Fal
Falın Eski
Türkçedeki karşılığı “ırk” tır. Dîvânü Lûgati’t-Türk’ün müellifi Kaşgarlı
Mahmut bu kelimeyi şöyle açıklamaktadır: “Falcılık, kâhinlik ve bir kimsenin
gönlündekini bilmek.” (Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi (I), 1998).
Arapça asıllı
bir kelime olan ve Türkçede “fal” şeklinde kullanılan “fâl” kelimesinin batı
dillerindeki kullanımı birbirine çok yakındır. Kelime, Grekçede “manteia”,
İngilizcede “mancy”, Fransızcada “mancie” şeklinde kullanılır (Aydın, 1995:
134).
Fal
kelimesinin çeşitli sözlük, ansiklopedi ve konu ile ilgili eserlerdeki
tanımlarını vermek yerinde olacaktır.
Azerbaycan
Edebiyat Terimleri Sözlüğü:
“Fal:
Folklor
(halk bilimi) türlerinden biri. Fallar, bir milletin ilk gelişim merhalelerini,
dünyaya bakışlarını, tasavvurlarını aksettirirler. Eski halkların sözlü
yaratıcılığında önemli yer tutarlar.
Fala
bakmanın çeşitli milletlerde birbirinden farklı şekilleri vardır. rakamlarla,
kitaplarla, ellerin içindeki çizgiler vasıtasıyla, su ile, kartla, nohutla,
kahve ile, yıldızlarla fala bakma vs. Eskiden Türk kavimleri içerisinde
inançlarla ilgili fal, göz falı, kulak falı çok yaygın idi.
Azerbaycan
halkı arasında da su, ay, yıldız ile fala bakma; göz kulak falı yaygın
olmuştur. Türk boylarının eski bayramlarından ‘Novruz’un son çarşambası olan
‘ilahir Çarşamba’da ‘gapıpusma’, ‘kulağa dayanma’ âdetiyle ilgili kulak falı
vardır. Kapı arkasından işitilecek güzel bir söz uğur, kötü söz uğursuzluk
işareti sayılır.
Gözle fala
bakmada, hamile kadının başına arkadan gizlice bir çimdik tuz döküp onun ne
yapacağını beklerler. Eğer kadın eli yüzünü sığallarsa (sıvarsa, elini yüzüne
sürerse) kızı; elini çenesine sürerse oğlu olacak manasını çıkarırlar.
Bir
rivayete göre, ünlü şair Molla Penah Vagıf (VXIII. asır) yıldızların hareketine
göre yarının uğurlu veya uğursuz olacağını söyleyebilirmiş.”
(Hacıyeva-Tarakçı-Köktürk, 1995: 77-78).
Eski Türk
İnançları ve Şamanizm Terimleri Sözlüğü: “Gelecekten haber verme,
kaybolanı bulma, vb. amaçla nesnelere bakıp anlam çıkarma.” (Korkmaz, 2003:
67).
İnanç
Sözlüğü Dinler-Mezhepler-Tarikatler-Efsaneler: “Gelecekten haber almak
için çeşitli nesnelerden anlam çıkarma.” (Hançerlioğlu, 1975: 189).
Misalli
Büyük Türkçe Sözlük: “Çeşitli şeylere bakarak gelecekte olacaklar
hakkında anlamlar çıkarma, gaipten haber verme.” (Ayverdi, 2005: 916).
Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lûgat: “Uğur; talih deneme; kahve fincanına, iskambile
bakmak gibi bir takım garip usullerle insanın talihine âit şeyler söyleme. ” (Devellioğlu,
2000: 250).
Osmanlı’da
Fal ve Falnameler: “Başarısızlık, felaket ve yıkım korkusu, insanın,
girişimleri için onaylayan ya da reddeden işaretler aramasına, rüzgârdan,
kuşların uçuşundan, ötüşünden anlam çıkarmasına, kendi gövdesindeki istemsiz
hareketleri (göz seğirmesi, kulak çınlaması, hıçkırık) iyiye ya da kötüye yormasına
yol açmıştır. Bu tür yorumlar, genel olarak “fal” diye adlandırılır.”
(Sezer, 1998: 9).
Türk Dil
Kurumu Türkçe Sözlük: “Geleceği öğrenmek, şans ve kısmeti anlamak
amacıyla oyun kağıdı, kahve telvesi, el ayası gibi şeylere bakarak anlam
çıkarma.” (Türkçe Sözlük (1), 1998: 758).
Türk Dili
ve Edebiyatı Ansiklopedisi: “Gelecekteki olaylar hakkında olumlu veya
olumsuz bilgi edinebilmek için başvurulan çeşitli işlemler.” (Türk Dili
ve Edebiyatı Ansiklopedisi (3), 1979: 153).
Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi: “Çeşitli tekniklerle gelecekten ve
bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatı.”
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (12), 1995: 134).
100 Soruda
Türk Folkloru: “Dar ve yaygın anlamı ile falı, özel teknikleri,
gereçleri ve uzmanları olan “yorumlama bilgisi” diye tanımlayabiliriz.”
(Boratav, 2003: 130).
İlk insandan
bu yana insanoğlu sürekli merak içindedir ve meraklarını cezbeden en büyük konu
da gelecekleridir. Yapılacak herhangi bir işin sonucunun nasıl olacağını
önceden bilmek, bir insanın yazgısını öğrenmek insanları tarih boyunca meşgul
etmiştir. İnsanların hayatları boyunca başarılı ve mutlu olmak istemeleri
sonucunda fal, yüzlerce çeşit kazanmıştır. Kullanılan çeşitli araçlar ve yöntemler
ile fal çeşitleri günümüzde oldukça genişlemektedir. Sürekli bir arayış içinde
olan insan zihni farklı yaklaşımlar ile geleceklerini öğrenmek adına falı ve
falcıları hayatın vazgeçilmez bir parçası hâline getirmiştir. Aşağıda çeşitli
çağ ve uygarlıklardan derlenen fal çeşitlerini Giovanni Scognamillo ve Arif
Arslan’ın birlikte hazırladıkları “Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Fal”
adlı eserden özetleyeceğiz (Scognamillo-Arslan, 1999: 29 -51):
Ağaç Falı: Ağaçların şekillerini, dallarını,
yapraklarını ve köklerini yorumlayarak bakılan eski bir fal şeklidir.
At Falı: Eski Kelt ve Saxonlarda rastlanan ve
atların kişnemelerine göre bakılan bir fal şeklidir. Beyaz bir atın kişnemesi
iyiye, siyah bir atın kişnemesi kötüye yorulur-hatta ölüm işaretidir-. Saxonlarda
var olan bir fala göre, ahırdan sağ ayağını atarak çıkan bir at her zaman iyiye
işarettir, bu atın renginin bir önemi yoktur.
Ateş Falı: Ateşe atılan nesneler ile bakılan eski
bir fal şeklidir. Eğer ateşe atılan nesne tamamen yanarsa bu kötüye işarettir.
Nesne kısmen yanar veya hiç yanmaz ise yorum olumlu olur. Türkler arasında da
bilinen bir fal şeklidir. Türkler nesneler ile değil ateşin rengini
yorumlayarak ateş falına bakarlardı.
Bakla Falı: Orta Çağ Avrupası’nda çok yaygın olan
bir fal türüdür. Eski toplumlar baklayı büyüsel bir bitki olarak gördükleri
için bu fal yaygınlık kazanmıştır. Orta Çağ’da, tekin olduğuna inanılan
evlerdeki kötü ruhları kovmak için Avrupalı falcılar eve bakla taneleri atar ve
bu baklalar ile fala bakarlardı. Günümüzde Türkiye’de de var olan bakla falının
eski şeklidir.
Balık Falı: Eski Yunanistan’da yaygın olarak
kullanılmış bir fal türüdür. Balıkların bağırsakları veya hareketleri
incelenerek bakılan bir faldır. Hem deniz, hem de tatlı su balıkları ile
bakılırdı.
Balta Falı: Bir cinayetin failini ortaya çıkarmak
için eski uygarlıklarda kullanılmış bir fal türüdür. Bu fala göre, balta bir
taşın üzerine konulur, zanlı olarak görülen kişilerin adları taşın etrafında
dönerek tekrarlanırdı. Balta yere düştüğü zaman kimin adı söylenmekte ise o
kişi kâtil olarak kabul edilir idi.
Bağırsak Falı: Eski Etrüsklerde ve eski Yunanlarda
kurban edilen koyunların bağırsakları ile bakılan bir fal çeşididir.
Bina Falı: Keldan, Asur, Yunanistan’da evlerin dış
cephelerini inceleyerek bakılan bir fal çeşididir. Yunan felsefecisi
Xenokrates’in bu konu ile ilgili bir kitabı vardır.
Buğday Falı: Avrupa’nın birçok kırsal bölgesinde
hâlâ yaygın olan bir fal çeşididir. Fala göre, on iki tane buğday tanesi sıcak
bir fırına yerleştirilir ve her bir buğdaya, bir ayın aylarını temsil etmesi
amacı ile, ay ismi verilir. Tümü yanan buğdayların temsil ettikleri aylarda
buğdaya zam geleceği şeklinde yorumlanır.
Çakıl Falı: Su dolu bir kaba çakıl taşları atılır
ve taşların çıkardıkları seslere göre yorumlar yapılır.
Defne Falı: Eski Roma’da var olduğu bilinen bir fal
çeşididir. Defne yaprakları ateşe atılır, yanan yapraklar ses çıkarırsa iyiye,
çıkarmazsa kötüye yorulurdu. Bazen defne yaprakları ile birlikte yumurta da
yakılır, bu zaman da ateşin aldığı şekiller yorumlanır idi.
Duman Falı: Eski uygarlıklardan kalma bir fal
çeşididir. Buna göre, yasemin yaprakları ateş atılır ve çıkan dumanın aldığı
şekiller yorumlanır idi.
El Falı: En eski fal çeşitlerinden biridir ve
günümüzde de hâlen bilinmektedir. Üç bin yıl öncesindeki Hint kaynaklarında,
Vedalarda, yer alır, Orta Çağ’dan kalma el yazması eserlerde rastlanır. Avuç
içinde görülen işaretlerin, çizgilerin yorumlanmasından ibarettir. Bütün
kültürlerde bu çizgiler yaşamsal bir hiyeroglif sayılmış ve insanın kişiliğini,
gidişatını, hayatının safhalarını anlatmak için kullanılmıştır.
Harf Falı: Bu fala göre, yere geniş daire çizilir
ve kenarlara harfler yerleştirilir. Dairenin ortasında ise bir falcı bulunur ve
bu falcı dönmeye başlar. Falcının dengesini kaybedip düştüğü noktalardaki
harfler birleştirilir ve ortaya çıkan kelimeler yorumlanır.
Hava Falı: Eski İranlılarda ve daha sonra da
Romalılarda kullanılan bir fal çeşididir. Bulutlardan, rüzgârın yönünden,
atmosfer olaylarından hareket edilerek geleceği yorumlama yöntemidir. Değişik
çeşitleri de mevcuttur. İran’da kaynar sudaki dalgalanmalara, kabarcıklara
bakılarak uygulanır. Romalılarda ise, yüksek bir yere yerleştirilen geniş bir
kaptaki suda, rüzgârı etkisi ile meydana gelen kabarcıklar yorumlanarak
bakılır.
Horoz Falı: Eski Yunanlılarda ve 19. yüzyılda
Rusya’nın kırsal kesimlerinde rastlanan bir fal çeşididir. Bu fala göre, yere
bir daire veya dikdörtgen çizilir ve yirmi dört kısma ayrılır. Her kısma bir
harf yazılır ve bir buğday tanesi koyulur. Dairenin veya dikdörtgenin içine bir
horoz bırakılır. Horozun yediği buğday tanelerinin yer aldığı bölmelerdeki
harfler not edilir ve yorum yapılır. Daha çok Rusyalı genç kızlar tarafından,
koca bulup bulamayacakları merak edilerek bakılır.
I Ching (Yi King): Çin’in en eski felsefe sistemi
ve fal şeklidir. Taoism, Confucius gibi çeşitli Çin dinlerini etkileyen gizemli
bir bilgi kaynağıdır. Fallar arsında en karmaşık olanıdır. Açıklanması ve
yorumlanması uzun incelemelere konu olmuştur.
İnsan Bağırsağı Falı: Eski bir barbar fal şeklidir
ve oldukça korkunçtur. Kurban edilen kadın veya erkeklerin bağırsaklarına göre
yorumlar yapılır. Roma İmparatoru Neron tarafından revaçta tutulan vahşice bir
uygulamadır. Fransa mareşali olan ve kara büyü tutkunu olması ile bilinen
Gilles de Rais fal bakmak veya baktırmak için bir çok genci kurban etmiştir.
İskambil Falı: İlk örnekleri 16. yüzyılda görülen o
zamandan bugüne yaygınlığını kaybetmeyen bir fal şeklidir. Bir kısım
tarihçilere göre, iskambil kağıtları Fransa kralı çılgın 6. Charles’ı eğlendirmek
amacı ile çizilmişlerdir. Falın amacı ve işlevi geleceği açıklamaktır. Buna
göre destedeki kartlara birer anlam verilir ve bunlar bir araya getirilerek
yorumlanır. Maça, Kupa, Karo, Sinek’lerdeki kral, kraliçe, vale ve sayılar
yorumlanarak bakılır. Her bir kralı, kraliçenin, valenin ve sayının kendine
özgü anlamları vardır.
Kafatası Falı: Eski Germenler tarafından uygulanan
bir fal şeklidir. Bir hayvanın, genellikle eşeğin, kafatası ateşe atılır ve
ateşe sorular sorulur. Kafatası yanarken çıtırtılar çıkarsa bunlar olumlu
cevaplar sayılırdı. Daha çok kaybolan eşyaları bulabilmek amacı ile bakılırdı.
Kahve Falı: En çok Akdeniz ülkelerinde ve Orta
Doğu’da kullanılan ve dünyanın her yerinde uygulanan bir fal çeşididir. Kahve
falından ilk kez bahseden kaynak, Floransalı falcı Tommaso Tamponelli’dir.
Kahvenin telvesinin aldığı şekiller yorumlanarak gelecekten haber verilir.
Kap Falı: Çeşitli türleri olan bir fal çeşididir.
Boş bir kap kullanılırsa kaptaki yansımalar incelenir. İçi su veya yağ dolu bir
kap da kullanılabilir. Bir başka türüne göre, kabın üzerinde ipe bağlı bir
yüzük sallandırılır ve yüzüğün kaba vurunca çıkardığı sesler yorumlanır.
Kaplumbağa Falı: Eski Çin’de ve hâlen Afrika’nın
birçok yerinde uygulanan bir fal çeşididir. Kaplumbağanın kabuğu ateşe atılır
ve yanan kabukta beliren çizgilere göre yorumlar yapılır.
Karaciğer Falı: İlk önce Keldanilerde, daha sonra
Yunanistan ve Roma’da görülen, oldukça eski bir fal çeşididir. Kurban edilen
hayvanların karaciğerlerinin çıkarılıp yorumlanmasından ibarettir. Büyük
İskender’in ölümünün böyle bir falda çıktığı söylenir.
Karga Falı: Kargaların uçuş şekillerine,
davranışlarına ve çıkardıkları seslere göre yorumlar yapılan bir fal çeşididir.
Keçi Falı: Antik Yunanistan’ın Delfos kentinde
uygulanan ve bağırsak falına oldukça yakın olan bir fal çeşididir.
Kemik Falı: Yunanlılardan kalma bir fal çeşididir.
Homeros’un İlyada Destanı’nda sözü geçer. Aslında tanrı Hermes’e bir çeşit
sunuştur. Eski Yunan inanışlarına göre yere atılan kemiklerin durumundan tanrıların
niyetlerini anlamak mümkündü.
Kristal Falı: Orta Çağ’dan kalma bir fal çeşididir.
Yüzük gibi çeşitli ziynet eşyalarındaki kristal parçalarına bakarak ve trans
hâline girerek bakılır. Çağdaş şekli ise, kristal küre ile bakılan faldır.
Kuş Falı: Antik Roma’da kuşların uçuşlarına göre
bakılan bir fal çeşididir.
Lamba Falı: Lamba veya mum ışıklarındaki
değişimlerin, hareketlendirmelerin ya da bunlardan oluşan gölgelerin, ışık
oyunlarının incelenmesi sonucunda oluşan bir fal çeşididir.
Mum Falı: Eritilen bir mumun su dolu bir kaba
akıtılması ve oluşan şekillerin yorumlanması sureti ile oluşan bir fal
çeşididir. 19. yüzyıla Fransa’nın çeşitli bölgelerinde müstakbel kocalarının
mesleklerini öğrenmek isteyen genç kızlar bu fala bakarlardı.
Ok Falı: Keldanilerde, eski İranlılarda ve
Germenlerde kullanılan bir fal çeşididir. Fırlatılan okun uçuş şekli, yere
düşmesi veya bir yere saplanması yorumlanır. Bir başka şekline göre, bir dizi
okun üzerine sorulan sorulara ait olumlu ve olumsuz cevaplar yazılır ve oklar karıştırılırdı.
Çekilen oktaki cevabın tanrılar tarafından gönderildiğine inanılırdı.
Omuz Kemiği Falı: Japonların geleneksel bir
falıdır. Bu fala göre, bir geyiğin omuz kemiği ateşe atılır ve kemiğin yanarken
ortaya çıkardığı kırılmalar, yanmalar, parçalanmalar yorumlanır. Kaplumbağa
falının bir başka çeşididir.
Rüzgâr Falı: Antik Yunan ve Roma’da yere dökülen
veya hâlen dallarda kalan yapraklar üzerinde rüzgârın etkisine göre bakılan bir
fal çeşididir. Ayrıca, rüzgârda sallanan çanların çıkardığı sesler ile de
bakılır.
Saç Falı: Bir çocuğun saçlarının, buklelerinin
rüzgârda nasıl hareket ettiklerine göre bakılan bir fal çeşididir.
Sayı Falı: Eski Yunanlılarda ve Yahudilerde görülen
bu fal şekli, Orta Çağ’dan ve Rönesans’tan gelen çeşitli katkılar ile, gizemcilikte
evreni açıklamaya yönelik bir anahtar sayılırdı. Sayılardan oluşan tarihler,
çeşitli birimlerden ve isimlerin sayısal değerlerinden yararlanılarak geleceği
bilme işleminde sayılar kullanılır.
Soğan Falı: Almanların geleneksel bir fal şeklidir.
Bir soğanı tek tek soymak sureti ile bakılır. Almanların bu geleneğine göre,
genç kızlar, eş adaylarının adlarını soğanlara yazarlar ve Noel gecesinde bir
kilisenin sunağına bırakırlar. İlk filiz veren soğan müstakbel eşin adını
açıklardı.
Su Falı: Bakır levhalara sihirli sözlerin yazılması
ve su dolu bir kaba yerleştirilmesi ve bakire bir kızın suyun içine bakıp
gördüklerini anlatması sureti ile bakılır. Bir başka şekline göre, bir dolunay
gecesinde gümüş bir vazoya su doldurulur ve bir mumun ışığı suya yansıtılır.
Bir falcı sudaki ışığın yansımalarını yorumlar.
Tarot Falı: Dünyada oldukça yaygın bir fal
çeşididir. Başlangıcının ne zaman olduğu tam olarak bilinemese de 14. yüzyıldan
kalma tarot desteleri olduğu bilinmektedir. Gizemci geleneğe göre Mısır’dan gelmiştir
ve bir kutsal kitabın, tanrı Toth’un kitabının özetlenmiş şeklidir. Tarot
kartlarının bir fal aracı olarak kullanılması 18. yüzyıldan sonradır. Bugün en
çok kullanılan desteleri yetmiş sekizlik destelerdir. Bu yetmiş sekizlik
desteler, yirmi iki Büyük Giz, elli altı Küçük Giz’den oluşmaktadır. Bunların
en önemlileri Büyük Gizlerdir ve her bir resimli kartın kendine has bir anlamı
vardır. Bu kartlara göre anlamlar çıkarılarak fala bakılır.
Tuz Falı: Geçmiş yüzyıllarda ateşe atılan tuz
tanelerinin yanarak çıkardığı sesler bir fal çeşidi olarak kullanılmaktaydı.
Un Falı: Eski Yunanlılardan kaldığı düşünülen ve
daha çok Akdeniz ülkelerinde yaygın olan bir fal çeşididir. Buna göre, yere un
serpilir ve ortaya çıkan şekiller yorumlanır. Başka bir çeşidine göre, ekmek
yapmak için yoğrulan hamurun aldığı şekiller yorumlanır.
Yaprak Falı: Bu fala göre, bir yaprağın üzerine
kişinin adı ve sorduğu soru yazılır. Daha sonra yaprak açık bir yere bırakılır.
Eğer rüzgâr yaprağı yerinden kımıldatmaz ise sorulan sorunun cevabının olumlu
olduğu kabul edilir.
Yüz Falı: Bir kişinin yüz şekline göre kişiliğinin
ve geleceğinin yorumlanması ile oluşan bir fal çeşididir.
Yüzük Falı: Antik Yunanistan’da uygulanan bir fal
şekli idi. Bu fala göre, su dolu bir kabın etrafına alfabenin harfleri dizilir
ve kabın üzerinde ipe bağlanmış yüzük sallandırılır. Yüzüğün sallanırken
çarptığı harfler bir araya getirilir ve bu harfler birleştirilerek anlamlı
sözcükler kurmaya çalışılır.
Zar Falı: Orta Çağ’dan kalma olduğuna inanılan bir
fal çeşididir. Bu fala göre, bir daire çizilir ve dairenin içine üç tane zar
atılır. Bu zarların gösterdiği sayılar toplanır ve buna göre yorum yapılır.
Bahsettiğimiz
kitapta yer alan fal çeşitleri bunlardır. Ancak, fal çeşitlerinin sadece bu
kadar olduğu düşünülmemelidir. Bugün Anadolu’da sayısı tespit edilemeyecek
kardar çok fal vardır. İnsanlar açısından önemli olan gelecek hakkında
söylenecek sözler olduğu için Anadolu halkı falda kullanılan malzemeye önem
vermemektedir. Kahve falı, tarot falı baktırıldığı gibi, bazen de herhangi bir
şeye dayanarak niyet tutma fal olarak kabul edilmektedir. Nitekim, fal tutmak,
“Aklından bir şey geçirip belli bir işin olup olmamasında veya oluş tarzında
ona cevap aramak, niyet tutmak.” anlamındadır (Ayverdi (1), 2005: 916).
Eserde yer
almayan bizim çeşitli kaynaklardan tespit edebildiğimiz fal çeşitlerinden
bazıları alfabetik olarak sıralanmıştır:
Aşık Kemiği
Falı: Göçebe Türkler arasında çok yaygın olan bir fal çeşididir. Bu fala
göre aşık kemiği davulun üzerine atılır ve kemiğin duruş şekline göre yorum
yapılır (Korkmaz, 2003: 67). Günümüzde bazı Türk boyları arasında hâlen
kullanıldığı bilinmektedir.
Billur
Falı: Billurdan bir topa bakarak görülen hayalimsi şekilleri yorumlamaya
dayanan bir fal çeşididir (Türk Ansiklopedisi (16), 1968: 90) .
Fizyonomi
Falı: İnsan bedenini esas alan bir fal şeklidir. İnsanların kaşları,
gözleri, parmakları, ten, saç ve göz renkleri, boyları, vb. ile onların
fıtratlarındaki özellikleri belirlenilmeye çalışılır.
Göz Falı: Azerbaycan
Türkleri arasında yaygın bir fal çeşididir. Bu fala göre insanlar, hamile
kadının başına arkadan gizlice bir çimdik tuz döküp onun ne yapacağını
beklerler. Eğer kadın eli yüzünü sığallarsa (sıvarsa, elini yüzüne sürerse)
kızı; elini çenesine sürerse oğlu olacak manasını çıkarırlar
(Hacıyeva-Tarakçı-Köktürk, 1995: 77).
Grafoloji: İnsanın
el yazısını inceleyerek onun karakterini tanımlama esasına dayanır (Türk
Ansiklopedisi (16), 1968: 90).
Kitap Falı:
Bu fala göre, belli bir niyetle kutsal kitaplardan açılan yerdeki ifadeler
yorumlanır. Başta Kuran-ı Kerim olmak üzere, çeşitli mutasavvıfların kitapları
ile de uygulanır.
Köpük Falı:
Bu fal çeşidinde ataların ruhuna kurban sunulur ve kurban eti kazanda
kaynatılarak çıkan köpüğün rengine bakıp kehanette bulunulur. Şamanizm izleri
taşıyan bu fala günümüzde rastlanılmaz. Ancak, Kırgızların ünlü destanı
Manas’ta bu fal karşımıza çıkmaktadır; buradan hareketle kurban etine bakarak
kehanete bulunma eyleminin eski Kırgızlarda var olduğunu söyleyebiliriz.
Kulak Falı:
Türk boylarının eski bayramlarından olan Nevruz’un son çarşambası olan
“ilahir Çarşamba”da “gapıpusma”, “kulağa dayanma” âdetiyle ilgili bir kulak
falı vardır. Bu fala göre kapı arkasından işitilecek güzel bir söz uğur, kötü
söz uğursuzluk işareti sayılır (Hacıyeva-Tarakçı-Köktürk, 1995: 77).
Kum
(Toprak) Falı: Kum, toprak ve taşlar ile tesadüfen tespit edilen belli
noktalar ve bunların şekilleri yorumlanır (Arslan, 2002: 112).
Kumalak
Falı: Kırgız-Kazaklarda ve Özbeklerde yaygın bir fal çeşididir. Bu fal için
kırk bir tane taş, nohut, fasulye ya da koyun tezeği kullanılır. Müslüman
Türklerde yaygın olduğu bilinmektedir. Bu fala bakanlara “kumalakçı” denir
(İnan, 2000: 157-158).
Kura Falı: Bu
fal, fala bakmak isteyen kişinin belli bir düzene göre zar veya benzeri
herhangi bir şeyi hazırlanmış olan levhaya atması ya da gözünü kapatarak
parmağını gelişigüzel bir yere basması ve zarın ya da parmağın geldiği yerdeki
harfe göre fal kitabından sonucu okuması esasına dayanır (Sezer, 1998: 37).
Kürek
Kemiği Falı: Şamanistlerde, Müslüman Türklerden Kırgız-Kazaklarda ve
Nogaylarda en ünlü faldır. Hayvanın kürek kemiğindeki çizgi ve noktalara
bakılıp gelecekten haber verilir. Bu fala bakanlara “yağrınçı” adı verilir. Bu
fal en eski Şamanizm’in kalıntılarından biridir (İnan, 2000: 152).
Mâni Falı: Maniler
Hıdırellez günlerinde bir fal unsuru olarak karşımıza çıkar. Bugünde “Mantuvar
Geleneği” adı verilen bir tören yapılır. Bu tören için bir akşam önce genç
kızlar bir küpün içine yüzük, küpe gibi süs eşyalarını atıp küpün ağzını
kapatarak gül ağacının altına gömerler. Sabah olunca ağacının yanında
otururlar. Küpü açarlar. Manici bir mani okuyarak küpün içinden bir süs eşyası
çıkarır. Bu mani çekilen süs eşyasını atan kızın niyetinin cevabıdır (Çelik,
2005: 42).
Papatya
Falı: Uygulanması en kolay fallardan biridir. Buna göre, bir niyetle
papatya yaprakları sırayla, mesela seviyor ve sevmiyor diyerek, koparılır. En
son yaprakta söylenen sözün gerçekleşeceğine inanılır.
Sakız Falı:
Günlük hayatta oldukça sık karşımıza çıkan bir fal çeşididir. Sakızların
jelatinlerinin üzerinde yazılı olan manilere göre niyetin gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği öğrenilmeye çalışılır.
Tespih
Falı: Bu fal için öncelikle bir niyet edilerek tespihin püskülünden
tutulur. Tespihi tutan kişi diz çökerek yere oturur ve tespih hangi elinde ise
o elinin dirseğini dizine dayar. Hiç konuşmadan, hareket etmeden durur ve
tespihi sallamaya başlar. Tespih eğer kıbleye doğru sallanır ve dönerse niyet
edilen şeyin gerçekleşeceğine aksi hâlde gerçekleşmeyeceğine inanılır (Özseven,
1939: 188).
Tükürük
Falı: Keçi, deve, at gibi hayvanlarının kaybeden insanlar hayvanlarını
bulmak için tükürük falına başvururlar. Bu fala göre biri avucuna tükürür.
Sonra diğer elinin bir parmağını tükürüğe yapıştırır. Bu sırada tükürük hangi
yöne giderse kaybolan hayvanın o yöne gittiğine inanılır.
Yıldız
Falı: İnsanların doğdukları gün esas alınarak gökyüzünün o günkü durumu,
yıldızların konumu ve bunların insan üzerindeki etkilerinden yola çıkarak
insanın geleceğini yorumlama işidir. Astroloji ile yakından ilgilidir.
Geleceği
öğrenme veya bir niyetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini anlama merakı içinde
olan insanların muhayyilesi genişledikçe fal ile ilgili olan pratikler ve
dolayısıyla fal türleri çeşitlilik kazanacaktır. Fal çeşitlerinin sadece burada
verdiklerimiz olduğu düşünülmemelidir. Geçmişte uygulanan; ancak bugün unutulan
fal çeşitleri de vardır. Ateşin alevlerine, közün duruşuna ve odunun ıslık
seslerine göre kehanette bulunma bunlara örnek olarak verilebilir (İnan, 2000:
158).
Yüzyıllar
boyunca “ilmü’n-nücum” ya da “ilm-i nücum” adı ile bilinen yıldız bilimi, “Burç
ve gezegenlerin durumlarına göre gelişen astronomi ilmidir.'’” (Pala, 1999:
207). Astroloji ise “Yıldızları inceleyip olayları öngörme sanatıdır.”
(Scognamillo, 2003: 15).
Yıldız
biliminin tarihine bakacak olursak, bugünden altı bin yıl geriye gitmemiz
gerekmektedir. Altı bin yıl önce Orta Doğu’daki Ur, Uruk, Babil şehirlerinde
yıldız bilimi doğmuştur. Çok katlı tapınaklar ve ziguratlar birer gözlem evi
görevini görüyor, bunların başında rahipler yer alıyordu ve rahipler buralarda
hem tanrılarına dualar okuyorlar, hem de tanrıların çıkış yeri olarak kabul
ettikleri gökyüzünü, yıldızları ve gezegenleri inceliyorlardı (Scognamillo,
2003: 31).
Astrolojinin
temelini oluşturan burçlar ise, MÖ 700 yıllarından beri kullanılmaktadır. MÖ
24. yüzyılda yaşamış olan Kral Sargon geleceğini tahmin etmek için güneş ve ayı
şöyle yorumlamıştır:
“Ayın ilk
gecesinde ay görünüyorsa ülke barış içinde olacak, ülkenin gönlü mutlu olacak. Şayet
ay puslu ise kral başarı ile hüküm sürecektir.
Batan
Güneş, olduğundan iki kat daha geniş görünüyorsa ve ışınlarından üçü, mavi ışık
saçıyorsa ülkenin kralı mahv olacaktır.
Ay on
üçüncü günde görünürse durum Akad için iyi, Suriye için kötü olacaktır.” (Scognamillo,
2003: 32).
Milattan
öncenin son yıllarına doğru yıldız ilmi sistemli bir şekil almaya başlamıştır.
MÖ 2. yüzyılda yaşamış olan İskenderiyeli ünlü gök bilimci Claudius
Tolomeo’nun, Mısır, Babil ve Yunan kaynaklarından hareketle yazdığı “Tetrabiblos”
adlı eser, yıldız biliminin ilk sistemli eseridir (Scognamillo, 2003: 35).
Giovanni
Scognamillo “Astroloji ve Yıldız Bilimi” adlı eserine Osmanlı
İmparatorluğu’nda yıldız bilimi ile ilgili olarak 21 Mart 1971 tarihli Hürriyet
Gazetesi’nden Metin Soysal’ın “Yedi Asır Öncenin Yıldız Falı, Fatih’in Bile
Fala Baktırdığı Bir Kitap Bulundu” adlı yazısını aynen almıştır. Konumuz
ile ilgili olması ve önemli bilgiler vermesi nedeniyle biz de bu yazıyı adı
geçen eserden alıyoruz:
“Osmanlı
Sarayı’nda, hükümdarların rüyalarını yorumlayan, büyük olaylar için geleceğin
falına bakan, hatta zaman zaman devlet işlerine bile yön veren nice usta
müneccimin kullandığı çok değerli bir el kitabı, Amasya Bayezid Kütüphanesi’nde
bulunmuştur.
Çeşitli
eski kitaplar tasnif edilirken ortaya çıkan bu eser, meşin bir kap içinde özel
kağıtlara, ‘nesih usulü’ el yazması olarak hazırlanmıştır. 69 sayfadır ve dili
hayli eski, Osmanlıca tabirlerle süslenmiştir. Şeyh Seyyid Sipahi ve Derviş
Muhammed isimli iki müneccimin uzun araştırmalarından sonra, göz nuru dökerek
ortaya koydukları eserin adı ‘Mecmua-i Felekiyat ve Kitab-ı Kenz-i Mekdum’dur.
Türkçesi ile bu isim anlamına ‘Astronomi Mecmuası (Gökler ilminin Mecmuası) ve
Gizli Hazineler Kitabı’ gelmektedir. En az 700 yıllık olduğu tahmin edilen
eser, asırların ağır yükü ile epey yıpranmış, artık Dağılmaya ve kaybolmaya yüz
tutmuşken, Amasya Bayezid Kütüphanesi cilt atölyesinde âdeta yeniden hayata
kavuşturulmuştur.
Kitabın
içinde, bugünkü adıyla bütün burçların minyatür tarzı çizilmiş renkli resimleri
vardır. Okuduğunuz gazete ve dergilerin ‘Yıldız Falı’ sütunlarında yer alan
resimler genellikle bu minyatürlerin birer kopyasına benzemektedir. Şeyh Seyyid
Sipahi ve Derviş Muhammed, insanoğlunun geleceği hakkındaki ön bilgiyi bu
burçlarda ararken sıraladıkları tahminler arasına bir de ‘çark-ı felek’
eklemişlerdir.
Gerek
Amasya Bayezid Kütüphane’sindeki kayıtlara, gerek Topkapı Müzesi’ndeki notlara
göre bu kitaptan Yıldırım Bayezid, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman
ve Yavuz Sultan Selim gibi ünlü padişahların müneccimbaşıları da
faydalanmışlardır.” (Scognamillo, 2003: 40-41).
Biz burada
Osmanlı Sarayında önemli yere sahip olan müneccimbaşı hakkında bilgi vermek
istiyoruz. Sarayların dış hizmetlere mahsus kısımlarında çalışanlara “Birun
halkı” yani dış halkı adı verilir. Birun halkı altı kısımdan oluşur ve
müneccimbaşılar bu halkın birinci kısmı olan “Ulema Sınıfı”nda yer alır
(Sertoğlu, 1986: 53). Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre remilciler de bu
sınıfta yer alır. Müneccimbaşının görevi çeşitli önemli olaylar için astrolojik
hesaplara dayanarak uğurlu vakti seçmek ve her yıl takvim tertip etmekti
(Sertoğlu, 1986: 233). Seyahatname’ye göre müneccimbaşılar Beykoz’da yaşarlar:
“Beykoz
kazası başkadır ki müneccimbaşıların meşrutasıdır.” (Danışman (1), 1969:
124; Gökyay (1), 1996: 48).
Evliya
Çelebi müneccimler, remilciler ve falcılar esnafı hakkında şu bilgileri
vermektedir:
“Müneccimler
(Yıldıza bakarak mânâ çıkaranlar) : Yetmiş neferdir. Pîrleri İmâm
Ali’dir ki,“Ve’l-kamere kaddernâhu menâzile hatta adeke’l-urcûnil kadîm”
âyetini tefsîr edip bu ilmi meydana getirmiştir. Şehît oldukları yer Kûfe’dedir
ki ibadet ederken o hazreti ‘İbn Mülcem’ melunu şehît etmiştir. Bu müneccim
sınıfı tahtı revân üzerinde usturlaplarını (güneş irtifa aleti),
kıblenümalarını (kıbleyi gösteren alet), mikatlarını, takvim ve zeyc (yıldızların
yerlerini göstermek için düzenlenmiş cetvel) kitaplarını dizip müneccimbaşı
hususî kavuğu ile kazaskerle at başı beraber geçer.” (Danışman (2), 1969:
222; Gökyay (1), 1996: 225-226).
“Remilciler:
Dükkân on beş, nefer üç yüz. Bunlar da ulemâ sınıfından olduklarından kazasker
alayı ile tahtırevânlar üzerine talih tahtasını, kur’a ve remil tahtalarını
meydana koyup, ‘uğurlu ve mes’ut talih... Uğursuz talih... Maksat ve meramımızı
görelim’ diye remilcilere mahsus kelimeler söyleyerek geçerler. Pîrleri yine
Hazreti Ali’dir ki ünlü remilcidir. Bu bilgi pek eskidir. Bu tarîkin pîri
Hazreti Danyal idi ki, Cibril Aleyhisselam’dan öğrenip remil ile mûcizesini
göstermiştir.”(Danışman (2), 1969: 222; Gökyay (1), 1996: 225226).
“Tasvirci
Falcı Esnafı: Bir kişidir, Mahmutpaşa çarşısında ‘Hoca Mehmet
Çelebi’dir. Yaşlı bir zat Süleyman Han’ın sohbetiyle müşerref olmuştu. Birçok
Padişahların, peygamberlerin, hesapsız kaleler önündeki muharebelerini, denizde
gemilerin muharebelerini, eski ressamların sihirli, beğenilmiş kalemleriyle
beyaz kâğıtlar üzerine yapılmış resimlerini dükkânına asar, gelip geçen, bir
akçaya verip talih tutardı. O da bu resimlerden birini açardı. Muharebe mi gelir,
Yusuf ve Züleyha mı gelir, Leylâ Mecnun mu gelir, Ferhat ’la Şirin mi gelir,
yahut geçmiş pehlivanların birbirleriyle güreşleri veya ıyş u işretleri mi
gelir! Her ne gelirse ona münasip kendince beyitler söylerdi. Mesela Ferhat
gelirse:
‘Bu fal
issine geldi işte Ferhat
Çalışmakla
olursun sen de dilşat’ derdi.” (Danışman (2), 1969: 290; Gökyay (1), 1969:
292).
Evliya Çelebi,
burada müneccimler ve remilciler ile ilgili tarihî bilgiler vermiştir.
Müneccimlerin yetmiş, remilcilerin üç yüz kişi olduklarını söylemektedir ki bu
da azımsanacak bir sayı değildir. Her ikisinin de piri Hz. Ali’dir. Hz. Ali’nin
tefsir ettiği söylenilen ayet Yasin suresinin otuz dokuzuncu ayetidir. Ayetin
Türkçe meali şöyledir:
“Ay için de
bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi
(hilâl) olur da geri döner.” (Karaman, 2002: 432).
Osmanlı
İmparatorluğunda kazaskerler (Kadıasker kelimesi zamanla yerini kazaskere
bırakmıştır.) şer’i hükümler veren kişilerdi. Müneccimbaşıların ve remilcilerin
kazaskerlerle yan yana geçtikleri ve müneccimbaşıların kendilerine has
kavukları olduğu göz önüne alınınca onların sosyal ve idarî hayat içinde sahip
oldukları yer daha iyi anlaşılır. Yukarıdaki gazete haberinden de anlaşılacağı
gibi, her padişahın bir müneccimbaşısı vardır.
Evliya
Çelebi’nin yaşadığı yüzyılda İstanbul’da sadece bir tane falcı esnafı olduğu
söylenmektedir. Buna göre Mahmutpaşa Çarşısı’ndaki Mehmet Çelebi’nin dükkânına
gelen insanlar duvarda asılı olan resimlerden birini talih tutarak seçerler ve
seçilen resme Mehmet Çelebi bir beyit söyler.
Yıldızlar
ilminin esasını yedi gezegen ve on iki burç oluşturur. Bu yedi gezegen içten
dışa doğru şöyle sıralanmaktadırlar:
Zühal (Satürn) (Pala, 1999: 207).
Bu yedi
gezegenin insanlar üzerinde bıraktıkları etkileri İskender Pala’nın Ansiklopedik
Divân Şiiri Sözlüğü adlı eserini kaynak alarak şöyle sıralayabiliriz:
Ay: Ay
gezegenine mensup olan insanlar, sebatsız, ihmalkâr, kararsız, hayalci,
endişeli, zayıf ve metanetsizdirler (Pala, 1999: 46).
Utarit: Utarit’e
mensup olan insanlar, anlayışlı, zeki, kurnazdırlar. Ayrıca, neşeli, hassas,
çalışkan kişiler de be gezegenin etkisi altında olurlar (Pala, 1999: 404).
Zühre: Zühre
gezegenine mensup olan insanlar güzel, zarif, zevk sahibi, zeki, maharetli ve
sanatkâr olurlar (Pala, 1999: 427).
Merih: Merih
gezegenine mensup olan insanlar kuvvetli, öfkeli, sert, cüretkâr, karanlık ve
girişkenlik ile dolu fakat devamlı kavgacıdırlar (Pala, 1999: 285).
Müşteri: Müşteri
gezegenine mensup olan insanlar, terbiyeli, utangaç, iyi huylu, alçak gönüllü,
cömert, düzgün ve güzel söz söyleyen insanlardır (Pala, 1999: 303).
Zühal: Zühal
gezegenine mensup olan insanlar ahmak, cahil, pinti, yalancıdırlar (Pala, 1999:
427).
İlm-i nücumda
önemli yeri olan burçlar, insanların büyük bir kısmının inandığı bir gayb
ilmidir. Bu ilim ile ilgilenenlere göre her insan bir yıldızın etkisi
altındadır. Bu yıldız insanın doğduğu zamanda güneşin içinde bulunduğu burçtur.
Her biri ayrı özellik arz eden yıldızlar insanların duygu, ahlak, huy ve
sıhhatleri üzerinde etkili olurlar (Pala, 1999: 74). Burçlar sırası ile
şunlardır:
Hamel (Koç) 21 Mart - 20 Nisan
Sevr (Boğa) 21 Nisan - 21 Mayıs
Cevzâ (İkizler) 22 Mayıs - 21 Haziran
Seretân (Yengeç) 22 Haziran - 23 Temmuz
Esed (Aslan) 24 Temmuz - 23 Ağustos
Sünbüle (Başak) 24 Ağustos - 23 Eylül
Mizân (Terazi) 24 Eylül - 23 Ekim
Akreb (Akrep) 24 Ekim - 22 Kasım
Kavs (Yay) 23 Kasım - 22 Aralık
Cedy (Oğlak) 23 Aralık - 20 Ocak
Delv (Kova) 21 Ocak - 19 Şubat
Hut (Balık) 20 Şubat - 20 Mart (Sezer, 1998: 75).
Burçların
güneş, ay, gezegenler ve insan tipolojisi arasındaki ilişkileri her burca göre
farklılık arz etmektedir. Bu konuyu Giovanni Scognamillo’nun “Astroloji ve
Yıldız Bilimi'’” adlı eserinden özetleyerek vermek istiyoruz (Scognamillo,
2003: 66 - 67):
Koç: Ateş
grubundandır ve Merih gezegeninin etkisi altındadır. Merih bu burçtaki
insanları ateşli, hareketli, çoğu zaman fanatik, atılgan, bağımsız, aktif ve
korkusuz kılar.
Boğa: Toprak
grubundandır ve Venüs gezegeninin etkisi altındadır. Boğa burcu insanı mücadele
etmekten ve insanlara hükmetmekten hoşlanırlar. Hırslı, kararlı, yöntemli ve
kıskanç kişiliğe sahiptirler.
İkizler: Hava
grubundandır ve Merkür gezegeninin etkisi altındadır. İkizler burcu insanı iş
bilir ama aynı zamanda vurdumduymaz olurlar. Duyarlı olmalarına rağmen bazen
kaypak davrandıkları da olur. Toplum hayatından hoşlanırlar.
Yengeç: Su
grubundandır ve Ay’ın etkisi altındadır. Yengeç burcu insanının hayal dünyası
geniştir. İdealisttir ve siyasî yeteneklere sahiptir. Duyarlıdır, zaman zaman
kaprisli oldukları da görülür.
Aslan: Ateş
grubundandır ve Güneş’in etkisi altındadır. Aslan burcu insanı, ateşli, hırslı,
heyecanlı bir kişiliğe sahiptir. İyi konuşurlar ve çekicidirler.
Başak: Toprak
grubundandır ve Merkür gezegeninin etkisi altındadır.Başak burcu insanı amacına
ulaşmak için mücadele etmekten hiç kaçınmaz. Tutkularında her zaman ölçülüdür.
Zeki ve araştırıcıdır. İnsanlar arasında takdir edilmekten ve sayılmaktan çok
hoşlanırlar.
Terazi: Hava
grubundandır ve Venüs gezegeninin etkisi altındadır. Terazi burcu insanı
yumuşaklığı ve şiddeti bir arada götürür. Dengeli ve adildir. Durumlara uyum
sağlamasını bilir. Düşünce tarzı sağlam ve düzgündür.
Akrep: Su
grubundandır ve Plüton ile Merih gezegenlerinin etkisi altındadır. Akrep burcu
insanı son derece gerçekçidir, hayal kurmaz. Sezgileri çok güçlüdür. Kurnazdır,
ne istediğini çok iyi bilir.
Yay: Ateş
grubundandır ve Jüpiter gezegeninin etkisi altındadır. Yay burcu insanı genelde
neşelidirler. Gururlu, iyiliksever, ateşli bir yapıya sahiptir. Kazançlar elde
edebilir ama asla hükmetmez.
Oğlak: Toprak
grubundandır ve Satürn gezegeninin etkisi altındadır. Oğlak burcu insanının
pratik yetenekleri vardır, gururludur. Başkaları üstünde baskı oluşturmayı
ister ve bunu başarır. Bencildir ama aynı zamanda hesaplı ve yöntemlidir.
Kova: Hava
grubundandır ve Uranüs gezegeninin etkisi altındadır. Kova burcu insanı
bağımsızlığına son derece düşkündür, başkalarının buyruğu altına asla girmez.
İnsancıldır. Geniş bir hayal gücüne sahiptir, özgündür. Mizah sahibidir.
Balık: Su
grubundandır ve Neptün gezegeninin etkisi altındadır. Balık burcu insanı çabuk
heyecanlanır. Vicdan sahibidir, acıma duyguları çok gelişmiştir, hatta bazen
başkaları için kendini boşuna harcar. Başkalarından destek aldıkları takdirde
başarılı olurlar. Sevgisiz kaldıkları zaman davranışları değişken olur.
Evliya Çelebi,
kale, ülke ve şehirlerin talihini verirken burçların astrolojideki evlerinden
de söz etmiştir. Bu nedenle yıldız bilimde evler hakkında bilgi vermek yerinde
olacaktır. Gökyüzünün ideal bir kesitini yatay ve dikey olarak ikiye
ayırdığımız zaman bir gün boyunca güneşin geçeceği dört bölümü elde etmiş
oluruz. Bu dört bölümün de her birini eşit olarak üçe ayırırsak on iki ayrım
ortaya çıkar. İşte bu ayrımlara yıldız bilimde “ev” adı verilir. Her evin içine
aldığı gezegen insan hayatının farklı bir yönünü etkiler. 1. Ev (Yengeç- Aslan
arası) insanın davranışlarını, karakterini, 2. Ev (Aslan-Başak arası) parasal
durumu, iş hayatını, 3. Ev (Başak-Terazi arası) başkaları ile olan
ilişkilerini, öğrenimini, yazışmalarını, 4. Ev (Terazi-Akrep arası) doğumunu,
aile hayatını, olanaklarını, mirasçılarını, 5. Ev (Akrep- Yay arası)
eğlencelerini, çocuklarını, aşklarını, şansını, 6. Ev (Yay-Oğlak arası) işini,
zorluklarını, sıhhatini, 7. Ev (Oğlak-Kova arası) evliliğini, dostluklarını,
ortaklarını, toplumsal yaşamını, 8. Ev (Kova-Balık arası) ölümünü, miraslarını,
değişimlerini, bilinçaltını, yararlarını, 9. Ev (Balık-Koç arası) ruhsal yaşamını,
uzun yolculuklarını, düşlerini, 10. Ev (Koç-Boğa arası) toplumsal yaşamını,
başarılarını, 11. Ev (Boğa-İkizler arası) arkadaşlıklarını, yardımlarını,
umutlarını, 12. Ev (İkizler-Yengeç arası) güçlüklerini, başarısızlıklarını,
hastalıklarını, beklenilmeyen olayları, gizli düşmanlarını etkiler
(Scognamillo, 2003: 49-51).
Yusuf Has
Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserinin beşinci bâbını yedi yıldız ve on iki
burca ayırmıştır:
“V.
YEDİ YILDIZI VE ON İKİ BURCU SÖYLER
Tanrı adı ile söze başladım; o yaratan, yetiştiren ve
göçüren rabbimdir.
Bütün âlemi dilediği gibi yarattı; dünya için güneş ve
ayı aydınlattı.
Bak feleği yarattı durmadan döner; onunla birlikte
hayat da durmadan devreder.
Mâvî göğü ve üzerinde yıldızları yarattı; karanlık
geceyi ve aydınlık gündüzü var etti.
Bu gökteki yıldızların bir kısmı süs, bir kısmı
kılavuz, bir kısmı da öncüdür.
Bir kısmını halk için aydınlatmıştır; bir kısmı
kılavuzdur, insan yolunu kaybederse, bunlarla bulur.
Bazıları daha yüksek, bazısı daha alçaktır; bazıları
daha çok, bazısı daha az parlaktır.
Bunlardan en üstte Zuhal dolaşır; bir burçta iki
yıl sekiz ay kalır.
Ondan sonra ikinci olarak Müşteri gelir; bir
burçta on iki ay kalır.
Üçüncü olarak Merih gelir, gazapla dolaşır;
nereye baksa yeşermiş olan kurur.
Dördüncüsü Güneş ’tir, dünyayı aydınlatır;
yaklaşanları, karşısına gelenleri ışığı ile aydınlatır.
Beşincisi Zühre ’dir, sevimli yüzünü gösterir;
sana severek bakarsa müsterih ol.
Bundan sonra Utârit gelir; ona kim yaklaşırsa
dilek ve arzularına kavuşur.
Bunlardan en altta bu Ay dolaşır; Güneş ile
karşı karşıya gelirse dolun ay hâline gelir.
Bunlardan başka bir de on iki burç vardır; bunların
bazıları iki evli, bazısı ise tek evlidir.
Hamel bahar yıldızıdır, sonra Sevr gelir;
Cevzâ ile Seretân dürtüşerek yürür.
Bak Esed’in komşusu Sünbüle’dir; sonra Akreb
ve Kavs’in arkadaşı Mîzan gelir.
Bundan sonra Cedi, Delv ve Hût gelir;
bunlar doğunca, gök yüzü aydınlanır.
Bil ki, bunlardan üçü bahar yıldızı, üçü yaz, üçü
sonbahar ve üçü de kış yıldızıdır.
Bunların üçü ateş, üçü su, üçü yel ve üçü topraktır;
bunlardan dünya ve memleketler meydana gelir.
Bunlar birbirlerine düşmandır; Tanrı düşmana karşı
düşman gönderdi ve savaşı kesti.
Uyuşmaz olan düşmanlar kendi aralarında barıştılar;
görünmez olan düşmanlar öçlerini ortadan kaldırdılar.
Her şeyi yoluna koyan Tanrım bunları da yola getirdi;
tanzim etti, düzeltti ve birbirleri ile barıştırdı.
Bundan sonra imdi insandan bahsettim; onun değeri
bilgi, akıl ve anlayıştır.”
(Kutadgu
Bilig, 1994: 21 - 22).
Türk-İslam
fikir ve sanat hayatının en eski örneği olan bu eserde yazar, burçları bir
sınıflandırmaya tâbi tutmuş ve burçları her biri üç burcu içine almak kaydıyla
dört bölüme ayırmıştır: Bahar yıldızları, yaz yıldızları, sonbahar yıldızları
ve kış yıldızları. Tasavvufta “anâsır-ı erbaa” olarak adlandırılan toprak,
hava, su ve ateş burçların elementlerini oluşturmaktadır. Bunlar insanların
mizaç ve karakterlerine etki ederler. Bu elementlerden her biri üç tane burcu
etkisi altına alır. Buna göre, toprak grubunda boğa, başak, oğlak; hava grubunda
ikizler, terazi, kova; su grubunda yengeç, akrep, balık; ateş grubunda ise koç,
aslan, yay burçları yer almaktadır. Yazarın eserinde bunlardan bahsetmesi
Türklerin 11. yüzyılda astronomi ile ilgilendiklerini göstermesi bakımından
önemlidir. Bugün toplumumuzda yaygın olarak bilinen ve başvurulan astroloji
falları yani burçlar, Türk toplumsal hayatında yüzyıllardan beri vardır ve Türk
insanı geleceğini öğrenme çabasından vazgeçmediği sürece de var olacaktır.
“Falla
ilgili kitaplara verilen genel ad. Yıldızname, tefeülname, hurşîdname,
ihtilacname, kıyafetname, kehanetname de denir.” (Türk Dili ve Edebiyatı
Ansiklopedisi (3), 1979).
“Türk ve
Fars kültürlerinde falla ilgili eserlerin genel adı. ... ‘Fal bakmaya yarayan,
mistik folklorun gereği olarak anlaşılması kolay bir dille yazılmış resimli ve
resimsiz, tıbbî folklora ait telkine dayalı kitaplar’ şeklinde tanımlanan bu
eserler, zamanla klasik Türk ve Fars edebiyatlarında ‘falname’ adı verilen bir
tür meydana getirmiştir. ” (Uzun, 1995: 141).
“Falkitaplarına
verilen ad.” (Pala, 1999: 134).
İnsanların
geleceği öğrenme merakı edebiyata da aksetmiş ve fal ile ilgili olan eserlere
falname denmek sureti ile özel bir ad verilmiştir. Bu tür eserler nasıl fala
bakılacağı hakkında bilgi veren ve bu iş için hazırlanmış metinleri içeren
eserlerdir. Sadece Türk edebiyatında değil, Arap ve Fars edebiyatında da
falnameler vardır. Mustafa Uzun, fal bakılırken kullanılan metinlere göre
falnameleri üçe ayırır:
Kur’an Falnameleri: Kur’an’a dayalı olarak
hazırlanan eserlerdir. Falnameler arasında en yaygın olan türdür. Kimi zaman
yazma bir nüshanın sonunda kimi zaman ise müstakil olarak karşımıza çıkan bu
falnameler “Fâlü’l-Kur’ân” adı ile anılırlar. Ayetlerin ya da harflerin
yorumlarına göre bakılırlar. Kur’an-ı Kerim’in fal bakmak amacı ile
kullanılması karşısında tepki gösteren milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy,
Safahat’ın ikinci kitabı olan “Süleymaniye Kürsüsünde” içindeki “Çin ve
Mançurya’da” adlı şiirinde şunları söylemektedir:
“Lafz-ı
muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’an’ın
Çünkü
kaydında değil hiçbirimiz mânânın
Ya açar
nazm-ı celîlin bakarız yaprağına
Yahud üfler
geçeriz bir ölünün toprağına
inmemiştir
hele Kur’an bunu hakkiyle bilin
Ne
mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.” (Ersoy, 1974: 169).
Kura Falnameleri: Üzerinde rakam ya da harfler
bulunan bir çeşit zarın atılması sureti ile bakılırlar. Bazen de kura cetvel
şeklinde düzenlenmiş harfler, rakamlar, şekiller üzerine atılmaktadır.
Peygamber Adlarına Göre Düzenlenen Falnameler: “Fâl-i
Nebî” veya “Fâl-i Esmâ-i Nebî” adı ile bilinen bu tür falnamelerde,
peygamberlerin adları bir daire ya da şema şeklinde düzenlenmiş ve her bir
peygamberin hayatı, mucizeleri ve tebliğlerine dayalı fallar verilmiştir (Uzun,
1995: 141-143).
Falname
olmamakla birlikte fal bakma amacı ile kullanılan eserler de vardır. Bunlar
arasında en çok bilinenleri, Mevlana’nın Mesnevi’si, Sadi’nin Bostan’ı, Yunus
Emre ve Niyazi-i Mısrî’nin divanlarıdır. Aydın kesim arasında önemli bir yeri
olan eser ise Hafız-ı Şirazi’nin Divan’ıdır (Uzun, 1995: 145).
Falnamelerin
yanı sıra melhemeler de gelecek hakkında bilgiler veren eserlerdir. Melhemeler
üzerinde önemli bir çalışması olan Şeref Boyraz melhemeyi şöyle
tanımlamaktadır:
“Melheme,
en kısa tabiriyle, hem birtakım tabiat olaylarından hareketle gelecekten haber
veren sistematiğin hem de bu sistematiğin yazılı olduğu metinlerin ya da
eserlerin genel adıdır.'’” (Boyraz, 2006: 3).
Falnameler ile
melhemeler arasında farklar vardır. Her şeyden önce falnamelere bakılırken
niyet tutmak önemlidir; ancak melhemelerde niyet tutma söz konusu değildir.
Gelecek hakkında melhemeler aracılığı ile bilgi edinmek isteyen insanların
niyet tutmalarına gerek yoktur. Eserde yer alan tabiat olaylarından birinin
gerçekleşmesi sonucunda melhemeye bakılır. Melhemelerde her olay ile ilgili
olarak farklı yorumlar vardır. Gerçekleşen olaya göre eser gelecek hakkında
bilgi verir. Falnamelerden diğer önemli farkı ise metne geçirildikleri için
daha sistematik olmalarıdır (Boyraz, 2006: 4-5).
Güneş ve ay
tutulması, yeni ay görünmesi, şiddetli dolu veya yağmur yağması, yıldız
kayması, gökkuşağı, şimşek, deprem gibi tabiat olaylarıyla tahminde bulunma
şeklinde de tanımlanabilecek olan melhemelerin Türk edebiyatındaki çeşitleri
Ebu’l-Fazl’ın “Melhametü DanyaF adlı eserinin çevirilerinden ibarettir.
Yazıcı Selahaddin’in “Şemsiyye”” adlı eseri Türk edebiyatındaki ilk
melhemedir (Boyraz, 2006: 28).
Falcılığın
uzantısı çok uzundur ve çıkış noktası belli değildir. Hiçbir toplum veya
uygarlığa ait olmayan yani evrensel olan falcılık, ortaya çıktığı ilk günden
beri insanoğlunu meşgul etmiştir. Geleceğini sürekli olarak merak eden
insanlar, bunları tek başlarına bilemedikleri ya da çaresiz olduklarını
düşündükleri için geleceği bilebildiklerine inandıkları falcılara
başvurmuşlardır. Kendilerini büyük bir güven ile falcılara teslim etmişler ve
onların söylediklerine saflıklarından dolayı inanmışlar, falcılar tarafından
ikna edilmişlerdir (Scognamillo-Arslan, 1999: 17).
Önceki kısıml
arda da yer verdiğimiz gibi falın birçok çeşidi vardır. Falcılar genellikle
bunlardan bir veya birkaçını uzmanlık alanı olarak kabul ederler ve o
malzemeler ile fala bakarlar. İnsanlar için kullanılan malzemenin yani fal
çeşidinin önemi yoktur. Onlar için önemli olan, falcının fala iyi bir şekilde
bakması, insanları etkilemesi ve onları inandırmasıdır. Falcıların bilgisinin
ve yorum gücünün gelişmiş olduğu bilinir. Aslında falcıların gelecek hakkındaki
her şeyi bilmeleri ne kadar mümkündür bilinmez ama onları ünlü eden hatta
falcıların kendilerini bile falcı olduğuna inandıran insanlardır. Bir kadın
veya erkek bir kişinin falına bakar ve söyledikleri, kişiyi o kadar çok memnun
eder ki zaman içinde söyledikleri doğru çıkarsa fala bakanın tam bir falcı
olduğuna hem kendini hem de falcıyı inandırır. Hatta bu kadarla kalmaz
çevresindeki pek çok insana bunları anlatır ve insanları o falcıya sürükler.
Bunların sonunda “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” sözü gerçekleşmiş olur.
Fala baktıran
insanın psikolojik durumu ile fala inanması arasında çok önemli bir bağlantı
vardır. Yaşadıklarının etkisi ile umutsuzluk içinde olan bir insan, kendisine
umut veren falcılardan âdeta medet umar. Falcı, insanın içinde bulunduğu duruma
bir çare bulamasa da verdiği umutlar insanları mutlu eder. Aslında çoğu
falcının söyledikleri artık klişeleşmiş sözlerdir. Her falda mutlaka bir yol
vardır ya da üç vakte kadar gelecek biri gibi. Falcılar için önemli olan, fala
baktıran insanlar için bir çare bulmak değil, onları söyledikleri ile ikna
etmektir. Psikolojik olarak kendini falcının söyleyeceklerine ve verdiği
bilgilere hazırlamış olan insan falın etkisine zaten hazırdır. Bu nedenle de
insanlar falcıların işlerini çok kolaylaştırmış olurlar. “Falcının görevi
aslında çare bulmak değildir-kaldı ki çare bulamaz-umut dağıtmak, var olan
hayallere başka ve daha somut hayaller katmaktır.'” (Scognamillo-Arslan,
1999: 19).
Çeşitli ilkel
toplumlarda olduğu gibi günümüzdeki pek çok çağdaş toplumlarda da falcılar,
büyük önem ve değere sahiptirler. “Fala inanma, falsız da kalma.” düsturu ile
hareket eden insanlar falı, insan ruhunda tedavisi mümkün olmayan bir hastalık
hâline getirmişlerdir.
Teknolojinin
hayatı n her dalında önemli bir yere sahip olduğu günümüzde falcılık da bu
durumdan nasibini almıştır. Günümüzde insanlar çeşitli internet sayfalarında
günlük burç yorumlarını okuyabilmekte, ayrıca sanal ortamda el falı bile
bakılabilmektedirler. İskambil, tarot ve astronomi yani yıldız falları hakkında
piyasada o kadar çok kitap vardır ki, insanlar bu kitaplar sayesinde falcılara
gitmeden kendi fallarına bakabilmektedirler.
Kahve
içildikten sonra fincanda kalan telveler, papatyanın yaprakları, rastgele
çekilen tarot kartları insanın geleceğini nasıl bilebilir bilinmez ama,
insanlar içlerinden gelecek ile ilgili meraklarını atamadıkları sürece bu gibi
fallar ve falcılar hayatın vazgeçilmez parçası olmaya devam edeceklerdir.
İSLAMİYET ÖNCESİNDE ÇEŞİTLİ MEDENİYETLERDE FAL
Tıpkı büyü
gibi falın da tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlar ve içinde
yaşadıkları toplumlar zamanla kendi fallarını meydana getirmişler ve daha sonra
çeşitli toplumların fallarına kucak açmışlardır.
Çeşitli
medeniyetlerde fal hakkında başvurduğumuz kaynaklardan, konu hakkında en geniş
bilgiyi vereni Mehmet Aydın’ın Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam
Ansiklopedisi’ndeki “Fal” maddesidir. Biz bu bölümde söz konusu maddenin
özetini vereceğiz (Aydın, 1995: 135136) :
Milattan
önceki yıllardan bugüne falın çeşitli toplumlarda var olduğu bilinmektedir. MÖ
40. yüzyıllarda Mısır’da, Çin’de, Babil’de, Kalde’de falcılık ve kâhinlik yapıldığına
dair bilgiler veren bazı belgeler mevcuttur.
Falın
kökeninin muhtemelen Mezopotamya toplumları oldukları düşünülmektedir. Gelecek
hakkında kehanette bulunmaya yönelik pek çok teknik Akkadlar döneminde gelişmiş
ve zamanla bütün Asya ve Akdeniz ülkelerine yayılmıştır. Akkadlar’ da en çok
kullanılan fal tekniği iç organların incelenmesidir. Bu teknik, MÖ 20.
yüzyıllarda, Sümerler döneminde, oldukça gelişme göstermiştir. Manas
Destanı’nda karşımıza çıkan, ataların ruhuna kurban sunarak kurban etine göre
fal bakma âdetinin benzer bir şekli olan bu fala, kurbanın akciğer, karaciğer,
safra kesesi ve bağırsakları ile bakılmaktaydı. Bu dönemde kullanılan diğer bir
fal şekli ise, suya bir miktar yağ dökülerek yağın ortaya çıkardığı şekilleri
yorumlamaktır.
Mezopotamyalılara
göre yıldızların insan hayatında oldukça önemli yeri vardır. Onlar yıldızları
göğün yazıları olarak kabul ettikleri ve insanların kaderlerinin gökyüzünde
yazılı olduklarına inandıkları için yıldızları yorumlama tekniğini
geliştirmişlerdir. Meydana gelen önemli olaylarda yıldızların durumu incelenir,
daha sonra meydana gelen benzeri olaylarda geçmişte yaşananların benzerinin
meydana geleceğine inanılırdı.
Bugünkü
astrolojide burçlara başvurma yönteminin MÖ 7. yüzyılda ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Bir insanın doğumu esnasında yıldızlarının durumundan hareket ederek onun
geleceğinin bilinebileceğine inanılırdı.
Hititler,
toplumsal yaşayı şlarında fala yer veren önemli bir toplumdur. Kendilerinin bin
tanrılı olduklarını kabul eden Hititler, kaderlerini bu tanrıların yönettiğine
inanırlardı. Tanrıların isteklerini öğrenmek ve kendi isteklerine cevap
alabilmek için fala başvurmuşlardır. Fal çeşitlerinden en çok astrolojik
olanları benimseyip kullanmışlardır. Hayvan iç organlarından kendilerine has
bir et falı geliştirmişlerdir. Hititlerde falın en çok kullanıldığı alanlardan
biri savaşlardır. Ordunun takip edeceği yolu, konaklayacağı şehri, saldırıya
geçeceği yeri ve zamanı fal aracılığı ile belirlemişlerdir. Yenilgi ile
sonuçlanan savaşlarda nerede hata yapıldığını yine fal aracılığı ile
öğrenmişlerdir. Hititlerin kullandıkları başlıca fal çeşitleri talih falı,
kuşların uçuş falı, et falı ve kızıl keklik falı idi.
Eski Yunan
toplumunda fal dinî yönden büyük önem taşımakta idi. Rahiplerin yanında
gelecekten haber vermekten ziyade gelecek ile ilgili öğütlerde bulunma ve
tanrıların isteklerini öğrenme özellikleri bulunan “mantis” adını taşıyan
kâhinler vardı. Mantisler tanrıların isteklerini öğrenebilmek için kuşların
uçuş tarzını incelerlerdi. Mezopotamya’da görülen hayvanların bağırsak ve
karaciğerlerini inceleyerek yorum yapmak âdeti Yunanistan’da da büyük ölçüde
yaygındı. Tanrı Apollon Yunanlıların en büyük kehanet tanrısı idi. Apollon’un
Defoi’de bir tapınağı vardı ve bu tapınaktaki Pitya adlı kâhin Yunanlılar
arasında oldukça büyük üne sahip idi. Yunan mitolojisine göre Apollon, evlenmek
istediği Kassandra’ya falcılık yeteneği vermiştir. Zar şansı ile ilgili falı da
Hermes’e vermiş, böylece Hermes Yunanlılarda kumarbazların tanrısı olmuştur.
Eski Roma’da
toplumsal hayatta büyük öneme sahip bir rahip koleji vardı. Buradaki rahipler,
kuşların uçuşunu izleyerek yorumlar yapar, dinî ve dünyevî konularda insanlara
ne yapmaları gerektiğini söylerlerdi. Romalılar, iç organlar falına önem
verirlerdi. Roma’da içine bazı şeyler atılan su yüzeyi ile aynanın da
yansıttığı görüntülerle geleceğin öğrenilebileceğine inanılırdı. Şimşek, gök
gürültüsü gibi olaylar falcılıkta yer alırdı.
Eski
Çinlilerin toplumsal hayatında fal önemli bir yere ve uzun bir geçmişe sahiptir.
MÖ yaklaşık 1765-1123 yıllarından yani Şang hanedanlığı zamanından itibaren
Çinliler devlet işlerinde karar vermek için fala başvurmuşlardır. Koyun, öküz
kemikleri, kaplumbağa kabukları ile tabiat ruhlarına ve atalara danışma
şekilleri ile fala bakmışlardır. Özellikle kürek kemiği falı çok önemli bir
yere sahiptir. Daha sonraları zamanla kaplumbağa kabuğu ve civan perçemi otunun
sapları ile kura yoluyla bakılan bir fal şekli yaygınlık kazanmıştır. Çinliler
aynı zamanda astrolojiye de büyük önem vermişlerdir. Çin kültürüne ait olduğu
bilinen ve beş klasik arsında yer alan kitaplardan biri olan “I-Ching
(Değişiklikler Kitabı)” en eski fal kitabı olarak bilinir. “Pa Kua” adı verilen
ve kökü çok eskilere dayanan fal şekli, Çin felsefesinin ve kozmolojik
spekülasyonlarının temelidir.
Hint
astrolojisi Çin ve Orta Doğu sistemlerinin karma şekli idi. Bu çizgili fal
şekli İslamiyet’te “remil” adı ile bilinen fal türüdür. Hindistan’da fal ve
kehanet işlerini Atharva rahipleri yürütürdü. Ancak bunlardan daha önceleri
dinî karakterleri olmayan falcılar da vardı. Pek çok fal çeşidinin bulunduğu
Hindistan’da daha sonraları gelecek hakkında bilgi edinme konusunda rüya yorumu
gelişti. Hintliler arasında astronominin çok gelişmiş olmasına rağmen Buda
mürşit olduktan sonra bütün fal ve kehanet işlerini yasakladı. Hindistan
dışındaki Budistler fal geleneğini sadece tanımakla kalmamış, çeşitli
toplumların hayatına sokmuşlardır.
Cahiliye
devrinde Araplar arasında fal yaygındır ve “tefeül” kelimesi ile karşımıza
çıkar. Araplar gaybı öğrenmek için çeşitli fallara başvurmuşlardır. Bunların
arasında en bilinenleri “hattü’r-reml, ırafe, ihtilac, ketfe, tark ve
firaset”tir. Hattü’r-reml, kumlar üzerine bazı çizgiler çizilerek bakılan bir
fal çeşididir. Irafe, su dolu bir kaba bakarak suyun aldığı renk ve şekilleri
yorumlamak sureti ile bakılan bir faldır. İhtilac, insan vücudundaki çeşitli
organların kaşınma, seğirme gibi hareketlerinden anlam çıkararak bunları iyiye
veya kötüye yorma şeklinde bakılan faldır. Ketfe, kürek kemiğinin rengine göre
bakılan bir faldır. Tark, çakıl taşı, hurma çekirdeği veya bakla ile açılan
faldır. Firaset ise, insanların çeşitli fizyolojik özelliklerinden onların
karakter ve huylarını tespit etme yöntemidir (Çelebi, 1995: 138).
Bütün dünya
milletlerinde olduğu gibi Türkler’de de falın geçmişi yüzyıllar öncesine
dayanmaktadır.
Falın Eski
Türkçedeki karşılığı “ırk” tır. Dîvânü Lûgati’t-Türk’ün müellifi Kaşgarlı
Mahmut bu kelimeyi şöyle açıklamaktadır: “Falcılık, kâhinlik ve bir kimsenin
gönlündekini bilmek.” (Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi (I), 1998). Eserde
“ırklamak” ise kâhinlik etmek anlamında kullanılmıştır.
Köktürk
harfleri ile tahminen 930 yılında kaleme alınmış olan “Irk Bitig” adlı eser
Uygur edebiyatı içinde Manici muhitte yazılmış önemli bir fal kitabıdır.
Falların başlarında yer alan işaretlerden anlaşıldığına göre eser, Çinceden
iktibas edilmiştir (Arat, 1991: 277). Eser, her biri bir fal olarak yorumlanan
altmış beş paragraftan meydana gelmektedir. Her fal “şöyle biliniz iyidir” veya
“şöyle biliniz kötüdür” şeklinde bir hüküm cümlesi ile biter ve bu cümlelerden
önce “der” kelimesi yer alır. Eserdeki asıl fallar, bu “der” kelimesinden önce
yer alan birkaç kısa cümleden meydana gelen küçük metindir. Bu küçük eserde Uygurların
çeşitli âdetlerine, inançlarına rastlanılmaktadır (Büyük Türk Klasikleri (1),
1985: 80-81). Burada eserden bir örnek metin vermek istiyoruz:
“24. Eğer
asker sevketmek adlı fal gelirse tabiri şöyledir:
Asker sevkedilirse, yer delinir;
insan
konuşursa söz tükenir.
Yol kaybedilirse, ev bulunmaz;
insan
yanılırsa, iş bitmez.
rica,
niyazda bulunma.
Nehir geçmeyi düşündün, işin olmaz;
bey olmaya
çalıştın, fermanın geçmez.
söylediğin
söz kavgalık.
Şeytanlar, cinler etrafını çevirir,
düşmanlar, fena insanlar seni aldatır.
Güneş askerin üzerine gömüldü,
ay saadetin
üzerine battı.
gönlünü
sağlam tut.
Vücudunu muhafaza edersen, birgün gergedan boynuzu
gibi,
adın, sanın
yükselir. ” (Arat, 1991: 287)
Türklerin
İslamiyet’i kabulünden önceki dinî inanışlarının temelini oluşturan Şamanizm,
zamanla Türklerin yeni dinleri kabulünden sonra bile Türk kültür ve
medeniyetinde etkisini devam ettirmiştir. Bunun en güzel örneği ise faldır.
Fal, Şamanist toplumların en önemli öğelerinden birisidir. Şamanizm’in din
adamı olan şamanların en önemli görevlerinden bir de fal bakarak gelecekten
haber vermektir.
Şamanistler
arasında falcılar, fal bakarken kullandıkları nesnelere göre çeşitli isimler
alırlar. Fal bakarken hayvanın kürek kemiğini kullananlara “yağrıncı”, koyun
tezeğini kullananlara “kumalakçı”, çeşitli şeylerle fal bakanlara ise “ırımçı”
denir (İnan, 2000: 151152).
Şamanist
Türklerde en yaygın fal kürek kemiği falıdır. Kürek kemiğinin üzerinde bulunan
çizgilere göre gelecek tayin edilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kürek
kemiği ile fala bakanlara “yağrıncı” denir. Bu fal Moğollar, Araplar ve
Japonlar tarafından da bilinmektedir (İnan, 2000: 152). Yaygın olarak
kullanılan diğer bir fal çeşidi ise aşık kemiği falıdır. Aşık kemiği bir
davulun üzerine atılır ve kemiğin duruş şekline göre yorumlarda bulunulur
(Korkmaz, 2003: 67). Günümüzde Türkçede ve Moğolcada bu kemiğin her yüzünü ve
bunların anlamlarını belirtmek için zengin bir kelime dağarcığı vardır ve bu
dilleri konuşan toplumlarda aşık kemiği ile kehanette bulunmak yaygın bir fal
şeklidir (Roux, 2002: 91).
Kırgız-Kazaklar
ve Özbekler arasında Kumalak falının önemli bir yeri vardır. Bu fal kırk bir
tane koyun tezeği ile bakıldığı gibi tezeğin yerine taş, fasulye veya nohut da
kullanılabilir (İnan, 2000: 157).
Kırgızların
Manas Destanı’nda ataların ruhuna kurban sunarak kurban etine bakıp gelecek
hakkında bilgi edinme karşımıza çıkmaktadır. Buna göre et kazanda kaynatılır ve
çıkan köpüğün rengine bakarak kehanette bulunulur. Bu fal şekli Şamanizm izleri
taşır ve günümüzde kullanılmamaktadır. Destandan hareketle eski Kırgızlarda var
olduğunu söyleyebiliriz. Bu fal destanda şöyle geçmektedir:
“Ey
Semetey, duradur
Atının
başını çeviredur
Dinlemeyip
varıyorsun
Alaca meçin
var
Kuptan
okuyup kılarsın
Ak Boz
kısrağı kesersin
Atanın
ruhuna
Kurban
edersin
Asılıp
konan kazan var
Salıp konan
tulga var
Biriniz eti
koyarsınız
Biriniz
odun alırsınız
Biriniz
ateşi yakarsınız
Kazanı tez
kaynatıp alırsın
Kazanın
üstü köpüklenip kaynarsa
Han ateken
dirilmiş olur
Koyu koçgul
kan çıkarsa
Han ateken
tamamen ölmüş olur
Sol
böbreğine dayanıp
Sultanım
eekem diye hıçkır
Sağ
böbreğine dayanıp
Oyronum
eekem diye hıçkır” (Yıldız, 1995: 878).
Yine bu
destanda Manas’ın babası Cakıp Han ateşe bakarak gelinlerinin geleceklerinden
haber verir (İnan, 2000: 158).
Şamanlar
arasında bilinen daha başka fal çeşitleri de vardır, ateşteki közlerin duruşu,
odunların çıkardığı ıslık sesi ve ateşe atılan yağ ile gelecek hakkında bilgi
edinme gibi (İnan, 2000: 158-159).
Yıldız falının
şamanlar arasında da bilindiğinde dair Rubruck’un verdiği bilgi konu ile ilgili
elimizdeki tek kaynaktır. Rubruck, şamanların başı olan şamanın astronomi
hakkında bilgi sahibi olduğunu ve diğer şamanlara ayın ve güneşin tutulacağını
önceden haber verdiğini söyler (Roux, 2002: 96).
Kutadgu
Bilig’in müellifi Yusuf Has Hacib eserin beşinci bâbını yıldızlara ve burçlara
ayırmıştır:
“V.
YEDİ YILDIZI VE ON İKİ BURCU SÖYLER
Tanrı adı ile söze başladım; o yaratan, yetiştiren ve göçüren
rabbimdir.
Bütün âlemi dilediği gibi yarattı; dünya için güneş ve
ayı aydınlattı.
Bak feleği yarattı durmadan döner; onunla birlikte
hayat da durmadan devreder.
Mâvî göğü ve üzerinde yıldızları yarattı; karanlık
geceyi ve aydınlık gündüzü var etti.
Bu gökteki yıldızların bir kısmı süs, bir kısmı
kılavuz, bir kısmı da öncüdür.
Bir kısmını halk için aydınlatmıştır; bir kısmı
kılavuzdur, insan yolunu kaybederse, bunlarla bulur.
Bazıları daha yüksek, bazısı daha alçaktır; bazıları
daha çok, bazısı daha az parlaktır.
Bunlardan en üstte Zuhal dolaşır; bir burçta iki
yıl sekiz ay kalır.
Ondan sonra ikinci olarak Müşteri gelir; bir
burçta on iki ay kalır.
Üçüncü olarak Merih gelir, gazapla dolaşır;
nereye baksa yeşermiş olan kurur.
Dördüncüsü Güneş ’tir, dünyayı aydınlatır;
yaklaşanları, karşısına gelenleri ışığı ile aydınlatır.
Beşincisi Zühre ’dir, sevimli yüzünü gösterir;
sana severek bakarsa müsterih ol.
Bundan sonra Utârit gelir; ona kim yaklaşırsa
dilek ve arzularına kavuşur.
Bunlardan en altta bu Ay dolaşır; Güneş ile
karşı karşıya gelirse dolunay hâline gelir.
Bunlardan başka bir de on iki burç vardır; bunların
bazıları iki evli, bazısı ise tek evlidir.
Hamel bahar yıldızıdır, sonra Sevr gelir;
Cevzâ ile Seretân dürtüşerek yürür.
Bak Esed’in komşusu Sünbüle’dir; sonra Akreb
ve Kavs’in arkadaşı Mîzan gelir.
Bundan sonra Cedi, Delv ve Hût gelir;
bunlar doğunca, gök yüzü aydınlanır.
Bil ki, bunlardan üçü bahar yıldızı, üçü yaz, üçü son
bahar ve üçü de kış yıldızıdır.
Bunların üçü ateş, üçü su, üçü yel ve üçü topraktır;
bunlardan dünya ve memleketler meydana gelir.
Bunlar birbirlerine düşmandır; Tanrı düşmana karşı
düşman gönderdi ve savaşı kesti.
Uyuşmaz olan düşmanlar kendi aralarında barıştılar;
görünmez olan düşmanlar öçlerini ortadan kaldırdılar.
Her şeyi yoluna koyan Tanrım bunları da yola getirdi;
tanzim etti, düzeltti ve birbirleri ile barıştırdı.
Bundan sonra imdi insandan bahsettim; onun değeri
bilgi, akıl ve anlayıştır.”
(Kutadgu
Bilig, 1994: 21 - 22)
Eserin bu
bâbında anlaşılacağı gibi, Türkler arasında yıldız ilmi her zaman önemli bir
yere sahip olmuştur. Bu konu ile ilgili olarak “2.2. YILDIZ BİLİM VE ASTROLOJİ”
bölümünde geniş bilgi verilmiştir. Burada tekrar değinmeyeceğiz.
Eserin 58.
bâbında ise müneccimler ile münasebet şöyle anlatılır:
“LV.
müneccimler
ile münasebet! söyler
Bunlardan sonra da müneccimler gelir; iyice dikkat
edersen,
Yıl, ay ve günlerin hesabını bunlar tutarlar; ey
kudretli insan, bu hesap çok lüzumlu bir şeydir.
Bunu öğrenmek istersen, hendese okumalısın; bundan
sonra sana hesap kapısı açılır.
Darb ve taksim oku, bütün kesirleri iyice öğren; bu
kamil bir insan için mükemmel bir imtihandır; bunu yap.
Sen ta’zif ve tasnifi iyice öğren; bunları öğrendikten
sonra, adet cezrini ele al.
Sona cemi, tefrik ve mesâhaya geç; yedi kat feleği, bir
çöp parçası imiş gibi avucunda tut.
Daha da istersen, cebir ve mukabele oku; bir de
Oklidis’in kapısını da iyice çal.
Gerek dünya işi, gerek ahiret işi olsun, inan ki, âlim
bunları hesap ile birbirinden ayırarak zapt eder.
Hesap bozulursa dünya ve ahiret işi de onunla birlikte
bozulur, ey iyi insan.
Herhangi bir işe başlamak istersen, önce zamanın bunun
için iyi veya kötü olup olmadığını sormak lazımdır.
Gün ve ayların kutlusu olduğu gibi, kutsuzu da vardır;
bunları sor ve kutlu olanını seç; ey temiz kalpli insan.
Bilgili, görmüş geçirmiş ihtiyar çok güzel söylemiş;
işini her vakit bilgiliye sor ve ona göre hareket et.
insan işe bilgi ile başlarsa, onun her işinde muvaffak
olacağını önceden kabul et.
Her işte önceden bilgi edinmek faydalıdır; bilgi
sonraya bırakılırsa, insan işinde muvaffak olamaz.
Sözü onlara sor, fakat hemen inanıverme; her şeyi bilen
Tanrı ’dır ve ancak ona kuvvetle sarılmalıdır.
Bunlara da iyi muamele et, anlaş; onlara çıkışma ve
incitecek söz söyleyerek kalplerini kırma.” (Kutadgu Bilig, 1994: 316-317).
Daha önce
müneccimbaşıların Osmanlı sarayındaki yerinden bahsetmiştik. Eserdeki şu beyite
bakınca bu müneccimbaşılık kurumunun Türklerde çok eskiye dayandığını
anlıyoruz.
“4385
Herhangi bir işe başlamak istersen, önce zamanın bunun için iyi veya kötü olup
olmadığını sormak lazımdır.”
Her ne kadar
çeşitli konularda müneccimlere danışmak eski bir Türk geleneği ise de, her
zaman bunların söyledikleri doğru olarak kabul edilmemiştir. Yani Türkler
falsız kalmamışlar ama fala da inanmamışlardır. Çünkü İslamî kaideye göre gaybı
Allah’tan başka kimse bilemez. İnsanlar yardımı falcıdan değil Allah’tan
istemelilerdir. Bakınız bu konuda Yusuf Has Hacib ne demiş:
“ 4390 Sözü
onlara sor, fakat hemen inanıverme; her şeyi bilen Tanrı’dır ve ancak ona
kuvvetle sarılmalıdır.”
İSLAMİYET SONRASINDA FAL VE FALCININ CEZASI
İslamiyet’in
doğuşundan evvel kâhinler geleceğe ait bazı şeyleri haber verirler ve kainatın
sırlarını bildiklerini iddia ederlerdi. Ancak İslamiyet onların bütün bu
uygulamalarını yasakladı. Çünkü gaybı Allah’tan başka kimse bilemez, bildiğini
iddia edenler ise şirke girer ve cennet kapıları kendisine kapanır. Fal
bakmanın ve baktırmanın haram olduğu, fala bakan ve baktıranın ise ebedî
kurtuluştan mahrum olacağı Kur’an-ı Kerim’de şu ayetlerde belirtilmektedir:
“Leş, kan,
domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç, vb. ile)
vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların
yediği hayvanlar-ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar)
üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram
kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok
etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün
size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslam’ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmemiş olmamak üzere açlık
hâlinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.” (Mâide 5/3).
“Ey iman edenler!
Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi
pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/90).
Kur’an-ı
Kerim’den sonra ikinci derecede önemli olan hadis-i şeriflerde de geleceği
bilmeye ve öğrenmeye çalışmanın yasak olduğu belirtilmiştir.
“Nebî Salla
’llâhu aleyhi ve sellem ’in zevcesi Âişe radiya ’llâhu anhâ ’dan rivayet
olunduğuna göre Âişe, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’i şöyle derken
işitmiştir:
Melekler
“Anân’e-ki, buluttur-inerler de gökte kazâ ve hükmolunan (istikbâle ait) bâzı
şeyleri (kendi aralarında) görüşürler. Bu sırada şeytanlar (bu havâdisi) kulak
hırsızlığı yaparlar. (İşittiklerini de) kâhinlere gizlice ulaştırırlar.
Bu haberlerle berâber yüz(lerce) yalan da kendiliklerinden uydururlar.”
(Sahîh-i Buhârî (9), 1986: 22,23).
“Cennet’e
hesapsız girecek mü’minler efsun etmeyenler, teşe’üm eylemeyenler,
şifânın (Allah’tan olduğuna inanıp) keyden olduğuna inanmayanlar ve her hususta
Allah’a tevekkül edenlerdir.” (Sahîh-i Buhârî (12), (t.y.): 83).
Yukarıdaki
hadiste belirtilen “teşe’üm eylemek”, herhangi bir nesne veya olayı uğursuz
sayarak ondan gelecekte bazı kötü olayların meydana geleceğini düşünüp insanın
kendisini korkuya düşürmesidir (Çelebi, 1995: 138). İnsanın geleceğini sadece
Allah bildiği için teşe’üm eylemek de şirktir ve bu nedenle kendini boş yere
korkuya düşürenler de cennete giremeyeceklerdir.
Burçlara yani
yıldızların insanlar üzerindeki etkilerine inanmak İslam dininde mutlak irade
sahibi olan Allah’a yüklenen hakimiyet ve tevhit inancı ile çatıştığı için
burçlara dayanarak hareket etmek İslam’da yasaklanmış bir davranıştır (Kutluer,
1992: 423).
İSLAMİYET SONRASINDA ANADOLU TÜRKLERİNDE FAL
Bütün dünya
insanlarında olduğu gibi, Anadolu insanı da gelecek kaygısı taşımakta ve
bugünden sonra kendisini neyin beklediğini merak etmektedir. Bu merakı gidermek
için başvurulan fallar sosyal hayatımızın vazgeçilmez ögeleri hâline gelmiştir.
Gelecekte
olacak olayları öğrenmek isteyen insanlar için falda kullanılan malzeme değil,
söylenecekler önemlidir. Falcılara gitmek her ne kadar geçen yüzyıllara göre
artış kaydetmekte ise de fal bakmak, Anadolu’nun kırsal kesimlerinde basit
pratiklere dayanmaktadır. Anadolu insanı hayal gücünün zenginliği sonucunda
sayısı tespit edilemeyecek kadar çok fal çeşidinin ortaya çıkmasına zemin
hazırlamıştır. Bugün derleme yapmak için sahaya inildiği zaman görülecektir ki,
iğneden tespihe, bakladan kahveye kadar günlük hayatımıza dair pek çok eşya,
bitki, vb. unsurlar karşımıza fal malzemesi olarak çıkmaktadır.
Sürekli
gelişen teknolojiden fallar da nasibini almıştır. Günümüzde insanlar internet
sayesinde falcılara gitmeden kendi fallarına kendileri bakabilmektedir.
İnternet sayfalarında sıkça karşımıza çıkan günlük burç yorumları hakkında
insanların merakı o kadar büyüktür ki artık, istenildiği takdirde cep
telefonlarına mesaj olarak gelmektedir. Burada belirtmek istediğimiz teknolojik
bir fal da bilgisayar sayesinde bakılan el falıdır. Bu fala baktırmak için
insanın elini bir makinenin üzerine koyması yeterlidir. Eli belleğine kaydeden
makine bir ya da birkaç sayfalık çıktı vermekte ve elin sahibine geleceği
hakkında yorumlar yapmaktadır.
Anlatmaya
çalıştığımız gibi günümüzde Anadolu’da fallar her ne kadar teknolojik
gelişmeler kaydetse de, gerek yüzyıllardan beri kullanılan gerekse insanların
kendi uydurdukları pratik işlemler varlığını korumaktadır.
Anadolu’da var
olan fal çeşitleri hakkında geniş bilgi verildiği için burada tekrar
değinilmeyecektir.
Bu konuyu
Abdülkadir İnan’ın şu sözleri ile noktalamak istiyoruz:
“Fal
baktırmak, iptidaî Şamanizmin bütün kişi oğlunun ruhunda bıraktığı ve tedavisi
kabil olmayan hastalıklardan biridir. Bir Altaylı kamın kürek kemiği falıyla,
olgun topluluktaki aydın salon hanımlarının ve madamlarının iskambil veya kahve
telvesi falı arasındakifark ancak maddedeki farklardır. Mâna bakımından bu
fallar arasında en ufak fark bile yoktur.” (İnan, 2000: 159).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar