Print Friendly and PDF

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ndeki Büyü, Sihir, Tılsım Ve Fal Metinlerinin Değerlendirilmesi

Bunlarada Bakarsınız

 

Eserde büyü ile ilgili olarak neredeyse hiç yok denilebilecek kadar az bilgi vardır. Daha önce tanımlarını vermeye çalıştığımız büyü çeşitlerinden olan iyi niyetli ve kötü niyetli büyüler pek karşımıza çıkmaz. Bizim kanaatimizce eserde büyüye yer verilmemesi İslamiyet’in büyüyü ve büyücüleri lanetlemiş olmasına ve Evliya Çelebi’nin inançlı ve hafız bir insan olmasına ve bağlanmalıdır.

Seyahatname’de büyü kelimesinin karşıladığı uygulamanın karşımıza çıktığı tek bir metin vardır. Bu metin Mısır’daki Say şehri hakkında verilen bilgilerde karşımıza çıkar. Buna göre bu şehrin büyücü kadınları ünlüdür. Bu kadınlar yaptıkları büyüler ile insanları eşek gibi anırtırlar, küpleri, postları ve tenekeleri havada uçururlar (Danışman (15), 1971: 163).

Evliya Çelebi aslında büyünün kapsamına giren bazı uygulamaları sihir adı ile ele almıştır. Mısır’daki Fayyum şehri hakkında bilgi verilirken şehirdeki kadınların işvelerinin adeta sihir gibi olduğu söylenir (Danışman (15), 1971: 244-245). Ancak bu sihir değil büyü olmalıdır.

Evliya Çelebi Akka’daki Nimeteyn-i Sagireyn adlı nehre neden bu adın verildiğini “Manzara-ı Enhar ve Uyun ve Bi’r-i Kermab” adlı esere dayanarak verirken Kureyşli sihirbazların Hz. Muhammed’e yaptıkları sihirden bahseder (Danışman (5), 1970: 6; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 71-72). Burada belirtilen sihir değil büyü olmalıdır.

SİHİR İLE İLGİLİ METİNLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Sihirbazlık Gösterileri

Evliya Çelebi çeşitli zamanlarda sihirbazlık gösterileri izlemiştir. Bazılarından oldukça ayrıntılı olarak bahsederken bazılarını ise kısaca vermiştir. Metinlerden görüleceği üzere Evliya Çelebi on sihirbazlık gösterisinden bahsetmektedir. Bunlardan üç tanesini Bitlis’te diğerlerini ise İstanbul, Akka, Rumeli’deki Çalıkavak Köyü, Bec (Viyana), Pedsi Köyü, Koban Nehri ve Apuska’da görmüştür. Bu gösteriler karşısında her zaman şaşırıp kalan Evliya Çelebi en çok Apuska şehrinde izledikleri karşısında hayrete düşmüştür. Bu şehirdeki gösterileri izledikten sonra şöyle der: “Ey dostlar, kırk iki senedir gezerim, ne harikulade şeyler gördüm, ama bu derecesini görmedim.'’” (Danışman (15), 1971: 190-194). Bu sihirleri yapan sihirbazlar şunlardır: Sadi Çelebi, bir pehlivan, çirkin yüzlü bir kadın, Molla Mehmet - iki gösterisi vardır-, Zengüzer Pehlivan, Molla Ali, bir pehlivan, Abaza ve Çerkez sihirbazları, bir Kalmuk Tatarı, kara kuru zayıf bir adam ile şişman bir adam.

Sultan Murat Han’ın huzuruna Sadi Çelebi adlı iri yarı bir bostancı gelir. Ellerini ve ayaklarını bağlayarak kendisini bir meşin çuval içine koyarlar ve çuvalın ağzını bağlayıp Sarayburnu’ndan denize atarlar. Çok vakit geçmeden burnu bile kanamamış hâlde padişahın huzuruna gelir (Danışman (2), 1969: 36; Gökyay (1), 1996: 318).

Evliya Çelebi Akka sahrasında iken iki tane yardımcısı ile birlikte bir pehlivan sihirbazlık gösterileri yapar. Bu sihirler şunlardır: Meydanda bulunan insanlara kavun, karpuz, kabak, hıyar, turp gibi bitkilerin tohumlarını verir ve tohumları yerin altına gömmelerini ister. Daha sonra bu tohumların üzerine su serper ve bunun üzerine topraktan bu sebze ve meyveler çıkar. Kendisini bir çuval içine koyup sıkıca bağlatır ve sonra “ya Allah” diyerek çuvalın içinden çıkar. Okuduğu her bir efsun sonrasında halk birbirleri ile öpüşmeye başlar, birbirlerini başsız ve garip şekillerde görüp korkarlar . Son olarak yaptığı sihirde ise bir topu havaya fırlatır ve top boşlukta durur (Danışman (4), 1970: 306-309; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 69-70).

Rumeli’deki Çalıkavak Köyü’nde çirkin yüzlü bir kadın etrafındaki yedi tane gulamın üzerine kül saçar ve çeşitli efsunlar okur ve bu gulamlar iri birer piliç olurlar. Kendi üzerine de kül sürer ve kendisi de büyük bir kuluçka tavuğu olur (Danışman (5), 1970: 255-257; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 210-211).

Bitlis’te Molla Mehmet adlı kişi atından iner, elindeki yılanı pantolonu içine koyar ve yere çömelir. Bir anda yine çakşırından bir uçkur çıkarıp zayıf atın boğazına bağlar ve bir nara atar. O anda her taraf kararır. Meydanda atın olduğu yerde dallı budaklı büyük bir kütük ortaya çıkar. Han, Molla Mehmet’e bir at vermediği için Molla atı sihirle kütük hâline çevirmiştir (Danışman (6), 1970: 171-173; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 45-46).

Bitlis Hanı Abdal Han, Melek Ahmet Paşa şerefine bir ziyafet verir. Bu ziyafette Zengüzer Pehlivan adlı kişi çeşitli sihir gösterileri yapar. Havada adeta yuvarlık bir top gibi döner. Meydanın iki yerinde üçer tane şişeyi birbiri üzerine koyarak bir perende atıp sürahilerin üzerinde durur. Ancak şişelerde herhangi bir hasar olmaz. Daha sonra yere inerek şişelerin üzerine üçer tane daha koyar. Şişeleri rüzgar bile kımıldatır ancak; herhangi bir kırık oluşmaz. Bu adamdan sonra yine Molla Mehmet çeşitli gösteriler yapar. Bir çuvalın içinden çıkardığı peştamalı beline bağlayınca meydanda at gibi süratle koşmaya başlar ve daha sonra havalanır. Havada yere su dökerek bir saat dolanır. Yere indiği zaman seyirciler her yerin kupkuru olduğunu görerek hayretler içinde kalırlar. Molla Mehmet’in isteği üzerine saray meydanının kapıları kapatılır. Molla Mehmet meydana o kadar çok su döker ki meydan adeta göl olur. Halk boğulmaya başlar. Herkesin feryat figan etmesi üzerine Molla Mehmet çuvalından bir tas çıkarıp başka bir tasa vurunca meydandaki bütün su yok olur. Başka ilginç bir gösteride Molla Mehmet çuvalının içinden bir uçkur çıkarır ve peştamalı altında alarak oturur. Daha sonra bir afsun okuyarak uçkuru çıkarır ve tekrar çuvala koyar. Bunun üzerine çuvalın içinden büyük bir yılan çıkar. Yılan meydanda yarım saat sürünür ve sonunda fil kadar büyür. Daha sonra Molla Mehmet’e bir kuyruk vurur ve bunun üzerine çuvalından kırmızı bir davul çubuğu çıkarıp yılana vurunca Molla Mehmet yılanın üzerine çıkar ve saray meydanında gezinmeye başlar. Daha sonra bu ejderha şekline dönmüş olan bu yılan saray kapısından çıkarak dağlara doğru gider. Yılanın gitmesinden sonra Molla Mehmet de çuvalını meydanda bırakarak meydanı terk edince meydana tekrar pehlivan gelir. Pehlivan Molla Mehmet’in yaptıklarını şöyle anlatır:

Onun yaptığı bütün işlerin ve simyanın aslı yine Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle halk olunmuş olan eşya ve varlıklardır. Yahut gördüğünüz bu şeylerdir ki lüzumuna göre marifet göstermek için kullanılır. Mesela kokasından vücuduna bir yağ süründü, vücudunun bazı uzuvları görünmez oldu. Kırağı ve çiğ yağı süründü, kendini havada gösterdi. Kumkuma, ibrik ile halk üzerine su dökerdi. Yere afsunlu suyu döktükçe halk kendilerini suda boğuluyor zannederek feryat eder ve soyunurdu. Sultanımın korkusundan ejderi ile beraber kaçıp, çuvalını burada bıraktı. Bu çuval içinde ne kadar hayvan postları varsa onları canlı gibi gösterebilir ki, Allah’ın ezeli sun’udur. işte onun için çuvalında her birinden birer parçayı, canı ve başı gibi muhafaza eder.”

Pehlivan kendisini saray damından aşağı atarak kuş gibi uçar ve ayakları üstünde durur. Daha sonra seksen arşın uzunluğundaki duvarın üzerine çıkarak birkaç yere çivi çakar ve ayakları ile çiviye tutunarak duvarda baş aşağı asılı kalır. Daha sonra bu hâlde iken duvara toplam kırk yedi çivi çakar. Meydandaki insanlara kendisinin katlinin helal olduğunu söyleyerek eline bir eldiven giyip kendini yere atar. Ama bu eldivenler ham ibrişimden yapılmış olduğu için bir ucunu duvardaki çiviye bağlar ve bunun sonucunda yere ayakları üzerinde iner.

Bütün bu olanları izleyen Molla Ali adlı âlim biri kendisinin de marifetlerini göstermek istediğini söyler. Ellerini duvara vurunca elleri duvara yapışır ve duvarda böylece yarasa gibi gezinir (Danışman (6), 1970: 196-206; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 76-81).

Bitlis’te Simyager Molla Mehmet adlı simya bilgisinde üstat bir zat vardır. Bir kütüğe binip at şekilli bir şey ile uçar. Bir gün Evliya Çelebi’nin yanında iken sihir ile yokuş aşağı kızak kayan çocuklardan bazılarını dereye inince kızak ile yokuş yukarı yanına getirir (Danışman (7), 1970: 202-204; Dağlı-Kahraman-Sezgin (5), 2001: 10).

Bec kralının annesi bir ziyafet verir. Bir pehlivan meydana gelerek çeşitli sihir gösterileri yapar. Def ve kudüm çalınırken iki gulamı oynar ve çıplak olarak birbirlerine sarılarak iki vücutları bir olur. Daha sonra bir havuza düşüp kaybolurlar. Sonra adam başlı ejderha gövdeli iki ejderha insanları birbirlerine katar. Ağızlarından çıkan ateşler ağaçların tepesindeki bayrakları yakar. Bu pehlivan havuza işer ve havuzun suyu taşıp bağ içine yürür. Daha sonra iki ağacın arasına perde gerer ve perdeye asa ile vurup “çıkın dışarı” deyince bir alay dev çıkar. Sonra bu pehlivan tüfek atar ve devlerin hepsi perdenin arkasına çekilirler. Meydanda oynayıp havuza düşerler ve havuzdan ejderha olarak çıkan gulamlar yerleri sulayıp kavun, karpuz, kabak, hıyar tohumları ekerler. Daha sonra bu tohumların üzerine işerler ve hemen bu tohumlar ürün verir (Danışman (11), 1970: 91-93; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 119).

Evliya Çelebi 1076 Şevval ayının yirminci gecesinde Pedsi Köyü’nde iken Abaza sihirbazları ile Çerkez sihirbazları gökyüzünde cenk ederler. Bu sihirbazlar çeşitli nesnelerin üzerine binmiş vaziyette gökyüzünde dövüşürler. Sabah olup horozlar ötünce sihirbazlar kaybolur ve Evliya Çelebi ile arkadaşları yere çeşitli eşya kırıkları, hayvan leşleri düştüğünü görürler (Danışman (11), 1970: 266-268; Dağlı-Kahraman-Sezgin (7), 2003: 144).

Evliya Çelebi’nin de içinde bulunduğu Osmanlı ordusu Koban Nehri yakınlarına geldiği zaman büyük bir fırtınanın etkisi ile çadırları, arabaları baş aşağı olur. Bu sırada bir Kalmuk Tatarı gelir ve fırtınayı kendisinin çıkardığını, istediği şeyleri vermeleri takdirde nehri dondurup kendilerini karşıya geçirebileceğini söyler. Mehmet Paşa istediklerini vereceğini söyleyince Tatar dediği gibi nehri sihir ile dondurur ve ordu nehrin karşısına geçer (Danışman (12), 1970: 47-49; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 8-10).

Apuska şehrine geldikleri zaman şehrin meliki Evliya Çelebi’yi divanına çağırır. Çadırın önünde binlerce insan vardır. Melikin huzuruna kara kuru zayıf bir adam gelir ve melikten adamlarının ateş yakmasını ister. Ateş yakıldıktan sonra da bir deve kesmelerini ister. Kesilen devenin kanını içer, kelle, paça, işkembe, ciğer, yürek ve kemiklerini yer. Daha sonra yakılan ateşin içine girerek oynamaya başlar. Bir saatte bütün deveyi ve ateşi yer. Daha sonra içi yanar ve Nil nehrinden on tulum su getirilmesini ister. Su getirilir. Bu sırada şişman bir adam bu suları alıkoyar. Bunun üzerine zayıf adam ile şişman adam arasında kavga başlar. Melikin emri ile sular paylaştırırlar. Şişman adam suların hepsinin kendisine verilmesi için ağzından alevler çıkarır. Buna karşılık zayıf adam yediği deveyi kusar. Daha sonra on tulum suyun hepsini şişman adama verirler ve zayıf adam hararetten ölür. Şişman adam bir sihir daha yaparak ölen sihirbazı diriltir (Danışman (15), 1971: 190-194).

Sihirle Meydana Geldiği Söylenen Olaylar

Bu bölümde toplam on metin yer almaktadır. Burada sihirle meydana geldiği söylenen olaylar yer almaktadır. Ancak sihirlerin nasıl yapıldığı hakkında bilgi verilmemiştir. Sadece meydana gelen olayların sihir sonucu ortaya çıktıkları belirtilmiştir. Bu sihirleri yapanlar şunlardır: Elburz Dağı’nın sihirci oburları ile Sadşa Dağı’nın kadın sihirbazları, Hamalı bir Yahudi, Çanad şehrinin kadın sihirbazları, Kalmuklar, Firavun, Firavun’un sihirbazlarından biri, Beledi Halid’deki ihtiyar sihirbaz kadınlar, Erzak şehrinin kadınları. Bu metinlerden bir tanesinde yer verilen sihirde, yani Künuz Arapları’nın şeyhinin kızına yapılan sihirin kim tarafından yapıldığı belirtilmemiştir. Bu sihirli olayları şöyle özetleyebiliriz:

İskender, Hint seferinden sonra İstanbul’a birçok esir getirerek Tophane yakınlarındaki bir mağaraya ellerini ve ayaklarını hurma lifi ile bağlayarak hapseder. Bu esirlerin içinde Elburz Dağları’nın sihirci oburları ve Abaza vilayetindeki Sadşa Dağı’nın kadın sihirbazları da vardır. Bu sihirbazlar kışın erbain yani, en soğuk kırk günlerinde İskender’in izni ile tılsımla yapılmış bakır gemilere binerler ve İstanbul’u muhafaza ederler (Danışman (2), 1969: 134-135; Gökyay (1), 1996: 185).

İskender asrında Hamalı bir Yahudi’nin Mısır’daki Nil nehrini sihir ile şişeye doldurup Hama şehrine getirmesi sırasında, şişe içindeki suyun yere dökülüp göl meydana getirmesi sonucunda Kıbrıs yolunun yarısı batar (Danışman (5), 1970: 21-22; Kahraman- Dağlı (3), 1999: 80).

Çanad şehrinde çok sayıda sihirbaz kadın vardır. Bunlar Tatar bir adamı sihir ile eşek yaparlar. Bu adam sihrin yapıldığı zamandan beri, yani yedi yıldır, eşek olarak yaşamakta, ot yemekte ve anırmaktadır (Danışman (11), 1970: 117; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 144).

Osmanlı ordusu Heyhat sahrasında iken Kalmuklar havayı karatmak sureti ile sihir yaparlar (Danışman (12), 1971: 60; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 21-22)..

Hz. Musa’nın asası Firavun’un sihirle meydana getirdiği yılanları yutar (Danışman (13), 1971: 247-248; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 242). Ayrıca Mesani Menzili hakkında bilgi verilirken Hz. Musa’nın asasının Firavun’un sihirli yılanlarını yuttuğu yer olduğu söylenmektedir (Danışman (14), 1971: 78; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 428).

Firavun’un sihirbazlarından biri kendisini fil şekline koyup Mısır’daki fil bürkesinde otlarmış (Danışman (14), 1971: 224).

Evliya Çelebi Mısır’da Şellal diyarında iken ev sahibi Ebu Ceddullah bir anısını anlatır. Ebu Ceddullah bir gün balık avlarken bir timsah yanına gelir ve bu timsahla cima eder. Bu durum üç yıl devam eder. Bir gün timsah ölür ve bu sırada timsahın başı ve gövdesi güzel bir kız hâline gelir. Aslında bu timsah Künuz Arapları şeyhinin sihirle timsah olan kızıdır (Danışman (14), 1971: 249).

Şeyh Abdullah Magarevi sihir sahibi bir sultandır. Mekke ve Mısır arasındaki Cuşi Dağları’nı hacılar zahmet çelmesin diye cinlerine kestirmiş (Danışman (15), 1971: 49).

Mısır’daki Beledi Halid’de pek çok ihtiyar sihirbaz kadın vardır. Bunlar nice delikanlıların ayakların sihirle bağlamışlardır (Danışman (15), 1971: 148).

Mısır’daki Erzak şehri cadı vilayeti olarak bilinir. Burada kadınlar sihir ile insanları eşek hâline getirmektedirler (Danışman (15), 1971: 161).

Eserde Adı Geçen Sihirbazlar

Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre sihircilerin pirleri Mısır fatihi Amr ibn As ile Ebu Masrulgaffari’dir. Seyahatname’de sihir hakkında bilgi verilirken sadece dört sihirbazın adı verilmiş kiminin ise adlarının önüne sıfatlar verilmek sureti ile gerçek adlarından bahsedilmemiştir. Adları verilen sihirbazlar Sadi Çelebi, Zengüzer Pehlivan, Simyager Molla Mehmet ve Firavun’dur. Sihir yapan ancak adları verilmeyen sihirbazlar şunlardır: Elburz Dağı’nın sihirci oburları, Abaza vilayetindeki Sadşa Dağı’nın kadın sihirbazları, kuzeybatı Afrikalı bir adam, Hamalı bir Yahudi, acuze bir kadın, bir Kürt erkeği, bir pehlivan kefere, Çanad şehrindeki bunamış sihirbaz kadınlar, Çerkez sihirbazları, Abaza sihirbazları, bir Kalmuk Tatarı, Kalmuklar, Serez’deki sihirbazlar, simyacı Arap köle, Firavun’un sihirbazlarından biri, Mısır’daki Beledi Halid’in yaşlı kadınları, Erzak şehrinin kadınları, kara kuru zayıf bir adam.

Sihirle İlgili Olarak Verilen Çeşitli Bilgiler

Bu bölümde eserde sihir ile ilgili olarak yer alan çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgilere göre sihircilerin pirleri Amr ibn As ile Ebu Masrulgaffarî adlı kişilerdir. Mısır halkına sihir yapmayı Harut ile Marut adlı melekler öğretmişlerdir. Hz. Muhammed’in mucizelerinden biri olan ayın ikiye bölünmesi olayında Hz. Muhammed bazı müşrikler tarafından sihirbazlıkla suçlandıkları için bu metin bu bölümde yer almaktadır. Yine bu metinler arasında ayı panzehirlerinin sihirbazlar tarafından sihir yapmak amacı ile kullanıldıklarını görmekteyiz. Buradaki ilgi çekici metinlerden biri de Bec yani Viyana şehrindeki ilginç şamdan ile ilgilidir.

Bec şehrindeki bedestan çarşısında mum şamdanı yapan sanatkarlar vardır. Burada ilginç bir mum şamdanı yapılır. Bu şamdanın içinden yarım saatte bir, mumun fitilini kesmek için gülünç bir Arap çıkar ve mumun fitilini kestikten sonra tekrar şamdanın içine girerek kaybolur (Danışman (11), 1970: 67; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 100).

Serez’deki büyük yaylanın güneyinde “Ayı Kayası” denilen tek parça bir kaya vardır. Bu kayanın içinde altından yapılmış bir ayı sureti vardır. Kışın zemheri günlerinde ayılar kırk gün inlerinde çile çektikten sonra kırk birinci gün bu kayaya gelip panzehirlerini kusar ve giderler. Bugünden sonra kayanın bulunduğu yere Serez’in sihirbazları gelerek bu panzehirleri alıp bunlarla sihir yaparlar (Danışman (12), 1971: 98; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 61-62).

Hz. Muhammed’in peygamberliğinin onuncu yılında müşrikler Hz. Peygamber’den ayı ikiye ayırmasını isterler. Hz. Peygamber Ebî Kubeys Dağı’nda dua eder ve ay ikiye bölünerek biri yeninden çıkar ve yine gökte birleşir. Peygamberimizin bu mucizesi karşısında bazı müşrikler iman ederler, bazıları ise Hz. Peygamber’i sihirbazlıkla suçlarlar (Danışman (14), 1971: 55; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 403).

Mısır’da sihir yaygın bir uğraştır ve çoğunlukla halkı sihirli ve hilelidir (Danışman (14), 1971: 159,211). Mısır halkına sihir yapmayı Harut ile Marut öğretmişlerdir. Bunlar gökten indikleri zaman Mısır’daki Cisr-i Ebul Menca adlı kuyunun bulunduğu yere inerler ve burada kuyu kazarak yıldızlara bakarlar ve böylece Mısır halkına yıldız ve sihir ilmini öğretirler (Danışman (14), 1971: 221).

Seyahatname’de verilen bilgilere göre sihircilerin piri Mısır fatihi Amr ibn As ile Ebu Masrulgaffarî’dir (Danışman (15), 1971: 39).

TILSIM İLE İLGİLİ METİNLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Yapanı Belli Olan Tılsımlar

Eserdeki tılsımlar hakkında bilgi verilirken kiminin yapanı belirtilmiş, kiminin belirtilmemiştir. Bazı tılsımlardan söz edilirken de yapanı değil yaptıranı belirtilmiştir. Tılsımı yapan insanlar sıradan insanlar değildir. Hükümdarlar, kâhinler, hekimler, filozoflar tılsım yaparlar. Toplam yirmi beş yerde geçen bu tılsımları şöyle özetleyebiliriz:

Ya’fur padişah olunca Revende adlı veziri ve devrin mimar ve mühendisleri tarafından Sarayburnu’nda denize ve karaya ait üç yüz altmış altışar tane tılsım yapılır (Danışman (1), 1969: 38-41; Gökyay (1), 1996: 17-18).

Madyan oğlu Yanko asrında, Vezendon Kral devrinde ve Konstantin vaktinde yedi iklimden usta mimarlar, mühendisler, cer-i eskal ilminde kâmil olanlar, eski muallimler ve tuhaf ilimlerde üstat olanlar İstanbul’da toplam yirmi yedi yerde yirmi yedi tılsım yaparlar (Danışman (1), 1969: 55-61; Gökyay (1), 1996: 23-26).

Eski zamanda hekimler, Humus şehrinde yer altına tılsımlar gömmüşlerdir (Danışman (4), 1970: 259, Kahraman-Dağlı (3), 1999: 43).

Büyük İskender’in yaptırdığı Sur Kalesi’ndeki bir sütuna kum tılsımı yapılmıştır (Danışman (4), 1970: 296; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 63).

Yine Büyük İskender Akka şehrine kum tılsımı yaptırmıştır (Danışman (4), 1970: 304; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 68).

Gazze yakınlarındaki Übülle denilen yerde “Ayn-ı Seccan” adı verilen beş tane pınar vardır. Bu pınarların kenarlarına döşenen taşların arasından bir ırmak akar. Suyun kenarında büyük bir küp vardır. Bu büyük küpten kötü bir adam su almak istese bir damla su bulamaz. Ama küçük bir çocuk almak istese avucu su ile dolar. Calinos hâkimin tılsımla yaptığı söylenir (Danışman (5), 1970: 21-22; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 80).

Eski filozoflardan Flaska adlı hâkim Erciyes Dağı’na çıkıp yetmiş adet haşarat şeklini birer sütun üzerine kazıyıp her birini tılsımlamıştır (Danışman (5), 1970: 76; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 111).

Filkos adlı hekim Muş sahrasına tılsım yapmıştır (Danışman (5), 1970: 116; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 141).

Büyük İskender halkının ve kendisinin geçinebilmeleri için Van Gölü balıklarına tılsım yapar (Danışman (6), 1970: 218; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 88).

Harun Reşit’in karısı Kâşan şehrini imar ederken bir kâhin bulup şehirdeki akreplere tılsım yaptırır ve Navan denilen kiliseye gömdürür (Danışman (7), 1970: 115; Dağlı- Kahraman (4), 2001: 229).

Tokat’taki Sünbüllü Baba Tekkesi’ndeki bir taşa eski hekimler üç satır yazı ile tılsımlı harfler yazmışlardır (Danışman (7), 1970: 240, Dağlı-Kahraman-Sezgin (5), 2001: 39).

Varad Kalesi’nin önünde cihangirlerin yaptığı pek çok tılsım vardır (Danışman (8), 1970: 279-280; Dağlı-Kahraman-Sezgin (5), 2001: 219-220).

Üsküp’teki Baba Lokman türbesinde yatan Baba Lokman filozoflardan bir zat imiş. Tılsımı ile bir ab-ı hayat kuyu çıkarmış (Danışman (9), 1970: 101-102; Dağlı-Kahraman- Sezgin (5), 2001: 299).

Bec (Viyana) şehri içinde eski hâkimlerin yaptığı çeşitli tılsımlar vardır (Danışman (11), 1970: 70; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 102).

Dimetoka’da bulunan Güvercinlik Kalesi’ndeki yüce kayalara Eflatun güvercin toplamak için tılsımlar yapmıştır (Danışman (11), 1970: 147; Dağlı-Kahraman-Sezgin (7), 2003: 169).

İskender Zülkarneyn’in hükmü altında bulunan Ağriboz Adası’nda adanın hâkimi denizdeki balıklar için tılsım yapar (Danışman (12), 1971: 139; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 110-111).

Atina’da bulunan bilginler şehirde çeşitli tılsımlar yapmışlardır (Danışman (12), 1971: 146; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 119).

Atina’nın doğusunda yer alan Deli Dağ’ın eteğinde bulunan mağaralar bilginler tarafından tılsımlanmıştır (Danışman (12), 1971: 148; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 120).

Pondiko şehrinde bir sütun üzerine hâkimlerin biri altından bir sıçan yapıp koyar. Bu tılsım yüzünden bu şehirde asla sıçan olmazmış (Danışman (12), 1971: 164-165; Kahraman- Dağlı-Dankoff (8), 2003: 138)

Tarsus halkının inanışlarına göre, halife Me’mun Mısır’dan define getirip Eski Tarsus Kalesi’ni yaparak kapısına tılsım yapmıştır (Danışman (13), 1971: 190; Dağlı-Kahraman- Dankoff (9), 2005: 166).

Zagzaga şehrinde bir peştamal içine tek sayılardan ibaret yumurta konulursa bu yumurtalar pişirilip çıkarılınca biri kaybolur ve yumurtalar çift olur. Peştamalda delik yoktur. Bunun Hazreti İdris’in kâhinlerinden birinin tılsımı olduğunu söylerler (Danışman (13), 1971: 262; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 262).

Mısır vezirinin sarayına Şeyh Ahmet Mâlikî bir tılsım yapar. Bu nedenle bu sarayda asla sivrisinek olmazmış (Danışman (14), 1971: 169).

Mısır’daki Bab-ı Zuveyle adlı kapıya Emirülcüyuş bir tılsım yapar. Kapının eşiğindeki siyah taş tılsımlıdır. Kötülük yapmak isteyen kişiler bu kapıdan Mısır’a giremezdi (Danışman (14), 1971: 176).

Şeyh Batrani Hazretleri mermerden bir timsah yaptırıp Nil nehrine bırakır. O zamandan beri bu mikyastan aşağı bir timsah geçmeye çalışsa arkası altına gelir ve karaya çıkınca avlanır. Onun için Mısır’da timsah yoktur (Danışman (14), 1971: 250).

Deluke Melik, Nehariye adlı şehri yapınca kendine üç yüz altmış altı tane tılsım yapar (Danışman (15), 1971: 73). Yine Deluke Melik, Nil nehrinden bir kanal ayırıp bu kanala tılsım yapar (Danışman (15), 1971: 74).

Yapanı Belli Olmayan Tılsımlar

Seyahatname’de yer alan tılsımlardan bazılarının yapanı bellidir ve bunlar Evliya Çelebi tarafından belirtilmiştir. Ancak, pek çok tılsımın yapanı belli olmadığı için eserde bu tılsımları yapanlar yer almamaktadır. Eserde kırk tane yapanı belli olmayan tılsım karşımıza çıkar. Bunlar ilk ciltten itibaren sırası ile şunlardır:

Ayasofya Camii’nin üç yüz altmış tane kapısı vardır. Bu kapıların her biri tılsımlıdır. Caminin orta kıble kapısı üzerinde içinde Kraliçe Sofya’nın cesedi olduğu söylenilen bir sandık vardır. Hiç kimse bu sandığa yaklaşmaya cesaret edemez. Eğer yaklaşan olursa caminin içinde büyük bir gürültü ve titreşme olur. Tılsımlı bir sandıktır. Bir de bu sandığın üzerinde Kudüs’ün kıble olduğu zamana ait bir resim vardır. Bu da tılsımlıdır ve kimse el sürmeye cesaret edemez (Danışman (1), 1969: 130-131; Gökyay (1), 1996: 51).

İstanbul’daki Terler Direk Ziyaret Yeri’nin temelinde bir rivayete göre tılsım olduğu için bu direk sürekli terlermiş (Danışman (1), 1969: 136-37; Gökyay (1), 1996: 56).

Hz. Muhammed’in doğduğu gece yıkılan Trabzon’daki balık tılsımı sütunu ile Kostantaniye’deki karadaki ve denizdeki üç yüz altmış altı tılsımın kimin tarafından yapıldığı belli değildir (Danışman (5), 1970: 44; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 97).

Pertek Kalesi’nin üzerinde tunçtan bir kara kuş timsali vardır. Bu kuş her sene nevruz günü etraftaki kavimleri bu şehre toplamak için işaret verirmiş. Bu tılsımlı kuşun yeri kalenin tepesinde bellidir (Danışman (5), 1970: 109; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 136).

Sofya’da Talih Çeşmesi adlı tılsımlı bir çeşme vardır. Kan döken, çocukluğunda başından kötü bir olay geçen insanlar bu çeşmeden su alıp içemezler (Danışman (5), 1970: 287-288; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 228-229).

Bitlis’te yer alan Divan Dağı isimli yüksek dağ üzerinde gömülü olan tılsımların kimin tarafından yapıldığı belli değildir (Danışman (6), 1970: 183-184; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 68). Ayrıca bu dağın tılsımlarla yapıldığı belirtilmiştir (Danışman (6), 1970: 209; Dağlı- Kahraman (4), 2001: 83).

Hz. Muhammed doğduğu gece Trabzon’daki üç yüz tılsım yere geçer (Danışman (7), 1970: 131; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 239).

Bağdat’taki tesiri kalmamış yüzlerce tılsımın kimin tarafından yapıldığı belli değildir (Danışman (7), 1970: 173; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 257).

Kırım’da yer alan Ak Kerman Kalesi’nin doğu tarafında kimler tarafından yapıldığı belli olmayan Kamerülkum tılsımları vardır (Danışman (7), 1970: 283; Dağlı-Kahraman- Sezgin (5), 2001: 63). Hz. Muhammed’in ashab-ı kiramından Malik Ejder bu kalenin altında Salsal adlı kral ile savaşır ve kâfirleri Kameralkam içine tıkar. Böylece bu tılsımlar etkisini kaybeder (Danışman (11), 1970: 224; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 242).

Serez’deki Beşiktepesi’nde Hz. İsa’nın taştan beşiği vardır. Burası tılsımlıdır. Her hastanın derdine göre bir su çıkar (Danışman (12), 1971: 97; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 1971: 60).

Serez’in büyük yaylasının kıblesinde “Ayı Kayası” denilen tılsımlı bir kaya vardır (Danışman (12), 1971: 98; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 61-62).

Tırhala toprağında yer alan Maşklor panayırında sineklerden kurtulmak için tılsım yapılmıştır (Danışman (12), 1971: 128-129; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 98).

Mora toprağında yer alan Moton şehrindeki kaleye yılan, çıyan, akrep ve sivrisinek olmaması için tılsım yapılmıştır (Danışman (12), 1971: 171; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 145).

Anapoli şehrindeki Kastel Kalesi önünde balık tılsımı vardır (Danışman (12), 1971: 189; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 165).

Amiso Kalesi’nde pek çok tılsım vardır (Danışman (12), 1971: 257; Kahraman-Dağlı- Dankoff (8), 1971: 241).

Gemlik Limanı’nın doğusunda yer alan Karaköy isimli gölün, şehir halkı tarafından tılsımlı olduğuna inanılır (Danışman (13), 1971: 100-101; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 69).

Bodrum’da yer alan büyük havuz ilçe halkının inanışlarına göre tılsımlıdır (Danışman

, 1971: 108; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 76).

Kuşadası tılsımlı bir adadır (Danışman (13), 1971: 109; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 77).

Mısır’daki Cebel-i Kepş (Kepş Dağı)’te tılsımlı bir koç vardır. Bu koç eşinip gırgırsa Mısır’da koyun çok olurmuş (Danışman (14), 1971: 98; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 361).

Mısır Kalesi’nde kuş, akrep, yılan, çıyan, sıtma, kulunç, taun tılsımları vardır (Danışman (14), 1971: 166-167).

Mısır vezirleri kalesi sarayında kuduz köpek tılsımları vardır (Danışman (14), 1971: 168).

Mısır’daki Ezheri Kaaid Camii yapıldığı zaman caminin içine kuşların gelmemesi ve yuva yapmaması için tılsım yapılmıştır (Danışman (14), 1971: 178).

Sultan Gavri türbesi sivrisinek, karasinek ve tahta bitine karşı tılsımlıdır (Danışman

, 1971: 183).

Mısır’daki Bürketül Karun tılsımlı bir bürkedir (Danışman (14), 1971: 225).

Şevarib bürkesi sara hastalığına karşı tılsımlıdır. Sara hastası olan bir insan yedi gün öğle vakti bu bürkeye girip yıkansa hastalıktan kurtulur (Danışman (14), 1971: 225).

Hac bürkesinin suyu bir sene bekletilse lezzetine asla bozukluk gelmez. Tılsımlı bir bürkedir (Danışman (14), 1971: 225).

Aynüş Şems bürkesinin eski tılsımları vardır. Mısır’daki on dört bürkenin her biri tılsımlıdır (Danışman (14), 1971: 226).

Ravza Adası yılan ve çıyana karşı tılsımlıdır (Danışman (14), 1971: 238).

Mısır’daki Ayni Şems şehrinde tılsımlı bir sütun vardır. Tılsımları hâlâ çözülememiştir (Danışman (15), 1971: 11).

Mısır’daki İhram Dağları’nın dört tarafında kara taştan yapılmış tılsımlı binalar vardır (Danışman (15), 1971: 13). Küçük ihramın doğusunda beyaz taştan tılsımlı bir kafa heykeli vardır. Canlı gibidir. Eski zamanlarda gelip geçenler ile konuşur ve gelecek hakkında bilgiler verirmiş (Danışman (15), 1971: 14).

Mısır’da Babül Kasır’da eskiden kilise olan yerde bir medrese vardır. Bu medresede tunçtan tılsımlı bir heykel vardır (Danışman (15), 1971: 16).

Mısır Kalesi’nin Kalavun divanhanesindeki kırk sekiz sütunun her birinde bir vefk vardır (Danışman (15), 1971: 16).

Mısır hâkimi İskender’in tılsımlı bir aynası vardır. Bu ayna öyle tılsımlıdır ki, denizden düşman gemileri geldiği zaman bu ayna ateşi ile gemileri yakar (Danışman (15), 1971: 89-96).

Mısır’daki Cebel-i Tayr’da tılsımlı bir mağara vardır. Bu mağaraya girip asılı kalan kuşların sayısına göre Mısır’ın o yılki mahsul durumu tespit edilir (Danışman (15), 1971: 142).

Mısır’da Şeyh ibn Abit Beledi’nin güneyindeki halicin başında bir sütun üzerinde timsah tılsımı vardır (Danışman (15), 1971: 143).

Mısır’daki eski Kus şehri Kıptiler elinden Mikat bin Esved tarafından fethedilmiştir. Fetihten sonra define arayan askerler yeşil mermer üzerinde akrep resmi olan bir sütun devirirler. Hemen şehri akrep istila eder. Bu sütun akreplere karşı tılsımlıdır (Danışman (15), 1971: 152).

Mısır’daki Sinbad şehrinde tılsımlı sütunlar vardır (Danışman (15), 1971: 155).

Habeş’teki Okut kabilesi vefk ve tılsım işlerinde ileridir. Vefk ile dağlardan koyun ve maymunları kaçırırlar (Danışman (15), 1971: 223).

Elvahıkebir şehrindeki çöllerde tılsımlar vardır (Danışman (15), 1971: 232).

Fayyum şehrinde kum tılsımı vardır (Danışman (15), 1971: 247).

Tılsımların Yapıldığı Yerler

Seyahatname’nin ilk cildinde geniş yer verilen İstanbul şehri en fazla tılsıma sahip olan şehirdir. İstanbul’da tılsım yapılan yerler şuralardır:

Sarayburnu, Avretpazarı’ndaki dikilitaş, Atmeydanı, Tavuk Pazarı, Altımermer, Saraçhanebaşı, Sultan Bayezid hamamının altı, Eğrikapı yakınındaki Tekfur sarayı, Zeyrek’te Yahya kilisesi bitişiğindeki mağara, Ayasofya Camii’nin güneyi, Atmeydanı’ndaki Milyonbar denilen yüksek sütun, Çatladıkapı’daki Güngörmez Sarayı’nın yanı, Kadırga Limanı, Tophane.

Adı geçen yerlerde yüzlerce tılsım olduğu belirtilmektedir. İstanbul dışındaki yerler şuralardır:

Humus Kalesi, Sur Kalesi, Akka şehri, Trabzon, Erciyes Dağı, Muş, Bitlis’teki Divan Dağı, Van Gölü, Kaşan şehri, Bağdat, Tokat’taki Sünbüllü Baba tekkesi, Ak Kerman Kalesi, Varad Kalesi, Üsküp’teki Baba Lokman ziyaret yeri, Bec (Viyana), Dimetoka’daki Güvercinlik Kalesi, Serez, Serez’deki büyük yayla, Maşklor panayırı, Ağriboz Adası, Atina, Atina’daki Deli Dağı, Pondiko Kalesi (Venedik), Mora’daki Moton Kalesi, Anapoli (Mora’da), Amiso Kalesi, Gemlik Limanı’nın doğusundaki Karaköy Gölü, Bodrum, Kuşadası ve Eski Tarsus Kalesi, Zagzaga şehrindeki Damamir hamamı, Cebel-i Kepş, Mısır Kalesi, Mısır vezirleri kalesi sarayı, Mısır veziri sarayı, Mısır’daki Bâb-ı Zuveyle, Ezheri Kaaid Camii (Mısır), Sultan Gavri Türbesi (Mısır), Bürketül Karun (Mısır), Şevarib Bürkesi (Mısır), Hac Bürkesi (Mısır), Aynüş Şems Bürkesi (Mısır), Ravza Adası (Mısır), Nil Nehri, Ayni Şems şehri (Mısır), İhram Dağları (Mısır) ve bu dağların doğusu, Ezher Camii (Mısır), Sultan Cavli Tekkesi (Mısır), Mikyas havuzu (Mısır), Babül Kasır’daki medrese (Mısır), Mısır Kalesindeki Kalavun divanhanesi, Nehariye şehri (Mısır), Galyon limanı (İskenderiye), Cebel-i Tayr (Mısır), Şeyh ibn Abit beledinin güneyi (Mısır), eski Kus şehri (Mısır), Sinbad şehri (Mısır), Okut kabilesi menzili (Habeş), Elvahıkebir şehri (Mısır), Fayyum şehri (Mısır).

Tılsımların Yapılma Amaçları

Seyahatname’de sözü edilen tılsımların pek çoğunun yapılma amaçları belirtilmiştir. Buna göre tılsımlar ya korunma amaçlı ya da faydalanma amacı ile yapılmışlardır.

Korunma Amaçlı Tılsımlar

Seyahatname’de otuz dokuz tane korunma amaçlı tılsım karşımıza çıkmaktadır. Yılan, çıyan, akrep, kurt, timsah gibi zehirli hayvanların zararlarından korunmak; kuduz köpek, karınca, karasinek, sivrisinek, leylek, sıçan, pire, bit, tahtabiti gibi hayvanların ve serçe, kırlangıç, çaylak, güvercin, karga, saksağan, öğü, kartal, tavşancıl gibi kuşların şehre, camiye girmelerini önlemek; veba, kulunç, sıtma gibi salgın hastalıkların yayılmasından, şehri kum istilasından korumak, cesedin çürümesini önlemek, kötü niyetli insanlar ile düşmanların şerrinden korunmak için şehir ve kasaba halkı tılsımlara başvurmuşlardır. Bu tılsımların yapılışı hakkında bilgi verilmemektedir. Sadece sütunlar üzerine yapılan tılsımlar anlatılırken sütunun üzerine zararından korunulmak istenen hayvanın suretinin yapıldığı belirtilir. Rukye bahsinde belirttiğimiz gibi, İslamiyet’te rukye yaygın bir uygulamadır. Tılsım rukye ile aynı fonksiyondadır; ancak yapılışı bakımından rukyeden ayrılır.

Eserde yer alan korunma amaçlı tılsımları şu şekilde özetleyebiliriz:

Altımermer’deki tılsımlı iki sütundan birinde tunçtan kara sinek resmi vardır. Bu sinek timsalinden sinek sesi çıkar ve İstanbul’a asla sivri sinek girmezmiş (Danışman (1), 1969: 56; Gökyay (1), 1996: 23).

Saraçhanebaşı’nda göklere uzanmış tek parça sütun üzerinde bir beyaz sanduka içinde Büyük Pozantin’in kızı gömülüdür. Bu sütuna karınca ve yılanın zararlarından korunmak için tılsım yapılmıştır (Danışman (1), 1969: 56; Gökyay (1), 1996: 23).

Altımermer’deki başka bir sütuna Eflatun sivrisinek sureti yapmış ve böylece İstanbul’a sivrisineğin girmesini önlemiştir (Danışman (1), 1969: 57; Gökyay (1), 1996; 23).

Altımermer’deki sütunlardan birinde Bokrat’a mensup bir leylek resmi vardır. Bu leylek rüzgarın çarpması ile ses verince İstanbul’da ne kadar ne kadar leylek varsa ölürmüş. Bu yüzden İstanbul’da leylek olmaz ve leylekler yuva yapmazlarmış (Danışman (1), 1969: 57; Gökyay (1), 1996: 23).

Altımermer’de bir kurt resmi vardır. Bu tılsım İstanbul’daki koyunların sahralarda çobansız gezip kurt şerrinden emin olmalarını sağlarmış (Danışman (1), 1969: 57; Gökyay (1), 1996: 23).

Sultan Bayezid hamamının altında dört köşe ve bin parça yüksek bir sütun vardır. Bu sütun şehre taun yani veba girmemesi için tılsımlıdır (Danışman (1), 1969: 58; Gökyay (1), 1996: 24).

Sultan Ahmet Meydanı’ndaki üç başlı ejderha suretindeki burma direk yılan, çıyan, akrep gibi zararlı hayvanlardan korunmak için tılsımlıdır (Danışman (1), 1969: 60; Gökyay (1), 1996: 24).

Çatladıkapı’daki Güngörmez Sarayı’nın yanında dört köşe bir sütun üzerinde dev sureti vardır. Akdeniz tarafından düşman gemileri göründüğü zaman bu tunç dev heykelinden ateş çıkar ve düşman gemilerini yakarmış (Danışman (1), 1969: 60; Gökyay (1), 1996: 25).

Kadırga Limanı’nda bakırdan bir gemi vardır. Yılda bir kez zemheri gecesi olduğu vakit İstanbul’u sihirbaz kadınları bu gemi ile sabaha kadar gezerek Akdeniz’i muhafaza ederlermiş (Danışman (1), 1969: 60; Gökyay (1), 1996: 25).

Başka bir bakır gemi de Tophane yakınlarında yer almaktadır. Yine zemheri gecesinde bütün sihirbaz ve kâhinler bu gemiye binip Karadeniz tarafında sihir ile gezerek denizi muhafaza ederlermiş (Danışman (1), 1969: 60; Gökyay (1), 1996: 25).

Sarayburnu’nda tunçtan yapılmış üç başlı bir ejderha heykeli vardır. Bu heykel Akdeniz, Karadeniz ve Üsküdar’dan gelen düşmanlara ateş saçıp bütün sandalları yakarmış (Danışman (1), 1969: 61; Gökyay (1), 1996: 26).

Asi nehrinden beş bin adım doğu tarafta yer alan Humus şehrine eski hekimler yılan, çıyan, akrep ve diğer zehirli hayvanlardan korunmak için yer altına tılsım gömerler. Bu Humus’un toprağından bir kişi başka bir memlekete götürse yılan, çıyan veya akrebin soktuğu yere bu toprağı bağlasa bu hayvanların zehrinden kurtulur (Danışman (4), 1970: 259; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 43).

Şam’daki Sur şehrinde kum tılsımı yapılmış bir sütun vardır. Bu sütun sayesinde şehre kum girmezmiş (Danışman (4), 1970: 296; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 63).

Akka şehrine Büyük İskender kum tılsımı yaptırmış (Danışman (4), 1970: 304; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 68).

Yahya asrınd a Kayser Erciyes, Kayseri şehrini imar edince eski filozoflardan Flaska adlı hâkim Erciyes Dağı’na çıkıp yetmiş tane haşarat şeklini bir sütunun üzerine kazımak sureti ile her birini tılsımlamıştır. Bu nedenle bu dağda zehirli hayvan yoktur (Danışman (5), 1970: 76; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 111).

İskender’in Filkos adlı hekiminin yaptığı tılsım nedeniyle Muş sahrasında asla sıçan olmazmış. Muş şehri sıçanlara karşı tılsımlıdır (Danışman (5), 1970: 116; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 141).

Harun Reşit’in karısı Kaşan şehri imar edilirken bir kâhine akrep tılsımı yaptırır. Bu tılsım Navan adlı kilisede gömülüdür. Bu tılsım üzerinde “Misafirim, misafirim” yazılıdır. Bu şehre gelen biri şehre girerken üç kez “misafirim, misafirim” derse akrepten asla zarar görmezmiş (Danışman (7), 1970: 115; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 229).

Bec (Viyana) şehrine eski hekimler sivrisinek, karasinek, yılan, çıyan, akrep, sıtma, karga ve leylek tılsımları yaparlar. Bu yüzden şehre bu hayvanlar girememektedir (Danışman (11), 1970: 70; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 102).

Tırhala toprağında Yenişehir molla naipliğinde yer alan Maşklor kasabasında Maşklor panayırı kurulduğu zaman asla eski hekimlerin tılsımı ile karasinek ve sivrisinek olmazmış. Bu panayır dağıldığı zaman bu sinekler şehre gelmeye başlarlarmış (Danışman (12), 1971: 128-129; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 98).

Atina’daki pek çok bilgin tarafından şehre yılan, çıyan, veba, akrep, leylek, karga, pire, bit, tahtabiti, karasinek, sivrisinek gibi hayvanların şehre girmesini ve insanlara zarar vermesini önlemek amacıyla tılsım yapılmıştır (Danışman (12), 1971: 146; Kahraman-Dağlı- Dankoff (8), 2003: 119).

Atina’nın doğusunda yer alan Deli Dağı’ndaki mağaralara eski bilginler tılsımlar yaparlar. Bu mağaralara gömülen insanların tenleri asla çürümezmiş. Bu nedenle bilginler hep bu mağaraya gömülmeyi vasiyet ederlermiş (Danışman (12), 1971: 148; Kahraman-Dağlı- Dankoff (8), 2003: 120).

Pondiko şehrinde hâkimlerden biri altından bir sıçan heykeli yapıp bir sütun üzerine koyar. Bu nedenle bu şehirde asla sıçan olmazmış (Danışman (12), 1971: 164-165; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 138).

Mora toprağında yer alan Moton şehrinin kalesine somaki bir mermer sütun üzerinde içinde kral ölüsü bulunan bir mermer tabut vardır. Bazı Latin tarihlerine göre bu tabut, bu kalede yılan, çıyan, akrep, sivrisineğin olmaması için tılsımlıymış (Danışman (12), 1971: 171; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 145).

Anapoli şehri yılan, çıyan, akrep gibi hayvanlardan korunmak için tılsımlıdır. Şehirde aynı zamanda balık tılsımı da vardır. Her sene kefal balıkları tılsımlarını ziyaret ederken avlanırlar (Danışman (12), 1971: 189; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 165 ).

Kuşadası şehri kuşların şehre gelmesi için tılsımlıdır (Danışman (13), 1971: 109; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 77).

Mısır Kalesi’ndeki çeşitli sütunlarda leylek, saksağan, öğü, kartal, tavşancıl gibi kuşlar, akrep, yılan, çıyan, sıtma, kulunç, veba için tılsımlar vardır (Danışman (14), 1971: 166-167).

Mısır’da Emir Hüseyin Köprüsü ile Musfi Köprüsü ortasında “köpek hamamı” adı verilen küçük bir hamam vardır. Bu hamamın temelinde iki adet tunçtan köpek timsali varmış. Bunlar gece gündüz sürekli boğuşurlar bu yüzden de Mısır’da kuduz köpek olmazmış (Danışman (14), 1971: 168).

Mısır vezirinin sarayına Şeyh Ahmet Maliki sivrisinekler için tılsım yapar. Bu sarayda asla sivrisinek olmazmış (Danışman (14), 1971: 169).

Mısır’ın Zuveyle Kapısı’na Emirülcüyuş bir tılsım yapar. Hainlik, fenalık yapmak niyetinde olan insanlar bu kapıdan Mısır’a giremezlermiş (Danışman (14), 1971: 176).

Mısır’daki Ezheri Kaaid Camii’ne leylek, serçe, kırlangıç, güvercin, çaylak gibi kuşlar için tılsım yapılmıştır. Bu kuşlar camiye giremez ve yuva kuramazlarmış (Danışman (14), 1971: 178).

Mısır’daki Sultan Gavri Türbesi’ne yapılan tılsım nedeniyle bu türbeye karasinek, sivrisinek ve tahtabiti giremezmiş. Hatta biti, piresi bulunan insanlar bu türbeye gelseler bunlardan kurtulurlarmış (Danışman (14), 1971: 183).

Mısır’daki Ravza Adası yılan ve çıyanlara karşı tılsımlıdır (Danışman (14), 1971: 238).

Şeyh Ebubekir Batrani mermerden bir timsah yapıp Nil nehrine atar. O zamandan beri bu tılsımın etkisi ile timsahlar karaya çıkar ve halk tarafından avlanırlar. Bunun için Mısır’da timsah yoktur (Danışman (14), 1971: 250).

Mısır’daki Ezher Camii’nde yılan, çıyan, sinek, güvercin ve kuş olmaz; bu cami tılsımlıdır (Danışman (15), 1971: 14).

Şeyh Batrani Hazretleri, bir timsah misali yapıp mikyas havuzuna bırakır. Timsahın göğsüne bir vefk kazır. O zamandan beri Nil mikyasından aşağı timsah geçemez; geçse karnı yukarı gelip ölür (Danışman (15), 1971: 15).

Şeyh ibn Abit Beledi’nin güneyindeki halicin başında bir sütun üzerinde timsah tılsımı vardır. Timsah buraya gelince sırt üstü dönüp ölür (Danışman (15), 1971: 143).

Mısır’daki eski Kus şehrinin fethinden sonra şehirde define aranırken yeşil mermer üzerinde akrep resmi olan bir sütun yıkarlar. Bunun üzerine şehri akrepler istila eder (Danışman (15), 1971: 152).

Fayyum şehri kumlara karşı tılsımlıdır. Ancak, bir gün kumlar şehre girerek tılsımı bozarlar ve şehri kumlar harap eder (Danışman (15), 1971: 247).

Faydalanma Amaçlı Tılsımlar

Seyahatname’de faydalanma amaçlı tılsımların yer aldığı on beş metin karşımıza çıkmaktadır. Bu tılsımların hepsinden insanlar bir şekilde faydalanmaktadır. Balık avlamak, kuş avlamak, zeytin yiyerek açlık gidermek, horozlar sayesinde sabah namazına kalkmak, küsleri barıştırmak, geçinemeyen insanların ayrılmasını sağlamak, çeşitli hastalıklardan kurtulmak, kuşların ötmesi vesilesiyle pazar yerine toplanmak, koyunların sayısının artmasını sağlamak bu tılsımlardan insanların elde ettikleri faydalardır. Bu tılsımları şöyle özetleyebiliriz:

İstanbul’da Sarayburnu’nda üç yüz altmış altı tane tılsım vardır. Bu tılsımlardan her biri yılın her bir gününde etkili olmaktadır. Denizdeki balıklar bu tılsımların etkisi ile karaya gelirler ve böylece İstanbul halkı bu balıkları avlayarak geçinirler (Danışman (1), 1969: 38; Gökyay (1), 1996: 17).

İstanbul’da Tavukpazarı denilen yerde somaki mermerden yapılmış bir direk vardır. Bu direğin tepesinde beyaz mermerden yapılmış bir kuş heykeli vardır. Bu kuş her yıl vaktinde ötüp kanatlarını açınca yedi iklimdeki bütün kuşlar dünya bahçelerini istila ederek gagalarında bir zeytin ile bu direğin dibine gelirler. Direğin dibinde bulunan kiler kubbesinin tepesindeki delikten zeytinleri bırakmak sureti ile hizmetlerini yaparlar. Bütün papazlar bu zeytinleri yiyerek açlıklarını giderirler (Danışman (1), 1969: 41; Gökyay (1), 1996: 18).

Madyan oğlu Yanko asrında, Vezendon Kral devrinde ve Konstantin vaktinde yedi iklimden usta mimar ve mühendisler, cer-i eskal ilmi ile uğraşanlar İstanbul’a getirtilmiş ve şehrin yirmi yedi yerine yirmi yedi tılsım yapılmıştır.

Avretpazarı denilen yerde bin parça beyaz mermerden minare gibi içi boş, merdivenli bir direk yapılmıştır. Bu direğin tepesinde bir parça beyaz mermer üzerinde bir peri heykeli yapılmıştır. Rivayete göre bu heykel yılda bir kere feryat koparıp yeryüzünde ne kadar kuş varsa heykelin etrafında toplanırmış. Bu toplanan kuşları Rumlar yakalayıp yerlermiş. Burada tılsım kuşları yakalamak amacıyla yapılmıştır (Danışman (1), 1969: 56; Gökyay (1), 1996: 23).

Altımermer’deki bir sütunun üzerinde Sokrat’a mensup bir horoz resmi vardır. Bu horoz yirmi dört saatte bir feryat ederek bütün horozlara yol gösterirmiş. İstanbul’un bütün horozları diğer şehirlerin horozlarından önce öterler ve insanları sabah namazına davet ederlermiş (Danışman (1), 1969: 57; Gökyay (1), 1996: 23).

Altımermer’deki sütunlardan birinin üzerinde tunçtan bir civan ve sevgilisinin birbirlerini kucaklamış şekilde yapılmış sureti vardır. Şehir halkından eşi ile kavga eden biri buraya gelip bu sureti kucaklarsa eşi ile hemen barışırlarmış (Danışman (1), 1969: 57; Gökyay (1), 1996: 23).

Altımermer’deki sütunlardan birinin üzerinde Calinus hâkim beyaz mermerden iki suret yapar. İlk suret ihtiyar bir adam diğeri ise ihtiyar bir kadındır. Eşi ile geçinemeyen biri buraya gelip bu sureti kucaklarsa hemen boşanırlarmış (Danışman (1), 1969: 57; Gökyay (1), 1996: 23).

Eğrikapı yakınlarında yer alan Tekfur Sarayı’nda Mihalaki tarafından yapılmış siyah maden üzerine tunçtan yapılmış bir ifrit tasviri varmış. Bu tasvir yılda bir kez ateş saçar ve bunun ateşinden bir kıvılcım alan insanların ateşliği sağ olduğu sürece hiç sönmezmiş (Danışman (1), 1969: 58; Gökyay (1), 1996: 24).

Ayasofya’nın güneyinde dört tane beyaz mermer üzerinde Azrail, Cebrail, Mikail ve İsrafil’in tasvirleri vardır. Yılda bir kez Cebrail suretindeki kanat çırpıp bağırırsa doğu tarafında bolluk olacağına işaretmiş. İsrafil suretindeki bağırırsa batı tarafta kıtlık ve pahalılık olacağına işaretmiş. Mikail suretindeki bağırırsa dünyayı vebanın saracağına işaretmiş (Danışman (1), 1969: 58; Gökyay (1), 1996: 24).

Sarayburnu’nda üç yüz sütun üzerinde üç yüz altmış türlü deniz mahlukunun şekil ve heykelleri vardır. Her bir şekil belli bir tılsıma sahipmiş. Mesela Hamsin ayında, hamsin şeklinde olan ses çıkarırsa Karadeniz’deki bütün hamsiler İstanbul’a gelir ve İstanbul halkı hamsi yiyerek geçinirlermiş (Danışman (1), 1969: 61; Gökyay (1), 1996: 26).

Erbain ayında çeşitli balıklar denizdeki tılsımın etkisi ile karaya vururlar ve Rumlara ganimet olurlarmış (Danışman (1), 1969: 61; Gökyay (1), 1996: 26).

Pertek Kalesi’nin üzerinde tunçtan bir kara kuş timsali vardır. Bu kuş her sene nevruz gününde safir urup Kürt kavimlerini bu şehri pazarına toplamak için işaret verirmiş (Danışman (5), 1970: 109; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 136).

Büyük İskender kendisinin ve halkının geçinmesi için Van Gölü balıklarına tılsım yapar ve gölün yakınına gömermiş. Yılda bir kez bütün balıklar buraya gelir ve hepsi avlanırmış (Danışman (6), 1970: 218; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 88).

Hz. Muhammed’in doğumundan sekiz yüz seksen sekiz yıl önce İskender Zülkarneyn’in hükmü altında olan Ağriboz adası Karesi toprağına bitişik imiş. Şehrin hâkimi ile İskender şehrin karaya bitişik olan dar yerini kesip şehri ada hâline getirmeye karar vermişler. Buraya eskilerin ilmi ile balıklar için tılsım yaparlar. Balıklar kesilen yerden geçerken dalyanlara girerler ve bu suretle balıkların avlanması kolaylaşır (Danışman (12), 1971: 139; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 110-111).

Mısır’daki Kepş Dağı’nda tılsımlı bir koç vardır. Bu koç eşinip gırgırdığı zaman Mısır’da koyun çok olurmuş (Danışman (14), 1971: 98; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 361).

Etkisini Kaybeden Tılsımlar

Eserde verilen tılsımlardan bazıları zamanla etkisini kaybeder. Bu genellikle tılsım yapılan sütunun yıkılması neticesinde gerçekleşir. Bir metinde ise bir resmin görülmesi sonucu tılsım bozulur. On altı tane etkisini kaybeden tılsım vardır. Bu tılsımlar şunlardır:

İstanbul’da Sultan Bayezid Hamamı’nın altında veba hastalığı tılsımı yapılmış bir sütun vardır. Bu sütun durduğu müddetçe şehre veba hastalığı girmemiş. Ancak Sultan Bayezid zamanında hamam yapmak için bu sütun yıkılınca İstanbul’u veba hastalığı kaplar (Danışman (1), 1969: 58; Gökyay (1), 1996: 24).

İstanbul Atmeydanı’nda üç başlı ejderha suretinde bir burma direk vardır. Bu direk yılan, çıyan ve akrep gibi zehirli hayvanlar için tılsımlıdır. Bir gün bir yeniçeri ejderhanın başlarından birini kılıçla keser. Bunun üzerine direğin tılsımı bozulur ve İstanbul’un içine yılan, çıyan ve akrep girmeye başlar (Danışman (1), 1969: 60; Gökyay (1), 1996: 25).

Zemheri gecelerinde sihirbazların ve kâhinlerin binerek Karadeniz’i sihir ile muhafaza ettikleri, Tophane tarafında demirli olan tılsımlı bakır gemi, Emevilerin Galata’yı ele geçirmesi üzerine parça parça edilir ve böylece geminin tılsımı bozulur (Danışman (1), 1969: 60; Gökyay (1), 1996: 25).

Sur şehrinde kum tılsımı yapılmış bir sütun vardır. Maanoğlu adlı kişi define vardır diye bu sütunu yıktırınca şehre kum girmeye başlar (Danışman (4), 1970: 296; Kahraman- Dağlı (3), 1999: 63).

Büyük İskender Akka şehrinde otururken kum için tılsım yaptırır. Ancak zamanla bu tılsım harap olduğu için şehre kum girmeye başlar (Danışman (4), 1970: 304; Kahraman- Dağlı (3), 1999: 68).

Pondiko Kalesi’nde bir sütun üzerinde altından bir sıçan sureti vardır. Bu sütun sıçan için tılsımlıdır. Kalenin fethi sırasında gazilerden birinin sütunu yıkıp altın sıçanı alması sonucunda tılsım bozulmuş ve bütün şehri sıçanlar istila etmişlerdir (Danışman (12), 1971: 164-165; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 138).

Mısır’daki Zuveyle Kapısı’nda tılsım vardır. Bu tılsıma göre kötülük yapmak niyetiyle Mısır’a gelenler bu kapıdan geçemezler. Ancak Melik Kamil, Ezher Camii’ndeki eşkiyayı öldürmek maksadıyla bu kapıdan atı ile geçmek isteyince at yuvarlanır ve kendisi de düşer. Buna sinirlenen melik, kapıda yüz koyun kurban eder. Bunun üzerine kapıdaki tılsım bozulur (Danışman (14), 1971: 176).

Fayyum şehrinde kum tılsımı vardır. Ancak bir gün kum tanecikleri şehre girerler ve tılsımı bozarlar ve bunun neticesinde ise şehri kum kaplar (Danışman (15), 1971: 247).

Buraya kadar verilen tılsımlar sütunların yıkılması sonucu bozulurlar. Aşağıdaki tılsım ise tılsımlı bir resmin görülmesi sonucu bozulur.

Mısır’daki Sultan Cavli tekkesinin merdiveninin altında yeşil mermerden gemi şeklinde bir havuz vardır. Bu taş geminin altında balık resmi ve bunun üzerinde bir vefk vardır. Bu resmin insanlar tarafından görülmesi sonucunda bu tılsım bozulur (Danışman (15, 1971: 15-16).

Eserde verilen tılsımların yıkılması ve bozulması ile ilgili diğer bir olay Hz. Muhammed’in doğumudur. Hz. Muhammed doğduğu gece pek çok tılsım yerle bir olmuştur. Bu tılsımlar şunlardır:

Ayasofya’nın güneyinde yer alan dört parça mermer üzerinde dört büyük meleğin tasvirlerinin bulunduğu tılsımlı sütun (Danışman (1), 1969: 58; Gökyay (1), 1996: 24), İstanbul’daki Bizans dönemine ait tılsımlar (Danışman (1), 1969: 55-61; Gökyay (1), 1996: 23-26), İskenderiye’deki ip sütun, Trabzon’daki balık tılsımı sütunu, İstanbul’daki kara ve deniz tılsımları (Danışman (5), 1970: 44; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 97), Trabzon’daki üç yüz tılsım, Kırım’ın Kief Kalesi’ndeki tunçtan bir atlının sureti (Danışman (7), 1970: 131; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 239), Tokat’ta Sünbüllü Baba Tekkesi’ndeki tılsımlı taşlar (Danışman (7), 1970: 240; Dağlı-Kahraman-Sezgin (5), 2001: 39), Atina şehrine yılan, çıyan, veba, akrep, leylek, karga, bit, pire, tahta biti, sivri sinek, kara sinek için yapılan tılsımlar ve deniz tılsımları (Danışman (12), 1971: 146; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003. 119) Hz. Muhammed’in doğduğu gecede etkilerini kaybetmişlerdir.

FAL İLE İLGİLİ METİNLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ndeki fal metinlerini 4 başlık altında inceleyeceğiz:

Yıldız Bilimi ile İlgili Metinler

Kale, Ülke ve Şehirlerin Talihi ile İlgili Metinler

Fal Çeşitleri ile İlgili Metinler

Geleceği ve Gerçeği Öğrenme ile İlgili Pratikleri Konu Alan Metinler

Yıldız Bilimi İle İlgili Metinler

Yıldız Bilimi İle Geleceği Öğrenme

Yıldız ilmiyle geleceği öğrenmeye çalışma eserde karşımıza çıkan önemli bir durumdur. İnsanlar zor durumda kaldıklarında ya da ne yapacaklarını bilemedikleri durumlarda müneccimlere başvururlar. Her ne kadar Sultan Murat Han, “Her müneccim yalancıdır. Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.” (Danışman (13), 1971: 27; Kahraman- Dağlı-Dankoff (8), 2003: 335) dese ve bu doğru olsa bile eserde müneccimlerin olacağını söyledikleri olaylar gerçekleşir. Bu bölümde on üç metin yer almaktadır. Müneccimlerin olacağını haber verdiği olaylar ve bu olayların gerçekleşme durumları şöyledir:

Konstantin yıldız ilminde bilgili bir kişidir. Yıldız ilmi ile ahir zaman peygamberinin geleceğini ve İstanbul’u fethetme amacı güdeceğini bildiği için İstanbul Kalesi’ni koruma amacı ile Seretan burcunda yapmıştır (Danışman (1), 1969: 48; Gökyay (1), 1996: 20). Sonuçta bundan yıllar sonra Konstantin’in tahminleri doğru çıkar.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı sırada Bizans Kalesi’ni ele geçirmek için Bizanslılar ile mücadele edilir. Zor durumda kalan Bizanslılar yıldız ilmi ile kalenin talihini bulurlar. Ahir zamanda bir Muhammed’in geleceğini, kiliseleri yıkacağını, karadan gemiler yürüteceğini söylerler. Ama onlara göre karadan gemi yürütmek mümkün değildir ve bu Muhammed, yani Fatih Sultan Mehmet, o Muhammed değildir. Her ne kadar müneccimler inanmasalar da tahminleri doğrudur ve olaylar gerçekleşir (Danışman (1), 1969: 95-96; Gökyay (1), 1996: 37).

Cefir bilginleri, cefir ve yıldız ilmine göre Sultan Dördüncü Mehmet doğmadan önce, Sultan İbrahim Han’ın Yusuf adlı bir oğlunun olacağını, Hz. Yusuf gibi güzel ve çalışkan bir padişah olacağını haber verirler. Dördüncü Mehmet’e ilk olarak Yusuf adı verilir, daha sonra Mehmet olarak değiştirilir. Gerçekten de Hz. Yusuf gibi cihan sevgilisi bir padişah olur (Danışman (1), 1969: 292-293; Gökyay (1), 1996: 114).

Tarikat ehli bir meczup olan Asumânî Dede, gökyüzüne bakıp söylenir, çeşitli olayların meydana geleceğinden haber verirmiş. Sultan Selim Han Acem seferine giderken “Yürü Selim! Ismailî imamlar yoluna çıldır çıldır demeden kurban edip gavrine var!” der. Gerçekten de Selim Han Çıldır sahrasında Şah İsmail’i bozguna uğratır ve daha sonra Mısır sultanı Gavri’nin üzerine gidip Mısır’ı alır (Danışman (2), 1969: 177; Gökyay (1), 1996: 205).

Hz. İbrahim dünyaya gelince bütün müneccimler Nemrut’a bir çocuğun doğduğunu, bunun gelecekte devletine, dinine, canına kastedeceğini söylerler ve onu öldürmesini isterler. Hz. İbrahim hariç o gün doğan bütün çocuklar öldürülür. Müneccimlerin söyledikleri seneler sonra gerçekleşir (Danışman (5), 1970: 50; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 96).

İran hükümdarı Dârâ’nın bir cariyesi hamiledir. Müneccimler, bu çocuğun yarınki uğurlu günde doğarsa, doğacak şehzadenin ilerde hükümdar olacağını söylerler. Dârâ’nın emri ile çocuk belirtilen günden bir gün sonra doğurtulur. Ancak, Dârâ öldükten sonra Sincar adlı bu şehzade hükümdar olur ve böylelikle müneccimler haklı çıkar (Danışman (6), 1970: 155; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 47).

Evliya Çelebi, Kırım Tatarları arasında “Erkek Macar Seferi” (1067) adı verilen harbe katılır. Erdel hanı Rakoçi Kral ile harp edilir. Harbin sonunda kral kaçar, onun yerine veziri Kiminyanoş esir alınır. Kiminyanoş tuhaf biridir, garip ve acayip ilimler bilir. “Bu yaradan ve bu esirlikten kurtulup Rakoçi Kral’dan sonra Erdel’e kral olsam gerek. Osmanlının ocağına kül dökerim. Ama ne çare... Yaşamam.Sizin Mehmet’iniz beni öldürür.”” der. Evliya Çelebi bunu nereden bildiğini sorar, Kiminyanoş da yıldız ilmi ile bildiğini söyler. Bu esaretten kurtulduktan sonra Varat paşası Küçük Mehmet Paşa birgün Erdel’deki Advarhil Kalesi’ne girerek Kiminyanoş ve yedi bin adamını öldürür. Kiminyanoş’un kendisi ile ilgili, yıldız ilmi ile olacağını tahmin ettiği olaylar böylelikle gerçekleşir (Danışman (7), 1970: 319-320; Dağlı- Kahraman-Sezgin (5), 2001: 77).

Melek Ahmet Paşa’nın hanımı olan Kaya Sultan evliliğinin ilk yedi yılında, hamile kalmaktan korktuğu için, eşi Melek Ahmet Paşa ile birlikte olmaz. Çünkü, müneccimler evlenmeden önce Kaya Sultan’ın talihine bakarlar ve ona Melek Ahmet Paşa’dan hamile kalmamasını, aksi takdirde doğum yaparken öleceğini söylerler. Daha sonra bu korkusunu yenen Kaya Sultan hamile kalır. Ancak, müneccimlerin söyledikleri doğru çıkar ve Kaya Sultan doğum sırasında vefat eder (Danışman (8), 1970: 121; Dağlı-Kahraman-Sezgin (5), 2001: 134).

Usturumca Kalesi’nin yapıcısı olan Ayanataca, ki İskender’i hocasıdır, yıldız ilmi kuvveti ile kalenin doğu kapısı üzerine şu yazıları yazar: “Benim bu inci Ayanataca (Usturumca) şehrimi, 709 tarihinde Muhammediler alalar, Murat Bey adında Osmanoğlu hükmünde olacaktır. Ama o dahi bizim elimizde şehit olacaktır.”. Bu kaleyi Murat Hüdavendigar fetheder. Doğu kapısı üzerinde yazılı olan bu yazıları gösterirler. Kalenin fetih tarihi doğrudur, ancak şehit olmayan Murat, : “Her müneccim yalancıdır. Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.” der. Ama Kosova Savaşı’nın sonunda şehit olur (Danışman (13), 1971: 26-27, Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 334-335).

Nuh tufanından önce Kaliman adlı bir kâhin, tufanın olacağını yıldız ilmi ile keşfeder ve bunun üzerine Hz. Nuh’un yanına giderek ona iman eder (Danışman (14), 1971: 87)

İstanbul’daki Atmeydanı’nda dikili olan taşa yıldız ilmi ile, Muhammed kavminden bir Mehmet’in geleceği ve karadan gemiler yürüterek Konstantiniye’yi alacağı yazılmıştır (Danışman (14), 1971: 112). Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethi sırasında karadan gemiler yürüterek Haliç’e indirmiştir.

Mısır sultanı Amr ibn As, sultan olmadan önce İskenderiye’deki Hoca Şemmas’ı ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında Hoca Şemmas usturlap ilmi ile Amr’ın talihine bakıp, ona Mısır’a sultan olacağını söyler (Danışman (15), 1971: 88).

Kâhinler Firavun’a bir oğlanın doğacağını ve devletine son vereceğini söylerler. Hz. Musa doğunca da doğdu derler. Bunun üzerine Firavun doğan bütün çocukları öldürür. Ancak, Hz. Musa öldürülmez hatta, Firavun’unun sarayında yetişir. Ve yıllar sonra Firavun’un devletinin yıkılması Hz. Musa eliyle olur. Böylelikle kâhinler de haklı çıkmış olurlar (Danışman (15), 1971: 252).

Buraya kadar anlatılanlardan görüleceği gibi, yıldız ilmi ile uğraşanların, yani müneccimlerin söyledikleri er ya da geç gerçekleşmektedir.

Yıldız Bilimi İle İlgili Çeşitli Bilgiler

Evliya Çelebi Seyahatname’nin çeşitli yerlerinde yıldız bilimi ile uğraşanlar, yıldız bilimi ile ilgili eserler hakkında bilgiler vermiştir. Bu bilgileri birinci ciltten itibaren sırayla şöyle özetleyebiliriz:

İstanbul’un Beykoz ilçesi müneccimbaşıların barındığı yerdir. Müneccimbaşılar çoğunlukla Beykoz’da otururlar (Danışman (1), 1969:124; Gökyay (1), 1996: 48).

Ankaralı olan Şeyh Kâtip Selahattin yıldız biliminde bilgili biridir ve Melheme, Tabirname gibi eserleri vardır (Danışman (2), 1969: 39; Kurşun-Kahraman-Dağlı (2), 1999: 228).

Şair Canikli Necmî yıldız biliminden anladığı için bu bilgilerini şiirlerine yansıtmış ve bu bilgiler şiirlerine nazikâne bir ışık vermiştir (Danışman (2), 1969: 45; Gökyay (1), 1996 (1): 142).

İstanbul’da Samsunhane yakınlarında Müneccim Kuyusu Mesiresi adı verilen bir mesirelik vardır. Burada Ali Kuşçu adlı yıldız bilgini yıldızlara bakmak için rasat yeri olarak bir kuyu kazmıştır. Sonra şehrin uleması toplanıp “Bu rasat nerede yapılırsa o şehri veba istila eder” diye padişaha bildirmişler ve Ali Kuşçu’yu rasathanenin yapımından vazgeçirmişlerdir (Danışman (2), 1969: 142; Gökyay (1), 1996: 189).

Evliya Çelebi, İstanbul’daki esnaflar hakkında bilgi verirken şehirdeki müneccimleri de unutmamıştır. Müneccimler yani yıldızlara bakarak anlam çıkaranlar toplam yetmiş kişidir. Pirleri olan Hz. Ali “ Ve’l-kamere kaddernâh menâzile hatta adeke’l-urcûnil kadîm” ayetini tefsir ederek bu ilmi meydana getirmiştir. Bu müneccim sınıfı tahtırevan üzerinde usturlaplarını, kıblenümalarını, mikatlarını, takvim ve zeyc kitaplarını dizip, müneccimbaşı kavuğu ile birlikte kazaskerle at başı birlikte geçerler (Danışman (2), 1969: 222; Gökyay (1), 1996: 225-226).

İstanbul’daki esnaflardan konumuz ile ilgili diğer bir grup da remilcilerdir. Remilciler toplam üç yüz kişidir ve on beş dükkânları vardır. Pirleri Hz. Danyal’dır. Cebrail Aleyhisselam’dan remili öğrenip mucize göstermiştir (Danışman (2), 1969: 222; Gökyay (1), 1996: 225-226).

Malta’daki Müneccimbaşı Çelebi Efendi, müneccim Hasan Keferî, Müneccimik Efendi, Sadrettinzade Efendi yıldız ilminde ileri gitmiş kişilerdir. Yaptıkları keşifler ile usturlap ilmi üzerinde uğurlu saati bulmuşlardır (Danışman (3), 1970: 148; Kurşun- Kahraman-Dağlı (2), 1999: 78). Bunlar Osmanlı ordusundaki müneccimlerdir. Yusuf Paşa’nın Girit adasına fetihe gitmesi zamanında Yusuf Paşa’ya uğurlu saati söylerler.

Hz. Muhammed zamanında Kureyş’in en belagatli şairi olan İmirülkays, yıldız ilminde Ebu Leheb’in öğrencisidir (Danışman (5), 1970: 78; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 113).

Gelibolulu Kâtip Selahattin’in oğlu Ahmet Bican’ın yıldız ilminde yazmış olduğu “Seb’ül Mesânî” adlı eseri, Melheme ve Tabirname adlı muhtasar kitapları vardır (Danışman (8), 1970: 178; Dağlı-Kahraman-Sezgin (5), 2001: 166).

Dobrovenedik halkının yıldız ilminde maharetleri vardır (Danışman (10), 1970: 199; Kahraman-Dağlı (6), 2002: 263).

Bec kilisesindeki papazlar yıldız ve usturlap ilimlerine dair pek çok bilgiye sahiptirler (Danışman (11), 1971: 73; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 106).

Eski Kırım tahtı Büyük Bahçesaray’ın bilginlerinden Feyzi Çelebi, yıldız ilminde eşi bulunmayan bir kişidir (Danışman (11), 1970: 215; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 213).

Kırım’ın Kefe eyaletinde yer alan Kerç Kalesi’nin doğu tarafındaki kapısının sol kısmında dört köşe bir mermer üzerinde, dört ayaklı, deve başlı bir tasvir vardır. Kâfirlerin yıldız ilminde bilgili olanları bu tasvire rumuzlar etmişlerdir (Danışman (11), 1970: 242; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 261).

Hz. Adem’in yeryüzüne inmesinden sonra ilk defa Mısır’a ayak basan Hz. Adem’in oğlu Şit’tir. Onun oğlu Enuş, oğlu Kınan, oğlu Mehlail, onun oğlu da Hz. Hud’dur. Hz. Hud’un oğlu Ahnuh’tur, melaikeler ona İdris derler. Mehlail’den rivayet edildiğine göre yıldız ilmi Hz. İdris’ten sonra ortaya çıkmıştır. Seyyah olan İdris yıldız ilmini Mehlail’den öğrenmiştir. Hz. Şit’in çocuklarından olan Melik Nekravuş ünlü bir kâhin, hatta kâhinlerin kâhinidir. Nekravuş ölünce yerine kardeşi Mısram geçer. Mısram zamanının kâhinidir. Bu ilim ile aslanları kendine hizmet ettirir (Danışman (14), 1971: 85).

Sultan Selim Mısır’a gelince Sultan Gavri, yıldız bilginlerine, remilcilere kendisinin ve Sultan Selim’in talihini bulmalarını ister. Bunlar da Gavri’ye, Sultan Selim’den kendisine zarar geleceğini söylerler (Danışman (14), 1971: 145).

Mısır’da var olan ilimlerin içinde yıldız ilmi de vardır (Danışman (14), 1971: 159).

Mısır’da Cisr-i Ebul Menca adlı yerde ifna adı verilen bir kuyu vardır. Gökten inen Harut ile Marut ilk defa burada kuyu kazıp yıldızlara bakmışlardır. Bütün Mısır halkı yıldız ilmini ve sihir ilmini bunlardan öğrenmişlerdir (Danışman (14), 1971: 221).

Mısır vezirlerinin Adiliyye’den büyük alay ile Mısır’a girişinden bir gün sonra Canpulatzade Hüseyin Paşa müneccimbaşının izni ile uğurlu saatte hareket eder (Danışman (14), 1971: 272).

Mısır’daki Hermin Dağı’nda, Nuh tufanından önce Kalimon’un yaptığı bir bina vardır. Orada şöyle yazılıdır: “Sen yıldıza bakarsan bir iş işlersin. Bundan haberin yok ki yıldızları yaratan istediğini işler.” (Danışman (15), 1971: 13).

Eski taht büyük şehir Menuf’u ilk defa imar eden Hz. Nuh’un oğlu Ham’ın oğlu Baysar’dır. Baysar’ın kayınpederi olan Kalimon bir kâhindir. Onun verdiği bilgiler ile yeraltından pek çok define ve hazine çıkarırlar (Danışman (15), 1971: 60).

Yıldız Bilimi ile İlgili Eserler

Eserde yıldız bilimi ile ilgili eser veren iki kişinin adı geçmektedir. Bunlardan ilki Şeyh Kâtip Selahattin’dir. “Melheme, Tabirname” adlı eserleri vardır. İkinci isim ise Şeyh Kâtip Selahattin’in oğlu Ahmet Bican’dır. “Seb’ul Mesani, Melheme, Tabirname” adlı eserleri vardır.

Yıldız Bilimi İle Uğraşanlar yani Müneccimler

Eserde genel olarak müneccimlerin adları belirtilmemiştir. “Müneccimler, kâfirlerin yıldız ilminde bilgili olanları, yıldız ilminde bilgili olanlar” diye genel olarak yer verilmiştir. Ancak adı verilen müneccimler; yıldız bilimcileri de yer almaktadır. Bunlar; Doğu Roma İmparatoru Konstantin, Şeyh Kâtip Selahattin, şair Necmî, Ali Kuşçu, Asumânî Dede, Müneccimbaşı Çelebi Efendi, Müneccim Hasan Keferî, Müneccimik Efendi, Sadrettinzade Efendi, İmirülkays, Erdel Hanı Rakoçi Kral’ın veziri Kiminyanoş, Şeyh Kâtip Selahattin’in oğlu Ahmet Bican, Feyzi Çelebi, Ak Mehmet Paşa, hekim Ayanataca, Mehlail, Hz. İdris, Hz. Ali, Hz. Danyal, Nekravuş, Mısram, Kalimon, Harut ile Marut, Hoca Şemmas’tır.

Kale, Ülke ve Şehirlerin Talihi ile İlgili Metinler

Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altındaki pek çok ülke ve şehirleri gezen Evliya Çelebi, iki kale (İstanbul Kalesi, Azak Kalesi), bir ülke (Mısır) ve on beş şehir (Tebriz, Konya, Urfa, Kayseri, Erdebil, Sehend, Saray, Serez, Selanik, Atina, Anapoli, Belgrad, İlbasan, Tekirdağ, Mekke) ve bir de bahçe (Çengelköyü Kasabası’ndaki Has Bahçe) burcu vermiştir. Yıldız ilmi bahsinde belirttiğimiz gibi her insan bir yıldızın etkisi altındadır. Bu yıldız ise insanın doğduğu anda güneşin içinde bulunduğu burç olup insanların, huy, karakter ve sıhhatleri üzerinde etkili olur. Şehir, kale ve ülkelerin burçları ise, kanaatimize göre, buraların imar edilmeye başlandığı zamandaki güneşin içinde bulunduğu burçtur. Bu burçlar metinlerde görüleceği üzere o ülke veya şehirde yaşayanları etkisi altına almaktadır.

Kale Burçları

İstanbul Kalesi: Bizans imparatoru Konstantin, bu şehri ahir zaman peygamberinden koruyabilmek için kaleyi Seretan (Yengeç) burcunda yapmaya başlar (Danışman (1), 1969: 48; Gökyay (1), 1996: 20).

Azak Kalesi: Akrep burcunda olduğu için halkı hiddetli, gazaplı, kan dökücüdür (Danışman (12), 1971: 35; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 342).

Şehir Burçları

Tebriz (Irak): Şehri yapmaya başlayan ilk taşı koyduğu zaman talihi akrep burcuna düşer ve sahibi Merih (Mars)’tir. Şehir Dördüncü Sultan Murat tarafından harap edilir, Timur ve Cengiz ise şehri yakıp yıkarlar (Danışman (3), 1970: 248; Kurşun-Kahraman- Dağlı (2), 1999: 128).

Konya: Talih yüksekliği Zühre (Venüs) burcundadır ve onun için saz, söz, ney, sema, sefaya düşkünlerdir (Danışman (4), 1970: 218; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 20). Burada görüldüğü üzere Konya’nın talih yüksekliği bir burcun içinde değil, gezegenin içinde verilmiştir.

Urfa: Bu şehrin talihi ay burcundadır (Danışman (5), 1970: 47; Kahraman- Dağlı (3), 1999: 94).

Kayseri: İmaret talihi Sünbüle (Başak) burcunda, Utarit (Merkür) gezegeni evindedir (Danışman (5), 1979: 73; Kahraman-Dağlı (3), 1999: 109).

Erdebil (Irak): Akrep burcundadır (Danışman (7), 1970: 71; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 203).

Sehend (Irak): Akrep burcunda olduğundan cenk ve kavgadan kurtulamamıştır (Danışman (7), 1970: 76; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 204).

Saray: Yapılışının talihi Akrep burcuna ve “beyt-i Merih-i mâi”ye düşer. Bu yüzden birçok kez harap olmuş, sonradan tekrar imar edilmiştir. İçinde Merih gibi kılıç ve kan eksik olmaz (Danışman (11), 1970: 307; Dağlı-Kahraman-Dankoff (7), 2003: 312).

Serez (Yunanistan): Terazi burcunda ve Zühre-i Hevai evindedir (Danışman

, 1971: 97; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 59).

Selanik (Yunanistan): Talihi Hut (Balık) burcunda ve Müşteri (Jüpiter) evinde bulunmuştur. Bu nedenle bu şehirde balık boldur (Danışman (12), 1971: 109; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 74).

Atina (Yunanistan): Yapılışının talihi Kavs (Yay) burcu ve Müşteri (Jüpiter) evine düşer. Bu nedenle Atina halkı yay gibi her yere gidip ticaret yapar. Ayrıca, beyt-i nâride yani ateş grubunda oldukları için halkı çok hiddetlidir (Danışman (12), 1971: 150; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 122 ).

Anapoli (Mora): Talihi Mizan (Terazi) burcunda, Zühre (Venüs) evinde ve hava grubundadır (Danışman (12), 1971: 189; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 165).

Belgrat: Sünbüle (Başak) burcunda, Utarit (Jüpiter) evinde ve toprak grubundadır (Danışman (13), 1971: 8; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 310).

İlbasan (Arnavutluk): Mizan (Terazi) burcunda, Zühre (Venüs) evinde ve hava grubundadır. Bu nedenle halkı sevinçlidir (Danışman (13), 1971: 17; Kahraman-Dağlı- Dankoff (8), 2003: 322).

Tekirdağ: İlbasan şehri gibi Mizan (Terazi) burcunda, Zühre (Venüs) evinde ve hava grubundadır. Bu nedenle halkı Zühre gibi zevk ve eğlenceye düşkündür (Danışman

, 1971: 26-27; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8) 2003: 334-335).

Mekke (Suudi Arabistan): Mekke’nin burcu belirtilmemiş, ancak yıldız talihli olduğu için halkının zevk, sefa, saz ve söze düşkün olduğu belirtilmiştir (Danışman

, 1971: 54; Dağlı-Kahraman-Dankoff (9), 2005: 401).

Ülke Burçları

Mısır: Mısır’ın talihi Zühre (Venüs) evindedir. Bu nedenle Mısır halkı saza, söze, zevk ve sefaya düşkündür (Danışman (14), 1971: 297).

Başka bir yerde verilen bilgiye göre de Mısır, Merih talihinde bina edilmediği için halk arasında kavga, fitne ve katil olayları eksik değildir (Danışman (15), 1971: 38-39).

Bahçe Burçları

Çengelköyü Kasabası’ndaki Has Bahçe: Çengelköyü Kasabası’ndaki Has Bahçe’nin burcu kesin olarak verilmemiştir. Bir İrem bağı güzelliğinde olduğu için Evliya Çelebi “Allah bilir bu bahçenin talihi Merih (Merkür) burcuna tesadüf etmiştir.'” demektedir (Danışman (2), 1969: 167; Gökyay (1), 1996: 200).

FAL ÇEŞİTLERİ İLE İLGİLİ METİNLER

Fal çeşidi olarak eserde üç yerde kitap falı, bir yerde resim falı, bir yerde bakla falı, bir yerde de el falı karşımıza çıkmaktadır.

Kitap Falı

Eserin iki yerinde kitap falı hakkında bilgi verilmektedir. Her iki metinde de kitap falına Hafız Şirazi Divanı ile fala bakılmaktadır.

Hicri 940 yılında Kanuni Sultan Süleyman, Acem diyarını yağma etmek için asker gönderir. Akkoyunlu beylerinden Murat Paşa, Osmanlıya yardım için Acem diyarına gelir. Karakolda gözcülük eden Murat Paşa, Hoca Hafız Şirazi Divanı’nı açarak fala bakar ve şu beyit gelir:

“Duşi ez Cenâb-ı asaf peyk-i beşâret âmed

Ve zi hazreti Süleyman usret-i esâret âmed”

Fala baktıktan bir müddet sonra Sultan Süleyman’ın askerine yardım için Acem diyarına geleceği haberi alınır (Danışman (7), 1970: 67; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 200).

Esere göre Peçevi yiğitleri çoğunlukla düşman üzerine gitmeden önce Hafız Divanı’ndan fala bakarlar. Güzel bir beyit gelirse Allah’a tevekkül edip giderler ve zaferle dönerler (Danışman (9), 1970: 300; Kahraman-Dağlı (6), 2002: 118).

Evliya Çelebi eserini bitirdikten sonra,

“Bir âdem tefeül murad idinse her sahifeyi açtıkça biemri Hayyi Kadir hasbihâline münasib bir şehir, kurâ ve kasabatlar gele” başlığı altında, sayfa numaralarını göstermeden son cildin fihristini yapar. Burada Evliya Çelebi, Seyahatname’si ile fala bakılabileceğini söylemektedir. Buradan da anlıyoruz ki Seyahatname ile kitap falına bakılabilir.

Resim Falı

Eserde falcı esnafı hakkında bilgiler verilirken, İstanbul’daki tek falcı esnafı olan Hoca Mehmet Çelebi’nin dükkânında baktığı fal hakkında da bilgi verilir. Buna göre, Hoca Mehmet Çelebi dükkânında asılı olan çeşitli tablolar ile bir akçeye insanların talihine bakar. Bir akçeyi veren insan talih tutar, Hoca Mehmet Çelebi de bu resimlerden birini açar ve gelen resme uygun olarak bir beyit söyler (Danışman (2), 1969: 290; Gökyay (1), 1996: 292 ). Burada resimle daha doğrusu tablolarla fal bakmak karşımıza çıkar.

Bakla Falı

Bir müneccim olan Ak Mehmet Paşa, bakla ile fal bakar (Danışman (12), 1971: 67; Kahraman-Dağlı-Dankoff (8), 2003: 28). Ancak bu falın nasıl bakıldığı ile ilgili olarak eserde hiçbir bilgi yoktur.

El Falı

Mısır’ın İskenderiye şehrinde el falına bakan falcılar vardır. Sultan Selim’in Mısır’a gelmesi üzerine Mısır sultanı Gavri fal açanlara ve el falına bakanlara kendisinin ve Sultan Selim’in talihine baktırır (Danışman (14), 1971: 145). El falına nasıl bakıldığı hakkında bilgi verilmemiştir.

GELECEĞİ VE GERÇEĞİ ÖĞRENME İLE İLGİLİ PRATİKLER

Seyahatname’nin sekiz yerinde geleceği ve gerçeği anlamak için uygulanan tam olarak fal diyemeyeceğimiz pratik işlemlerden söz edilir.

Geleceği Öğrenmek ile İlgili Pratikler

Bu bölümde beş pratik yer almaktadır. Bunlar yapılacak işin rast gidip gitmeyeceğini, yola çıkılacak doğru zamanı, hacca gidilip gidilmeyeceğini ve gelecek yıllarda kıtlık olup olmayacağını öğrenmek için uygulanmışlardır. Bu pratikleri şöyle özetleyebiliriz:

Üsküp’te Baba Lokman adında bir ziyaret yeri vardır. Filozoflardan bir zat olan Baba Lokman tılsım ilmi ile âb-ı hayat kuyu çıkarır. Bunun içerisinde de bir çok balık vardır. İnsanlar bu balıklara ekmek atmak sureti ile fala bakarlar, “Eğer benim işim hayır ile tamamlanırsa bu balıklar verdiğim ekmeği yesinler ve eğer işim rast gelmeyecekse, hayır ile tamamlanmayacaksa ekmeğimi yemesinler” derler. Balıklar atılan ekmeği yerse ekmeği atanın işi rast gider, eğer yemezlerse işi rast gitmez (Danışman (9), 1970: 101-102; Dağlı-Kahraman- Sezgin (5), 2001: 299).

Mısır’daki Camiülgarb’ın avlusunun ortasında bir hurma ağacı vardır. Buraya gelen yolcular bu ağaç ile fala bakarlar. Ağaca on adım uzaklıkta durup, gözlerini kapatıp bir niyet tutarlar. “Yurduma sağ salim varacaksam ağaca doğruca gideyim” derler. Eğer ağaca doğru varamazsa daha birkaç gün kalırlar. Başka bir insan on adım yerden gözünü yumup gelip ağaca el vurursa niyeti olur. Eğer el vuramazsa niyetinden vazgeçer (Danışman (15), 1971: 94). Bu caminin doğu tarafında bir mermer direk vardır. Hacca gitmek niyetinde olan insanlar bu direk ile fala bakarlar. Buna göre niyet eden birisi, gözü kapalı bu taşa doğruca varırsa o yıl hacca gider, varamazsa gidemez (Danışman (15), 1971: 95). Evliya Çelebi bu bilgileri verirken her iki fal pratiği için de “Tecrübe edilmiştir” der. Buna göre, Evliya Çelebi’nin niyetinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ile ilgili olarak pratik fallara başvurduğunu söyleyebiliriz.

Mısır’daki Cebeli Tayr’da bir mağara vardır. Bu mağaraya her gün seher vaktinde kuşlar gelir. Her cins kuştan birisi mağara içine girer. Daha sonra giderler. Burada yaşayan halkın inancına göre eğer bu mağaraya giren kuşların hiçbiri asılıp kalmamış ise, o yıl Mısır’da kıtlık olacağına hükmederler (Danışman (15), 1971: 142). Halkın inanışları doğru çıkar. Asılı bulunan kuşun sayısına göre Mısır’da bereket olur. Altı kuş asılı bulunursa Nil nehri yirmi altı zira’ taşar, halk ürünlerini ambarlardan kaldırmaktan aciz kalır. Evliya Çelebi yine burada “Tecrübe edilmiştir” der ve halkın gelecekle ilgili bu pratik falını doğrular.

Ramazan ayının başladığı ilk günde Mısır’da bulunan Evliya Çelebi burada halkın tefeül etmesi ile ilgili bilgi verir. Mısır’da insanlar hilali göremedikleri için Ramazan değildir diye oruç tutmazlar. Daha sonra tercüman başı Mirza Kâşif ve pek çok adam hilali gördüklerini söylerler. Bunun üzerine öğle vaktinde oruca başlayan Mısırlılar tefeül edip, kıtlık olur derler. Bu tefeülleri doğru çıkar ve gerçekten de Mısır’da kıtlık olur (Danışman , 1971: 285).

Gerçeği Öğrenmek İle İlgili Pratikler

Bu bölümle ilgili üç pratik yer almaktadır. Bunlardan birincisi zina sonucu doğan çocuğun babasını belirleme, diğer ikisi de suçlu olan kişiyi belirleme ile ilgilidir. Bu pratikleri şöyle özetleyebiliriz:

Mezhepsiz bir kavim olan İtil kabilesi, zina sonucu doğan çocukların babalarını tespit etmek için bir işlem uygular. Buna göre, zina sonucu doğan çocuğun eline bir elma verirler. Çocuk bu elmayı babası olduğunu iddia eden adamlardan hangisine vurursa çocuk onun olur ve çocuğun annesi de o adamın hükmüne girer (Danışman (3), 1970: 286; Kurşun-Kahraman- Dağlı (2), 1999: 146).

Irak’ın Kazvan şehrindeki bir bağda bir kuyu vardır. Hâkimler suçlu olduğunu düşündükleri ama emin olamadıkları kişiyi bu kuyunun kenarına bağlarlar. Eğer bu kişi suçlu ise kuyudan siyah bir duman ve kötü kokular çıkar. Bunun üzerine o kişi öldürülür. Ama kuyudan duman çıkmazsa adamı salıverirler (Danışman (7), 1970: 103; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 220).

Yine Irak’ın Kazvan şehrinde Hz. Danyal kilisesi yakınında bir kuyu vardır. Hırsız olduğu düşünülen haramiyi kuyunun kenarına bağlarlar. Eğer adam gerçekten hırsız ise kuyudan “budur budur” diye bir ses işitilir. Ama hırsız değilse kuyudan ses gelmez ve salıverirler (Danışman (7), 1970: 103; Dağlı-Kahraman (4), 2001: 220).


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar