin hepsini kapsayan, ortak bir ad olmuştur. Bu sebeple,
Timuçin’den önceki Moğollar, Proto-Moğol olarak adlandırılmıştır.[105] Moğol efsanelerinde
bahsedilen ve Kutula Kağan zamanında ortadan kalkan Moğol soyadını Timuçin
yeniden diriltmiştir. Timuçin, kabilesi için Moğol tabirini kabul ederken
kendisini Kutula Kağan’ın halefi ilân etmiş onun ile akraba olduğunu da ileri
sürmüştür. Moğol kelimesi Timuçin devrinde resmi bir tabirden ibaret olup
milletin kendisi tarafından kullanılmamıştır. Bununla beraber Yüan sülalesinin
resmî yazılarında Moğollara ve onlarla birleşmiş kavimlere Çin’de Moğol,
Moğolistan’da Tata (Tatar) denilmektedir.[106]
1240 yılında yazılmış olan “Moğolların
Gizli Tarihi” isimli Moğolların ana kaynağına gelecek olursak Cengiz Han’ın
soy kütüğü ile ilgili efsanevi kayıt şu şekildedir: “Çinggiz kağanın ceddi, yüksek Tanrının takdiri ile yaratılmış
bir bozkurt idi. Eşi beyaz bir maral idi. Denizi geçerek geldiler. Onon Nehri
’nin kaynağında Burkan Haldun Dağı civarında yerleştiklerinde Bataçi Han adlı
bir oğulları oldu. ”[107]
Bundan sonra eserde Bataçi Han
neslinden gelenler bir sayılarak Timuçin’in babası Yesügay Bagatur’a kadar 20
isim bildirilmiştir. Bu isimler:
Bataçi Han’ın
oğlu Tamaça, onun oğlu Horiçar Mergan onun oğlu A’ucan Boro’ul onun oğlu
Sali-haça’u, onun oğlu Yeke-nidun, onun oğlu Semsoçi, onun oğlu Harçu, onun
oğlu Borcigidai-mergan, onun oğlu Toroholcin-baiyan, onun oğulları Duva Sohor
ve Dobun Mergan,[108] Dobun Mergen, onun eşi
Alangua’dan olağanüstü bir hadise neticesinde doğan Budun çur Munggak, onun
oğlu Kabaçi Bahadır, onun oğlu Menen Tudun, onun oğlu Kaçi Külük, onun oğlu
Kaydu, onun oğlu Bayşingon Tokşin, onun oğlu Tumbinay Seçen, onun oğlu Kabul
Kağan, onun oğlu Bartan Bahadır, onun oğlu Yesügay Bahadır, onun oğlu Timuçin.[109]
Memlük
Tarihçisi Aybek-el Devvaddari Cengiz’in atalarına ait hikâyeleri Baycu devrinde
Azerbaycan taraflarından gelen Moğollardan öğrenmiştir. Onlara göre Cengiz’in
büyük atası Karaaslan’dır. Cengiz’in ise Tibetli bir kadından doğduğu
söylenmektedir. Bu Tibetli kadın bir gün ormanda ağaç toplamaya gittiği sırada
bir erkek çocuk dünyaya getirir. Çocuk çok ağır olduğundan eve getiremez.
Ormanda kalan çocuk vahşi hayvanlar arasında büyüdüğüne dair anlatımlar
mevcuttur.[110]
Başka bir rivayette Cengiz’in
dokuzuncu ceddi Alangua efsanevi bir kadındır. Bunlar Heredot’ta Amazon diye de
geçen bir kadınlar ülkesinin sakinleridir. Çinlilerin Bey-şu tarihlerinde
Kuke-non taraflarında kadınların hâkim olduğu bir ülkeden bahseder. Burada da
bir hükümdarın adı Alangua’dır. Cengiz’in ecdadına ait rivayetlerde Alangua’nın
çocuklarından Budançar’dan bahsedilmektedir. Bu kelimenin anlamı hakkında
çeşitli görüşler mevcuttur. Budun-cur milletin hizmetinde olan anlamına gelmektedir.
Timur’un mezar kitabesinde de Alangua adından hürmetle bahsedilmektedir.[111]
Bir Budist Moğol
destanın da ise bunların kökenlerini bir mucizeye dayandırır. Dobo Mergen
bakire Alangua ile evlenir, bakire Alangua (günahsız) Baragocin Goya’dan hamile
kalmıştır. Baragocin’in iki oğlu olur ve ölür. Dul Alangua’ya doğaüstü bir güç
tarafından ziyaret edilir ve bu mucizeden sonra hamile kalır. Buğu Kataki, Buğu
Salcigo, Budanstar Mong Han adında üç oğul dünyaya getirir. İşte Borcigeneler
bu sonuncunun soyundan gelirler. Hive Hanı olan ve Cengiz Han’ın soyundan gelen
Ebu’l Gazi Müslüman belgelerinden derlediği “Türk ve Moğolların Kökeni”
adlı eserinde aynı efsaneyi anlatmaktadır. Bu üç kardeşin soyuna arı soy
anlamına gelen, Nirun adı verilmiştir; çünkü Moğol inancına göre bunlar ışıktan
türemişlerdir. Türkçede ve Moğolca da “al” kelimesinin gündelik anlamı “alev
kırmızısı” iken mecazi anlamı “soylu, parlaktır”.[112]
Moğolların
Gizli Tarihinde anlatılanlara göre ise; Duva Sohor kardeşi Dobu Mergan ile
birlikte Burhan Haldun tepesinde otururken bir grup insanın göç ettiğini görür
ve yaklaşan bu grupta güzel bir kızın olduğunu kardeşine söyler. Dobu Mergan bu
kabilenin yanına geldiğinde gerçekten de güzel bir kız olduğunu görür ve onunla
evlenir. Bugunotai ve Belgunotai isminde iki oğlu olur.[113]
Dobu Mergan ava çıktığı sırada birisinin bir ceylan avladığını görür ve ondan
ceylanın yarısını alır. Yolda giderken fakir bir adamla karşılaşır ve ceylanın
yarısını adama verir, adamda karşılığında oğlunu Dobu Mergan’a verir. Böylece
üç tane oğulları olur. Bir gün Dobu Mergan ölür. Karısı Alangua kocasız olduğu
halde Buhu- Hadagi, Buhatu- Salci ve Bodonçar-Munghah adında üç çocuk dünyaya
getirir. İşte Borcigeneler bu sonuncunun soyundan geldiği söylenir.[114]
Bir diğer
rivayette ise, Akdeniz’de bir şehir olan Malta’nın başında bulunan Altun Han’ın
Üle-melek adında bir kızları olmuştur. Babası bu kızı taştan bir saraya
kapatır. Kız ergenlik çağına geldiğinde dadısına başından geçenleri
anlattığında dadısı dünyayı aydınlatan ay ve güneş denilen nesnelerin olduğunu,
kızın bunları görmesi hâlinde öleceğini söyler. Güneşe bakan bu kız daha sonra
hamile kalır ve bu durumu öğrenen Altun Han, kızının alnına leke sürdüğünü
düşünür. Karı-koca kızları hakkında konuşulacağını bildiklerinden kızını bir
gemiye bindirerek, Tün (Gece) Denizine doğru yola çıkarır. Birkaç gün sonra
Torumtay Seçen’in (Çeçen) çocuğu Tümogul (Tumaul) Mergen babasına kızar ve
yanındaki kırk arkadaşıyla, bir kayanın başını mekân tutar. Bunların arasında
Duva Sokor (Şaba Sokor) adlı bir Türkmen vardır. Bu şahıs uzağı görebilen
birisidir. Duva Sokor birgün uzakta, nehrin üstünde, altın renginde bir gemi
görür ve Tümogul Mergen’e; “bu gelen geminin içi senin, dışı benim olsun ”
der. Sonra gemiyi yan tarafından oklayarak parçalarlar ve bunun peşinden
Tümogul Mergen’e “eğri atan” anlamına gelen Kıyan lakabını verirler ve o
Kıyat halkının atası olur. [115]
Cengiz’in
atalarına ait efsanelerden birisi de Ergenekon destanıdır. Destana göre Cengiz
Han’ın atası olarak bir kurt gösterilmiştir. Kurt Cengiz’in atası olan
kişiyi bir mağaraya kaçırır. Atası olan bu kişi mağaradan bir kahraman olarak
çıkar. Bu kişi mağarada yetişmiş ve daha sonra milletinin ortasına çıkıp onlara
rehberlik etmiştir.[116] Diğer bir rivayet ise
Sibirya’nın fethi sırasında Rus ailelerinden biri olan Strogonovların
letopisinde zikredilmiştir. Anlatılan rivayette Naymanlardan bahsedilir.
Cengiz’in ortaya çıkmasıyla Naymanlar ona karşı mücadele eden üç uruktan
biridir. Cengiz’in üstün gelmesiyle beraber Naymanlar Taybuğa önderliğinde
Altaylara geçmiş ve daha sonra burası Taybuğa yurdu olarak anılmıştır. Bunlara
dair Tatarca bir rivayet Stronogov ailesinin eline geçmiştir.[117]
Timuçin
bugünkü Moğolistan da Ulan Batur’un kuzeydoğusunda doğmuştur. Moğolların
Borcigin klanı liderinin en büyük oğludur.[118]
Timuçin’in doğduğu tarih tam olarak bilinmemekle birlikte, 1155 yani Türk takvimine
göre domuz yılının başında doğduğu hakkında görüşler mevcuttur.[119]
Bozkır
mücadelesinin devam ettiği günlerde, bir oymağın reisi olan Yesügay Bagatur,
doğanı ile Onon Nehri civarında ava çıkmıştır. Av esnasında rastladığı
Merkitlerden Yeke-Çiledü’nün, Olhuno’utlardan Houlen adlı bir kızı kendisine eş
olarak alıp götürmekte olduğunu gördü ve kardeşleri Nekun-taize ve Darıtay’ı
yanına alarak geri döndü.[120] Yesügay ve kardeşlerinin
gelmesiyle korkuya düşen Yeke-Çiledü’n, açık kestane atını kamçılayarak bir tepe
üzerinden kaybolmaya çalışsa da Yesügay ve kardeşleri onu takip ettiler. Çiledü
tepeyi dolaşarak arabanın yanına gelince Houlen ona:
Bu üç adamın fikrini anladın mı?
Birinin çehresi diğerinden farklıdır. Yüzlerinden, senin hayatına kastettikleri
anlaşılıyor. Hayatta kalırsan, faytonlarda kızlar ve kara arabalarda kadınlar
çoktur. Hayatta kalırsan, benden başka kız veya kadın bulabilirsin. Adı başka
ise, onu yine
Houlen diye çağırabilirsin. Hayatını
kurtarmaya bak. Benim kokumu kokla ve git! dedi. [121]
Gömleğini
çıkarıp Yeke-Çiledü’ye uzattığı sırada Yesügay ve kardeşlerinin yaklaştığını
gördü. Atını kamçılayarak bütün hızı ile Onon Nehri’nin yukarısına doğru
uzaklaştı. Yesügay ve kardeşleri peşine düşse de yakalayamadılar. Geri dönerek
Houlen’i yanına aldı. Houlen “Kocam Çiledü! Karşıdan esen rüzgâr saç
demetlerini karıştırmamıştı, çorak memlekette hiçbir zaman açta kalmamıştın,
fakat şimdi ne oldun?” diyerek saçlarının iki örgüsünü bir arkasına, bir
göğsü üzerine, bir öne bir arkaya attı ve: “Şimdi nasıl gidiyorsun?”
diye yüksek sesle ağladı.[122]
Timuçin’in
babası olan Yesügay Bagatur Moğol ordularının başında civar ülkelere askeri
seferler düzenlemiş başarılı, büyük bir komutan olmuştur.[123]
Ambay Han’ın Hada’an ve Kutula’nın isimlerini söylemesi üzerine bütün Moğol ve
Tayciyut halkı Onon Nehri boyundaki Horhonah isimli sahil ormanında yaptıkları
bir toplantıda Kutula’yı han seçtiler. Kutula han olduktan sonra veliaht
Hada’an ile birlikte Tatar halkına karşı savaş açtı. Kutula Tatarlardan
Koton-baraha ve Cali-buha ile on üç defa çarpışsalar da bir netice elde
edememişlerdir. Bu sırada Yesügay Bagatur Tatarlar’dan Timuçin-uge’yi,
Hori-buha’yı esir alarak getirirken Houlen Timuçin’i dünyaya getirdi. Doğum
sırasında meydana gelen önemli bir olayın adını çocuğa vermek eski bir
Türk-Moğol geleneği olduğu için Yesügay oğluna Timuçin ismi verildi. Yesügay
Bagatur’un Houlen’den Timuçin, Hasar, Haçi’un, Temuge isminde dört oğlu ve
Temulun adında bir kızı oldu. Timuçin dokuz yaşındayken, Hasar yedi, Haçi beş,
Temuge üç, Temulun ise daha beşikteydi.[124]
Moğollarda
poligamik aile yapısı vardı. Erkekler geçimlerini sağlayabilecekleri kadar eş
almak hakkına sahiptiler. Onun için Yesügay’in başka eşleri ve bu eşlerden de
çocukları vardır. Nitekim Bekter ve Belguday ismindeki iki erkek çocuğunun
Houlen Ece dışındaki eşlerinden olduğu açıktır.[125]
Timuçin dokuz
yaşlarında iken Yesügay Bagatur, oğlu Timuçin için eşi Houlen’in akrabaları
olan Olkuno’utlardan kız istemek için yola çıkmıştır. Baba-oğul otlaklar boyu
yol alırken Ongiratlardan Dei-seçen’e rastladılar.[126]
Dei-seçen “Kaynım Yesügay kime gidiyorsun?” diye sorunca Yesügay “Bu
oğlum için Olkunot kabilesinden kız istemeye gidiyorum” diye cevap verdi.
Tam bu sırada Dei-seçen onlara gece gördüğü rüyayı anlattı. Rüyasında beyaz bir
asil doğan, güneşle ayı pençeleriyle yakalayarak uçup geldi ve ellerimin
üzerine kondu. Bu rüyamı başkalarına anlattığımda; güneşle ayı bakarak görmek
mümkündür, şimdi ise bu asil doğan onları yakalayıp getirdi ve ellerimin
üzerine kondu. Beyaz olarak kondu. Bu rüya nasıl da güzel şeyler gösteriyor!
diye düşünüyordum. Yesügay bu rüya senin oğlunla geleceğini göstermek istiyor.
Ongirat halkının;
Eskiden beri
yiğitlerimiz yakışıklı, kızlarımız güzeldir
Bu konuda
rakibimiz yoktur
Güzel yanaklı
kızlarımızı
Sizden
Han olan kimselere verdik..................................... [127]
Dei-seçen,
Timuçin’in bir gün Han olacağını söylemiştir. Bu sırada Yesügay de onun kızı
Börte Fuçin’i görmüş, beğenmiş ve oğlundan bir yaş büyük olmasına rağmen Börte
Fuçin’i istemiştir. Aralarında yaptıkları anlaşmaya göre Timuçin orada
kalmıştır.[128] Timuçin’i Dei-seçen’e emanet
ettikten sonra evine gitmek için yoluna koyulan Yesügay, Çekçer Dağı’nda
kutlama yapmakta olan bir grup Tatar’a rastlamış ve atından inerek onlarla bir
toplantı yapmak istemiştir. Tatarlar Yesügay’in kendi düşmanları olduğunu
anlamışlar ve eskiden yapmış olduğu yağmanın intikamını almak için onu
öldürmeye karar verip yemeğine zehir atmışlardır.[129]
Yesügay üç gün
sonra evine geldiğinde fenalaşmış ve öleceğini anlayınca da oğlu Timuçin’i
çağırtmak için adam yollamıştır. Dei-seçen “Kaynım çocuğunu özlemiş gitsin,
görsün ama görüştükten sonra hemen gelsin” diyerek izin vermiş fakat
Timuçin babasını sağ olarak görememiştir. Timuçin için babasının ölümü onun
hayatında aldığı ilk darbelerden biri olmuştur zira bu kadar küçük yaşta
babasız, başsız, desteksiz kalması acı tecrübeler yaşamasına sebep olmuştur.[130]
Yesügay’in ölümünden sonra daha çok genç yaşta olan Timuçin’i birçok kabile
reisi kabul etmeyi reddetmiş ve klanın otoritesi nispi önemde azalmıştır.
Ayrıca hayvan sürüleri de rakip klanlarca yağmalanmıştır.[131]
Houlen çok cesur bir kadın olmasına rağmen boyu itaatinde tutmayı başaramamış
ve ona tabii olan kabileler tarafından terk edilmiştir.[132]
Hatta babası ölmeden önce nişanlandığı Börte Fuçin Merkitler tarafından esir
alındı; Kerayit Hükümdarı Ong Han’a (Tuğrul) hediye olarak takdim edildi. Ong
Han, Yesügay Bagatur’un müttefiki olduğu için Börte Fuçin’i Timuçin’e geri
gönderdi.[133] Annesi Timuçin’in bir Moğol
şefi olması için gerekli becerileri öğretmenin başlıca sorumluluğunu
üstlenmiştir. Avcılık ve savaşta yeterliliğini ona borçludur. Ona öğrettiği en
önemli ilke sadık arkadaşlıklar kurması gerektiği, müttefiklere karşı güçlerini
artırmak ve düşmanlara karşı savaş yapması olmuştur.[134]
Kısa bir süre
sonra Timuçin’in yakın akrabaları, annesi ve kardeşleri için talihsizliklerle,
felaketlerle ve mahrumiyetlerle dolu günler başlamıştır. Yesügay Bagatur’un
ölümünden sonra, Tayciyut kabilesinin başında bulunan Ambağay Kağanın çocukları
(Turhutai Kiriltuh ve Todoyen-girte) kendileri için daha serbest ve başıboş bir
faaliyet imkânı ortaya çıktığını hissettiler. Houlen ile araları açık olan
Ambağay Han’ın dul karıları da onları kışkırtmaktan geri durmamıştır.[135] Kabilenin ileri gelenleri
aralarında ki tartışmalar sonucunda “Bu kadın ve çocuklarını burada bırakıp
göç edin onları almadan gidin!” diye söylediler. Ertesi gün Ambağay Kağanın
oğulları Turhutai Kiriltuh ve Todoyen-girte ve diğerleri Onon Nehri boyunca
akıntının ters istikametine doğru göç ettiler. Houlen ve çocukları geride
bıraktılar. Honghotatlardan Çaraha- ebugan onları durdurmaya çalışsa da
Todoyen- girte “ Derin su kurumuştur, parlak taş kırılmıştır! ” diyerek
yollarına devam ettiler. Çaraha- ebugan’a da uyardığı için arkasından mızrakla
yaraladılar. Çaraha- ebugan yaralı bir şekilde yatarken Timuçin onu görmeye
geldi. Çaraha- ebugan babası tarafından toplanmış olan ulusu alıp götürürlerken
ihtarda bulunduğunu ve sonunda da böyle bir muamele gördüğünü söyledi.[136]
Houlen, azimli
ve zeki bir kadındı. Yanında kalan az sayıda adamla gidenleri takibe koyuldu.
Fakat hiçbiri geri dönmeyi kabul etmedi. Yüzüstü bırakılan bu kadın Kiyat
kabilesinin sürülerinden hiç bir hak iddia etmeyerek Onon’dan uzak olmayan
Burhan Haldun Dağı’nın eteklerindeki ormanlık yamaçlara ailesi ile birlikte
yerleşmiştir. Çocuklarına bozkır aristokrasisinin kurallarını anlatarak, ortaya
çıkan bu ağır durumdan kurtulmak için bütün gayretlerini harcamaları
gerektiğini aşıladı.[137] Houlen yabani hayvan ve
moyilho meyvesi toplayarak çocuklarını besledi. Çocuklarını terbiye etti. Sudun
ve çiçigina kökleri kazarak onları besledi. Yabani soğanlarla beslenen çocuklar
adeta han olmak için büyüdüler. Ot kökleriyle beslenen çocuklar disiplinli ve
akıllı olarak yetiştiler. Soğan ve sarımsakla beslenen çocuklar yüksek asalet
sahibi oldular. Olta ve kanca yaparak cebuge ve hadara balığı avladılar. Ağ
yaparak küçük balıklar avladılar.[138]
Günler ve
aylar geçerken, Timuçin ile Yesügay’in diğer eşinden olan üvey kardeşi Bekter
ile arasındaki rekabet artmıştır. Bir gün kardeşleri ile balığa çıkan
Timuçin’in oltasına büyük bir balık takılmıştır. Balığı gören üvey kardeşleri
balığı ondan alarak annelerine götürmüş ve Timuçin’i de annelerine şikâyet
etmişlerdir. Bunun üzerine anneleri hepsini azarlamıştır. Bu olay Timuçin için
bardağı taşıran son damla olmuş, hırsla annesinin yanından uzaklaşarak kardeşi
Kasar’ı da yanına alıp Berker’i öldürmüştür. Bu olay sonrasında annesi her
ikisine de oldukça tepki göstermiştir. Çünkü babalarından sonra aile güçsüz
kalmış ve düşman kabileler fırsat kollar hale gelmiştir.[139]
Fırsat
kollayan bu kabilelerin en başında Tayciyutlar gelmektedir. Tayciyutlar
kabilesinden Targutay Kiriltuk, yüzüstü bıraktıkları Yesügay Bagatur’un
ailesinin mahvolmadığını, bu ailenin büyük oğlunun büyüdüğünü, kabiliyetli ve
yiğit bir delikanlı olduğunu işitmiştir. Bu delikanlının günün birinde bir
bahadır olup, kabilesi ve kendisi için bir tehlike olabileceğinin farkına
vararak Timuçin’i ele geçirmeye çalışmıştır. Timuçin’in Bekter’i öldürmesini
fırsat bilen Tayciyutlar bu durumu kendi lehine kullanıp şaşkınlık ve korku
yaratan bir sefer düzenlemiştir.[140]
Tayciyutlar
kuşatması üzerine Timuçin ve ailesi gizlice kaçarak ormanda saklanmıştır.
Tayciyutlar Timuçin’in kendilerine verilmesi dâhilinde diğerlerine
dokunmayacaklarını söyleyince annesi Houlen, Timuçin’in kendilerinden
ayrılmasını ve saklanmasını istemiştir. Timuçin Tayciyutların elinden kaçarak
Tergune Tepesindeki ormana girmiş, bunu gören Tayciyutlar da peşinden gelerek
ormanı kuşatmıştır.[141] Timuçin üç gece ormanda
bekledikten sonra çıkmaya karar verir. Atına doğru baktığında eğerinin ve
göğüslüğünün çözülüp düştüğünü gördü. Bunu ilahi bir uyarı olarak algıladı ve
üç gün daha saklandı. Altıncı gün çıkmaya karar verdiğinde beyaz bir kayanın
çıkış yolunu kapattığını gördü. Bunu da kutsal bir uyarı olarak algıladı ve üç
gün daha kaldı. Dokuz gün boyunca ormanda gizlenen Timuçin bir süre sonra
açlıktan yorgun düşerek, ormandan çıkmaya karar vermiştir. Pusuda bekleyen
Tayciyutlar onun zayıf anını kollamış ve ortaya çıkar çıkmazda yakalamışlardır.[142]
Timuçin’in
düşündüğü gibi onu öldürmemişler, kaçmasını engellemek için boynuna boyunduruk
bağlamışlardır. Günler geçtikçe boynundaki boyunduruk canını çok acıtır hale
gelmiştir. Bu duruma dayanamayan Timuçin Tayciyut kabilesinin düzenlediği bir
törende kaçmayı planlamış ve onların içkili hallerinden faydalanarak kaçmayı
başarmıştır. Timuçin’i gözetleyen kişi kendine gelir gelmez Timuçin’in yerinde
olmadığını fark etmiş ve ormanda aramaya başlamıştır.[143]
Boynundaki ağır boyunduruk ile daha fazla ileri gidemeyen Timuçin nehir
kıyısına saklanmıştır. Daha önce onu gözetleyen ancak ona çok iyi davranan
Sohan-şira onu görerek yanına gelmiş ve kaçmasını istemiştir. Onu arayanları
farklı yere doğru yönlendirerek oradan uzaklaşmalarını sağlamıştır. Ancak
Timuçin nereye gideceğini bilemediği gibi yorgunluktan bitap düşmüş ve sonunda
kendisine yardım eden Sohan-şira’nın evine giderek yardım istemiştir.
Sohan-şira onu görünce telaşlanmış ve takip edilmediğinden emin olunca
çocuklarının baskılarına dayanamayıp onu boyunduruktan kurtarmıştır.
Tayciyutlar, Timuçin’in ağır bir boyunduruk ile çok fazla uzaklaşamayacağını
iyi bildiklerinden bir müddet sonra “aramızda bir hain var onu saklıyor
diyerek” bütün obanın aranmasını istemişlerdir. Sohan-şira onu yün
arabasının içerisinde saklamıştır.[144]
Bütün evler ve arabalar aranırken Sohan-şira’nın da evini, arabasını
aramışlardı. Sıra evinin arkasındaki yün arabasına geldiğinde, Sohan-şira: “Bu
sıcakta yün arabasına kim dayanabilir!” dedi. Bunun üzerine adamlar aramayı
bıraktılar. Adamlar gittikten sonra, Sohan-şira: “Beni az kalsın kül gibi
uçuracaktın, artık anan ve kardeşlerini aramaya git!” dedi. Timuçin’in daha
fazla başına bela açmasını istemediği için ona ak burunlu, kula renginde kısır
bir kısrak vererek gönderdi. Timuçin çit yaparak güçlendirdikleri araziye
geldi. Ot üzerindeki izleri takip ederek Onon Nehri’nin yukarı mecrasına doğru
yürüdü. Kimurha Nehri civarında bulunan Beder burnundaki Horçuhui Tepesinde
kendi akrabalarıyla karşılaştı. Onlarla birlikte Burhan Haldun eteğindeki
Gurelgu Dağı arasında, Sanggur Nehri civarında bulunan Hara-cirugen
yakınlarındaki Kokonor etrafına yerleştiler.[145]
Timuçin
ailesiyle beraber Burhan Haldun Dağına göç ettiği sırada hırsızlar Timuçin’in
ailesinin sekiz atını sürüp götürdüler. Bunu gören Timuçin, Belgütey’in ava
götürdüğü ata binerek hırsızların peşine düştü. Timuçin yolda kendisine yardım
eden yiğit bir delikanlıya rastladı. Bu yiğit Arulat Kabilesi’nden Naku Bayanın
oğlu Boğurçi idi. Timuçin dönüşte Naku Bayanın çadırlarının bulunduğu yere
uğradı.
İhtiyar adam
delikanlılara dönerek: “Siz delikanlılar, ileride de arkadaş kalınız, hiçbir
zaman birbirinizden ayrılmayınız! ” diyerek öğüt verdi.[146]
Timuçin’in
Komşu Kabilelerle Mücadelesi
Moğollar, Çin
ve İslam uygarlıkları arasında bir dizi küçük kabile ve devlet vardı. Bazıları
Moğolların kendileri gibi göçebelerdi. Diğerleri kısmen yerleşmişlerdi ya da
esasen Çin ve Orta Doğu arasında İpek Yolu denilen eski kervan yolları boyunca
vaha zincirlerinde yaşayan tüccar topluluklarıydılar.[147]
1175 yılına
gelindiğinde Timuçin Kerayit hükümdarı Tuğrul’a bağlılığını iletmeye gitmişti.
Zamanında Timuçin’in babasından yardım gördüğünü hatırlayan Tuğrul onu çok iyi
karşılamış ve himayesine almıştır. Artık Tuğrul ve Timuçin müttefik olmuşlardı.[148] Kerulen Nehri yakınındaki
Burgi Sahilinde otururken Houlen’in hizmetçisi Ho’ahçin yerin sarsıldığını ve
Tayciyutların geldiğini söyledi. Bunun üzerine Houlen Timuçin ve diğer
çocukları da uyandırarak hepsini birer ata bindirdi. Hepsi ata bindikten sonra
Börte’ye at kalmadı.[149] Timuçin ve kardeşleri
atlarına binerek Burhan yönünde harekete geçtiler. Ho’ahçin, Börte’yi oklu kara
arabaya bindirerek gizledi. Tenggeli Nehri boyunca akıntının tersi
istikametinde giderken, karşıdan gelen askerler yaşlı adamın etrafını sardılar.
Kimlerden olduğunu sorunca Ho’ahçin Timuçin’in adamı olduğunu ve koyunları
kırpmaya gittiğini işi bitiği içinde evine geri döndüğünü söyledi. Bunun
üzerine askerler yollarına devam ettiler. Ho’ahçin hızlı hareket etmek isterken
arabanın dingili kırıldı. Yaya orman içerisinden gidelim diye sesli konuşunca
askerlerden biri arabada kim olduğunu sordu. Ho’ahçin yün olduğunu söylemesine
rağmen arabanın arkasını açtıklarında Börte’yi buldular. Börte ile Ho’ahçin’i
sürükleyerek ata bindirdiler[150] ve Timuçin’in otlar üzerine
bıraktığı izleri takip ederek Burhan’a doğru yol aldılar. Burhan Haldun’a üç
kere gidip geldikleri halde Timuçin’i bulamadılar. Çünkü arazi bataklık, sık
orman ve yılanlarla dolu idi. Aslında Börte’yi kaçırmalarının sebebi bir
zamanlar babası Yesügay’in Houlen’i Çiledü’nün elinden almasıydı. Bunun
intikamını düşünen Merkitler Burhan Haldun’dan inerek evlerine geri döndüler.
Timuçin bunların gittiklerinden emin olunca Burhan Haldun da inerek göğsünü
yumrukladı ve şunları söyledi:
Ho’ahçin ana gelincik gibi işittiği
Kakım gibi gördüğü için hayatımı kurtarmak niyetiyle, bir yular başlığı olan
bir atla geyik izlerini takip ederek, Karaağaç kabuklarından kulübelere
sığınarak Burhan Tepesine çıktım. Burhan Haldun’un yardımıyla bir bitin hayatı
gibi hayatım kurtuldu. Biricik hayatımı kurtarma niyetiyle yalnız bir atla
sığın izlerini takip ederek, söğüt kabuklarından kulübelere sığınarak Haldun
Tepesine çıktım. Haldun Burhan’ın yardımıyla bir kırlangıcın hayatı gibi
hayatım kurtuldu. Bu sırada büyük korku da geçirdim. Bundan sonra Burhan Haldun
için her sabah tapınmalıyım. Bunu neslim ve neslimin nesli böyle bilsin![151]
Bu sözlerle
Timuçin kemerini boynuna, şapkasını koluna asarak güneşe doğru döndü ve eliyle
göğsüne vurarak güneşe karşı dokuz defa diz çöküp tövbe ve istiğfar etti.[152] Bir süre sonra Timuçin ve
kardeşleri Tuğrul Han’dan yardım istedi. Tuğrul Timuçin’e yardım etmeyi kabul
etti. Tuğrul Camuka’ya da haber göndermesini ve Camuka Horhonah Deresi
civarında bulunmasını istedi. Böylece Tuğrul Han iki tümenle sağ cenahtan
hareket edecek, Camuka ise iki tümenle sol cenahtan yürüyecekti. Buluşacakları
yeri Camuka karar verecekti. Timuçin ve kardeşleri evlerine döndükten sonra
Hasar ile Belgütey’i Camuka’ya gönderdi ve şunları söyleyin dedi: “Üç
Merkit’linin yağmasına uğrayıp yatağım boş kaldı. Biz aynı nesilden değil
miyiz? Öcümüzü nasıl alalım? Göğsümün yarısı parçalandı. Biz bir ciğerden olan
akraba değil miyiz? Öcümüzü nasıl alalım?” Ayrıca Tuğrul Han’ın da
söylediklerini iletmesini istedi. Camuka bunları dinledikten sonra şunları
söyledi:
Yatağının boş kaldığını duyunca
kalbim sızladı. Göğsünün yarısının parçalandığını duyunca, ciğerim yandı.
Öcümüzü alarak Uduyit ve Uvas Merkit’leri yok edelim, Börte’mizi kurtaralım.
İntikamımızı alarak bütün Ha’at Merkit’leri ezelim, hatunumuz Börte’yi geri
getirelim! Bellemeye vurulduğu zaman bunu bir davul sesi zanneden korkak Tokta
şimdi Bu’ura- ke’er’de bulunuyor. Kapaklı tirkeş sallandığı zaman serkeşlik
eden Dayir- usun şimdi Orhon ve Selenge arasındaki Talhun adasında bulunuyor.
Muzır otlar rüzgârda sallandığı zaman kara ormana kaçan Ha’atai-darmala, şimdi
Haraci-ke’er’de bulunuyor. Şimdi biz dosdoğru Kilho Nehri üzerinden sert otlar
bol ve sağ olsun! Sal yaparak geçelim. Şu korkak Tokta’nın çadır bacasından
girerek çadır direğini devirelim. Onun kadın ve çocuklarını tamamen yok edelim.
Onun kutsal çadır direğini parçalayarak bütün ulusunu yerle yeksan edelim[153] diyerek Cengiz’e cevap
gönderdi.
Tuğrul iki
tümenini de alarak harekete geçti. Tuğrul Han burhan Haldun dağından geçerek,
Kerulen Nehri boyundaki Burgi Sahiline doğru yürüdü. Timuçin ise Tunggelik
Nehri’nin mecrasına giderek Tana Deresi civarında Burhan Haldun eteğine
yerleşti. Tuğrul Han iki tümenlik ordusuyla Kimurha Deresi boyundaki Ayil-
harahana civarında Timuçin’le birleşti. Timuçin ve Tuğrul Han Onon menbaında ki
Botohan-bo’orcid’e geldiklerinde Camuka belirlenen yere üç gün önceden
gelmişti. Geç kaldıkları için Timuçin ve Tuğrul Han’ı tekdir etti.[154] Daha sonra sal yaparak Kilho
Nehri’ni geçtiler. Tokta- Beki’nin çadır direğini parçalayarak, kadın ve
çocuklarını esir ettiler. Kutsal çadır direğini parçalayarak bütün ulusu yağma
ettiler. Kilho Nehri üzerindeki balıkçıların Düşman geliyor söylemlerine karşı
Tokta- Beki ile Uvas Merkitlerden Dayir-usun ve çok az insanla Selenge Nehri
boyunca akıntının tersi istikametinde ilerleyerek Barhucin’e kaçtılar. Timuçin
Börte! Börte! diye bağırırken kaçmakta olan bir kabileye rastladı. Bu kabilenin
içinde olan Börte Timuçin’in sesini tanıdı ve arabadan indi. Timuçin’in yanına
geldi. Camuka ve Tuğrul’a aradığını bulduğunu ve geceyi burada geçirmelerini
söyledi.[155] Camuka ile çok iyi arkadaş
olmalarına rağmen tarihte ikili iktidar nadiren iyi yürütülmüştür.
Sorumlulukların paylaşılması bozkır uluslarında daha zordu. Timuçin çok zekiydi
ve Camuka’yla birlikte devam ettiği takdirde fazla ilerleyemeyeceğini
anlamıştı.[156]
Tuğrul ve
Cengiz Han için asıl tehlike 1201 yılında ortaya çıktı. Çok sayıda boy bir
araya gelerek iki müttefikin gücünü kırmaya karar verdiler. Bu amaçla
Kerayitler, Tatarlar, Ungiradlar, Naymanlar, Merkitler, Oyradlar ve
Tayciyutlar’ın bir boyu Camuka’yı “Han” olarak seçmeye karar vermişler
ve bunu ona verdikleri “Gürhan” evrensel Han unvanı ile de
tescillemişlerdi. Artık daha da güçlenen Camuka’nın ilk hamleyi yapmak için
önünde hiçbir engeli kalmamıştı.[157] Olan bitenden haberdar edilen
Timuçin Tuğrul’a haber verdi. Güçlerini birleştiren Tuğrul ve Timuçin,
Camuka’ya karşı savaş kararı aldılar.[158]
Kerulen Nehri
boyunca akıntının tersi yönünde hareket ettiler. Timuçin Darıtay, Altan ve
Huçar’ı öncü olarak gönderdi. Uçlar keşif kolları çıkardılar.
Enegen-guiletud’e, Çekçer’e onunda ötesindeki Çihurhu’ya sabit bir keşif kolu
çıkarıldı. Altan, Huçar, Saggum ve diğerleri Utkiya civarına geldiklerinde
Çihurhu’ya çıkarılmış keşif kolundan biri düşman yaklaşıyor diye haber getirdi.
Bilgi edinmek için durmadılar düşmana doğru hareket ettiler. Kim olduklarını
sorduklarında Camuka’nın öncüleri olduklarını söylediler. Karanlık bastırdığı
için “yarın çarpışalım!” diyerek geri çekildiler. Ertesi gün iki tarafın
ordusu Köyiten’de karşılaştılar. Her iki tarafta savaş nizamı aldılar. Camuka
ile birlikte hareket edenler arasında sihirbazlıkla yağmur yağdırma gücüne
sahip olan Buyiruh-han ve Huduha vardı. Onların büyü yapmasıyla yağmur yağmaya
başladı, ardından da fırtına yağmuru kendi aleyhlerine çevirdi. Yağmurun
yağması ile fırtınanın çıkması Tanrı’nın kötü bir işareti olarak yorumlayan
Naymanlı Buyiruh-han Camuka’dan ayrılarak Uluhtat yönüne, Merkitli Tokta’nın
oğlu Hutu Selenge tarafına, Oyradlı Hutuha-Beki Şisgis’e, ve Tayciyutlu
A’uçu-ba’atur Onon istikametine gitti. Bu boyların kaçıp gitmesine çok kızan
Camuka, Timuçin’in bu boyları yağmalamasına fırsat verdi. Ergune istikametinde
çekilen Camuka’yı Tuğrul takip etti. Timuçin ise Onon istikametinde takip
ettiği Tayciyutlar’a büyük bir darbe indirdi.[159]
Timuçin’in Tayciyutlar üzerine gittiğini gören Camuka toparlanarak Timuçin’in
arkasından harekete geçti. Kadınlara sürüleri toplayarak ormanın içine
gitmelerini emreden Timuçin tepelere birlikler yerleştirdi. Düşman iki kat daha
fazla bir güce sahipti. Bu yüzden Timuçin, Camuka’nın bataklık alana
çekilmesini ve kendi askerlerinin de kuzeye çekilip aniden geri dönmelerini
planladı. Planı başlarda başarılı olmuşsa da Camuka’nın izlediği strateji ile
Timuçin kendi tuzağına düşmüş ve ok yağmuru altında boynundan vurulmuştur.[160]
Boynundan
yaralanan Timuçin çok kan kaybediyordu. Güneş batınca iki tarafta karşı karşıya
yerlerinde kaldılar. Cengiz Han atından indi. En sadık adamlarından olan Celme,
Cengiz Han’ın pıhtılaşmış kanını sürekli emiyordu. Gece yarısına kadar ağzını
kanla doldurarak kanı içti ve tükürdü. Celme kimseye güvenmediği için Cengiz
Han’ın başından ayrılmıyordu. Saat gece yarısını geçtiğinde kendine gelen
Cengiz Han: ‘susadım’ dedi. Bunun üzerine Celme başlığını, kaputunu, çizmesini
ve bütün elbisesini çıkararak düşman kampına koştu. Yük arabalarına bindi ve
kısrak sütü aradı. Fakat bulamadı. Kısrak sütü bulamayınca bir arabadan içinde
yoğurt bulunan büyük bir ağaç kap buldu. Yoğurt kabını getirdikten sonra su
arayıp buldu ve yoğurdu suyla karıştırıp Cengiz Han’a içirdi. Han üç defa durup
içtikten sonra gözleri aydınlandı ve oturduğu yerden doğruldu. Bu sırada gün
iyice ağarmıştı. Celme’nin durmuş kanı eme eme tükürmesinden dolayı yerler çamur
olmuştu. Bunu fark eden Cengiz Han “Bu da nedir? Biraz uzağa tükürseydin ne
olurdu?” dedi. Bunun üzerine Celme: “Sen rahatsızken ben uzağa gidersem,
senden ayrılırım diye korktum. Acele iş görürken yuttuğumu yuttum tükürdüğümü
tükürdüm, heyecan içinde karnıma da bir şeyler kaçtı” dedi. Cengiz sözüne
devam etti: “Ben böyle yatarken, niçin çıplak bir vaziyette düşman içerisine
koştun? Yakalanmış olsan benim durumumu söylemez miydin?” Celme:
Benim düşüncem çıplak gidip herhangi
birine yakalanmış olsaydım, onlara: ‘sizin tarafa kaçmak istiyordum, bizimkiler
fark edip yakaladılar ve öldürme niyetiyle bütün elbisemi çıkardılar. Bir
fırsatını bulup kaçtım ve size geldim’ diyecektim. Onlar bana elbise verip
bakmış olurlardı. Ben de bir fırsatını bulup ata binerek dönmez miydim? Ben
böyle düşündüm Han’ın susamış gönlüne yetişeyim diyerek bir anda karar verip
hareket ettim[161]
diyerek cevap
verdi. Celme’nin yaptığı bu iyiliği hiç unutmadı. Onu daha sonra general
rütbesi ile mükâfatlandırdı.
Gün ağardıktan
sonra karşı tarafın askerlerinin dağıldığını gören Timuçin dağılmış olan
askerlerini toplamaya gittiği sırada bir tepenin üzerinde bir kadının “Timuçin!”
diye bağırdığını işitti. “Bu bağırıp çağıran kadın kimin nesidir?” diyerek
kadının yanına bir adam gönderdi. Adam kimin nesisin diye sorduğunda kadın “Ben
Sorhan-şira’nın kızıyım. Adım Ha-da ’an’dır. Kocamı askerler yakalayıp öldürmek
istediler. Ölüm tehlikesi karşısında ben ‘Timuçin bizi kurtarsın! ’ diye
bağırıp çağırarak ağladım.” Bu haberi duyan Timuçin Ha-da’an’ın
yanına gitti ve ona sarıldı. Kocası askerler tarafından öldürülmüştü. Timuçin
kaçan askerlerini topladıktan sonra ordusunun büyük bir kısmı orada geceledi.
Ertesi gün Tayciyutlu Todoge’nin adamlarından Sorhan-şira ve Cebe geldi.
Timuçin Sorhan-şira’ya dönerek “Boynumdaki ağır ağacı yere atan; yakamdaki
zillet ağacını çıkaran sizdiniz! Bu iş sizin gibi baba ve oğullara yakışacak
bir hareketti, niçin geciktiniz?” Sorhan-şira ise şu cevabı verdi:
Ben içimden çoktan beri sana itimat
besliyordum, fakat nasıl acele edebilirdim? Acele ederek daha erken gelmiş
olsaydım Tayciyutların ileri gelenleri benim geride kalan kadın ve çocuk, sürü
ve erzakımı yel gibi uçurmuş olurlardı. Bunu düşünerek acele etmedik ve seninle
birleşmek için ancak gelebildik dedi. [162]
Timuçin
dediklerinin doğru olduğunu düşündü ve sözüne devam etti. “Köyiten’de
düşmanla karşılaşıp savaş nizamı alırken oradaki sırtın yukarısından bir ok
gelip benim savaş atım olan ak ağızlı kulağımın boyun kemiğini parçalamıştı. Bu
oku dağın arkasından kim attı?” diye sordu. Buna karşılık Cebe: “Bu oku
dağın arkasından ben attım. Şimdi Han beni öldürtürse, benden ancak bir avuç
kirli toprak alır. ” Affedilirsem Han’ın önünde: “Derin suları geçerek,
parlak taşları kırarak düşmana doğru atılırım. ilerle! dediğin yerde mavi
taşları kırarak, saldır dediğin yerde, kara taşları parçalayarak düşmana
saldırırım!” diye cevap verdi. Timuçin şu şekilde buyurdu:
Düşmanca hareket eden bir kimse,
öldürdüğünü ve düşmanlığını gizler ve konuşurken içinde saklar. Fakat bu adam
öldürdüğünü ve düşmanlığını gizlemiyor, onu bizzat anlatıyor. Bu arkadaş olmaya
layık bir kimsedir. Onun adı şimdiye kadar Cirho’adai idi. Benim savaş atım
olan ak ağızlı kulağımın boyun kemiğini parçaladığı için ona Cebe ismini
veriyorum. Seninle birlikte savaşalım. Cebe adını taşıyarak benim yanımda yürü
dedi.[163]
1202 baharı
Cengiz Han Tatar boyları ile (Ak Tatar, Alçi Tatar, Tutagud Tatar, Aluhai
Tatarlar ve Tete Tatarlarla) Dalan Nemürges denilen yerde karşılaştı. Timuçin
çarpışmadan önce hüküm belirledi:
Düşmanı yenersek, ganimet üzerinde
durmayalım. Galip geldiğimiz takdirde ele geçen ganimet artık bizim olacağı
için paylaşabiliriz. Düşman bizi geri çekilmeye mecbur ederse, hücuma
başladığımız yere kadar ricat ederek mevzi alalım, Bu yerde mevzi almayanları
idam edelim! diye bir yasa ilan etti.[164]
Dalan Nemürges
denilen yerde Tatarlarla çarpışarak püskürttü. Arkalarından kovalayarak, Ulhui
Şilügelcid denilen yerde ele geçirip peşlerine takıldı. Ak Tatar, Alçi Tatar,
Tutagud Tatar ve Aluhai Tatarların erklilerini (yüksek soylularını) ezip
halklarını yönetimi altına alınca, belirlediği hükmü Altan, Huçar ve Daritay
çiğneyip, ganimete sarılıp çarpışmadan geri kalmışlardı. Bunu gören Cengiz
verilen sözde durmadılar, belirlenen hükme uymadılar diye Cebe ile Kubilay’ı
yollayıp ele geçirdikleri yılkı ve eşyanın hepsini toplatıp aldırdı . Cengiz
Han, Tatarların hepsini hâkimiyeti altına aldıktan sonra, halkına ne yapacağı
ile ilgili karar almak için büyük bir danışma toplantısı yaptı ve şu kararı
aldılar: “Tatarlar eskiden beri dedelerimizi ve babalarımızı öldürmüşlerdir.
Dedelerimizin ve babalarımızın intikamını alarak, Boyları dingilbaş çivisine
müsavi olanlarını tamamıyla imha edelim. Son neferine kadar yok edelim!
Kalanlarını köle yaparak her tarafa dağıtalım.” diye danışıp belirleyerek,
evden çıktığında bir Tatar olan Ih-Çeren Belgütey’e sizler aranızda ne
danıştınız diye sorduğunda[165] Belgütey: “Hepinizi dingil
tekeriyle ölçüp ondan uzun boyluları kırmaya karar verdik” dedi.[166] Belgütey’den bu
sözleri işiten Ih-Çeren bu sözleri bütün Tatarlara bildirince, onları
dayanışmaya çağırdı. Onları idam etmeye gelen bir hayli fazla Moğol askerini
öldürerek büyük kayıplar verdirmişlerdir. Nihayetinde Moğollar Tatarları
dingille eşleştirip kırıp bitirmişlerdir. Cengiz Han, bundan sonra Ih-Çeren’in
iki kızını da kendine eş olarak alırken, Belgütey’in de meclise girmesini
yasaklayarak cezalandırmıştır.[167]
1202 yılında
Timuçin Tatarlarla mücadele ederken, Tuğrul Han Merkitlere karşı savaş açmıştı.
Tokta-Beki’yi Barhucin-Tokum’a kadar takip etmiş, Tokta- Beki’nin büyük oğlunu
öldürmüş, diğer iki oğlunu, kadınlarını, iki kızını ve Merkit halkını esir
almıştır. Tuğrul Han bu ganimetten Timuçin’e hiçbir şey vermedi. Bu olaydan
sonra Timuçin ve Tuğrul birleşerek Naymanlar üzerine sefere gittiler. Savaş
sırasında Uluhtah civarındaki Sohoh Nehri civarında mevzi alan Nayman Hükümdarı
Buyruk Han daha fazla dayanamayacağını anlayınca Altay Dağları’na doğru
çekildi. Buyruk Han’ı takibe koyulan Timuçin ve Tuğrul Altay üzerinden geçerek
Humşingir’deki Urunggu Nehri boyunca akıntının tersi istikametinde yol aldılar.
Kişilbaşı Gölü civarında Buyruk Han’ı yakaladılar ve orada onu öldürdüler.
Oradan döndükleri sırada Nayman muhariplerinden Kokse’u-Sabrah,
Bayidarah-Belçir’de ordularını hazırlayıp savaşa hazır bir biçimde
bekliyorlardı. Timuçin ve Tuğrul’da ordularını savaş nizamına soktukları sırada
hava aniden karardı ve savaş ertesi güne kaldı. Tuğrul belirli noktalara ateş
yakarak Timuçin’i orda bırakıp kaçtı. Geceyi orda geçiren Timuçin sabah
kalktığında Tuğrul’u göremeyince “Bunlar bize yanmış yemek gibi muamele
ediyorlar” diyerek oradan kalktı. Tuğrul’un geçtiği yollardan geçerek
Sa’ari-ke’er’e yerleşti. Timuçin Naymanların niyetini anladı ve onlara bir daha
itimat etmedi.[168]
Kokse’u-Sabrah
Tuğrul’u takip ederek ona ağır kayıplar vermiş, hatta oğlu Senggün Naymanlar
esir düşeceği sırada Timuçin kurtarmıştır. Düşmanlarına karşı beraber hareket
eden Tuğrul ve Timuçin’in arasının açılmasına bir kız isteme olayı sebep
olmuştur. Oğlu Cuci için Tuğrul’un kızı Ça’ur-Beki’yi istemiş, kendi kızı
Koçin-Beki’yi de Tuğrul’un oğlu Senggün’e vermeyi teklif etmiştir. Fakat bu
istek Kerayitler tarafından kabul görmemiştir.[169]
1203 yılında boş durmayan Camuka Naymanları kışkırtmaya çalışmış, Senggün ise
babası Tuğrul’un aklını çelerek Camuka ile birlikte Timuçin’e bir suikast
düzenlediler.[170] Bunu haber alan Timuçin akşam
oradan ayrılarak Mao undur Dağı’nın kuzeyine doğru hareket etti. Burada
güvendiği adamlarından Celme’yi bırakarak Halahalcit Çölü’ne geldiler. Düşmanın
geldiğini haber alan Timuçin hemen oradan uzaklaştı. Tuğrul ve Camuka birlikte
hareket ediyordu. Tuğrul yaşlı olduğu için ordunun komutasını Camuka’ya
vermişti. Ancak Tuğrul’un oğlu Senggün babasının emirlerini dinlemeden
saldırıya geçmiş, kısa bir süre sonra da yüzüne gelen okla yaralanmıştır. Onun
yaralandığını gören Kerayit askerleri etrafını sararak saldırıdan
vazgeçmişlerdir. Bu zaafı gören Cengiz Han, hemen saldırıya geçerek onlara ağır
kayıplar verdirmiştir. Ancak hava karardığı için savaşı sonlandıramadan geri
çekilmiştir. Oğlunun yaralandığını gören Tuğrul savaşa devam edemeyeceğini
anlayarak savaş alanından geri çekilmiştir.[171]
Timuçin Çeçer-Ündür Dağları yanında Ong Han’ı ansızın bastı. Şiddetli bir
çarpışmadan sonra Ong Han ve oğlu kaçtılar. Naymanlar toprağına varınca Ong
Han, Onosun adındaki bölgede iki Nayman zabiti tarafından öldürüldü. Oğlu
Senggün ise Tibet’e sığındı. Bir müddet sonra Senggün’e karşı isyan eden Tibet
halkı yüzünden Hotan ve Kaşgar bölgesine kaçtı. Burada ailesi Kara Kılıç
denilen bir Türk kabilesi tarafından öldürüldü.[172]
Kerayitler’e
karşı kazandığı zaferden sonra 1204 yılında Naymanlar üzerine yürüdü ve Burhan
Haldun Dağı’nın batısında Nayman hükümdarı Tayang Han’ı ağır bir mağlubiyete
uğrattı. Han’ın oğlu Küçlüg Karahıtay (Kitan) bölgesindeki Tian-şan Dağlarına
kaçmıştır.[173] Aynı yıl içerisinde
Haradal-huca’ur civarında Merkitli Tokta- Beki’yi de yendi.[174]
Camuka da ormanlık alana kaçarak izini kaybettirmişti. Daha sonra Camuka
adamları tarafından ihanete uğrayıp Timuçin’e teslim edilmiştir. İhaneti
affetmeyen Timuçin adamların hepsini idam ettirmiş,[175]
eski dostu Camuka’yı da soylulara yakışır biçimde beli kırılarak idam ettirdi
ve onun isteğiyle cenazesi yüksek bir yere defnedildi. [176]
1205 yılında Timuçin tekrar harekete geçerek elinden kaçan Tokta-Beki’nin
peşine düştü. Yapılan mücadelede Tokta-Beki vücuduna aldığı bir okla orada
öldü. Birçok Naymanlı ve Merkitli kaçarken Erdiş Nehri’nde boğuldular.
Naymanların yanında yer alan Camuka bütün milletini kaybetmiştir.[177]
Timuçin’in Kağan Seçilmesi
Timuçin
kendisini destekleyen ve candan bağlı bir grup ileri görüşlü bagatur ile
birlikte birbiriyle sürekli mücadele eden kabilelerin yarattığı kargaşaya son
vermek, aynı zamanda Moğolların ilkel feodal toplumsal yapısı üzerine emperyal
kurumlar tesis etmek amacıyla harekete geçtiler. Hedef kademe kademe başarıya
ulaşırken, ilk olarak en yakın kabileler Timuçin’in otoritesini tanımıştır.[178]
1206 yılında
Nayman Tayang Han, Ong Han ve Kutuku- Beki başta olmak üzere bütün bozkır
kavimlerine boyun eğdiren Timuçin, Onon Irmağı kıyısında dokuz parçalı ak tuğ
diktirdi. Büyük bir kurultay toplayan Timuçin, soy, kabile ve aşiretlerden
kaynaklanan unvanları ve kişiler ya da gruplar arasında hiyerarşik ilişki
meydana getiren ayrıcalıkları kaldırdı. Kendisine cihan hükümdarı, göklerin
oğlu, güçlü, mükemmel savaşçı gibi anlamlara gelen “Cengiz” unvanı
verilerek kağan ilan edildi.[179] Cengiz unvanının Moğolca
şekli Çinggis’tir. Moğolcadan Türkçe’ye geçen kelimelerin sonundaki “s”
sesi “z” ye dönüşmüştür. Baştaki “c” harfi de Moğolca da “ç”
olarak yazılmıştır. Türk lehçelerinde bu isim Çinggiz, Çınngız, Çingiz, Cengiz
olarak yazılmıştır.[180] Bazı rivayetlere göre
Çingiz’in bu adı alması bir “cin” kızından doğmasından dolayıdır. Diğer
bir rivayette Timuçin’in Kerulen Nehri kenarında Aruladlar tarafından kağan
ilan edilmesinden sonra çadırın önünde bulunan bir taşın üzerine üç gün boyunca
bir kuşun tünemesi ve Çingiz, Çingiz diye bağırdıktan sonra uçması, halk
tarafından semavi bir işaret kabul edilmiş ve üçüncü gün sonunda Timuçin Cengiz
kağan olarak tanınmıştır.[181]
Cengiz,
aslında Camuka ve Tuğrul’un ölümünden sonra bütün Moğolistan’ın hâkimi
olmuştur. Kurultaydan hemen sonra Moğollar, 1206 yılında ilk hücumlarını ve
dünyaya ilk açılma hamlelerini Moğolistan dışına yaptılar. Naymanları ansızın
bastıran Cengiz 1209 yılında yaptığı hamle ile Tangutları yıllık vergiye
bağladı. Daha sonrada bunları Çin ve Mançurya seferleri izledi.[182] Cengiz Han Orman Halkları ve
göçebeleri hâkimiyet altına almadan zengin ülkelere sefere gidilmesinin uygun olmayacağını
anlamış 1206’da Nayman, Oyrat ve Kırgızları yenmiş, 1211’de Kuzey Çin’deki
Karahıtaylarla Tangutlara karşı savaşarak Pekin’i almış, (1214) generallerinden
Muhali de Sarı Irmağın kuzeyindeki bölgeleri zapt ederken (1217), Kubilay
Karluklar üzerine gitmiştir. Karluk Han’ı Aslan han Cengiz’in kuvvetlerine
karşı koyamayacağını anlayınca Cengiz’e teslim olmuştur. Doğu Türkistan’daki
Uygurlar ve Almalık hükümdarı Bozar da Cengiz’e teslim olmuştur.[183]
CENGİZ
HAN’IN SAVAŞLARI
Cengiz
Han’ın Seferleri Öncesinde Asya ve Ortadoğu’daki Siyasi Durum
Timuçin’in
devasa bir imparatorluk meydana getirebilmek için büyük felaketler yarattığı
bilinmektedir. Bu büyük felaketler aynı zamanda yenilikleri de beraberinde
getirmiştir. Timuçin kalabalık ve kudretli olan sülaleleri ve bunların
yarattıkları gümrükleri yıkmış ve en sonunda kendi istediği gibi yepyeni bir
dünya düzeni kurmuştur.
Kurulan
devletin sınırlarını oğulları ve torunları genişletmiştir. Timuçin devleti
kurduğu sıralarda Asya ufak feodal devletlere bölünmüş şekilde bulunmaktadır.
İç Asya sahasında ise Karahıtaylar bulunmaktadır.907’de T’anglardan sonra
kurulan Kidan devleti 1125’de ikiye ayrıldı. Kidanların batıya giden kolu
Karahıtay olarak Tiyanşan’ın orta kısmında yaşamıştır. Çin’in güneyinde ise
Song/ Sung sülalesi bulunmakta idi. Bu da 960’larda kurulmuş ve Kubilay’ın
1279’daki istilasına kadar devam etmiştir. Çin, kuzey ve güney Sunglar olmak
üzere ikiye ayrılmış, Kuzeyi 1127’de Jin’ler, güneyi ise Kubilay tarafından
1279’da yıkılmıştır. Kuzey Çin bölgesinde Chin (Jin) sülalesi bulunuyordu.
İslam kaynakları bunlara Altın Han, Türkler ise Çürçit demişlerdir. 1204 de
Cengiz bunları da ortadan kaldırmıştır. İslam ülkelerinde ise, İran sahasında
birçok devlet bulunuyordu. Bunların başında Abbasi Devleti geliyordu. Timuçin
devleti kurduğu sırada Nasir, Zahir, Müstansır ve Müstasım baba oğul sülaleleri
vardı. Aral’ın güneyi olan Hârizm sahası ve Batı Türkistan’ın birçok yerinde
Hârizmşahlar hâkimdi. Hindistan’da Memlük denilen Delhi Sultanları, Afganistan
sahasında ise Gurlular bulunuyordu. Bingale de Khalaç Türklerinin sultanlığı
vardı. Timuçin ilk yıllarında Hârizmşahların başında Muhammed Tekiş
bulunmaktaydı. Daha sonra Alâaddin Muhammed başa geçti. Alâaddin Muhammed’in
oğlu Celâleddin, Hârizmşahların batısına hâkimdi. Bağdat taraflarına hâkim olan
Abbasilere kadar arada çeşitli devletler ve atabekler bulunuyordu. Bunların
başlıcaları; Musul Atabekleri, Halep, Sincar, Şam Atabekleriydi. Diyarbekir’de
Artukoğulları bulunmaktaydı. Ahlât’ta bir Ermeni 43 krallığı, Azerbaycan’da Arran taraflarında
Şeddadoğulları bulunuyordu. Bunların kuzeyinde Şirvanşahlar vardı. Anadolu’da
da Anadolu Selçuklu Devleti bulunuyordu. Sivas-Malatya tarafları Danişmend
oğullarının idaresinde idi. Erzincan’da Mengücek oğulları, Erzurum taraflarında
Saltuk oğulları bulunuyordu. İran Azerbaycan’ı taraflarında Atabeklerden
Eldeniz oğulları vardı. Güney İran yani Fars’da Salgurlular, Luriştan’da
Hezâresb Atabekleri, Diyarbekir-Musul taraflarında İnaloğulları vardı.[184]
Görüldüğü üzere
Timuçin devletini kuracağı sahada irili ufaklı birçok devlet bulmaktaydı. Bu
devletlerin hükümdarları kimi zaman başarılı kimi zamanda başarısız
olmuşlardır. Sonuç olarak Timuçin bütün bu irili ufaklı devletleri yıkarak
ülkesinin sınırlarını genişletmiş, büyük Moğol İmparatorluğunu başarılı bir
şekilde kurmuştur.
13. yüzyılda
tarih sahnesine çıkan Moğollar Eski Kıtayı alt üst ettikten sonra fetihlerini
doğuda Kore’den batıda bulunan Almanya’ya kadar uzattılar. Moğollar kendilerine
düşman olan kabileleri affetmemiş ve milyonlarca insanın ölümüne sebep
olmuşlardır. Kalabalık şehirleri moloz yığınına çevirerek, kültür merkezlerini
yok etmişlerdir.[185]
Moğol
İmparatorluğunun sınırlarını genişletmek amacıyla doğuda Tangut, Kore ve
Mançurya, Batıda da Karahıtay ve Hârizmşah devleti üzerine sefer düzenlemiştir.
Bu seferler sonucunda Hârizm, Maveraünnehir, Horasan Cengiz İmparatorluğunun
bir parçası oldu. Biz de Moğolların yaptığı seferler hakkında ayrı ayrı bilgi
vermeye çalışacağız.
Çin’in
güneyinde iktidarda yerli bir hanedan olan Songlar vardı. Çin’in büyük bölüme
Mançurya’dan inen Tunguz ırkından Cürcetler egemendi. Başlarındaki hükümdara
Çince Jin’den alınma bir adla “Altın Hükümdar” deniliyordu. Pekin’deki
başkentlerinden Sarı Irmağın zengin alanlarında, bereketli balçıklarda onların
sözü geçerdi.[186] Çoğu zaman Minyak
İmparatorluğu olarak adlandırılan ve Tibet kökenli, az çok Çinlileştirilmiş bir
ulusu oluşturan Tangut Krallığı ya da Hsi- Hsia Devleti XI. yüzyılda Kuzey Çin
İmparatorluğu sınırlarında kurulmuştur. Bu sağlam devlet Ordos Ülkesi adı
verilen Sarı Irmak’ın, Hoang-ho kıvrımını, güneyde Tibet’e kadar olan kısmı,
batıda ise Uygur ülkesine kadar olan bölgeyi kapsıyordu.[187]
Çin her zaman bu bölgeyi istila etmeyi düşünse de Hsi-Hsia (Tangut) Devleti,
ticari ilişkiler kurmaya çalışan kuzey göçebelerinin de eskiden beri dikkatini
çeken bir yer olmuştur. Cengiz Han da kendisi tarafından birleştirilen kuzey
bozkır göçebelerinin adıyla şimdi ki Çin’in kuzey-batı bölgelerini işgal eden Hsi-
Hsia üzerine bir sefere çıkma kararı almıştır.[188]
Her zaman ki
gibi dikkatli ve sistemli bir şekilde hareket eden Cengiz Han, Çin
topraklarının işgaline Hsi-Hsia üzerine düzenlediği bir saldırıyla başladı.
Bunun pek çok sebebi vardı ama her şeyden önce, Cengiz Han ilk defa bir
yerleşik halkla savaşacaktı ve nelerle karşılaşacağını ya da karşılaşacağı
sorunları nasıl çözeceğini bilmiyordu. Çin’de ki üç devletin en güçsüzü olan
Hsi- Hsia bunları öğrenebilmek için en uygun bir yer gibi gözüküyordu. Dahası her
biri bu krallıkla ilişki içinde olan Öngütler, Kerayitler, Naymanlar ve
Uygurlardan Hsi-Hsia’yla ilgili önemli istihbarat bilgileri elde etmişti. Bir
başka açıdan bakıldığında Çin’de ki en tehlikeli düşmanı olarak Jinleri
görüyordu ve onlara saldırdığında arkasındaki Hsi-Hsia’nın kendisi için bir
tehdit oluşturmayacağından emin olmak istiyordu. Cengiz Han Çin’e harekete
geçmeden önce, Çinlilere komşu olan Öngütlerin de kendisine sadık kalacağından
emin olmak zorundaydı. Hem Hsi-Hsia hem de Jin İmparatorluklarının Çin’e
girdiğinde onu sırtından vurmaları için Öngütlerle anlaşmaları mümkündü. Cengiz
Han’ın sadık bir kulu olan Öngütlerin önceki Hanı Alakuş Tegin öldürülmüştü.
Bağlılıklarını güçlendirmek için Cengiz Han Alakuş Tegin’in ilk ardılıyla
kızlarından birini (Alagay Beki), ikinci ardılıyla da torunlarından birini
evlendirdi. Alagay Beki girişken bir kadındı ve naip olarak Öngütleri bir süre
bizzat kendisi yönetti.
Moğollarla
Öngütler arasındaki bağ sonraları Cengiz’in kızları ve Öngüt Hanları arasında yapılan
başka evliliklerle de güçlendirildi.[189]
1209 yılında
Gobi Çölü’nden ilerleyen Moğollar, sol tarafında dağlar olmasına rağmen güneye
doğru ilerleyerek dağların arasından Hsi-Hsia’ların başkenti olan Yinchuan
giden tek geçidi savunan bir kaleye vardılar. Cengiz’in zamanında yol, suları
yazın kuruyan bir nehrin yatağından, nehrin sularının aktığı zamanlarda ise
zeminin yumuşak bir şekilde yalnızca 100-150 metre yükseldiği dağın yanından
geçerek ilerliyordu. Atlıların sarp tepelerden geçmesi hem çok zordu hem de
ciddi bir zaman kaybına sebep oluyordu. Bu yüzden geçit, ilerleyebilecekleri
tek yoldu. Bunu bilen Hsi-Hsialar kaleyi 70 bin kişilik bir kuvvetle
korumaktaydı. İki ay gibi bi bekleyişten sonra Moğollar savaş alanlarında
kullandıkları taktiklerini uyguladılar. Yem olarak küçük bir birlik bıraktıktan
sonra çekiliyormuş gibi yaparak dağların eteklerine gizlendiler. Bu hileye
kanan Hsi-Hsialar ufak birliği yok edeceğiz diye kaleden çıktılar ve tuzağa
düşerek pusuda bekleyen esas Moğol güçleri tarafından yok edildiler. Böylece
Hsi-Hsia başkentine giden yol açılmış oldu.[190]
Li An-şuan çok
iyi korunan bir şehirdi. Hsi-Hsia Kralı Ngan-tsiuan Moğol ordusuna karşı
veliaht prensi çıkardı, fakat o da yenildi. Kuşatma Ning-hsia’ya kuruldu.
Cengiz Han hükmedemediği Sarı Irmak’ı taşırmak için yönünün değiştirmeye
çalıştı, ancak ele geçirdiği esirler nehre dayanabilecek bentler
yapamamışlardı. Yağmurlar sellere sebep oldu, taşkınları büyüttü ve Moğol
kampları sular altında kaldı. Cengiz için kuşatmayı kaldırmaktan başka çare
yoktu.[191] Hsi-Hsia liderleri de
Cengiz’in bu yaptıklarına karşı kararsız kalmış, düşman geri çekilmemiş ve tüm
tarım alanları sular altında kalmıştır. Jin İmparatorluğundan da yardım
gelmeyeceği anlayan Tangut İmparatoru Cengiz ile anlaşma yoluna giderek kızını
ona verdi. Vergi olarak da develer, şahinler, top top kumaşlar verdi. Cengiz de
ihtiyaç duyduğunda tekrar vergi alabileceğini düşünerek ordusunu geri çekti.
Cengiz Han beklediği o büyük zaferi kazanamasa da eli boş dönmemişti.
Hsi-Hsialarla bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma Cengiz Han’ın yaptığı ilk
uluslararası anlaşmadır.[192]
Hsi-Hsiaları
(Tangut) yenilgiye uğratan Cengiz Han Çin’in ana topraklarını da ele geçirmiş
oluyordu.[193] Mart 1211’de Kerülen Nehri
kıyısında bir kurultay toplayan Cengiz Han Çin’e daha doğrusu hükümdarlarının
Çince Kin (Jin/Tsin) “altın” adını taşıdığı, Moğolların Altan Han yani “Altın
Han” olarak çevirdikleri Jin Hanedanlığı üzerine sefere çıktı.[194] Tunguz kökenli bir ulus olan
ve Altay dil ailesine mensup Moğollarla uzaktan akraba olan Cürcenler, Liao
olarak adlandırılan Proto Moğol Kitanlarını Kuzey Çin’den kovmuşlardır.
Kaçanlar Doğu Müslüman dünyasının topraklarına girerek orada Budist bir
Hanedanlık olan Karahıtay Hanedanlığı’nı kurmuşlardı.[195]
Bu sırada Jin
İmparatorluğundan bir elçilik heyeti Cengiz Han’ın sarayına gelerek yeni
imparatorlarını ilan edeceklerini ve onun elçilik heyetine karşı saygı ile
eğilmesini istediler. Jin İmparatorluğu uzun yıllardan beri göçebe halkların
bir kısmını kendisine tabi kılmış hepsini barbar olarak görmüştür. Cengiz
Han’ın şüphesiz şöhreti onlara kadar ulaşmıştı ama böyle yaparak eski
etkilerinin devam edip etmediğini öğrenmek istemişlerdi. Cengiz Han elçilere “Ortak
Krallığın Tanrı tarafından belirlendiğini sanıyordum. Ancak Prens Wei gibi
zayıf bir adam nasıl seçildi ve ben neden ona yaltaklanayım? ” diyerek
çıkıştı.[196]
Cengiz Han’ın
Prens Weiyi küçük görmek için haklı sebepleri vardı. Yeni Jin ülkesi
imparatoru, ülkesini 3 milyon Cürceni, 40 milyon Çinli köylüye hükmettiği ve
halkının ekonomik çöküntü ve kıtlık yüzünden her geçen gün güçten düştüğü,
güvensiz bir şehirden yönetiyordu. Birkaç üst düzey Jin yetkili ve Jin’in
tebaası yapılmış olan bir Kitan lideri, fırtınanın hangi yönden patlayacağını
hissederek sahip oldukları değerli bilgilerle çoktan Moğollara iltica
etmişlerdi. Otlak ve tarım arazileri arasından geçen bir yolun her iki
tarafından kontrol eden, sınır kabilesi Öngütler, Moğollara bu geçidi
engellenmeden kullanabileceklerini bildirmişlerdi.[197]
Cengiz Han
hususi vaziyetleri ve yüksek kültür seviyeleri sayesinde Jin Devletine dair çok
değerli tanıklar verebilecek bir durumda olan bazı kimselerin bilgisinden
faydalanmayı da bildi. Bunlar Müslüman tacirlerdi. O devirde Çin’in Orta Asya
ile olan bütün ticareti bunların elinde idi. Bunlar, bütün yolları olduğu gibi
iş yapmak zorunda oldukları memleketlerin durumunu da iyi biliyorlardı. Çeşitli
memleketlerde pek çok dostlukları ve bağları vardı. Moğollar ve Çin ile ticaret
eden Müslüman tacirler, yalnız Müslüman Orta Asya’yı değil, uzak bozkırları da,
Moğolistan dağlarını da, Çin’in zengin eyaletlerini de bilen o devirde az
rastlanır insanlar çevresine mensuptular. Cengiz Han bu sınıf insanlarla
tanışmak ve onların kendi gayesi için olan kıymetlerini takdir etmek gayesini
çoktan bulmuştu. Öte yandan Müslüman tacirler Cengiz Han’ın adil ve cömert bir
hükümdar olduğuna değil, kendi menfaatlerinin Moğol hakanının menfaatleriyle
birleştiğine inanmak fırsatını da buldular. Tacirler Cengiz Han’ın kurduğu
düzenin yerleşip kuvvetleşmesiyle uzak ülkelerle ticari münasebetlerin nasıl
koyulaşacağını ve ticaret kârlarının nasıl arttığını görmüşlerdi. Cengiz Han’a
gelince, o da kendi hesabına tacirleri göçebelerin daima muhtaç olduğu devletin
başına geçirilen bozkır aristokrasisinin bilhassa ihtiyaç duymaya başladığı
medeni memleketlerin çeşitli istihsal maddelerini onun devletine getiren
değerli birer şahsiyet olarak görüyordu. İşte bu menfaat birliği ve meselenin
karşılıklı anlayışıdır ki Cengiz Han’ın baba dini Şamanizm’e bağlı kalmakta
devam eden Moğol bozkır aristokratlarının Müslüman sermaye sahipleriyle
ittifakını doğurmuş ve bunları Moğol fatihinin sadık birer taraflısı haline
getirmişti.[198]
Cengiz Han
savaş hazırlıkları yaparken güçlü Jin İmparatorluğunda da işler iyi gitmiyordu.
1194’te Sarı Irmak bir kez daha akış yönünü değiştirmiş; kendine Şantong’un
kuzeyinde denize döküleceği yeni bir yol bulmuştu. Bu değişikliğin yarattığı
seller Jin’in uyguladığı ekonomi politikalarıyla birleşince durum tam bir kaosa
dönüşmüştü. Ardından gelen kıtlık da koşulları iyice zorlaştırarak halkın
sıkıntılarının büyümesine yol açtı.[199]
Jin
İmparatorluğunun hiçbir etkisini kabul etmeyerek tam bağımsız olduğunu ilan
eden ve kendisine kafa tutan barbar topluluğa bu aşağılamasından dolayı er veya
geç imparatorun askeri bir harekât düzenleyeceğini Cengiz gayet iyi biliyordu.
Dolayısıyla her ileri görüşlü yönetici gibi “Barış istiyorsan savaşa hazır
ol” özdeyişini akılda tutarak ordularına hazırlıklara başlama emri verdi.
Moğol karargâhlarında kadınlar oklar yapıyor, köseleden zırhlar, yiyecek
stokları ve sefer için gerekli diğer malzemeleri hazırlıyorlardı. Erkekler ise
gece gündüz talim ediyorlardı. Bu arada halkı motive etmek için bundan altmış
yıl önce Çin hükümdarı tarafından vahşice katledilen Moğol reislerinin
intikamının alınacağı fikri yayılıyordu.[200]
Cengiz Jin
Devletine yaklaştığı sırada Hsi-Hsia hükümdarı Burhan Cengiz Han’a “Senin
sağ kolun olmak isterim” diye haber yolladı ve ona Çaha adında bir prenses
göndererek ona tabi olmak istediğini söyledi. Ardından şunları da ilave etti: “Biz
eskiden beri Cengiz Han şöhretini duyarak korkuyorduk. Şimdi ise onun kudretli
şahsiyeti kendimize yaklaşınca haşmetinden titriyoruz. Biz Hsi-Hsia (Tangut)
halkı senin sağ kolun olarak gücümüzü sana vermeye hazırız” dedi. Hsi- Hsia
halkının bütün develerini toplayarak Cengiz Han’a verdi. Böylece Hsi-Hsia
Devleti de Cengiz Han’ın emri altına girmişti.[201]
Hsi-Hsia Krallığı’nın Cengiz Han’ın hâkimiyeti altına girmesiyle Cengiz Çin’e
ani bir baskın yapma imkânı buldu. Moğollar savaş alanlarında seri bir şekilde
hareket ederlerdi. Rakipleriyle doğrudan temasa geçmeyi yani yüz yüze savaşmayı
tercih etmeyen Moğollar önce oklarla düşmanlarını yıpratmayı ve zayıflatmayı,
morallerini bozmayı tercih ederlerdi. Savaş nizamı, araları geniş mesafelerle
ayrılan beş safhadan ibaretti. İlk iki sırada zırhlı ağır süvari birlikleri,
diğer üç sırada zırhsız hafif süvariler bulunurdu. Düşman kuvvetleri yaklaşınca
geri saftakiler aralardan geçerek düşmana yağmur gibi ok yağdırırlardı. Düşman bozulduktan
sonrada onlar geri çekilir, ağır zırhlı süvariler hücum ederdi.[202]
Cengiz Han’ın
Jinlere karşı 12l1’de başlattığı savaş, kısa mütarekelerle ölümüne kadar
uzamış, ancak halefinin saltanatı sırasında son bulmuştur. Bu gayet hareketli
süvarileri ile düzlük yerlerde ve açık şehirlerde oldukça üstün olan
Moğolların, Çinli mühendisler tarafından savunulan sağlamlaştırılmış mevkileri
düşürme sanatını uzun zaman öğrenemediklerini göstermektedir. Üstelik Çin’deki
savaşı bozkırda olduğu gibi sık sık tekrarlanan akınlar şeklinde sürdürüyorlar,
ganimetleri ile geri çekildiklerinde Jin’ler şehirlerini yeniden işgal ediyor,
gedikleri onarıyor, istihkâmları kuvvetlendiriyorlardı; böylece bu savaş
boyunca Moğol generallerinin aynı yerleri iki, üç defa yeniden fethetmek
zorunda kaldıkları görülmüştür. Moğollar bozkırdaki yenilenleri kitle halinde
öldürmek, sürmek veya Beyaz Sancakları altında topluca silâhaltına almak gibi
işleri artık alışkanlık haline getirmişlerdi. Yerleşik ülkelerde, bilhassa
Çinlilerin karınca gibi kaynaştığı bu ülkede, istenildiği kadar katliam
yapılsın daima hayatta kalanlar oluyordu; adeta ölüler yeniden bitiyorlardı.
Eski Cürcetler olan Jinlerin bir yüz yıldır ancak yerleşik hayata
alıştıklarını, hala Tunguz kanının bütün kudretine sahip olduklarını, böylece
Moğolların alışık olmadığı kuşatma savaşının sıkıntılarının yanı sıra, hem
Çinli mühendislerin bilgisi ve hem de Tunguz savaşçılarının kahramanlığı ile
karşılaştıklarını belirtmek gereklidir.[203]
Cengiz Han
1211 ilkbaharında herkesin kaynaklar ve kuyulardan yeterli miktarda içecek
bulabilmesi için büyük bir olasılıkla farklı yollar izleyen küçük kollara
bölünmüş ve Gobi Çölü’nü aşmıştır. En önde keşif birlikleri su noktalarını
belirlemiş, zor geçitleri denetlemiş, bunların işgal edilmiş olup olmadıklarını
kontrol edilmiş ve işgal edilmişlerse kendileri ele geçirmiştir. Arkadan
yiyecekleri, çadırları ve ufak tefek aletler taşıyan yük arabaları ve dev
hayvan sürüsü gelmiştir. Çin Seddi’ne hiçbir zorlukla karşılaşmadan
yaklaşmıştır. Bu sırada önemli güçlere sahip olan Jinler federasyona ait
çeşitli göçebeler Öngütler, Hitaylar ve Yuçenlerden derlenen süvariler ve Çinli
piyadeler işgalcileri güçlü surların güvenliğinde beklemeye kararlıydı. Cengiz
Han tek hamlede Zong-du’nun günümüz Pekin’in kuzey batısındaki koruyucu eğinti
Moğolların eline geçti ve işgal yolu açıldı. Çinliler savaşmaya karar verdiler.
Başkentleri ve Kalgan Çince Çang-Kia-Keu arasında Ye Hu Ling (Yaban Tilkisi
Tepeleri) adı verilen yerde orduları, Moğol güçlerinin büyük bir bölümüyle
karşılaştı ve ezildi. Bunun korkunç bir savaş olduğu söylenir. Adamlar tırpanla
kesilen buğday gibi dökülür.[204]
1211 yazı ve
1211-1212 kışı boyunca Siuan-hua ve Yehol bölgesinde hiçbir önemli başarı elde
etmeden gezindiler. Çin Seddi süvarilere aşılması olanaksız engeller sunuyordu.
Çin Seddi 6000 kilometre civarında, çift ya da üçlü duvarlı setlerden,
burçlardan zeminin meylinin gerektiği biçimde kıvrılan doruklarda yükselen ve
ovalara dalan 7 ile 8 metrelik bir duvarı noktalayan kulelerden oluşan karmaşık
bir sur sistemidir. Tehlike belirdiği anda yaktıkları ateşle işaret veren bir
mevzi tehdit altında olduğunda takviye kuvvetleri çağırmak için gonkları ve
davulları olan nöbetçiler düşman yaklaşır yaklaşmaz haber veriyordu.[205]
Cengiz Han’ın
oğulları Cuci, Ögedey ve Çağatay, sol kanat ile Peçeli tarafından Çin Seddi’ni
aştılar. Cengiz de yanında küçük oğlu Tuli ile Çin Seddi’ni Şan-tu yanından
geçti. Yehu Ling Dağı başında, Siuan-hua şehrinin yedi mil batısında düşman
ordusuyla karşılaştı. Ki u-Kin ve Uannu tarafından kontrol edilen düşman
ordusunun keşif için gönderdiği Mingan adında bir zabit, Cengiz Han’a katıldı.
Cengiz Han Çin ordularının çok kalabalık ve iyi silahlanmış oldukları haberini
aldı. Düşman ordusunun sayıca pek fazla olmasına rağmen Cengiz, ona hücum ile
galip geldi. Süan-dei-fu şehrini zapt ettikten sonra, Jinlerin batı başkenti
olan Tai-tung-fu’yu kuşattı. Bu şehre Si King unvanı verilmişti ki “Batı
Sarayı” demektir. Bu şehir uzun süre dayandıktan sonra teslim oldu.[206]
Moğol ordusu
Kuzey Çin’in içlerine kadar yayılıp, Çin’in başkenti Pekin’e yaklaşmışlardı.
Cebe, Çabçiyal geçidine geldiği sırada buranın müdafaa edildiğini gördü ve “Ben
onları hile ile çekip çıkarayım ve hareket haline getireyim. Savaşmak niyetiyle
çıktıktan sonra onlara hücum ederiz” dedi. Cebe’nin çekilmesiyle Çin ordusu
mevzilerinden çıkarak bütün dağ ve dereleri doldurdular. Süan-dei-fu dönemecine
gelince Cebe geri dönerek düşmana saldırdı. Esas kuvvetiyle onun peşinden gelen
Cengiz Çin ordusunu yok etti. Düşman kuvvetleri Çabçiyal’a kadar “Kesilmiş
bir orman gibi yere serilmiş” şeklinde tarif edilmiştir. Bu Moğolların Çin
ordusu karşısında ilk ve en büyük zaferi olmuştur. Artık Pekin’in yolu
açılmıştı. Cebe Çabçiyal geçidini aldıktan sonra Cung-du’ya/ Zong-du (Pekin)
hücum etti. Bazı şehirlerin muhasarası için kuvvet gönderildi. Dung-cang
üzerine yürüyen Cebe burayı alamayarak geri döndü. Altı günlük bir yürüyüşten
sonra birdenbire geri dönerek hazırlıksız olan şehri zapt etti.[207]
1211-1212
yıllarına ait onun tarafından yürütülen harekâtta metotlu bir şekilde Şansi’nin
en kuzeyinde ki Ta-t’ong bölgesi (Kin krallarının Si-king’i), Ho- peinin
kuzeyindeki Siyüan-hua ( o zaman ki Siyütan-tö) ve Po-ngan gibi sınır
eyaletleri tahrip edilmiştir. Ülke sistemli bir şekilde yakılıp yıkılmıştır.
1212’de Mançurya’nın güneyinde Cengiz Han’ın en mükemmel generallerinden olan
Cebe sahte bir çekiliş yaparak Leao-yang’ı gafil avlayarak düşürmüşse bile
Şan-si’nin kuzeyinde bulunan Cengiz Han’ın kendisi Ta-t’ong’u ele geçirmeyi bir
türlü başaramamıştır. 1213’de nihayet Siuan- hua’da hâkim olan Cengiz Han
ordularını üç kola ayırmıştır. Oğulları Cuci, Çağatay ve Ögeday komutasındaki
birinci ordu merkezi Şan-si’ye girmiş ve T’ai-yüan ve P’ing- yang şehirlerine
ulaşmıştı. Cengiz Han’ın en genç oğlu Tuli’yi başına geçirdiği merkez ordusu
Ho-pei Ovası boyunca inmiş orada Ho-kien-fu’yu almış ve Şan-tong’a girerek
Tsi-nan’ı fethetmişti. Bu istila karşısında Pekin’in dışında Ho-pei’deki
Çen-ting ve Ta-ming gibi mevkiler dayanabilmişti. Nihayet Cengiz Han’ın kardeşi
ve ordunun en şaşmaz okçusu Kasar ile en genç kardeşleri Temuge Otçigin’in
emrindeki üçüncü ordu Yong-p’ing ve Leao-si eşiğinde Peçeli Körfezi boyunca
uzanmıştır.[208]
Cengiz Han bu
savaşı hazırlamak için bir süre önce bir öncü birliğiyle kuzeye yollamış olması
mümkündür. Cebe Çin Seddi’nin çevresinden dolaştı ve Leao-dong’a (Liaodang)
girdi. Buz tutmuş Leao-ho’yu (Liaoho) geçti ve Mançurya’nın güneyinde, eski
Kitan başkenti Dong-jing’i (leao-yang) kuşatmaya aldı. Şehir karşı koyduğu ve
onu nasıl zorlayacağını bilmediği için Cebe şehre saldırdı ve düşmandan korkmuş
gibi yapıp, kampını ve eşyalarını terk ederek kargaşa içinde kaçtı. Bu denli
büyük bir korku duymuş olan şehir sakinleri için, yağmacıları yağmalamak karşı
koyamadıkları bir istekti. Kapıları açıp dışarı çıktılar, bulabildikleri her
şeye saldırdılar. Bunun üzerine Cebe süvarileriyle ortaya çıkarak önce içeri
girdi ve ardından dışarıdakilere dönüp onları tam anlamıyla temizledi.[209]
1216 yılında
Moğol orduları Pasifik Okyanusu’nun kıyılarına kadar ulaşmışlardır. Ordunun bir
kolu isyan eden bir kaç bin kişilik Hitay birliğini takip ederek Kore’ye girmiş
ve onları darmadağın etmiştir. Moğol komutanlarından biri Kore sarayına giderek
saygısız bir şekilde bazı taleplerde bulunmuştur. Kore Moğollar ile savaşacak
gücü olmadığı için istenilenleri vermiştir ki bunlar arasında 100 bin yaprak en
büyük boy kâğıtta vardır. Bu da bize artık Moğollarda bürokrasilerinin
olgunlaştığını göstermektedir. Kuzeyde bulunan ve Çin İmparatorluğuna tabi olan
Mançurya’da Moğolların hâkimiyetine girmiştir. Cengiz bu zaferleri haber alınca
Hsi-Hsialardan 30 bin asker alarak 60.000 kişilik ordusu ile güneye Sarı Nehir
boyunca Jin İmparatorluğunun yeni başkenti Kayfeng’i ele geçirmek üzere bin
kilometrelik bir yürüyüşe geçmiştir. Altmış gün içerisinde 800 km’lik bir yol
kat edilmiştir ki bu gerçekten de inanılmaz bir hızlı hareket olmuştur.[210]
Karahıtay
(Kitan) Devletinin Sonu
IV. yüzyılda
çıkan ve Orhun kitabelerinde “doğudaki Türk düşmanı kavim ” şeklinde
tanıtılan Moğol asıllı Hitay (Kıtaylar-K’i-tan) anavatanları Mançurya’nın
güneyidir. X. yüzyılın başlarında A-pao-chi boyları itaat altına alarak
Moğolistan’ın büyük bir kısmına egemen oldu. Oğlu Te Kuang (926-947) Kuzey
Çin’in bir kısmını alarak Liao Devletini kurdu. 1009’da batıya yönelen Hıtaylar
Uygurları ve Karahanlıları tehdit etmeye başladı. 1016 yılında Balasagun
yakınlarında Karahanlılar tarafından bozguna uğrayan Karahıtayların batıya
ilerleyişleri bir yüzyıl gecikti.[211]
1010 yılında
Karahıtaylar Kansu Uygurlarını yendi. 1014 yılında Yedisu’nun kuzeybatı
tarafına saldıran Karahıtayları Buhara hükümdarının ordusu yenilgiye uğrattı.
Karahıtay askerleri 1017 yılında da Balasagun şehrine gelerek Karahanlı
hükümdarı Togan Han ile savaştı ve üç ay süren takipten sonra Karahıtay ordusu
yok edildi. Böylelikle Karahıtayların Orta Asya’ya girmesi engellendi.
Karahıtaylar’ın batıya hareketleri X. yüzyılda başladı. XI. yüzyıla
Karahıtaylar günümüz Moğolistan topraklarına gelerek, Moğol asıllı boyları
kazanmış, aynı coğrafyada yaşayan Türk asıllı halkları batıya sürdü. Böylece
Moğolistan’ın merkezi bölgeleri XI. yüzyılda Moğol kökenli boyların yurtları
haline gelmişti.[212]
Liao
Hanedanlığı 1125 yılında Jin Hanedanlığı tarafından yıkıldı. Liao
Hanedanlığının yıkılışından sonra Karahıtayların büyük bir kısmı Tunguz kavmine
mensup olan Curcenlerin hâkimiyetini kabul ederken, Liao İmparatorluğunun
kurucusu A-pao-chi’nin sekizinci göbekten torunu olan Yeh-lü Ta-şi de yönetimi
altındaki küçük bir grubu yanına alarak Batı Moğolistan’daki birçok kavmin desteğini
sağladı ve Türkistan’a doğru ilerledi. Yeh-lü Ta-şi, 1124 yılında Batı
Moğolistan’a gelerek kendini imparator ilan etti ve Si Liao (Batı Liao)
Devleti’ni kurdu.[213]
Türkistan
üzerine yürüyen Karahıtayların (Kitan) hâkimiyetini ilk olarak Turfan‘da bulunan
Uygurlar kabul etti. Turfan İdikut’u, Karahıtay askerlerini kendisi karşılayıp,
onlara atlar, develer, koyunlar hediye eder ve çocuklarını rehin vererek
Karahıtay egemenliğini tanıdığını bildirdi.[214]
Karahıtay ordusu 1128 yılında Balasagun, Hoten ve Kaşgar bölgesine ilk
girdiğinde Doğu Karahanlı Hükümdarı Arslan Han Ahmed b. Hasan tarafından mağlup
edildi. Buna rağmen Karahıtaylar batıda devlet kurmak için kararlıydılar.
Bölgede onları destekleyen boylar da vardı.[215]
Yeh-lü Ta-Şi Curcenler’in baskılarından dolayı kendini destekleyen boylarla
birlikte Gobi’ye gelerek Karahıtay Devletini kurdu.[216]
Yeh-lü Ta-Şi,
Gobi Çölü, Ceyhun ve Tibet Dağları ile Sibirya arasındaki ülkeleri ele
geçirdikten sonra “Gürhan ” unvanını aldı ve Balasagun şehrini başkent
yaptı. Gürhan unvanıyla anılan Yeh-lü Ta-Şi, Kaşgar, Yarkend, Hotan taraflarını
ve Türkistan’ı fethetti.[217] Yeh-lü Ta-şi, 1137 yılında
Batı Karahanlı Hükümdarı Mahmud b. Muhammed’i ve 1141 tarihinde Selçuklu
Sultan’ı Sencer’le yaptıkları Katvan savaşında Sultan Sencer’i yenerek
Maveraünnehir’i ele geçirdi. Bu savaş Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışına
zemin hazırlamıştı.[218] Böylece karşılarında rakip
kalmayan Karahıtaylar Buhara ve Semerkand’a kendi adamlarını bırakarak,
Hârizmşahlar’ı yıllık 30000 dinar vergiye bağladı.[219]
Başkentleri,
lssık Gölü’nün batısında Balasagun olan ve Türkçe “Gürhan” unvanını
taşıyan Karahıtay hükümdarlarının tabileri şunlardı:
Doğuda, Budist ve Nesturi dinlerinde, Beşbalık (bugün
Cimse), Turfan, Karaşahr ve Kuça bölgelerinde oturan Türk kavmi Uygurlar;
Kuzeyde, Aşağı İli’de bulunan kısmen Nesturi diğer Türkler
Karluklar;
Güney-batıda, tarihlerini özetlediğimiz Maveraünnehir ve
Doğu İran’da hâkim olan Müslüman Türkler, Hârizmşahlar. [220]
Yeh-lü
Ta-Şi’nin ölümünden sonra sırasıyla Karahıtay tahtına eşi Siao Ta- pu-yen
(1142-1150), oğlu Yeh-lü İle (1150-1163) Yeh-lü İle’nin kız kardeşi Pu-su- wan
(1163-1168) sonra da Yeh-lie’nin oğlu Ch’e-lu-ku (1178-1211) çıktı.[221] Bu dönem aralığında Karahıtay
yönetimi ülke içinde ki konar-göçer boylarla zaman zaman çarpışırken, devletin
kuzeydoğu tarafında ki konumu zayıfladı ve Hârizmşahlar da bağımsız olmak için
bazı girişimlerde bulundu.[222] Karahıtay Devleti’nin
sınırları, batıda Amuderya, doğuda Çin’in batısındaki Hsi-Hsia’ya, kuzeyde
Altay Dağlarındaki Nayman ülkesine, batıda Ceyhun Irmağına, güneyde ise Belh,
Tirmiz ve Hoten’e kadar dayanıyordu.[223]
Gürhan Yeh-lü
İle’nin oğlu Ch’e-lu-ku (1178-1211) döneminde Karahıtay Devleti çözülmeye
başlamıştı. 1209’da Uygur hükümdarı İdikut Barçuk, Karahıtay hükümranlığından
çıkarak Cengiz Han’a bağlandı.[224] Gürhan’ın Uygur ülkesindeki
temsilcisi Turfan’da oturan Şaukam idam edilmişti. Uygurlara karşı daima
sempati beslemiş olduğu sanılan Cengiz Han, Uygur İdikutu’na kızı Altunbeki’yi
eş olarak verdi. Böylece Karahıtay bölgesinin kuzeydoğusu Moğol hâkimiyetine
girmiş oldu. 1211’de Karluk kralı Arslan ile Almalığ’da (şimdiki Kuca’nın
yakınında) kendini hükümdar ilan eden Buzar aynı şekilde Cengiz Han’ın
hâkimiyetine geçmek üzere Karahıtay Devletini reddetmişlerdi; böylece birleşmiş
Moğolistan'ın, Gobi ve Balkaş’ın bu küçük Türk prensleri üzerindeki etkisinin
güçlü olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen Karahıtaylara son darbeyi Cengiz Han
değil, onun şahsi düşmanlarından olan “Tayang”ın oğlu Küçlüg vuracaktı.[225]
1208 yılında
İrtiş Nehri civarında bulunan Naymanlar Cengiz Han tarafından yenilgiye
uğratılınca Doğu Tanrı Dağlarına (Tiyanşan) ve Yedisu bölgesine doğru göç
etmişlerdir. Naymanların başında bulunan Küçlüg, Cengiz Han’dan kaçarak
Karahıtaylara sığınmıştır. Kısa zaman içerisinde Gürhan’dan izin alarak
Karahıtaylara karşı çıkan isyanları bastırmak için göçebelerden asker toplayan
Küçlüg Kitanların hâkim oldukları kuzeydoğu bölgesindeki düzensizliklere çözüm
bulmak yerine Gürhan’ı tahtan indirip kendisinin tahta çıkmasını umut etmiştir.
[226] Gürhan Ch’e-lu-ku
ise onun yanına sığınmasından yararlanarak kızını onunla evlendirmişti. Küçlüg
kayınbabasının zayıflığından ve yaşlılığından faydalanarak tahta geçmek için
faaliyete geçmişti. Hârizmşah Muhammed ile anlaşarak Karahıtay hükümdarını
tahttan indirmek istemişti. Hârizmşahların1210’da Semerkant’ı işgal
etmelerinden faydalanarak kayınbabasına karşı isyan eden Küçlüg, Balasagun
üzerine yürüdü. 1211 yılında Ch’e-lu-ku esir düştü. Küçlüg’ün bu olaydan sonra
başa
geçerek
kazandığı Karahıtay hâkimiyeti 1211 yılından 1218 yılına kadar devam etti.[227]
Çoğunlukla
yerleşik insanların bulunduğu bir imparatorluğa sahip olan bu Altay göçebesi
bölgeyi iyi idare edemiyordu. Karahanlı ve küçük Müslüman Türk Krallıklarının
hâkim olduğu Kaşgarya, Karahıtay Devletine aitti. Dağılmaya başlamasından önce
Gürhan Ch’e-lu-ku Kaşgar’ın Karahanlı Hanı’nın oğlunu hapsetmişti. 1211 yılında
Küçlüg genç prensi serbest bırakmış ve kendi temsilcisi olarak Kaşgar’ı
yönetmeye yollamıştı, ama Kaşgarlı Emirler onu reddederek öldürtmüştü. Küçlüg
iki, üç yıl boyunca kendi adamlarına Kaşgarya’yı yağmalatmış (1211-1213 veya
1214) ve ortaya çıkan kıtlık neticesinde Kaşgarlılar ona biat etmiştir. Pek çok
Nayman gibi Nesturi olması gereken Küçlüg bölgede zalim bir dini baskı
uygulamıştır. Çok geçmeden karısı, Gürhan’ın kızı Karahıtay prensesinin
etkisiyle, Müslüman, Hıristiyanlık ve Budizm arasında bir tercih yapmaya
zorlamıştır. Hotan imamlarının başkanı itiraz edince medresenin kapısındaki
haça gerdirtmişti. Benzer vahşet olaylarından sonra, Müslüman olan Kaşgarya
halkı Moğolları kurtarıcı olarak kabul edecektir. Küçlüg’ün giderek
güçlendiğini ve kendine ilerde tehdit oluşturacağını düşünen Cengiz Han Cebe’yi
Küçlüg’ün üzerine yollamıştır.[228]
Cengiz Han
1218 yılında Cebe Noyan kumandasında 20.000 kişilik orduyu üzerine gönderdi.
Cebe geldiğinde Küçlüg Kaşgar’dan kaçtı. Halk, şehri kurtaran Moğol ordusuna
teslim oldu ve onlara kurtarıcı gözüyle baktı. Cebe Noyan şehre giren Moğol
askerlerine yağma yapmalarını yasakladı. Bu yasak buradaki Müslüman ve Uygur
tüccar tarafından memnuniyetle karşılandı. Küçlüg’ün kaçtığını öğrenen ona
bağlı kabileler hemen isyan etti.[229]
Pamir yönünde kaçan Küçlüg Moğol öncülerine yakalandı ve Sarı Göl yakınlarında
öldürüldü. Kellesi Karahıtay İmparatorluğunun değişik yerlerinde dolaştırıldı.
Artık Doğu Türkistan, Kaşgar Ülkesi, Issık Göl Havzası, Çu ve İli Vadileri
Moğollara bağlandı.[230]
Karahıtaylardan
günümüze kalan en önemli miras, bölge halklarının o dönemden sonra Çin’e “Kıtay”
demeye başlamasıdır. “Ming” Hanedanı döneminde Hanların Kitanlara “Qita”
(Kita), “Qitayi” (Kitayi) dediklerini görüyoruz. Bu terim Müslüman
yazarları tarafından “Hitai” ya da “Hatai” şeklinde, Avrupalı
yazarlar tarafından ise “Catai”, “Cata” veya “Cathay” şeklinde
söylenmiştir. Bugün de Ruslar Çin’e “Kitay” demekte, Orta Asya Türkleri
ise Çin’e ve Çinlilere “Kıtay” veya“Hitay (Kitan)” demektedirler. Yani
aslında bir kabile adı olan “Kıtan” kelimesi tıpkı“Qin/Çin” adı
gibi bütün Çin’i kapsayan coğrafi bir isime dönüşmüştür.[231]
Savaş
Öncesi Moğol Harizmşah Münasebetleri
Hârizm, Amu-
Derya(Ceyhun)’nın aşağı mecrasının her iki yanında bulunan topraklar ve bu
topraklarda yaşayan Doğu asıllı bir millete verilen isimdir.[232] Tarihçilere göre
Hârizmşahlar dört döneme ayrılmıştır:
Afrigiler, İslamdan önce mevcut olup 995 yılına kadar
devam etmiştir.
Altuntaş ve oğulları (1017-1041)
Hârizmşahlar Devleti (1097-1231)[233]
Bizim burada
üzerinde duracağımız hanedan Hârizmşah Devleti’dir.
Hârizm
bölgesinin iki önemli merkezi vardır. Bunlardan ilki Ceyhun Nehri batısında
kalan Ürgenç ( Curcâniyye) diğeri ise nehrin doğusunda kalan Kâs şehridir. Bu
şehirlerden Ürgenç, devlete başkentlik yapmıştır.[234]
Ürgenç kötü günler görmeden önce güzel bir belde olarak anılmıştır. Dünya padişahlarına
başkentlik yapmış, büyük âlimlerin varlığıyla şereflenmiş, büyük şeyhleri ve
padişahları kucağında saklamıştır. Hârizm şarabı, mana ışıklarıyla karışmış
oranın bahçeleri ve binaları güç sahiplerinin, büyük şeyhlerin ve zamanın
sultanlarının varlığıyla bayram yerine dönmüş, din ve dünya birbirine karışmış,
sanki “Hoş bir şehir ve bağışlayan bir Rab denmişti.” ilahi sözü ona
söylenmiştir.[235]
İslamiyet’in
kabulünden önceki devirlerden itibaren bölgeyi idare edenler “Hârizmşah”
unvanıyla anılmaya başlanmıştır.[236] Vilayetin büyük bir
imparatorluk haline dönüşmesi Anuş-Tigin ve oğulları zamanında olmuştur.
Hârizmşah Devleti Büyük Selçuklu Devletine bağlı bir sınır vilayetinden
dönüşerek bir devlet haline gelmiştir. Hârizmşah Devleti’nin kuruluş sürecinde,
Kaçkar adlı naip ölünce Sultan Sencer tarafından XI. yüzyılda Anuş-Tigin’in
oğlu Alâaddin Muhammed (10971127) Hârizmşah unvanıyla Hârizm valisi olmuştur.
Atsız zamanında yarı müstakil olan Hârizmşahlarınsiyasi yapısı Sencer’in
ölümünden sonra (1157) İl- Arslan ve Tekiş zamanlarında bağımsız bir devlet
olmuştur. Hârizmşah Muhammed döneminde ise imparatorluk konumunu almıştır.[237]
1200 yılında
tahta geçen Hârizmşah Muhammed kendi topraklarında gözü olan Gurlulara karşı
başarılı bir mücadele verdi ve önemli şehirleri ele geçirdi. Doğudaki en büyük
düşmanları olan Karahıtaylar ve Karahanlıları da kendilerine bağlayarak
Maveraünnehir civarına hâkim olmuşlardır. Kazandığı bu zaferlerden sonra “Iskender-i
Sani” (İkinci İskender) ve “Sancar” lakaplarını kullanmıştır.[238] Hârizmşah Devleti
Alâaddin Muhammed zamanında Çu Havzasından Hint Sahillerine, Kafkas Dağlarından
Bağdat yakınlarına kadar uzanmaktadır. Hârizmşah Muhammed bütün İslam
ülkelerini kendi sınırları içinde toplayarak Müslümanların hükümdarı olmak
istiyordu. 1217 yılında büyük bir orduyu Bağdat’a gönderdi. Şiddetli bir kar
fırtınasına yakalanan ordu geri dönmek zorunda kaldı. Muhammed bunun üzerine
Hamedan’da fazla durmadan Horasan’a gitti. Hârizmşah Muhammed merkeze dönünce
büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldı. Cebe 1218 yılında Karahıtay ordusunu
dağıtarak Karahıtay ülkesini fethetti. Böylece Moğol İmparatorluğu Hârizmşah
İmparatorluğu ile komşu durumuna geldi.[239]
Batıdaki
ülkeleri ele geçiren Hârizmşahlar, gözlerini Çin’e çevirdiler. Hârizmşah
Muhammed Çin’in Cengiz Han tarafından ele geçirildiğini duyunca Moğollar
hakkında bilgi edinmek için Bahaddin Razi önderliğinde bir elçilik heyeti
yolladı.[240] Toplantı sırasında bakan olan
Jin İmparatoru’nun oğlu, elleri ve ayakları zincirli bir biçimde Yüce Han’ın
huzuruna getirildi. Bu hareketin amacı elbette elçileri etkilemekti. Cengiz Han bunun dışında
saygıyla karşıladığı Bahaddin Razi’ye[241]
Hârizmşah Muhammed’e şunları iletmesini söyledi: “Ben güneşi doğan
padişahım; sen ise güneşi batan padişahsın. Aramızda sıkı bir anlaşma, sevgi,
güçlü bir barış olsun; iki taraftan tacirler ve kervanlar gelip gitsin; benim
memleketimdeki değerli şeyleri ve malları sana; senin ülkendekileri de aynı
şekilde bana getirsinler” dedi. Sultan Muhammed’e hediyeler gönderdi. Bu
hediyelerin arasında Tamgaç Dağı’ndan ve Çin’den getirdikleri deve boynu
şeklinde saf altından bir parça da vardı.[242]
Her ne kadar
İpek Yolu’nun önemli bir bölümü kendi kontrolü altında olsa da Hârizmşah ülkesi
de çok önemli ticaret yollarının geçtiği bir bölgeyi kontrol ediyordu ve
batıdan yapılan ticareti geliştirmek için Hârizmşahlar ile işbirliği yapması
gerekiyordu. Moğollar göçebe kültürü benimsedikleri için ticarete önem
vermemişlerdir. Civar ülkelerin tacirleri Moğolların ülkesine gelerek ticaret
yaparlardı. Özellikle Cengiz Orta Asya’nın önemli bir bölümünü topraklarına
kattıktan ve bölgeyi güvenli hale geldikten sonra ticaret daha çok artmıştır.[243] Cengiz Han, Hârizmşah Sultanı
ile başlattığı iyi ilişkilerden sonra, Hârizm ülkesinden Karakurum’a gelen
Hârizmli tacirlerin mallarına müşteriler bulmuşlardır. Tacirler için önemli
olan can ve mal güvenliği idi. Bu yüzyıllarda Tacirler mallarını cazip
fiyatlarda sattıkları gibi can ve mal güvenliklerinin de sağlandığına dair
haberlerin duyulması terk edilmeye yüz tutmuş ticaret yollarının tekrardan
canlanmasına sebep oldu.[244]
Cengiz Han
kuzeyindeki Jin Devleti’ni mağlup ettikten sonra Uygurların İdikut’ını,
Karahıtay’ın Gürhan’ını ve diğer hükümdarları kendine bağlamıştır. Daha sonra
Naymanların kaçak reisi Küçlüg’ün de ortadan kaldırılmasını isteyen Cengiz Han,
zaman kazanmak için ordularını istirahata çekilmiştir. Hârizmşah’a karşı sulh
emellerinden başka bir dava peşinde olmadığı konusunda Cengiz Han’ın vermiş
olduğu güvence, o an için şüphesiz ki doğrudur.[245]
1216’da kendisine
gönderilen Hârizmşah elçisini çok iyi karşılayan Cengiz Han, bu kuvvetli
komşusu ile ticari münasebetlerini geliştirmeyi düşünmüştür. Cengiz Han
saltanatının ilk yıllarından beri ticaretin önemini çok iyi bilmekteydi. Bu
doğrultu da Cengiz Han Çin ile Orta Asya arasında ticaretin gelişmesi için
büyük ticaret kervanları kurmuş, bu sayede ticari malların sevkiyatı
gerçekleşmiştir.[246] Zira onun için ticaret
kervanlarının güvenli bir şekilde gidip gelmesi, ülkesinde yoksulluk
çekilmemesi önemli bir konu olmuştur. Bu sırada Moğolların batısındaki
ülkelerle ticareti, Müslüman tüccarlarla yapılmakta hatta Moğolistan ile Çin
arasındaki ticaret bile Uygurlarla birlikte Müslümanların elinde bulunmaktaydı.
Böylece Cengiz Han ve Müslüman sermayedarların menfaatleri paralellik
göstermektedir. Hâlbuki Alâaddin Muhammed ticaretin gelişmesiyle değil, Cengiz
Han hakkında sağlıklı bilgiler almak, onun karşısında hazırlıklı olabilmekle
ilgiliydi.[247]
Bütün bu
olaylardan sonra Hârizmşah’ın gönderdiği elçilik heyetine karşı Cengiz Han’da
bir elçilik heyeti ve ticaret kervanı göndermiştir. Bu heyetin başında Hârizmli
Mahmut Yalvaç, Buharalı Ali Hoca, Otrarlı Yusuf Kenka bulunmaktadır. Bu elçilik
heyeti ile Cengiz Han Hârizmşah Muhammed’e Orta Asya menşeli hediyeleri (gümüş
külçeleri, keçi, yeşim taşı, tarkul denilen ak yün elbise) gönderdi.[248] 1218 baharı Sultan Hârizmşah
Cengiz’in elçilerini Maveraünnehir’de kabul etti. Niyetlerinin barış, iyi
komşuluk ve dostluktan ibaret olduğunu Sultan’a bildirdikten sonra, Cengiz Han
Hârizmşah sultanının ününü, devletin büyüklüğünü ve saltanatın genişliğini
bildiğini; kendisinin de civar ülkelerle Çin’i zapt ettiğini söyleyerek
Hârizmşahı “en sevgili oğlu” addeden Cengiz’in, Sultanla dost olmayı bir
vazife saydığını söylediler.[249] Mahmut Yalvaç’ı gizlice
yanına çağıran Hârizmşah Muhammed kendisinin de bir Hârizmli olduğunu ve
devletinin menfaati için Cengiz’in sarayında casus olmasını teklif etmiştir.
Sultandan korkan Mahmut Yalvaç Hârizm ordusunun Moğol ordusundan daha güçlü
olduğunu söylemiştir. Bundan dolayı Hârizmşah Muhammed Cengiz Han’la anlaşmaya
karar vermiştir.[250]
Moğollarla
Hârizmşahlar arasında ilk silahlı karşılaşma 1218 yılında olmuştur. Merkitleri
hâkimiyeti altına almak isteyen Cengiz Han büyük oğlu Cuci’yi Kıpçak ülkesine
kaçmış olan Merkitleri kovalaması için göndermiştir. Bunu duyan Hârizmşahlar
Moğolların üzerine yürüme kararı almış ve Türkistan’daki Yugur kentine kadar
ilerleyerek Moğolların karşısına çıkmıştır.[251]
İlk karşılaşma günler boyu süren savaşa rağmen, her iki tarafta başarılı
olamadı. Kendilerine verilen esas görevi tamamlamış olduklarından ve yeni bir
çarpışmaya istekli bulunmadıklarından Moğollar, gece olduğunda ordugâhlarını
boşalttılar, fakat Hârizmşahları yanıltmak maksadıyla da, nöbetçi ateşlerini
söndürmeksizin uzaklaştılar. Böylelikle Hârizmlerle arayı açmışlar, onların
muhtemel takiplerinden kurtulmuşlardır.[252]
Hârizmşah
ülkesinden çıkan ticaret kervanı Ahmed-i Hocendî, Emîr Hüseyin, Ahmet Belhi
adında üç tüccar ticaret yapmak için Moğol topraklarına gittiler. Moğol topraklarına
giren kervan “Korakçı ’lar ” tarafından kontrol edildikten sonra Cengiz
Han’ın huzuruna gönderildi. Ahmet Belhi’nin sattığı malların fahiş fiyatlar
olduğunu söyleyerek tutuklattı. Sonra arkadaşlarını getirdiler. Kumaşların
fiyatları ısrarla sorulmasına rağmen Han’a hediye olarak getirdiklerini
söylediler. Bu hareket Cengiz’in hoşuna gitti ve birer kese altın verdi. Cengiz
Han kervan gidiş gelişinin başlamış olmasından memnundu. Daha sonra Ahmet’i
serbest bıraktı ve mallarını satın aldı. Cengiz de bir kervan hazırlatarak
Hârizm ülkesine gönderdi.[253]
Bir süre sonra
ülke içinde ortaya çıkan mezhep kavgaları, komutanlar ve beyler arasındaki
anlaşmazlıklar ülkenin siyasi yönden zayıflamasına sebep olmuştur. Bu durumdan
faydalanmak isteyen Moğollar 1219’da Hârizm ülkesine saldırmıştır.[254] Moğollar Hârizmi fethederken
çok direnme göstermişler, bu yüzdende ülke büyük tahriplere uğramıştır. Ziraat
ve köylerin bayındırlığı Moğollardan önceki haline döndürülememiş olsa da
Hârizmin başkenti olan Ürgenç, 1221 yılındaki olaylardan birkaç yıl sonra
yeniden onarılarak canlandırılmış ve hatta Moğol devrinde o taraflarda seyahat
eden Müslüman ve Avrupalı seyyahlar Ürgenç’i Batı Asya ve Avrupa ile Uzak-Doğu
ticaret yolu üzerinde en büyük şehirlerin birisi olmak üzere vasıflandırmıştır.
[255]
İki devlet arasında barış ve
ticari ilişkiler kurulduktan sonra, Cengiz Han 1217 yılında bir elçilik heyeti
ve büyük bir ticaret kervanını Otrar’a göndermiştir. Burada Gayır Han İnal adlı
bir vali bulunuyordu. Hârizmşah Muhammed’in gözdelerindendi. Gayır Han, Cengiz
Han tarafından gönderilmiş olan tacirleri yakalattı; aralarında Hârizmli
tacirlerde bulunuyordu. Komutan bu yakalananları sorguladıktan sonra mallarına
el koyup tacirlerin ortadan kaldırılması için Hârizmşah’dan talimat istedi.
Hârizmşah Muhammed generalinin bu münasebetsiz talebine baş eğecek kadar
utanmazdı.[256] Bu sırada kervanda bulunan bir deve çobanı hamamda olduğu
için öldürülmekten kurtulmuştu. Hamamın bacasından kaçarak olayı Cengiz Han’a
bildirmiştir.[257]
Cengiz Han bu haberi duyunca intikam almak için hazırlıklara başladı. Çin ve
Türkistan ordularını hazırladı. Anlatılan rivayetlere göre; her âlemin altında
bin atlı sıralanmış, her on süvariye, üç kurutulmuş ve kaynatılmış koyun ile
bir tencere almalarını söyledi.[258]
Cengiz Han,
her zamanki itidal ve nefsine hâkimiyetten asla şaşmadı. Babası daha önce
Tekiş’in hizmetinde bulunmuş olan İbn Kefrec Buğra'yı iki Tatar ile birlikte
Hârizmşah’a göndererek yapılan ihaneti protesto ve İnalcık'ın teslimini
istemeğe zorunlu kıldı.[259] Hârizmşah Muhammed, Bağdat
halifesiyle arasının bozuk olduğu bir sırada Cengiz Han’la da bozuşmayı
istemiyordu. Bunun için Gayır Han’a adamlar yolladı, kervanın neden yok
edildiğini sordu. Cengiz Han’a da bir mektup göndererek hadisenin sebeplerini
araştırdığını söyledi. Cengiz Han’ın tam da istediği fırsat eline geçmişti.[260]
Bu ağır tahrik
karşısında savaşı önlemek için son bir teşebbüste bulundu. Harzemşah’a şu
sözlerle bir haber gönderdi:
Sen anlaşmayı imzalamakla esnaflarımı
korumaya ve onlara zarar vermemeye söz vermiştin, ama sen inançsız davrandın ve
sözünde durmadın. Sözünde durmamak çirkindir, özellikle bir İslam padişahı
için. Yine de İnal Han’ın yaptıklarının senin emrin ile olmadığında ısrar
edersen, İnal Han’ı cezalandırmam için bana ver, bu şekilde halkları ikna
edebilir ve daha fazla kan dökülmesini önleyebiliriz, yoksa bunun sonu savaştır
dedi.[261]
Hârizmşah
Muhammed’in bu isteği yerine getirmesi mümkün değildi. Çünkü ordusunun büyük
bölümü ve komutanları İnal’ın kabilesindendi. Kibirin ve gururun kölesi olan
Hârizmşah Muhammed, Cengiz Han’ın gönderdiği elçiye sinirlenerek başını
vurdurdu. Bu duruma öfkelenen Cengiz Han için savaş artık kaçınılmazdı.[262]
Hârizmşah
Muhammed’in Cengiz Han’a karşı olan düşmanca tavırlarının yanı sıra Moğolları İslâm
âlemini istilaya iten başka nedenler de vardı. Türklerle aynı bozkır kültür
iklimini paylaşan Moğollarda da Cihan Hâkimiyeti mefkûresinin olması, İslam
âleminin ekonomik anlamda zenginliği, güçlü Müslüman ülkelerin birbirleriyle
mücadelesi sonucunda zayıflaması, Müslümanların Haçlılarla mücadeleleri, Cengiz
Han’ı İslâm ülkelerini istilaya iten nedenler arasında yer almaktadır.[263]
Savaş
Hazırlıkları ve Sefer Safhası
Cengiz Han
savaşa karar verdikten sonra büyük sefer hazırlığına başladı. Başlattığı hazırlıklar
iki yıl sürdü.[264] Cengiz Han her önemli
kararında yaptığı gibi bir tepeye çıkmış başı açık, yüzünü toprağa koyarak
intikam almak için “Tanrı/Tengri” ya niyazda bulunmuştur. Tepedeki
çadırda tek başına üç gün üç gece kalarak “Tanrı” ya yalvarmıştır.[265] Tepenin üzerinden indikten
sonra ordusunun bir kısmını Küçlüg Han ve Tokta’nın peşine yolladı. Dünya
yaydıkları fesadı ve fitneyi ortadan kaldırmak için ilk önce onları ortadan
kaldırması gerekiyordu. Aynı zamanda Sultan’a da bir elçi göndererek boş yere akıttığı
kanların intikamını alacağını, bu yüzden hazırlıklı olmasını söyledi.[266] Cengiz Han bir an önce Küçlüg
Han’dan kurtulmak için büyük kumandanlarından olan Cebe’yi, Kaşgar üzerine
yolladı. Küçlüg’ü yenen Cebe Doğu Türkistan’ın kurtarıcısı olarak anıldı. Çünkü
Naymanlar Müslümanlara ibadet yapmayı yasaklamışlardı. Bedahşan sınırında
yakalanan Küçlüg orada öldürüldü. Böylece Naymanlarda ağır tahribata uğrayarak
dağıldılar.[267]
1219’da küçük
kardeşi Otçigin’i büyük ordugâh komutanı olarak bıraktıktan sonra, öncü olarak
Cebe ardından da Subutay ile Tohoçar’ı göndermiştir. Bu arada hâkimiyeti
altındaki kabilelerden istediği askerler gelirken Hsi-Hsia Krallığına da elçi
yollamış ancak Hsi-Hsia Kralının kendisi değil de askeri gücün lideri
konumundaki “Aşa” adındaki kişiden “Cengiz mademki bu kadar zayıf,
neden Han olmak için bu kadar sıkıntı çekiyor” şeklinde aşağılayıcı bir
cevap göndermiştir. Cengiz Han Hârizmşahlar üzerine gitmeyi düşündüğü için,
Hsi-Hsiaları cezalandırma işini daha sonraya bıraktı.[268]
Batı seferinin
uzunluğunu ve tehlikeli olduğunu hatırlatan Yesui Hatun Cengiz’in ölümü halinde
ulusun kimin emrine gireceğini yani bir veliaht belirlenmesi gerektiğini
söyledi. Bu fikri uygun gören Cengiz aile efratlarının, noyanlarının ve
akrabalarının olduğu bir meclis kurarak, durumu aralarında tartıştılar. Dört
oğlunun da fikirlerini öğrendikten sonra Ögeday halef oldu.[269]
Ordunun idaresini eline almak isteyen Cengiz Han Balkaş Gölü’nün güneydoğusuna,
Kayalık’a Karluluklar bölgesine geldi. Burada bulunan Aslan Han 6000 kişiyle
kendisine katıldı. Diğer birliklerden olan Almalık hükümdarı ve Uygurlularda
ona katıldı. Birlikler Yukarı İrtiş’te bir araya geldi.[270]
Moğol askeri harekete geçmeden önce Cengiz Han, Ç’ang Ç’un adlı bir Çinli
mühendis önderliğinde 5 bin mühendisi ağır Moğol teçhizatlarının taşınması,
yolların düzeltilmesi, nehirlere köprüler kurması ve geçit noktalarının
belirlenmesi için önden yollamıştır.[271]
Cengiz Han’ı
İslâm ülkelerini istilaya iten nedenlerden biride, Hârizmşahların Cengiz Han’ın
gönderdiği elçileri öldürdükten sonra Cengiz Han’ın kendilerine karşı nasıl bir
yol izleyeceğini öğrenmek için bir grup casus göndermesidir. Bu casuslar
Moğollar hakkında birçok bilgi toplamış ve ülkelerine geri döndüklerinde Moğol
askerlerinin sayıca daha fazla olduğunu, düşmana karşı koymasını bilen insanlar
arasında en usta ordular olduğun, yenilgiyi bilmediklerini, kendi silahlarını
kendilerinin imal ettiğini söylemişlerdir. Bu sözlerden sonra Alâaddin
Cengiz’in elçilerinin öldürülmesine izin verdiği için pişman olmuştur. Ne
yapacağını sormak için âlim eş-Şihab el Hayûfi’yi yanına çağırmış ve şunları
söylemiştir:
Başımıza büyük bir felâket gelmek
üzeredir. Dehşet verici bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Onun için ne
yapmamız gerektiği hususunda görüşünü almak üzere seni çağırdım. Şu anda
üzerimize Türk diyarından sayılması mümkün olmayan muazzam ordulara sahip güçlü
bir düşmanın gelmekte olduğunu öğrendik.[272] eş-Şihab el Hayûfi’yi ise
Alâaddin’e şunları söylemiştir:
Seninde askerlerin az değildir.
Ayrıca çevremizdeki diğer İslam hükümdarlarına da mektuplar göndererek bize
yardımcı olmalarını isteyelim. Böyle bir düşmanın İslâm diyarına saldırması
halinde diğer bütün müslümanların da sana mal ve asker yardımında bulunma
mecburiyetleri vardır. O zaman da büyük ordular ve kalabalık askerler toplar,
Seyhun Nehri’nin karşı tarafına geçeriz. Bu nehrin büyükçe bir nehir olduğu
malumdur. Gelen düşman ile İslâm diyarı arasında bir engel olarak kullanılır.
Biz karşı tarafta düşmanı karşılamak için duracağız. Düşman nehrin öbür sahiline
ulaştığında uzun bir yol yürümüş olacağından bir hayli yorgun düşecektir. Biz
ise bir müddetten beri istirahat etmiş olacağız.[273]
Bazıları da
Moğolların Maveraünnehir’e girmesini engel olamıyorsak, ülke içinde Moğolları
tahrip etmeleri gerektiğini söyledi. Bazıları da Ceyhun geçitlerinde Moğolları
karşılamak istedi.[274] Toplantı sonunda alınan karar
Maveraünnehir’in müdafaa edilmesiydi. Fakat bu müdafaa meydan savaşı şeklinde
değil, her şehrin mevcut kuvveti ve garnizonlarıyla yapılacaktı. Hârizmşah Muhammed’in
de en büyük hatası bu oldu.[275]
Hârizmşah
Muhammed ne yapacaklarını konuştuğu sırada Cengiz Han’ın elçisi kalabalık bir
grupla gelerek Cengiz Han’ın Hârizmşah’a gönderdiği mesajı iletti. Cengiz Han
şunları söyledi: “Siz
adamlarımı, tüccarlarımı öldürür, mallarımı onların ellerinden alırsınız değil
mi? O halde karşı koymaya güç yetiremeyeceğiniz kalabalık bir orduyla üzerinize
geliyorum, Hazır olunuz! ” dedi.[276]
Sultanın
yeltendiği yersiz bir harekette müdafaa zamanında hazırlıkları hızlandırmak ve
imparatorluğun kapısı saydığı başkent Semerkand şehrini 12 fersah uzunluğunda
bir dış surla çevirdi. Yeni okçu birlikleri teşkil etmek amacıyla vergileri
yüzde üç yüz arttırmıştır. Bu yüzden aynı yılın vergisi halktan zorla üç kez
toplanmıştır. Bütün bunlara rağmen ne Semerkand suru yapılmış ne de yeni
birlikler toplanmıştır. Moğollar çok hızlı ilerliyordu. Zorla alınan ve hiçbir
işe yaramayan vergiler halkın kalbinde tamir olmaz yaralar açmıştı. Kendiside
Moğollar karşısında durmanın mümkün olmayacağına inanıyordu. Bu yüzdende her
gitti yerde halkın maneviyatını bozmaktaydı.[277]
Cengiz 1220
sonbaharında Otrar kapılarına dayandı. İnalçık canı pahasına bir direniş
gösterdi. Cengiz Otrar’daki direnişin uzun süreceğini anlayınca askerler
arasında bir iş bölümü yaptı.[278] Oğulları Çağatay, Ögeday ve
Uygur kralını ora da bıraktı. Yanlardan gelebilecek saldırıları engellemek için
Aşağı Sır Derya yönünde Cuci’yi iki tümenle gönderdi. Hoçent yönünde nehrin üst
kısmına da küçük bir müfreze yolladı. Cengiz Han ve oğlu Tuli ise büyük kitleyi
kumanda ederek biraz kuzeye kayacaktı. Böylece Hârizmşah ordusunun
birbirleriyle teması önlenecekti. Cebe tümenleri ile Sır Deryayı koruyarak
güneye inecek ve Türkistan’daki dağları aşacaktı.[279]
Bununla birlikte Cengiz Han’ın ordusunda çok sayıda Türk birliği bulunmaktaydı.
Sayıca Hârizm ordusundan az olan Moğol ordusu Cengiz Han’ın uyguladığı
stratejiler, düşmanın zaaflarını bilmesi, Müslüman danışmanlarından aldığı
istihbaratlar sayesinde durumu lehine çevirmiştir.[280]
Çağatay ve
Ögedey’in komutasındaki ordu Otrar’ı kuşatmış, beş aylık bir muhasaradan sonra
yardım alamadığı için maneviyatı kırılan Hacip Karaca teslim olmaya karar
vererek, askerleriyle ve halkı ile birlikte şehirden çıkmıştır. Hacip
Karaca’nın çıktığı sofi kapısından giren Moğollar şehri işgal ettiler. Fakat
Karaca’nın bu hareketi canını kurtarmaya yetmemiştir. Moğollar “Kendi
memleketine ihanet edenlerden vefa ummak boştur” diyerek onu ve adamlarını
tamamen öldürmüştür. Moğollar şehirlerin yüksek surlar ile çevrili olduğunu
bildiklerinden kuşatmanın uzun süreceğini hesaplamış ve ona göre levazım
tedbirlerini almışlardır. 1220 yılının ocak ayında Kızıl Kum Çölü aşılarak
Otrar’a ikinci bir güç yollanmıştır. Yol üzerindeki küçük Zarnuk Kalesine “Ya
direnir ölürsün ya da teslim olur yaşarsın” denildi ve halkı teslim
olmuştur. Bir grup gençte askere alınmış ve kalanları evlerine dönmelerine izin
verilmiştir.[281]
Daha önce
kaçmak için şehrin dışına çıkmış olan kadın, erkek, büyük, küçük bütün halkı,
koyun sürüleri gibi yakında ki boş alana sürdüler ve ellerinde bulunan malları
yağma ettiler. Yirmi bin adamıyla kalenin dışında mücadele eden Gayır Han
tekrar kaleye sığınmak zorunda kaldı. Gayır Han ve adamları, tek kişi kalıncaya
kadar savaşa devam ettiler ve Moğol ordusuna ağır kayıplar verdirdiler. Bir ay
kadar onlara karşı koydular. Sonunda iki kişiyle kalan Gayır canla başla
savaştı ve teslim olmadı. Onu iki adamıyla birlikte bir evin damında
kıstırdılar.[282] Canlı yakalanması
istendiği için öldürülmedi. Kısa bir zaman sonra iki adamını öldürüp Gayır’ın
elinden silahını düşürdükleri zaman Gayır, cariyelerin verdiği kiremitleri
Moğolların üzerine attı. Elindeki kiremit parçalarının bitmesiyle etrafını
çepeçevre saran askerlere saldırıp birkaçını yere indirdiyse de sonunda onu
esir aldılar ve zincirlerle sımsıkı bağladılar. Bundan sonra kaleyi ve surları
yerle bir ettiler. Kılıçtan kurtulan sanatkârlar ve diğerlerini, kendilerine
hizmet etsin diye alıp götürdüler. O sırada Buhara’dan Semerkand’a gitmiş olan
Cengiz Han’a katılmak için yola çıkan ordusu Cengiz Han’a Gayır’ı canlı olarak
ulaştırdı. Sonunda Cengiz Han kurşun hazırlatarak Gayır Han’ın gözleri ile
kulaklarına dökülmesi emrini verdi.[283]
Rene Grousset
Bozkır İmparatorluğu adlı kitabında Hârizmşahlar hakkında söyle yazmaktadır:
Gerçekte, tarihçilerin ifadesinin
aksine Cengiz Han’ın istilası sırasında bir Hârizm İmparatorluğu yoktu, Onun
yerine her türlü devlet teşkilatından mahrum bir imparatorluk hücresi tomurcuğu
vardı. Yoksa Kuzey Çin’de ki Jin Krallığı gibi bir imparatorluk olsaydı Cengiz
Han’ın işi daha zor olurdu.[284]
Ulus-idi
kumandasındaki Moğol ordusu Seyhun Nehri’ni takiben doğuya doğru ilerledi.
Sığnak’a yaklaştıkları zaman Müslüman tacir olan Hasan Hacı’ya elçi
gönderilerek teslim olmaları istendi. Moğolları tanımayan Sığnak halkı elçinin sözlerine
önem vermeyerek Hasan Hacı’yı öldürdüler. Yedi günlük mücadeleden sonra şehir
zapt edildi. Ulus- idi burasını Hasan Hacı’nın oğluna verdikten sonra Urkent ve
arkasından da Barçınlıg-kend’i aldı. Yurtlarını müdafaa eden Eşnâs halkı
kılıçtan geçirildi. Moğolların Cend’e doğru ilerlediklerini gören Emîr- î
Emîrân Kutlug Han kuşatma başlamadan önce kalabalık ordusuyla birlikte
mevzisini terk ederek Hârizm’e çekildi. Şehirde tam bir kargaşa ortamı vardı.
Halkın Moğol hâkimiyetini tanıması için gönderilen Cin Timur Hasan Hacı’nın
ölümünden sonra Sığnak’ta olan felaketi hatırlatmış ve karşılık vermedikleri
takdirde şehre zarar verilmeyeceği konusunda teminat vermiştir. Başlangıçta Cin
Timur’u sıkıntıya düşürmeleri Moğolları kızdırdı ve Ulus- idi Cend’e gönderildi.
Şehir büyük bir sukûnetle feth edildi. Cin Timur’a hakaret eden birkaç kişi
öldürüldü. Şehir yağmalandı ve Ali Hoca buraya görevlendirildi. Ardından
doğudaki Şehir-kend alınarak buraya bir şahne bırakıldı.[285]
Karakurum’a
doğru hareket eden Uluş-idi yolda göçebe Türkmenlerden oluşturduğu on bin
kişilik bir orduyu Taynal Noyan’ın emrine vererek Hârizm’e gönderdi. Hârizm
yolunda birkaç gün geçince Türkmenler, Taynal’ın geriden gelen birliklerinin
başında bıraktığı Moğol’u öldürdüler. Bunu öğrenen Taynal geri döndü ve
karışıklığı çözdü. Türkmenlerin birçoğunu öldürdü. Sağ kalanlar da Merv ve
Amuye’ye gittiler.[286] Ulak Noyan, Suketü Çerbi ve
Tugai’in komutasında ki ordu Benâkent ve Hocend üzerine gönderildi. Üç günlük
bir çarpışmadan sonra İletgü teslim oldu. Şehri zapt eden Moğollar teslim olan
askerleri kılıç ve ok darbeleriyle öldürdü. Sanat erbabı ile “eshâb-ı
cevârih”281 ve gençler Moğol askeri teşkilatında olduğu gibi
onlara, yüzlere ayrılarak yardımcı sıfatıyla orduya alındılar.[287] [288]
Güneye giden Moğol kuvvetleri Benâkent’i aldıktan sonra Hocend üzerine yürüdü.
Burada Timur Melik’in etkili bir müdafaasıyla karşılaştılar. Başarılı müdafaa
göstermesine rağmen dışarıdan yardım alamayan Timur Melik Şehri muhasımlara
bırakarak Ürgenç’deki Hârizmşah Muhammed’in yanına kaçtı.[289]
Moğol
ordularının 1220 yılında Otrar Kalesi önünde toplanmasının ardından Cengiz Han
fetih edecekleri toprakların planını yaptı[290]
ve Sultan’ın bayrağının dalgalandığı en yakın şehir olan Buhara üzerine yürüdü.
Burada ki amaç Sultan ile çeşitli yönlere dağılmış olan askerler arasındaki
bağlantıyı kesmek ve böylece Sultan’ın çeşitli mevkilere askeri dağıtma
düşüncesine de engel olmaktı.[291] Cengiz Han yazı Sultan’ın
yazlık yeri olan Altan-Horhan yaylasında geçirmeye karar verdi ve Bala’yı
bekledi. Tuli’ye de haber göndererek yanına gelmesini söyledi. Tuli İru ve
İsebur şehirlerini almış, Sisten’i ve Çuhçeren tahrip etmişti. Cengiz’in
haberinin gelmesi üzerine Tuli geri dönerek Cengiz Han’la birleşti.[292] Ordularını donatan Cengiz Han,
en küçük oğlu Tuli ile ordunun esas kısmının başında Zarnuk şehrinin önüne
geldi. Şehir halkı birden etraftaki süvarileri görünce telaşa kapıldılar ve
kale kapılarını kapattılar.[293] Cengiz Han her zaman yaptığı
gibi Danişmend Hacip’i Zarnuk’a elçi olarak gönderdi ve şunları söyledi:
Müslüman olan Dânişmend Hâcib, Zernûk
halkına Ben filan kimseyim. Müslüman oğlu Müslüman’ım. Allah rızasını kazanmak
için Cengiz Han’ın yüce emriyle buraya elçi olarak geldim maksadım sizi suda
boğulup yok olmaktan ve kan gölüne düşmekten kurtarmaktır. Cengiz Han çok
sayıda askerle dışarıda beklemektedir. Her ne şekilde olursa olsun, ona karşı
geldiğinizi görürse, bir saat içinde kaleyi yerle bir edip, ovayı kandan Ceyhun
Nehri’ne çevirir. Eğer sözlerimi akıl kulağı ile dinler, onun emirlerine itaat
ederseniz, canınız ve malınız emniyet ve selamet kalesinde kalır diyerek halkı
anlaşmaya ikna etti.[294]
Kurtuluşu
kaleyi teslim etmekte gören halk Cengiz Han’a itaat etti. Bütün halkı kale
dışarısına çıkaran Cengiz kaleyi yerle bir etti, nüfusu sayıp erkekleri Buhara
üzerine giden orduya kattı. Geri kalanları evlerine gönderdi ve şehre Kutlug
Balıg (mesûd şehir) adını verdi.[295]
Zarnuk’ta
bulunan Türkmenler Moğolları daha önce bilinmeyen bir yoldan Nûr’a götürdüler.
Bu yola “Hânî” (Han Yolu) adı verildi. Tâir-bahâdır kumandasındaki Moğol
ordusu Nûr üzerinden ilerlediler. Şehirde bol bahçe vardı. Tâir-bahâdır kalenin
muhasarası için Moğollara ağaçları kesip merdiven yapmalarını söyledi.
Moğolların gelmesini beklemeyen halk Tâir’in teslim olun çağrısına kulak
verdiler ve erzaklarını, ziraat âletlerini, hayvanlarını yanlarına alarak şehri
boşalttılar. Moğollar evleri yağmaladılar.[296]
Cengiz Han
Buhara önlerine Ocak 1220’de vardı. Şehri şiddetle muhasara etti. Sekiz günlük
bir muhasaradan sonra şehir alındı. Kalede Sultanın askerleri tarafından
savunuluyordu.[297] Tuli, Türk garnizonu hattını
delmeyi denemiş, fakat çok sayıda kayıp vermekten başka bir şey yapamamıştı. [298] İçine dört yüz kişi olan
şehir kalesi tırmanma ile ele geçirilmiş ve savunucularının tamamı kılıçtan
geçirilmiştir. Fakat iç kalenin direnişi on iki gün sürdü. İç kalenin de
düşmesinden sonra Buhara Moğolların kontrolüne geçti. Şehre giren Moğollar
halkı kılıçtan geçirmiş, âlimleri öldürmüş ve kitapları yaktırmıştır. Cüveyni
Cengiz’in Buhara’daki icraatını şöyle anlatır:
Cengiz şehri görmek için kaleden
içeri girmiş, atını ulu camiye sürmüş, mihrabın önünde durmuştur. Oğlu Tuli’de
atından inmiş minbere çıkmış, caminin hangi sultanın sarayı olduğunu sormuş,
halkta Allah’ın evi olduğunu söylemiş ve oradan halka sahrada ot bulamadığını
bu yüzden aç kalan atların doyurulmasını emretmiştir. Şehirde bulunan ambarları
açıp tahılı dışarı çekmişler. Mushaf (Kuran-ı Kerim) sandıklarını caminin
ortasına getirerek içindekileri yere dökmüşlerdi. Boşalan sandıkları atlara yem
299 teknesi yapmışlardı.
Şehir yağmaya
tabi tutuldu. Halk malsız kalmış, kaba muamele görmüş, her şekilde şiddete
maruz kalmıştı. Barthold, Cüveyni tarafından anlatılan ve Cengiz Han’ın büyük
bir Camiye gelip kalabalığa hitap ederek kendisini Tanrı’nın gazabı olarak
takdim etmesini efsane olarak kabul etmektedir.300 Böylece Buhara
Şubat 1220 yılında Moğollara teslim oldu.301 İbnü’l Esir Buhara’da
ki durumu şu şekilde anlatmaktadır:
gün dehşet verici bir gündü.
Erkekler, kadınlar, çoluk çocuk herkes sürekli olarak ağlayıp duruyor ve düşman
elinde esir olarak elden ele dolaştırılıyorlardı. Perişan olan Buhara halkının
kadınları düşman arasında paylaştırılıyordu. Nihayet Buhara şehri sanki dün
ortada yokmuşçasına evlerinin çatıları çökmüş şehir tamamen harabeye dönüşmüş,
ıssız bir kent haline gelmişti. Moğollar kadınlara karşı zalimce davranarak
hiçbir insanın yapamayacağı şekilde namuslarına musallat oldular. Halk ise eli
kolu bağlı olarak hiçbir şey yapamıyor, bu reva görülen zulme bakıp sürekli
ağlayıp duruyordu. Başlarına gelen bu felaketi defetmeye gücü yetmeyenler, bu
yapılanlara karşı ölümü tercih ederek ölünceye kadar çarpışmak üzere Moğol
askerlerine saldırıyorlardı. Bu yapılan zulümleri engellemek veya bu uğurda
ölmek üzere harekete geçip Moğollara karşı koyanlardan birisi de Buhara’nın
ileri gelen fakihlerinden İmam Rükneddin İmamzâde ve oğlu idi. İmam Rükneddin
ile oğlu Moğol askerlerinin Müslümanlara karşı giriştiği bu zalimce davranışı
ve kadınların ırz ve namuslarına el uzattıklarından dolayı harekete geçerek
ikisi de öldürülene dek çarpıştılar.302
Cengiz Han
Buhara’daki işini tamamladıktan sonra Hârizmşah Muhammed’in başkenti olan
Semerkand’a gelmiştir. Hârizmşah Muhammed’in ise Gûrlulardan, Türklerden ve
Horâsânlılardan oluşan altmış bin atlı ile Semerkand’da bekliyordu.[299] Şehrin valisi Terken Hatun’un
kardeşi Tugay Han’dı. Cengiz Semerkand’a geldiğinde Otrar kuşatmasında olan
Çağatay ve Ögedey’de babasının kuvvetlerine katıldılar. Askeri dinlendirmeye
bırakan Cengiz Han şehrin surlarını, kale kapılarını, kuleleri ve siperleri
inceledi.[300]
En gözde
komutanlarından olan Cebe ve Subutay’ı Muhammed Hârizmşah’ın peşine; Gadak
Noyan ve Yasaur’u da Vahş ve Talekan’a gönderdi. Moğollardan ve ona bağlı
birliklerinden gelen askerleri yerleştirdi. Şehrin savunmasında görev alan
Alp-Er Han, Şeyh Han, Arslan Han ve diğerleri şehirden çıkıp Moğol askerlerine
saldırdılar. Her iki tarafta ağır kayıplar verdi. Cengiz Han atına binerek
bütün askerleri şehrin etrafına dizdi. Bütün gün mancınıklardan taş, yaylardan
ok yağdı. Moğollar kale kapılarını tutarak içerdekilerin dışarıya çıkmalarına
izin vermediler. Şehirdekiler hareket alanlarının daraldığını düşündüler ve
filleri Moğol askerinin üzerine gönderdiler. Birçok Moğol askeri öldü. Savaşın
muhasebesini yapan şehir halkının bazıları Cengiz’e teslim olmak isterken
bazılarına bu fikre karşı çıkmışlardır. Ertesi gün dinlenen ve moral kazanan
Moğollara karşı teslim olma kararı alan Semerkandlılar savaşı bırakma kararı
aldılar.[301]
Kuşatmanın
dördüncü gününde teslim olan şehir tahrip edildi. Direnlerin tamamı
öldürülürken, halkın diğer kısmı sürüldü.[302]
İç hisarı da ele geçirdikten sonra buldukları herkesi şehrin dışına çıkardılar.
Türkleri ve Tacikleri ayırarak on (dehe) veya yüz (sade) kişilik gruplara
soktular. Aralarında Barışmas Han, Sersig Han, Ulug Han ve daha yirmi kadar
Sultan komutanının da bulunduğu otuz bin kadar Kıpçak Türkünü öldürüldü. Yine
otuz bin kadar gençlerden ve yiğitlerden meydana gelen bir topluluğu da haşer[303] olarak ayırdı.[304] Tâhirü’l-Mevlevî ve Cengiz ve
Hülagu Mezalimi adlı eserde Cengiz’in Semerkand da yaptıkları şu şekilde
anlatılmaktadır:
Moğollar, Buhara’dan sonra yalnız
Maverâünnehir’in merkezi değil, kürre-i arzın en büyük bir ticaret ambarı
hükmünde bulunan Semerkant’a vasıl oldular. Şehir, dairen ma dar üç mil
mesahasında olup etrafında müteaddit demir kapılar ve kulelerle mücehhez bir
sur bulunmakta idi, asâkir-i muhafazası 110 bin raddesinde olup bu yekûnun 60
bini Türkmen ve Kanklı 50 bini ise tacir ve Acem idi. Türk tacirleri,
vatandaşları olan Moğollardan hüsn-i muamele göreceklerini ümit ile şehirden
çıktılarsa da cümlesi birden Tatarlar tarafından hemen öldürüldü. Bunun üzerine
şehirde bulunan eimme vü eşraf, harice çıkarak beldeyi teslim ettiler.
Semerkant, teslim olduğu halde yine tahrip edildi. Sekenesinden kısm-ı azamı
kılıçtan geçirildi. 30 bini mütecâviz erbab-ı sanat esir olarak Cengiz
tarafından mahdumlarına verildi. Bir o kadar da hademât-ı askeriye ve nakliye
de istihdam olundu. Şehrin milyonlarca nüfusu içinden felaketlerini hikâye
edebilecek 50 bin kişi kadar kalmıştı. Buhara ile Semerkant’ın bu âkıbetlerini
işiten Belh şehri sekenesi, Moğollara hedâyâ i‘zâmıyla Cengiz’e arz-ı
teslimiyet ettilerse de Moğol hükümdarı, bu şehri bila-tahrib pesende
bırakmaktan korktu ve nüfusunu ta’dâd vesilesiyle kasabaya dâhil olduktan sonra
sükkânını kılıçtan geçirdi. Belh de diğerleri gibi yerle bir oldu.[305]
Semerkand’ın
alınmasından sonra Cengiz Han askerlerini dinlenmeye çekti. Askerler çok fazla
savaşmış, ama çok uzun mesafelerde kat edilmişti. Atlar yorgundu. Şehrin
yakınlarında güzel otlakları olan dağlık bir alana yerleştiler.[306]
Kuzey istikametinde
ilerleyen Moğol askerleri Sığnak, Urkend, Barçınığ- Kend’i alarak Cend şehri
üzerine yürüdüler. Şehri savunan Kutluğ Han Moğollara karşı direnemeyeceğini
anlayınca kaçtı ve Moğol askeride burayı kolayca ele geçirerek yağma yaptı.
Güneye giden Moğol kuvvetleri Benakent’i alarak Hocent önlerinde Timur Melik
tarafından etkili bir müdafaa ile karşılaştılar. Dışarıdan yardım alınamayınca
bu şehirde düşmüş oldu. Kısa bir zaman içinde Cengiz bütün Maveraünnehir’i ele
geçirmişti.[307]
Cengiz Han
Semerkand’da iken, Hârizmşah Muhammed’in güneye çekilmek üzere şehri terk
ettiğini öğrenmişti. Bunun üzerine Cengiz Han, Hârizmşah Muhammed’i
istilacılara karşı yeni bir ordu toplamaya zaman bırakmadan yakalamak
istiyordu. Hârizm hükümdarına yetişmeyi başaramayınca Cebe Noyan’la Subutay’ı
çağırttı[308] ve onlara yirmi bin seçme
süvari vererek Hârizmşah Muhammed’in peşinden yolladı. Her ne olursa olsun onu
yakalayıp getirmelerini emretti.[309]
Moğollar
kurdukları bir askeri birlik ile İslam diyarlarında büyük karışıklık, fitne ve
huzursuzluk ortamı yarattılar. Cengiz Han bu grubu batıya doğru gönderince “beş
pınar” anlamına gelen Pencâb şehrine geldiler. Buraya geldiklerinde nehri
geçmek için bir gemi bulamadılar. Bunun üzerine kendilerine dışını sığır
derisinden kapladıkları tahtadan bir havuz yaptılar. İçine yiyeceklerini,
silahlarını ve eşyalarını koyduktan sonra atlarını suya saldılar. Kendileri de
bir eliyle nehirde yüzen atların kuyruklarını tutarken diğer eli ile de
yaptıkları havuzları çekmeye çalıştılar. Yani at askeri askerde havuzları
çekiyordu. Böylece bir seferde nehri geçmeyi başardılar. Moğolların gelmesiyle
herkes büyük bir korkuya kapılmış ve nasıl tedbir alacakları hususunda görüş
ayrılıklarına düşmüşlerdi. Ceyhun Nehri’nin Moğolları durduracağını düşünseler
de artık Moğollar bu nehri de aşmışlardı. Moğolları gören herkes etrafa
kaçışıyordu. Aynı şekilde Hârizmşah Muhammed de Moğolların geldiğini duyunca
Nişabur’a kaçtı.[310]
Cengiz Han
bu savaşın tek amacının Hârizmşah Muhammed’i ele geçirmek ve ihanetini ödetmek
olduğunu unutmamıştı. Damadı Tokutşar, Cebe Noyan ve Subutay yönetiminde üç
tümeni ileri sürmeye karar verdi. Herhangi bir durum olmadığı sürece önlerine
çıkan kaleleri ve şehirleri almak için, vakit kaybetmemelerini söyledi.
Hârizmşah Muhammed Semerkand’ın düştüğünü Belh yakınlarındayken öğrendi. Aynı
zamanda güçlü bir Moğol ordusunun kendisine doğru geldiğinin haberini aldı.
Yeteri güce sahip olmadığı için Horasan’a çekildi. Oradan da Nişabur’a hareket
etti.[311]
Korkudan öyle
bir hale gelmişti ki onu görenler Moğol askerlerinden korktuğundan daha fazla
korkuyorlardı. Kuvvetli olduğu günlerde yıktırdığı kalelere acıyordu. “Eğer
onlar dursaydı, bu zor günlerimde işime yarardı” diye düşünüyordu.
Yanındakilere dağılıp başka yerlere gitmelerini öğütlüyor ve onlara orduların
çok kalabalık olmasının bile Moğolların önünde duramayacağını ve onların
saldırılarını önleyemeyeceğini söylüyordu. Nişaburluların şehri terk edip
gitmeye razı olmadıklarını ve sözünün tutulmadığını gören Hârizmşah Muhammed,
her ne kadar bileğin gücü ve kalenin sağlamlığıyla bu işin üstesinden
gelinemeyeceğini anlasa da kale duvarlarını tamir etmek gerekir dedi. Bunun
üzerine halk hemen işe koyuldu. Moğollardan bir ses çıkmayınca, onların nehri
geçip oraya gelemeyeceği düşünüp biraz rahatladılar. Bu sırada Hârizmşah
Muhammed oğlu Celâleddin’i Belh’i savunması için görevlendirdi. Celâleddin, çok
gitmeden Cebe ve Subutay’ın nehri geçip yaklaştığı haberini alınca geri döndü.
Durumu öğrenen Hârizmşah Muhammed, fazla kan dökülmesin diye adamlarının bir kısmını
bırakarak “Ava gidiyorum” diye oradan ayrıldı.[312]
Moğollar Hârizmşah Muhammed’in Merv şehrinde bulunmadığına ikna olduğu sırada
Hârizmşah Muhammed Ceyhun Sahilini terk ederek Nisan 1220’de Nişabur’a geldi.
Nişabur’da kalmayan Hârizmşah Muhammed Rey yolu ile Kazvin’e kaçtı. Bistam’da
saray vezirlerinden Emir Taceddin Bistami’ye iki sandık mücevher vererek Karun
kalesine ve hazinesini de o zamanlar İran’ın en güçlü yeri ününe sahip
Ardahan’a yolladı.[313]
Bistam’a
ardından oğullarının birinin 30.000 adamla Rey’e gitti. Ensesinde her an
Moğolların küçük atlarının nefesini hissederek hareket etti durdu. Aceleyle
tekrardan hareket ederek Luristan’a vardı.[314]
Hârizmşah Muhammed’in peşinde olan iki Moğol generali onu takip ederek Irak-ı
Acem’e girmişler ve Rey şehrini gafil avlayarak erkekleri katletmiş, kadın ve
çocukları esir almışlardı. Karûn’a geldiklerinde Hârizmşah Muhammed’in
kaçtığını anlayan Cebe ve Subutay geri dönerken hırslarını Zencan ve Kazvin’den
çıkardılar. Talihsiz Hârizmşah Muhammed ise, Hazar Denizi’nde, Abeskûn’un
karşısında bir adacığa sığındı.[315] Sultan adada
kaldığı üç dört ay zarfında, zaruri ihtiyaçlarını temin hususunda Mazenderanlı
köylülerden gizlice yardım gördü. 1220 yılında da burada öldü.[316]
Celâleddin
babası tarafından çok takdir görse de halef olma şansı büyük annesi Terken
Hatun tarafından azaltılıyordu. Terken Hatun imparatorluk ordusunu kendi
soyundan olan Kanklı-Kıpçak Türk savaşçılarından oluşturmuştu. Nüfuzlu ve
kudretli bir yapıya sahip olan Terken Hatun veliaht olarak da annesi Kanklı bir
kadın olan Uzlan-Şah’ı seçerek Hârizm, Mazenderan ve Horasan gibi eyaletleri
vermişti. 1220’de Moğolların Hârizmşah Muhammed’i Âbeskûn adasına sığınmaya
mecbur edilmesi ve Terken Hatun’un da Moğollara esir düşmesi Celâleddin’in saltanat
yolunu açmıştır.[317] Zaten Hârizmşah Muhammed
ölmeden önce oğulları Celâleddin, Uzlağ-Şah ve Ak-Şah’ı yanına çağırarak
sarsılan devlet düzenini yeniden kuracak olan kişinin Celâleddin olduğunu
söyleyerek, öldüğünde herkesin onun bayrağı altında toplanmasını vasiyet ederek
kendi kılıcını ona vermiştir.[318]
Hârizmşah
Muhammed’in vefatından sonra üç oğlu denizden Hârizm Körfezine oradan da
Mankışlak’a gittiler. Şehirden ayrılan Terken Sultan’ın bir vali tayin etmemesi
şehirde isyanların çıkmasına sebep oldu. Az zaman zarfında bu üç prens
etrafında yetmiş bin adam topladı. Kıpçaklardan oluşan bu ordunun reisleri,
Uzlak Şah’ın tahtı Celâleddin’e terk etmesinden memnun değillerdi. Çünkü
Celâleddin, kesin kararlı ve sert idi. Uzlak Şah henüz gençti, bu yüzden de istedikleri
gibi hareket edebileceklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle reisler, Celâleddin’e
bir tuzak hazırladılar. Bu tuzağı haber alan Celâleddin kurtuluşu kaçmakta
gördü.[319] Horasan’a doğru
kaçan Celâleddin Moğolların kurdukları tuzakları atlattı ve sağ salim Gazne’ye
ulaştı. Yolda kendisini takip eden kardeşleri Moğolların ani baskınıyla
öldürüldü.[320]
Moğollara
saldırmaktan çekinmeyen Celâleddin emrindeki 300 kişilik bir müfreze ile
Nese’ye yerleşmiş olan 700 kişilik bir Moğol birliğine beklemedikleri anda saldırdılar.
Bu Cengiz Han’ın karşılaştığı en büyük yenilgiydi. Kısa sürede toparlanan Moğol
ordusu şehri aldı ve şehirdeki herkes hedef tahtasına nişan alıyor gibi ok
yağmuruna tutuldu.[321]
Hârizm Sultanı
ile işini bitiren Cengiz Han 1221 ilkbaharında Amu Derya’yı geçerek, Hârizm
kuvvetlerinden artakalanlara karşı Afganistan ve Horasan’ın fethine başlamıştı.[322] İlk olarak Belh şehrine
yöneldi. Belh, tahılının (gaile) fazlalığı, mahsûl üzerindeki vergilerin
(mâliyât) çeşitliliği bakımından diğer şehirlerin önde geleni idi. Arazisi daha
geniş ve açıktı. Eski devirlerde Belh’in doğu şehirleri arasındaki değeri,
Mekke’ninkine benzer idi. Firdevsî de şu beyitlerle bu konuya değinmektedir:
“O bahar
Belh seçildi. Çünkü Yezdan’a tapanlar o devirde,yeri bu sıra Arapların Mekke
’yi tuttukları gibi tutarlardı.”[323]
Cengiz Han,
Tirmiz geçidinden geçerek Belh’e geldi. Belh’in öncü kuvvetleri (mukaddimân)
gelerek itaat ettiklerini bildirdiler. Türlü hediyeler (tuzgu) ve armağanlar
(pişkeş) sundular. Sonra nüfus sayımı için ferman çıktı. Belh’te bulunan
herkesi boş alana çıkarıp saydılar. Sultan Celâleddin’in Belh’te karışıklık
çıkarıyor olması ve inatlaşması yüzünden Cengiz Han, bu tür teslimiyetlerin
aldatıcı olduğunu düşündü ve onların boyun eğme tekliflerini kabul etmedi. Küçükten
büyüğe, gençten yaşlıya kadar herkes boş bir alana toplandı. Moğolların âdetine
göre yüzlük ve binlik gruplara ayrılarak kılıçtan geçirildiler.[324]
Cengiz Han
Taklan şehrinde ki Kuhınusret’e geldi. Cengiz Han’ın yanında birçok Müslüman vardı.
İlk başta Müslümanları savaşa sürdü. Savaşmayanları öldürdü. Moğollar,
Kuhınusret Kalesi etrafında bir çatı kurup bunun üstünden kale içine taşlar
yağdırdılar. İçerdekiler az kalınca bir yarma hareketi yaptılar. Süvariler
kaçıp kurtulurken, piyadeler Moğollar tarafından kılıçtan geçirdiler ve teslim
olmayan kaleyi alıp taş taş üstünde bırakmadılar. Moğollar kaleyi yıkarken,
Tuli’de İran’ ın en güzel şehirlerini tahripten dönerek Cengiz Han’ın yanına
geliyordu.[325]
Cengiz Han’ın
Horasan’a yolladığı oğlu Tuli, Merv şehrini çatışmasız teslim almış buna rağmen
bütün ahali öldürülmüştür. (1221 Şubat Sonu) Ovada altın yaldızlı bir koltuğa
oturan Tuli bu katliamı seyretmişti. Erkekler, çocuklar, kadınlar ayrılmış,
sürüler halinde çeşitli birlikler arasında dağıtılmış ve başları vurulmuştu;
sadece dört yüz sanatkâr bağışlanmıştı. Sultan Sancar’ın türbesi yakılmış ve
boşaltılmıştır. (Efsaneye göre, bu olaydan sonra Merv civarında göçebelik yapan
bir Oğuz aşireti Anadolu’ya göçmüş, Selçukluların kendilerine verdikleri
topraklarda Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerini atmışlardır)[326]
Ardından
eniştesinin intikamını almak için Nişabur’a doğru hareket etti. Korkuya kapılan
kırsal ve göçebe nüfus kaçıyordu. Nişabur anlaşmak istese de Tuli anlaşmaya
yanaşmıyordu. 7 Nisan 1221’de ilk saldırı başladı.[327]
Togaçar’ın karısı, yani Cengiz’in kızı 10.000 asker ile şehre girip savaştan
sağ kurtulanları dört gün dört gece devam eden bir muharebede köpeklerine,
kedilerine varıncaya kadar kestirdi. Tuli, Merv’de birçok kimselerin ölüler arasına
saklanıp kurtulduğunu duymuştu. Burada bütün ölülerin kellelerinin kesilmesini
emretti. Kellelerden tepeler inşa ederek erkek, kadın ve çocuk kellelerini ayrı
ayrı yığıldı. Şehrin tahribi on gün devam etti ve taş taş üstünde kalmadı.
Şehrin yerine arpa ektirdi. Daha sonra Herat’ı da alarak Talkan’a babasının
yanına gitti.[328]
Cebe ve
Subutay’ın Celâleddin Hârizmşah’ın Peşine Düşmesi
Moğolların
el-Muğarribe kuvvetleri Celâleddin Hârizmşah’ı bulamayınca geriye dönerek
Mazenderan’a doğru yürümüş, zor kaleleri olmasına rağmen şehir ele
geçirilmiştir. Mazenderan aşılmaz surlarıyla ünlü bir şehirdi. Müslümanlar
Sasani Devleti’ni yıktıklarında bile Mazenderan ele geçirilememiş, sadece vergi
almakla yetinilmiştir.[329]
Cebe
Mazenderan’a girdi ve kenti tahrip etti. Cebe’nin ordusunu buraya sevk etmesi
Hârizm hükümdarının harem dairesini ele geçirmek içindi. Rey şehri de
kendiliğinden teslim oldu. Çok soğuk ve karlı bir kış, daha sonraki harp
hareketlerine engel oldu. Moğollar Mugan Çölün de kışlık barınaklarında bulundukları
sırada Hamedan’da güvensizlik baş gösterdi ve Moğol valisi öldürüldü. Bundan
dolayı Cebe bahar gelince Irak-ı Acem’e bir hücum yaptı. Moğollar daha kış
geçmeden Azerbaycan ve Kafkasya’ya girdiler. Gence (Elisavetpol) düşünce
Gürcistan’a yürümek için hiçbir engel kalmamıştı. Büyük komutan (Atabegi)
Yohann (lvan) ve IV. Kral Lasha Georg Gag civarında öldü. Yürüyüş Tiflis
üzerinden Ermenistan’a doğru devam etti (Ocak 1221). 30 Mart 1221 (4 safer 618
H.) tarihinde Merage fatihlerin eline düştü. Halife Mısır ve küçük
Eyyübilulerle müzakereye girişmekle beraber, bizzat savunma tedbirleri alındı.
Daküka’da bulunan zayıf ordusu şüphesiz fiilen savaşlara karışmadı ise de
Moğollar da başka bir yoldan ilerlediler ve Müminlerin hükümdarının küçük
ordusu da böylece hadisesiz dağıldı. Fatihler ise Erdebil’in düşmesinden sonra
Tebriz önlerine yürüdüler. Tebriz hükümdarı Özbeg ibn Pahlavan arzularına
uyduğundan şehre dokunulmadı. Bunun yanında, Moğol elçisinin öldürüldüğü
Baykalan yerle bir edildi. (Ekim-Kasım 1221)[330]
Celâleddin
Hârizmşah’ın peşinden giden Cengiz Han Ögeday’ı Herat’a gönderdikten sonra
Gazne’ye gitti. Sayım için halkın tamamını şehrin dışına çıkardı. Sanatkârları
ayırarak geride kalanları öldürdü. Kışı burada geçirecek askerlerin başına Şiki
Kutugu Noyanı tayin etti.[331]
Bu arada
Celâleddin Yüksek Afgan Platolarından inerek İndüs’e gelmişti. Gazne ve İndüs
arası çok uzaktı. Horosan’dan da haber alamayan Cengiz Han 1221’de İndüs’ün sağ
kıyısında Celâleddin Hârizmşahla savaşa girdi. Merkez kanadını Cengiz Han
yönetiyordu şiddetli bir çatışma yaşandı. Celâleddin Hârizmşah’ın ordusu
direndi, tam durumu kendilerine çevirecekleri sırada Cengiz Han sağ kanatta
bulanan süvarileri ileri sürdü. Böylece merkezin yükünü hafifletti. Düşman
saflarında karışıklık yaratarak geri çekilmelerini sağladı. Celâleddin’in
oğlunu ele geçiren Cengiz Han onu öldürdü. Cengiz galip gelmişti. Celâleddin
yeniden kaçarak İndüs’ün sağ kıyısına geçti. Hindistan’ın büyük olması ve
yeteri kadar bilgiye sahip olmamasından dolayı Cengiz Han İndüs’e geçmedi.[332]
Celâleddin
Hârizmşah artık bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Hindikuş Dağı’nın güneyinde
bir ordu kurmuştu. Maveraünnehir ve Horasan’ın batı kanadının fethiyle
rahatlayan Cengiz Han Celâleddin’e saldırma kararı aldı. Cengiz Han Bâmiyân
Budistlerinin, Buda heykellerini koruduğu büyük barınağın merkezine çıktı.
Buranın 17 kilometre uzağında ise iki şehir bulunuyordu. Bunlardan ilki Şehr-i
Golgola “Iç Çekişmeler Şehri” adını taşıyan Bâmiyân kale şehri, diğeri
ise Şehr-i Zohag “Kırmızı Şehir”dir[333]
Şehir
kuşatıldı. Fakat Afganlar pes edecek insanlar değillerdi. Bu kuşatma sırasında
Çağatay’ın oğlu ve Cengiz Han’ın pek sevdiği torunu Mütügen ölmüştür. Moğol
fatihi haberi bizzat oğluna bir yemek sırasında bildirmiş, “yasak” adına
ölünün arkasından ağlanmasını yasaklamıştır; ama kendisi kanlı bir cenaze
töreni yapmıştır. Şehirden hiç bir ganimet kaldırılmamış her şey yakılıp
yıkılmış, hiçbir esir alınmamış, her canlı katledilmiştir. Bâmiyân’ın kurulu
olduğu yer lanetli şehir adını almıştır. Bunu fırsat bilen Celâleddin
Hârizmşah, Nesa yakınlarında kurulu Moğol hattını; yararak kurtulmuştu.
Gazne’ye kaçmış, Afganistan dağlarının ortasında bir ordu teşkil etmişti.
Kabil’in kuzeyinde Pervan’da da Şigi-kutuku komutasında bir Moğol ordu birliği
Hârizmlilerle karşı karşıya geldiler. Moğolların sayıca fazla olduklarını
düşünen Hârizmşahlar geri çekilmek istiyorlardı, fakat Celâleddin Hârizmşah
onları ikna ederek Moğol birliklerini bozguna uğratmıştır. Komutanının intikamını
almak için yanıp tutuşan Cengiz Han Gazne’ye yürümüş, ancak Celâleddin onu
beklemek cesaretini göstermemişti.[334]
Moğolların ilk yenilgisi olan bu savaş ciddi sonuçlar doğurmadı. Fakat Moğol
kuvvetlerine karşı kazanılan bu zafer Hârizmşah ülkesinde büyük yankı
uyandırdı. Başta Herat olmak üzere Moğollar tarafından işgal edilen diğer
bölgelerde isyanlar başlamıştı.[335]
Kalabalık bir
ordu ile Celâleddin’in peşine düşen Cengiz Han ona yetişmek için acele etmişti.
Nihayet İndus Nehri kıyılarında Celâleddin Hârizmşah’a yetişmiş ve ordusunu
çembere alarak askerlerini kılıçtan geçirmiştir (24 Kasım 1221).[336] Cengiz Han,
Celâleddin Hârizmşahı canlı istediğini emrettiği için Moğollar onun bulunduğu
tarafa ok ve mızrak atmakta gevşek davrandılar. Bütün bunlara rağmen Celâleddin
Hârizmşah kendisini bütün ağırlığı ile ok yağmur altında atıyla birlikte nehrin
sularına atlayarak kurtulmuştu; sapasağlam karşı kıyıya varmayı başarmıştır.[337]
Celâleddin
Hârizmşah karşı kıyıya geçerken annesinin ve hareminin Moğolların eline geçmemesi
için nehire atılmalarını emretti. Celâleddin Hârizmşah’ın cesaretini ve
kahramanlığını gören Cengiz Han hayranlığını gizlemeyerek “Bir babanın işte
böyle bir oğlu olmalıdır” demiştir. Cengiz Han Celâleddin Hârizmşahı ele
geçirmek gayesi ile Çağatay kumandasında bir orduyu Hindistan’a gönderdi.
Çağatay kışı burada geçirdi. Turbay Takşin kumandasındaki Moğollar
Celâleddin’in Delhi’ye doğru uzaklaşması üzerine geri dönmüşlerdir. Böylece
Hârizm ve İran’ı terk eden Celâleddin Hârizmşah Moğolların hücumları ve
baskılarından dolayı Hindistan’a sığındı.[338]
Üç yıl kadar Hindistan’da kalan Celâleddin, Hindistan prenslerinden Şemseddin
İltutmış ve Kabaca ile mücadele etti. Şemseddin İltutmış ve Kabaca’nın
müttefikleri olan Hint hâkimleri Celâleddin’in üzerine yürüdü. Bunu öğrenen
Celâleddin Kirman’a doğru hareket etti. Kirman’a gelen Celâleddin’e şehrin
hâkimi Barak Hacip, kardeşi Gıyaseddin Pirşah ve Fars hükümdarı Sa’d Zengi
itaat etti. Böylece İran’ın büyük bir kısmını ele geçirerek Hârizmşahlarınyeni
hükümdarı olarak tahta geçti.[339] İsfahan ve Huzistan’ı
kendisine bağladı. Kardeşi Gıyaseddin Pirşah’ı yenerek hâkimiyeti altına aldı.
Burada Atabeg Zengi’nin kızıyla evlenen; Celâleddin daha sonra Moğollarla
mücadelesine devam etmek için Halife Nasır’dan yardım istedi. Halife bu isteği
reddederek üzerine ordu sevk etti. Bunun üzerine Celâleddin Irak-ı Acem’i
yağmaladıktan sonra Meraga’ya döndü.[340]
Daha sonra Azerbaycan üzerinden Meraga’yı aldı.[341]
Meraga’yı hâkimiyeti altına aldıktan sonra Tebriz’i kuşatan Celâleddin şehri
aman ile aldı. Halka iyi davranan Celâleddin “Meraga şehri harabe haline
gelmişken, orayı nasıl imar ettiğimi, halkına nasıl davrandığımı gördünüz. Size
de adilane davranacağımızı ve şehrinizin nasıl mükemmel bir şekilde imar
edileceğini göreceksiniz” diyerek Tebriz’i kendine merkez yaptı.[342]
Celâleddin
Hârizmşah’ın Moğol baskısından kaçarak Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya gelmesi
aslında sebepsiz değildi. Çünkü bölgede bulunan Türk oldukça fazla idi. Bu
yüzden de Celâleddin’in bu bölgeleri seçmesinde önemli bir etken olmuştur.[343] 1 224 yılında Hindistan’ı
terk ederek Kirman’a geçti. Bir süre burada eyalet valiliği yaptı, aynı yıl
Fars eyaletine geçti. Celâleddin Arran ve Azerbaycan topraklarını da aldıktan
sonra Doğu Anadolu Türklüğü için tehdit oluşturan Gürcülere karşı harekete
geçti. 1225’de Dvin ve Kerbi de Gürcülere karşı büyük zafer kazandı. 1226
başlarında Gürcülere karşı tekrar harekete geçen Celâleddin Tiflis’i aldı.[344]
1227 yılında
Damegan’da Celâleddin Moğollara karşı bir zafer kazandı. Harezmliler, Rey ve Damegan
şehirleri civarında bulunan Moğol kuvvetlerini buralardan çıkardılar. Daha
sonra erzak toplamak üzere Lur bölgesine gönderilen iki bin Moğol pusuya
düşürüldü ve dört yüz kadarı yakalandı. Hârizmşah Celâleddin onların
öldürülmeleri işini İsfahan halkına bıraktı. Bir kısmının saray avlusunda
başlarını kesti. Bunların cesetleri köpeklere ve yırtıcı kuşlara atıldı. İki
taraf arasındaki asıl savaş 1228 tarihinde İsfahan yakınlarında gerçekleşti.
Hârizmşah Celâleddin’in kendisi merkeze yerleşerek savaş düzenini aldıktan
sonra, saldırı emrini verecek iken kardeşi Gıyâseddîn, Atabeg Cihân Pehlivan ve
yakınlarıyla birlikte kaçtı. Buna rağmen Celâleddin, Moğolların merkezine hücum
etti. Moğolların sağ kanadı sultanın sol kanadını, sultanın sağ kanadı da Moğolların
sol kanadını yerinden oynattı. Moğol ordusu sultanın merkezini ele geçirerek
bayrağını yerinden indirdi. Moğolların sağ kanadı sultanın sol kanadını bozguna
uğratıp kovalamaya başladı. Kimin galip kimin mağlup olduğu anlaşılamadı. O
sırada Celâleddin, merkezde atından düşmüş, yedek atını çeken de ortadan
kaybolmuştu. Moğol askerleri sultanı çepeçevre sardılar. Celâleddin, onların
arasında dairenin içindeki bir nokta gibi kaldı. Aniden birinin üzerine
atılarak onu atından düşürdü ve atını alarak çemberi yarıp kaçmayı başardı.
Luristan tarafında bulunan bir vadiye saklandı. Moğol askerlerinden kaçan
Hârizmşah askerleri Celâleddin’in yanına geldiler. Savaştan sonra Moğol ordusu
İsfahan önlerine geldi. Fakat orada durmayarak büyük bir hızla üç gün üç gecede
Rey’e oradan da Nişabur’a gitti.[345]
Celâleddin
Meraga’da iken Türkiye Selçuklu Sultanı ile Eyyübî hükümdarına mektup
yollayarak Azerbaycan’ı fethettiğini ve bölgeyi Gürcülerden temizlediğini
söyledi. Mergana da bulunduğu günlerde eniştesi Yıgan Taysı isyan ederek
Hamedan’ı ele geçirdiği haberini aldı. Yıgan Taysı beş bin kişilik bir kuvvet
toplayarak Azerbaycan taraflarında yağma yaptı ve kışı Arran da geçirdi.
Aslında Yıgan Taysı’nın Hamedan’a gitmesinin sebebi, Abbasi Halifesi En-Nasır
Lidinillah’ın, yazdığı mektupta Hamedan’ın çevresini ve bazı şehirleri
kendisine ikta olarak verdiğini söylemesiydi. Celâleddin bu durumu hızla
hareket ederek Yıgan Taysı’nın peşinden gitti. Kuşatma altına alınan Yıgan
Taysı, karısını kardeşine göndererek aman diledi. Bu isteği kabul eden
Celâleddin, Yagı Taysı’ yı huzuruna getirtip onu yanında alıkoydu. Askerlerini
ise kendi ordusuna dâhil etti. Her şeyin yolunda olduğunu anlayınca tekrar
Meraga’ya döndü.[346]
Moğolların
yıkmış olduğu Hârizm Devleti’ni yeniden canlandırmak isteyen Celâleddin Tebriz
merkez olmak üzere Kirman, Fars, Batı İran (Irak-ı Acem) ve Azerbaycan’da
Hârizm Devletini yeniden kurdu. Alâeddin Keykûbâd, Türkiye Selçuklu Devleti’nin
doğu sınırlarında Moğollara rakip ve düşman bir devletin ortaya çıkmış
olmasını, başlangıçta yeni bir tehdit unsuru olarak algılayarak, bu siyasî ve
askerî güce karşı tedbirli bir tavır sergiledi. Çünkü bu siyasî ve askerî güç,
Türkiye Selçuklu Devleti için tehdit olabileceği gibi Moğollara rakip ve düşman
olduğu için de onların istilâ arzularını bölge üzerine çekebilirdi. Dolayısıyla
her iki durum da Türkiye Selçuklu Devleti tehlike altında olabilirdi.[347]
1225 yılında
Moğolların önünden kaçarak Azerbaycan’a gelen Celâleddin Selçuklu sultanına
selamlarını iletirken Alâu’d-dünyâ ve ’d-dîn Muizzü’l Islâm ve ’l- Müslimîn,
Sultân-ı Gâzi ve garb ülkelerinin şehinşâhı, kulların bekçisi, sultanların
iftiharı, islam hudutları ve beldelerin hâmi ve koruyucusu gibi övgü dolu
sözlerden sonra söze başlar:
Dostların sevinç ve neşesi
mektuplaşmak ve elçi göndermekle kaim olduğu halde hâdiseler ve muhaceret
bundan önce buna imkân vermedi. Fakat artık bundan sonra ayrılık ve yabancılık
perdesini kaldırıp dostluk ve birlik kapısını açmak lâzımdır. Zira hamdolsun ki
aynı cihâd yolunda birleşiyor ve aynı din ve millete mensup bulunuyoruz. Garp
padişahlarından küfrün kökünü kazıyan ve İslâm hudutlarını kapıyan zat-ı
devletleridir; Şark ülkelerinde de kılıçla kâfirlerin fitnesini yatıştıran
biziz. Bu kadar cinsî yakınlıktan (karâin cinsiyet) sonra eğer
mektuplaşma yolunu açmaz ve birleşme caddesine girmez, menfaatlerin temini ve
mazarratların definde müşterek hareket etmezsek başka kimle dost olabiliriz! Bu
mektup şimdi sancağımızın merkezi bulunan Merâga şehrinde Cemaziyelâhir
sonlarında yazıldı. Allah’a şükürler olsun ki devletimizin ahvali
memleketimizin işleri yüz bin kere hamdi mucibtir. Muzaffer ordumuzun
toplanması, büyük melik ve hanların itaati, irsi ve müktesep bütün
memleketlerin zaptı sayesinde saadet ve cihangirlik sebep ve vasıtaları
birleşmiştir. Yüce sancaklarımızın bu memleketlerden ayrılışı esnasında Hind ve
Sind diyarından uzun ve geniş bir ülke bizim memurlarımızın eline geçti. Bütün
himmet ve gayretimiz din düşmanlarından intikam almaya ve Müslümanların
kalplerine memnuniyet vermeye kararlıdır. Halkın huzuru ve millet işlerinin
istikameti devletimizin revnak üzere bulunmasına bağlı olduğundan zat-ı
devletlerinin bundan nasıl ve ne derece sevinç duyduğu muhakkaktır. Biz de
sizin herhangi saadetinize aynı şekilde iştirak ederiz. Şimdiki halde Hârezm ve
Horasan’ın iftiharı ve devletimizin erkânı bulunan kadı ül-kuddât Mucîreddin
Tâhir’i tarafınıza, aradaki yabancılığı ve aykırılığı birliğe ve birleşmeye
çevirmek maksadıyla elçi olarak gönderdim, öyle ki bundan sonra elçilerin gidip
gelmesi, sefirlerin ve tacirlerin birbirini takip etmesi devam etsin. Gerektir
ki zat-ı devletleri onun, daima melik ve sultanların kulaklarına geçmiş
bulunan, sözlerini hoşnut olarak dinlemiş olacaklar ve bütün söz ve haberlerini
benim gönderdiğimi bilecektir. Kemiyet ve keyfiyetiyle vâkıf bulunduğu
muharebelerimiz iblâğ edilecektir dedi.[348]
Celâleddin
Hârizmşah’ın mektubuna karşılık olarak Alâaddin de şu mektubu yolladı:
Tanrı birçok mefahiri, Zat-ı
devletleri Büyük Sultan Ulu Şahinşâh insanların hükümdarı İkinci İskender Celâleddin
üzerinde topladı. Sizlerin saâdet bahş-eden dostluk ve lûtuflarınızın müyesser
olması rica olunur. Bu dostunuzla mektuplaşmaya başlanmasını emreden ve iftihar
vesilesi olan yüce hitabımız vasıl oldu ve içimizdeki şevk ve ateşi
alevlendirdi. Muzaffer sancaklarınızın kâfirlerinin intikamını almak ve
müslümanların gönüllerini kazanmak maksadıyla hareket ettiğini öğrendik.
Hususiyle şimdi yüce himmetlerinizin müjdeleri zahir oldu. Zat-ı devletleriyle
her an mektuplaşma arzu ve cesareti artmıştır. Fakat bu dostunuzun yaz-kış dört
tarafta kâfirlerle cihâd eylediği malûmlarıdır ve nitekim bu cihete
mektubunuzda işaret buyrulmuş ve cinsî yakınlıkların zikri takdim
edilmişti ki bu özür beyanına kifayet eder. Artık müsaade buyrulduğundan
mektupların birbirini takip etmesi size sıkıntı verecektir. Horasan ve
Harezm’in iftiharı bulunan
Mücîreddin Tâhir geldi ve yüce
sözlerinizi eriştirdi. Burada kaldığı birkaç gün zarfında gönülleri yüce
menâkıbınızın zikriyle fetheyledi. Bu elçiliğe cevap olarak sipehsâlâr
Selâhaddin tâyin edildi. Huzurunuzda yer öpmek şerefine nâil olduğu zaman
söylediklerinin bu dostunuzun sözleri olarak kabul edileceği kuvvetle umulur.
Bu dostunuz ortaya koyacağınız dostluk kaidesine uygun hareket edecektir.
Gerektir ki daima melik ve sultanların kulağına nüfuz etmiş bulunan elçimin
sözlerini rıza kulağıyla dinlerler diyerek Celaleddin’e cevap yolladı.[349]
İki büyük
savaşçı hükümdarın güçlerini birleştirerek kafirlere karşı beraber hareket
ederek İslamı müdafaa etmeyi teklif etti. Bu teklife olumlu bakan Alâaddin
Keykûbâd, aralarındaki ilişkiyi kuvvetlendirmek için Celâleddin Hârizmşah'ın
kızı ile Alâaddin Keykûbâd’ın oğlu Gıyâseddîn Keyhûsrev’in evlendirilmelerine
karar verilmiştir. Alâaddin Keykûbâd açısından bu ittifak Moğol istilâsının
Anadolu kapılarına dayandığı zamanda önemli bi fırsat olmuştu. Alâaddin
Keykûbâd, her ne kadar zorda olan bir İslam hükümdarına yardım etmeyi inancının
ve hükümdarlık şanının bir gereği olduğunu düşünse de, gerçekte siyasî
çıkarlarını da ön planda tutmayı unutmadı. Bu ittifak sonucu Hârizmşahların
Azerbaycan’da yerleşmesi durumunda kendisi ile Moğollar arasında tampon bir
bölge oluşturmuş olacaktı. İzlenen bu siyaset sadece Selçuklular tarafından
kabul edilmemiş, bölgede yer alan diğer İslâm devletleri de Celâleddin
Hârizmşahı kendileri ile Moğollar arasında bir tampon devlet olarak görmek
istemişler ve siyasetlerini bu yönde belirlemişlerdir.[350]
Celâleddin
Alâaddin Keykûbâd ile dostluk kurmaya çalışırken Erzurum Meliki Cihan-şah ve
Ahlât valisi Hâcib Ali’nin düşmanca davranışlarıyla karşı karşıya kaldı. Bunun
üzerine Erzurum ve Ahlât çevresini tahrip etti. 1229 senesinde Ahlât’ı kuşattı.[351] Arkasından da Bingöl’e kadar
olan bölgeleri yağmalamış ve Güneydoğu Anadolu’ya korku salmıştır. 1230 yılında
on sekiz ay süren bir kuşatmadan sonra Ahlât alınarak yağmalanmıştır. Abbasi
Halifesi el-Mustansır Billâh, Celâleddin’e saltanat hil’atı gönderdi. Bu sırada
Erzurum Meliki Cihan-şah,
Trabzon’daki
Rumlar, Diyarbekir Hısn-ı Keyfa ve Mardin Artukluları da bağlılıklarını
bildirdi. 1230 yılında I. Alâaddin Keykûbâd Eyyübîlerle ittifak kurarak,
Celâleddin’in ordusunu Yassıçemen’de bozguna uğrattı.[352]
Celâleddin savaş alanından kaçtı. Selçuklu birçok ganimet ve esir ele geçirdi.
Hârizm ordusundan kaçan bir kısım asker Trabzon Rum İmparatorluğu’na sığındı.
Hârizm askerlerini hoş karşılamayan Trabzon Rum İmparatoru birçok Hârizm
askerini öldürdü. Celâleddin ise önce Harput’a ardından da Azerbaycan’a kaçtı.
Alâaddin Keykûbâd ve Eyyübîlere elçi göndererek pişman olduğundan ve yeniden
dostluk kurmak istediğinden bahsetti. Alâaddin ise Anadolu kapılarına yaklaşan
Moğol tehlikesi yüzünden Celâleddin’in teklifine olumlu cevap verdi. Yaptıkları
anlaşmaya göre eskiden olduğu gibi herkes sahip oldukları bölgede birbirinin
hâkimiyetini tanıyacaktı.[353]
Celâleddin,
yaklaşan Moğol tehlikesinden dolayı bir ittifak teşebbüsüne giriştiyse de Ahlât
ve çevresinde yaptığı büyük tahribattan dolayı destek bulamadı. Mugan’da
Moğolların baskınına uğradı ve Aras’ı geçerek Mahan Ovası’na geldi. Moğolların
arkasından geldiğini gören Celâleddin, Eyyübîlerin yardımını alma ümidi ile
Aras-Eleşgirt-Malazgirt-Hani yolu ile Diyarbakır önlerine geldi. Moğollar ise
Bargiri-Ahlât yolundan inerek 1231’de Dicle Köprüsü önünde Celâleddin
Hârizmşah’a ani bir baskın düzenledi. Celâleddin kaçtığı birkaç kişi ile
Meyyâfârıkîn (Silvan)’ın dağlık bir bölgesinde bir çoban tarafından öldürüldü.[354]
Moğollara
Kafkasların Kapısını Açan Savaş: Kalka Muharebesi
Yukarıda da
daha öncede bahsettiğimiz üzere Cengiz Han’dan aldıkları emirle Celâleddin’in
peşine düşen Cebe ve Subutay buraya keşif amaçlı gelmişlerdi. Moğollar
Kafkasya’yı ilk kez 1220 yılı sonbaharının sonunda istila etti.[355] Hârizmşah ordusunda yer alan
Kuman-Kıpçaklarla Moğollar arasında çatışmalar yaşanmış, Cengiz Han Hârizmşah
İmparatorluğunu yenilgiye uğrattıktan sonra Cebe ve Subutay’ı Hârizmşah
Muhammed’in peşinden göndermiş, bu iki komutan Irak-ı Aceme kadar gelerek Rey
ve Kum şehirlerini tahrip etmişlerdir.[356]
Hamedan’a yaklaştıkları sırada buranın valisi Moğollara hediyeler vererek teslim
oldu. Daha sonra ise Kazvin ve Zencan’ı aldılar. İki kumandan geçtikleri
yerleri tahrip ederek Tebriz’e yaklaştılar. Azerbaycan ve Arran memleketlerini
yöneten Cihan Pehlivan’ın oğlu Özbek Moğollara para, elbise, yemek ve
hayvanları vergi olarak verdi ve Moğollarla barış yaptı.[357]
Kışın geçmesini beklemeyen Moğol ordusu Kürtler ve Türkmenlerle birleşerek
Gürcistan’a hücum etti. 1221 yılında ise Gürcistan ordusunu bozguna uğratarak
Tebriz üzerine yürüdü.[358] 1 221 yılının başlarında ise
Cengiz Han, Subutay ve Cebe Noyanı Kuzey Kafkasya ve Kuman-Kıpçak Hanlığına
sefer düzenlemesi için görevlendirmiştir.[359]
Subutay ve Cebe Noyan idaresindeki iki tümeni Kıpçak, Çerkes, Macar ve İdil
Bulgarları ile Alanlar üzerine göndermiş ve bu saldırıya karşı Kıpçaklar ve
Alanlar ittifak yapmışlardır.[360]
Kıpçaklar uzun
süre Yayık Nehri civarında Moğollarla savaşmışlar ve Başkirlerin yardımıyla
Moğol ordusunu Emba ve Irgız durdurmayı başarmışlardır. Ortak düşmanları olan
Moğollara karşı birlikte hareket eden Kafkas kavimlerinden Alan, Çerkes ve
Lezgiler, Kuman-Kıpçaklarla anlaşarak Moğol ordusunu karşılamışlardır. Moğollar
önce Lezgi halkını mağlup etmiştir. Moğollar bütün bu bölgede kendilerine
düşmanlık eden ve onlara karşı çıkan herkese saldırmışlardır. Alan ülkesinin
topraklarına girmişlerdir. Alan halkı Moğolların geldiğini haber alınca tekbir
getirerek, bütün Kıpçak diyarından kalabalık ordular teşkil edip Moğollarla
çarpışmaya girişmişlerdir. İki taraftan hiç biri zafere ulaşmayınca, Moğollar
Kıpçaklara haber gönderip şöyle demişlerdir:
Biz sizinle aynı ırktan insanlarız,
Alan halkı ise sizden değildir, dolayısıyla onlara yardı etmemeniz gerekir.
Hatta aynı dinden kimseler de değilsiniz. Bize uyduğunuz takdirde size
kesinlikle saldırmayacağımızı taahhüt ediyor ve bu konuda söz veriyoruz.
Onlarla aramıza girmediğiniz takdirde size ihtiyaç duyacağınız kadar mal, para
ve elbise vereceğiz. [361]
Bu sırada
Kıpçakların lideri olan başbuğ Konçak ve oğlu Yuri bu sözlere inanarak Kafkas
kavimleri ile kurmuş oldukları ittifaktan ayrılmışlardır. Moğollar da söz
verdikleri gibi kararlaştırılan mal ve eşyaları götürüp Kıpçaklara teslim
etmişler ve aralarında barış imzalamıştır. Çok kısa bir süre sonra Moğollar,
Alan halkı üzerine saldırıp, öldürmüşler ve memleketlerini yağmalamışlardır.
Alan halkının işini bitiren Moğollar güven içinde yaşamakta olan Kıpçaklar
üzerine saldırıya geçtiler. Kıpçaklar hiçbir şeyden haberleri yokken birden
Moğolların ülkelerine saldırdığını ve şehirlerine girerek yağmalayıp ele
geçirdiklerini görmüşlerdir. Bu saldırılardan sonra Kıpçaklar ödedikleri mal ve
paranın kat kat fazlasını onlardan geri almışlardır. Kuman-Kıpçak reisleri
Konçak, oğlu Yuri ve Kebek’in oğlu Daniil’de Moğol askerleri tarafından
öldürülmüşlerdir. Bozguna uğrayan Kıpçaklar, yurtlarını terk etmişlerdir.[362]
Arkalarından
gelen Moğollar 1223 yılında Cenevizlilerin elinde bulunan Sudak’a
saldırmışlardır. Moğollar Kıpçakların Don boyunda bulunan kuvvetlerine saldırma
kararı aldılar. Kuman-Kıpçak başbuğu olan Konçak Han Rus Knezlerinden yardım
istedi. Moğollar, Konçak Han’ın yardım talebini çekmesi için elçi gönderdiyse
de pek işe yaramadı.[363] Memleketlerini terk eden
Kıpçak halkının bir kısmı Tuna’yı geçip Bizans İmparatorluğu arazisine
girdiler. Bir kısmı da Trakya ve Makedonya ve diğer bir kısım da küçük Asya’ya,
bir kısmı da Rusya’ya sığındı.[364] Kiev Knezliği’nin
dağılması ve Rus Knezlerinin de Büyük Knezlik için aralarında mücadele etmesi,
Rus Knezlerinin sınırına yaklaşan düşmana karşı kendilerini savunma işini
zorlaştırıyordu. Moğolların Rus Kneziğiyle arasında sadece Kıpçaklar vardı.[365] Kıpçak başbuğları arasında
olan Konçak ve Bastı Han Moğol tehlikesini Rus Prenslerine anlattı. Moğol
kuvvetlerinin kısa süre içinde Rus topraklarını da fetih edeceklerini bunun
içinde birlikte hareket etmeleri gerektiğini söyledi.[366]
Önemli bir güç
olan Kıpçakların ortadan kaldırılması, Rusları telaşlandırmıştı. Mstislav,
kayınbabası olan Kıpçak reisi Kotan ile görüştükten sonra çeşitli Rus
Knezlerine elçiler göndererek Kiev’de bir toplantı düzenlenmesini istedi. Bu
elçilik heyetinde Mstislav, Rus Knezlerine “Eğer biz, kardeşlerim,
Kıpçaklara yardım etmezsek, onlar kesinlikle Moğollara teslim olacaklardır.
Sonrasında da Moğolların güçleri daha da artacaktır!” diyerek Kıpçaklara
yardım edilmediği takdirde daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalınacağına
söyledi. Bölgenin en önemli Knezlerinden birisi olan Mstislav’ın bu talebi
üzerine, zaten korku içinde olan Knezler toplantıyı kabul ettiler.[367]
Mstislav,
Kiev’de güney Rusya prenslerini topladı ve Moğollara karşı durulması
kararlaştırıldı. Gürcistan Grandükası Suzdal’a (Souzdal) haber göndererek ondan
da yardım istedi. Rusya prensleri, askerlerini toplayarak Moğollar üzerine
gitti. Dinyeper Nehri kıyılarına geldiklerinde Moğol kumandanları tarafından
elçiler geldi. Prenslere: “Moğolların, Rusya’ya karşı hiçbir kötü niyeti
yoktur. Moğolların arası Kıpçaklarla açıktır” dediler. Ruslar bu on elçiyi
oracıkta kestiler. Moğolların keşif kolu kumandanını, nehrin karşı yakasında
bulunan adamları da yakalayıp Kıpçaklara teslim ettiler. Kıpçaklar da onu
öldürdüler. Moğollar, Rusları ülkelerinden uzağa çekmek maksadıyla, geri
çekiliyor ve Ruslar da bunları takip ediyordu.[368]
Kuman-Kıpçak
kuvvetleriyle takviyeli Rus ordusu çok kalabalık olduğu için Cebe ve Subutay
Noyan,[369] Rus- Kıpçak ordusuna karşı
koymadan sekiz gün boyunca geri çekilir gibi yaptılar. Rus- Kıpçak orduları
Moğol ordularının kaçtığını görünce onları Don Irmağın bir kolu olan Kalka’ya
kadar takip ettiler.[370] Ruslar da onları korktu
sanarak peşlerine takıldılar. Ruslar, “Turan Taktiği” olarak bilinen bu
savaş hilesine kanmışlardı. Moğol kuvvetleri arkalarından gelen Rusların
yorulacağını ve çembere alınacağını biliyordu.[371]
1223 yılında Moğollar aniden dönerek Mariupol yakınlarında Azak Denizine
dökülen küçük bir nehir olan Kalka da Ruslara saldırdılar.[372]
Daniel ağır yaralandı. Kıpçaklar müttefiklerinin safında karışıklık çıkararak
kaçtı. Orduya yardım etmeyen Kiev prensinin bir tepede durması, Cebe ve
Subutay’ın işini kolaylaştırdı. Üç gün süren savaşta Rus ordusunun bir kısmı
Dinyeper’i geçebildi. Esir alınanlar tahta levhaların altına konarak çiğnendi.
Kiev Prensi Mstislav bir halıya sarılarak boğuldu. Kalka savaşı büyük bir
felaketti. Kiev yönünde akın düzenledikten sonra Karadeniz’in Ceneviz
pazarlarını yağmaladılar.[373] Dinyeper’i geçme niyetinde
olmayan Moğollar, Novgorod şehrine kadar ilerleyerek burada bulan Rus köylerini
ve şehirlerini yakıp yıktılar. Birçok insan öldürüldü veya esir alındı.[374]
XIII. yüzyılda
meydana gelen Kalka Savaşı Batı Avrasya bozkırlarının geleceğini etkileyen
önemli bir olaydır. Kıpçakları Deşt-i Kıpçak’tan çıkaran sürecin başlangıcıdır
ve Kıpçak tarihi için son derece önemlidir. Ruslar içinde büyük bir öneme sahip
olan bu savaş Kiev Devleti’nin gelişimini durdurmuştur.[375]
Bu savaşta Ruslar, Kıpçaklara göre daha çok kayıp vermiştir. Çünkü Kıpçaklar
yenileceklerini anlayınca Kiev topraklarına çekilmişler, Kırım’a sığınan
Kıpçaklar takip edildiklerini anlayınca Sudak üzerinden Sinop limanına gelerek
Karadeniz’in güney kıyılarına yayılmaya başlamışlardır.[376]
Rusların, Moğollar karşısında almış olduğu bu ağır yenilgi Ruslar ve Moğolların
tarihteki ilk karşılaşmaları olmuştur. Kazandıkları zaferlerle Cengiz Han’ın
yanına doğru dönen Moğol ordusu İdil Nehri’ni geçecekleri sırada, İdil Bulgar
Hanı İlgam Han komutasındaki ordu tarafından pusuya düşürülmüş ve Moğol ordusu
çok sayıda kayıp vermiştir.[377]
1227 yılında
Cengiz Han çıktığı Tangut seferini zaferle sonuçlandırmak için planlarlar
yapmıştır. Ölümünün yaklaştığını hisseden Cengiz Han yaptığı planları
oğullarına ve kumandanlarına açıklamış ve iki oğlunu da yanına alarak şunları
söylemiştir:
Çocuklarım ömrümün sonuna
yaklaşmaktayım. Tengri’nin yardımıyla size öyle büyük bir İmparatorluk
bırakıyorum ki, merkezinden ucuna bir yıl yürüyüş mesafesi vardır. Onu korumak
istiyorsanız birleşik kalın, düşmanlarınıza karşı el birliğiyle hareket edin,
size sadık olanların zenginliklerini arttırmak için anlaşın. Aranızdan birinin
tahtta bulunması gerekiyor. Ögeday halefim olacaktır. Bu seçimime ölümümden
sonra saygı duyun.[378]
1227 yılında
Liu Pan Dağlarına karargâh kurdu. Kin İmparatoru Cengiz Han’a bağlılığını
bildirdi. Ardından Tangut Kralı da Cengiz Han’a tâbi oldu. Şehri boşaltmak için
süre istediği sırada Cengiz Han hastalandı. Kumandanlarına “Eğer ölürsem
bunu gizli tutun” dedi.[379] Cengiz Han bütün Tangut
Halkının ana ve babaları ile birlikte bütün nesillerini yok etti ve ardında “Benim
soframda bütün halk yok edildi diye konuşmalısınız, bu milletin imhasından
bahsetmelisiniz!” diye emir verdi. Tangut seferini tamamlayan Cengiz Han
hastalığına yenik düşerek öldü. Tangut halkından elde edilen ganimetlerin çoğu
Yesui Hatuna verildi.[380]
Cengiz Han
eşsiz başarılarını stratejik dehasına, üstün tabiyesine ve birliklerinin
korkusuzluğuna olduğu kadar siyasî maharetine, devlet adamı anlayışına ve
teşkilâtlanma istidadına da borçludur. Cengiz Han devlet adamı olarak ancak,
milletin içinde demir gibi bir disiplin ve kayıtsız bir sükûnet hüküm sürmesini
sağlayacak tedbirler alındığı takdirde dünyayı fetih yolundaki plânlarının
gerçekleşebileceğini görmüştü.[381]
Ural-Altay dil
ailesinin Altay koluna mensup olan Moğollar, Mançuca- Tunguzca, Türkçe ve
Korece gibi diller konuşan milletlerle akrabadır. Moğol adı kaynaklarda ilk
defa VII. yüzyılda Çin’in T’ang sülalesi resmî tarihleri Chiu T’ang- shu ve
Hsin T’ang-shu’da “Meng-wu” ve “Meng-wa” şeklinde, Proto-Moğol Shih- wei kabile
grupları arasında küçük bir kabile adı olarak geçmektedir. Bu ismin devlet ve
hanedan adı olarak kullanılması Cengiz Han zamanında, millet adı olarak
kullanılması ise çok daha sonra olmuştur. Moğol asıllı kabileler M.Ö. II. bin
yıldan itibaren Türk boylarının doğusunda yer almakta ve Tula Nehri’nin
kaynakları her iki ırk arasında sınır teşkil etmekteydi.
Hun Devletinin
yıkılmasından sonra Asya’da ortaya çıkan güç boşluğu M.S. III. yüzyılın başlarından
VI. yüzyılın ortalarına kadar Moğol asıllı Hsien-piler tarafından
doldurulmuştur. Moğollar M.S. VI. yüzyılın ortalarından itibaren öncelikle
Gök-Türklerin, daha sonra da Uygurların hâkimiyetine girmişlerdir. X.- XII.
yüzyıllarda Moğol asıllı kabileler tarafından Kuzey Çin ve İç Asya’da Cürcen ve
Karahıtaylar (Kitan) gibi devletler kurulmakla birlikte, Moğolların dünya
tarihinde önemli bir rol oynamaları Cengiz Han tarafından Moğol
İmparatorluğunun kurulmasıyla olmuştur.
1155 yılında
Onon Nehri kıyısında dünyaya gelen Timuçin henüz dokuz yaşındayken babası
Tatarlar tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Kabilesi tarafından da terk
edilen Timuçin uzun süren mücadele ve zor şartlar karşısında annesi ve
kardeşleriyle ayakta durmayı başarmıştır. Zor günlerin ardından gelen
Tayciyutlar kuşatmasıyla Timuçin Tayciyutlar’a esir düşmüştür. Bir fırsat
yakalayan Timuçin Tayciyutlar kabilesinden kaçarak ailesinin yanına geldi. 1175
yılında Tuğrul’a bağlılığını bildirerek onun yanında hareket etti. Timuçin git gide
güçlenmeye başlamıştı. 1201 yılına gelindiğinde bozkırda oluşan liderlik
mücadelesi Timuçin ve Camuka’nın arasının açılmasına sebep oldu. Timuçin’e
düşman olan boylar Camuka’nın etrafında toplanarak ona “Gürhan” unvanı
verdiler. Timuçin 1201 yılında Camuka ile olan mücadelesinde ağır yara almış,
bu yaraya rağmen ölmemesi askerlerin ona olan inancını daha da arttırmıştır.
İlk olarak düşmanı olan Tayciyutlar’a darbe indirmiş, birbirini izleyen yılarda
Nayman ve Merkit halkını kendine bağlamıştır. En büyük düşmanı olan Camuka’yı
da yenerek onu öldürmüştür. 1206 yılında toplanan kurultayda “Cengiz”
unvanını alan Timuçin Han ilan edildi ve bozkırın en güçlü hükümdarı haline
geldi. Bununla birlikte Moğol hükümdarı olarak bilinen Cengiz Han XIII.
yüzyılda Moğolistan’da kurulan irili ufaklı Moğol kabilelerini bir çatı altında
toplayarak tarihte bugüne kadar görülmemiş ve daha sonra geniş coğrafyalara
yayılacak olan Moğol Devletinin temellerini atmıştır. Bu geniş coğrafyaya
yayılmasındaki en büyük etken ise “Cihan Hâkimiyeti” fikri olmuştur.
Etrafında kendine başkaldıracak hiç kimseyi bırakmayarak, İmparatorluğu’nun
sınırlarını genişletmeye devam etmiştir.
Büyük
Kurultay’dan (1206) sonra Cengiz gözünü Çin’e dikmiştir. Çin’i ele geçirebilmek
içinde ilk önce en zayıf halka olarak düşündüğü Kuzey Çin sınırında kurulan
Hsi-Hsia (Tangut) Devletini hâkimiyet altına almaya çalıştı. Aynı zamanda
Hsi-Hsia Devletini kendine bağlaması aynı zamanda ekonomik anlamda da bir artı
sağlayacaktı. Uzun süren mücadeleler sonucunda iki tarafta herhangi bir başarı
sağlayamadı ve her iki devlette anlaşma yoluna gitti. İki devlet arasında
yapılan anlaşmayla Hsi-Hsia Devleti itaat altına alınmıştır. 1211 yılında
Kerülen Nehri kıyısında topladığı kurultay da Jin Hanedanı tarafından idare edilen
Kuzey Çin’e sefer düzenleme kararı aldı. Cengiz Han Çin üzerine yaptığı
seferlerde Çin’in önemli şehirlerini almasına rağmen burada uzun süre nüfuz
sağlayamamıştır.
Doğu
seferlerini bitiren Cengiz yönünü Batıya çevirdi. Cengiz Han’dan kaçarak
Karahıtay Devletine sığınan Naymanlı Küçlüg kayınpederinin zayıflığından
istifade ederek Karahıtay tahtını ele geçirmeye çalışmıştır. Küçlüg’ün Kaşgarya
bölgesinde yaptığı yağma ve dini baskılar neticesinde Kaşgarya halkı Moğolları
kurtarıcı olarak gördüler. Küçlüg’ün giderek güçlendiğini ve ilerde kendisine
bir tehdit olacağını düşünen Cengiz bölgeye Cebe’yi yolladı. 1218’de Almalık’a
gelen Cebe’yi halk kurtarıcı gözüyle baktı. Bölgede yağmayı yasaklayan Cebe
Uygur ve Müslüman tüccarlar tarafından memnuniyetle karşılandı. Pamir yönünde
kaçan Küçlüg Sarı Göl civarında yakalanarak öldürüldü. Artık Cengiz Karahıtay
Devletini de ele geçirdikten sonra, bölgede bulunan diğer önemli güç yani
Hârizmşah Devleti ile komşu olmuştur. Hârizmşah Devleti önemli ticaret
yollarının üzerinde bulunan bir devletti. Bu yüzden de önceleri barışçıl bir
politika izleyen Cengiz Han Moğol ticaret kervanının Hârizmşah Devleti
sınırları içerisindeki Otrar da saldırıya uğramasıyla harekete geçti. Hârizmşah
Muhammed kurduğu mecliste alınan ortak karar sonucunda, Moğollarla meydan
savaşı yapmaktansa, ordusunu şehirlere ayırarak savunma savaşı yapılmasını
kabul etti. Hârizmşah Muhammed’in yaptığı en büyük hatada hiç şüphesiz bu oldu.
Çünkü bozkır harp kültürüne göre pusu kurmak en önemli savaş taktiklerinden
biriydi. Hârizmşah Muhammed bu taktiği uygulamak yerine ordusunu kısım kısım
ileri sürüyordu. Cengiz Han pusu kurma taktiğini çok iyi bildiği için
kendisinden daha kalabalık olan Hârizm ordusunu büyük yenilgilere uğratmıştır.
Moğol orduları sırasıyla Otrar, Hocend, Buhara, Semerkand gibi önemli şehirleri
ele geçirdi. Moğollarla mücadele edemeyeceğini anlayan Hârizmşah Muhammed Hazar
Denizi’ndeki Abeskûn adasına kaçtı. 1220 yılında da burada öldü.
Hârizmşah
Muhammed’in yerine geçen oğlu Celâleddin Hârizmşah yaklaşık on yıl boyunca
Kuzey Hindistan, Irak-ı Acem ve Azerbaycan’da başarılı bir şekilde mücadele
verdiyse de, çabaları Moğolları durdurmaya yetmedi. 1221 yılında Amu
Derya’yı geçen Moğol kuvvetleri sırasıyla Belh, Merv, Nişabur, Tirmiz ve Herât gibi
önemli Horasan şehirleri peş peşe aldı. Moğol istilası esnasında özellikle
Maveraünnehir, Hârezm, İran ve Irak şehirleri büyük zararlar gördü. Celâleddin
Hârizmşahı yakalamakta kararlı olan Cengiz Celâleddin’in peşinden İndüs’e kadar
gelmiştir. 1221’de Celâleddin Hârizmşah ile yaptığı savaşta Celâleddin İndüs’e
kaçmıştır. Fakat Hindistan coğrafyasının büyük olması ve bölgeyi bilmemesi onun
geri adım atmasına sebep olmuştur. 1224 yılında Kirman, Fars ve İran üzerinden
batı İran ve Azerbaycan’a ulaşan Celâleddin burada yeniden bir siyasi güç
oluşturmaya çalıştı. Bu bölgeyi tehdit eden Moğollara karşı önemli başarılar
elde etti. Bu yüzden de halkın gözünde kahraman olarak görünüyordu.
Celâleddin’in bu parlak dönemi ne yazık ki kısa sürdü. 1230 yılında Celâleddin’in
Ahlât’ta Müslümanları öldürmesi ona olan güveni sarstı ve sonunda da Eyyübîler
ile Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alâaddin Keykûbâd birleşerek Yassıçemen
de Celâleddin’i yenilgiye uğratmışlardır. Böylece Hârizmşah Devleti de tarih
sahnesinden silinmiş oldu.
XIII. yüzyılın
başlarında artık dışarıya doğru bir açılma yapan Cengiz Han, Cebe ve Subutay
komutasındaki Moğol ordusu Horasan üzerinden Azerbaycan ve Kafkaslara oradan da
Karadeniz’in kuzeyine gönderdi. Deşt-i Kıpçak sahası ve Kafkasya’ya hâkim olmak
isteyen Moğollar, Kafkas kavimleriyle karşı karşıya gelmiştir. Kademeli olarak
ilerleyen Moğollar ilk önce Kıpçak ve Alanları ayırmak için Kıpçaklarla aynı
soydan geldiklerini söyleyerek Kıpçakları yanına çekmeyi başarmıştır. Daha
sonra Alan halkını ele geçirerek, Kıpçaklar üzerine yürümüştür. Birçok Kıpçak
başbuğu öldürülüştür. İlk defa 1223 yılında Ruslarla birleşen Kıpçak ordusu,
Kalka da Moğollara karşı direndiyse de Moğol ordusu Rus-Kıpçak ordularını büyük
bir hezimete uğratmıştır.
Cihan hâkimiyeti
düşüncesinin baskın gelmesiyle sınırlarını genişleten Cengiz, oğullarına büyük
bir imparatorluk bırakmıştır. Hiç şüphesiz böyle büyük bir imparatorluk meydana
getirmesinde keskin zekâsı, disiplini, yasaları, eşsiz savaş stratejileri,
cesareti, başarılı bir şekilde ordularını sevk ve idare edebilme kabiliyeti,
gibi onu öne çıkaran özellikleri vardır.
AĞALDAĞ,
Sebahattin, (2002). Moğol Devleti, Türkler Ansiklopedisi, C.VIII, Yeni
Türkiye Yayınları Ankara.
ALAN,
Hayrunnisa, (2012). Altın Orda Hanlığında Hâkimiyet Anlayışı, Tarih Dergisi,
S.54, İstanbul.
ALİNGE, Curt,
(1967). Moğolların Tarih ve Hukuku (çev. Coşkun Üçok), Sevinç Matbaası.
ALPTEKİN,
Cahit, Ülkemizdeki Tatarlar ve Kökenleri, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, S.190.
AVİRMEND, Enkhbat,
(2011). Kök Türk ve Uygur Çağındaki Moğol Asıllı Halkların Siyasi ve Kültürel
Durumları (6 ve 9. Yüzyıllar). (Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi/Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
AVİRMEND,
Enkhbat, (2012). Juan-juanların Çöküşü ve Dağılışı, Uluslararası Türkçe
Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Sayı: %, Erzurum.
AYAN, Engin,
(2018). Moğolların Ortadoğu’daki İlk Noyanı Cormagun, Sosyal Bilimler
Araştırmaları Dergisi, C.13, S.2.
AYDIN, Erhan,
(2015). XVI. Türk Tarih Kongresi Yenisey Yazıtlarında Geçen Türk Boyları
Üzerine Notlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
AYDINLI,
Osman, (2009). Semerkant, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, C.XXXVI, İstanbul.
BADEMCİ, Ali,
(2012). Cengiz ve Yasası Timur ve Tûzûkâtı, İstanbul: Ötüken Yayınları.
BARTHOLD,
V.Viladimiroviç, (1990). Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, (haz. H. D.
Yıldız), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
BARTHOLD, V.
Viladimiroviç, (2006). Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yayınları.
BARTHOLD,
V.Viladimiroviç, (2008). İlk Müslüman Türkler, İstanbul: Örgün Yayınevi.
BAYRAK, M.
Orhan, (2002). Türk İmparatorlukları Tarihi (M.Ö. 220- M.S. 1922),
İstanbul: Bilge Karınca Yayınları.
BÜYÜKÇINAR,
Ayşe Beyza, (2018). Gürcü Moğol İlişkilerinin İlk Evresi 1220-1247, Karadeniz
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C.4, S.6.
CAHUN, Leon,
(2006). Asya Tarihine Giriş Kökenlerden 1405 ’e Türkler ve Moğollar,
(çev. Sabit İnan KAYA), İstanbul: Seç Yayın Dağıtım.
CİHAN, Cihat,
(2002). Türkler ve Moğolların Irkî Münasebetleri, Türkler Ansiklopedisi,
Yeni Türkiye Yayınları, C. VIII, Ankara.
CÜVEYNİ,
Alaaddin Ata Melik, (2013). Tarih-i Cihan Güşa (çev. Mürsel Öztürk),
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
ÇAKMAK, Mehmet
Ali, (2002). Moğol İstilası ve Harezmşahlar İmparatorluğu’nun Yıkılışı, Türkler
Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, C.IV, Ankara.
ÇEÇEN, Anıl,
(1986). Türk Devletleri, İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
ÇETİN, Osman,
(1992). I.Âlâaddin Keykubâd ve Selçuklu-Moğol Münasebetleri, Uludağ
Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, C.4, S.1.
ÇETİN, Osman,
(2012). Türk- İslam Devletleri Tarihi, İstanbul: Düşünce Kitapevi
Yayınları.
CÛZCÂNÎ,
Minhâc-i Sirâc, (2015). Tabakât-ı Nâsırî Gazneliler, Selçuklular,
Atabeglikler ve Hârezmşâhlar, (Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu), Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yayınları.
CÛZCÂNÎ,
Minhâc-ı Sirâc, (2016). Tabakât-ı Nâsırî (Moğol İstilasına Dair Kayıtlar)
( çev. Mustafa Uyar), İstanbul: Ötüken Neşriyat.
DEVLET, Nadir,
(2010). Avrasya Fatihi Cengiz Han, İstanbul: Başlık Yayın Grubu.
D’OHSOON, M.
Baron C., (2006). Moğol Tarihi, (çev. Ekrem Kalan, Qiyas Şükürov),
İstanbul: IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık.
D’OHSSON, A.
Konstantin, (2008). Moğol Tarihi Denizler İmparatoru Cengiz, İstanbul:
Nesnel Yayınlar.
EBERHARD,
Wolfram, (1996). Çin’in Şimal Komşuları (çev. Nimet Uluğtuğ), Ankara:
Türk Tarih Kurumu.
EBERHARD,
Wolfram, (2007). Çin Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
ERGİN,
Muharrem, (2003). Orhun Âbideleri, İstanbul: Hisar Kültür Gönüllüleri.
GEYİKOĞLU,
Hasan, (1996). Harezmşah Celâleddin Mengüberti’nin Şahsiyeti, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.4.
GÖKALP,
Cevdet, (1973). Çin Kaynaklarına Göre Shih-wei Kabileleri (Proto-Moğollar
Üzerinde Bir Etüd Denemesi), Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.
GÖKALP,
Cevdet, (1973). Gök-Türklerin Kuruluşundan Çingiz’in Zahuruna Kadar
Altaylarda ve İç Moğolistan’da Kabileler, Ankara: Sevinç Matbaası.
GÖKBEL, Ahmet,
(2000). Kıpçak Türkleri (Siyasi ve Dinî Tarihi), İstanbul: Ötüken
Neşriyat.
GÖKBEL, Ahmet,
(2002). Kıpçaklar- Kumanlar, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye
Yayınları, C. II, Ankara.
GÖKÇE, Cemal,
(1979). Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti,
İstanbul: Has Kutulmuş Matbaası.
GÖMEÇ,
Saadettin Yağmur, (2013). Türk Tarihinde Kıpçaklar, Türk Tarihçiliğine
Katkılar Mustafa Kafalı Armağanı, Ankara.
GÖMEÇ,
Saadettin Yağmur, (2018). Çingiz-Nâmeler Üzerine Bir İnceleme: Çingiz Han’ın
Soyu ve Moğol Tarihinin ilk Devirleri, Belleten, C.LXXXII, S.294,
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
GÖRÜN,
Kâmuran, (1981). Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, C.I, İstanbul: Karacan
Yayınları.
GROUSSET,
Rene, (2000). Bozkır imparatorluğu Atilla- Cengiz Han- Timur, İstanbul:
Ötüken Neşriat.
GROUSSET,
Rene, (2014). Cihan Fatihi Cengiz Han, İstanbul: Ötüken Neşriat.
GUIGNES,
Joseph De, (2018). Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sâir Batı
Tatarlarının Tarih-i Ûmumisi ( haz. Erol Kılıç), C.II, İstanbul: Ötüken
Neşriyat.
GÜL, Muammer,
(2006). Harezmli Türklerin Anadolu ve Yakındoğu’daki Rolleri ve Tesirleri, Belleten,
C.LXX, S.257, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
GÜL,
Muammer, (2010).
Ortaçağlarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu
(Tarihi
Arka plan ve XIII. XIV. Yüzyıl Moğol Hâkimiyeti), İstanbul: Bilge Kültür
Sanat Yayınevi.
GÜLER,
Nagehan, (2017). Cengiz Hân’ın Mâverâünnehir’i Zaptı, ANASAY, S.1.
GÜNAY, Umay
Türkeş, (2006). Geçmişten Geleceğe Türklerin Tarihi, Ankara: Akçağ
Yayınları.
GÜNGÖR, Erol,
(1992). Târihte Türkler, İstanbul: Ötüken Yayınları.
GÜRBÜZ, Osman,
(2012). Celâleddin Hârizmşah’ın Son Günleri, Atatürk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, S.37, Erzurum.
GÜZEL, Fatih,
(2015). Moğol İstilasında Halife Nâsır-li Dinillâh’ın Rolü, İnsan ve Toplum
Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C.4, S.1.
HARTOG, Leo
de, (2003). Cengiz Han Dünyanın Fatihi, Ankara: Dost Kitapevi.
HASAN,
Masudul, (1988). Hıstory of Islam(Classical Period 1206-1900 C.E) Volume
II, Islamıc Publicatins Ltd, Pakistan.
HUNKAN, Ömer
Soner, (2007). Türk Hakanlığı (Karahanlılar) Kuruluş- Gelişme- Çöküş
(766-1212), İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
İBNÜ’L ESİR,
(1985). El Kâmil Fi’t-Tarih Tercümesi İslam Tarihi (çev. Abdülkerim Özaydın,
Ahmet Ağırakça), C.XII, İstanbul: Bahar Yayınları.
İNAN,
Abdülkadir, (1960). Nayman Boyunun Soyu Meselesi, Belleten, C. XXIV, S.
96, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
İNAYET,
Alimcan, (2007). Divanü Lûgat-it-Türk’te Geçen “Çin” ve “Maçin” Adı Üzerine, Turkish
Studies, Vol. 2/4, Ankara.
İSAKOV,
Abdrasul, (2017). Kırgız-Moğol ilişkileri (IX.-XV. Yüzyıl), Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara.
İSLAM, Arshad,
(2016). The Mongol Invasions of Central Asia, International Journal of
Social Science andHumanity, Vol. 6, No. 4, April.
İZGİ, Özkan,
(1986). Kutluk Bilge Kül Kağan Bögü Kağan ve Uygurlar, Ankara: Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları.
KAFALI,
Mustafa, (1993). Cengiz Han, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı,
C.VII, İstanbul.
KAFESOĞLU,
İbrahim, (1953). Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi, Tarih Dergisi
yayınları, C.5.
KAFESOĞLU,
İbrahim, (1984). Harezmşahlar Devleti Tarihi (485- 618/1092-1221),
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
KALKAN,
Mustafa, (2006). Kırgızlar ve Kazaklar, İstanbul: Selenge Yayınları.
KALKAN, Ekrem,
(2008). Cungar Hanlığı ’nın Siyasi Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
KALKAN, Ekrem,
(2015). Moğollar Devrinde İpek Yolu, (ed. Ahmet Taşağıl), İstanbul: Pelikan
Basım.
KAMALOV,
İlyas, (2003). Moğolların Kafkasya Politikası, İstanbul: Kaknüs
Yayınları.
KAMALOV,
İlyas, (2008). Altın Orda-Rus İlişkileri ve Altın Orda’nın Rusya’ya Etkileri
(Altın Orda Devleti’nin yıkılışı ve Çarlık Rusyası’nın Kuruluş Sürecinde).
(Doktora Tezi). Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi/Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
KARATAŞ, Ömer,
GENÇ, Ali, (2014). Kafkasya’da Moğol İstilası ve Alanların Göçü, Karadeniz
Araştırmaları, S.43.
KARAYEV,
Ömürkul, (2008). Türkler ve Kağanlıkları (çev. Mustafa Kalkan),
İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayıncılık.
Kâşgarlı
Mahmud, (2005). Dîvanü Lugâti’t- Türk, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
KELEŞ, Erol,
(2018). Moğol İşgali Sırasında Van Gölü Havzası’na Gelen Türk- Moğol Boyları, Vakanüvis
Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, C.3, S.1.
KEMALOĞLU,
İlyas, (2016). Avrasya’nın Sekiz Asrı Çengizoğulları, (haz. Hayrunnisa Alan,
İlyas Kamalov), İstanbul: Ötüken Yayınları.
KOCA, Salim,
(2009). Moğol İstilâsına Karşı I. Alâeddin Keykubâd’ın Güvenlik Politikası, Gazi
Türkiyat Türkolojileri Araştırmaları Dergisi, C.1, S.5.
KÖPRÜLÜ, M.
Fuat, (2005). Türkiye Tarihi Anadolu İstilâsına Kadar Türkler, (haz.
Hanefi Palabıyık) Ankara: Akçağ Yayınları.
KURAT, Akdes Nimet, (1972). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz
Kuzeyindeki
TürkKavimleri ve Devletleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
KURAT, Akdes
Nimet, (1987). Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yayınları.
LAMP, Harold,
(2010). Moğolların Efendisi Cengiz Han, İstanbul: İlgi Kültür Sanat
Yayınları.
LİGETİ, L.,
(1989). Bilinmeyen İç Asya (çev. Sadrettin Karatay), Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi.
LİU, Mau Tsai,
(2006). Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri (çev. E. Kayaoğlu, D.
Banoğlu), İstanbul: Selenge Yayınları.
MAKSUDOĞLU,
Mehmet, (1997). Tatarlar; Moğol Mu, Türk Mü?, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı; 11-12, 1993-1994, İstanbul.
MAN, John,
(2013). Cengiz Han Yaşamı, Ölümü ve Yeniden Dirilişi (çev. İsmail
Tulçalı), İstanbul: Yakamoz Yayınları,
MERÇİL,
Erdoğan, (1997). Müslüman -Türk Devletleri Tarihi, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
Moğolların
Gizli Tarihi, (çev. Ahmet Temir), (1986). Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
NESEVİ,
(1934). Celalüttin Harezmşah, ( çev. Necip Asım Yazıksız), İstanbul:
Devlet Matbaası.
NICOLLE,
David, (1990). The Mongol Warlords Genghis Khan, Kublai Khan, Hülagu,
Tamerlane, Firebird books,.
OKTAY, Hasan,
(2007). Ermeni Kaynaklarında Türkler ve Moğollar, İstanbul: Selenge
Yayınları.
ORKUN, Hüseyin
Namık, (1994). Eski Türk Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
ÖGEL,
Bahattin, (1979). Tatar, İslam Ansiklopedisi, C.XII, İstanbul.
ÖGEL, Bahattin,
(2003). İslamiyetten Önce Türk Kültürü, Ankara: Tarihi Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
ÖZAYDIN,
Abdülkerim, (2001). Karahanlılar, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, C.XXIIII, İstanbul.
ÖZAYDIN,
Abdülkerim, (2002). Hârizmşahlar Devleti, Türkler Ansiklopedisi, Yeni
Türkiye Yayınları, C.IV, Ankara.
ÖZBEK,
Süleyman, (2018). Türkiye Selçuklularının Çöküşünde Sebep Sonuç İlişkisi Yassıçemen’den
Kösedağ’a, Çeşm-i Cihan (Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi),
C.5, S.1.
ÖZCAN, Altay
Tayfun, (2017). Moğol-Rus İlişkileri (1223-1341), Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
ÖZDEMİR,
Ahmet, (2002). Cengiz İstilası, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye
Yayınları, C.VIII, Ankara.
ÖZDEMİR, H.
Ahmet, (2005). Moğol istilası ve Abbasi Devleti’nin Yıkılışı, İstanbul:
İz Yayıncılık.
ÖZDEMİR, H.
Ahmet, (2005). Tâhirü’l-Mevlevî ve Cengiz ve Hülâgû Mezalimi, Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.7, S.11.
ÖZDEMİR, H.
Ahmet, (2011). Klandan İmparatorluğa Cengiz Han’ın, Soyu, Yetiştiği Ortam
Çocukluğu, Kişiliği ve Yasası, Psikotarih bağlamında bir deneme, Selçuk
Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi, Konya.
ÖZGÜDENLİ,
Osman Gazi, (2005). Moğollar, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, C. XXX, İstanbul.
ÖZTUNA,
Yılmaz, (1983). Büyük Türkiye Tarihi, C.I, İstanbul: Ötüken Yayınevi,
ROSSABİ,
Morris, (1988). Genghis Khan, Ansiklopedia of Asıan History, C.I, New
York.
ROUX, Jean
Paul, (2001). Moğol İmparatorluğu Tarihi, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
ROUX, Jean
Paul, (2004). Türklerin Tarihi-Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl,(çev. Aykut
Kazancıgil, Lale Aslan Özcan), İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
SAGASTER,
Klaus, (1987). Chinggis Khan, Encyelopedia of Religion, C.III, New York.
SPULER,
Bertold, (2011). İran Moğolları (Siyaset, İdare ve Kültür İlhanlılar devri
1220-1350) (çev. Cemal Köprülü), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,
SÜMER, Faruk,
(1970). Anadolu’da Moğollar, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S.1, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
SÜMER, Faruk,
(2011). Tatarlar, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
C.XXXX, İstanbul.
ŞAHİN, Cemile,
(2011). XIII. Yüzyıldan Günümüze Eskişehir Yöresinde Tatarlar, (Doktora
Tezi). Ankara Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
TANERİ, Aydın,
(1977). Celâluddin Hârimşâh ve Zamanı, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
TANERİ, Aydın,
(1993). Celâleddin Hârizmşah, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, C.VII, İstanbul.
TANERİ,
Aydın, (1997). Hârizmşahlar, İslam Ansiklopedisi, Türkiye
Diyanet Vakfı
Yayınları, C. XVI, İstanbul.
TAŞAĞIL,
Ahmet, (2001). Karahıtaylar, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, C.XXIV, İstanbul.
TAŞAĞIL,
Ahmet, (2011). Gök-Türk Dönemi Türk Moğol Boy İlişkileri, Belleten,
C.59, S.1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
TAŞAĞIL,
Ahmet, (2013). Çın Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, Ankara: Türk
Tarih Kurumu.
TEMİR, Ahmet,
(1975). Türk-Moğol imparatorluğu ve Devamı, Ankara: Türk Dünyası El
Kitabı.
TEMİR, Ahmet,
(2002). Moğol (veya Türk- Moğol) Hanlığı, Türkler Ansiklopedisi, C.VIII,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
TOGAN,
İsenbike, (2002). Çinggis Han ve Moğollar, Türkler Ansiklopedisi, C.
VIII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
TOGAN,
İsenbike - KARA, G. - BAYSAL, C., (2006). Çin Kaynaklarında Türkler, Eski
Tang Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
TOGAN, Zeki Velidi, (1941). Moğollar, Çingiz ve Türkler, İstanbul:
Arkadaş
Matbaası.
TOGAN, Zeki Velidi, (1969). Cengiz Han (1155-1227) 1969-70 Kış
Sömestresi
Teksir nüshasıdır, Komen Teksir Bürosu.
TOGAN, Zeki Velidi, (1981). Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul:
Enderun
Kitapevi.
TOKSOY, Ahmet,
(2007). Celal ed-din Harezmşah’ın Gürcistan’daki Faaliyetleri, Erzincan
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S.1, C.9.
TOPÇİ Altan,
(2007). Moğolların Gizli Tarihine ve Altan Topçi’ye Çinggis Han’ın Şeceresi,
(çev. Tuncer Gülensoy), Türkoloji Araştırmaları Dergisi, Volume 2/2,
Ankara.
TURAN, Refik,
(2012). Selçuklu Tarihi El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayınları.
TURAN, Osman,
(1958). Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar Metin, Tercüme ve
Araştırmalar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
TURAN, Osman,
(1995) Çingiz Adı Hakkında, Belleten, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, C.V, S.19.
TURAN, Osman,
(2009). Selçuklular Tarihi ve Türk - İslâm Medeniyeti, İstanbul: Ötüken
Neşriyat.
UYAR, Mustafa,
DANUU, Ankhbayar, (2012). Cengiz İmparatorluğu Hakkında İlk Tarih Kayıtları:
Meng Ta pei lu ve Hei Ta shi lu, (çev.) İstanbul: Ötüken Neşriyat.
ULUÇAY, M.
Çağatay, (1977). İlk Müslüman Türk Devletleri, İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
ÜREKLİ,
Muzaffer, (1993). Celâyirliler, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, C. VII, İstanbul.
VERNADSKY,
George, (2009). Rusya Tarihi, (çev. Doğukan Mızrak, Egemen Ç. Mızrak),
İstanbul: Selenge Yayınları.
VLADIMIRTSOV,
B.Y., (1995). Moğolların
içtimai Teşkilatı Moğol
Göçebe
Feodalizmi, (çev. Abdülkadir İNAN) Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
VLADIMIRCOV,
B.Y., (1950). Cengiz
Han, (çev. Hasan Ali Ediz),
İstanbul:
Milli Eğitim Basımevi.
YAZICI,
Nesimi, (2009). İlk Türk İslam Devletleri Tarihi, Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.
YILDIRIM,
Kürşat, (2012). Erken Tabgaç (T‘o-Pa) Tarihinin Ana Hatları (Wei Shu‘nun ilk
Bölümüne Göre), Turkish Studies, Vol. 7/3, Ankara.
YILDIRIM,
Kürşat, (2012). Tatar Adının Kökeni Üzerine, Türkiyat
Mecmuası,
C.22, İstanbul.
YILDIRIM,
Kürşat, (2015). Bozkırın Yitik Çocukları Juan-Juan’lar, İstanbul:
Yeditepe Yayınevi.
YOLSEVER,
Umut, ÖZCAN, Kemal, (2018). Moğollar Tarafından 12371240 Yılları Arasında
İtaat Altına Alınan Rus Knezlikleri, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma
Dergisi, C.7, S.5.
YUVALI,
Abdulkadir, (2017). İlhanlı Tarihi, İstanbul: Bilge Kültür Sanat
Yayıncılık.
WOO, Duck
Chan, (1995). Juan-Juanlar, (Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi / Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
[1]
A. Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihi’ne Giriş, Enderun Kitapevi,
İstanbul 1981, s. 65
[2]İbrahim Kafesoğlu, “Türk
Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi”, Tarih Dergisi Yayınları, C. 5,
S. 8, 1953, s. 109
[3] A.
Zeki Velidi Togan, Moğollar, Çingiz ve Türkler, Arkadaş Matbaası,
İstanbul 1941, s. 713
[4] M. Fuat Köprülü, Türkiye
Tarihi Anadolu İstilâsına Kadar Türkler, (haz. Hanefi Palabıyık) Akçağ
Yayınları, Ankara 2005, s. 60
[5] Kafesoğlu,
a.g.m., s. 109-110
[6] Togan,
a.g.e., s. 66
[7]Kürşat Yıldırım, “Erken Tabgaç
(T’o-Pa) Tarihinin Ana Hatları (Wei Shu’nun ilk Bölümüne Göre)”, Turkish
Studies, Vol. 7/3, Ankara 2012, s. 2714.
[8] Abdrasul İsakov, Kırgız-Moğol
İlişkileri (IX.-XV. Yüzyıl), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2017, s.
21
[9] Enkhbat Avirmed, Kök Türk
ve Uygur Çağındaki Moğol Asıllı Halkların Siyasi ve Kültürel Durumları (6 ve 9.
Yüzyıllar), (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim
Dalı Doktora Tezi), Ankara 2011, s. VII.
[10] İsakov, a.g.e., s. 21
[11] Avirmed, a.g.t., s. IV
[12] W. Eberhard, Çin ’in Şimal
Komşuları, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1996, s. 100
[13] L. Ligeti, Bilinmeyen İç
Asya, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989, s. 33
[14]Avirmed, “Juan Juanların Çöküşü
ve Dağılışı”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, S. 1/4
2012, s. 241
[15] Duck Chan Woo, Juan-juanlar,
(Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora
Tezi) , Ankara 1995, s. 20.
[16] M. T. Liu, Çin
Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri (çev. E. Kayaoğlu, D. Banoğlu), İstanbul
2006, s. 14.
[17]Kürşat
Yıldırım, Bozkırın Yitik Çocukları Juan-Juan ’lar, Yeditepe Yayınevi,
İstanbul 2015, s. 11
[18] Kürşat Yıldırım, a.g.e., s. 12
[19] Woo, a.g.t., s. 28
[20] İsakov, a.g.e., s. 23
[21] Avirmed, a.g.m., s. 242
[22] Liu, a.g.e., s. 17
[23] Avirmed, a.g.m., s. 243
[24] Kürşat Yıldırım, a.g.e., s. 50
[25] Avirmed, a.g.m., s. 244
[26]İlyas Kemaloğlu, Avrasya’nın
Sekiz Asrı Çengizoğulları (haz. Hayrunnisa Alan, İlyas Kemaloğlu), Ötüken
Neşriyat, İstanbul 2016, s. 25
[27]
Eberhard, a.g.e., s. 57
[28]Ahmet Taşağıl,
“Karahıtaylar,” İslam Ansiklopedisi, C. XXIV, İstanbul 2001, s. 415
[29] İsakov, a.g.e., s. 25
[30] Avirmed, a.g.t. s. 33
[31]Rene
Grousset, Bozkır İmparatorluğu, Attila, Cengiz Han, Timur, Ötüken
Neşriat 2014, s. 133
[32]Avirmed,
a.g.t., s. 58
[33]Özkan İzgi, Kutluk Bilge Kül
Kağan Böğü Kağan ve Uygurlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara
1986, s. 62
[34] İsakov, a.g.e., s. 26
[35] Kemaloğlu, a.g.e., s. 25
[36] Bilge Kağan Âbidesi Doğu Cephesi (13) : “
Güneyde Çin milleti düşman imiş. Kuzeyde
Baz
Kağan, Dokuz Oğuz kavmi düşman imiş. Kırgız, Kunkan, Otuz Tatar, Kitay, Tatabı
hep düşman imiş. Babam kağan bunca ................... Kırk yedi defa ordu sevk etmiş, yirmi savaş
yapmış. Tantı lütfettiği
için illiği
ilsizletmiş, kağanlıyı kağansızlatmış, düşmanı tabi kılmış, dizliğe diz
çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup
gitmiş. ” Muharrem Ergin, Orhun Âbideleri, Hisar Kültür Gönüllüleri,
İstanbul 2003, s. 25
[37] Avirmed, a.g.t, s. 7
[38]Ahmet Taşağıl, “Gök-Türk Dönemi
Türk Moğol Boy İlişkileri,” Belleten Yayınları, 2011, C. 59, S. 1, s. 99
[39] Ahmet Taşağıl, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk
Boyları, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013, s. 61
[40] Eberhard, a.g.e., s. 55
[41] Eberhard, a.g.e., s. 57
[42]Cevdet Gökalp, Çin
Kaynaklarına Göre Shih-wei Kabileleri (Proto-Moğollar Üzerinde Bir Etüd
Denemesi), Sevinç Matbaası, Ankara 1973, s. 53
[43] Avirmed, a.g.t., s. 59
[44] İsakov, a.g.e., s. 27
[45] İsenbike Togan, G. Kara, C.
Baysal, Çin Kaynaklarında Türkler: Eski Tang Tarihi, Türk Tarih Kurumu,
Ankara 2006, s. 77
[46] Avirmed, a.g.t., s. 14
[47] Wolfram Eberhard, Çin
Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2007, s. 152
[48] Eberhard, a.g.e., s.
104
[49] İsakov, a.g.e., s. 28,29
[50] Bahaddin Ögel, “Tatar”, İslam Ansiklopedisi,
C. XII/I, İstanbul 1979, s. 54
[51] Kâşgarlı Mahmud, Dîvanü Lugâti’t- Türk,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005, s. 540
[52] Cahit Alptekin, “Ülkemizdeki
Tatarlar ve Kökenleri,” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 190, s. 4
[53] H. N. Orkun, Eski Türk
Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1994, s. 31
[54] Erhan Aydın, “Yenisey
Yazıtlarında Geçen Türk Boyları Üzerine Notlar”, XVI. Türk Tarih Kongresi
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2010, s. 54
[55] Avirmed, a.g.t., s.
105
[56] Grousset, a.g.e., s. 189
[57] İsakov, a.g.e., s. 30
[58] Gökalp, a.g.e., s. 91
[59] İsakov, a.g.e., s. 30
[60] Gökalp, a.g.e, s. 62
[61] Eberhard, a.g.e., s. 59
[62] Taşağıl, a.g.e., s. 27
[63] Avirmed, a.g.t., s. 13-14
[64] Avirmed, a.g.t., s. 93
[65] Osman Gazi Özgüdenli,
“Moğollar”, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
C. XXX, İstanbul 2005, s. 225-229.
[66] Avirmed, a.g.t., s.
126
[67] Sebahattin Ağaldağ, “Moğol Devleti”,
Türkler Ansiklopedisi, C. VIII, Yeni Türkiye
Yayınları Ankara 2002,
s. 265
[68]Bahattin
Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 2003, s. 30
[69] D’ohsson, a.g.e., s.
30
[70] Cevdet Gökalp, Çin
Kaynaklarına Göre Shih-wei Kabileleri, Sevinç Matbaası, Ankara 1973 s. 91
[71] Cihat Cihan, “Türkler İle Moğolların Irkî
Münasebetleri,” Türkler Ansiklopedisi, C. VIII, s. 280
[72] Cevdet Gökalp, Gök-Türklerin
Kuruluşundan Çingiz ’in Zahuruna Kadar Altaylarda ve İç Moğolistanda Kabileler,
Sevinç Matbaası, Ankara 1973, s. 119
[73]Faruk Sümer, “Tatarlar,” İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXXX, İstanbul 2011, s.
168-170
[74] Togan, a.g.e., s. 9
[75] Ögel, a.g.m., s. 53-57
[76] İsakov, a.g.e., s. 134
[77] İsenbike Togan, “Çinggis Han
ve Moğollar”, Türkler Ansiklopedisi, C. VIII, s. 243
[78] Ögel, a.g.e., s. 551
[79] Ahmet Temir, Türk-Moğol
İmparatorluğu ve Devamı, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1975, s. 921
[80] Mustafa Uyar, Cengiz
İmparatorluğu Hakkında İlk Tarih Kayıtları: Meng Ta pei lu ve Hei Ta shi lu,
(çev. Ankhbayar Danuu) Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s. 49
[81] Togan, a.g.e., s. 19
[82] V. V. Barthold, Moğol
İstilasına Kadar İstilasına Türkistan, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara
1990, s. 405-406.
[83] Roux, a.g.e., s. 36
[84] Abdülkadir İnan, “Nayman Boyunun Soyu Meselesi”, Belleten,
C. XXIV, S. 96, Ankara 1960
[85] İsakov, a.g.e., s. 121-124
[86] Togan, a.g.e., s. 29
[87] Jean Paul Roux, Türklerin
Tarihi-Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl, (çev. Aykut Kazancıgil, Lale Aslan
Özcan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2004, s. 170
[88] İsakov, a.g.e., s. 116-119
[89] D’ohsson, a.g.e., s.
77
[90] B.Y. Vladimirtsov, Moğolların
İçtimai Teşkilatı, Moğol Göçebe Feodalizmi (çev. Abdülkadirînan), Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995, s. 165.
[91] Ekrem Kalkan, Cungar Hanlığı ’nın Siyasi
Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2008, s. 1-2
[92] İsakov, a.g.e., s. 157
[93] Vladimirtsov, a.g.e., s. 226
[94] Mustafa Kalkan, Kırgızlar
ve Kazaklar, Selenge Yayınları, İstanbul 2006, s. 205
[95] İsakov, a.g.e, s. 113
[96] Kalkan, a.g.e., s. 207
[97]Muzaffer
Ürekli, “Celâyirliler”, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, C. VII, İstanbul 1993, s. 264.
[98] İsakov, a.g.e., s. 126
[99] Vladimirtsov, a.g.e.,
s. 100-101.
[100] Ürekli, a.g.m., s. 264
[101] Kürşat Yıldırım, “Tatar Adının Kökeni Üzerine”, Türkiyat
Mecmuası, C. 22, İstanbul 2012, s. 186
[102]Cemile Şahin, XIII.
Yüzyıldan Günümüze Eskişehir Yöresinde Tatarlar, (Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü (Doktora Tezi), Ankara 2011, s. 16-17
[103] Mehmet Maksudoğlu, “Tatarlar;
Moğol Mu, Türk Mü?”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.
11-12, 1993-1994, İstanbul 1997, s. 207
[104] Grousset, a.g.e., s. 186
[105] Cihat Cihan, “Türkler
ve Moğolların Irkî Münasebetleri”, Türkler Ansiklopedisi, C. VIII,
Ankara 2002, s. 283
[106] Barthold, a.g.e., s. 406
[107]'Moğolların Gizli Tarihi, s. 3
[109] Ağaldağ, a.g.m., s. 267
[110] Ağaldağ, a.g.m., s. 267
[111] Togan, a.g.e., s.
27-28
[112] Leon Cahun, Asya Tarihine Giriş Kökenlerden
1405’e Türkler ve Moğollar, (çev. Sabit
İnan KAYA), Seç Yayın
Dağıtım, İstanbul 2006, s. 130
[113]Moğolların
Gizli Tarihi, s. 5-6
[115] S. Yağmur Gömeç,
“Çingiz-Nâmeler Üzerine Bir İnceleme: Çingiz Han’ın Soyu ve Moğol Tarihinin ilk
Devirleri”, Belleten, Türk Tarih Kurumu Yayınları, C. LXXXII, S. 294,
Ankara 2018, s. 411
[116] Roux, a.g.e., s. 65
[117] Togan, a.g.e., s.
27-28
[118] Klaus Sagaster, “Chinggis Khan”, Encyelopedia
ofReligion, C. III, NewYork 1987, s. 328
[119] Mustafa Kafalı, “Cengiz Han”, İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. VII, İstanbul 1993, s.
367
[120]Altan Tobçi, “Moğolların Gizli
Tarihine ve Altan Tobçi'ye Göre Çinggis-Han’ın Şeceresi,” (çev. Tuncer
Gülensoy) Türkoloji Araştırmaları Dergisi, V 2/2, Ankara 2007, s. 189
[121]
Moğolların Gizli Tarihi, s. 17
[123]
B.Y. Vladimircov, Cengiz Han, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1950, s.
14
[124]Moğolların
Gizli Tarihi, s. 19
[125]H.Ahmet
Özdemir, “Klandan
İmparatorluğa Cengiz Han’ın, Soyu, Yetiştiği Ortam Çocukluğu, Kişiliği ve
Yasası, Psikotarih Bağlamında Bir Deneme”, Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu
Eğitim Fakültesi, Konya 2011, s. 38
[126]
Hayrunnisa Alan, “Altın Orda Hanlığında Hâkimiyet Anlayışı”, Tarih Dergisi,
S. 54, İstanbul 2012, s. 5
[127]Moğolların Gizli Tarihi,
s. 19-20
[128]
Ağaldağ, a.g.m, s. 268
[129] Roux, a.g.e., s. 71
[131]Arshad İslam, “The Mongol
Invasions of Central Asia ”, International Journal ofSocial Science
andHumanity, Vol. 6, No. 4, April 2016, s. 316
[132] İlyas Kamalov, Moğolların Kafkasya
Politikası, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2003, s. 13
[133] Mustafa Kafalı, “Cengiz Han”, İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.
VII, İstanbul 1993, s.
367
[134] Morris Rossabi,” Genghis Khan,” Ansiklopedia
of Asıan History, C. I, New York 1988, s.
496
[135] Roux, a.g.e., s. 74
[137]
Vladimircov, a.g.e., s. 17-18
[139] Roux , a.g.e., s. 77
[140] Vladimircov, a.g.e., s. 21
[141] Ali
Bademci, Cengiz ve Yasası Timur ve Tûzûkâtı, Ötüken Yayınları, İstanbul
2012, s. 41
[143] Roux, a.g.e., s. 79
[144] D’ohsson, a.g.e, s. 42
[145]Moğolların
Gizli Tarihi, s. 33-34
[146] Vladimircov, a.g.e.,
s. 23
[147]David Nicolle, The Mongol
Warlords Genghis Khan, Kublai Khan, Hulegu, Tamerlane, Firebird books,
1990, s. 13-14
[148]
Ağaldağ, a.g.m., s. 268
[153] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 44-45
[156] Roux, a.g.e., s. 94
[157] Grousset, a.g.e., s. 203
[158] Roux, a.g.e., s. 108
[159] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 70-71
[160] Devlet, a.g.e., s. 77
[161] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 72-73
[165]Moğolların
Gizli Tarihi, s. 82
[166] Faruk Sümer, “Anadolu’da
Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S. 1, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1970 s. 13
[167]Moğolların Gizli Tarihi, s. 83
[169] Ağaldağ, a.g.m., s. 268
[170] Roux, a.g.e., s. 117
[171] Kafalı, a.g.m., s. 367
[172] D’ohsson, a.g.e., s. 51
[173] Grousset, a.g.e., s. 208
[174] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 123
[175] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 130
[177] Ağaldağ, a.g.m., s. 269
[178] George Vernadsky, Rusya
Tarihi, çev. (Doğukan Mızrak Egemen Ç. Mızrak), Selenge Yayınları, İstanbul
2009, s. 83
[179] Kafalı, a.g.m., s. 368
[180] Ağaldağ, a.g.m., s. 269
[181] Osman Turan, “Çingiz Adı
Hakkında”, Belleten, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1941, C. V, S.
19, s. 269
[182] H.Ahmet Özdemir, Moğol
İstilası ve Abbasi Devleti’nin Yıkılışı, İz Yayıncılık, İstanbul 2005, s.
48
[183] Ahmet Temir, “Moğol ( veya Türk - Moğol) Hanlığı”,
Türkler Ansiklopedisi, C. VIII, s. 259
[184] A. Zeki Velidi Togan, Cengiz Han (1155-1227), (1969-70 Kış Sömestresi Teksir
nüshasıdır), Komen
Teksir Bürosu, 1969, s. 4-5
[185] Masudul Hasan, Hıstory of
İslam (Classical Period 1206-1900 C.E) Volume II, Islamıc Publicatins Ltd,
Pakistan 1988, s. 1
[186] Rene Grousset, Cihan Fatihi
Cengiz Han, Ötüken Neşriat, İstanbul 2014, s. 173
[187] Roux, a.g.e., s. 157
[188] Vladimircov, a.g.e., s. 70
[189] Hartog, a.g.e., s. 64
[190] Nadir Devlet, Avrasya Fatihi Cengiz Han, Başlık
Yayınları, s. 117-118
[191] Roux, a.g.e., s. 158
[192] John Man, Cengiz Han Yaşamı Ölümü ve Yeniden
Dirilişi, Yakamoz Yayınlan., s. 161
[193] Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi,
Ötüken Yayınevi, İstanbul 1983, C. 1, s. 240
[194] V.V Barthold, Orta Asya
Türk Tarihi Dersleri (haz. Hüseyin Dağ), Çağlar Yayınları, Ankara 2004, s.
108
[195] Roux, a.g.e., s. 160
[196] Devlet, a.g.e., s.
121
[197] Man, a.g.e., s. 163-164
[198] Vladimircov, a.g.e., s. 74
[199] Leo de Hartog, Cengiz Han
Dünyanın Fatihi, Dost Kitapevi, Ankara 2003, s. 67
[200] Devlet, a.g.e., s. 121
[201] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 171
[202] Devlet, a.g.e., s. 124
[203] Grousset, a.g.e., s. 224
[204] Roux, a.g.e., s. 162-163
[205] Roux, a.g.e., s. 163
[206] D’ohsson, a.g.e., s. 70
[207] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 169
[208] Grousset, a.g.e., s. 225
[209] Roux, a.g.e., s. 164
[210] Nadir Devlet, a.g.e.,
s. 132,133
[211] Ahmet Taşağıl, “ Karahıtay”, İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXIV, İstanbul 2001, s.
415
[212] İsakov, a.g.e., s. 100
[213] Taşağıl, a.g.m., s. 415
[214] D’ohsson, a.g.e., s.
78
[215] İsakov, a.g.e., s. 102
[216] V.V Barthold, İlk Müslüman Türkler, Örgün
Yayınevi, İstanbul 2008, s. 36
[217] D’ohsson, a.g.e., s. 78-79
[218] Barthold, a.g.e., s.
36
[219] Taşağıl, a.g.m. s. 415
[220] Grousset, a.g.e., s. 228
[221] Togan, a.g.e., s. 61
[222] İsakov, a.g.t., s. 103
[223] Barthold, a.g.e., s.
36
[224] Taşağıl, a.g.m., s. 416
[225] Grousset, a.g.e., s. 229
[226] Ömürkul Karayev, Türkler
ve Kağanlıkları (çev. Mustafa Kalkan), Bilge Kültür Sanat Yayıncılık,
İstanbul 2008, s. 177
[227] İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar
İmparatorluğunun Yıkılışı (485-618/1092-1221), Türk
Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara 1984, s. 193
[228] Grousset, a.g.e., s. 230
[229] D’ohsson, a.g.e, s. 80-81
[230] Roux, a.g.e., s. 173
[231] Alimcan İnayet, “Divanü
Lûgat-it-Türk‘te Geçen “Çin” ve “Maçin” Adı Üzerine”, Turkish Studies,
Vol. 2/4, Ankara 2007, s. 1179.
[232]Osman Çetin, Türk- İslam
Devletleri Tarihi, Düşünce Kitapevi Yayınları, İstanbul 2012, s.
55
[233]Erdoğan
Merçil, Müslüman -Türk Devletleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
1997, s. 190
[234]Ömer Soner Hunkan, Türk
Hakanlığı (Karahanlılar) Kuruluş- Gelişme- Çöküş (766-1212), IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 239
[235] Alaaddin Ata Melik Cüveyni, Tarih-i
Cihan Güşa (çev. Mürsel Öztürk), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2013,
s. 147
[236] Umay Türkeş Günay, Geçmişten Geleceğe Türklerin
Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2006, s. 273
[237] Refik Turan, Selçuklu
Devleti El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara 2012, s. 251-252
[238] Erol Güngör, Târihte Türkler, Ötüken
Yayınları, İstanbul 1992, s. 112
[239] Anıl Çeçen, Türk Devletleri, İnkılâp
Kitabevi, İstanbul 1986, s. 197-198
[240] M. Orhan Bayrak, Türk
İmparatorlukları Tarihi (M.Ö. 220- M.S. 1922), Bilge Karınca Yayınları,
İstanbul 2002, s. 322
[241] Kafesoğlu, a.g.e., s. 232
[242] Minhâc-ı Sirâc El-Cûzcânî, Tabakât-ı
Nâsırî (Moğol İstilasına Dair Kayıtlar) ( çev. Mustafa Uyar), Ötüken
Neşriyat, İstanbul 2016, s. 53
[243] Joseph De Guıgnes, Hunların,
Türklerin, Moğolların ve Daha Sâir Batı Tatarlarının Tarih-i Ûmumisi ( haz.
Erol Kılıç), C. II, İstanbul 2018, s. 390
[244] Abdulkadir Yuvalı, İlhanlı
Tarihi, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2017, s. 65
[245] Bertold Spuler, İran Moğolları (Siyaset, İdare
ve Kültür İlhanlılar devri 1220-1350) çev.
Cemal Köprülü, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2011, s. 30
[246]Ekrem
Kalan, “Moğollar Devrinde İpek Yolu”, (ed. Ahmet Taşağıl) Pelikan Basım,
İstanbul 2015, s. 93
[247] Nesimi Yazıcı, İlk Türk
İslam Devletleri Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2009, s.
362
[248] Üç Müslüman elçi tarafında
Muhammed Şah’a iletilen mektup aynen şöyledir: “Size selam ederim,
İmparatorluğunuzun genişliğini biliyor ve sizinle dost olmayı arzu ediyorum.
Size oğullarımın en mümtazı nazarıyla bakacağım. Elbet siz de biliyorsunuz ki,
ben Çin’in bir kısmına hükümranım ve kuzey taraftaki kabileler hep benim
idaremdedir. Büyük gümüş madenleriyle karıncalar kadar çok cengâverler ile bir
imparatorluğa sahip olan ben, başka yerlere göz dikmeye muhtaç değilim. Fakat
tebaalarımız arasında ticareti kolaylaştırmak için sizinle bir ticaret anlaşması
yapmak, her ikimizin de menfaatine uygundur sanınm”(A. Konstantin D’ohsson,
Moğol Tarihi Denizler İmparatoru Cengiz, Nesnel Yayınlar, 2006: 92-93)
[249] Kafesoğlu, a.g.e., s. 233
[250] Ağaldağ, a.g.m., s. 271
[251] Kâmuran Görün, Türkler ve
Türk Devletleri Tarihi, Karacan Yayınları, C. I, İstanbul 1981, s. 406
[252] Yazıcı, a.g.e., s.
362
[253] Özdemir, a.g.m., s. 312
[254] Barthold, a.g.e., s.
36
[255] V.V. Barthold, Orta Asya
Türk Tarihi Hakkında Dersler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2006, s.
127-128
[256] Spuler, a.g.e., s. 31-32
[257] Umut Yolsever, Kemal Özcan, “Moğollar
Tarafından 1237-1240 Yılları Arasında İtaat Altına Alınan Rus Knezlikleri,” İnsan
ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi, C. 7, S. 5, 2018, s. 87
[258] Minhâc-i Sirâc el Cûzcânî, Tabakât-ı
Nâsırî Gazneliler, Selçuklular; Atabeglikler ve Hârezmşâhlar (Tercüme ve
Notlar: Erhan Göksu),Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2015, s. 137
[259] Barthold, a.g.e., s. 424
[260] Merçil, a.g.e., s. 196
[261] Kafesoğlu, a.g.e., s. 243
[262] Kafesoğlu, a.g.e., s.
243
[263]Fatih Güzel, “Moğol
İstilasında Halife Nâsır-li Dinillâh’ın Rolü”, İnsan ve Toplum Bilimleri
Araştırmaları Dergisi, C. 4, S. 1, 2015, s. 150
[264] M. Çağatay Uluçay, İlk Müslüman Türk
Devletleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977, s. 96
[265] Kafesoğlu, a.g.e., s. 246
[266] Cüveyni, a.g.e., s.
119
[267]Abdülkerim Özaydın,
“Hârizmşahlar Devleti”, Türkler Ansiklopedisi, C. IV, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara
2002, s. 893
[268] Devlet, a.g.e., s. 144
[269] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 191
[270] Roux, a.g.e., s. 180
[271] Ahmet Özdemir, “Cengiz İstilası”, Türkler
Ansiklopedisi, C.VIII, Yeni Türkiye Yayınları.
s. 315
[272] İbnü’l Esir, El Kâmil
Fi’t-Tarih Tercümesi İslam Tarihi (çev. Abdülkerim Özaydın, Ahmet Ağırakça),
Bahar Yayınları, İstanbul 1985, C. XII, s. 317
[273] Esir, a.g.e., s. 317
[274] Ağaldağ, a.g.m., s. 272
[275] Uluçay, a.g.e., s. 117
[276] Esir, a.g.e., s. 318
[277] Kafesoğlu, a.g.e., s. 251
[278] Özdemir, a.g.m., s. 315
[279] Roux, a.g.e., s. 182
[280] Hartog, a.g.e., s. 99
[281] Kafesoğlu, a.g.e., s. 254
[282] Cüveyni, a.g.e., s.
122
[283] Kafesoğlu, a.g.e., s. 255
[284] Grousset, a.g.e., s. 172
[285] Kafesoğlu, a.g.e., s. 256-257
[286] Cüveyni, a.g.e., s.
125
[288] Kafesoğlu, a.g.e., s. 251
[289] Çakmak, a.g.m., s. 911
[290] Nagehan Güler, “Cengiz Hân’ın Mâverâünnehir’i
Zaptı”, ANASAY, S. 1, 2011, s. 21
[291] Nesevi, Celalüttin
Harezmşah, ( çev. Necip Asım Yazıksız), Devlet Matbaası, İstanbul 1934, s.
34
[292] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 183
[293] Cüveyni, a.g.e., s.
131
[294] Güler, a.g.m., s. 22
[295] Cüveyni, a. g.e., s. 132
[296] Barthold, a.g.e., s. 433
[297] Osman Turan, Selçuklular
Tarihi ve Türk - İslâm Medeniyeti, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2009, s. 484
[298] Roux, a.g.e., s. 184
[299] Cûzcânî, a.g.e., s.
317
[300] Ağaldağ, a.g.m., s. 272
[301] Cüveyni, a.g.e., s.
146
[302]Osman Aydınlı, “Semerkant”, İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.XXXVI, İstanbul 2009, s.
483
[303] Savaş sırasında vilayetlerden
toplanan askerî bir sınıf .
[304] Cüveyni, a.g.e., s.
147
[305] H. Ahmet Özdemir,
“Tâhirü’l-Mevlevî ve Cengiz ve Hülâgû Mezalimi”, Sakarya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 7, S. 11, 2005, s. 153
[306] Roux, a.g.e., s. 186
[307] Çakmak, a.g.m., s. 910-911
[308] Lamp, a.g.e., s. 119
[309] Kafesoğlu, a.g.e., s. 268
[310] Esir, a.g.e., s. 324
[311] Roux, a.g.e., s. 187
[312] Cüveyni, a.g.e., s. 178-179
[313] Ağaldağ, a.g.m., s. 273
[314] Roux, a.g.e., s. 188
[315] Grousset, a.g.e., s. 235.
[316] Kafesoğlu, a.g.e., s. 283
[317] Aydın Tanen, “Celâleddin
Hârizmşah”, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
İstanbul 1993, C. VII, s. 248
[318] Aydın Tanen, “Hârizmşahlar”, İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları,
İstanbul 1997, C. XVI,
s. 230
[319] D’ohsson, a.g.e., s. 113
[320]Osman Gürbüz, “Celâleddin
Hârizmşah’ın Son Günleri”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
S. 37, Erzurum 2012, s. 30
[321] Roux, a.g.e., s. 190
[322] Grousset, a.g.e., s. 235
[323] Cüveyni, a.g.e., s.
153
[324] Cüveyni, a.g.e., s.
153
[325] D’ohsson, a.g.e., s. 117
[326] Grousset, a.g.e., s. 235
[327] Roux, a.g.e., s. 195
[328] D’ohsson, a.g.e., s. 122
[329] Esir, a.g.e., s. 327
[330] Spuler, a.g.e., s.
37-38
[331] Cüveyni, a.g.e., s.
157
[332] Roux, a.g.e., s. 200
[333] Roux, a.g.e., s. 197
[334] Aydın Tanen, Celalüddin Hârimşâh ve Zamanı,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1977, s. 25
[335] Çakmak, a.g.m., s. 913
[336] Yazıcı, a.g.e., s. 369
[337] Grousset, a.g.e., s. 236
[338] Taneri, a.g.e., s. 26
[339] Çakmak, a.g.m., s. 913
[340] Gürbüz, a.g.m., s. 31
[341] Çakmak, a.g.m., s. 913
[342]Hasan Geyikoğlu, “Harezmşah
Celâleddin Mengüberti’nin Şahsiyeti”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 4, 1996, s. 95
[343] Erol Keleş, “Moğol İşgali
Sırasında Van Gölü Havzası’na Gelen Türk- Moğol Boyları”, Vakanüvis
Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 3, S. 1, 2018, s.189
[344] Yazıcı, a.g.e., s.370
[345]Engin
Ayan, “Moğolların Ortadoğu’daki İlk Noyanı Cormagun”, Sosyal Bilimler
Araştırmaları
Dergisi, C. 13, S. 2, 2018, s. 183
[346]Ahmet Toksoy, “Celal ed-din
Harezmşah’ın Gürcistan’daki Faaliyetleri”, Erzincan Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, S. 1, C. 9, 2007, s. 142-143
[347] Salim Koca, “Moğol İstilâsına
Karşı I. Alâeddin Keykubâd’ın Güvenlik Politikası”, Gazi Türkiyat
Türkolojileri Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 5, 2009, s. 195
[348] Osman Turan, Türkiye
Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar Metin, Tercüme ve Araştırmalar, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1958, s. 83
[349] Turan, a.g.e., s. 84
[350]Süleyman Özbek, “Türkiye
Selçuklularının Çöküşünde Sebep Sonuç İlişkisi Yassıçemen’den Kösedağ’a”, Çeşm-i
Cihan (Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi), C. 5, S. 1, 2018, s. 8
[351]Osman Çetin, “I.Âlâaddin
Keykubâd ve Selçuklu-Moğol Münasebetleri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, C. 4, S. 1, 1992, s. 111
[352] Muammer Gül, “Harezmli
Türklerin Anadolu ve Yakındoğu’daki Rolleri ve Tesirleri”, Belleten,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, C. LXX, S. 257, Ankara 2006, s. 2
[353] Özbek, a.g.m., s. 10
[354] Muammer Gül, Orta Çağlarda
Doğu ve Güneydoğu Anadolu (Tarihi Arka Plan ve XIII- XIV. Yüzyıl Moğol
Hâkimiyeti), Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2010, s. 91
[355] Hasan Oktay, Ermeni
Kaynaklarında Türkler ve Moğollar, Selenge Yayınları, İstanbul 2007, s. 199
[356] Ahmet Gökbel, “Kıpçaklar- Kumanlar”, Türkler Ansiklopedisi, C.
II. , Ankara 2002, s. 729-752.
[357] Ayşe Beyza Büyükçınar, “Gürcü
Moğol İlişkilerinin İlk Evresi 1220-1247,” Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, C. 4, S. 6, 2018, s. 268
[358] M. Baron C. Dohsson, Moğol
Tarihi, (çev. Ekrem Kalan, Qiyas Şükürov), IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık,
İstanbul 2006, s. 139-140
[359] Devlet, a.g.e., s. 163
[360] Ömer Karataş, Ali Genç, “Kafkasya’da Moğol
İstilası ve Alanların Göçü”, Karadeniz
Araştırmaları,
2014, S. 43, s. 60
[361] Barthold, a.g.e., s. 143
[362] Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII.
Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 1972, s. 92
[363] Cemal Gökçe, Kafkasya ve
Osmanlı İmparatorluğu ’nun Kafkasya Siyaseti, Has Kutulmuş Matbaası,
İstanbul 1979, s. 12
[364] D’ohsson, a.g.e., s. 137
[365] İlyas Kamalov, Altın Orda-Rus İlişkileri ve Altın
Orda’nın Rusya’ya Etkileri (Altın Orda Devleti’nin Yıkılışı ve Çarlık
Rusyası’nın Kuruluş Sürecinde), (Doktora Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008, s. 57
[366] Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri (Siyasi ve Dinî
Tarihi), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2000, s. 70-71
[367] Altay Tayfun Özcan, Moğol-Rus
İlişkileri (1223-1341), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2017, s. 33
[368] D’ohsson, a.g.e., s. 137-138
[369] Saadettin Yağmur Gömeç,
“Türk Tarihinde Kıpçaklar,” Türk Tarihçiliğine Katkılar Mustafa Kafalı
Armağanı, Ankara 2013, s. 18
[370] Akdes Nimet Kurat, Rusya
Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
1987, s. 63
[371] Gömeç, a.g.m., s. 18
[372] Grousset, a.g.e., s. 241
[373] Roux, a.g.e., s. 208
[374] Kurat, a.g.e., s. 64
[375] Kurat, a.g.e., s. 98
[376] Gökbel, a.g.e., s. 72
[377] Yolsever, Özcan, a.g.m., s. 89
[378] Roux, a.g.e., s. 228
[379] Dohsson, a.g.e., s. 144
[380] Moğolların Gizli Tarihi,
s. 190
[381] Curt Alinge, Moğolların Tarih ve Hukuku
(çev. Coşkun Üçok), Sevinç Matbaası, 1967, s.
6
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar