Evliya Çelebi’nin Hayatı
Türk seyahatnameciliğinin zirvedeki ismi olan Evliya
Çelebi, 10 Muharrem 1020 (25 Mart 1611)’de İstanbul’daki Unkapanı semtinde
dünyaya gelir. Evliya Çelebi’nin ataları aslen Kütahyalıdır. Ancak İstanbul’un
fethinden sonra bu şehre gelip Unkapanı semtine yerleşirler. Babası saray-ı
âmire kuyumcubaşısı Derviş Mehmet Zıllî’dir. Annesi Sultan I. Ahmet’in
hükümdarlığı zamanında saraya getirilmiş ve sarayın kuyumcubaşısı ile
evlendirilmiş Abaza asıllı bir kadındır. Annesinin Melek Ahmet Paşa,
Defterdarzade Mehmet ve İpşir Mustafa Paşa ile akrabalığı vardır. Evliya
Çelebi’nin IV. Murat döneminde isyan eden Balıkesirli İlyas Paşa ile evli İnal
adında bir kız kardeşi ve Mahmut adında bir erkek kardeşi vardır (Türk
Ansiklopedisi (16), 1968: 37; Baysun, 1977: 401; İlgürel, 1995: 529; Sakaoğlu,
1994: 234235; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (3), 1979: 123-124; Atsız,
1991: [1]; Alptekin, 2005: 19).
Evliya Çelebi, sıbyan mektebinde okuduktan sonra Unkapanı
civarındaki Fil Yokuşu dolaylarındaki şeyhülislam Hamit Efendi’nin medresesinde
hücrenişin olarak yedi sene eğitim görür, Evliya Mehmet Efendi ile hafızlık
çalışır, babasından bazı sanatsal hünerler öğrenir. Ardından da saraya intisap
ettirilerek öğrenimine Enderun’da devam eder. Saraya girdikten bir süre sonra
Silahdar Melek Ahmet Paşa, Ruznameci İbrahim Efendi ve hattat Hasan tarafından
IV. Murat’ın huzuruna çıkartılır ve padişahın emri ile sarayın Kilar-ı Has
bölümüne alınır. Burada tecvit, hat, musiki gibi konularda dersler alır (Türk
Ansiklopedisi (16), 1968: 37; Baysun, 1977: 401; İlgürel, 1995: 529; Sakaoğlu,
1994: 234-235; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (3), 1979: 123-124; Atsız,
1991: [1]; Alptekin, 2005: 19).
Evliya Çelebi, seyahatlerinin sebebini 1040 yılının
Muharrem ayının aşure gününde yani 19 Ağustos 1630 gecesinde gördüğü bir rüyaya
bağlar. Bu rüyaya göre İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahi Çelebi
Camii’nde kalabalık bir cemaatle birlikte Hz. Muhammed’i görür. Tam bu sırada
heyecana kapılır ve “Şefaat ya Resulullah” diyeceği yerde “Seyahat ya
Resulullah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek Evliya Çelebi’ye
şefaat, seyahat ve ziyareti müjdeler. Daha sonra cemaate bulunan ashabın,
aşere-i mübeşşerenin ve dört halifenin duasını alır. Ashaptan Sa’d bin Ebu
Vakkas Evliya Çelebi’ye gezdiği yerlerde gördüklerini yazmasını söyler. Evliya
Çelebi ertesi gün bu rüyayı Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin şeyhi olan Abdullah
Dede’ye tabir ettirir. O da Sa’d bin Ebu Vakkas’ın tavsiyesine uymasını ve ilk
önce İstanbul’u yazmasını tavsiye eder. Bunun üzerine Evliya Çelebi İstanbul’u
gezmeye başlar (Türk Ansiklopedisi (16), 1968: 37; Baysun, 1977: 402; İlgürel,
1995: 529-530; Sakaoğlu, 1994: 235; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (3),
1979: 123-124; Alptekin, 2005: 23).
Evliya Çelebi’nin uzak memleketlere ilk seyahati 1640
yılında Ketenci Ömer Paşa’nın Trabzon’a vali olarak gönderilmesi ile başlar. Bu
arada beş yıl çeşitli yerlere seyahatlerde bulunur. 1645 yılında İstanbul’a
dönen Evliya Çelebi, ertesi yıl Defterdarzade Mehmet Paşa’nın Erzurum
beylerbeyliğine atanması üzerine müezzin ve musahip sıfatları ile Paşa’nın
maiyetine girer. Yolculukları sırasında Anadolu’nun çeşitli şehirlerini
dolaşır. 1648 yılında Şam’a beylerbeyi olarak tayin edilen Murtaza Paşa ile
birlikte görevli olarak Şam’a gider. Daha sonra Murtaza Paşa’nın Sivas’a nakli
üzerine onunla birlikte Sivas’a gider ve çeşitli vesileler ile Orta ve Doğu
Anadolu’yu gezer. 1650 yılında ise İstanbul’a döner. Aynı yıl akrabası Melek
Ahmet Paşa’nın sadrazam olması Evliya Çelebi’nin hayatında önemli bir dönüm
noktası oluşturur. Melek Ahmet Paşa’nın ülkenin malî sıkıntılarına çare olması
amacı ile piyasaya zorla mağşuş akçeler sürmeye kalkışması üzerine yeniçeri
ağalarının da karıştığı bir esnaf ayaklanmasına sebep olması üzerine görevinden
azledilir. Sonra görevine Özi’de devam eder ve Evliya Çelebi, Paşa ile Özi’ye
gider. Daha sonra Paşa’nın tayini Van’a çıkar ve Evliya Çelebi’ye yine Anadolu
yolu gözükür. Ancak Paşa’nın tayini yine Özi’ye çıkar ve bu seyahatin sonrasında
1657 yılında Evliya Çelebi İstanbul’a döner. 1659 yılında Avrupa seyahatine
çıkar. İstanbul’a dönüşünün ardından 1663 yılında Fazıl Ahmet Paşa’nın
Avusturya seferine katılır. 1664 yılında Vasvar Muahedesi’nden sonra yeni
fethedilen kaleleri dolaşır ve elçi Kara Mehmet Paşa’nın maiyetinde Viyana’ya
gider. 1668 Mayıs’ında İstanbul’a dönen Evliya Çelebi, Rumeli seyahatine çıkar.
1670 yılının Aralık ayında İstanbul’a döner. Mayıs 1671’de hacca gitmek için
yola çıkar. Rodos adalarını, Ege Bölgesini, Güney Anadolu’yu, Suriye’yi gezer.
Hac vazifesini yerine getirdikten sonra Mısır’a gider. Mısır’da on yıldan fazla
kalır. Seyahatnamesini de burada tamamlar (Türk Ansiklopedisi (16), 1968:
37-38; Baysun, 1977: 402-406; İlgürel, 1995: 530-531; Sakaoğlu, Türk Dili ve
Edebiyatı Ansiklopedisi (3), 1979: 124-125; Atsız, 1991: [3-7]; Alptekin, 2005:
23-30) .
Hayatı boyunca hiç evlenmeyen ve çocuk sahibi olmayan ünlü
seyyahın nerede öldüğü ve gömüldüğüne dair elimizde kesin bilgiler olmasa da,
Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra öldüğüne ve Meyyitzade kabri civarındaki
aile kabristanlığına gömüldüğüne dair iddialar vardır (Baysun, 1977: 406;
İlgürel, 1995: 531; Alptekin, 2005: 23-30). M. Cavid Baysun Evliya Çelebi’nin
ölüm tarihi hakkında 1682 yılından sonra fazla yaşamadığını belirtir (Baysun,
1977: 406).
Çeşitli Yönleri ile
Evliya Çelebi
Seyahatname bize Evliya Çelebi’nin kişiliğini bir tablo
hâlinde vermektedir. Evliya Çelebi her şeyden önce geleneklerine ve dinine
bağlı bir insandır. Şeyhülislam Hamit Efendi’nin medresesinde dinî bir eğitim
almış ve Evliya Mehmet Efendi’den aldığı derslerden sonra hafızlığa kadar
yükselir. Hayatının pek çok anında İslam’ın emir ve kurallarını gözetmiş; ancak
hayatın bazı zevklerinden de geri kalmamış bir zevk ehlidir. İstanbul’un her türlü
eğlence ve mesire yerlerini bilir, şehrin ne kadar meddahı, mukallidi, sazende
ve hanendesi varsa hepsini tanır. Hatta İslamiyet’in yasaklamış olmasından
dolayı kendisinin kullanmamasına rağmen evinde gelen misafirleri için çeşitli
içki ve keyif verici maddeler bulundurmaktadır (Baysun, 1977: 408). Evliya
Çelebi aynı zamanda büyük bir dinî hoşgörüye sahiptir. Seyahat ettiği çeşitli
yerlerdeki kiliseleri ziyaret eder ve bunları tasvir eder. Boğdan voyvodası
İstefan Bey’in Müslüman olması ile ilgili olarak Evliya Çelebi şunları
anlatmaktadır:
“Sonra konağımızda rahat edip, zevk ve sefada iken bir gün
istefan Bey huzuruna vardım. Söz arasında yeri tek ve tenha bulup:
‘Bilir misin beyim, bu Yaş şehrinin altında cenk günü ne
gûnâ ahd ve aman eyledin?’ dediğimde istefan Bey:
‘Nedir?’ dedi. Hakir:
‘O gün buyurdunuz ki, ‘Eğer Hak Teala bana Boğdan tahtında
oturmayı nasip ederse ahdim olsun Allah’ı bir bilip Muhammed dinine gireyim.’
dedin idi. İşte şimdi Allah hazır ve nazırdır. Aht ve amanında durup şehadet getir.
Hazreti Muhammed Aleyhisselamın hak nebi olduğunu tasdik et ki, Cenab-ı Hak bu
mülkü uhdende bıraka. Zira bu mülkü sana senin ahdin üzere verdi. Ahdinde
durmaz isen yine bu devleti elinden alır. Ve dünyadan ahirete imansız giderek
cehennem ateşinde ebedi kalırsın.’ dedim. İstefan Bey:
‘Ya benim babam Yedikule’de hapis iken üç bin kese borca
girip beni bey yaptı. Eğer Müslüman olursam bu beyliği bana zapt ettirmezler.
Bu defa benim ve babamın hâli nice olur?’ dedi. Hakir:
‘Bre beyim! Bu sırrı vallahi kimse duymaz. Sen yine bu
yeşil kalpağın ile kiliselerine varıp Hıristiyan ayinini elden koyma. Hemen
canı yürekten şehadet getir.’ dedim.
Bunun üzerine:
‘Şimdi Evliya Çelebi, bana İslam’a gelmeyi öğret. Ama
Hazreti Muhammedi seversen bu sır burada kalsın.’ deyip, Allah’a hamt olsun
şehadet parmağını kaldırıp kalp temizliği ile kelime-i şehadeti üç kere
tekrarladı. İslam ile müşerref olup temiz abdest alarak öğle namazını beraber
kıldık. Daha nice vaaz ve nasihatler edip, İslamiyet’e lazım olan noktaları kendisine
öğrettim. Sonra evine gidip istirahat ettim. Allah’a hamt olsun bu gazamızda da
böyle bir büyük sevap işledik. Beyin yüzü nurlanıp pek çok zorlukları kolay
olarak Karun zenginliğine ulaştı.”
(Danışman (8), 1970: 205-206).
İstefan Bey’in Müslüman olması olayı, Evliya Çelebi’nin
dinler arasındaki diyalogu nasıl zarif bir şekilde kavradığını ve farklı
dinlerdeki insanlara nasıl yaklaştığını gösteren önemli bir olaydır. Burada
yine Evliya’nın sahip olduğu dinî inançları görmekteyiz. İstefan Bey Boğdan tahtına
oturursa Müslüman olacağı sözünü vermiştir. Evliya’ya göre bu sözü verdiği için
tahta oturmuştur. Sözünde durmadığı takdirde Allah bu tahtı elinden alacak ve
İstefan Bey ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Burada Evliya’nın İslam’ın
kurallarına sıkı sıkıya bağlı olduğunu görürüz. Ama daha sonra İstefan Bey’in
Müslüman olması hâlinde beyliği elinden almalarından korktuğunu söyleyince
kilise ayinlerine devam etmesini söyleyebilecek kadar da büyük bir hoşgörüye
sahiptir.
Evliya Çelebi sadece bir seyyah değildir. Hayatının
seyahatle geçtiği rahatlıkla söylenebilir ama çeşitli görevlerde de bulunmuş
bir insandır. Baba mesleği olan kuyumculuk, öğrenimini aldığı hattatlık ve
musikişinaslık, ressamlık, spor, hafız olması nedeniyle devlet memurluğu gibi
görevlerde bulunmuştur (Alptekin, 2005: 30-31).
Evliya Çelebi’nin
Türk Edebiyatındaki Yeri
Türk seyahat edebiyatı içerisinde önemli yere sahip olan
eserler vardır. 16. yüzyılda Babür Şah’ın Babürname’si, Seydi Ali
Reis’in Miratü’l-Memalik adlı eserleri Evliya Çelebi’den önce yazılmış
önemli seyahatnamelerdir (Banarlı (2), 1998: 688).
Ancak, Türk edebiyatında seyahatname denilince ilk akla
gelen Evliya Çelebi olmaktadır. Evliya Çelebi’nin Türk edebiyatındaki
seyahatname türünün zirvesinde olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, her ne kadar üslubunun derbeder olduğunu söylese bile,
Evliya Çelebi’yi doğuştan büyük bir yazar olarak kabul etmekte ve şunları
söylemektedir:
“Eski nasirlerimiz içinde Evliya Çelebi’nin hakikaten
istisnaî bir talihi vardır. Devrinde ve hatta içinde yaşadığı zihniyetin devamı
müddetince hemen hiç tanılmadı. Bugün elimizde bulunan büyük menbaların
hiçbirinde ondan bahsedildiğini görmeyiz. Tanıldıktan sonra ise kendi zamanının
ve mensup olduğu âlemin imkansız bir enmuzeci gibi seviliyor. Ve hakikattede
öyledir, devrinin asırlarca tanımadığı bu adam, bugün için olduğu gibi gelecek
nesiller için de yaşadığı zamanın en güzel ifadesi olmuştur.
Bununla beraber onun hakkında ne dereceye kadar büyük bir
muharrir sıfatını kullanabiliriz? Bizim anladığımız mânâda o kadar az yazmış
ki... Daha iyisi onun için “güzel konuşan, gördüklerini anlatan adam” demek
olacak. Bizim eskilerin arasında bile bundan derbeder üsluplu bir muharrir
bulmak güçtür. Fakat yazmak, bir okuyucu kalabalığına bir şeyden bahsetmek,
gördüğü, işittiği veya düşündüğü bir şeyi anlatmak ve hepsinden daha gücü olan
mâşerî bir zihniyeti vermekte Evliya Çelebi emsalsizdir. O zaman bütün
edebiyatımızda yaratılıştan büyük muharrir doğanların başında onu saymak lazım
gelir?” (Tanpınar, 1995: 161).
Evliya Çelebi’nin ömrünün elli yılı seyahatlerde geçmiştir.
Bu seyahatler sırasında gezdiği ülke, şehir, kasaba ve köyleri başkalarına da
tanıtabilmek amacıyla gezdiği her yerin tarihi, coğrafyası, folkloru, âdetleri
hakkında bilgiler vermiş ve bu yolla tam on ciltlik bir seyahatname meydana
getirmiştir. Seyahatname’nin İstanbul kütüphanelerinde beş ayrı yazması vardır.
Bu yazmalara göre her ciltte yer alan yerler şunlardır:
Cilt: İstanbul’un tarihi,
kuşatmaları ve fethi, İstanbul’daki mübarek makamlar, camiler, Sultan Süleyman
Kanunnamesi, Anadolu ve Rumeli’nin mülkî taksimatı, çeşitli kimseler tarafından
yapılan cami, tekke, medrese, mescit, türbe, darülhadis, imaret, hastane,
konak, kervansaray, sebilhane, hamamlar... Fatih Sultan Mehmet zamanından
itibaren yetişen vezirler, âlimler, nişancılar. İstanbul esnafı ve sanatlar.
Cilt: Mudanya ve Bursa. Osmanlı
Devleti’nin kuruluşu, İstanbul’un fethinden önce gelen padişahlar, Bursa’daki
cami, türbe ve diğer sanat eserleri, Bursa’nın âlimleri, vezirleri, şairleri,
Trabzon ve havalisi, Gürcistan dolayları.
Cilt: Üsküdar’dan Şam’a kadar yol
boyunca bütün şehir ve kasabalar, Şumnu, Niğbolu, Silistre, Filibe, Sofya ve
Edirne hakkında geniş ve ilgi çekici bilgiler.
Cilt: İstanbul’dan Van’a kadar
yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliya Çelebi’nin elçi olarak İran’a
gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler.
Cilt: Tokat, Rumeli,
Sarıkamış’tan Orta Avrupa’ya kadar olan çeşitli ülke ve eyaletler.
Cilt: Avusturya, Kırım, Dağıstan,
Çerkezistan, Kıpçak diyarı, Ejderhan havalisi.
Cilt: Kırım ve Girit olayları ile
Selanik ve Rumeli’deki olaylar.
Cilt: İstanbul’dan Mekke ve
Medine’ye kadar olan yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliya Çelebi’nin
başından geçen ilginç olaylar, Mekke ve Medine hakkında geniş bilgiler.
Cilt: Mısır ve havalisi. (Büyük
Türk Klasikleri (5), 1987: 393).
Evliya Çelebi Seyahatname’si çok geniş bir sahayı içine
almaktadır. Eserde hemen hemen bütün Osmanlı coğrafyası, İran, Irak, Suriye,
Mısır, Rusya, Kırım, Balkanlar, Macaristan, Almanya, Flemenk, İsveç, Lehistan
gibi çeşitli ülke ve şehirlere ait geniş bilgiler vardır (Banarlı (2), 1998:
691). Seyahatname’de tarih, coğrafya, dil, folklor, budun bilim, toplum bilim
konularında geniş bilgiler verilmektedir. 16. ve 17. yüzyıl Osmanlı
İmparatorluğunun geniş sınırları içindeki önemli şehir ve ülkelerin yaşama
biçimleri, âdetleri, gelenekleri, görenekleri, töreleri, inançları, törenleri
ve günlük yaşamları hakkında zengin bilgiler ile dolu olan eser, halk
bilimciler ile budun bilimcilerin başvurmaları gereken önemli bir kaynaktır
(Örnek, 1995: 34).
Evliya Çelebi eserinde gezdiği yerler ve bu yerlerin tarihi
hakkında bilgi verirken sadece kendi gözlemleri ile yetinmemiştir. Kazvinî,
Makrizî, Taberî, Zehebî, Celalzade, Solakzade, Âlî, Atlas Minor gibi belli
başlı eserlere, kanunnamelere, eyalet tahrir defterlerine menakıpnamelere ve
Latin, Yunan dilleri ile yazılmış çeşitli tarihlere başvurduğunu belirmektedir
(Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (3), 1979: 126; Baysun, 1977: 408-409).
Türk edebiyatı açısından önemi büyük olan eser, Türk dili
açısından da önem taşımaktadır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da belirttiği gibi
eserin üslubu derbederdir; ancak, verilen her cümlede Osmanlı insanının hayata
bakışını bulduğumuz için Evliya Çelebi’yi bu yönü ile büyük bir nesir yazarı
olarak kabul edebiliriz. Evliya Çelebi’nin çağdaşı olan nesir yazarlarından
ayırabilecek önemli özellikleri vardır. Öncelikle, devrine ve devrindeki yazarlara
göre sade bir dili vardır. Güçlü tasvirleri, sıcak mizahı, seciler ve
mübalağalar ile süslü üslubu Evliya Çelebi’nin önemli ayırıcı noktalarıdır
(Büyük Türk Klasikleri (5), 1987: 393).
Evliya Çelebi’nin
Türk ve Dünya Tarihindeki Yeri
Evliya Çelebi ve Seyahatnamesi’nin tarih içindeki yerini
İlber Ortaylı “Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek” adlı eserinde şöyle
belirtmektedir:
“Viyana’ya giden elçilik heyetinde de bulunduğu için
Osmanlı dışı ülkeyi de tasvir eden Evliya Çelebi, bugün sadece bizim değil;
bütün tarihçi âlemin ve bütün Avrupa dünyasının merakla takip ettiği bir
kaynaktır”” (Ortaylı, 2006: 88).
Ortaylı’nın söylediklerine katılmamak mümkün değildir.
Evliya Çelebi gezdiği her ülke ve şehrin tarihi hakkında kimi zaman
duyduklarına, kimi zaman da çeşitli tarih kitaplarına dayanarak kıymetli
bilgiler verir. Eser, 17. yüzyıl ve öncesi İslam ve Osmanlı tarihini araştırmak
isteyenlerin başvuracakları önemli bir kaynaktır.
Çağının Osmanlı zihniyetini, dünya görüşünü ve dünyaya bakışını tıpkı bir ayna gibi gösteren eserde Orta Çağ’ın sonlarından itibaren doğu ile batı arasında açılmaya başlayan uçurumun, 17. yüzyılda hangi boyutlara ulaştığı ve batının o yıllardan 17. yüzyıla ne kadar yol aldığı, Evliya Çelebi’nin Avrupa ülkelerinde karşılaştığı çeşitli olay veya durumlar karşısında Osmanlılara serzenişte bulunması ile hissettirilir. Eser, Yeniçağ’ın ortalarında doğu ile batı arasındaki tinsel uçurumun hangi düşündürücü boyutlara varmış olduğunu göstermesi bakımından da zihniyet tarihi araştırmalarına ışık tutar (Karamuk, http://www.history.hacettepe.edu.tr/archive/evliyacelebi.htm). Nitekim Ortaylı, Türk entelektüel hayatının en zayıf yönünün batı hakkındaki bilgilerinin çok naif olmasını belirterek Evliya Çelebi ile ilgili olarak şu düşüncesini verir:
“Bizim Batı medeniyetini Evliya Çelebi’den daha zekice ve
daha bilgiyle tanıdığımızı sanmıyorum.'”
(Armağan, 2004: 35).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar