HÂCELER DEVRİ (Hocalar/Hacegân Devri)
Hazırlayan:
İklil KURBAN
Aslen Fars
olan Buharalı Bahaüddin Nakşibendi’nin (1318-1589) öncülüğünde kuruluşunu
Buhara'da tamamlamış Nakşibendi Tarikati’nin piri sayılan hâceler, Semerkant*
ta Timur’un, İstanbul’da Fatih’in, Hindistan’da Babur'un, Altışehir’de (Doğu
Türkistan’ın güney kısmı) Seidiye hanlarının çevresinde itibar sahibi olurlar.
Türkler’in göçebe ve hareketli hayat tarzından kaynaklanmış inançları, Arap ve
Farslar’ın inançları gibi işlenmiş ve sivrileşmiş olmadığı için, onlarda
inançlarından dolayı insanları cezalandırma gibi bir tutum da olmamıştır.
İnançları esnek olduğundan, inançlara özgü davranışları da esnek olagelmiştir.
İşte, bu az çok laik denilebilecek ortam, İslamiyet’in temsilcisi olan, aynı
zamanda siyasi amaçlar da taşıyan hırslı Nakşibendi hâcelerinin gittiği
yerlerde köksalmasına, siyasi iktidara kadar yükselmesine yol açar.
Onaltmcı
yüzyıl başlarındaki deniz yollarının açılmasıyla, karalar okyanusu Avrasya’nın
ortasında, dört taraftan da denizden aynı uzaklıkta bulunan Türkistan, kapalı
bir bölge haline gelir. Ticaret durur, Siyasi ve iktisadi buhran, yoksulluk ve
cehalet baş gösterir. Bütün Türkistan’ı bir arada tutan siyasi çatı yıkılır.
Timur oğulları Hindistan’a, Çağatay oğulları Altışehir’e atılır. Türkistan
parçalanır. Böylece, Timurlular döneminde, müspet bilimler dahil, Avrupa’dan
150 yıl ileride bulunan Türkistan, hâcelerin istedikleri gibi hareket
etmelerine uygun bir alana dönüşür. Hidayetullah Hâce’nin (Appak Hâce) teşebbüsü
ve Kalmuklar'ın 12 000 kişilik askeri yardımı ile 1678 yılında, Altışehir’deki
Türkleşmiş son Çağatay Hanlığı (Seidiye Hanlığı) yıkılır. Seidiye Hanlığı* nm
enkazları üzerinde 1755 yılma kadar sürecek olan "hâceler saltanatı"
kurulur.
İşte "Hâceler
Devri" diye adlandırdığımız 77 yıllık (1678-1755) bu devrede, hâceler
kendi aralarında Aktağlıklar ve Karataglıklar adı altında birbirine aşırı derecede
zıt, fakat aralarında hiçbir inanç farkı olmayan iki partiye bölünüp, kıyasıya
taht kavgasına girişirler. Hâceler arasındaki bu iç kavgalar, hâcelerin
koruyucusu sayılan Kalmuklar arasındaki iç kavgalar ile ilintilidir. Çin
sınırında cereyan eden bu olaylar, '’Başkalarını birbirine karşı kışkırt ve
parçala yut” (Barthold 1990 : 405) anlayışını devlet geleneği yapan Çinliler
için bulunmaz bir fırsat yaratmıştır. Sonuçta, 1755 yılında bütün Doğu
Türkistan boyunca Birinci Çin İstilası gerçekleşir. İstilaya karşı İsyanlar
Yüzyılı başlar (1757-1865). Yakup Bey Devleti kurulur (1865-1878). Fakat iş
işten geçmiştir,
Yakup Bey
Devleti geç kalmış bir devlettir. Yakup Bey'in dayandığı ve biat ettiği OsmanlI
İmparatorluğu artık çökmektedir. Dünyada milliyetçilik fikirlerinin etkili
olmaya başladığı, Avrupalıların sanayileşme ile güç kazandığı bir devrede,
henüz milliyetçilik fikirlerinin doğmadığı ve yoksul bir ülkede hasıl olan bu
devlet, Türkistan’ı kurtarabilecek durumda değildir. Kuzeyden Ruslar Batı
Türkistan’ı işgal ederek, Yakup Bey Devleti’nin kapısına dayandığı zaman,
doğudan Çinliler Ruslar’ın desteğiyle Yakup Bey Devleti’ne saldırır. Sonuçta,
bütün Doğu Türkistan’da 1944 yılma kadar sürecek olan İkinci Çin İstilası Devri
(1878-1944) başlar.
'‘Hâceler
Devri" baslığı altında bu teze konu olan devir, Altışehir’deki Türkleşmiş
son Çağatay Hanlığı' nın (Seidiye Hanlığı’nın) çökmesinden (1678), Birinci Çin
İstilası’nın Doğu Türkistan topraklarında başlanmasına kadar (1755) süren 77
yıllık bir zamanı içermektedir. Bu ara dönemde hâceler Seidiye Hanlığı’nın
yıkıntıları üzerine, Kalmuklar’ın bir kuklası olarak iktidara gelir ve bu
devreye damgalarını vururlar. İşte bu yüzden bu devreye "Hâceler Devri”
denilmektedir. Değişik bir ifade ile bu devreye, "Çin İstilasının Hazırlık
Devri" de denilebilir.
(1) Altışehir : Kaşgar, Yarkent, Hoten, Aksu,
Üçturfan ve Kuçar. Yakup Bey Turfan’ı ele geçirdikten sonra, Altışehir adının
yerine Yedişehir adını kullanmıştır (Masami 1978 : 79). Bazen, yedinci şehir
Turfan’m yerini Kurla şehri almaktadır. Üçturfan veya Üçturfan şehri, Aksu’nun
batısına yerleşmiş olup, asıl adı "Uç" denilen dağ adından alınmıştır
(Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 452). 18. yüzyılda Kalmukîar döneminde, Doğu
Türkistan’ın kuzeyindeki nehir kıyılarına güneydeki Uygurlar’ı göç ettirerek
çiftçilik işlerinde kullanırken, onlara Moğolca çiftçi anlamındaki "Tarançi"
adını vermişlerdir. İşte bu zorunlu göç sırasında Turfanlı Uygunlar da Uç
şehrine göç ettirilmiştir. Böylece Uç şehrinin adı, yeni gelen göçmenlerin
etkisiyle "Üçturfan" veya "Üçturfan" (bu ikinci ifadede J
rakamının telaffuzunun etkisi vardır) olarak iki şehir adının birleşik şekline
gelmiştir (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 574). Doğu Türkistan’ın güney
bölgesi olan bu yöre için, AvrupalIlar "Kaşgariye" adını
kullanmışlardır. Cengiz Han ve Çağatay Han döneminde, bu yöre için
"güney" anlamına gelen Moğolca "Manglay Süye" sözcüğünü
kullanmışlardır (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 504). "Manglay
Süye", bugünkü Kuzey Türkçesi’nde yaşayan "alın" anlamındaki
"manglay", "daya-" anlamındaki "süye" denilen
biri isim, biri fiilden ibaret iki kelimeden müteşekkil olup, "alnın
dayandığı", "alnın yönlendiği" anlamıyla Moğolca’da güneyi ifade
etmektedir. Moğolca’da güneyin böyle adlandırılmasının, Moğollar’ın güneyi en
şerefli taraf olarak anlamalarından ileri gelmektedir (Barthold 1990 : 410).
Bu yöre bazen, Taklamakan Çölü’nün ortasından akarak, sonunda bu çölde yok olan
ünlü Tarim Nehri’nin adıyla da "Tarim Bölgesi" denilir.
Türkistan
Türklüğü için onarılması zor yıkıcı sonuçlar getiren bu devreyi anlatabilmek
için, 14. yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl ortalarına kadar olan 500 yıllık
Türkistan tarihine hiç olmazsa kuşbakışı tarzında değinmek gerekir. Çünkü
"hâce’’^\ "seyit" denilen din adamları Büyük Timur (1536-1405)
döneminde ortaya çıkmış, "Yakup Bey Saltanatı” devrinde (1865-1878) sona
ermiştir. Bu sebeple tezimizin birinci bölümünü "TÜRKİSTAN TARİHİNİN
ÖZETİ"ne ayırmayı uygun bulduk. "Hâceler Devri"ni doğuran
sebepler, Türkistan’ın bu 500 yıllık tarihinde arandığı gibi, "Hâceler
Devri"nin doğurduğu sonuçlar "Hâceler Devri" sonunda cereyan
eden istila olaylarında aranacaktır. Bu yüzden tezimizin beşinci bölümünü
"İSYANLAR YÜZYILI"na ve altıncı bölümünü "YAKUP BEY DEVLETİ»NİN
KURULUŞU VE İKİNCİ ÇİN İSTİLASI’na ayırmayı uygun bulduk.
Karşılaştığı
her dine, her inanca hoşgörü ile bakmak, Cengiz Han (1155-1227) döneminden
kalma bir gelenek olduğu için, Türkler inançlarından dolayı insanları
cezalandırma- mışlardır (Ligeti 1986 î 298-306). Cengiz Han’ın
bu tutumunu Büyük Timur da yaşatacaktır. İşte bu az çok laik denilebilecek
ortam (Bayur 1987b : 0104), Nakşibendi hâcelerinin gittiği yerlerde
köksalmasına, müsamahakar Türk hanlarının çevresine toplanmasına yol açar.
Seyitler ve hâceler bu rahat ortamda, kendi çıkarları uğrunda şeriati
istedikleri gibi kullanabildikleri için, asıl Türk halkı, şeriatla "binbir
dalı var" diye alay da etmişlerdir (LİU 1988 : 848).
(3)
Aslen Tacik
" olan Buharalı Bahaüddin Nakşibendi’nin (1318-1389) (Barthold 1927 : 186)
öncülüğünde kuruluşunu
(1)
"hâce", Farsça "hace"
şeklinde olup, efendi, ağa, öğretmen anlamındadır (Devellioğlu 1980 : 365).
(2)
"seyit", Arapça
"seyyid" şeklinde olup, Hz. Muhammed’ in torunu Hz. Haşan'm soyundan
olan kimse anlamındadır (Devellioğlu 1980 : 1136),
(3) Tacik,
Türk topraklarına gelip yerleşen Farslar’dır. Buhara’da tamamlamış Nakşibendi
^^Tarikati’nin piri sayılan hâceler, Semerkant’ta Timur’un, İstanbul’da
Fatih’in (1432-1481), Hindistan’da Babur’un (1483-1530), Altışe- hir’de Seidiye
hanlarının (1514-1678) çevresinde itibar (2) sahibi olmuşlardır. Kuçar 'Hâcelerı’nın
atası sayılan Arşad-al-Din’in telkini ile, Doğu Çağatay Hanı Tugluk Timur’un
(1329-1365) 160 000 kişilik Türk-Moğol ordusu ile beraber saçlarını kestirerek,
bir günde Müslüman oldukları rivayet edilir (Dughlat 1972 î 15). Tugluk
Timur’un, Arşad-al-Din’e "Tacik” (Dughlat 1972 : 13) diye hitap ettiğine
göre, Bahaüddin Nakşibendi ve Hâce Ahrar gibi, Kuçar Hâcelerı*nin da Tacik
olduğu anlaşılır.
Hâcelerin en
çok nüfuz ettiği yöre Altışehir’dir. Burada hâceler yerleştiği şehirlerine göre
Kaşgar Hâcelerı, Kuçar Hâcelerı olarak iki gruba bölünür. Dahbidli
(1) Bahaüddin’in
lakabı olan Nakşibendi, "nakışçı" manasında olup, zikir ile
etkilemeyi nakışçılığa benzetmektedir (İslam Ansiklopedisi Nakşibend maddesi).
(2) Arşad-al-Din’in
mezarının Kuçar’da bulunmasından dolayı, halk Kuçar’ı Veliyane Kuçar olarak adlandırmıştır..
(Buğra 1987 : 266). Böyle bir ek ad, Doğu Türkistan’ın başka şehirlerinde.de
vardır. Azizane Kaşgar, Şehidane Hoten, Garibane İli (Gulca) gibi. Kaşgar*m
Azizane olarak adlandırılması, ilk İslam Türk devleti olan Karahanlı
Devleti’nin orada kurulması ve ilk defa İslamiyet’i kabul eden Türk hükümdarı
Satuk Buğra Han’ın mezarının o yörede (Kaşgar Eski şehrinin 40 km kuzeyinde
bulunan Artuş nahyesinde) bulunmasından ileri gelmektedir.
Kaşgar’da
Karahanlı Devleti kurulduktan sonra, İslam ordusu kuzeydeki Uygunlar’a ve
doğudaki Hoten Budist- lerine karşı cihad savaşı yapmışlar. Hoten*de İslam
ordusu çok şehit verdikleri için, bu şehire Şehidane Hoten demişlerdir.
İli (Gulca)
tarihi kısa bir şehir olup, Kalmuk istilası ve Çin istilası döneminde buraya
güneyden çok sayıda göçmen getirtildiği için, bu şehire Garibane İli (Gulca)
demişlerdir.
Mahdumi
Azem’in soyundan olan Kaşgar Hâcelerı kendi aralarında
Aktaglıklar-Karataglıklaradı altında birbirine zıt yine iki gruba bölünür.
Onsekizinci yüzyıldan önce Aktaglıklar’m "İçkiye", Karataglıklar’m
"İ^shaMye" olarak adlandırıldığı bilinir (LİU 1988 :
799). Bu iki grup arasındaki, çıkar çatışmaları ve iktidar hırsından kaynaklanmış
aşıra düşmanlıktan dolayı, insanlar arasındaki aşırı düşmanlığı ifade eden
"Aktaglık-Karataglık olmuşlar" şeklindeki bir deyim de ortaya
çıkmıştır (LİU 1988 : 1123).
Sah İsmail
askerlerinin kızılbaşlık kıyafeti, Şiiliğin alameti (Bayur 1987b : 0103)
olduğu gibi, Kaşgar Hâcelerı’ nm giydiği takkelerinin beyaz ve siyah rengi de
onların partilerinin alameti olmuştur. Bu, beyaz elbise ve beyaz tuğu veya
siyah elbise ve siyah tuğu parti veya zafer alameti yapma geleneği yalnız
Kaşgar Hâcelerı’na özgü olmayıp, İslamiyet’in ilk çağlarından bu yana var
olduğu bilinir (Barthold 1990 : 213).
(1)
Aktaglık-Karataglık adlarının hâcelerin giydiği ak ve kara renkli takkelerinden
dolayı ortaya çıktığı bilinmektedir, "Takke"ye, Doğu Türkçesi’nde
"takıya" denilir. Bu isimden yapılan sıfat, "aktakıyalık"
(beyaz takkeli), "karatakıyalık" (siyah takkeli) şeklinde olup, çok
kullanılma neticesinde ötümlüleşip "aktağlık", "karataglık"
şekline dönüşür. Çoğulu ise "aktaglıklar",
"karataglıklar"dır (Shin Ciang Shih 1964 : 233). Bu iki sözcüğün.
Hayıt (1975 : 16)’m iddia ettiği gibi "tag" (dağ) sözcüğü ile hiç
ilgisi yoktur. Altışehir’de böyle Aktag,rKaratag denilen dağ yoktur.
Bir de, bu
iki sözcük hakkında, 19. yüzyılın sonlarında yaşayan Kurban Ali Halidi
"Tevarih-i Hamse" adlı eserinde şöyle demektedir : "Rivayetlere
göre, Aktaglıklar ve Karataglıklar, aslında Aktugluk- lar ve Karatugluklar
olarak adlandırılmıştır. Öncekiler kendilerine ak tuğu, sonrakiler ise
kendilerine kara tuğu belge edinmiştir. Gitgide "u" sesi
"a"ya dönüşüp, "tugluklar" sözcüğü "taşlıklar"
şekline gelmiştir" (LİU 1988 ; 813).
Hâceler
arasındaki en şiddetli mücadele, Kaşgar Hâcelerı arasında cereyan etmiştir.
Kuçar Hâcelerı Arşad al-Din’in soyundan olup, onlar Kaşgar Hâcelerı’na ve
sonradan Yakup Bey’e de karşı başkaldırırlar. Hâcelerin Türk dünyasının en geri
kalmış karanlık bir bölgesi olan Altışehir’de daha çok söz sahibi olmalarının
ve onlar arasındaki toplumu huzursuz eden kısır çekişmelerin sürüp gitmesinin
ana sebebini onların manevi yapısından ve takip ettiği siyasi amaçlardan aramak
gerekmektedir.
Hâcelerin
Altışehir’de bulunan 35 mezarı (Masami 1978 : 80), hâcelerin temsil ettiği
siyasal, sosyal ve kültürel varlığın bir antı olarak bugün bile etkisini
korumaktadır. Bu mezarların en ünlüleri : Yarkent’te Altın Mezar, Kaşgar’da
Appak^^ Hâce Mezarı, Artuş’ta Sultan Satuk Buğra Han Mezarı, Aksu’da Şeyh
Cemal-üd-Din Mezarı. Kuçar’da Arşad al-Din Mezarı, Turfan’da Eshab-ı Kehf^
Mezarı (LİU 1988 : 1046).
Kaşgar’da
bulunduğum sırada (1954-55 yılları), Kaşgarlıların Appak Hâce Mezarı’na
toplanıp, dua ve dileklerini onun üzerine yağdırdıklarına şahit olmuştum. Oysa,
Doğu Türkistan Türklüğü*nün günümüze kadar süregelen esirlik döneminin tarihi,
işte bu Appak Hâce adıyla başlamaktadır.
(1)
Hâce Hidayetullah için, ”alem hâcesı”
anlamında, ünvan olarak kullanılmış ”appak” sözcüğü, Farsça ”afak” (alem)
sözcüğünün halk ağzındaki telaffuzudur (Baytar 1986 : 274). Sözcüğün bu şekle
gelmesinde, Doğu Türkçesi’ndeki ”bembeyaz” anlamına gelen ”appak” sözcüğünün de
rolü vardır.
Buğra (1952
: 18)’ya göre, Kalmukça olan ”abak” kelimesi, en büyük şeref ünvanı olup,
”appak” sözcüğü Kalmukça olan bu ”abak” sözcüğünden gelmektedir. Fakat, bu
yorum yanlıştır (CHEH 19^7 : 5).
(2)
Ashab-ı Kehf : Kur’an’da kendilerinden
bahsedilen ve bir mağarada uzun müddet uyumuş bulunan kişiler (Yemliha,
Mekselina, Mislina, Mernus, Debernus, Şezenus, Kefeş tatayyuş. Kıtmir ve
köpekleri) (Devellioğlu 1980 : 278).
Hâceler
tarafından öldürülmüş bilgin Uluğ Bey (1394- 1449) dönemi ile Engizisyon
tarafından öldürülmüş Bruno G.nin (1548-600) dönemi mukayese edildiğinde, Orta
Asya Türkleri'nin Avrupalılara nisbeten müsbet bilimler dahil 150 yıl ileride
olduğu anlaşılır. Fakat, Timur'un ölümünden sonra Orta Asya'da cereyan eden
olaylar, Timurlular' m yarattığı bu yüksek kültür hayatının devam etmesini
engeller ve sonunda düşürür.
Türkistan,
Asya'nın tam göbeğindedir. Yani tam anlamıyla Orta Asya'dır. Burada,
Türkistan'ın dört tarafının da denizden aynı uzaklıkta bulunduğunu ve dünyada
denizden en uzak tek bölge olduğunu da söyleyebiliriz. Cengiz’ in ve Timur'un,
dünyanın ve tarihin en büyük fatihleri olabilmelerinin sırrı, Türkistan'ın
karalar çağındaki bu coğrafi konumunun sağladığı imkanlarda yatmaktadır. Uçsuz
bucaksız Türkistan bozkırlarındaki ve dağlarındaki atlı insan, Türkistan'dan
Avrupa-Asya karalar okyanusunun dört tarafına yayılan Cengiz ve Timur ordusunun
güç kaynağı olur. Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu'na kadar, Büyük
Okyanus'tan Atlantik Okyanusu’na kadar uzanan kervan yolları Türkistan
üzerinden geçer. Türkistan'da yuğurulan bu kuzey, güney, doğu ve batının ticari
ve medeni değerleri, Türkistan insanlarının hem maddi hem manevi kaynağı olur.
Fakat, çağ değişir, müsbet bilimler gelişir. Moğol'u ve Türk'ü coşturan atın
hızı deniz kıyılarında kesilir. Avrupalılar gemi ve pusula ile okyanus
ötesindeki bilinmeyen karalara gider. Karalar Çağı (Orta Çağ) kapanır, Deniz
Çağı (Yeni Çağ) başlar. Karalar Çağı kapanınca, Türkistan da karalar
okyanusundaki rolünü kaybetmeye başlar. Artık Türk'ün de karadaki fatihlik çağı
yavaş yavaş kapanır. Dünyamız, denizci yeni fatihler tarafından işgal edilir.
Onaltıncı
yüzyıl başlarındaki deniz yollarının açılmasıyla beraber, Orta Asya
ovalarından kara yolu ile yapılan ticaret birdenbire durur. Memlekette
merkezleşti- rici ticaret gibi amilin büsbütün sükutu, halkın ancak ekincilik
ve hayvancılık ile yaşaması, ülkenin bölümleri arasında evvelce de pek kuvvetli
olmayan manevi balların daha çok zayıflaması, ülkenin hanlıklara bölünmesine
sebep olur. Altışehir'de Seidiye Hanlığı 1514'te, Buhara Hanlı- ğı[1] 1500’de,
Hive Hanlığı 1511'de, Hokant Hanlığı 1700’ de kurulur (Saray 1984 : 1-2). Bu
hanlıklar ortaya çıktıktan sonra, hanlıklar arasındaki kısır çekişmeler ve
savaşlar sürüp gider. Rus-Çin istilası karşısında bile birleşemezler. Yine bir
taraftan Türkistan'ın iktisadi hayatında önemi çok büyük olan, Hazar Denizi'ne
dökülen Amu Derya ile Sır Derya’nın 1575 yılında yatağını değiştirerek Aral
Denizi'ne dökülmesi, o yüzyılın en büyük müsibetlerinden biri olur (Togan 1981
: 178).
Şii İran’ın
Türkistanlılar'a karşı yaptığı savaşlar ve 17. yüzyıl sonu, 18. yüzyıl
başlarında cereyan eden Kalmuk baskınları Türkistan için büyük sıkıntılar getirir.
Böylece Farabi’yi, İbni Sina’yı, El Biruni'yi, Kaşgarlı Mahmud’u, Yusuf
Hashacib’i, Alişir Nevayi'yi, Büyük Timur, Uluğ Bey ve Babur'u doğuran bu
toprakları birdenbire yoksulluk ve cehalet basar. Hâcelerin at oynatmasına
uygun bir hale gelen Türkistan'ın bu iktisadi ve manevi gerilemesi, her şeyden
önce o zamanki Türkistan aydınlarının ve sanatçılarının başına bir kara gün
olarak çöker ,
Şiiliğin
çoğalan menkıbelerinin tesirinden yararlanan Safaviler, ilk defa İran’da bir
Şii hanedanını kurup yaşatırken (1502-1736), aynı zamanda, tasavvuftan destek
alan hâceler da Kaşgar yöresinde Safaviler gibi iktidar sahibi olmaya
çalışırlar (Akira 1978 : 14). Evet, "tasavvuf yoluyla İran’da devleti ele
aldıkları gibi, Türkistan’da da bu yoldan hareket ederler” (Togan 1981 : 196).
İktidar girişiminde büyük bir avantaj olan peygamber soyundan gelme
iddiası, Şiilik için olduğu gibi, hâceler için de geçerli olur. Zaman, mekan ve
şartlar, hep hâcelerin lehine çalışır.
Timurlular
saltanatı için, istikrarlı esaslar üzerine milli topraklarda bir medeni hayat
kurmaya zaman kafi gelmez. Hâcelerin ve dervişlerin zuhuru, İranlıların
Türkler’e karşı olan milli mücadelesi ile bağlanır (Bart- hold 1927 : 210).
Bilgin Uluğ Bey’e hazırlanmış suikastın arkasında Timurlular zamanının ünlü hâcesı
Tacik Hâce Ah- rar yerini alır (Sayrarai 1986 : 106. izah). Hâce Ahrar'ın yakın
taraftarları arasında hiç Türk bulunmamasından (Barthold 1927 : 210)
anlaşılıyor ki, bu suikast yalnız bilim-din çatışmasının sonucu değil, aynı
zamanda Türk- Fars çatışmasının da sonucudur. Türk’ün hoşgörüsüne sığınan
Farslar ve Araplar, Türk topraklarında, Türk hükümdarlarına suikast
hazırlamaya da fırsat ve cesaret bulurlar.
Babur’un
torunu Ekber’in (1Ş42-1605), hâcelere atıfta bulunarak, "Allaha tapmak
iddiasında bulunanların ekserisi kendi emellerine taparlar" (Bayur
1958 : 147) demesi boşuna değildir. Ekber, atalarından kalmış Hindistan'daki
Türk devletini ayakta tutabilmek için giriştiği ıslahatlarında en büyük zorluğu
bu hırslı hâcelerden görmüştür.
Hâcelerin
Türk ulusuna, bilhassa Türkistan Türklüğü’ ne ve onun devletine getirdiği
zararlar, Timur gibi güçlü iktidarlar döneminde-gerçi Timur’un hayatına suikast
(Barthold 1930 : 17-18) hazırlayacak kadar ileri gitseler de-hissedilir
derecede etkili olmaz. Fakat, zayıf iktidarlar döneminde tamiri imkansız
yıkımlara yol açar. Hâceler Devri’nin tipik temsilcisi olan Appak Hâce’nin vatana
ihanetinden doğan acı sonuçlarını, onun nesilleri olan Burhaniddin Hâce,
Cihangir Hâce, Yusuf Hâce ve Mehmet Emin Hâce’lar kanı ve canı pahasına
gidermeye çalışırlar. Fakat, iş işten geçer. Appak Hâce iktidar hırsı ile
Altışehir kapılarını Kalmuklar’a açtığı gibi, Kalmuklar da aynı hırs ile Doğu
Türkistan kapılarını Çinliler’e açar. Böyle iç kavgalardan yararlanmayı iyi
bilen Çinliler, Doğu Türkistan topraklarına bu kavgalardan yararlanarak girer
ve o günden bugüne kadar bu topraklardan vazgeçmemek için bir çok defa kanlı
katliamlara başvururlar.
Sonuç
olarak söylemek gerekirse, "Hâceler" ve "Hâceler Devri"
diye adlandırdığımız bu devir İslamiyet’ten sonraki Türk ulusunun ve
devletinin hayatına yabancılar tarafından sokulmuş gizli emellerin sonucudur.
Şüphesiz, bu yabancı unsurların Türk dünyasında oynadığı rol ve onun acı
sonuçları, Türklük açısından ibret olarak bilinmesi son derece önemlidir.
Tezimizin amacı Hâcelere özgü bu tarihi gerçeği açıklamaktır.
Hâcelere Özgü Yayın ve Kaynakların Tanıtımı Türklük
açısından konunun önemli olmasına rağmen, Mehmed Atıf’ın 1500/1882 yılında
İstanbul’da basılmış "Kaşgar Tarihi" dışında, Türkiye’de Hâcelere
özgü yayın yapılmamıştır.
Konunun
birinci kaynağı olan Mirza Haydar Duğlat’ın 1540’11 yıllarda Farsça yazdığı
1521-1547 yıllarını içeren "Tarih-i Reşidi"si 1895 ve 1972’de
Londra’da İngiliz-, ce olarak basılmıştır. Bu eserin Muhammed Sadık Kaşgariy
tarafından çevrilen Çağataycası da vardır (Togan 1950 : 240). "Tarih-i
Reşidi"nin devamı olarak 1087/1676-77’de yazılmış Şah Mahmud Çuras’m
"Tarih-i Reşidi Zeyli"si hususi ellerdedir (Masami 1978 : 90) ve
(Togan 1950 î 240). Şah Mahmud
Çuras’tan 90 yıl sonra 1182/1767-68’de Muhammed Sadık Kaşgariy tarafından
Çağatayca yazılmış hâcelere özgü en önemli kaynak olan "Tezkire-i Hâcegân"
veya "Tezkire-i Azizan" doğrusu "Tezkire-i Cahan"ın British
Museum’da üç nüshası bulunmaktadır : 0R. 5358 Tazkirat al-TahamanJ 0R. 9960
Tazkirat al-JahanJ 0R. 6992 Tazkira-i Jahan (Masami 1978 : 90). Üçüncü nüshası,
0R. 6992 Tazkira-i Jahan, Farsçadır. Kuçar Hâcelerı’na özgü "Kitab-i
Tugluk Timur Hanning Kısaslari" veya "Tezkirat- al İrşad"
(Masami 1978 : 81) menkibe el yazması ile Hâceler Devri1 nin tipik
temsilcisi olan Appak Hâce’nın özgeçmişine özgü "Appak Hâce
Tezkiresi" (Korupatkin 1984 : 149) el yazması; Molla Evez’in 1012/1605
yılında yazmış olduğu "Tezkire-i Mahdumi Azem ve Hâce İshak Veli"
(LİU 1988 : 809) el yazması; Hâceler hakkmdaki Çin kaynağı olan
Şİ-YÜ-TUNG-VİN-CI (Batı Bölgenin Tanıtımı) (Masamı 1978 : 97) ve 19. yüzyılın
sonlarında yaşayan Kurban Ali Halidi’nin "Tevarih4i Karese" eseri
(LİU 1988 : 815) elimizde yoktur. Hâcelere özgü yukarıda bahsedilen eserlerin
dışında, asıl kaynaklardan iktibas edilen yurt dışında basılmış bir çok kitap
ve makaleler vardır.
K.
Kufralı’nin "Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı" başlıklı doktora
tezi ile CHEN CHİNG Lung’un "Çin ve Batı Kaynaklarına göre 1828
İsyanlarından Yakup Bey’e kadar Doğu Türkistan Tarihi" başlıklı Tai Pei’de
basılmış doktora tezi, Hâcelerin başlangıcı ile sonu için önemli bilgiler
vermektedir.
Fakat, K. Kufralı’nin "Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı"nda,
konunun en önemli ve güvenilir kaynağı olan "Tarih-i Reşidi"den
faydalanmamış olması, basılmamış bu tezin başlıca kusurudur. Bu tez, Türkiyat
Enstitüsü Kütüphanesi’nde 557 numara ile kayıtlıdır. CHEN CHİNG Lung’un
"1828 İsyanları"nı doğuran "Hâceler Devri" ve bu devrenin
asıl kaynağı olan "Tezkire-i Cahan" hakkında bilgisi yoktur. Bu
yüzden "İsyanlar Yüzyılı"nın sebeplerine açıklık getiremiyor. Belki
açıklık getirmek istemiyor. Hatta hissi davranarak, "Şin Gang" adının
1755-1865 yıllarını kapsayan Birinci Çin İstilası Devri’ nde de kullanıldığını
iddia eder (CHEN 1967 : VI). Bu konuda bilinen gerçek şu ki, Çinliler burası
için "kazanılmış toprak" anlamına gelen "Şin Gang" adını
kullanmak şöyle dursun, buradan (Altışehir’den) vazgeçme eğilimini gösterirler
(LİU 1988 : 1185). "Şin Gang" adı ancak İkinci Çin İstilası
Devri’nde (1878-1944) kullanılmaya başlar.
Elimizde
bulunan "Şincangning Kiskiçe Tarihi", "Uy- gurlarning Kiskiçe
Tarihi”, M. Buğra’nın "Şarki Türkistan Tarihi", A. N. Korupatkin*in
"Kaşgariye"si, LİU CHI Shiao’ nun "Uygur Tarihi", W. W.
Barthold’un "Orta Asya Türk Tarihi hakkında Dersler", "Uluğ Bey
ve Zamanı" gibi eserler, "Açta Asiatica" dergisinde yer alan
Japon yazarlarının yazıları, Hâceler hakkındaki birinci kaynaklara dayanmaktadır.
Türkistan
tarihinin Moğollar dönemine ve Kalmuklar’a özgü, 1876 yılında Londra’da
basılmış, H. H. Hovorth’un "History of the Mongols from the 9th to 19th
Century Fart I. the Mongol Proper and the Kalmuks" adlı 750 sayfalık
eseri, dört ciltlik büyük eserin birinci cildidir. Howorth bu eseri yazarken,
Moğol tarihinin asıl kaynağı olan Cüveyni’nin "Tarih Cihanguşai"
(Dünya Fatihinin Tarihi), Haşidin’in "Cami ut Tevarih" ve Marco Polo'nun
"Seyahatname" si gibi değerli eserlerden faydalanmıştır.
Son olarak
özel bir ilgi ile tanıtılması gereken eser, yakın çağımızdaki Uygur
Türkleri’nin tarihçisi ve şairi Musa Sayrami’nin (1836-1917) 1986’da Pekin’de
basılmış "Tarih-i Hamidi" sidir. Arap harfleriyle Uygurca basılmış
bu eser 775 sayfa olup, Sayrami’nin Temmuz 1911 yılında tamamladığı kendi el
yazmasına göre hazırlanmıştır. Bu el yazma, Çin Sosyal Bilimler Akademisi
Milletleri Araştırma Enstitüsü’nde saklanmış olup, eseri yayına hazırlayan
Enver Baytur, kitaba yazdığı 25 sayfalık önsözünde, aslına sadık kaldığını
vurgulamaktadır. Bu eser, ilk defa 1903’te "Tarih-i Eminiye" adıyla
tamamlanmış, 1904 yılında Kazan’da basılmıştır. Zamanla yazar eserinin yanlış
ve eksik yönlerinin farkına varmış, netice olarak ikinci defa ”Tarih-i Hamidi”
adıyla yeniden kaleme almıştır. Yazar eserinin bu düzeltilmiş nüshasını
OsmanlI Sultanı II. Abdülhamid’e bağışladığı için ona "Tarih-î Hamidi"
adını vermiştir. Eser "Hâceler Devri" dahil bütün Türkistan tarihini
içermektedir. Bilhassa yazarın kendisinin yaşadığı Yakup Bey dönemine
(1865-1878) özgü vermiş olduğu bilgiler geniş ve güvenilirdir.
Musa Sayrami
gibi, Altışehir’i yerinde incelemiş bilginlerden biri Kazak Türkleri’nden Çokan
Velihanoğlu’ dur (1835-1865). Onun 1858-59 yılları arasında gerçekleşen
Altışehir seyahati sırasında topladığı bilgiler çeşitli dillerde kendisi
hayatta iken yayınlanmıştır. Fakat Kaşgar Hâcelerı dahil Kaşgariye’nin tarihi,
coğrafyası ve medeni durumu hakkındaki bu eserler şu anda elimizde yoktur.
I.
BÖLÜM
TÜRKİSTAN TARİHİNİN ÖZETİ
A,
MOĞOLLAR DÖNEMİ
Temuçin Moğol
kabilelerini birleştirdikten sonra, 1206 yılında açılan kurultayda Cengiz Han
Unvanını alır (Howorth 1876 : 64). Cengiz Han’ın bu kurultayda kabile beylerine
söylediği öneri : "Gökte iki güneş ve bir kında iki kılıç olmadığı
gibi, bir hanlıkta da iki han olmaz. Gelin benimle birleşin ve benim sağ elim
olun" şeklindedir (Howorth 1876 : 62),
Temuçin’i
Cengiz Han yapan bu kurultay öncesinde, yıl 1204,-Temuçin ile Nayman
kabilesinin beyi Tayang Han arasında savaş çıkmıştı (LİU 1988 î 499). Savaşta Nayman kabilesi yenilir ve
dağılır. Ağır yara alan Tayang Han, kaçıp sığındığı yerde çok geçmeden ölür. Bu
savaşta Cengiz Han’ın eline esir düşenlerin arasında, Tayang Han’ın (2) yüksek
dereceli beyi Uygur Türkleri’nden olan Tatakun da vardır. Tatakun, yanından
çıkardığı altın damgayı Cengiz Han’a teslim ederek, kendisinin bu görevi yerine
getirmek için, isteyerek kaçtığını ve esir düştüğünü anlatır.
Cengiz Han,
bu altın damganın kendisinin adına kullanılması, aynı zamanda, Uygur dilinin,
yazısının, kanun ve adetlerinin oğulları ve beylerine öğretilmesi için
Tatakun’u görevlendirir. Tatakun vefalı hizmetiyle kendini kanıtlar ve
Cengiz’in halefi Ögedei’n büyük rütbeli devlet memuru olur (Howorth 1876 s 65).
Böylece Cengiz oğulları’nın Türk ulusu ve Türk kültürü ile tanışmalarının,
Türklüğü beyenerek, Türkleşmelerinin ilk girişimi, Tatakun’un getirdiği altın
damga ile başlamış olur (Ho- worth 1876 : 65). Tatakun’dan sonra da, Cengiz
oğulları
(1)
Howorth
(1876 : ŞO)’a göre, Temuçin, çelik anlamında olup, Temurçi, 'Türkçesi Demirci
sözcüğü ile aynı köktendir.
(2)
LİU
(1988 : 501)’ya göre, Tatakun’un adı, Tatatung’ dur.
ve beylerine
Uygur yazısını öğreten Uygunlar’m adı kayıtlarda geçmektedir : Karayagaç Buyruk,
Ming Seriş, Yolun Timur, Sucis, şiyban (LİU 1988 : 501).
Cengiz Han
hanlığını genişletmek amacıyla, 1210 yılında Alp Utuk ve Darbay adlı iki
kişiyi elçi olarak Turfan Uygurları *nm İdikut^) Devleti‘ne gönderir. Turfan
İdikut’u (Hanı) Barçuk Art Tekin, Cengiz Han’ın elçilerini bağrına basar ve
Cengiz Han’a biat ettiğini belirtmek için, gelen elçiler ile beraber
Moğolistan’a elçi gönderir. Kendisi 1211 yılında Cengiz Han'ın Kerulon Nehri
boyundaki karargahına giderek, Cengiz Han’ı ziyaret eder. Cengiz Han, Barçuk
Art Tekin’e çok hediyeler verir ve kızı İlaltun Hanım’ı ona eş olarak vermeyi
kabul eder (LİU 1988 : 468). Böylece Barçuk Art Tekin, Cengiz Han’ın beşinci
oğlu olma mertebesini kazanır (Uygurlarning Kis- kiçe Tarihi : 225). Cengiz
Han’ın 1218 yılında, 200 000 kişilik (Barthold 1990 : 429) ordu ile başlattığı
Türkistan ve Batı seferine, Barçuk Art Tekin 10 000 kişilik birlik ile
katılır. Üstün savaş yeteneklerinden dolayı Cengiz Han’ın takdirini kazanır
(Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 227).
Türkistan,
Cengiz İmparatorluğu’na katılınca, Cengiz ve halefi Ögedei, imparatorluğun
idaresi için, Örgençli Türk Mahmud Yalavaç ile onun oğlu Mesut’tan faydalanırlar.
Mesut’u Moğol beyleri ile beraber Türkistan’ın idaresine bırakıp, Mahmud’u
Ordubalık (Pekin) şehrine götürürler. Mesut Bey’in iyi bir idareci, iyi bir
eğitimci olduğu, Buhara'da ve Kaşgar’da Mes’udiye Medresesi*ni kurduğu
bilinmektedir (Barthold 1990 : 506-507).
Cengiz Han
ömrünün sonuna doğru, 1225 yılında (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 267)
imparatorluğunu dört oğluna paylaştırırken, Moğol geleneğine göre, babasının
esas mülkünün en küçük oğula kalması ve her oğlun
(1)
Basmıl Türk halkından alınmış hükümdar ünvanıdır (Caferoğlu 1968 : 89).
arazisinin
merkeze uzaklığının da yaşı ile mütenasip olması lazımdı. Cuci’nin, büyük oğlu
olması itibarıyla en uzak bölgeyi alması gerekirdi (Barthold 1990 : 417). Böy-
lece, büyük oğul Cuci’ye Deşti Kıpçak (Kıpçak Bozkırları) ikinci oğlu Çağatay’a
bütün Türkistan, üçüncü oğlu Öge- dei'ye Altay, Tarbagatay dahil Batı
Moğolistan, dördüncü oğlu Tuluy’e Cengiz’in asıl yurdu verilir (Şincangning
Kiskiçe Tarihi 1984 : 276).
Baba mülkü
yukarıda bahsettiğimiz geleneğe göre taksim edilse bile, büyük han seçiminin
bu gelenek ile ilgisi yoktur. Cengiz Han hayatta iken, halef olarak üçüncü
oğlu Ögedei'yi tayin etmiştir. Cengiz Han’ın halefini seçme hususunda
gösterdiği isabet, onun insanları tanımadaki derin bilgisinin diğer bir
delilidir. Kardeşleriyle olan düşmanca münasebetleri sebebiyle Cuci’nin, daha
hayatta iken (Cuci babasından altı ay önce ölür) bile adaylığı söz konusu
olamazdı. Böylece, Cengiz Han, diğer üç oğlu arasında seçim yapmak zorunda
kalır. Yasaların kusursuz bir şekilde tatbik edilmesinde, sertlik ve titizlikte
Çağatay, babasının yolundan gider. Askeri hizmetlerin yerine getirilmesinde ve
muhtemelen kumandanlık hususunda Tuluy hiç şüphesiz, kardeşlerinden üstündür.
Cengiz Han, bu iki kardeşin sahip olduğu üstünlüklerin, işlerin yürütülmesi
açısından önemli olduğunu bilmekle birlikte, bu üstünlüklerin göçebe bir
devletin bütünlüğünü korumak için yetmeyeceğini de bilmektedir. Hanedanın
bütünlüğü, Cengiz Han gibi bir dahi ve kuvvetli şahsiyet veya hanedan
üyelerini ve ulusu kendisine bağlayacak mutedil, şefkatli birisi tarafından
sağlanabilirdi. Sadece Ögedei bu vasıflara sahipti. Bununla beraber o, Cengiz
yasasının titiz bir uygulayıcısı değildir. Üstelik içkiye düşkünlüğü babasının
tayin etmiş olduğu hududu epeyce aşar. Askeri kabiliyete sahip değildir.
Fakat, cömert ve alicenaptır. Cömertliği sayesinde ulusunun sevgisini
kazanacağını iyi bilen Cengiz Han, bu sebeple kendisine halef olarak askeri
kabiliyeti üstün olan Tuluy’i veya yasanın titiz bir uygulayıcısı olan
Çağatay’ı değil, Ögedei’yi seçmiştir (Barthold 1990 : 489-490). Tuluy iki ağabeyinden
önce, ’ de 40 y ‘ (Howorth 1876 î '26).
Böylece
1227'de, Cengiz’in ölümünden sonra, Ögedei büyük han olarak babasının yerine
geçer. Aşırı derecede içkiye düşkünlüklerinden dolayı 11 Aralık 1241’de, 56 yaşında
Ögedei ve aynı yılı Çağatay da ardarda ölürler. Bir müddet Cengiz’in evlatları
arasında taht kavgaları sürer. Ağustos 1246’da açılan kurultayda Güyük babası
Ögedei’yin yerine büyük han seçilir. Çağatay hayatta iken, tahtına varis tayin
ettiği büyük oğlu Kara Hulagu’nun yerine, Güyük’ün desteğiyle Kara Hulagu’nun
kardeşi Yesü Möngke oturur. Mesut Bey, bu yeni hükümdarlara güvenemediği için
Cu- ci’nin varisi Batu’ya sığınır. Fakat, Güyük’ün ölümü üzerine, Tuluy’un
büyük oğlu Mengu 1252’de açılan kurultayda büyük han seçilince, Mesut Bey tekrar
Türkistan’daki eski görevine getirilir (Howorth 1876 : 158,161,165,164,188).
Çağatay
Hanlığı’nın Batı kısmı-Maveraünnehir daha önceden çiftçiliğe dayanan yerleşik
iktisadi hayata geçtiği için, o yörenin Moğolları önce Türkleşir. Çağatay
Hanlığı’nın Doğu kısmı-bugünkü Doğu Türkistan’daki Moğollar, Maveraünnehir
Moğolları’na nisbeten göçebeliği ve Moğolluğu biraz daha devam ettirir. Çağatay
Hanlığı’nın bu iki kısmındaki iktisadi ve etnik farklılaşma, gitgide hanlığın
siyasi ve manevi varlığının parçalanmasına yol açar. Maveraünnehir insanları
kendilerini "Çağataylılar” diye adlandırıp, Doğu’daki Moğolları
"haydutlar” diye hor görürler. Doğu’daki Moğollar ise, Batı’daki insanları
”hulmuk” (melez) diye, kendilerini ”asil Moğol” kabul ederler. Bu farklılaşma
ve bölünme, Türkistan coğrafyasının çok geniş ve farklı yarıya şahin
olmasından ileri gelmektedir (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 502-505).
Çağatay
Hanlığı’nın ikive bölünmekte olduğu o zaman, (2) Batı’daki, Büyük Timur’un
mensup olduğu Barias kabilesi
(1)
Amu Derya nehrinin doğusundaki ülkelere
Arap coğrafyacıları Maveraünnehir, demişler. ”Nehir ötesi” demektir
.AvrupalIlar ”Transaxiana” adını vermişler.
(2)
Barlas, kahraman' demektir (Dughlat 1972 :
55). Timur’ un ataları geçmişe doğru şöyle sıralanır : Emir Tara- gay-Emir
Tökel-Emir İlingiz Noyan-Emir İçil Bahadur- Emir Karaçar Koyan Bahadur-Emir
Sogunçin Bahadur-Emir İrumçin Barlas-Kaculi Bahadur-Domnay Han (Sayrami 1986 :
82).
ve onun
nüfuzu Maveraünnehir’de ne ise, doğudaki, Duğlat kabilesi ve onun nüfuzu
Altışehir’de odur. Çağatay Han’ın ölümünden bir yüzyıl geçtikten sonra, Çağatay
Han’ın soyu bu iki kabile beylerinin elinde bir kukla haline gelir.
Moğolların
Gizli Tarihi (1986 î 14)’nde, Duğlat kabilesinin
ataları "Naçin Bagatur’un ilk karısından doğan oğullarının adları
Şiju’udai ve Dogoladai idi” denilmektedir. Raşidin’in "Cami ut
Tevarih" inde Tumbinai Han’ m sekizinci oğlu Buulcar Duklan bu kabilenin
kurucusu olarak kaydedilmiştir. Biz bu iki yazının hangisinin doğru olduğuna
karar veremeyiz, fakat söyleyebileceğimiz gerçek bu kabile 12. yüzyıldan önce
doğmuştur (Akira 1978 s 50). Sayrami (1986 : 97)’ye göre, Duğlat
"aksak" demektir. Cengiz Han’ın üçüncü ağabeyi Kubul Han’ın^sekiz
oğlu olup, altıncı oğlunun adı Bolcar’dır. İşte Bolcar aksak olduğu için, ona
"Duğlat" denmiştir. Duğlat kabilesi onun soyudur. Bugün Türkistan’da
Kazaklar arasında, hem kabile adı, hem özel ad olarak yaşayan "Dulat"
sözcüğü, işte bu "Duğlat"tan gelmektedir (Barthold 1945 : 654)
(2)
Moğolca
Manglay Süye 'olarak adlandırılan Altışehir Cengiz Han tarafından mı, yoksa
Çağatay Han tarafından mı verildiği belli değil, Duğlat kabilesinin beyi
Urtup’un idaresine verilmiştir (Akira 1987 : 49). Bu kabileye mensup olan,
"Tarih-i Reşidi"nin yazarı Mirza Haydar Duğlat, atalarını geçmişe
doğru şöyle sıralamaktadır s
(1)
Howorth(1876 : 44)’a göre, Kabul Han,
Cengiz'in dedesidir. Cengiz’in babası olan Yesukey, Kabul Han’ın büyük
oğludur.
(2)
Manglay Süye "güney" anlamında
olup (Şincangning Kis- kiçe Tarihi 1984 : 504), bugün kuzey Türkçesi’nde yaşayan
"alın" anlamındaki "manglay", "daya-" anlamındaki
"süye-" den müteşekkil biri isim, biri fiil olan bu iki kelime,
"alnın dayandığı", "alnın yönlendiği" anlamıyla, Moğolca’da
güneyi ifade etmektedir. Moğol- larda güneyin böyle adlandırılması, Moğollar'm
güneyi en şerefli taraf olarak anlamalarından ileri gelir (Barthold 1990 :
410). Buğra (1987 : 256)’ya göre, "Cengiz güvendiği Manglay Süye adlı bir
Uygur’u Altışehir’e vali olarak göndermiştir. Manglay Süye, alını sevimli,
demektir". Buğra’nın bu yorumu yanlış. Muhammedi Huseyin-Muhammed
Haydar-Amiri Said Ali-Amir Ahmed-Hudaydat-Bulaci (Dughlat 1972 : 9). Bulaci,
Müslümanlığı ilk defa kabul etmiş Duğlat beyi olup, Urtup’un torunudur
(Sincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 304).
Herat
şehrinde 1508 tarihinde Özbek hanı Şaybak tarafından öldürülen Muhammed Hüseyin
Taşkent’te altı yıl kadar valilik yapmıştır. Muhammed Hüseyin’in oğlu olan
Mirza Haydar Duğlat 1499 yılının Ağustos ayında Taşkent’ te doğmuştur. Mirza
Haydar Duğlat ana tarafından, Timur’ un beşinci kuşaktan torunu Hindistan
fatihi Babur’un akrabasıdır. Çağatay Hanı Yunus Han’ın kızı olan Babur’un
annesi Kutluk Nigar Hanım, Mirza Haydar Duğlat’ın annesi olan Hub Nigar
Hanım'ın ablasıdır (Dughlat 1972 : 9). Haydar Mirza Dughlat’m amcası Seyit
Muhammed Mirza, Seidiye Hanlığı’nın ikinci hanı Abdureşit Han tarafından
1533’te öldürülünce (Dughlat 1972 : 15), bu olaydan korkan Haydar Mirza
Dughlat, Timurlular tarafına kaçar ve 1541*de Keşmir’i feth ederek, orada
devlet kurar. Kendisini korkutan kişinin adına bağışladığı ünlü eseri
"Tarih -i Reşidi"yi burada yazar. 0, 1551 Ekim*inde yerlilerin bir
isyanı sırasında, okla vurularak öldürülür (Dughlat 1972 : 22). Böylece, Haydar
Mirza Duğlat’m ölümüylex Altışehir ve Keşmir'de 13. yüzyıl
ortalarından 16. yüzyıl ortalarına kadar süren, Duğlat soyunun 300 yıllık saltanatı
sona erer.
Cengiz
Han’ın altıncı kuşaktan torunu olan Esenbuğa Han (Sayrami 1986 : 98) 1340
yılında Aksu’da ölünce, onun tahtı uzun bir zaman boş kalır. Esenbuğa Han’ın
biricik oğlu Tugluk Timur, üvey anası tarafından Moğolistan’a kovulmuştu.
Çağatay hanedanının devamını hayırlı gören Duğlat kabilesinin beyi Bulaci, özel
bir çaba ile, Moğolistan’dan 18 yaşındaki Tugluk Timur'u getirtip, 1347 yılında
tahta oturtur (Buğra 1987 : 264-266). Tugluk Timur, Kuçar Hâcelerı’nın
atası Arşad al-Din*in telkini ile 1351 yılında Müslümanlığı kabul eder ve hâcelerı
memnun etmek için, oğullarına İlyas Hâce, Hızır Hâce adlarını verir. Böylece
Tugluk Timur İslamiyet’i ve hâcelerı arkasına alarak, 1359 yılında Çağatay
Hanlığı*nı birleştirmek amacıyla Maveraünnehir*e asker sevkeder.
Semerkant'ı ele geçirerek, oğlu İlyas Hâce’yı Maveraünnehir’e vali, Bar- las
kabilesinin beyi olan Taragay’m biricik oğlu Timur’u da ona yardımcı tayın eder
(Buğra 1987 î 267). Fakat, Tugluk
Timur’un düşündüklerini yapmak için ömrü yetmez, 1365 yılında ölür (Buğra 1987
: 273).
Barlas Beyi
Timur’un iktidar için mücadele ettiği bu dönemde, İslamiyet ve hâceler, hayat
gerçeklerine sıkı sıkıya bağlı olan bozkır insanlarının ruhuna henüz nüfuz
edebilmiş değildir. Gücünü bulunduğu ortamda arayan Timur Bey ile din ve hâcelerden
yardım bekleyen İlyas Hâce’nin anlaşabilmesi elbette imkansızdır. Han ile beyin
arası açılır ve savaş çıkar.
Maveraünnehir’in
Buhara şehrinde 1335-154-7 yılları arasında Çağatay soyundan Gazan derviş iken,
hükümdar olur. 0, yasa taraftarlarını yok etme yolunu tuttuğu için ona
Halillakabını verirler. Barlas Beyi Timur’un kayınpederi ve Batı Çağatay
orduları komutanı olan Emir Kazgan, dürüst ve Cengiz yasasına bağlı olduğu
için, Gazan Han Halil’i öldürür. Nakşibendi Tarikati’nin kurucusu Bahaüddin
Nakşibendi, işte bu derviş olan Gazan Han Halil’in yanında bir subay olarak
altı yıl çalıştığını
(1)
Bu Gazan ile İran Moğol devletinin hanı
1304 yılında ölen Gazan Han (Grousset 1980 : 362-363) karıştırılmamalıdır.
(2)
Barthold (1927 : 186-187)’a göre, Çağatay
şehzadesi Yasavır’m oğlu Gazan ile Halil’in aynı kişi olduğu henüz
kanıtlanmamıştır. Togan (1968 : 775-776)*a göre bu iki ad aynı kişiyi
belirtmektedir.
(Togan 1968
: 775-776) bizzat kendisi anlatır*
Timur Bey
bir delikanlı iken, işte bu Gazan Han Halil’i öldüren Emir Kazgan’ın hizmetine
girer ve onun ilgisini çeker. Kızını alır. Emir Kazgan’a kin besleyen ve
Timur’u çekemeyen iki bey, ani bir baskınla Emir Kazgan’ı öldürür. Timur’a
göre, kendi yakınlarından birinin katili ile aynı gök altında yaşayamazdı. 0,
vakit geçirmeden bu iki beyi öldürüp, Kazgan’ın intikamını alır (Lamb 1948 î 17-25). Böylece hanların da, beylerin de
güçlü bir iktidara ihtiyaç duyduğu, din adamlarının ise sığınacak birine
muhtaç olduğu, herkesin savunmasız kaldığı bir zamanda Timur Bey, kabilesini
arkasına alarak iktidar mücadelesine atılır. 0, 1370’te Semerkant’ı işgal
ederek Maveraünnehir’deki Çağatay hanlarının nüfuzuna ve bey isyanlarına son
verir. Daha yeniden Müslüman oldukları için, aşırı derecede İslam geleneklerine
düşkün, manaviyatlarına tasavvuf hakim olduğu için, gerçek hayattan
uzaklaşmış, zayıf Çağatay hanları, sadece Cengiz soyundan olma kimlikleri ile
Timur’un himayesine sığınırlar. Bu durum, Timur’un eylemleri için, Timur
Devleti'ni, geçmişe, Cengiz Devleti’ne bağlayan manevi bir destek olur. Bu
bağı, bu manevi desteği sürekli yaşatabilmek amacıyla, Timur hiç
(1) Bahaüddin
Nakşibendi kendisi, Gazan Han Hali ile mülakatını şöyle anlatır : ”İlk
zamanlarım rüyamda Hakim Ata’nın beni bir dervişe ısmarladığını gördüm; saliha
bir ceddem vardı, ona rüyamı naklettim; Türk şeyhlerinden nasibim olduğu
şeklinde ta*bir. Bir gün o rüyamda gördüğüm dervişe Buhara pazarında rast
geldim; lâkin mülakat edemedim. Akşam evime birisi geldi. Derviş Halil denen o
dervişin benimle görüşmek istediğini söyledi. Niyaz ve şevkle derhal meclisine
vardım. Eski rüyamı anlatmak istedim; Türkçe olarak onun kendisine esasen malum
bulunduğunu anlattı. Tesadüf, o dervişi Maveraünnehir’e hükümdar yaptı; Sultan
Halil ünvanıni aldı. Benimle o zamanda da mülakat etti ve şefkat gösterdi; gah
lutuf ve gah unf ile bana tarikat adabını öğretti. Altı sene kadar bu suretle
yanında kaldım; feyzi ile sülükte çok terekki ettim. Halk arasında onun
hizmetinde bulunurdum; yalnız iken mahrem-i hassı idim. Muahharen Sultan
Halil'in saltanatı haleldar oldu; bir lahzada o eski devletten eser kalmadı.
Bunu görünce gönlüm dünya işinden tamamen soğudu. Buhara’ya gelip civar köylerden
birinde sakin oldum” (Köprülü 1966 : 92-93).
bir zaman kendisi için "han"
veya "imparator” gibi siyasi ünvanı kabul etmemiştir (Buğra 1987 s 278).
Timur Bey'in büyük şahsiyetinden kaynaklanmış bu alçak gönüllü kişiliği, onun
ömür boyu "beg" (bey) denilen sade bir siyasi ünvanı taşımasına sebep
olacaktır, Timur'un yaşattığı bu gelenek, ancak Babur tarafından bozulur. Bu
yüzden, Haydar Mirza Duğlat, Babur hakkında yazarken, Babur için hep
"imparator" ifadesini kullanır (Dughlat 1972 : 226, 264).
Timur Bey
iktidar mücadelesi verirken, din adamlarının da desteğini elde etmek için,
tarikatlar üzerinde büyük etkisi olan ünlü mutasavvıf Ahmet Yesevi’nin bir ziyaret
yeri haline gelen türbesini muhteşem bir şekilde yeniden yaptırır. İnşaat iki
yıl sürer (İslam Ansiklopedisi Ahmet Yesevi maddesi). Timur, Şam'ı alırken,
peygamber zevcelerinden olan Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe'nin kabirlerini
ziyaret ederek, onlar için 25 günde beyaz taştan iki kubbe inşa ettirir (Şami
1987 : 280-282), Timur’ un Şam’da iken, imamlık için Mutezileleri tercih etmesi dikkat çekicidir. Çünkü Mutezile "kader"
tanımaz, cenneti cehennemi, vahiyi kabul etmez. Bu yüzden Şamlılar, Timur
gittikten sonra onu "kafir" ilan ederler (Togan 19^9 s98)
Hüseyin’le
mücadelenin en hararetli yılı olan 1570* te Timur, Seyit Bereke’nin
şahsiyetinde kendine yeni bir manevi hami bulur. Bu Seyit, Timur’a refakat
eder, ölümlerinden sonra Timur ile Seyit bir türbede defin edilir. Seyit
Bereke gibi, Tirmiz seyitlerinden iki kardeş olan Abül-Maali ve Ali-Ekber,
Timur’un saltanatı devam ettiği müddetçe, memleketin en nüfuzlularından
sayılırlar. Fakat Tirmiz seyitlerinin yeni hükümdarlarına hiyanet ettikleri
görülür, 1571’de Timur’a karşı tertip edilen suikasta bir kaç emirle beraber din
adamları da katılmıştır. Bunlar arasında Semerkantlı şeyh Abdullayth ve Seyit
Abül-Maali
(1)
Mutezile, iman ile şüphe arası bir durumu ileri süren kimselerdir. Ali ile
düşmanları arasındaki mücadelede tarafsız bir vaziyet almışlardır. Vasıl bin
Ata (ölümü 748) tarafından kurulan, Kur’an ile bağdaşmayan görüşler ileri
süren bir felsefedir (İslam Ansiklopedisi Mutezile maddesi).
Tirmizi
bulunur. Timur suikastçılara oldukça yumuşak davranır. Şeyhin Mekke’ye
gitmesine müsaade edilir ve Seyit de memleketten kovulur (Barthold 1930 :
17-18).
Timur İslamm
İçindeki ayrılığa yol açan mezheplere, bilhassa Şiiliğe karşı hassastır. 0,
Herat’ın fethinden sonra, Şiilikle ünlü olan Hâce Ali Müeyyed’i kabul ederek
ona mezhebi ve itikadı hakkında sorular sorar. Hâce’den "herkes kendi
padişahının dinindedir, yani benim mezhebim Emir Timur’un mezhebidir"
cevabını alınca, Timur çok memnun olur ve onu takdir eder (Şami 1987 : 102).
Timur’un
iktidarının herkesçe kabul edildiği kurultayda, kabile beylerinden başka din
adamları da toplanır. Bunların arasında ak cübbesi, kocaman sarığı ve Maveraünnehir’de
bir çok insanların aziz olarak sevgisini kazanmış, fakat Timur’un hiç sevmediği Hâce
Bahaüddin Nakşibendi de bulunur. Bu toplantıda Seyit Bereke şeriatın sesini
şöyle duyurur : "Ben Muhammed’in torunlarından birinin soyundanım.
Peygamberin soyundan olan diğer seyitlerle ve İslamm büyükleri ile başbaşa
verip onların da fikirlerini aldıktan sonra Timur’u Maveraünnehir’in, hatta
bütün Turan ovalarının beyi ve emiri olarak tanımaya karar verdim" (Lamb 1948 : 75)»
Timur’un
Prensipleri (1971 s ll)’ne göre, "Bunlar bana ahireti anlattılar. Onlardan
çok şeyler öğrendim. Onlarla konuşmak bana hem faydalı hem de hoş vakit geçirtir"
diyen Timur, din adamlarının zihin ve ruhunu iyi öğrendiği için, onlardan
faydalanmanın yollarını da, sakınmanın yollarını da anlar. Timur’un
başarılarının temelinde yatan sebeplerin en önemlisi, onun din ve din
adamlarına yönelik akılcı tutumudur.
Timur’un
Anadolu’da, gelenekleri Türk kültüründen kaynaklanmış, şeriatın değişmez sert
kaidelerine karşı, inanç ve ibadetleri daha esnek olan Alevileri desteklemesi
(Şayian î 9.5.1990), yukarıda bahsettiğimiz akılcı tutumun canlı bir ölmeğidir.
Timur din
adamlarının etkisinde kalmamakla beraber, iktidarı lehine onlardan yararlanır.
Timur’dan sonraki dönemlerde, ister Çağatay oğulları hanları olsun, ister Timur
oğullar hanları olsun, Timur'un bu tutumunu tersine uygularlar. Yani din
adamları hanların iktidarı için değil, hâcelere mürid olan hanlar, din
adamlarının isteğine göre hanlığı yönetir. Böylece iktidar hırsı içindeki
seyitlerin ve hâcelerin, önce hanların zihnini ele geçirmekten ibaret sinsi,
yavaş ve uzun süren, fakat kalıcı ve etkili girişimleri gitgide meyvesini
verir.
Oğlu
Abdullatif tarafından bilgin Uluğ Bey’ e hazırlanmış suikast, oğlu Yolbarıs
tarafından iktidardan uzaklaştırılmış Abdullah Han olayı ve Kalmuklar
tarafından esir edilmiş İsmail Han faciası, yukarıda bahsedilen sinsi, yavaş ve uzun süren"
girişimlerin sonucudur.
Cengiz ve
Timur döneminin kudret ve şevketi, onlardan sonraki hanlar döneminin durumuyla
mukayese edildiğinde, büyük şahsiyetlerin tarihteki rolünün ne kadar önemli
olduğu açık bir şekilde anlaşılır. Fakat, büyük şahsiyetlerin rolünü büyütmek,
şartların rolünü küçültmek anlamına gelmez. Babur’un Türkistan’da tutunamaması,
Türkistan’daki şartlardan kaynaklanmıştır. Tasavvuf ve hâceler Timur döneminde
daha filiz çağını yaşarken, Babur döneminde bunlar, Türkistan topraklarında
derin köksala- caktır.
Timur’un
saltanatı döneminde, Doğu Çağatay Hanlığı* nm da Timur iktidarına biat ettiği
bilinir. Altışehir’ deki Dağlat kabilesinin beyi Bulaci’nin kardeşi olan
Kameriddin (Moğol beyleri, İslamiyet! kabul ettikten sonra bu şekilde Arapça
adlar ile adlandırılmıştır) isyan ederek, Tugluk Timur’un halefi İlyas Hâce’yı
öldürür. Tugluk Timur’un küçük oğlu Hızır Hâce, Bulaci’nin oğlu Hudaydat
tarafından kaçırılıp kurtarılır. Timur Bey, Kameriddin’i yok etmek için,
1375-1379 yılları arasında doğuya beş defa sefer yapar. Son seferinde, Kameriddin’in
kaçıp, dağlar arasında kaybolduğu söylenir (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 :
305-306). Buğra (198? : 279)»ya göre, Timur’un Kameriddin’e karşı yürüttüğü
savaş 1370 yılında başlamış olup, zaman zaman ara verilmek suretiyle doğuya
yönelik sefer on yıl kadar sürmüştür.
Timur’un
Prensipleri (1971 : 6)’ne göre, İran, Turan Hum, Arap, Irak, Hindistan ....
gibi 27 ülkeyi içine alan dünyanın bu en büyük imparatorluğunun verdiği
imkanlarla, Sayrami (1986 : 626)’ye göre 366 000 kişilik, Dughlat (1972 : 53)’a
göre 800 000 kişilik ordunun başında Çin seferine çıktığı zaman, Timur Bey
Otrar'da 11.2.1405’te hastalanır ve 18.2.1405’te ölür (Bayur 1987b : 029). 1
Timur,
alicenap tabiatlılığı, dostlarına olan cömertliği, düşmanlarına olan
acımasızlığı ve felaket karşısında dişini sıkmasını bilen, saadet karşısında
kılı kıpırdamayan itidalli tutumu (Lamb 1948 : 145) ile Cengiz’ e çok benzer.
Zaten bu iki zatın akraba oldukları da bir gerçektir. Timur’un sekizinci
göbekten atası ile Cengiz’ in dördüncü göbekten atası kardeştir>(Sayrami
1986 : 82). Cengiz*in olduğu gibi, Timur’un da dört oğlu vardır s Cihangir,
Ömer Şeyh, Miranşah, Şahruh. Timur sağlığında veliahtını, yani bütün devletin
başına geçecek olanı, gösterir ve onun tanınacağı yolunda mirza ve beylerden söz
alır. Önce bu veliaht, büyük oğlu Cihangir Mirza’dır. 0, 1375 yılında 20
yaşında hastalanıp ölünce.(Aka 1991 s 143), Timur ondan sonra gelen kendi oğlu
Ömer Şeyh Mirza’ yı veliaht yapmayıp, ölen oğlu Cihangir’in büyük oğlu Sultan
Mehmet Mirza’yı veliaht yapar. Bu demektir ki, Timur veliahtlığı büyük oğlunun
soyundan almak istemektedir. Ancak bu Sultan Mehmet Mirza da ölünce (Ankara
Savaşı’ nda ağır yara alır, sonra ölür), Timur aynı yoldan yürüyerek onun
oğlunu veliaht yapacağı yerde, onun kardeşi Pir Mehmet’i veliaht yapar. Bunun
sebebi, Sultan
Mehmet
Mirza’nın oğlunun (adı Cihangir olup, Timur öldüğünde 9 yaşındadır)çok küçük
olması ve Timur’un da epey yaşlanmış olduğudur(Bayur 1987b ; 028). Timur
öldüğünde veliaht Pir Mehmet Hindistan taralındadır. Timur’un siyasî
hayatındaki en büyük hatası, Çin seferine çıktığı vakit, veliaht olarak tayın
ettiği Pir Mehmet’i yanma almamış olmasıdır. Eğer o yanında olsa idi, ölümünü
takip eden siyasî ihtilaflar olmamış olurdu. Dünya Türklüğünün istikbaline geniş
ufuklar açabilecek büyük bir girişim yolda kalmamış olurdu. Bu müstesna
şahsiyetin bilime verdiği önem hakkında, Zeki Velidi Togan şunları yazmaktadır
: "Ondördüncü yüzyılda tarih felsefesi ve içtimaiyet ile meşgul alimlerin
yalnız Akneniz ve İspanya sahasında yetişen İbni Haldun gibi Batılı İslam
alimlerine mahsus kalmadığını, bu fikrin aynı Timur zamanında Semerkant’a
gelmiş olduğunu, 1913 kışın Buhara kütüphanelerindeki yazma eserleri tetkik
ederek öğrenmiştim. Bu eser, İbni Haldun’un çağdaşı olduğu halde, onu görmeden
aynı felsefî fikirlere vasıl olan Şems İçi’nin eseri idi. Timur zamanında ve
onun emriyle tarih felsefesine ve Türk kanun ve devlet idare sistemlerine
tahsis edilerek yazılan ve Timur’a takdim olunan "Tuhfa" adındaki bu
büyük eseri, ben ancak İstanbul’a geldikten sonra, Yeni Cami Kütüphanesinde
buldum. "Şeriat” yerine ”yasa"ya ve "din" karşısında
"riyazi bilimlerin neticelerine" ön verilmek gerektiğinden bahseden
bu eserden, bu sohbet esnasında Atatürk’e de bahsetmiştim, o da "yaman bir
Türk bu Timur" dedi" (Togan 1969 s 125)» Timur, sadece bilime önem
veren bir hükümdar değil, aynı zamanda kendisi de iyi bir tarihçidir (Barthold
1930 : 20).
Timur’un iç
dünyası hakkında Harold Lamb şunları yazmaktadır : Timur büyük bir servet ile
Hindistan seferinden muzaffer olarak döndükten sonra, Semerkant’ta koca bir
cami de yaptırır. "Bütün hayatı boyunca, bu adamın içinde birbirine zıt
bir takım duygu ve temayüller yekdiğeriyle çarpışma halinde bulunmuştur. Bir
yanda, pek sofu olan babasında gördüğü dindarlık, hâcesı Zeyneddin’in telkin
ettiği dini akideler, Kur’an’m şeriat kanunları; öbür yanda göçebe dedelerinden
tevarüz ettiği cenk zevki, yenmek hırsı ve galip bir el ile her şeyi mahvetmek
düşkünlüğü; bütün bu tesir ve duygular onun ruhunda birbiri, riyle boğuşup
durmakta idi. Nihayet denilebilirki, yine göçebelik damarı galip gelerek, Timur
sonunda şu düstura dönüp onda karar kılmıştır : İnsan için gidilecek tek yol
vardır : Savaş, zafer ve varlığa kavuşmak şerefi" (Lamb 1948 : 181).
Timur Bey’in
bir yönden bilime, öbür yönden dine yönelik ciddi eğilimleri, bilimin dine
karşı savaşı henüz tam olarak kazanamadığı ve dinin epey' çekici olduğu o
dönemin şartları itibarıyla gayet normaldir. Timur’ un ölümünden 200 yıl kadar
zaman geçtiği halde, Avrupa’da Engizisyon*un,**"dünya dönüyor" dediği
için Bruno’yu (1548 -1600) ateşe vermiş olduğu olay unutulmamalıdır. Fakat,
Timur’un dine yönelik eğilimi içinde de uzlaşmaz zıtlıkların bulunduğu açık
bir şekilde ortadadır. Cengiz yasaları yürürlüktedir. Ancak Uluğ Bey
öldürüldükten sonra, ITluğ Bey’in yerine geçen Babur’un dedesi Ebu Sait’in
kendi mürşidi Ubeydullah Ahrar’ın dilemesi üzerine Semerkant ve Buhara’da
Cengiz döneminden kalan damga vergisi kaldırılmıştır . (Aka 1991 : 133).,
Bu demektir ki, Timur döneminde şeriat devlet işlerine karıştırılmamıştır.
Timur’un bir yönden Ahmet Yesevi ve peygamber zevcelerinin mezarını
yaptırarak, büyük camiler inşa ederek, din ve tasavvufa saygısını gösterdiği
halde, öbür yönden Mutezileleri ve Alevîleri destekleyip, onları İslamiyet’ in
temel taşı olan şeriata karşı koyması, Timur’un açıkça şeriata karşı olduğunu
kanıtlamaktadır. Timur’un Küslük” manlığı, inancı, gönül huzurunu temin
etmekten ibaret basit Türk ulusunun inancından öteye gitmemiştir.
Timur’u hiç
sevmeyen ve onu kafir ilan edenlerden biri, onun eline esir düşmüş îbni
Arapşah’ın, Timur hakkında yazdığı aşağıdaki satırlar kayda değerdir :
"Yaşlandığı
halde akılca, vücut ve ruhça yine eskisi kadar dinç, sağlam, cüretli, tıpkı
sarsılmaz bir kaya gibi idi. Yalandan nefret eder, şakadan hiç hoşlanmaz. Hakikati,
işine gelmese bile yine arardı. Felaket karşısında dişini sıkmasını bilir,
saadet karşısında kılı kıpırdamazdı" (Lamb 1948 : 145).
Timur’un
ölümünden hemen sonra, Miranşah'ın oğlu Halil, Semerkant’ı ele geçirir ve taht
kavgası başlar. Bu işe o zamanın tanınmış üleması Hâce Abdullah da, Pir Mehmet’e
yolladığı mektupta "Eğer sende iyi talih olsaydı Timur’un yanında bulunur
ve muradına ermiş olurdun. Ancak şimdi sana uygun olan elindekiyle kanmaktır,
yoksa o da gider" (Bayur 1987b : 040) gibi yazısıyla karışır. Böyle- ce
toplumu huzursuz eden uzun bir bey çatışmaları sürüp gider. Nihayet,
Semerkant‘tâki 36 yıl (1411-1447) sürecek olan hükümdarlık tahtına Şahruh’un
oğlu Uluğ Bey gelip yerleşir. 0, oldukça nadir olan bir bilgin hükümdar örneğini
verir. Çağdaşları Uluğ Bey’i bu yönüyle Aristo’nun öğrencisi İskender’e
benzetirler. Herhalde anlaşılıyor ki, İslam tarihinde Uluğ Bey’in başka bir
benzeri yoktur. Uluğ Bey yalnız, kendisi bir bilgin olmakla kalmayıp, kendine
bir öğrenci ve halef de yapar, Ali Kuşçu (Barthold 1927 1207). 0, gerçek
ilimlerin ilahiyet ve edebiyata üstün olduğunu anlayan, İslam dünyasında bir
bilgin olarak ilk defa tahtı işgal eden müstesna şahsiyettir (Barthold 1930 :
109).
(1) Ali
Kuşçu (?-1474) Doğu ve Batı Türk illerinin tanınmış astronomi bilgini olup,
Uluğ Bey'in kendisinden riyaziyat ve astronomi dersi alır. Uluğ Bey'in, oğlu
Abdullatif'in ihanetiyle öldürülmesi üzerine, o ana kadar Semerkant'm ünlü medresesinde
ders vermekte olan Ali Kuşçu, efendisinin bu feci akibetinden son derece
üzülerek, İstanbul'a gider ve Ayasofya medresesi müderrisliğini yapar. 0
Türkiye'nin ilk astronomi hâcesıdır (İslam Ansiklopedisi, Ali Kuşçu maddesi)
Semerkant
medresesinde Uluğ Bey ile beraber çalışan bilginlerden Gıyasüddini Kaşi’nin,
rasathanenin yapıldığı 1420*de ilmi çalışmalar hakkında yazdığı 5 000 kelimelik
uzun mektubunda, Uluğ Bey’e ait şu satırlar yer almaktadır s "Kendisi o
kadar lütufkar, iyi kalpli ve alçak gönüllü bir insan ki, bazen medresede
kendileri ile herhangi bir öğrenci arasında, hangi ilim dalında olursa olsun,
öyle bir karşılıklı münakaşa olur ki, bunun tavsifi imkansızdır. Kendileri
bunun böyle olmasını irade etmişler ve ilmi meselelerin iyice anlaşılmadıkça
kabul edilmesine ve nezaket icabı olarak anlaşılmış gibi davranılmamasına
müsaade etmişlerdir. Arada sırada bazı kimseler onun fikrine uyma suretiyle
herhangi bir şeyi kabul edince de, bizi cahillik ile suçluyorsun diyerek
gücenikliğini izhar etmiştir. Yine, denemek maksadıyla, ortaya yanlış bir mesele
atar, bunu kabul eden olursa, meseleyi yeni baştan açar ve gayri samimi bir
şekilde konuşmuş olan kimseyi mahçup eder” (Soyalı 1960 î 91). "Uluğ Bey rasathanesinin
kuruluşunun doğrudan doğruya bu medresedeki ilmi çalışma* ya bağlandığı,
medresenin rasathanesinin menşeyi olarak gösterildiği anlaşılmaktadır.
Umumiyetle, İslam medreselerinin öğretim programında müspet bilimlere önemli
yer verilmesi adet olmadığına göre, Uluğ Bey zamanında sözü geçen Semerkant
medresesinde matematik ve astronomi sahalarına mensup birçok müderrisin
bulunmuş olmasında Uluğ Bey*in şahsen büyük tesiri olduğundan şüphe etmemek
icap eder" (Soyalı 1960 : 21).
İşte Uluğ
Bey*in bu bilim aşkı, sonunda onun başına büyük felaketler getirecek olan hâcelerı
ağır derecede öfkelendirir. Tarih boyunca ve her zaman, akla dayanan ilmin
karşısına çıkan, imana dayanan, imanı akıldan üstün tutan dinci görüşler, Uluğ
Bey döneminde de görevini yapar. Din adamlarının yoğun faaliyeti ile Uluğ
Bey*e karşı cephe hazırlanır.
Nakşibendî
Tarikatı’nın kurucusu Bahaüddin Nakşibendî, Timur’un çağdaşı olduğu gibi, bu
tarikatın önde gelen temsilcilerinden Hâce Ahrar, Uluğ Bey1in
çağdaşıdır. O, Uluğ Bey*in doğumundan 10 yıl sonra 1404’te doğar (Bart- hold
1950 : 46). Taşkentli olan Hâce Ahrar, 1426*da 22 yaşında iken Semerkant’a
gelir ve orada dervişlerle beraber Uluğ Bey*in memurleri tarafından hor
görülmeye maruz kalır (Barthold 1930 : 99-100).
Uluğ Bey*in,
büyük oğlu Abdullatif ile arası açılır ve savaş çıkar. Uluğ Bey savaşı
kaybeder. Abdullatif, bu zaferden hemen sonra, "Şeriat hükümlerinin
gerektiğini yapacağım. Şeriat kaidelerine babam ile oğlum hilaflık ederse
onlara bile acımam" diye, kendisinin şeriat ve hâceler önündeki tutumunu
açıklar. İşte o zaman, Abbas denilen bir kişi, benim babamı Uluğ Bey
öldürmüştü, diye dava açar. Abdullatif bu davayı şeriatçıların iradesine teslim
eder. Şeriatçılar da, kısas almaya uygundur, fetvasını verirler. Abbas işte bu
fetvaya dayanarak Uluğ Bey’i öldürür (Sayramî 1986 ı
90). Tabii, Abdullatifi kışkırtan ve bu fetvayı verenlerin arkasında, çoktandır
Uluğ Bey’e düşman kesilmiş Hâce Ahrar vardır (Sayrami 1986 s 106. izah). îşte
bu iğrenç cinayetten sonra Ali Kuşçu Semerkant*tan İstanbul’a gider.
Tugluk Timur’un
küçük oğlu Hızır Hâce’nin soyundan olan Veyis (Üveyis) Han 1428*de savaşta ölür
ve ondan iki oğul kalır s Büyüğü Yunus, küçüğü Esenboğa II . Bu iki kardeş
arasındaki taht kavgasından Esenboğa II tahtı ele geçirir, Yunus Semerkant
hükümdarı Uluğ Bey* e sığınır. Yunus, Uluğ Bey’in yanma geldiğinde 16 yaşında
olup, Uluğ Bey onu babası Şahruh’un yanına Herat’a gönderir. Yunus burada,
"Zafemame^nin »yazarı Şarefeddin Yezdi’den ders alır (Dughlat 1972 : 85).
Sonradan Taşkent’te Batı Çağatay Hanı ve Babur, Seyit Han, Haydar Mirza Duğlat
gibi şahsiyetlerin dedesi olacak olan Yunus Han 1414/15- 1486/87 yılları
arasında yaşamıştır. Ondan daha uzun yaşayan başka Çağatay Hanı yoktur
(Dughlat 1972 : 114-115),
Uluğ Bey’in
öldürülme sinden sonra, Timur’un üçüncü oğlu Miranşah kolundan olan Ebu Sait
(Babur’un dedesi), Özbek Hanı Ebulhayır’ın ordusu başında gelip ona yardım
etmesiyle 1451’de Semerkant tahtına çıkar. Ebu Sait, doğudaki Moğol akınlarını
durdurabilmek için, Moğol Hanı Esenboğa II’ye karşı, onun kardeşi Tunus’u
kullanır. Bu yardımlaşma ve yakınlık Tunus’un üç kızının, Ebu Sait’in üç oğluna
alınması ve Moğollar ile Timur oğulları arasında çekişme sahası olan Taşkent
şehrinin Tunus’a verilmesi ile sabitleşir (Bayur 1987b : 061-06?).
Buğra (1987 305)’ya
göre, Babur’un doğumu münasebetiyle, Babur’un babası Ömer Şeyh Mirza kayın
pederi (2 ) Tunus’u Fergane’ye davet eder. Tunus, torununa Babur ' adını verir.
Hâce Ahrar ise ek olarak, Babur’a Zahirüddin Muhammed adını verir. Bu düğünde
Taşkent şehri Tunus’a hediye olarak verilir. Bundan böyle Doğu Çağatay Hanlığı*
na karşı, Taşkent’te Tunus, Batı Çağatay Hanı olarak tanınır. Uluğ Bey’den
sonra, Tflrk-Moğol hanları arasındaki en bilgilisi ve dindarı Tunus Han olup, o
Haca Ahrar’ın müridi de olacaktır (Sayramî 1986 : 120).
Sonradan
bahsedeceğimiz Seidiye Hanlığı’nın kurucusu olan Seyit Han (1484-1533)» işte bu
Tunus Han’ın ikinci oğlu Ahmet Alça Han’ın üçüncü oğludur (Dughlat 1972 î 48).
Tarihçi Haydar Mirza Dağlat, Seyit Han’ın 48 yıl yaşadığını, kendisinin ona 24
yıl hizmet ettiğini yazmaktadır (Dughlat 1972 î 137)» Ahmet Han’a Alça
denilmesinin sebebi, Moğol dilinde ”öldüren"e "alaça”denir.
Kalmukları birkaç defa yenerek, birkaç adamanı kestiği için, -kendisine
"alaça" denmiş ve kelime çok kullanma neticesinde "alça”
olmuştur (Babur 1987 : 11).
Esenboğa II
1462’de ölünce, onun varislerinin elinde bulunan, Aksu’dan Turfan’a kadar
uzanan Çağatay Hanlığı’ nm doğu kısmı, Ahmet Alça Han tarafından işgal edilir.
Çin hududuna yakın olan Kumul ise, zaman zaman Doğu Çağa-
(1)
Babur’un babası olan bu Ömer Şeyh Mirza,
Timur’un ikinci oğlu Ömer Şeyh ile karıştırılmamalıdır.
(2)
Kuvvetli bir yırtıcı hayvanın adı olan
babur, kaplanın bir değişik ifadesidir.
tay Hanları
ile Çin birlikleri arasında cereyan eden çarpışmalara sahne olur. Yunus Han
1487’de ölünce, onun büyük oğlu Mahmut babasının yerine Taşkent’te han olur.
Bu zaman Manglay Süye (Altışehir) Kaşgar'da oturan Duğlat beylerinden
Abubekir’in elindedir.
Maveraünnehir’e
kuzeyden Ebulhayır’m torunu Şaybak Han, güneyden îran Şahı Şii Şah İsmail
akınlar başlattığı, kan gövdeyi götürdüğü bir devrede, Timuroğulları’ nm
kaderini, 12 yaşında iken 1494’te Fergane tahtına çıkan Babur üstlenir (Babur
1987 ‘ 1)» Şaybak Han ilk geldiğinde, Taşkent’teki Moğol Hanı Mahmut Han’a
sığınıp, onun yardımına erişir. Mahmut Han, ona Türkistan şehrini tımar olarak
verir (1487-1493 yılları arası). Yine hep Mahmut Han’ın yardımıyla-Mirza Haydar
Duğlat, koynunda yılan besledi, diye bu hanı acı bir şekilde tenkit
etmektedir-Şaybak Han’ın gücü oldukça artarak Türkistan’ m iç işlerine
karışacak duruma gelir (Grousset 1980 : 444), Mahmut Han’ın bu iyiliğinin
altında, Şaybak’ı kullanarak, Timur oğulları’ndan Semerkant’ı alma niyeti
gizlenir (Bayur 1987b î 072), Fakat sonunda Mahmut’un bu art niyeti kendi
başını yer. Şaybak, Mahmut Han’a dayanarak bir müddet kuvvet topladıktan
sonra, 1500’de Semer- kant, Buhara, Taşkent ve Fergane’yi ele geçirir. Mahmut
Han, Turfan* daki Doğu Çağatay Hanı olan kardeşi Ahmet Alça Han’dan yardım
ister. Ahmet Alça Han, büyük oğlu Mensur’u yerine koyup, üçüncü oğlu Seyit Han
ile beraber, kendisi askerlerinin başında Maveraünnehir’e iner. Fakat, Şaybak
bu iki kardeşin bütün kuvvetlerini ezer. Mahmut Han, Ahmet Alça Han, Seyit Han
gibi han cemaati esir alınır, sonradan serbest bırakılır. Onlar Doğu Çağatay
Hanlığı’na döner. Ahmet Alça Han 1503*te hastalanıp ölür. Mahmut Han, altı oğlu
ve birkaç Moğol kumutanları ile beraber 1509*da Sır Derya boyunda Şaybak
tarafından öldürülür. Ahmet Alça\Han’m büyük oğlu Mansur, babasının tahtına
yerleştikten sonra, iki kardeşi Seyit Han ile Halil’ i tahttan uzaklaştırmak
amacıyla kovar. Halil özbekler tarafından yakalanıp öldürülür. Seyit Han,
Babur*un yanına Kabil’e gider (Şincangning Kiskİçe Tarihi 1984 s 313- 320).
Babur (1987 : 10)’a göre, Haydar Mirza Dağlat da o zaman Kabil’dedir;:
"Haydar Mirza, babası Özbekler tarafından öldürüldükten sonra, gelip
üç-dört yıl benim hizmetimde bulundu. Sonra müsaade isteyerek, Kaşgar’a Han’ın
yanma gitti" diyor.
Babur, iki
dayısı (Mahmut Han ve Ahmet Han) Şaybak Han’a yenildikten sonra, bir yıl kadar
Fergane’nin güneyindeki dağlarda en zor günleri geçirir ve 1504’te Horasan’a,
Timur’un ikinci oğlu olan Ömer Şeyh kolundan Hüseyin Baykara’nın yanına
200-300 kişilik bir kuvvetle gider. Çok geçmeden Kabil'de padişah olur. Bundan
sonra Babur 1504-1514 yılları arasında Türkistan'ı geri almak için uğraşır.
Hüseyin Baykara 15O6'da ölür. Timur oğulları Şaybak'a karşı birleşemezler,
sonuçta Şaybak, Timur oğulları’nın son devletinin bulunduğu Herat’ı da 15O7’de
alır. Fakat, Şaybak’ın da bir sonu varmış, o 1510’da Şah İsmail tarafından
Merv'de öldürülür (Bayur 1987b : 091- 097). Şah İsmail, Şaybak'm kafatasını
kase yapıp ondan şarap içmekle yetinmeyip, bu kafatasını süslü bir kutuya
koyarak üzerine Arapça bir şiir yazıp, Mısır Sultanı Kan* su Gavri'ye gönderir.
Bununla Mısır halkını heyecana getirir. Kansu bu kafatasını saygıyla Mısır’da
gömdürür. Şaybak Han'ın Semerkant’tâki medresesinde olan mezarı, son zamanlarda
açıldığında gerçekten kafası bulunmamıştır (Togan 1981 : 124-125).
Şaybak’ın
ölümü Babur'da atalar yurdunu geri alma V ümidini doğurur. Seyit Han ile
beraber hemen Türkistan’a hareket eder. Seyit Han'ı Fergane’ye gönderir. Şah
İsma-’ il'e bağlılığını ifade ederek ondan yardım ister. Şah İsmail, Özbekler'e
karşı savaşması için, Babur'a bir ordu gönderir. Babur bu yardımla Buhara,
Semerkant ve Taşkent’ i ele geçirir. Halk sevgi gösterileri ile onu karşılar.
Askerinin sayısı 60 000 bulur. Fakat, Sünniliğe çok bağlı olan Türkistan
Türkleri gitgide Babur*dan soğur. Babur zor durumdadır. Şiiliği bırakırsa Şah
İsmail’in yardımından yoksun kalacaktır. Yine bir yandan Şiiliği kabullenmesi
ile atalar yurdu Türklerini kıran Babur, öbür yandan da Şah İsmail’e
yaranamamaktadır. Sonuçta, Babur 1512'deki çarpışmada özbekler’e yenilir.
Seyit Han da Fergane'yi Özbekler’e terk etmek zorunda kalır. Türkistan Türkleri
Özbekler’i, Sünniliğin yeni kahramanları gibi karşılarlar. Maveraünnehir hâcelerinin
16. yüzyıl başlarında Al- tışehir’e kaymalarının başlıca sebebi, Özbekler
tarafından yaratılmış bu yeni ortam olabilir. Özbek hanı Barak, Nakşibendi
şeyhlerini bazen bütün ulusun önünde açıkça alay ettiği için, bir şeyh, Barak
hakkında ”o itdür” der (Togan 1981 : 196).
Bilindiği
gibi, Osmanlı padişahı Yavuz tarafından 1514’te Çaldıran’da Şah İsmail ağır bir
yenilgiye uğrar. Babur bu olaydan sonra, Şah İsmail’in yardımından ümidini
keser ve Kabil’e döner. Oradan ayrıldığından beri dört yıl geçmiştir. Kabil’de
bırakmış olduğu kardeşi Naşir Mirza, devleti sadakatla Babur'a teslim eder.
Bundan böyle Babur yüzünü Hindistan'a çevirecektir (Dughlat 1972 : 264).
Timur'un
ölümünden sonra cereyan eden olaylar, hâcelerin istedikleri gibi hareket
etmeleri için bulunmaz bir fırsat olacaktır. Hâcelerin da körüklemesiyle bey
boğuşj-' maları aralıksız sürüp gidecektir. Şahruh'un 40 yıl kadar süren
egemenliğinin son 25-50 yılı bir yana bırakılırsa, Timur’un ölümünden (1405)
onun soyunun Türkistan ve Horasan’dan sökülmesine (1507) kadar giden 102 yılın
75 yıldan uzun bir kısmı durmak bilmeyen bey boğuşması devridir. Bu bey
boğuşmaları bir yandan Türkistan Türkleri'nin Avrupa'ya nisbeten müsbet
bilimler dahil 150 yıllık ileride olan yüksek kültür hayatını sarsacak, öbür
yandan, Türkistan'ın, kültür seviyesi daha düşük olan başkaları tarafından
istila edilmesini kolaylaştıracaktır (Bayur 1987b î 044-046). Böylece onaltmcı
yüzyıla girerken, Büyük Timur'un adıyla başlamış Türkistan Türklüğünün şanlı
devri de kapanacaktır.
C.
SEİDİYE HANLIĞI (YARKENT HANLIĞI)
Çağatay
Han’ın onüçüncü kuşaktan torunu, aynı zamanda, Büyük Timur'un beşinci kuşaktan
torunu Babur'un dayısı olan Ahmet Alça Han'ın oğlu Seyit Han (1484-1533), uzun
bir müddet Babur ile kader birliği yaptıktan sonra, 4 700 kişilik kuvvet ile
Artuş üzerinden Kaşlar'a doğru ilerleyecektir. Seyit Han’dan 350 yıl sonra,
Ocak 1865 yılında Yakup Bey de bu yol ile Kaşgar’a gelecektir. Eğer çağımızda
Doğu Türkistan’da bir kurtuluş olacaksa, kurtuluş yıldızı, Büyük Timur, Seyit
Han ve Yakup Bey gibi Batı Türkistan’dan doğacaktır. Seyit Han’ın Kaşgar’ı
hedef aldığı o zaman, Kaşgar’da zalimliği ile tanınmış Duğlat beylerinden
Abubekir saltanat sürmektedir. 0, 1478 yılında Seyit Han’ın dedesi Yunus Han'ı
Yarkent civarında yenerek, Kaşgar’ı ele geçirmesinden, Seyit Han'ın Kaşgar’a
geldiği 1514 yılına kadar 36 yıl buranan mutlak bir hükümdarı olacaktır
(Dughlat 1972 s 106). Sayrami (1986 : 123)’ye göre, "Abubekir kadar zalim
padişahın tarihte yine bir benzeri yoktur"•
Seyit Han
halkın da yardımıyla Kaşgar, Yarkent, Ho- ten şehirlerini ele geçirir ve
1514*te Seidiye Hanlığı’nı kurar. Seyit Han, devletini güçlendirmek amacıyla
birta-' kim ıslahat girişimlerinde bulunur. Aksu gibi verimli topraklara göç
teşebbüsünde bulunur. Hâzineden halka mülk dağıtır. En önemlisi, halkın
iktisadi gücünü yükseltmek için, 10 yıl kadar süre bir zaman içinde, halk
vergiden muaf tutulur (Sayrami 1986 : 123-124).
Aksu'nun
kuzey doğusu ile Bay’ın batısındaki Arbat (Aravan) denilen yerde, 1516 yılında,
Seyit Han ağabeyi Mansur Han ile görüşür ve aralarında, Altışehir’deki bu
hanlığı beraber yönetmekten ibaret bir anlaşma hasıl olur. Bu görüşmede tarihçi
Haydar Mirza Duğlat da bulunur (Dughlat 1972 : 340-346). Seyit Han, Tibet
Budistlerine karşı cihad yolculuğuna çıktığı zaman, 2,8.1533 günü 48 yaşında
ölür (Dughlat 1972 : 143).
Hanlık önce
Kaşgar’ı, sonradan Yarkent’i başkent edinir. Başkentinin adıyla ”Yarkent
Hanlığı” veya kurucusunun adıyla "Seidiye Hanlığı” olarak bilinen bu
hanlık, gerçi kurucusu Moğol Çağatay soyundan olsa bile, hanlık tamamen
Türk-İslam geleneğine göre yaşatıldığı için, hanlığa Çağatay Hanlığı
denilmemektedir. Eğer bu hanlığı kendine özgü bir yönü ile izah etmek
gerekirse, en çarpıcı özgü yönü, hanlığın kuruluşundan başlayarak hâcelerin
koyu etkisi altında kalmasıdır. Hanlığın genel manevi havasına tasavvuf hakim
(Buğra 1987 î 383) olduğu için, hanların ve devlet adamlarının askeri ve siyasi
fikirleri sınırlı kalır. Dünyada ve komşularında cereyan eden değişiklikleri
takip edemezler. Bu yüzden Seidiye Hanlığı siyasi ve askeri bakımdan komşuları
ile rekabet edebilecek seviyeye ulaşamamıştır. Abdullah Han döneminde (1638/39-
1668) kuzey komşuları olan Kalmuklar’m büyük bir askeri güce sahip olduğu
bilinmektedir. Buna karşı önlem alınırsa da iş işten geçmiş, her şey Abdullah
Han’ın aleyhine, gnel olarak Seidiye Hanlığı’nın aleyhine işlemiştir (Buğra
1987 : 380).
Yarkent’te
toplanan hâceler arasındaki iktidar mücadelesi, Abdullah Han ile oğlu Yolbarıs
Han arasının açılmasına sebep olur, Abdullah Han, 1662’de Yolbarıs Han’ı
Kaşgar’a vali tayin ederek, başkentten uzaklaştırır. Bu tedbir Yolbarıs Han'ın
arkasındaki Aktaglık hâcelerı daha çok gücendirir. Karataglık hâceler ise
Abdullah Han’ı destekleyerek, iç savaşı körükleyecektir (LİU 1988 : 811) Bundan
sonra Kaşgar Aktaglık Hâceler’m merkezi, Yarkent ise Karataglık Hâceler’m
merkezine dönüşecektir (Liu 1988 : 815).
Hindistan'daki
Timur oğlları’nın devleti ile iyi ilişki kurmaya çalışan Abdullah Han, 1664'te
Mir Hacı Pulad'ı elçi olarak Hindistan'a gönderir. 0 zamanın Hindistan
padişahı, Babur'un beşinci kuşaktan torunu olan Alemgir (1618-1658-1707), 1665
yılında, Hâce İshak’ı elçi olarak Kaşgar’a gönderir. Fakat, o arada Kaşgar'da
kargaşa olduğunu duyunca, Hâce İshak yoldan Hindistan’a geri döner. Sözü geçen
kargaşa, Abdullah Han’ın oğlu Yol- barıs Han tarafından yenilip, tahtını
bırakarak Hindistan’a sığınması sırasında çıkar. Abdullah Han’ın geleceğini
duyunca Alemgir, onun olağanüstü karşılanmasını buyurur (Bayur 1987a î 247)
Bir yüzyıl kadar yaşamış ve yarım yüzyıl saltanat sürmüş bu Alemgir’in,
seyitler hakkındaki şu vasiyeti dikkate değerdir î
"Barha
seyitlerine karşı, peygamber soyundan olmaları dolaysıyla, Kur’an ayetleri
gereğince saygı gösterilmesi, ancak onlara ihtiyatlı davranılması, içten
onlarla sevişilmesi, fakat durumlarının yükseltilmemesi, çünkü üstün ortak
olurlar, hatta ülkeyi isterler. Eğer azıcık dizgin bırakılırsa pişman olunur” (Bayur 1987a : 317).
İşte bu
vasiyeti söyleyen Alemgirden sonra, Barha seyitlerinin' ' Hintlileri arkasına
alarak (Bayur 1987a î 377) Timur oğulları’na karşı yaptığı yıpratıcı savaşlar
ne ise, Kaşgar Hâcelerı’nın da, Abdullah Han’dan sonra Kalmaklar’ı arkasına
alarak, Seidiye Hanlığı’na karşı yaptığı savaş da odur. Sözde İslamiyet uğruna
canlarını feda edecek olan seyitler ve hâceler, iktidar ve çıkar sözkonusu
olduğunda, İslamiyet’in en aşırı düşmanı olan putperestler ile birleşirler,
Aktaglık ve
Karataglık Hâceler’m çekişmeleri sırasında yalnız saltanatını değil, hayatını
bile sürdüremeyeceğini anlayan Abdullah Han, 1667 yılında Seidiye Hanlığı’
mdan ayrılarak, Hindistan’daki Timur oğulları’na
(1)
Alemgir, Abdullah Han’a pek değerli
armağanlar yollar ve Keşmir, Lahor valilerinin herbirinin emrine onu
karşılamak, ağırlamak için ellişer bin Rupi tahsis eder. Abdullah Han, Agra’ya
varınca da çok iyi karşılanır. 0, sonra Hacca gidip dönecek ve Hindistan’da
çok büyük saygı ve ikram içinde ölecektir (Bayur 1987a : 247).
(2)
Barha seyitleri, kendilerini 1271 yılında
Hindistan’a gelmiş olan Vasıtlı Seyit Ebul-Ferah soyundan sayarlar. Vasıt
Irak’tadır (Bayur 1987a : 317). sığınır. Aktaglık Hâceler ve Aktaglık taraftarı
beyler, 1668 yılında Abdullah Han’ın oğlu Yolbarıs’ı han ilan ederler.
Karataglık Şadi Haca’nın oğlu Abdullah Hâce, kendi taraftarı olan bey ve
müridlerini yanına alarak, Aksu'ya çekilir ve orada iken, Abdullah Han’ın
kardeşi İsmail’i kendileri için han tayin ederler. Aksu şehrinin Hakim Bey’i
ile Hoten şehrinin Hakim Bey’i, İsmail Han'ı destekler. Karataglıklar işi daha
sağlam bir kuvvete bağlamak için, Oyratlar’m iktidar muhalifi Altan Teyci’ye
adam gönderip yardım ister. Altan Teyci bu isteği kabul eder ve asker gönderir.
Oyratlar’m iktidarında bulunan Singge ise, Yolbarıs Han’ı desteklemektedir.
Böylece Oyratlar’m da iki taraf olarak askeri kuvvete başvurmaları ile,
Aktaglık ve Karataglık Hâceler’m mücadelesi savaş haline dönecek, çekişme
sahası başkent Yarkent olacaktır. Bu savaşı Yolbarıs Han kazanır ve Yarkent
tahtına oturur. Fakat, bu defa, Yolbarıs Han’ın tahtı yanında başka birisi
vardır, bu kişi, Singge’nin yüksek dereceli komutanı Erk Beg’dir. Erk Beg, bir
müddet sonra, Yolbarıs Han’a karşı olan beyleri kışkırtarak, Yarkent’te isyan
çıkartıra'İsyancılar Yolbarıs Han’ı öldürür. Yolba- rıs Han'ın küçük yaştaki
oğlu Abdullatif, han ilan edilir. Abdullatif tahta çıkar çıkmaz annesinin aklı
ile isyan eden beyleri kılıçtan geçirir, babasının öcünü almaya kalkar. Erk
Beg Kaşgar’a kaçarken, yol üstü Aksu’daki İsmail Han’a haber gönderip, ona
Yarkent*i ele geçirmenin tam fırsatı olduğunu anlatır. İsmail Han bu haberi
duyunca askeri faaliyete başlar ve 2.4.1670 tarihinde Yarkent İsmail Han’ın
eline geçer. Yolbarıs Han’ın oğlu Abdullatif Kaşgar’a kaçar. İsmail Han
Kaşgar’a kuvvet gönderip, Yolbarıs Han’ın çoluk çocuğunu öldürtür. Aktaglık Hâceler
takip edilir (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi 319-321).
İsmail Han,
ağabeyi Abdullah Han’ın izini takip ederek, Karataglık Hâcelerı desteklemeye
devam eder. Aktag- lık Hâceler’m lideri Appak Hâce, İsmail Han tarafından
kovulur. Appak Hâce Keşmir yolu ile Tibet’e geçer ve Bu- distler’in lideri
Dalay Lama V ile görüşür. Ondan İsmail Han’a karşı yardım etmesini ister. Bu
istek, Dalay Lama ve Kalmaklar tarafından hoş karşılanır. Kalmuk komutanları
ve Appak Hâce’nin başında bulunduğu 12. 000 kişilik Cungar ordusu Yarkent
şehrini ele geçirir. Esir alınan İsmail Han ailesiyle beraber İli’ye götürülür.
Yıl 1678' de cereyan eden bu olay ile, Seidiye Hanlığı topraklarında, yıl
1755’teki Birinci Çin İstilası'na kadar sürecek olan 77 yıllık "Hâceler
Devri" başlar. Bu devir içinde hâceler, her yıl Kalmuklar'a 100 000 madeni
para vergi verirler. Bir madeni para 35 gram gümüşe eşit olup, toplam yıllık
vergi miktarı 3,5 ton gümüşe eşittir. Bu vergi Altışehir’deki her aile
gelirinin %55 kısmı ile karşılanır (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 343).
Seidiye
Hanlığı’nın, siyasi ve askeri cihetten güçsüz olmasına rağmen, iktisat,
edebiyat ve sanatta birçok gelişmelere sahne olduğu bilinmektedir : Doğu
Türkistan tüccarları Çin’e altın, kaştaşı, yün, deri götürüp, oradan ipek
giysi ve porselen alırlar. Hindistan’a keçe, pamuk kumaş, altın ve Çin
mallarını götürüp, oradan baharat getirirler (Buğra 1987 : 380-381). Çin'in
1764 yılındaki belgelerine göre, yalnız Yarkent şehrindeki ticaret ile uğraşan
Uygurlar’ın sayısı 200*den fazladır (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 382).
Kanallar açılarak ziraat işleri de geliştirilir. Madencilik devletin tekelinde
olup, Yenihisar’daki demir, Kuçar'daki bakır, Hoten’deki altın maden
ocaklarından çıkarılan madenler devlet ihtiyacını karşılamanın dışında ihracat
da edilir (Buğra 1987 î 381, 382)
Edebiyat ve
sanattaki gelişmelere ise, Mirza Haydar Duğlat'ın "Tarih-i Reşidi"si;
Şah Mahmut Çuras'ın "Tarih- i Reşidi Zeyli" gibi tarihi eserler, o
dönemin ürünleridir. Seyit Han ile Seyit Han'ın oğlu Abdureşit Han ikisi de
şairdir (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 333)• Seidiye Hanlığı'nın en ünlü
musikşinası Kıdırhan Yarkendi olup, onu Abdureşit Han yanından hiç ayırmazmış.
Onun zamanında Seidiye Hanlığı Türk musikşinaslığının merkezi olur. Irak,
îran, Tebriz, Harezm, Semerkant, Endican, İstanbul, Keşmir, Belh, Şiraz gibi
yerlerden gelen musik heveslileri Yarkent’te toplanırlar (Mucizi 1982 : 33-34).
Abdureşit Han’ın eşi Amannisahan hem şair, hem musikşinastır (Mucizi 1982 :
40-42). Fakat, Amannisahan’ın eserleri, Amannisahan’dan yüzyıl sonra, Appak Hâce’nin
tahta çıktığı sırada yasaklanır ve ateşe verilir (Mucizi 1982 : 12).
Sonuç
olarak, Seidiye Hanlığı’nın genel durumu için şunları söyleyebiliriz : Bir
milli devletin varlığını sürdürebilmesi için, iktisat ve sanattaki gelişmeler
yetmeyecektir. Bu gelişmeler ile bütünleşen, komşuları ile rekabet edebilecek
siyasi ve askeri güç de gerekecektir.
Seidiye
Hanlığı’ndaki genel durumun tersine, Cungar Hanlığı’nda (Oyratlar•da) göçebe
bir milletin hayat tarzına uygun olarak, devletin bütün varlığını askeri güce
dayanarak sürdürdüğü bilinir. Fakat, böyle bir devletin de uzun ömürlü
olamayacağını Cungar Hanlığı’nın başına gelenler gösterecektir.
Yunus Han’ın
torunları olan Babur, Seyit Han ve Haydar Mirza Duğlat üçünün olağanüstü
girişimler ile, tarihin çetin denemelerinden geçerek, üç yörede, Hindistan,
Altışehir ve Keşmir’de aynı çağda, 16. yüzyılın ilk yarısında üç devlet
kurmaları bir rastlantı değildir. Cengiz’ in ve Timur’un kanını taşıyan bu üç
şahsiyet, Türkistan tarihinin öyle bir dönüm noktasında doğup büyüyecekler ki
Türkistan’da Çağatay’ın bıraktığı 250 yıllık devlet ile Timur’un bıraktığı 150
yıllık devlet artık yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Böylece
Çağatay ve Timur oğulları da yok olup tarihten silinebilecektir. Bu bütün bir devletin,
bütün bir neslin başına çöken kara günler, ölüm-kalım savaşının doğurduğu o
acımasız kanlı olaylar, Türkistan bozkır doğasının o sert iklimi, bu üç
şahsiyeti, insanlarda olabilecek bütün yetenekler ile beraber doğurup, yoğurup
büyütecektir. Onlar büyük bir asker, büyük bir devlet adamı olarak tarih
yarattıkları gibi, büyük bir ülkücü, büyük bir yazar olarak Babur’un
"VEKAYİ"si, Haydar Mirza Duğlat’m «TARÎH-İ REŞİDİ”si gi
bi ölümsüz
eserler ile tarih de yazacaklardır. İşte onların sayesinde Çağatay Devleti
Doğu Türkistan’da yine 150 yıl, Timur Devleti Hindistan’da yine 550 yıl yaşayacaktır.
D.
TÜRKİSTAN»DAKİ ETNİK GRUPLAR
Türkistan’daki
16. yüzyıl başında cereyan eden siyasi ve iktisadi buhranın sonucu olarak,
Timur oğulları Hindistan’a, Çağatay oğulları da Altışehir’e çekilirler.
Böylece, bütün Türkistan’ı bir arada tutan siyasi çatı yıkılır. Gitgide etnik
farklılaşmalar ortaya çıkar.
Dokuzuncu
yüzyıl ortalarında, Orhun civarından göç eden Uygurlar, Turfan yöresinde İdikut
Devleti’ni ve Kaş- gar yöresinde de, oradaki diğer Türk boyları ile birleşip
Karahanlı devletini kurarlar. Bu günkü Doğu Türkistan’daki Türk topluluğunun
esasını teşkil eden Uygurlar, işte bu İdikut Devleti’ni ve Karahanlı Devleti’ni
kuran Uygurlar’ m torunlarıdır.
Onbeşinci
yüzyılın sonları ve onaltıncı yüzyılın başlarında kuzeydeki Kıpçak
bozkırlarından Türkistan’a göç eden Cuci ulusuna mensup insanlar, Çu nehri
kıyısındaki hayvancılık bölgesine ve Maveraünnehir’deki tarım bölgesine
yerleşirler. Hayvancılık bölgesine yerleşenler Kazak^^adını, tarım bölgesine
yerleşenler Özbek^ adını taşırlar. Aynı topluluğa mensup olan Kazaklar ile
Özbek- ler gitgide yaşam şartlarına göre farklılaşmaya başlar. Şincangning
Kiskiçe Tarihi (1984 : 524)’ne göre, Kasım Han devrinde (1509-1518) Kazaklar’m
nüfusu 1 000 000, asker sayısı 500 000*dir. Fakat bu rakam, diğer Türk boylarının
nüfusuna nisbeten fazla abartılmış görünmektedir. 1766 yılındaki Çin resmi
belgelerine göre, Uygurlar’ın nüfusu 262 000*dir. Kazaklar*m nüfusu 1 000 000
tahmin edildiği o dönemde Kırgızlar’m nüfusu 5 000 aile, asker sayısı 5 000
olduğu kabul edilirse, Kazaklar o zaman olsa olsa 100 000 nüfuslu bir
topluluktur.
Tanrı
Dağları’nda 16. yüzyılda Kırgızlar da ayrı bir Türk topluluğu olarak
görünürler. Onlar ihtimal 15. yüzyılın başlarında kuzey doğudan Oyratlar ile
beraber Türkistan’a gelmiş olabilirler. Kırgızlar, Çağatay Hanlığı* nm izni
ile Issık Göl’ün güneyinde hayvancılık ile meşgul olurlar. Onların Müslüman
olmaları 16, yüzyılın sonlarına rastlar (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 s
525- 526). Baytur (1986 5 267)*a göre ¥ "Kaşgar Hâcelerı’nın atası sayılan
Mahdumî Azem’in küçük oğlu Hâce îshak, Tanrı Dağları’ndaki Kırgız bölgelerine
gidip îslam dinini yaymış, Tezkire-i Cahan’daki belgelere göre, Hâce îshak
Kırgız bölgelerinde 12 yıl kalmıştır". Kırgızlar’mın o zamanki nüfusu 5
000 aile olup, asker sayısı 5 000*i bulmuştur (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984
: 566).
Dokuzuncu
yüzyıl ortalarında Orhun civarından göç eden Uygurlar’m bir bölümü bugünkü Sarı
Uygurlar olup, onlar Doğu Türkistan’ın güney doğusu olan Lupnur ve Çer- çen
etrafında ve Doğu Türkistan’ın güney doğu hududu olan Çin eyaletlerinden
Gensu’nun batısında, Çinghey’in kuzey batısında yaşamaktadırlar. Budist olan bu
Türk topluluğuna karşı, Üveyis Han ile Seyit Han cihad yapacaklardır
(Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 î 528). Sarı Uygurlar’ın dışında, Abubekir,
Seyit Han, Abdullah Han’ların Tibet’e karşı yaptığı cihad, elbette Budistleri
ağır derecede öfkelendirecektir. Appak Hâce’nın Seidiye Hanlığı’na yaptığı
ihanetin Budisler tarafından sevinçle karşılanmasının esas sebebi, işte onların
gönlünde saklanmış bu öfkedir.
Kazaklar ve
Kırgızlar Doğu Türkistan’ın kuzey batısını, Oyratlar Doğu Türkistan’m kuzey
doğusunu işgal ettikleri için,Çağatay oğulları ve onlara bağlı olan Moğol-
lar, ister istemez güneye (Altışehir’e) kaymışlar. Güneydeki bu Moğollar,
tamamen Türkleşip, bugünkü Uygunlar’a karışıp gitmişlerdir (Şincangning Kiskiçe
Tarihi 1984 î 328).
Kaşgar,
Yarkent, Soten nehirlerinin kıyılarında ve Lopnur gölünün çevresinde yaşayan
Dolanlar (dolan, Moğolca Myedi-7” demektir)r18. yüzyılın
başlarında, Kalmuklar’ m Altışehir’e hakim oldukları devrede, buralara gelip
yerleşen ve Türkleşen Kalmaklardır. Dolanlar, Çaş-Şirin, Barçuk, Böğür
kabilelerinden müteşekkil olup, Şamanizm kalıntıları, diğer Türk boylarına
nisbeten Dolanlar’da daha yaygındır (Korupatkin 1984 s 55-56).
Çin’in 1766
yılındaki kesin olmayan belgelerine göre Doğu Türkistan’daki Uygurlar’ın nüfusu
262 000 olup, bu 66 871 aileden ibarettir. Bu nüfusun bölgelere göre dağılımı
II. BÖLÜM
OYRATLAR VE
MANÇULAR A. OYRATLAR
Oyratlar, hâcelerin
siyasi sahneye çıkışında doğrudan doğruya rol oynadıkları için, onlar hakkında
biraz bilgi vermek yerinde olur. Moğolistan’ın batısına yerleşen Moğollar’a
Oyratlar veya Kalmuklar denilmektedir. Oyratlar, dört kabileden müteşekkildir :
Hoşut, Cungar, Dorbut, Torgavut. Bu dört kabile içinde Hoşut kabilesinin beyi
kendisini Cengiz Han'ın kardeşinin evladı saydığı için, onun kabilesi bu dört
kabile içinde en yüksek mevkiye sahip olmuştur. Bu dört kabilenin binleşerek
kurduğu hanlık Cungar Hanlığı diye, bu hanlığın sahip olduğu Tanrı Dağları’nın
kuzeyindeki topraklar Cungariye diye adlandırılmıştır. Onaltıncı yüzyılın
sonlarında, Oyratlar Altay Dağları’nın doğusu, İrtiş nehrinin başladığı
yerlerden Cungar ovasına kadar uzanan yerlerde yaşarlar. Burası eski,
Cengiz*in üçüncü oğlu Ögdey'in topraklarıdır. 0 zaman Oyratlar’ın bu dört kabilesi
birleşemediği için, güçlü değildir. Çiftçiliği az, fakat hayvancılıkla meşgul
olan göçebe topluluktur.
Tibet’in
Lama dini 16, yüzyılın sonlarında Oyratlar’ ın içine girer. Hoşut kabilesinin
beyi Baybagas, Lama dinini Oyratlar’a getiren ilk kişidir. Baybagas'ın teşebbüsü
ile Cungar kabilesinin beyi Batur Teyci ve onun kardeşi Sungur, Dorbut
kabilesinin beyi Dalay Teyci, Torgavut kabilesinin beyi Hourluk, Hoşut
kabilesinin beyi Kündü- lüng Obaş birer oğullarını Lama olması için Tibet’e gönderirler.
Baybagas*m o zaman oğlu olmadığı için, kendi kabilesinden bir çocuğu evlad
edinerek, onu oğlu gibi gösterir (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 537-340) .
Oyratlar,
kabile beyine "Teyci” derler. Batur Teyci’ ye "Hunteyci" derler.
Hunteyci, büyük teyci demek olup, han anlamına gelir. Teyci’den sonra
"Şimul" olup, vezir anlamına gelir. Şimul’un yardımcısı
"yarguçi", adliye işlerinden sorumludur. "Zaysan” bir küçük
kabileyi idare eder. "Demçi” 100-200 kadar aileyi idare eder. Demçi’nin
yardımcısına ’'Lungga” denilir. "Arbaçi Zaysan” vergi işlerini idare
eder, "cahaçin" savunma işlerinden sorumludur.
"Ort-TÖmürçini" silah yapım işlerini idare eder.
Cungarlar’m
beyi Batur, Lama dinini himaye ettiği için, 1635’te Tibet Laması ona Erdini
Batur Hunteyci Unvanını verir. Tarbagatay'da 1640’ta Oyratlar’m büyük
kurultayı açılır. Batur Hunteyci 1643’te Kazaklar’a 50 000 askerle saldırır ve
Kazaklar’1 yenip, iki Kazak kabilesini esir alır. Yenisey Kırgızları ile Tanrı
Dağları’ ındaki Kırgızlar ise tamamen Oyratlar’a bağımlıdırlar.
Batur
Hunteyci 1656 yılında ölür. Yerine oğlu Singge oturur, Singge 1671’de babası
bir, anası başka kardeşleri tarafından öldürülür, onun yerine 1672’de kardeşi
Galdan oturur. Galdan, Batur Hunteyci’nin yedinci oğlu olup, 1645 doğumludur. 0
büyüdükten sonra Tibet’e Lama olması için gönderilmiştir. Singge’nin
öldürülmesi ile o hemen geri döner. Batur Hunteyci ile Singge*nin devrinde
Oyrat- lar’m siyasi merkezi Tarbagatay vilayetindeki Kobuksar olup, Galdan
döneminde İli^^ (Gulca) siyasi merkez olur (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 :
341-356).
İşte bu
Galdan’ın döneminde, 1677’de Seidiye Hanlı- ğı’nın son hanı İsmail Han, Appak Hâce’yı
Yarkent’ten kovar. Appak Hâce Tibet’e gidip, Dalay Lama V’den İsmail Han’a
karşı yardım ister. Budist dini ile İslam dinini ayıran uçurum düşünüldüğünde
bu teşebbüs bir hayli garip gelebilir. Fakat, siyasi çıkarlar söz konusu
olunca,
(1) İli,
Tanrı Dağları*nin kuzey doğusundan başlayıp, batıda Balkaş Gülü’ne dökülen
yaklaşık uzunluğu 1 400 km olan bir nehirdir (LİU 1988 : 1055). İli ovası,
mutedil yayla iklimi, hayvancılığı ve elması ile ünlüdür. Şu anda İli nehrinin
kuzey kıyısında bulunan Gulca şehrinin etrafında, Çağatay Han döneminde Alma-
lık (Elmalı) adında bir şehir de varmış. Gulca, . Kuldja şeklinde Huşlar
tarafından koyulmuş addır. Bilindiği gibi, bu İli yöresini Ruslar 1871-1881 yılları
arasında 10 yıl idare etmişler (Sadri 1984 :297) birbirine zıt bu iki dinin
temsilcileri anlaşmada zorluk çekmezler. Dalay Lama V eski öğrencisi Galdan’a
mektup yazarak, Appak Hâce’ya yardım etmesini önerir. Her şey iki tarafın
istediği gibi biter. Galdan Altışehir’i işgal etmede hiç zorluk çekmez. İsmail
Han esir alınıp, Appak Hâce Altışehir’e 1678 yılında han tayin edilir.
Galdan
Altışehir’i himayesine aldıktan sonra, Cengiz Han’ın destanına yeniden başlama
sevdasına kapılır. "Bir zamanlar emrimizde olanların köleleri mi olacağız
? İmparatorluk atalarımızdan bize miras kalmıştır" iddiası ile Çin’e
doğru genişler. Fakat, Galdan 12 Haziran 1696’da Çin ordusu tarafından ezilir.
Galdan’m hatunu öldürülür, bütün mallarına el konulur, sürüleri Çinliler’in
eline düşer. Ordusunun yarısını kaybeden Galdan, batı istikametine kaçar ve 3
Mayıs 1697*de kısa bir hastalıktan sonra ölür (Grousset 1980 î 484-486).
Galdan’m
yerine Singge’nin oğlu Çivan Araptan han olur. Çivan Araptan 1727’de ölünce,
tahtına oğlu Galdan Şirin oturur (Şincangnin Kiskiçe Tarihi 1984 : 373). Galdan
Şirin 1745’te ölür. Onun üç oğlu vardır : Lama Darca, Çivan Durci Namcar ve
Çivan Daş. Lama Darca küçük kadının oğlu olduğu için, babasının yerine geçemez.
Çivan Durci Namcar 13 yaşında iken han olur. O yaşının küçüklüğüne bakmadan
zevk ve eğlenceye verildiği için, eniştesi Sayin Bulak tarafından öldürülür,
yerine Galdan Şirin’in büyük oğlu Lama Darca han olur. Bu yeni han, kendisinin
han olmasına yardım eden Sayin Bulak ve Cungar Hanlığının kuruluşunda payı
olan Büyük-Küçük Şirin’ları da öldürür. Daha sonra, Cungar kabile beylerinden
olan Amursana, Lama Danca’yı öldürüp, Cungarlar’m Teycisi Davaçi’yi hanlığa
yükseltir. Önce işbirliği yapan bu iki şahıs, gitgide birbirine amansız düşman
kesilir. Amursana ile Davaçi ikisinin arası açılır ve yakalanmadan korkan
Amursana Çin’e sığınır. Appak Hâce’nin İsmail Han’a
(1)
(Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 341)*ne göre, Galdan intihar etmiştir.
karşı
Kalmaklar’dan yardım istediği gibi, Araursana da Çinliler’den Davaçi’ye karşı
yardım ister. Bu fırsatı değerlendiren Çin hükümdarı Çenlung, 4.5.1754’te şu
yarlığı (ferman) ilan eder : "Gelecek yıl iki yol ile İli’ye asker
gönderilecektir. Onların gücü parçalanacak. Birkaç on yıldan bu yana devam ede
gelen vaziyet böylece fasledilecektir". Şubat 1755 yılında Araursana
başta olmak üzere Çin ordusu Doğu Türkistan’a gönderilecektir (Şincangning
Kiskiçe Tarihi 1984 î 578-585).
Çin ordusu
Mayıs 1755* te, Davaçi kuvvetini Giden^^ dağında ezer. Güneye kaçan Davaçi,
Üçturfan Hakim Bey’i Bocisi tarafından yakalanıp, Çin ordusuna teslim edilir.
Davaçi Pekin’e götürülür. Araursana, Davaçi’nin Çin hükümetince öldürülmesini
umar. Fakat, Davaçi Pekin’de serbest bırakılır, hatta ona Çin hükümdarının
oğlu anlamına gelen Çing Vang (prens) Unvanını verir. Hükümdarın bu tutumu,
eğer Araursana Çin’e ihanet ederse, ona karşı Davaçi’yi kullanma arzusundan
doğacaktır. Çin hükümdarının bu arzusuna rağmen, Davaçi hasret içinde çok
geçmeden ölür. Onun küçük çocuğu da babasının ölümünden sonra uzun yaşamaz,
ölür. Böylece Cungar hanlığının kurucusu Batur Hunteyci’nin soyundan olan
Davaçi ve onun oğlunun ölümü ile, Cungar Hanlığı da tarihe karışır (Howorth 1876
s 654).
Çin
hükümdarının Davaçi’ye prens ünvanı vererek onu bağrına basmasından da
anlaşılıyor ki, imparator Araursana’ ya güvenmemektedir. Bu kuşku hemen
kendini gösterir, imparator, Amursana’yı şereflendirmek bahanesiyle Pekin’e
davet eder. Fakat, aynı kuşku Araursana için de geçerlidir o : "Bir kurt
ne kadar tok olsa bile, yine de sinsice taze kan dökme arayışı içinde
bulunur" fikri ile hemen silaha sarılır ve iraparatorrun askeri kalesini
işgal
(1) Giden
dağı, İli vilayetine bağlı, İli nehrinin güneyindeki Moğol Küre nahiyesi
civarındadır (Şincangning Kiskiçe Tarihi 1984 : 585).
ederek,
Mançu generalları olan Fanti ve Aiongan'ı öldürür (Howorth 1876 î 656). Çin ile Amursana arasındaki bu
hadise Büyük-Küçük hâcelerı da etkiler. Altışehir’de hâcelerin bağımsız devleti
ilan edilir. Sonuçta, Çin tekrar bütün Doğu Türkistan üzerinde askeri faaliyete
başlar. Amursana Kazaklar arasına, sonradan Sibirya’ya kaçar. 0 burada
21.9.1757 günü 35 yaşında iken, çiçek hastalığından ölür (Şincangning Kiskiçe
Tarihi 1984 : 392).
Cungar
Hanlığını yani Tanrı Dağları’nın kuzeyini işgal eden Çin ordusu, Cungarlar’m
21 küçük kabile beylerini kılıçtan geçirir. Bir kısmı Rusya'ya kaçar. Kısa bir
süre içinde darmadağın olan Cungar Hanlığı varlığını yitirir. Artık Çin ordusunun
gözleri Tanrı Dağları’nın güneyine, hâcelerin idaresindeki Altışehir’e
dönecektir (Howorth 1876 : 661).
Çin
İmparatorluğu’nun Cungar Hanlığı’nı işgal etmede Cungar beyleri arasındaki taht
kavgaları ne kadar yararlı olmuşsa, Altışehir’i işgal etmede, Aktaglık-Karataglık
mücadelesinin de o kadar yararı olmuştur. Üstelik Altışe- hir’deki, Kuçar Hakim
Bey’i Mirza Hudi, Üçturfan Hakim Bey’i Hocisi gibi her şehirdeki Cungar
Hanlığı’.na dayanarak hükümdarlığını sürdüre gelen beyler, Cungar Hanlığı’ nm
çökmesiyle, hükümdarlık yerini korumak için, hemen, Çin’e yaranma yoluna
giderler. Doğu Türkistan Türklüğü’ nün günümüze kadar süre gelen istiklal
mücadelesinin bütün hainleri hep bu beylerden çıkmıştır (Uygurlarning Kiskiçe
Tarihi : 371). Çin Doğu Türkistan'ı bu beyler aracılığı ile elde ettiği gibi,
hep bu beyler aracılığı ile idare etmiştir. Burhaniddin Hâce İsyanı’nın bastırılıp,
bütün Altışehir*in Çin ordusunun eline geçmesinde, Mirza Hudi ile Hocisi’nin
Çin askerleriyle beraber Çinliler için yerli halka karşı yürütülen savaşta
gösterdiği hizmetler, Çin İmparatoru Çenlung tarafından takdir edilmiştir.
Çenlung, Mirza Hudi'yi "Uygurlar’m içindeki ünlü ve dürüst devlet adamı”;
Hocisi'yi "Yüksek itibarlı ve şu anda başkentimizdedir" diye övmüştür
(Liu 1988 : 984).
Altışehir
işgal edildikten sonra Mirza Hudi Yarkent' e, oğlu Osman Kaşgar’a Hakim Bey
olarak tayin edilir. Ho- cisi’nin başkent Pekin’e götürülmesi, Çenlung’un onu
sevdiğinden dolayı değil, Hocisi’nin çok değişken yapıya sahip olmasının
doğurduğu kuşkudan ileri gelmektedir (LİU 1988 : 936). Çinliler’in Doğu
Türkistanlılar arasındaki, önce yükseltip kullandığı, fakat sonradan
güvenemediği insanları başkente götürme eylemi yakın çağımızda da, rejim
değişikliklerine bakmadan aynen devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında,
Doğu Türkistan’da Üç Efendi (Üç Bey) olarak bilinen Mesut Sabri, Mehmet Emin
Buğra ve Çin’e hizmet eden eski beylerin soyundan olan İsa Yusuf Alptekin'ler
(Alptekin 1985 : 40) Çin’in o zamanki geçici merkezi Çunkin’de Çinliler’in
elindedir (Alptekin 1985 : 429). Milliyetçi Çin hükümeti onları
12.11.1944’te İli’de kurulan Şarki Türkistan Cumhuriyeti'ne karşı kullanmıştır
(Alptekin 1985 : 444). Komünist Çin döneminde ise, sıra-, sıyla Doğu
Türkistan’ın kukla başkanı yapılarak Türkiüğe karşı
kullanılan Burhan Şehidi (1894-1990), Seyfeddin Azizi ve İsmail Emet’ler
sonradan Pekin’e götürülerek - orada yaşamaya zorlanmıştır. Hep aynı muamele,
aynı tedbir. Bu yüzden, Doğu Türkistan istiklalcıları nezdinde, mesela, Mahmut
Muhiti’nin nezdinde, Çin'in kızılının da, siyahının da hiç farkı yoktur.
B.
MANÇULAR
Doğu
Türkistan’ın istilası, Çin’deki Mançular hanedanı dönemine (1644-1912)
rastladığı için, Mançular hakkında kısaca bilgi verme uygun olur. Mançular’m
asıl yurdu, bugünkü Çin’in kuzey doğu bölgesi olan Mançuriye’ dir. Mançular’ın
bugünkü Sovyet sınırları içinde kalan kısmına Tunguzlar denilir. Mançular
yaşadığı bölge itibarıyla Eski Türkler’in (Hunlar, Göktürükler, Uygurlar),
Moğollar’m ve Çinliler’in komşuları’dır. Konuştukları dil, Ural-Altay dil
grubunun Altay koluna mensuptur.
Mançular
1644 yılında bütün Çin’i istila ederek, 1912 yılma kadar Çin’i Pekin’den idare
etmişlerdir. Mançular, dilinin Altay dil grubuna mensup olması, Çinliler’in kuzey
komşusu olması ve Çin’i istila ederek, orada bir hanedan kurmasıyla her ne
kadar Moğollar’a benzese bile, ister Çin tarihinde, ister Türk tarihinde
oynadığı rolleri itibarıyla Moğollar’a nisbeten çok büyük fark ve zıtlıklar
arz etmektedir.
Moğollar
yarım yüzyıllık bir mücadeleden sonra 1278 yılında bütün Çin’e hakim olmuşlardı
(Howorth 1876 : 257)* Öğrenmeyi çok seven, geniş fikirli, ünlü devlet adamı
Kubilay’ın (1214-1294), hemen hemen bütün Asya’yı kapsayan büyük Moğol
imparatorluğunu bir elden yönettiği 35 yıllık hükümdarlık devri, Moğol
tarihinin en şanlı devridir (Howorth 1876 î
251-252), Kubilay 80 yıllık ömrünün sonuna kadar Çin’de yaşasa bile, babası
Tuluy ve dedesi Cengiz gibi bütünüyle milletine bağlı kalır. Atalarının
hatırasını anmak üzere Cengiz’in babası Yesukey’den başlayarak, bunların adına
tapınaklar yaptırır. En güzel Çince eserleri Moğolcaya çevirtirir. Bir ekip
kurarak, Moğol imparatorluğunun tarihini yazdırır (Howorth 1876 s 223-224).
Kubilay’in dinler hakkmdaki tutumu da dikkate değerdir. 0, bütün dinlere eşit
muamele ederek, her dinin büyük törenlerine katılırmış. “İsa, Muhammed, Musa ve
Şakyamuni veya Buda’dan ibaret dünyanın bu dört büyük peygamberinin hepsi için
dua edermiş”. Kubilay büyük dinlere böyle saygı göstermekle beraber,
dünyevilikten uzaklaşmayı, zevklerden el çekmeyi teşebbüs eden bir tarikat-, m
bütün kitaplarının yakılmasını 1281 yılında emretmiştir (Hovorth 1876 : 273).
Kubilay’ın dinler hakkındaki bu tutumu, Timur oğulları’ndan Hindistan padişahı
Ekber tarafından geliştirilmiş halde devam ettirilecektir.
Pekin’deki
son Moğol hanı Togan Timur, 1368 yılında Pekin*i terk eder ve Moğolistan’da bir
Moğol olarak ölür (Howorth 1876 : 329). Moğollar Türkistan’da Türkleşirler,
fakat Çin’de Çinlileşmezler. Moğollar Türkistan’ı işgal ederken (1220), Türkler
Moğollar’m müttefiki olurlar. Turfan İdikut Devleti’nin hanı Barçuk Art Tekin
10 000 kişilik ordusu ile Cengiz Han’ın batı seferine katılır. Moğol işgalinden
sonra Türkistan, Fars ve Arap kültürünün baskısından kurtulup, tekrar
Türkleşir. Mançular ise, Moğollar’m tam tersine, Çinlileşmiş ve devleti tamamen
Çin devlet geleneğine göre, Çin kültürüne dayanarak idare etmişlerdir.
Mançular, Doğu Türkistan’a hırçın bir istilacı olarak gelmiş ve Çinlilere
kendilerini beğendirmek için, Çinlilerden beter Çincilik yapmış, direnişçileri
acımasız bir şekilde öldürmüşlerdir. Mançu hanedanının 300 yıl (1644-1912)
kadar uzun zaman Pekin tahtında saltanat sürebilmesinin başlıca sebebi,
onların Çinlileşmiş olmasından ileri gelmektedir. Moğollar Çinlileşmemiş oldukları
için, onların Pekin’deki saltanatı kısa sürmüş, 100 (1278-1368) yılı bile
bulmamıştır. Moğollar, Moğol- luklarını Pekin’deki saltanatlarından daha
değerli ve yüksek tutmuşlardır.
Bu iki
milletin geçmişteki farklı yaşamı ve tutumları, onlara öyle bir farklı gelecek
hazırlamış ki, bugün Mançu milleti, Mançu toprağı denilen bir şey yoktur. Fakat,
Moğol milleti denilen Moğol kimliği ve îç Moğolistan Dış Moğolistan denilen
Moğol toprağı vardır. Cengiz Han "Ulusum yaşadıkça, kendi ölümümden
korkmuyorum" ("Cengiz Han Yeniden At Koşturuyor" : 29.3.1990)
derken, ulusunu sürekli yaşatabilmek için, Moğol tarihinde ulusuna bitmez
-tükenmez manevi güç bıraktığına inanmıştır. Şüphesiz, ulusları yaşatan,
ulusların tarihindeki büyük şahsiyetler ve manevi değerlerdir.
Mançular,
tarihlerinde, kendilerini ayakta tutabilecek, Moğollar’m tarihindeki gibi
büyük şahsiyetleri ve manevi değerleri olmadığı için, ister istemez Çinlileşme
yoluna gitmişlerdir. Tarihinde büyük şahsiyetleri olmayan uluslar, meşru babası
olmayan çocuğa benzer. Böyle çocuğa kim sahip çıkarsa, onun malı olur. Eğer
dünyada, tarihi, tarihindeki büyük şahsiyetleriyle övünmeye haklı olan
ulusların birisi Moğollar ise, diğeri Türklerdir. Zaten bu iki ulusun tarihi
Büyük Timur dönemine kadar iç içedir
Doğu
Türkistan üzerinde cereyan eden Birinci Çin İstilası’nın (1755), İkinci Çin
İstilası’nın (1878) ve Üçüncü Çin İstilası’nın (1949) getirdiklerinin ve götürdüklerinin
Doğu Türkistanlılar açısından hiçbir farkı olmadığı için, Mançuları
Çinliler’den, Mançular’ın istilasını Çinliler'in istilasından ayıran farklı
bir ifade kullanmayı lüzum görmedik. Bu üç Çin istilası hakkmdaki geniş
açıklamamız, "
VI. BÖLÜM,
A. YAKUP BEY DEVLETİ’NİN KURULUŞU VE İKİNCİ ÇİN İSTİLASI”
başlığı
altındaki son bölümümüzde verilecektir.
III. BÖLÜM HÂCELERİN
ORTAYA ÇIKIŞI VE YAYILIŞI A, HÂCELERİN KÖKENİ
Şiiler kendi
iddialarına göre, haklı oldukları halde hak arama mücadelesini kaybettikleri
için-önce Hz. Ali’ nin öldürülmesi (661) ve Kerbela olayı (680), sonradan
Ali’nin evladı sayılan Yahya b. Zeyd’in Horasan’da isyan ettiği için 745
yılında öldürülmesi (Barthold 1990 : 209)-onlarda Allah’a muhtaç olma duyguları
daha çok alevlenmiş görünmektedir. Böylece tasavvuf, Allah’a daha çok
yaklaşmanın, onun yardımına sığınmanın, acıları dindirmenin bir düşünce tarzı
olarak önce Şiiliğin bulunduğu bölgelerde gelişmiştir.
Horasan’ın
İran geleneklerini daima muhafaza eden bir muhit halinde kalması ve bu
geleneğin tasavvuf cere- (2) yanları ile ahenk teşkil ederek sufilere uygun
ortam hazırlaması, tasavvufun artık merkezi olan Horasan’dan daha içerlere,
Maveraünnehir’e ve Türkistan’a kadar nüfuz etmesine yol açar. Zaten Türkler
İslamiyet’in birçok unsurlarını doğrudan doğruya Araplar’dan değil, Acemler
aracılığıyla almışlardır. İslam medeniyeti Türklere^ İran kültürünün merkezi
olan Horasan yoluyla Maveraünnehir’ den geçerek gelir (Köprülü 1966 î 16). Böylece Herat, Nişapur, Merv 9. 10.
11. yüzyıllarda nasıl büyük sufiler ile dolup taştı ise, 10. yüzyıldan itibaren
Buhara, Semerkant, Fergane de büyük şeyhlere mekan vazifesini görür. Bu suretle
Türkler arasında kuvvetlenen tasavvuf cereyanına Muhammed Maşuk al-Tusi ve Amir
Ali Abu gibi Türkler de bayraklık etmeye başlar. Halk çekici bu derviş
(1)
Horasan, ”doğan güneş ülkesi” anlamında
olup, İran’da bölge ve eski eyalet. İran yaylasının en doğu kısmında Sovyet
Türkmenistan’ı ile Afganistan sınırında uzanır.
(2) Sufi,
tasavvuf felsefesini benimseyen kimse. ve şeyhlere karşı fazla ilgi gösterir,
onları samimiyet ve sevgiyle karşılar. Bu suretle yalnız şehirlerde değil,
köylerde göçebeler arasında bile sufilerin kerametleri, menkibeleri dilden dile
dolaşır. Halk arasında kuvvetli kanaatlarm kuruluşuna sebep olur. Çöçebe
Türkler arasında cennet ve cehennemden bahseden dervişler ozanlara bezetilerek
hararetle kabul edilir. Bunlara ata, bab unvanı verilir (Kufralı Doktora Tezi :
27-28).
İşte o
zamanlar, şimdiki Taşkent şehrinin yanındaki Sayram kasabasında dünyaya gelen,
ünlü şeyh İbrahim'in
(2)
oğlu Ahmet
Yesevi, Yesi’ye' gelerek burada Arslan Baba'nın sevgisine nail olur. Fakat bu
zatın az sonra ölümü (3) üzerine Buhara*ya giderek, burada Yusuf al-Hamadani ile
karşılaşır (Kufralı Doktora Tezi : 29)
(1) Köprülü
(1966 : 49)’ye göre ve ondan istifade eden Kufralı (Doktora Tezi î 28)’ya göre, Ahmet Yesevi’nin doğduğu bu
Sayram kasabası, Doğu Türkistan’ın Aksu şehri yanındaki Sayram*dır. Fakat, bu
isim benzerliğinden ortaya çıkmış bir yanlışlıktır. Taşkent yakınındaki Ahmet
Yesevi’nin doğduğu Sayram ile Aksu yakınındaki Sayram hakkında Doğu
Türkistanlı tarihçi Musa Sayrami (1836-1917) şu bilgiyi vermektedir î
Kalmuklar*m 1670-1755 yılları arasındaki istilası döneminde, Taşkent yakınında
bulunan Sayram kasabasından 60 aile doğuya zorla göç ettirilmiştir. Bu
göçmenler geldikleri yere nisbetle Sayrami olarak adlandırılıp, yeni yerleştikleri
yere de Sayram adı verilmiştir. îşte bu yeni Sayram, Aksu yakınındaki
Sayram*dır. Musa Sayrami buralıdır. Musa Sayrami dedelerinin Taşkent
yakınındaki Sayram*dan geldiğini yazmaktadır (Sayrami 1986 : 590-592).
(2) Yesi-bugünkü
adıyla Türkistan-şehri, Türk menkibesine adı karışmış ünlü bir yerdir.
Bilhassa, Hâce Ahmet’in bu şehre nisbetle Yesevi lakabını alması, Türk alemindeki
tarihi önemini bir kat daha arttırmıştır (Köprülü 1966 : 51).
(3) Kamadan,
batı İran’ın başlıca ticaret merkezi. Kamadan! buralıdır, yani Acem'dir.
Hamadani
1049/1050-1140 yılları arasında yaşamış olup, 1067/68 yılından sonra Bağdat'a
gelir ve orada Şeyh Ebu İshak Şirazi’ye rastlar. Az zamanda arkadaşlarından
ileri giderek, üstadının takdirini kazanır. Buhara, Berat ve Merv’de bulunur.
Kendisinin mezarı Kerv’dedir (Köprülü 1966 î
52-56). Türkistan’daki hâcelerin manevi atası, işte bu Yusuf al-Hamadani’dir.
Onun ünlü dört halefi vardır : Hâce Abd Allah-i Barraki, Hâce Hasan-i Andaki, Hâce
Ahmet Yesevi, Hâce Abd al-Halik Gucduvani (Kufralı Doktora Tezi : 19).
Kendisine Hâce unvanı verilen Yusuf al- Hamadani ’nin manevi feyzi halefleri
tarafından bir silsile ile peygambere kadar çıkarılır (Kufralı Doktora Tezi :
22).
Hâce Ahmet
Yesevi, halifeliği Hâce Abd al-Halik Guc- duvani’ye (ölümü 1179 veya 1189)
bırakarak Buhara’dan doğru Türkistan’a (Yesi’ye) döner ve burada 1166/67 yılında
vefat eder (Köprülü 1966 : 59). Ahmet Yesevi’nin Buhara’dan Yesi’ye kendi
memleketine geri dönmesi elbette bir rastlantı değildir. 0, dışarıdan gelen
Fars veya Arap kökenli hâceler ile anlaşamamıştır. "Din ile devleti ayrı
iki şey bilen Türk şeyhleri hâcelerin dünyevi işlere karışmasını kötü
görürlerdi" diyor Togan (1981 : 196). Yeseviliğin Anadolu’daki temsilcisi
Hacı Bektaş Veli’dir (Kufralı Doktora Tezi : 37).
Ahmet
Yesevi’nin Türkistan’a çekilmesi üzerine Yusuf al-Hamadani’nin makamına geçen Hâce
Abd al-Halik Gucduva- ni, fazla halife yetiştirmek suretiyle tarikatın gelişme
sahasını Buhara, Maveraünnehir ve Horasan’a doğru genişletmeye muvaffak olur.
Abd al-Halik*in babası Gucduvan’ da^) yerleşmiş MalatyalI Abd al-Calil-i İmam
adında bir
(1)
Gucduvan, Buhara’ya 6 fersah mesafededir (Kufralı Doktora Tezi : 42). Fersah,
Arapça 5 km yakın bir ölçü biriminin adıdır.
zatmış.
Annesi de Rum melikleri neslinden gelmektedir. Gucduvan’da İmam Sadr al-Din
namında birisinden tahsilini ikmal eden, Abd al-Halik, batini ilme karşı olan
meyi ve sevgisinin tesiri ile arayış içinde iken, Yusuf al-Hama- dani’nin
Buhara*ya geldiğini duyar ve oraya gider. Guc- duvani’nin şöhreti yalnız bu
sahada değil hacca giden müritlerinin propagandası ile Arap memleketlerine ve
Şam’a kadar yayılır (Kufralı Doktora Tezi : 42).
Gucduvani’den
sonra gelen hâcelerden Azizan Ali-i Ramitani ("L(ölümü 1315) ünlüdür.
Azizan’m dördüncü (2) halifesi olan Hâce Muhammed Baba Sammasi faaliyetlerini
bilhassa Buhara’da kuvvetlendirerek, tarikatın Horasan, Afganistan ve nihayet
Hindistan’a doğru yayılmasına yol açacaktır. Hâce Muhammed Baba Sammasi'nin
haleflerinden Seyyid Amir-i Kulal^) (ölümü 1370), Bahaüddin Nakşibendi’yi
yetiştirmesi ve Sammasi ile Bahaüddin arasında vasıta olarak bilinmesi
itibarıyla mevkii önemlidir. Amir- i Kulal gençliğinde güreş ile meşgul iken, Hâce
Muhammed Baha’nın gayretiyle tasavvuf yoluna giderek Baha’ya 20 yıl hizmet
etmiştir (Kufralı Doktora Tezi : 45-47),
Kulal’ın
haleflerinin en ileri geleni tarikata esas simasını veren Muhammed Bahaüddin
Nakşibendi’dir. Hâce Bahaüddin Nakşibendi ünvaniyle ünlü olan Muhammed b.
Muhammed al-Buhari’ye (1318-1389) Büyük Timur’un gösterdiği ilgi, Hâce Ahmet
Yesevi’ye gösterdiği ilgiye nisbet-
(1)
Ramitan, Buhara’ya 2 fersah yakın kasaba
(Kufralı Doktora Tezi : 45).
(2)
Sammas, Buhara’ya 2 fersah yakın kasaba
(Kufralı Doktora Tezi : 46).
(3)
Amir-i Kulal, hayatını çömlekçilik ile
kazandığı için Kulal veya Çömlekçi ifadesi ona lakan olmuştur (Kufralı Doktora
Tezi : 47).
le siliktir
(Kufralı Doktora Tezi : 50). Timur’un Bahaüddin Nakşibendî’yi sevmemesi
elbette normaldir, Timur’u öldürmek için 1571’de tertip edilen suikasta birkaç
beyle beraber din adamları da katılmıştır. 0 dönemin din adamları tamamen
Bahaüddin Nakşibendî’nin tarikatına bağlıdır. Fakat Timur, bu suikastçılara
oldukça yumuşak davranmıştır (Barthold 1950 : 17-18).
Kasr-ı
Arifan’da dünyaya gelen Bahaüddin Nakşibendî daha üç günlük iken, Muhammed Baba
Sammasî tarafından Amir-i Kulal’a havale edilir. Onsekiz yaşında Sammas’a
giderek Muhammed Baha’dan feyz alan Bahaüddin, bu zatın vefatı üzerine
Semerkant’a giderek oranın ünlü sufi ve dervişleriyle görüştükten sonra, tekrar
Kasr-ı Arifan’a döner. Bu esnada oraya gelen Amir-i Kulal, Bahaüddin’i manevî
terbiyesine alır, Bahaüddin Nakşibendî manevî şahsiyeti geliştikten sonra, iki
defa hacca gitmek suretiyle İslam aleminin ünlü şahsiyetlerini tanımak ve
onlara kendisini tanıtmak fırsatını elde eder. 0, ikinci defasında Hâce
Muhammed-i Parsa’yı beraberinde götürür. Horasan’a geldiklerinde Hâce Parsa’yı
diğer eshabı ile birlikte Nişapur’a gönderir. Kendisi Buhara’ya yerleşir ve
ölümüne kadar orada kalır (Kufralı Doktora Tezi : 51-53).
Bahaüddin’in
babasının ve müritlerinden birinin mezarının da aynı mahalde olduğu
bilinmektedir. Halk için ziyaretgah olan Buhara’daki bu türbe, aynı zamanda,
Buhara emirleri için de mukaddes bir ocak olmuştur. Şu kadar ki, her emir
Buhara’yı terketmeden evvel ve Buhara’ya döndüğü zaman, ilk önce Bahaüddin’in
mezarını ziyarete koşar. Bahaüddin’in taraftarları bu türbeyi kabeye eşit tutma
arzusunda bulunurlar (Caf.eroğlu 1936 î 361).
Bahaüddin
Nakşibendî’nin birinci derecedeki halefleri : Hâce Muhammed-i Parsa ile Hâce’nin
damadı Ala al-Din -i Attan’dır. Hâce Muhammed-i Parsa (ölümü 1418) ikinci defa
hacca gider. Mekke'de hastalanır, Medine’ye götürülür ve orada ölür. Ala
al-Din-i Attar (ölümü 1399) Hâce Bahaüddin’in makamına geçen ve devrinin
Nakşibendî Tarikatının yegane mürşidi olarak tanınan zat, işte bu zattır.
Aslen Harizmli olan bu zat, Buhara*ya tahsile gelir ve sonradan Bahaüddin’e
damat olur. Ala al-Din-i Attar’ın oğlu Hâce Hasan-i Attar (ölümü 1422)
babasının tarikatını devam ettirir (Kufralı Doktora Tezi : 58-59).
Hâce
Bahaüddin’in vefatı esnasında Bedahşan’da bulunan Hâce Yakup-i Çarhi, Ala
al-Din-i Attar’ın daveti üzerine Buhara*ya gelir ve 1446 yılındaki ölümüne
kadar ir- şad vazifesini devam ettirir. Nizam al-Din-i Hamuş, hem Bahaüddin
Nakşibendi’den hem de Ala al-Din-i Attar’dan terbiye alır. Sad al-Din-i
Kaşgari(ölümü 1456) Nizam al- Din-i Hamuş‘un makamına ulaşarak, Nakşibendîliğin
irşad merkezini Herat’a nakletmek suretiyle, bu şehrin medeniyet alemine
sunduğu sanat zirvesine mistik bir renk katar. 0, Hicaz’a da gitmiş ve tam bir
mürşid olarak tarikat sahasında göründüğü zaman, etrafında güzide bilginler
ile şeyhlerden müteşekkil bir zümre olur. Herat, manen tamamiyle kendisine
bağlanır. Sultan Ebu Sait Mirza’nın son derece yakını bulunan bu zat, zaman
zaman Mirza’nın tahtına oturup kendisine mesnevi okur. Sad al-Din-i Kaş-
garî’nin halefi Abd al-Rahman-i Cami olup (ölümü 1492), o Timurlular döneminin
ünlü hâcesı Ubeydullah Ahrar’ı ... kendisine sohbet şeyhi yapar (Kufralı
Doktora Tezi : 65- 66).
B. HÂCE
UBEYDULLAH AHRAR VE MUHİTÎ
Yakup-i
Çarhi’nin en büyük halefi olan Hâce Ahrar Taşkendî’nin (1404-1490) baba ciheti
aslen Bağdatlı olup, Taşkent’e gelip yerleşir (Kufralı Doktora Tezi : 68), Hâce
Ahrar’m kendisi dağlı Tacikler’den olup, en yakın taraftarları arasında Türk
yoktur (Barthold 1927 î 210), Hâce Ahrar
gençliğinde Semerkant ve Herat’ta da bulunur, Çevresini genişletir ve 1451’de
Taşkent’e geri döner (Kufralı Doktora Tezi : 71), Hâce Ahrar’m iki oğlu vardır
: Hâceka Muhammed ve Hâce Muhammed Yahya (Kufralı Doktora Tezi î 75). Şaybak
Han’ın Semerkant’ı işgali üzerine Hâcegan Muhammed Ahsi’ye gidip, orada vefat
eder. Hâce Muhammed Yahya ise, ağabeyine nisbeten babası gibi siyasi olaylara
daha çok karıştığı için, Babur’a da yakınlığından dolayı iki oğlu ile beraber
Şaybak Han tarafından öldürülür. Hâce Ahrar’m yerine, Hâce Muhammed Yahya’dan
sonra, Hâceka Muhammed’in oğlu Hâce Abd al-Hakk geçer (Kufralı Doktora Tezi :
78).
Hâce Ahrar’ın
ünlü halifesi Abdullah İlahi Simavi (ölümü 1490) tahsile başladığı zaman,
İstanbul’a gelerek, Zeyrek Medresesi’nde yerleşir. Nakşibendilik İstanbul’a tam
bir tarikat halinde işte bu zat aracılığı ile girer (Kufralı 1948 î 131). Hâce Ahrar’m torunu Abdal-Hadi,
hükümdar Bayezid II ile görüşür. Seyyid Ahmed-i Buhari, Nakşibendiliğin esaslı
bir şekilde İstanbul’da yerleşmesini temin için, Bayezid Il’nin Nakşibendiliğe
olan ilgisinden yararlanır. Seyyid Ahmed-i Buhari vefat ettiği sıralarda
(1515) onun halefleri tarikatı Bursa’da yaymaya başlar (Kufralı 1948 : 137,
138). Böylece Nakşibendi şeyhleri İstanbul’dan sonra Bursa’da da toplanırlar.
Bunların arasında al-Şeyh Muhammed al-Buhari (ölümü 1591) gibi, Murad III
zamanında gelerek Silistre’de yerleşmek suretiyle o yörede oldukça geniş bir ün
kazanan ve halk arasında kerametleri rivayet edilen, şeyhler de vardır (Kufralı
1948 î 147).
Nakşibendiliğin
propagandasını yapan ünlü hâcelerden biri de Mevlane Muhammed Kazi’dir. 0,
bilim arayışı içinde iken, Hâce Ahrar ile görüşür ve bir müddet onun mutfak
hizmetinde bulunur. Bu hizmetinden dolayı, Hâce Ahrar ona Mevlane (efendimiz)
lakabını verir. Mevlane Muhammed Kazi sonradan, Timur’un dördüncü kuşaktan
torunu Miranşah Kolundan Sultan Mahmut Mirza’nın manevi lideri olur (Dugh- lat
1972 : 212, 213). «Salsalat U1 Arifin” (Bilginlerrin Sesi) Mevlane Muhammed
Kazi’nin eseri olup, o 1516 yılında Taşkent’te ölür (Dughlat 1972 : 342).
Babur, büyük
şahsiyeti ile her ne kadar büyük atası Timur’a benzese bile, onu Timur’dan
ayıran farklar da küçümsenemez. Bu fark onun duygusallığındadır. Bu yüzden o,
bir dereceye kadar hâcelerin koyu etkisinde kalır. Onun Şiiliğe-belki
çaresiz-yakınlık göstermesi de boşuna değildir. Babur’un Türkistan’da
tutunamamasının esas sebeplerinden biri, işte onun bu özelliğinde yatmaktadır.
Hâce Ahrar
öldüğünde (1490) Babur 7 yaşındaki çocuktur. Babur’un babası Ömer Şeyh, Hâce
Ahrar’m müridi olur Hâce Ahrar ona "oğlum” der (Babur 1987 s 6). Babur’un
düşmanları tarafından asılarak öldürülen (Babur 1987 î 56), Hâce Ahrar’m müridi olan Hâce Mevlane
Kadı, Babur’ un üstadı ve piri olur (Babur 1987 : 487, 488). Babur’un huzurunda
itibar görmüş Mir Derviş Muhammed Sarban, Hâce Ahrar’m iyi müritlerinden olur
(Babur 1987 : 436). Hâce Ahrar’m müritlerinin etkisinden dolayı, Hâce
Ahrar’a bağlı kalan Babur, Hâce Ahrar’m tertip ettiği "Velidiye” adlı bir
risaleyi nazma çevirir ve ayrıca bir Kur’an yazıp, onu Mekke’ye gönderir
(Bayur 1987b : 0136). Hâce Ahrar’ı rüyamda gördüm, o beni kaldırdı, böylece şu
birkaç gün içinde Semerkant’ı aldım, diye, Babur rüyasında bile Hâce Ahrar ile
uğraştığını gizlememektedir (Babur 1987 î
87). Aşağıdaki rubaiyi Babur’undur : »Dervişler ile hiç bir akrabalığım
olmamakla beraber, onlara can ve gönülden bağlıyım; şahlık ile dervişliğin
birbirinden uzak olduğunu söyleme; şahım, fakat dervişlerin bendesiyim"
(Babur 1987 : 435).
Babur’un Hâce Ahrar’m oğullarına, mürid ve haleflerine bağlılığı,
kendisinden sonraki Hindistan hükümdarlarında da görülür^[2]). Aslen Kabilli olan Baki
Billah-i Kabili (ölümü 1605) Semerkant’a gelerek, oradaki Nakşibendi pirleri
ile görüştükten sonra, Hindistan’a gider ve orada yerleşip tarikatın
faaliyetine girişir. Hindistan’a
Nakşibendîlik onun aracılığı ile girer. Baki Billah-i Kabili' den sonra, onun
yerine imam-ı Rabbani Müceddi al-Alf al-Sani Ahine d al-Faruki al-Sihrindi
(1563-1624) çıkar. Hindistan'da Nakşibendîlik bu zatın çabasıyla doruğuna
ulaşır. Bu zatın nesebi 28 vasıta ile Hazret-i Omar al- Faruk'a ulaştırılır
(Kufralı Doktora Tezi : 82-84).
Hâce Abrar'm
torunu olan Hâce Havand Mahmud veya Hazrat Mahdumi Nura da denilen zat, Irak,
Şiraz, Rum, Mısır ve oradan Mekke'ye giderek hac görevini yerine getirir. Geri
dönerken, Cidda’dan yola çıkarak, Hindistan üzerinden Kabil'e gelir, Babur'u
ziyaret eder. Babur Semerkant'ı geri alınca, Hâce Nura da Semerkant'a gider ve orada
1524'e kadar kalır. Sonradan Seidiye Hanlığı'na gelir, Kaşgar'da 2 yıl,
Turfan'da 3 yıl kalır. Bu seye- batlar Mahdumi Nura’nın 23 yılını alır. Bu zat
Kaşgar’da iken, Seidiye Hanlığı’nın kurucusu Seyit Han, ona mürid olur (Dughlat
1972 î 395-397)» îşte bu zatın
oğlu Hâce Muin, Hindistan'da padişah Ekber'i ziyaret eder (Bayur 1987a : 83).
HÎNDÎSTAN
PADİŞAHI EKBER'İNDÎN VE HÂCELERE .BAKIŞI
Din ve hâcelerı
doğru anlayan ve onlara karşı devrim girişiminde bulunan ilk Türk padişahı
Ekber’dir. 0, "Allaha tapmak iddiasında bulunanların ekserisi kendi
emellerine taparlar" (Bayur 1938 : 147) diyerek, hâcelerin kimliğini net
bir şekilde açıklar. Ekber'in amacı, dinî temellere dayananan ve dolaysıyla
türlü dinlerden, onlar için başka başka olan birçok kanunlar yerine, herkesçe
uyulması gereken ve dinî esaslardan ayrılan laik özde kanunlar yapıp, halk
arasında eşitliği sağlamaktır (Bayur 1987a î
75-76). "Ekber, büyük babası Babur ve yedinci göbekten atası Büyük Timur
gibi, Türklüğün yetiştirdiği en yüksek uzkişiler arasında yer almaktadır"
(Bayur 1987a s 159). Nakşibendî';şeyhleri Timurlular'm yaşattığı Türk devlet
sistemi ile üluğ Bey'in temsil ettiği müsbet bilimlerin ve Baysungur'un temsil
ettiği güzel sanatların düşmanı olurlar (Togan 1970 5 578). Ekber bu tarihi gerçeği
anlar. Burada Misyonerlerin Ekber hakkmdaki bir yazısını sunuyoruz î
•'İmparator
(Ekber) bir Müslüman değildir ve her inan şekli hakkında şüphelidir kuvvetle iddia ediyor ki, Allah tarafından
teşbit edilmiş bir inan şekli yoktur. Zira bunların her birinde akıl ve
mantığına mugayir bir şey buluyor ve öyle zannediyor ki, akıl ve mantık her
şeyi kavrayabilir. Mamafih bazı zamanlar hiçbir inan İncil kadar üzerinde
tesir bırakmadığını kabul ediyor ve bir adamın bunu hakiki ve diğer inanlara
faik addedecek kadar ileri gittiği vakit onu kabule hazır olduğunu söylüyor.
Sarayda bazıları o bir putperesttir ve güneşe tapar, diğerleri Hıristiyandır,
daha başkaları yeni bir din kurmak niyetindedir, diyorlar. Halk içinde de
imparator hakkında muhtelif fikirler vardır î Bazıları onu Hıristiyan, bazıları
putperest ve bazıları Müslüman addediyorlar. Mamafih en akıllıları onun ne
Hıristiyan, ne putperest, ne de Müslüman olduğunu iddia ediyorlar ve işin en
doğrusunun bu olduğuna kanidirler; veya zannediyorlar ki, o halkın teveccühünü
kazanmak için zahiren her dine uyan bir Müs- lümandır" (Bayur 1938 î 160).
Ekber1in
bu düşünce ve tutumuna karşı her yerde isyanlar çıkar. Delhi’nin doğusunda
önemli bir merkez olan Compur’a gönderilen kadılar kadısı, makamına oturur oturmaz
Ekber’e karşı isyanın farz olduğuna dair fetva verir. İsyan çıkar, fakat
bastırılır. Ulemaların kışkırtması ile 1580 yılının sonlarında, Ekber’in küçük
kardeşi ve Kabil’ in bağımsız hükümdarı olan Mehmed isyan eder. Ulema Mehmet’in
büyük destekçisi olur ve dinin kurtarılması beklenir. Derhal birçok yerde
hutbe onun adına okunmaya başlar. Fakat, Ekber galip gelir ve olayı
yatıştırır. Kardeşini kısmen şefkat ve kısmen de Türkistan’a, Özbekler’e
kaçmaması için affeder. Bu zaferden sonra Ekber birçok yerlerde kadıları
değiştirir ve yenilerini, hâcelerı iyice bakıp gözetebilecek insanlardan seçer
(Bayur 1938 : 161).
Yeni din
çıkardığı iddia edilerek, Ekber’i tenkit eden, Turan hükümdarı Özbek Abdullah
Han’a, 1586 yılında verdiği şu cevap dikkate değerdir : "Allah için
dediler ki, bir oğlu oldu, peygamber için bazıları dediler ki, sihir yapıcıdır.
Ne Allah, ne peygamber insanların iftiralarından kurtulabildi. Ben nasıl
kurtulabilirim" (Bayur 1958 : 16?).
Ekber’in
ortaya koyduğu yeniliklerden bazı örnekler şunlardır
1. Bir
kadından fazla evlilik yasaklanır.
2. Akraba
evliliği yasaklanır.
3.
Herkesin beğendiği dine girmesine ve her
din mensuple- rinin istedikleri gibi ibadet evi yaptırmalarına izin verilir.
4. Eğitimde
ahlak ve ilme önem verilir.
5. Faizle
borç nara verilmesine müsaade edilir.
6.
Şarap satma ve içmeye müsaade edilir (Bayur
1958 : 177, 178, 179).
D. KUÇAR
VE KAŞGAR HÂCELERI
Altışehir,
16. yüzyıldaki dünya deniz ticaret yollarının açılmasıyla beraber, denizlerden
uzak kapalı coğrafi konumunun etkisi altında, Türk dünyasının en geri kalmış
bir bölgesi haline gelir. İşte bu yüzden hâcelerin da en çok nüfuz ettiği
bölge, burası olur.
Kuçar Hâcelerı’nın
atalarına ait bilgiyi, "Tarih-i Reşidi"nin yazarı Mirza Haydar
Duğlat’m kendi çağdaşı olan Mevlane Hâce Ahmed’den duyduğu hikayeden özet
olarak alıyoruz :
Cengiz Han
Buhara’yı Şubat 1220’de işgal ederken (Grousset 1980 : 234), Buhara’daki son
mücahitlerden yaşlı Hafız-üd-Din öldürülür, onun kardeşi Mevlane Şüca-üd- Din
Mahmud Karakurum’a sürgün edilir. Karakurum’daki bir felaket sebebi, Mevlane
Şüca-üd-Din Mahmud’un oğulları Karakurum’dan kaçıp, Turfan ile Hoten arasındaki
(1) Howorth
(1876 : 78)’a göre, Cengiz Han’ın Buhara şehrinin önünde göründüğü tarih
19.8.1219’dur.
Lub Katek^)
şehrine gelip yerleşirler. Buraya gelenlerin en sonuncusu olan Şeyh
Cemal-üd-Din, Lub Katek’te cereyan ? 2) eden kum afetinden' kaçıp Aksu şehrine
gelir ve orada Aksu civarındaki Ayköl (Bayköl) denilen yerde, Cengiz Han’ın
yedinci kuşaktan torunu Tugluk Timur (1329-1365) ile karşılaşır. Onu
Müslümanlığa davet eder. Fakat, Cemal-üd-Din’in ölümü ile bu girişim
gerçekleşemez. Din yayma işini babasından devralan Arşad-al-Din, Tugluk Timur’u
İli’de (bugünkü Çulca) bulup, ona 160 000 kişilik Türk-Moğol ordusu ile
Müslümanlığı kabul ettirir (Dughlat 1972 : 5-15).
Arşad-al-Din
bu görevi yerine getirdikten sonra, Tugluk Timur’un ona hediye olarak verdiği
Kuçar şehrinin İçirik (İç kanal) denilen yerine gelip yerleşir. Arşad- al-Din’
in buradaki mezarı ”Ulug Molla" (Ulu Molla) adıyla ünlüdür (Sayrami 1986 :
189-190). Kaşgar Hâcelerı’na ve sonradan Yakup Bey*e karşı çıkacak olan Kuçar Hâcelerı,
işte bu Arşad-al-Din’in soyundan gelmektedir. Son Kuçar Hâcesı olan Raşidin,
Yakup Bey Kuçar’ı ele geçirirken öldürülür (Korupatkin 1984 î 266). Sayrami
(1986 : 190)’ ye göre, Raşidin, Arşad-al-Din’in soyundan gelen Nizamid- din
Şeyh Hâce’nin üçüncü oğludur. Arşad-al-Din’in soyuna mensup Kuçar Hâcelerı’nın
en ünlüsü Hâce Tac-üd-Din olup,
(1)
Katek, aslında "kötek"
kelimesinin bozulmuş şekli olup, "kütük", ağacın kütüğü ifadesiyle,
Lub’un harap olmuş şehri anlamını vermektedir (Masami 1978 : 81).
Baytur (1986
: 270)’a göre, bu şehrin adı ‘ "ketik" (gedik), yani şehir kalesinin
gedik olmasından gelir. Fakat bu yorum doğru değildir. Çünkü, harap olan bir
şehir için "gedik" ifadesi kafi gelmiyor.
(2)
Turfan ile Hoten arasındaki Taklamakan
Çölü’nün adı "tekti mekan" (aslı mekan) sözcüklerinden türemiştir. Bu
çölde kum altında kalan şehir kalıntıları günümüzde bile görülmektedir.
Kuçar Hâcelerı’nın
Nakşibendi Hâcelerı ile olan bağı, onun aracılığı ile kurulacaktır. 0
gençliğinde okumak için Maveraünnehir’e gider ve orada Hâce Abrar’a mürid
olarak hizmetini yapar (Masami 1978 : 85).
Hâce
Tac-üd-Din Turfan’a, kendi memleketine döndüğü sıralarda, Hâce Ahrar’ın torunu Hâce
Muhammed Yusuf (Hâce Nura’nın küçük kardeşi) Kaşgar’a Seyit Han’ın yanma gelir.
İşte o zaman Tac-üd-Din, Hâce Muhammed Yusuf’u ziyaret etmek için Kaşgar’a
Kelir (Dughlat 1972 : 372). Tarihçi Mirza Haydar Duğlat’a bilgi veren hâcelerin
biri bu Hâce Tac-üd-Din’dir. Onun özgeçmişine ait aşağıdaki bilgiler yine
”Tarih-i Heşidi”de ve Çin kaynaklarında kaydedilmiştir :
Hâce Ahrar,
Tac-üd-Din’i Turfan'a geri gönderirken, ona henüz tam İslâmlaşmamış Tarim
Bölgesi’nin İslamlaştı- rılması gerektiğini söyler. Tac-üd-Din Turfan’a
döndükten sonra, Ahmet Alça Han ve onun oğlu Mansur Han’a 50 yıl refakat eder.
Bu iki han onun müridi olur. 1524 yılında Mansur Han, 20 000 kişilik askeri
birlik ile Sucu’yu kuşatıp Çin’e karşı cihat savaşı yaparken, Hâce Tac-üd-Din
70 yaşının üstünde olmasına rağmen bu savaşa katılır ve Mansur Han’ın gözleri
önünde şehit düşer. 0, zamanının en büyük zengini olup, yoksullara dağıttığı
serveti ile de ün kazanmış bir hâcedır (Masami 1978 î 86-87).
Kuçar Hâcelerı’nın
atası Arşidin (Arşad-al-Din) öldükten sonra, onun dini görevini büyük oğlu
Obul Pettah ve torunu Fahridin ardarda üstlenir. Duğlat Bey’i Abube- kir’in
Altışehir’deki saltanatı (1478-1514), Fahridin’in Kuçar Hâcelerı’na varislik
ettiği zamana rastlar. ”Tez- kirat-al İrşad”dan aldığımız bilgilere göre,
Abubekir Altışehir’de tutunabilmek için, kendisinin Hâce Ahrar’ın emriyle
geldiğini söyler. Fakat, Yarkent halkı "burası Ahrar’ın toprağı değil, Hâce
Fahridin’in toprağıdır" derler (LÎU 1988 : 801-802). Bu demektir ki, Kuçar
Hâcelerı1 nm nüfuzu yalnız Kuçar ve Aksu yöresi (Taklamakan Çölü’
nün kuzey yöresi) ile sınırlı kalmamış, Kaşgar ve Yarkent şehirleri de
(Taklamakan Çölü’nün güney yöresi) Kuçar Hâcelerı’ nın nüfuzu altına girmiştir.
Yalnız Abubekir değil Seyit Han da Seidiye Hanlığı’nı kurarken, gücünü kuzeydeki
köklü Kuçar Hâcelerı’ndan alan hâcelerin tepkisi ile karşılaşır. Yarkent
Hanlığı’na sonradan gelen hâcelerin Seyit Han ve onun evlatları tarafından hoş
karşılanması, onları Kuçar Hâcelerı*nın tepkisine karşı kullanma isteklerinden
ileri gelmektedir. Yeni kurulan Seidiye Hanlığı’ nın bir manevi desteğe
ihtiyacı vardır. Bu manevi destek, Cengiz ve Timur’un bıraktığı milli değerler,
gelenekler olmadığına göre-Seidiye Hanlığı’nın hanları gittikçe milli değer ve
geleneklerden uzaklaşarak, tasavvufun etkisinde kalacaktır-şüphesiz dini
değerler ve gelenekler olacaktır. Dini değerlerin sahipleri ise hâcelerdır.
Abdureşit Han, Hâce Muhammed Şerif Büzrükvar’ı Yarkent Hanlığı’na davet eder.
Büzrükvar Yarkent Hanlığı’ndaki itibarını yükseltmek için, Artuş’taki Sultan
Satuk Buğra Han’ın mezarında yedi yıl şeyhlik yapar. Abdureşit Han mürid olarak
onu her zaman ziyaret eder. Böylece Seidiye Hanlığı’nda Kaşgar Hâcelerı’nın
oluşmasına ve yerleşmesine esas hazırlanır (LİU 1988 î 805).
Seyit Han’ın
girişimi ile 1514 yılında Yarkent’te Seidiye Hanlığı kurulunca,
Maveraünnehir*den etrafa yayılan hâceler, Kaşgar ve Yarkent’e de gelmeye
başlar. 0 zamanlar, yani Türkistan Türklüğü’nün ağır, bir şekilde
sarsılmasından sonra, Türk hükümdarlarında, hâcelerin manevi liderliğine
sığınma, onlara mürid olma gibi bir tutum, genel bir olay olarak Türk tarihinde
karşımıza çıkmaktadır (Dughlat 1972 : 213). Bu durum, deprem sırasında ne
yapacağını bilemeden şaşıran ve depremin sırını da bilemeyen zavallı insanların
halini hatırlatmaktadır. Seidiye Hanlığı, kuruluşundan başlayarak hâcelerin
etkisine meyilli olmuştur. Seyit Han içkiyi bıraktıktan sonra, sofiliğe ve
tarikata ait kitapları okumaya koyulur. Okuduğu kitapların etkisinde kalarak,
bir müddet vaktini yalnızlığa çekilerek tasavvuf düşüncelerine dalmakla geçirir.
Hatta tahttan vaz geçmeye niyet eder. Bu arada, Hâce Ahrar’m torunu, Seyit
Han’ın piri olan Mahdumi Nura’nın küçük kardeşi Hâce Muhammed Yusuf,
Semerkant'tan Kaşgar’a gelir. Seyit Han, Hâce’yı karşılarken, kendisinin derviş
olma niyetini ona söyler. Fakat, Hâce ona, "Dervişlik ancak, devletindeki
tahtın varlığı ile var olacaktır" diyerek, onu bu'niyetinden caydırır
(Dughlat 1972 : 370-572).
Büzrükvar
ile 1555/56 yılında Yarkent Hanlığı’na gelen Kaşgar Hâcelerı’nın atası sayılan
Mahdum! Azem ve onun oğulları hakkında 1012/1603 yılında yazılmış, Molla Evez
adlı kişinin "Tezkire-! Mahdum! Azem ve Hâce îshak Veli" adlı
elyazmasında aşağıdaki bilgiler verilmektedir s
"Mahdum!
Azem’in dört karısı vardır. Büyük karısı Kasan vilayeti hâcelerinin
evlatlarından Mir Yusuf Seyit’ in kızıdır. Bu kadından dört oğul, iki kız
doğmuştur. Büyük oğlu Muhammed Emin İşan Kalan namı ile ünlüdür. İkinci oğlu Hâce
Dostu, üçüncü oğlu Hâce Bahavdun, dördüncü oğlu Hâce Abduhaluk..... İkinci
karısı Bibi Melike Kasan!, Kasan padişahının kızıdır. Bu kadından iki oğul, iki
kız doğmuştur. Büyük oğlu Hâce Muhammed, ikinci oğlu Hâce Sultan İbrahim’dir.
Üçüncü karısı Bibiçe Kaşgari, Sultan Satuk Buğra Han’ın evladıdır..... Hâce
İshak Veli, Sultan Satuk Buğra Han'ın evladından olan Bibiçe Kaşgari* den
doğdu" denilmektedir. Bibiçe’nin babasının adı Mevla- ne Seyit
Kaşgari’dir. Mevlana Seyit Kaşgari’nin büyük kızı, Kuçar Hâcesı Arşidin'in
torunu Fahridin’in karısıdır. Yani Kaşgar Hâcelerı’nın atası olan Mahdum! Azem
ile Kuçar Hâcelerı’nın atası olan Arşidin’in torunu Fahridin, bacanaktır.
Fakat, bu hâceler arasında akrabalık ve inanç bağlarının derecesi ne olursa
olsun, önce gelen Kuçar Hâcelerı ile sonradan gelen (yaklaşık 200 yıl aradan
sonra) Kaşgar Hâcelerı arasında sürtüşmeler, menfaat çatışmaları olmuştur (LİU
1988 : 809-811).
Kuçar Hâcelerı’nın
başlattığı Türkistan’ın. İslâmîaştırılmasını Kaşgar Hâcelerı devam
ettirecektir. Türkistan Türklüğü’nü sallayan "deprem bölgesi” olan
Maveraünnehir’den gelen ve tasavvuf ile silahlanmış Kaşgar Hâcelerı iddia ve
eylemlerinde daha faal olacaktır. Zaman, mekan ve şartlar Kaşgar Hâcelerı* nm
iddia ve eylemlerine uygun gelecektir.
Fergane
vilayetinin Kasan denilen yerinde dünyaya gelen Mahdumi'nin tam adı Ahmet Binni
Seyit Celaliddin Hâcegi Kasani’dir. 0 Nakşibendi tarikatının piri olduğu için
ona "Mahdumi Azem" (Ulu Ustad) denilmiştir. Mahdumi Azem’in büyük
dedesi Seyit Kemalüddin Macnuni’nin Mekke asıllı olduğu zikredilir, Kasani
olarak da bilinen bu zat 1549 yılında 78 yaşında iken Semerkant yanındaki
Dahbid köyünde ölmüştür (Hayıt 1975 ’* 15).
Hâce İshak
Veli’nin oğlu Hâce Sadi, Hâce Sadi'nin oğlu Hâce Abdullah, Hâce Abdullah’ın
oğlu Hâce Danyal’ dır. Hâce Danyal’ın dört oğlu vardır : Yakup Hâce (Hâce
Cahan), Yusuf Hâce, Hamuş Hâce ve Abdullah Hâce. Çokan Velihanoğlu’ndan
istifade eden Howorth (1876 : 6ŞO)’a göre, Hâce Danyal*m dört oğlu şöyle
sıralanmaktadır î Hâce Cahan, Yusuf, Ayup ve Abdullah. Yani sıradaki üçüncü
şahsın adı farklıdır. îlk sıralama "Tezkire-i Cahan"dan alındığı için
onu kabul etmek daha uygundur. Hâce İshak, Yarkent Hanlığı’nın dördüncü hanı
Mahmut’un tahta çıkmasının sekizinci yılında (1599/1600) Yarkent’e gelir ve
tarikatın fikirlerini yaymakla uğraşır. Aynı zamanda derviş olan Mahmut Han ona
mürid olur. Hâce îshak sonradan doğduğu yeri Dahbid’e döner ve orada ölür.
Seidiye
Hanlığı’na Abdullah Han döneminde (1658/59- 1668) Mahdumi Azem’in büyük oğlu Hâce
Kalan*ın oğlu olan Hâce Yusuf, kendi oğlu Hidayetullah ile beraber Yarkent’e
gelir (LİU 1988 : 812, 815). İşte bu Abdullah Han döneminde, Yarkent
Hanlığı’na daha önce gelmiş, Mahdumi Azem* in küçük oğlu Hâce İshak’ın
evlatları ile sonradan gelen Mahdumi Azem’in büyük oğlu Hâce Kalan’ ın
evlatları ara- smda hana-doğrusu iktidara- sahip çıkma mücadelesi patlak
verir. Bu mücadeleyi Hâce Kalan’m soyu kaybeder. Hâce Yusuf oğlu Hidayetullah
ile beraber Kaşgar’a gider. Hâce Yusuf çok geçmeden Kaşgar’da ölür (Sayrami
1986 : 132). Sonradan Appak Hâce olarak adlandırılan Hâce Yusuf’ un oğlu
Hidayetullah, Tibet Lamasının desteğiyle Kalmuk- lar’ın yardımına erişir ve
rakibi İshak Hâce’nin evlatlarını yener. Hâceler Devri’nin tipik temsilcisi
olan Appak Hâce 1626 yılında Kumul’da doğmuş olun (Sayrami 1986 s 120. izah), 1690
yılında Kaşgar’da ölür (Buğra 1987 • 385). Mollaudov (1990 î 5)’a göre, Appak Hâce
1694 yılında ölür. ”Appak Hâce Tezkiresi"nden istifade eden Koru- patkin
(1984 : 149)’e göre, Appak Hâce zehirlenerek öldürülür. Appak Hâce’nin
Kaşgar’daki türbesi, Hâceler Devri‘nden kalma en ünlü abidedir.
Onaltmcı ve
onyedinci yüzyıllarda, yani hâcelerin tam olarak nüfuz etmeye başladığı
devrelerde ”hâce” sözcüğü ”seyyid" sözcüğü ile eş anlamda kullanılır
(Masami 1978 : 89). Hâceler kendi itibarlarını yükseltmek için kendi
şecerelerini Hz. Ali’nin oğulları olan Haşan ve Husayn aracılığı ile peygamber
Muhammed’e bağlarlar.
Şu anda bu
tip sahteşecerelerden elimizde dört tanesi vardır :
I. ”Tarih-i
Reşidi”nin devamı olarak 1087/1676-77 yılında yazılmış, İshak Hâce evlatlarının
yani Karatag- lıklar’ın hararetli savunucusu olan Şah Mahmud Çuras'm
"Tarih-i Reşidi Zeyli "sinden alınmış Kaşgar Hâcelerı’nın şeceresi :
(1) Yukarıda
da bahsettiğimiz gibi, şu anda elimizde bulunan dört tane Kuçar ve Kaşgar Hâcelerı’na
ait şecereler sahtedir. Hâceler çıkar ve iktidar mücadelesi verirken, taraftar
ve güç toplamak amacıyla, sahte şecereler yaparak, kendilerini peygamber evladı
olarak tanıtmaya çalışmışlardır.
12.
Hazret-i Hâce Muhammed İshak
15.
Hazret-i Hâce Muhammed Yahya
14.
Hazret-i Hâce Muhammed Abdullah (Masami
1978 : 95) •
II. Şah
Mahmud Çuras’tan 90 yıl sonra 1182/1767-68’ de Muhammed Sadık Kaşgariy
tarafından Çağatayca yazılmış ”Tezkire-i Cahan”dan alınmış Kaşgar Hâcelerı’nın
şeceresi :
5. İmam Husayn
27.
Hâce Abd al-Lah (Abdullah)
29.
Hâce Yakup (Masam! 1978 : 96).
III.
Hâceler hakkmdaki Çin kaynağı olan
Şİ-YÜ-TÜNG- VİN-CI (Batı Bölgenin Tanıtımı)* dan alınmış Kaşgar Hâcelerı* nın
şeceresi :
IV. Tugluk
Timur Han’ın İslamiyet! kabul etmesine ait elyazması bir menkibe olan
"Tezkirat al-İrşad"dan alınmış Kuçar Hâcelerı’nın şeceresi î
21.
Mevlana Şuca al-Din Mahmud (Mevlana
Şüca-üd-Din)
22.
Mevlana Camal al-Din (Mevlana Cemal-üd-Din)
23.
Mevlana Arşad al-Din (Masami 1978 : 98).
Sayrami (1986 : 190)’ye göre, Yakup Bey tarafından öldürülen Kuçar’m son hâcesı
Raşidin, Mevlana Arşad al-Din’in soyundan gelen Nizamiddin Şeyh Hâce’nin üçüncü
oğludur.
24.
Şah Mahmud
Çuras’m eserindeki şecere Haşan’dan , "Tezkire-i Cahan"daki ve
Şİ-YÜ-TUNG-VİN-CI’daki şecere ise Haşaya*dan başlıyor. Bu zıtlıklardan da
anlaşılıyor ki, bu şecerelerin hiç biri güvenilir değildir. Daha önce de
bahsettiğimiz gibi, hâceler kendi itibarlarını yükseltmek, çıkar ve iktidar
mücadelelerinde inananların desteğini elde etmek için, kendi atalarını peygamber
soyuna bağlamaktadırlar#
IV. BÖLÜM
HÂCELERİN
İKTİDARA GELİŞİ VE AKTAGLIKLAR- KARATAGLIKLAR MÜCADELESİ
Altışehir’in
Kalmuklar tarafından istilası (1678) ile başlamış ve bütün Doğu Türkistan’ın
Çin tarafından istilası (1755) ile sona ermiş 77 yıllık bu devreye Hâceler
Devri adı verilmiştir. Bu devrenin tarihi Apnak Hâce’nin iktidara gelmesiyle
başlar. Hâceler Devri, Cun- gar Hanlığı’nı etkileyen olaylar ve değişik
hanların değişik tutumları itibarıyla kendi içinde yine dört devreye bölünür :
I.
Galdan Devri (1678-1697) veya Appak Hâce ve
ailesinin idaresi devri.
II.
Çivan Araptan Devri (1697-1727) veya salt
Cungar idaresi devri.
III.
Galdan Şirin Devri (1727-1745) veya
Karataglıklar idaresi devri.
IV.
Davaçi Devri (1745-1755) veya Çin istilası
arifesi devri.
A, I.
GALDAN DEVRİ (1678-1697)
Appak Hâce
1677’de Seidiye Hanlığı’nın son hanı İsmail Han tarafından kovalanınca, Keşmir
yolu ile Tibet’ e geçer ve burada Budistler’in lideri Dalay Lama V ile görüşür.
Ondan İsmail Han’a karşı yardım etmesini ister. Doğal olarak bu istek Dalay
Lama’nın hoşuna gider. Çünkü Altışehir hükümdarları Abubekir’den başlayarak
Seyit Han ve Abdullah Han’lar Tibet’e birkaç defa asker göndererek, Budizme
karşı cihat yapmışlar, Budistleri ağır derecede öfkelendirmişlerdir. Artık
Apnak Hâce’nin isteğiyle Bu- distler'in Müslümanlar’a karşı kısas savaşı için
bir fırsat yaratılmıştır.
Dalay Lama
kendi öğrencisi, Cungarlar’m hanı Galdan’a mektup yazarak, Appak Hâce’nin
Altışehir’deki nüfuzunun yerine getirilmesi için askeri yardım etmesini
önerir. Bu öneri, Galdan’m Seidiye Hanlığı üzerinde çoktan beri gönlünde
beslediği hırslarını körükler. Şans
Galdan'ın
ayağına gelmiştir, Galdan askerî faaliyete geçmede hiç tereddüt etmez, Appak Hâce
ve Cungar komutanlarının başında bulunduğu 12 000 kişilik Cungar ordusu Mu-
zart Geçidi üzerinden güneye, Yarkent'e doğru.ilerler, Cungar Hanlığı’nın en
güçlü dönemine rastlayan bu askerî hareketin hedefine ulaşmasında hiç şüphe
yoktur. Cungar ordusunun faaliyeti "Tezkire-i Cahan”da şu şekilde hikaye
edilir :
"Buşuktuhan
(Galdan) mektubun konusuna saygı göstererek, çok asker biriktirip Kaşgar'a
gönderdi, Kaşgar halkı, Appak Hooa'nın Kalmuk askeri ile beraber geldiğini
duydu, İsmail Han'ın oğlu Babak Sultan, Kalmaklar*a karşı askerî girişimlerde
bulunurken şehit düştü. Kalmaklar galip olarak Kaşgar'ı aldı ve Yarkent'e
geldi, İsmail Han çok asker ile çıkıp savaştı, Yarkent Hakimi Evez Beg' e
kurşun isabet etti, o şehit düştü. Han yenileceğini anladı, savaşsa çok insan
ölecekti. Bu sebeple han kendi insanları ile şehirden çıkıp uzaklaş
tı".(LİU 1988 î 818). Fakat, İsmail Han uzaklaşamaz, yakalanır ve ailesi
ile beraber İli'ye götürülür.
Bu işgalden
sonra, 1678'de Appak Hâce bütün Altışe- hir tahtına han tayin edilir. Appak Hâce’nin
büyük oğlu Yahya Hâce Kaşgar'a hakim olarak gönderilir. Appak Hâce' nın padişah
olduktan sonra yaptığı işlerin en önemlisi Karataglık Hâceler'ı ve onların
taraftarlarını öldürerek, iktidarını muhaliflerinden temizlemek olur. İşte o
zaman Karataglık Hâceler'dan iki kardeş, Şuayup Hâce ile Danyal Hâce yurt
dışına, Keşmir'e kaçar. Fakat, Appak Hâce şiddet yolu ile umduğunu bulamaz.
"Appak Hâce Kalmuk askeri ile beraber geldi" söylentisinin
muhalifleri tarafından etkili bir şekilde propaganda malzemesi olarak kullanılması,
Appak Hâce'yı çok rahatsız eder. Sonuçta, "Tezkire- i Cahan"daki
ifadeye göre : "Appak Hâce bir müddet padişahlık yaptı. Fakat, hâcelık
ile padişahlık bir arada yürümedi. Turfan'dan İsmail Han'ın küçük kardeşi
Mehmet Emin Han'ı getirip, padişahlık tahtına oturttu" (LİU 1988 î 820).
Appak Hâce,
Mehmet Emin Han’ı bir "Kukla Han" olarak kullanıp, kendini rahatsız
eden baskılardan kurtulmayı düşünecektir. Fakat, işler Appak Hâce’nin
düşündüğü gibi gitmez. Mehmet Emin Han tahta çıkar çıkmaz, Cungar memur ve
amirlerini Altışehir’den kovar, Cungarlar ile olan bütün ilişkisini keser. Bu
gelişme Appak Hâce ve onun taraftarlarının işine gelmez. Çok geçmeden Mehmet
Emin Han suikast ile öldürülür, Appak Hâce eskisi gibi yine Cungarlar a
dayanarak hanlığını sürdürür.
Hâceler
arasındaki savaşın en şiddetlisi, Appak Ho*- ca'nın ölümünden (1694) sonra,
Appak Hâce’nin kendi ailesinden, çıkar. Bu konu "Tezkire-i Cahan’’da
şöyle anlatılır : "Appak Hâce’nin cesedi Kaşgar’m Yagdu denilen yerinde
(1)
gömüldü. 0
zaman Hanım Padişah' Yarkent’te oturuyordu. Appak Hâce’nin büyük oğlu Hâce
Yahya Kaşgar’da hükümdar idi,... Birkaç gün sonra, Hanım Padişah Yarkent alimi
Mirza Barat Ahun'u yanma alıp, Kaşgar’a Appak Hâce’nin mezarını ziyaret etmek
için geldi. Hâce Yahya ona saygı gösterdi ve mezara yakın bir yere yerleştirdi.
Hâce Yahya her gün şehirde kalıp, her sabah Hanım Padişah’ın ziyaretine
geliyordu. Bir gün Mirza Barat Ahun, Hâce Yahya’yı gizli bir yere çağırıp s Hâcem,
kadın kişi ile yurt idare edilmez. Bir taraftan Kırgızlar rakip olmakta. Kendiniz
Yarkent’te, başkentte oturun. Bu halde düşmanlarımıza fırsat kalmaz, diye akıl
verdi. Yahya Hâce : Babası Appak Hâce’nin ölümüyle beraber, üvey anası ile taht
kavgası yaptı, denilir, diye itiraz eder. Barat Ahun s Yurt işi için utanmak
söz konusu olamaz. Utanma ile memleket viran olur. Siyaset elden gittikten
sonra, pişmanlık fayda vermez, der. Bu konuşmadan Molla Sıkıy adında bir kişi
haberdar olup, o bu konuyu kendi karısına söyler. Sonra bu söz Hanım
Padişah’ın kulağına ulaşır. Hanım Padişah
(1) Hanım
Padişah, İsmail Han’ın kız kardeşi olup, Mehmet Emin, han olduğu sırada Appak Hâce
ile evlenmiştir.
Bu
evlilikten de anlaşılıyor ki, Appak Hâce Altışehir de hükümdar olarak
tutunabilmek için, eski han cemaati ile akraba olmaya çalışmıştır. kuşku
içinde Hâce Yahya’yı öldürmeyi düşünür. Birkaç kişiyi eline kılıç verip,
suikast için hazırlar. Sabahı Hâce Yahya, Hanım Padişah’m ziyaretine gelince,
Hanım Padişah kinli bir şekilde ona : Hâcem Yahya, ben bu mezarda geceyi
geçirirken, siz şehirde rahat ediyorsunuz... Ben bir ana olarak burada misafir
iken, geri dönmeme kadar burada benim yanımda kalmanız gerekmez mi ? Sizin
hangi atanız han olmuş ki.... Hanlığa varislik etmeniz anlamsız değil mi ?
Benim atalarım hanlık ile bugüne kadar gelmiştir, diye kinaye eder. Yahya Hâce
: Size hizmet etmek için Kaşgar’da bulundum. Yoksa, bir köşede dua ile
geçinirdim, der. Bu vaziyet altında, Latif Bakavul adındaki uyanık bir kişi,
işaret eder. Yahya Hâce kaçar. Hanım Padişah Yarkent’e döner. Birkaç gün
geçtikten sonra, Mirza Barat Ahun dervişler tarafından baltalanarak öldürülür.
Altı aydan sonra Hanım Padişah’m emriyle Hâce Yahya da öldürülür. Hâce
Yahya’nın üç oğlu vardı, İkisini dervişler öldürür. Hâce Ahmet denilen oğlunu
müritleri Delik Dağ’a kaçırır" (LİU 1988 : 825).
Yarım yıldan
az bir vakit içinde Kaşgar hakimi Muhammet Emin, Yarkent hakimi Şah Seyit ve
onlar ile ilişkisi olan birkaç yüz kişi Hanım Padişah tarafından öldürülür. Bu
şekilde şiddet yolu ile düşmanlarını bertaraf eden Hanım Padişah, kendi oğlu
Mehdi Hâce’yı hanlık tahtına oturtur. Fakat, Hanım Padişah kendisi de dervişler
tarafından bıçaklanarak öldürülür.
Hanım
Padişah’m öldürülmesinden sonra, han soyundan da, hâce soyundan da olmayan, Akbaş
Han adında birisi, kendini Yarkent Hanlığı’nın hanı, diye tanıtıp, Yarkent
Hanlığı’nın tekrar kurulduğunu ilan eder. Kaşgar'daki Aktaglık Hâceler, Delik
Dağ’a gizledikleri Hâce Ahmet’i geri getirip, onu Kaşgar Hanlığı’nın hanı ilan
ederler. Bu şekilde şehir hanlıklarının kurulmasıyla, Aksu Hakim Bey'i
Abdusattar, Üçturfan Hakim Bey'i Bocisi*lar da kendilerini bağımsız hükümdar
ilan ederler. Kumul, Çin’e bağlılığını belirtir. Turfan ise, Çin ile Cungar
Hanlığı arasında bocalar. İşte bu karışık vaziyete o zaman Cungar Hanlığı
müdahale etmekten yoksundur. Çünkü Galdan’m Çinlilere yenilgisinden sonra,
Cungar Hanlığı, batıya genişlemekte olan Çin’e karşı koymak zorunda
kalacaktır.
Bu şehir
hanlıkları arasındaki en zayıfı, Akbaş Han’ m kurduğu Yarkent Hanlığı olup,
Akbaş Han yerini sabitleştirmek için, Yarkent’teki Karataglık Hâceler’a dayanarak,
Aktaglık Hâceler’ı kılıçtan geçirir. Akbaş Han’ın Aktaglık Hâceler’a karşı
yaptığı şiddet eylemleri hakkında, "Tezkire-i Cahannda şöyle
bir mübalağalı ifade bulunmaktadır : "Akbaş Han Yarkent’te bin tane
divane-sufi- leri yakalayıp koyun gibi kesti. Onların kanı ile değirmen
çevirip, un öğütüp yedi" (LİU 1988 : 827).
Akbaş Han
Karataglık Hâceler’ı arkasına alarak Yarkent’ te hükümdar olmaya çalıştığı o
sıralarda, Karataglık Hâceler’m tanınmış lideri Danyal Hâce Maveraünnehir’dedir,
Appak Hâce,saltanatı sırasında, Yarkent Hanlığı’ndan kaçan Keşmir’deki iki
kardeş Karataglık hâceya birkaç defa mektup yazar. Onların hayatlarının
tehlikesiz olduğuna teminat vererek, geri dönmelerini sağlar, Danyal Hâce
ağabeyi Şuayup Hâce ile Tanrı Dağları’nın güneyine gelir. Fakat, onlar Tiznap
nehrinden geçtiği sırada, Şuayup Hâce, Aktaglık Hâceler'm önceden hazırladığı
suikast girişimi ile öldürülür. Ceset nehre atılır. Bu faciadan kaçıp kurtulan
Danyal Hâce, Hocent şehrine yerleşir. Onun Yakup Hâce adlı oğlu burada doğar.
İşte bu Danyal Hâce, Akbaş Han’ın daveti üzerine Yarkent’e geri döner. Akbaş
Han, Danyal Hâce'ya Yarkent tahtını teslim eder ve kendisi Hindistan'a gider.
Yarkent,
Karataglıklar'm lideri Danyal Hâce’nin Kaşgar ise, Aktaglıklar'ın lideri Ahmet Hâce’nin
elinde olmak üzere bu iki şehir arasında dinmek bilmeyen aşırı, düşmanlık
sürtüşmeleri sürüp gider. Kaşgar’ın askerî birlikleri savaş ile Yarkent
kapısına kadar dayanır. Yarkent kervanları yağmalanır. Yarkent*in durumu zayıftır.
Böyle bir zor durumda, Danyal Hâce, Haşim Sultan adında bir Kazak kabile
başkanını Yarkent’e davet ederek, onu Yarkent’in hanı ilan eder. İşte o andan
itibaren Al- tışehir’deki Kazak ve Kırgızlar, hâcelerin yarattığı siyasî
olaylara çeşitli vesilelerle karışmaya başlarlar. Göçebe olan atlı Kazak ve
Kırgızlar'm hareketliliği ve savaş kabiliyeti, elbette savaş durumunda olan hâcelerin
dikkatini çeker. Hâceler ise savaş sanatından yoksundur. Kaşgar’daki Ahmet Hâce
da, Kırgızlar'ı kullanmak amacıyla onların büyüklerinden Azumet Bi'yi KarahanJ
Kazar Zengi* yi Hakim BegJ Çarupbeg'i Eşikaga Beg olarak tayin eder.
Haşim Sultan
Yarkent'te bir buçuk yıl kadar han . olur. Önce o, Danyal Hâce’nın durumunu
gerçekten düzeltir. İçte toplum düzenini rayına oturtur, dışta Hoten ile
Kaşgar'm saldırılarını durdurur. Fakat, sonraları gelişen olaylara hakim
olamaz. Bu konuda "Tezkire-i Ca- han"da : "Bozuk insanların
etkisiyle Haşim Sultan’m güçleri arasındaki ittifak bozuldu" diyor.
Sonunda Haşim Sultan, kendi insanlarını yanma alıp» Yarkent'ten Tanrı
Dağları’nın kuzeyine çekilir (LİU 1988 î 816-852).
B, II,
ÇİVAN ARAPTAN DEVRİ (1697-1727)
Galdan
ölünce, Çivan Araptan Cungar Hanlığı’nın tahtına geçer. 0, birkaç yıl kendini
güçlendirdikten sonra, 1700 yılında Altışehir’deki hâcelerin şehir hanlıklarına
karşı, 1677 yılında Galdan'm yaptığı gibi, büyük çapta askerî eyleme girişir.
Cungar ordusu Kumul ile Aksu'ya aynı zamanda saldırır. Kumul'da Çin
askerlerinin direnişi ile karşılaşır, fakat Aksu'yu ele geçirmeyi başarır.
Aksu'dan sonra güneye inen Cungar ordusu, Kaşgar çevresinden geçerek
Y&rkent'e yaklaşır. Danyal Hâce karşı koymadan teslim olur. Danyal Hâce'yı
yanında götüren Cungar ordusu dönerken, Kaşgar*ı da işgal eder. Ahmet Hâce esir
alınır. Danyal Hâce ailesi ile, Ahmet Hâce da ailesi ile beraber İli'ye
götürülür. Onlar bugünkü Gulca şehri ile Nılkı nahyesi arasındaki İren Kabırga
denilen dağlı yöreye yerleştirilip gözaltında tutulur (LİU 1988 : 835).
Altışehir’in
Cungarlarca bu ikinci işgalinden sonra, Çivan Araptan*m ölümüne kadar (1727) bu
yörenin tamamen Cungarlar tarafından askeri güce dayanarak tek bir elden
yönetildiği bilinmektedir. Çivan Araptan,.Gungar Hanlığının tahtında iken,
yalnız Altışehir’e değil, Lama dinini kendi lehine kullanmak amacıyla 1717’de
Tibet’e de askerî güç kullandığı bilinir. Çivan Araptan’m 1723 yılındaki
Kazaklar'a saldırısı, Kazaklar’m tarihinde çok acı anılar bırakmıştır
(Şincangning Kiskiçe Tarihi : 362, 365).
0, III,
GALDAN ŞİRİN DEVRİ (1727-1745)
Çivan
Araptan 1727 yılında Ölür, yerine oğlu Galdan Şirin han olur. Cungarlar’daki bu
han değişiklisi, Altı- şehir için bir idari değişiklik getirir. Galdan Şirin,
Altışehir’i hâceler aracılığı ile idare etmenin daha kolay olacağını düşünür
ve tutsak olan Danyal Hâce’yı Yar- kent’e han tayin eder. Cungar Hanlığı,
Altışehir'den her yılı için toplanan 100 000 madeni para değerindeki (3,5 ton
gümüşe bedel) vergiyi, Danyal Hâce aracılığı ile almaya başlar. Danyal Hâce’nin
bu hizmeti için, Cungar Han- - lığı ona öşür, zekat gibi dini gelirlerden
faydalanma yetkisini verir. Görülüyor ki, Altışehir halkı hem resmi vergi, hem
dini vergi yükü altındadır. Resmi vergiyi Kal- muklar alır, dini vergiyi hâceler
alır. Hâceler, iktidara gelmeden önce de, Altışehir’in en zengin insanlarından
olacaklardır. Mesela, Seidiye Hanlığı’nın ikinci hanı Abdureşit Han, Hâce
Muhammed Şerif Büzrükvar’a şimdiki Kargalık nahiyesini (o zaman küçük bir
köydür) ona özel toprak olarak verir (LİU 1988 : 805).
Danyal Hâce
Yarkent’te "Kukla Han” olarak saltanat sürdüğü sırada, onun büyük oğlu
Yakup Hâce İli’de rehin tutulur. Danyal Hâce, ölümüne kadar süren 7 yıllık
(1727- 1755) hükümdarlığı sırasında Cungarlar’a sadakatle hizmet eder. Her yıl
İli’ye gidip, Cungar Hanlığı’na vergi teslim etme, hizmetinden rapor verme
gibi işleri zamanında icra eder. Tabii bu sırada oğlu Yakup Hâce’yı da görme
fırsatını bulur.
Danyal Hâce
öldükten sonra, büyük oğlu Yakup Hâce Yarkent hakimi, ikinci oğlu Yusuf Hâce
Kaşgar hakimi, üçüncü oğlu Hamuş Hâce Aksu hakimi, küçük oğlu Abdullah Hâce
Hoten hakimi olarak tayin edilir. Bu tayin işinde "han” ifadesi
kullanılmaz. Her hâcenın yanına '‘Hakim Bey"leri tayin edilir : Abduvahit,
Aksu’ya, Gazi Beg, Yarkent’e, Ömer, Hoten’e, Kipek, Kaşgar’a Hakim Bey olur-
(LÎU 1988 : 835)• Appak Hâce ve Danyal Hâce Altışehir’e hükümdar tayin
edilirken, gerçi kukla mahiyetinde olsa bile ”han” ifadesi kullanılmıştır.
Fakat bu defa bu dört hâcenın dört şehire sadece hakim olarak tayin edilip,
"han” ifadesinin kullanılmamasmdan anlaşılıyor ki, Cungarlar Altışehir’i
artık kendi toprakları olarak hissetmeye başlamışlardır. Her hâce,yanındaki başka
hakim beyin kontrolü altındadır.
D, iv.
DAVAÇİ DEVRİ (1745-1755)
Cungar
Hanlığı’nın tahtında, 1745 yılındaki Galdan Şirin’in ölümüyle iki yıl içinde üç
defa han değişir. Nihayet Amursana’nın desteğiyle Davaçi han olur. Davaçi* •
nin iktidarı, dışarıdan Çin baskısının arttığı, içten Cungar beyleri arasında
çatışmaların çoğaldığı, genel olarak, Cungar Hanlığı’nın çökmekte dlduğu
devreye rastlar, Bu durum doğal olarak, Altışehir’deki hâcelerin tutumunu da
etkiler. Cungar beylerinin Galdan Şirin’in ölümüyle boşalan taht için yapılan
şiddetli kavgaları, Hâce Yusuf’un İli*de bulunduğu döneme rastlar. Cungar
tahtına önce Galdan Şirin* in küçük oğlu Çivan Durci Nam- car han olur. Çok
geçmeden, Çivan Durci Namcar eniştesi Sayin Bulak tarafından öldürülür, yerine
Galdan Şirin’in büyük oğlu Lama Darca han olur. Bu yeni han, kendisinin han
olmasına yardım eden Sayin Bulak ve Cungar Hanlığı’ nın kuruluşunda payı olan
Büyük-Küçük Şirin’ları da öldürür. Daha sonra Amursana, Lama Darca*yı öldürüp,
Davaçi’yi hanlığa yükseltir.
Hâce Yusuf
Cungarlar arasındaki bu olup biten olayları yakından izler ve bu fırsattan
yararlanarak, Gungar- lardan kurtulmak için hemen harekete geçer. 0, Kaşgar hakimi
Kuş Beg ve Kırgızlar’m başkanı Ömer Mirza ile gizli halde haberleşir. Onlara
ayaklanmanın hazırlıklarını yaptırır. Bütün hazırlıklar bitince, Hâce Yusuf’un
önerisine göre, Kaşgar Hakimi, Davaçi’ye "Kırgızlar, Kaşgar ve Yar- kent’e
her an saldırabilir” diye yalan bilgi göndererek, olayın yatiştırılması için, Hâce
Yusuf’un geri gönderilmesini ister. Bu haberden endişe duyan ve çevresinden de
emin olamayan Davaçi, Yusuf Hâce ve oğlunu salıverir.
Üçturfan
Hakim Bey’i Bocisi Hâce Yusuf’un gizli planlarından haberdar olur. 0, bu konuyu
Davaçi’ye ilet* mek üzere İli’ye giderken, yolda, Bay nahiyesinin civarından
akan Muzart nehri boyunda Hâce Yusuf ile karşılaşır. Hâce Yusuf, Bocisi’nin
İli yolculuğundan kuşkulandı-* ğı için, Kaşgar’a hızlı bir şekilde gelir ve
savunma hazırlığını yapar. Hocisi’nin ihbarı üzerine Davaçi, güneye Hâce
Yusuf’u yakalamak için, 300 atlı asker gönderir. Fakat, Davaçi’nin Hâce Yusuf’u
yakalama çabası, Kaşgar beylerinden Hudayar’m planladığı Hâce Yusuf’u öldürme
girişimi sonuçsuz kalır. Hudayar kendisi öldürülür. Sonuçta Kaşgar, Yarkent ve
Hoten şehirleri Gungar Hanlığının bağlayıcı bütün Öneri ve eylemlerini geri
çevirir. Davaçi, kendisinden önceki Cungar hanlarının yaptığı gibi güvenilir
bir askerî faaliyete girişemez (LİU 1988 : 836- 840). Davaçi ile Anıursana
ikisinin arasındaki düşmanlık sonucu, Anıursana Çin’e sığınarak yardım
isteğinde bulunur. Çin de bu olayı kendi isteğine göre değerlendirir.
Çin
İmparatoru Doğu Türkistan’a asker gönderdiği sıralarda (1755)>
Altışehir’deki siyasî durum şöyledir : Karaşehir, Kuçar, Aksu ve
Üçturfan,Cungar Hanlığı’na bağlılığını sürdürmektedir. Kaşgar, Yarkent ve
Hoten,Kara- taglık Hâceler’m idaresindedir. Kumul ve Turfan Çin’in etkisi altındadır
(LİU 1988 : 891).
Çin ordusu,
Cungar Hanlığı’nı darmadağın ederek, Da- vaçi’yi yakaladıktan sonra,
Altışehir’in işgali ve idaresi gündeme gelir. Aksu Hakim Bey‘i Abdulvahap,
Üçturfan Hakim Bey*i Hocisi’lerin teklifi üzerine güneydeki Kara- taglık Hâceler’a
karşı kullanmak amacıyla, ataları Ahmet Hâce döneminden buyana tutsak
"bulunan Aktaglık Büyük- Küçük hâceler salıverilir.
Tanrı
Dağları’nın kuzeyinde Çin, Cungar ve Aktaglık Hâceler arasında cereyan eden
gelişmeleri, güneydeki Ka- rataglık Hâceler elbette ilgi ile izlerler, Yusuf Hâce,
Yakup Hâce ve Abdullah Hâce (Padişah Hâce) kardeşler başta olmak üzere,
Karataglık Hâceler ve onların taraftarları Yarkent’te toplanıp, Burhaniddin Hâce'ya
(Büyük Hâce) karşı savaşmanın çarelerini tartışırlar. İşte o zaman Burhaniddin Hâce
400 kişilik Çin ve 1000 kadar Kalmuk askerlerinden müteşekkil bir yabancı
ordunun başında Üçturfan’a gelip yerleşmiş görünmektedir. Karataglıklar
arasındaki tartışmada, Üçturfan’a gidip, Burhaniddin ile orada savaşma fikri
ağırlık kazanır. Yusuf Hâce, Üçturfan’ m Yarkent’ten çok uzak olduğunu, ortada
bulunan çöl yolunun yıpratıcı olduğunu, savaş kazanılsa bile orayı korumanın
güç olacağını söyleyip, Üçturfan’a gidip savaşma fikri taraftarlarını
fikrinden caydırmaya çalışır. Fakat, o sıralarda ağır hasta olan Yusuf Hâce
ölür. Yakup Hâce,Yenihisar, Yarkent, Kargalık ve Kırgızlar’dan toplanmış
birliğin başında Artuş üzerinden Üçturfan’a gider. Yakup Hâce’nın küçük kardeşi
Abdullah Hâce, Kaşgar’da Yusuf Hâce’nın yerine hükümdar olur.
Yakup Hâce’nın
ordusu uzun ve meşekatlı yolculuğun yorgunluğunu gideremeden savaşa girer ve
kısa sürede savaşı kaybeder. Yakup Hâce yenik ordusu ile Kaşgar’a çekilir. Bu
yenilginin en önemli sebebi, ordu komutanlarından bazıları Burhaniddin
tarafına geçer. Savaş sırasında cereyan eden en ağır olaylardan biri de,
Yarkent ordusunun terkibindeki Kırgız atlı askerlerinin cepheyi bırakarak
yağma hareketine girişmeleridir. Yakup Hâce’nın Kaş- gar’a döndükten sonra
yürüttüğü savunma eylemleri de pek başarılı olamaz. Çünkü, yenilgiden dönmüş
Yarkent askerlerinin kendilerini aklama amacıyla karşı taraf gücünü isteyerek
abartıp söylemeleri, Kaşgar halkını tereddüte düşürür. Üstelik Kaşgar eskiden
Aktaglık’1arın tesirinde bulunan şehir olduğu için, Burhaniddin’in taraftarları
orada az değildir. Burhaniddin Artuş’a geldiğinde çok sayıdaki Aktaglık
taraftarları onun safına katılırlar. Sonuçta, Yakup Hâce, Abdullah Hâce başta
olmak üzere Kara- taglıklar Yarkent’e kaçarlar. Burhaniddin Hâce Kaşgar’a rahat
bir şekilde girer. Yarkent ordusunun kuzeye yürüyüşünden, Burhaniddin’in
Kaşgar’a girmesine kadar geçen zaman 40 gündür (LİU 1988 : 895-898). Bundan
sonra, Kara- taglık Hâceler ile Aktaglık Hâceler ortasındaki en kanlı son savaş
Yarkent’te cereyan edecektir.
Burhaniddin Hâce
Kaşgar’ı ele geçirdikten sonra, asker sayısını çoğaltır. Burhaniddin’in
askerleri Çin ve Kalmuk askerlerinin dışında, Kaşgar askerleri, Aksu, as- ,
kerleri ve Kırgız askerleri olarak adlandırılır. Kırgız- lar’dan Kurbat Mirza,
bu yeniden kurulan ordunun başına geçer. Başında Burhaniddin Hâce’nin bulunduğu
kalabalık bu ordu, Yarkent*i ele geçirmek için faaliyete geçer.
Yarkent,
Karataglık Hâceler’m son ve en güçlü kalesidir. Fakat, Yakup Hâce, burada da
Burhaniddin’e karşı koyabileceğine güvenemiyor, Mekke’ye gitme tereddütüne
kapılır. Yakup Hâce’nin bu isteği, Yarkent Hakim Bey’i Gazi Beg ve Niyaz
Beg’ler başta olmak üzere, bir bölüm askerîler ve amirler tarafından kesin bir
şekilde engellenir. Yarkent’te yoğun bir şekilde savaş hazırlığı yapılır.
Gazi Beg Yarkent ordusunun komutanlığını üstlenir. Niyaz Beg bütün sivil
savunma işlerini üstlenir. Şehir halkı ve şehir çevresindeki çiftçiler şehir
kalesini daha dayanıklı hale getirmek için çalıştırılır.
Yarkent,
Altışehir’in nüfusu en yoğun olan şehirdir. Şehir kalesinin umumi uzunluğu 10
kilometreye yakındır. Kalenin 12 kapısı vardır. Bu şehir Duğlat beylerinden
Abubekir’in ve Seidiye Hanlığı’nın başkenti olur. Hâcelerin Altışehir’de nüfuz
etmesinden başlayarak Karataglık Hâceler’m merkezi olur. Karataglık Hâceler’m
piri sayılan Hâce îshak Veli’den sonraki hâcelerin çoğu bu şehirdeki Altın
Mezar’a gömülüdür. Altın Mezar ve Çilten Mezarı ’nın çevresine çok sayıda
Karataglık Hâceler ve dervişler toplanır. Onlar Yarkent Savaşı başlanınca çok
asebi- leşir. Gözleri dönmüş halde savaşın en şiddetli yerlerinde savaşır. ”Ya
Allah, Ya Resulullah l” diye zikir ile önüne geleni kesip, çiğneyip geçer.
Savaşın ilk döneminde Burhaniddin’in ordusu çok insan yitirerek geri çekilir.
Burhaniddin kendisi de yaralanır. Yarkent Savaşı’nın ilk dönemindeki bu
başarıların sırrı, Burhaniddin’in yaptığı savaşın, istilacı haksız bir savaş
mahiyetini taşımasıdır. Burhaniddin’in ordusunda Çin ve Kalmuk askerlerinin
bulunmasından dolayı, Yarkent halkı, hak ve adaletin ken- dileri tarafında
olduğuna inanmaktadırlar. Bir tarafta disiplinli iyi silahlanmış bir ordu, öbür
tarafta inancına sarılmış, ölümü göze almış kalabalık halk.
Burhaniddin Hâce
doğrudan doğruya savaş yolu ile şehir! ele geçiremeyeceğini anlayınca, başka
bir yola, tehdit ve aldatma yoluna başvurur. Bu yol karşı tarafa bir mektup
yazmakla başlar. Burhaniddin’in Yarkent*e gönderdiği mektubu, “Tezkire-i
Cahan”a göre şöyledir î
”Ey Hâce
Cahan (Yakup Hâce), ey Yarkent halkı, dikkat ediniz l Sizlere önce Hakani Çin’in
yarlığı (fermanı) ikinci olarak Amursana’nın yarlığı şu ki, birçok zamandan bu
yana, bu yurda Kalmuk beyleri hükümdar olmuştur. Sisler buraya vergi ödeme
vaatı ile görevlendirilmiş ve başkan olmuştunuz. Şimdi ise görev ve
vaatlerinizi unutup, vefasızlık etmekle, sonunuzun ne olacağını düşünmeden
karşı koymakla meşgulsünüz. Davaçi tahttan indi, Hakani Çin’in yarlığı ile
Amursana han oldu. Bütün Kalmuk hududu emin bir hale geldi. Onlara ait olan
yurtlar Hakana ait oldu. Bizi Moğolistan yurdunu ele geçirip, Hakani Çin’in
yarlığını iletin diye buraya gönderdi. Onlar kabul görse iyi, kabul etmezlerse
savaşın, eğer yenliseniz, biz bundan sonra çok sayıda asker gönderip, savaş
ile halkı esir alıp, şehiri viran ederiz, diye dinlerine göre yemin ettiler.
Şimdi sizin için faydalı olanı şu ki, sizler kin kılıcını bırakıp, yurt
büyükleri ile beraber önümüze gelin. Biz han ve beylerden sizin bağışlanmanızı
isteriz, ümit ederiz ki, bağışlanıp, bir şehrin padişahı olursunuz. Bizlerden
akrabalık ise budur. Eğer bu sözleri kabul etmez, kendi bildiklerinizi yapmaya
devam ederseniz, sonuçta olabilecek bütün kötülüklere katlanmak zorunda kalacaksınız"
(LİU 1988 : 901-902).
Kendi
rahatına düşkün zengin ve hükümdar tabaka insanları için bu mektubun bir hayli
etkisi olur. Yarkent beyleri arasında asilik eylemleri görülmeye başlar. Ya-
kup Hâce ve Yarkent ordusuna ilk ihanet, Yarkent ordusur nun komutanı Gazi
Beg’den gelir. Burhaniddin Hâce, Gazi Beg'e yolladığı yine bir. mektubunda, onu
ileride Yarkent’ in Hakim Bey*i yapacağı hakkında söz verir. Arkasından Gazi
Beg, Burhaniddin Hâce’nın Yarkent ordusunu yenilgiye sürükleyecek bir yarlığını
teslim alır. Gazi Beg, bu yarlığı gerçekleştirmek için, Yakup Hâce’yı
etkilemeye çalışırken şöyle der î
"Ey
adalet sahibi hâcem, biz ne zamana kadar şehirde kapalı kalabiliriz. Şehirde
hastalık ve açlık başgös- termektedir. En iyisi 12 yaştan 70 yaşa kadar asker
alalım. Böylece hepimiz asker olup savaşırsak, Burhaniddin*i yeneriz".
Gerçi, Gazi Beg’in bu önerisi, çok sayıdaki beyler tarafından "kendi
kendini mahvetmek" diye reddedilse bile, Yakup Hâce, Gazi Beg’e itimat
ettiği için, bu öneriyi uygular. Bu önerinin uygulanması ve sonucu
"Tezkire-i Cahan" da şu şekilde hikaye edilir î
"Sabahleyin
bütün askerler silahlanıp kapıdan çıkmaya başlar. Bazı kişiler bu Yarkent
askerlerinin sayısını 40 000 diye hesaplamışlardır. Öndekiler yenilip, geri
çekilene kadar, arkadakiler kapıdan çıkmaya devam eder. Her iki taraf savaşa
girdiği halde, Gazi Beg Yarkent askerlerinin ok atmasını yasaklar. 0 halde
bile Yarkent askerleri, Burhaniddin askerlerini birkaç fersah geriye püskürtür.
Onlar Yarkent askerlerinin.çokluğundan ürküp, canlarından ümidini keserler.
Savaş hilekar Kırgızlar tarafından gözetlenir. Burhaniddin Hâce’nin askerlerinden
500 kişi Gazi Beg tarafına saldırır. Gazi Beg fırsatı değerlendirir, bayrağını
toplayarak kaçmaya başlar. Arkasından Kırgızlar at koşturur. Bütün Yarkent
askerleri panik içinde kaçmaya başlar. Öldürülen Yarkent askerleri deredeki
taşlar gibi serilir. Kan nehir gibi akar. Kaçanlar şehir kapısına sığmadığı
için birbirini çiğneyip öldürürler, Geride kalanlar düşmanın silahı altında
ölürler, Bazı kimseler kale üstündeki kişiler tarafından çekilerek şehir
içine alınır. Hâce Abdullah kale üstünde durup, askerlerin bozulan silahlarını
onarır. 0, kaçanları durdurabilmek için, kale üstünden aşağa inip, Tokal Urus Hâce
ile ata binip, birkaç defa kaçan askerleri geri çevirir. Fakat, kaçan askerler,
çevrildikçe kaçtılar. Kapıdan girebilenler sağ kaldı. Dışarıda kalanlar öldü.
Güneş battı, karanlık oldu. Burhaniddin’in askerleri ölenlerin elbise ve
silahlarını topladılar. Şehir içi yas havasına büründü. Biri babam derse, biri
çocuğum, biri ağabeyim, biri kardeşim, diye feryaddetti. Yastan nasibini
almayan hiç kimse yoktu” (LİU 1988 j 906-907).
Bu faciadan
sonra, Gazi Beg evine kapanıp, Yakup Hâce’ ya görünmemiştir. Yakup Hâce, bu
vaziyeti düzeltmekten yoksun ve perişandır. Sonuçta Pamir Yaylası tarafına kaçma
kararına varır. Bu kaçış olayını "Tezkire-i Cahan” şu şekilde hikaye eder
s
"Hâceler
gitmek üzeredir. Bu durumdan/bazılarının babası haberdar olsa, oğlu habersiz
idi. Bazısı ata, bazısı deveye binip, bazısı piyade yol gereksinimlerini bile
almadan, sanki şehirden köye gider gibi Meshire Kapısı ile Kargalık yolunu
takip ettiler. Yolda Kırgızlar bekli- yormuş. Neticede yolu terk ederek,
karanlık gecede öyle-
sine yol
yürüdüler ki, babanın oğul ile, oğulun baba ile iİri si olmadı. Erkek
erkekliğini, kadın kadınlığını unutup yol yürüdüler" (LİU 1988 : 907).
Fakat, sabahleyin onların hepsi esir alınır, Y alnın Hâce başta olmak üzere
birçok insan öldürülür (LİU 1988 : 898-908).
V. BÖLÜM
İSYANLAR
YÜZYILI (1757-1865)
Çin
askerlerinin Doğu Türkistan’a girdiği 1755’ten Yakup Bey’in iktidara geldiği
1865’e kadar süren 110 yıllık zaman, Birinci Çin İstilası Devri’dir. Fakat,
Çinliler bu kadar uzun zaman içinde istilayı tam olarak gerçekleştirememişler.
Çünkü bu yüzyıl Doğu Türkistan için, tam anlamıyla İsyanlar Yüzyılı olmuştur
(Toru 1978 î 68). Bu İsyanlar
Yüzyılı’nda meydana gelen isyanlar şunlardır:
Büyük-Küçük Hâceler
İsyanı (1757-59)J Üçturfan İsyanı (1765); Ziyavdin Hâce İsyanı (1815);
Cihangir Hâce İsyanı (1824-28); Yusuf Hâce İsyanı (1850); Yedi Hâce İsyanı
(1847); Velihan Töre İsyanı (1857); Kuçar ve Döngen- ler*inİsyanı (1864).
BÜYÜK-KÜÇÜK
HÂCELER İSYANI (1757-59)
Galdan'm
1697’deki ölümünden sonra, güçlü Cungar Hanlığı zayıflamaya başlar. Bu
vaziyetten istifade eden Altışehir’deki hâcelerin ve eski han camaatlarınm Cun-
garlar'a karşı başkaldırdıklarını, olayın Cungarlarca yatıştırılıp, Aktaglık
Ahmet Hâce ile Karataglık Danyal Hâce’ nm İli*ye götürüldüğünü daha önce
yazmıştık. İşte o zamanlar gözaltında bulunan Ahmet Hâce’nin İli’de iki oğlu
olur : Burhaniddin Hâce (Büyük Hâce) ve Hâce Cahan (Küçük Hâce). Ahmet Hâce
öldükten sonra da, onun bu iki
(1) Çin
Müslümanları’na Doğu Türkistan’da Döngen veya Tungan, denilir. Döngenler’in
dili Çince olup, Türkistan’daki Döngenler genellikle Türkçe de bilirler.
Günümüzdeki Çin sınırları içinde Döngenler’in en çok bulunduğu yöre, Doğu
Türkistan dahil, Çin’in kuzey batı kısmıdır. Döngenler’in etnik yapıları
hakkında, Z. V, Togan : "Moğollar zamanından kalan ve sonraları Doğu
Türkistan’da cereyan eden hadiselerde kuzey Çin’ e gidip yerleşen ve Çinlileşen
Müslümün Türk ve Moğol unsurları Döngen adıyla tanılır" demektedir (Togan
1970 : 150). Her Döngen’in iki adı olup, birinci ad, Çinli adı gibi soy adı ile
başlar. Döngenler’de Mu- hammed anlamına gelen "MA” soyadı çoktur ve
bundan dolayı ”on Döngen’in dokuzu MA*dır” şeklinde söylenti de vardır. İkinci
ad Arapça, yani Müslüman adı : İsmail, Yakup, Amine, Fatma gibi.
oğlu, babası
gibi tutsak hayat geçirirler.
Çin ordusu,
Cungar Hanlığı'm darmadağın ettikten sonra, güneydeki Karataglık Hâceler*a
karşı kullanmak amacıyla tutsak bulunan bu iki hâceyı salıverdiğiniJ Bur-
haniddih Hâce’nın Çin-Kalmuk askerlerinden müteşekkil ordunun başına geçerek
Altışehir’i işgal ettiğini daha önce yazmıştık. Bu iki hâcenın Altışehir’de
hükümdar olması,. Çin hükümetince kabul edilir. Fakat, bunun karşılığı için Çin
hükümeti "Bütün Müslümanlar’m ödemek zorunda olduğu vergi miktarının
açıklanmasını" ister. Bu demektir ki, Doğu Türkistan eskiden Cungarlar’.a
nasıl bağlı kalmışsa, bundan sonra Çin’e de en azında öyle bağlı kalacaktır.
Eskiden Cungarlar’a ne kadar vergi ödemişse, Çin’e de en azında o kadar vergi
ödeyecektir. Daha önce de yazdığımız gibi, Altışehir’den Cungarlar’m her yıl
için aldığı ver*- gi miktarı 100 000 madeni para olup, bir madeni para 35 gram
gümüşe eşit olduğuna göre, yıllık vergi 3,5 ton gümüşe bedeldir (Uygurlarning
Kiskiçe Tarihi : 343)*
Burhaniddin Hâce
Çin’in ileri sürdüğü bütün yükümlülükleri kabul eder ve Yarkent’i ele
geçirdikten sonra "Zaman zamanındır, zaman Çin Hakanmındır" yarlığını
ilan eder. Böylece, hem Çin’i hem Kalmukları arkasına alan . Burhaniddin Hâce,
Altışehir’de tekrar Aktaglık Hâceler’m kukla saltanatını kurar. Fakat, Amursana’nın
Çin’e karşı isyanı, Büyük-Küçük hâcelerı da etkiler. Burhaniddin Hâce Çin’e
bağlı kalmayı tercih ettiği halde, Hâce Cahan, bağımsız devlet kurmayı
düşünür. Sonuçta, Burhaniddin Hâce' nm kararsızlığından dolayı, Hâce Cahan
taraftarları üstün gelerek, 1757’de "Batur Han Devleti"ni
kurduklarını ilan eder ve Çin’den ilişkilerini keser»
Çin
imparatoru Çenlung, Altışehir’i hâceler aracılığı ile idare etmeyi uygun
bulduğu için, Büyük-Küçük hâcelerin bu bağımsızlık eylemlerine karşı önce güç
kullanmaktan kaçınır. 0, bu sebeple, Amindav başkanlığındaki 100 kişilik
ekibi, durumu yerinde incelemek ve hâceler ile görüşmek için, Altışehir'e
gönderir. Bu arada Büyük-Küçük hâceler da Cungarlar’ın Oyrat kabilesi ve Batı
Türkistan’daki hanlıklar ile anlaşarak güç toplamaya çalışır. Sonuçta, Amindav
başkanlığındaki Çin ekibi, hâceler tarafından tamamen öldürülür.
Mayıs
1758’de AR HA Şang başkanlığındaki 10 000 kişilik Çin birliği Turfan’dan
Kuçar’a doğru hareket eder. Ağostus’ta Kuçar Çin birliğinin eline geçer.
Burhaniddin Hâce Kaşgar'a, Hâce Cahan Yarkent’e çekilerek, bu iki şehirde
Çin’e karşı savaş hazırlığını yaparlar*
CAV Huy
komutanlığındaki atlı ve piyade olarak 4 000 kişilik Çin birliği Yarkent şehri
yanındaki Karasu denilen yerde kamp kurar. Fakat, 13.10,1758’de bu Çin birliği
Hâce Cahan’m 15 000 kadar askerî kuvveti tarafından kuşatılır. Ocak 1759'da 5
000 kadar Çin askeri CAV Huy»a yardıma yetişir. CAV Huy kuşatmayı yararak,
yardıma gelen Çİn birliği ile beraber Aksu’ya çekilir ve tekrar hücuma
hazırlanır. Haziran'da Çin karargahı FU De başkanlığındaki Çin askeri
birliğini Hoten tarafından Yarkent’e, CAV Huy’u Üçturfan tarafından Kaşgar'a gönderir.
İki taraftan kıskaç arasına alman Büyük-Küçük hâceler savaşı kaybedeceklerini
anlayınca, ikisi de Bedahşan’a kaçar.
Temmuz ortalarına kadar Çin ordusu, hâcelerı arkadan takip ederek, hâcelerin
gücünü ağır bir şekilde yenilgiye uğratır. İki hâce bir miktar askeri gücü ve
çoluk çocuğu ile Be- dahşan hududunu geçer. Hâceler Bedahşan toprağında bir
kabile ile çarpışmak zorunda kalırlar, Çin ordusu ise, Bedahşan hükümetinden bu
iki hâcenın yakalanıp teslim edilmesini ister. Bedahşan padişahı Sultan Şah,
devletinin selametini düşünerek, hududa asker gönderip, bu iki hâceyı
öldürtür. Hâce Cahan'ın başını kesip Çin ordusuna teslim eder (Uygurlarning
Kiskiçe Tarihi : 347-352).
(1)
Bedahşan, S.S.C.B. de bir cumhuriyet olan Tacikistan' daki Batı Pamir Dağları'dır
(Meydan Larousse Bedahşan maddesi). Bedahşan devleti Afganistan ordusu tarafından
işgal edilerek, Bedahşan hükümdarı Sultan Şah öldürülecektir (Korupatkin 1984
: 203). =»
Çin’in bu
Altışehir'deki istila faaliyeti ve hâcelere yönelik tehdidi, Altışehir’e komşu
olan Afganistan ve Batı Türkistan'daki hanlıkları endişelendirir. Afganistan
hükümdarı Ahmet Şah, Batı Türkistan’daki hanlar ile konuşarak, 176?’te, Çin
tehlikesine karşı İslam Birliği’ni kurar. Fakat, bu birlik çok geçmeden iç
anlaşmazlıklardan dolayı dağılır (Korupatkin 1984 : 203).
Çin
birlikleri, Mirza Hudi ve Bocisi gibi yerli beylerin yakından yardım etmesi ve
yol göstermesiyle, Doğu Türkistanlıların bu ilk direnişlerini kırdıktan sonra,
İktisadî, İdarî, askerî tedbirler almaya koyulur. İktisadî tedbir olarak
1768’de Yarkent, Üçturfan, Hoten, Kumul ve Turfan gibi nüfusu kalabalık olan
şehirlerden kuzeydeki verimli, sulanması kolay topraklara, İli bölgesine zorunlu
göç uygulanır. İşte o zaman zorla göç ettirilen Uygunlar' m sayısı 6383 aileye
ulaşır. Bunlar her yıl Çin hükümetine 96 000 çuval tahıl teslim etmek
zorundadırlar (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 358),
Altışehir’deki
Uygunlar toplumunda hükümdarlık düze*- ni, değişik derecedeki beylerden
müteşekkil olup, en üst düzeydeki bey "Hakim Beg” (Hakim Bey) denilirHakim
Bey bir şehiri idare eder. Eskiden atadan oğla geçen bu beylik rütbesi, Çin
istilasından sonra, görevlendirme şekline getirilir. Fakat, beylerden
müteşekkil olan hükümdarlık düzeni eskisi gibi korunur. Bu düzenin "görevlendirme
şekli” beylerde Çin’e yaranma eğilimini doğurur (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi :
358-359). Bu değişik saha ve değişik derecedeki Begler'in (Beyler’in) örneği :
Heziniçi
Beg-Toprak ve vergiden sorumlu Bey. Bagven Beg-Meyveciliği idare eden Bey.
Yüz Begi-Yüz
ailenin vergisini toplayan Bey.
(1)
Uygunlar’daki bu Beglik (Beylik) düzeni sadece Altı^' şehir Uygurlar'ma özgü
olmayıp, Eski Uygurlar'da 17 tane "Beg" bulunduğunu onuncu yüzyılda
Uygunlar’1 ziyaret etmiş olan Arap seyyahı Tamim İbn Bahr’dan öğrenmekteyiz
(İzgi 1987 î 13).
Bazar
Begi-Borsayı idare eden Bey.
Kazi
Beg-Dava işlerinden sorumlu Bey.
Paşşap
Begi-Cinayi işlerden sorumlu Bey.
Sedir
Beg-Orman işlerinden sorumlu Bey.
Divan
Begi-Alaka, arşiv ve memurlardan sorumlu Bey (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi :
360-562). "Hakim Beg” başta olmak üzere bu beylerin çoğu, halkın Çin’e
karşı isyanlarında, Çin’i tutarlar yani vatan hainleri hep bu beylerden çıkar
(Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 571).
Çin
hükümetinin askerî tedbirleri ise, her şehir yanında kurdukları savunma
kaleleri olur. Sadece Çinliler’ in yerleştiği bu savunma kaleleri, sonradan
Kaşgar Yeni Şehiri, Aksu Yeni Şehir!, Yarkent Yeni Şehiri şeklinde
adlandırılacaktır. Çinliler bu yeni kurduğu savunma kalelerine
"Hençing" (Çinli Şehri), eskiden var olan şehirlere '’Huyçing”
(Müslüman Şehri) adını vereceklerdir (LİU 1988 : 991). Çinliler istila edilmiş
bu bölge için ve bu bölge halkı için "Türk” (Çince telaffuzu Tu Cü) sözcüğünü
hiç kullanmamışlar. Elbette bunun sebebi çok açıktır. İstila edilmiş topluluk
için, onların millî benliğinin yerine dini benliğini kullanmak, istilacıların
işine gelmektedir. Çünkü millî benlik doğal olduğu için siyasîdir. Dinî benlik
yapay olduğu için kültüreldir. Yapay benlikler eritilebillr. Fakat, doğal
benliğin eritilmesi güçtür. Milletlerin doğal benliği var olduğu sürece, millî
devlet özlemi de var olacaktır.
Üçturfan’m
Hakim Bey’i Abdullah, Çin hükümeti tarafından Kumul’a ”Vang” (Han) tayin
edilen Yusuf’un küçük kardeşi olup, o hükümeti arkasına alarak hertürlü yollar
ile halkı yağmalayan açgözlü bir kişidir.Çin hükümetinin Üçturfan’daki Büyük
Memur’u SU Çing, de Abdullah’tan eksik değildir. SU Çing halktan topladığı
keyfi vergileri ve kadınların ırzına geçmesiyle nefret uyandırır. 0, Rahma-
tullah Bey’in karısını da hükümet konuğunda alıkoyarak orada geceletir. Olup
biten bu olaylar, Rahmatullah Bey başta olmak üzere bütün Üçturfan halkını
kızdırır.
Su
Çing,Üçturfan halkından 240 kişiyi iğde ağacı taşımaları için zorunlu
çalışmaya tayin ederek, onlardan, onları götüren oğlunun yükünü de taşımalarını
ister. Fakat, bu yükün nereye kadar götürüleceği belli olmadığı için, bu
insanlar Hakim Bey Abdullah’tan bilgi sorar. Abdullah, bilgi soranları
"saygısızlık etti” diye kamçılar. Ne yapacağını bilemeden şaşıran bu
zavallılar, hükümet konuğunun damga memurunu bulup, ona sorarlar. 0 memur da
meselenin ne olduğunun farkına varmadan onları döver. Bu haksız dövmeler,
halkın geçmişteki kin ve nefretini tazeler. Kendilerine Rahmatullah Bey*i lider
seçen Üçturfan halkı 14.2.1765'te isyan ederler. Önce Abdullah ailesiyle
beraber öldürülür. Sonra hükümet konuğuna baskın yapılır ve SU Çing ailesi,
memurleri ile beraber öldürülüp, hükümet konuğu ateşe verilir. Önce isyana
katılanların sayısı birkaç yüz kişi ile sınırlı kalır. Fakat, Aksu'nun Büyük
Memur'u Üçturfan’a asker göndererek dışarıdan müdahale edince, bütün Üçturfan
halkı isyana katılır. Şehir kalesinden dışarıya çıkıp savaşan halk, Aksu'dan
gelen Çin ordusunu yener. Üçturfan şehri yarım yıl kadar halkın idaresinde
kalır.
Olayı
bastırmak için, Çin hükümeti Kaşgar ve İli’den Üçturfan*a asker gönderir. Şehir
kuşatılır. Fakat, hükümetin bu müdahalesine karşı, Kuçar, Aksu, Yarkent şehirlerindeki
halk, Üçturfan halkının yardımına koşar. Her şehirdeki Çin hükümetinin
görevlendirdiği beyler, halkın yardımını engellemeye çalışır. Üçturfan halkı
uzun süren koşatma sonucu yiyecek ve yakacak sıkıntısı çeker. Savaş sırasında
halkın lideri Rahmatullah ölür. Halk arasında ihtilaf çıkar ve sonunda, 15.8.1765'te
şehir Çinlilere teslim olur (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi î 393-395)»
Üçturfan
İsyanı’ndan sonra Çin hükümeti gerçi vergi ve İdarî düzenini gözden geçirse
bile, millî zülüm eskisi gibi devam eder,
Ziyavdin Hâce
Kaşgar’daki Karataglık Hâceler’m mollasıdır, Bu molla yerli yoksullara ve
Kırgızlar’a maddi yardımda bulunarak, onların sevgisini kazanır, 0, hâceler
arasındaki Aktaglık, Karataglık şeklindeki bölünmelere son vermek için,
Aktaglıklar*m itibarlı hâcesı Ha- şim Hâce’nin kızını kuma olarak kendisine
alıp, onu kendi yurduna yani Kaşgar’m Taşmilik bölgesine (LİU 1988 : 1124)
götürmek ister. Bu girişim Aktaglık Hâceler’ı da, Karataglık Hâceler’ı da
etkiler. Fakat, Ziyavdin Hâce’nin bu girişimi, Kaşgar’m büyük hâcesı Yusuf Bey’in
”kız Ha- şim Hâce’nin kızı olduğu için, hâcenın mezarından uzak î bir yere
gidemez” (bu mezarın bulunduğu yer, bugünkü Appak Hâce Mezarı yöresidir)
şeklindeki tepkisiyle reddedilir, Ziyavdin Hâce isteğini kabul ettiremeyince,
yöresindeki birkaç yüz Uygur ve Kırgızlar’ı isyana çağırır. 4.8. 1815 günü
başlayan isyan neticesinde, Çin hükümetinin Kaşgar’daki memur ve askerleri
öldürülür. Hükümetin at ağılı ateşe verilir. Fakat, bu isyana katılanların
sayısı birkaç yüz kişiden fazla olmadığı için, isyan kolay bastırılır. îsyan
ancak bir ay devam eder (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi î 396-398). Ziyavdin Hâce öldürülür. Onun
henüz bebek olan oğlu Pekin’e götürülür ve büyüdükten sonra idam edilir
(Korupatkin 1984 : 206).
CİHANGİR HÂCE
İSYANI (1824-28)
Cihangir Hâce,
Burhaniddin Hâce’nin (Büyük Hâce) torunudur, Büyük-Küçük hâcelerin isyanı
yenilgiye uğradığı sırada, Burhaniddin Hâce’nin oğlu Salih Hâce (Samsak Hâce)
Hokant Hanlığı’na kaçar. Salih Hâce’nin üç oğlu olup, Cihangir Hâce ikinci
oğludur. Cihangir Hâce, dedesinin intikamı, vatanının kurtarılması gibi
düşünceler ile olgunlaşacaktır.
1820’lerde
Kaşgar’da bulunan Çin hükümetinin Büyük memur’u BİNG Cing zalimliği ve
utanmazlığı ile halkın düşmanlığını körükler. Halk onu İli’deki Çin generali
ÇİNG Şyang'a şikayet eder. Fakat, ÇİNG Şyang, BİNG Cing’i himaye eder. Halkın
bu zülüm ve ilgisizliğe karşı nefret duyguları alevlendiği bir sırada, bir
lidere, bir kıvılcıma ihtiyaç duyulduğu zamanda, 1824’te Cihangir Hâce’nın
eylemi başlar. O, Hokant Hanlığı'ndan hareket ederek, Kaşgar ileri karakoluna
saldırır. Çin ileri karakoluna ani baskın birkaç defa tekrarlanır. 1826 yılının
yazında Cihangir Hâce ani bir saldırı ile Artuş’a^[3]^
girer ve halkı cihata çağırır. Sonuçta, 1826 yılının sonbaharında, halkın
gönüllü desteğiyle Kaşgar, Yarkent, Yenihisar ve Hoten şehirleri tamamen
Cihangir Hâce’nın eline geçer. 500’den fazla Çin askeri Cihangir Hâce’ya esir
düşer. İli’deki Çin generali ÇİNG Şyang, güneyden gelen bu korkunç haberi
duyunca intihar eder.
1826 yılının
son baharında, Çin hükümetinin Çilin, Hilongcang, Şenşi, Gensu, Siçven gibi 5
eyaletten gönderdiği Çin askeri Aksu şehrinde toplanır. Kalabalık olan bu ordu
Cihangir Hâce’nın sahip olduğu 4 şehri kolaylıkla ele geçirir. Cihangir Hâce,
Hokant’a kaçar. 1828 yılının baharında Cihangir Hâce yine Çin ileri karakoluna
saldırır. Fakat, bu defa, olup biten Çin katliamından korkan halk, Cihangir Hâce’ya
pek yüzvermez. Cihangir Hâce, Kara Teke denilen yerde 50 kişisiyle beraber
yakalanır (Uygur- larning Kiskiçe Tarihi : 599-402). Cihangir Hâce, Aksu’ya
kadar 18 günlük yolu yürüyerek götürülür. Aksu’da demir kafese oturtulup
Pekin’e gönderilir. Pekin’de tıpkı bir yırtıcı hayvan gibi halka teşhir
edildikten sonra, zehirlenmiş, dili tutulmuş halde imparatorun önüne getirilir
ve parça parça kesilerek öldürülür (Atıf 1500/1882 : 266-267).
Cihangir Hâce
İsyanı bastırıldıktan sonra, Kaşgar, uzun tarihindeki belki en kanlı ve en acı
olayını yaşar. İsyana katıldıkları gerekçesiyle çok sayıda insan öldürülür,
Onların çoluk çocuğu, kadın ve kızlarından ibaret 10 000’den fazla kişinin
gözyaşlarına bakmaksızın Lençu, İli ve Çöçek şehirlerine götürülerek Çinli ve
Mançu memurlarına köle gibi dağıtılır, İşte bu esirlerin arasında Uygunlar’m
kadın ozanı, aynı zamanda "Naziğim Destanının ünlü özgürlük kahramanı
genç Kaşgarlı bayan Na- zugum (Naziğim) de vardır (Sayrami 1986 î 153)»
İli’ye
sürülen kadın kafilesinde "cuvan", yani Uygur lehçesinde, genç bir
evli kadın vardır. Narin boyundan dolayı, Kaşgarlılar bu genç kadına
"Nazugum" (Naziğim) derler. Buğday tenli, kara gözlü, kara kaşlıdır.
Okumayı sever ve Kaşgar’m en okumuş hanımıdır, İstilacılar, Naziğim’in
anasını, kocasını ve üç yaşındaki oğlunu öldürür. Destandan anlaşıldığına
göre, Naziğim babasının aki- betini bilmiyor. Destan boyunca, babasının belki
hayatta olduğunu, Kaşgar’da kaldığını ümit eder. Naziğim, dağlarda, bayırlarda
düşmandan kaçarken, daima Kaşgar’m yolunu arar. Naziğim’in kardeşi Abdullah
kendisi ile aynı kafilede, İli'ye sürülür. İli’ye geldikten sonra, Naziğim ve
kardeşi Çinlilere verilir. İki kardeş, dağ başında bir "yar" üstünde
gizlice buluşurlar. Abdullah, Naziğim'e kaçmayı tavsiye eder : "Abla
kaçmazsan kafirden çocukların doğar" der. Naziğim ağlayarak s "Canım
kardeşim, ben de kaçmayı düşündüm. Ama sensiz ne olurum ?" Der. Sonuçta
Naziğim, zincirlerini sürükleyerek, Yıldız Deresi’ne doğru kaçar. Fakat,
yakalanır ve 24 günlük hapisten sonra kesilerek öldürülür. Naziğim Türkler’in
Jeanned Arc' ıdır.. "Naziğim Destanı"ndan örnekler
Cihangir Hâce
öldürüldüğünde onun ağabeyi Yusuf Hâce ve ailesi Hokant Hanlığı’ndadır. Çin
hükümeti onların teslimini ister. Fakat, Hokant Hanlığı bu isteği kabul etmez.
Çin hükümeti isteğini kabul ettirebilmek için, Hokant ile olan ticarî
ilişkilerini keser, Kaşgar’daki Hokant tüccarlarını kovar. Çin’in bu tedbiri
yalnız Hokant hükümetinin değil, halkın da Çin’e karşı düşmanlığını körükler.
Neticede, Hokant tarafında, Çin’e karşı, başlarında Yusuf Hâce bulunan bir ordu
kurulur.
1850 yılının
bahar ve yaz aylarında Hokant tarafındaki Çin ajanları, Hokant*ta cereyan eden
Çin düşmanlığının sonuçlarını, Çin hükümetine ihbar eder. Çin hükümeti 1 600
kişilik birliği ileri karakol Ming Yol’a^1^ gönderip, isyanı orada
bastırmayı emreder. Fakat, isyancılar hazırlıklı ve yöreyi iyi bildikleri
için, Çin birliğini tuzağa düşürür ve yok eder (CHEN 1967 : 1-2) • Yusuf Hâce
bu galebeden sonra bir hükümdar olarak Kaşgar’a girer. Hokant ordusunun
yardımı ile kısa bir zaman içinde Yenihisar, Yarkent ve Hoten şehirlerini ele
geçirir. Fakat, Yusuf Hâce’nin bu dört şehirdeki saltanatı üç aydan fazla
sürmez. Kasım 1830*da Buhara Hanlığı ile Hokant , Hanlığı arasında hasıl olan
sürtüşmeler sonucu, Hokant hükümeti kuvvetlerini Kaşgar’dan geri çeker. Yusuf Hâce
da, Çinliler’e tek başına karşı koyamayacağını düşünüp, Hokantlılar ile beraber
gider (Korupatkin 1984 : 217). Yusuf Hâce Hokant’a döndükten beş ay sonra ölür
(Şincang- ning Kiskiçe Tarihi 1984 : 518).
YEDİ HÂCE
İSYANI (1847)
Eylül
1847’de Yusuf Hâce’nin oğlu Mehmet Emin (Kat- te Töre) ve Bahaüddin Hâce’nin
oğlu Velihan Töre başta (2) olmak üzere Yedi Hâce yaklaşık 1000 kadar atlı
asker ile Hokant’tan yola çıkar. Onlar önce Ming Yol’daki Çin ileri karakoluna
saldırarak, buradaki 100’den fazla Çin askerini öldürür. 0 zaman Kaşgar’da 3
000 kadar Çin askeri bulunup, bunlar hâcelere karşı koymaktan korkar ve Kaşgar
Yeni Şehir kalesine kapanarak dışarıdan yardım gelmesini beklerler. Kaşgar Eski
şehrindeki Hokantlı [4] [5]
tüccarlardan Namethan gibi kişiler şehir kapısını hâcelere açar. Hâceler Kaşgar
halkının desteğiyle Kaşgar Yeni Şehri’ndeki Çin askerlerine karşı saldırıya başlar.
Yine bir taraftan, birkaç yola bölünerek, Yenihisar, Yarkent, Maralbaşı gibi
şehirlere kuvvet gönderirler. Çin hükümeti olaydan haberdar olunca, Şenşi-Gensu
askeri valisi BA YİN Tay’ı başkan tayin ederek, onu askeri hazırlıkların yapılması
için Sucu’ya gönderir. LÜY Şen’i Büyük Memur ve askeri işler danışmanı tayin
ederek, İli’den Muzdavan^ geçidi ile güneye gönderir. LÜY Sen Kasım sonlarında
Yarkent şehrine ulaşır ve Yenihisar’a doğru hareket eder. Kökirik denilen
yerde hâcelerin askeri ile karşılaşıp, onları yener. Yedi Hâce bu yenilgiden
sonra, Kaşgar Yeni Şehir kuşatmasını da bırakarak, Hokant’a kaçar. Bu Yedi Hâce
eylemi Eylül 1847*den Kasım sonuna kadar üç ay devam eder. Onların Çin ileri
karakoluna karşı yürüttüğü eylem ise, gerilla savaşı halinde zaman zaman
varlığını gösterir (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi 405-407).
Haziran
1857’de Velihan Töre, 10 yıllık bir aradan sonra, yine ciddi bir eyleme geçer.
Kaşgar’a saldırarak, Kaşgar’m Kızıl Derya, Sekkiz Taş gibi bölgelerini ele
geçirir. Kaşgar Eski Şehir kalesinin güney kapısını ateşe verir. Yenihisar’m
Eski Şehir*ini işgal eder. Maralbaşı ve Yarkent şehirlerini de tehdit eder. Bu
olaylar cereyan ederken, Yarkent şehrinin Büyük Memur’u, olaylar hakkında Çin
hükümetine rapor vererek, askeri yardım ister.
Velihan Töre
Kaşgar Eski Şehri'ni işgal ettikten sonra, Kaşgar Yeni Şehir kalesinin batı
tarafına nehirden su akıtarak, şehir kalesini bozar ve şehire saldırır, 0, su
ile kale bozma usulunu Maralbaşı için de kullanır.
10 000 kadar
kuvvet ile Yarkent şehrine de saldırır. Fakat, yardım çağrısı üzerine Çin
birliklerinin de hareketi hızlanır. Eylül 1857’de İli ve Ürümçi’den gönderilen
Çin birlikleri, Velihan Töre tarafından işgal edilen bütün şehirleri geri
alır. Velihan Töre 18 000 kişilik.'birliği ile Hokant’a çekilir (Uygurlarning
Kiskiçe Tarihi : 408-410).
KUÇAR VE
DÖNGENLER’İN İSYANI (1864)
(1)
1851’den
başlayarak, Kuçar ve Şayar’m Hakim Bey’ leri mezar, karargah, saray, köprü,
karakol ve değirmenlerin tamiri ve inşaati için diye, yerli tüccarlardan fa- f
2 )
izi ile
beraber 2810 ser -den fazla madeni para borç alır. Tüccarlar bu parayı geri
isteyince, Kuçar Çin Büyük Memur’u UR ÇİNG A ile Hakim Bey’ler konuşarak,
halkın ' vergi yükünü arttırarak bu parayı ödemeyi önerirler. Bu sebeple halkın
hükümete karşı itiraz sesi yükselir. Sonuçta Mehmet Ali ve Niyaz gibi kişiler
halkın vekili olarak İli*ye gidip, Çin generali ZA LA Fin Tay’a şikayet
ederler. Bu şikayet 1855’te yapılır, fakat halkın istediği gibi girişimler olmaz.
Mehmet Ali isyan kararını vererek, çiftçilerin mızrak, kılıç, tüfek ve sopa
ile silahlanmış ordusunu kurar. Fakat, talihsizlik, önceden belirlenmiş isyan
günü yoğun yağış olur. İsyan gecikir. Bu vaziyet hükümetin işine gelir, baskın
ile isyancılar dağıtılır, Mehmet Ali başta olmak üzere 15 kişi idam edilir. Bu
olup bitenler, 1864 yılında Kuçar’da meydana gelecek olan ve bütün Doğu
Türkistan’a yayılacak büyük isyanın temeli ve başlangıcı olur.
Doğu
Türkistan’daki Çin egemenliğine son veren bu büyük isyan, Kuçar’m Öğen Nehri
etrafında tahıl vergisini ödemede çaresiz kalan ve bu yüzden zorunlu çalışmaya
tabi tutulan çiftçiler tarafından başlatılır. Onlar çok zor şartlar altında
kanal kazmak, bakir yerleri tarlaya dönüştürmek gibi ağır işlerde çalışırken,
açlık ve soğuktan birçokları ölür. Tuhti Niyaz, ölümle pençeleşen bu insanları
arkasına alarak, bir gecede iki Çinli memur ve İŞ Bey’i öldürüp, arkasından
hemen Kuçar’a saldırır. 4,6.1864 günü gecede, Kuçar’daki Döngen MA Lung, MA SEN
Bav gibi kişilerin liderliğinde bütün Kuçar halkı ayaklanır. Kuçar Hakim Bey’i
Kurban Beg yakalanıp idam edilir (Sayrami 1986 : 184). Kuçar’dan hemen sonra
Bügür, Kurla halkı ayaklanır. 15 ve 16 Temmuz’da, Döngen T0 Ming (Davut
Halife) ve SU HU Ven’ler başkanlığında Ürümçi halkı ayaklanır. 26 Temmuz’da
Yarkent halkı, 50 Temmuz’da Kaş- gar halkı ayaklanır. Kumul, İli (Gulca) ve
Çöçek şehirleri ardarda isyancıların eline geçer. Böylece bütün Doğu Türkistan
Çin egemenliğinden kurtulur. Kuçar halkı kendilerine lider olarak, son Kuçar Hâcesı
Raşidin’i han ilan ederler (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi : 411-423). Raşidin Hâce
tahta çıkar çıkmaz, kendi oğullarını, akraba ve yakınlarını isyancılara lider
tayin ederek, Aksu, Üçturfan, Turfan ve Lukçun’e gönderir. Raşidin Hâce’nin fermanlarında
şu ifadeler bulunmaktadır : "Zubde-i Evlad Resulullah, Ebulmuzaffer ve
Elmansur, Seyid Gazi Raşidin Han Hoca” (Peygamberin seçkin evladı, Muzaffer ve
yardımcıların atası, Seyit Gazi Raşidin Han Hâce). Raşidin Hâce’nin saltanatı
sırasında çıkarılan madeni paranın bir tarafına "Reşidin Han Gazi"
öbür tarafına "Kuçar saltanatının parası" diye yazılmıştır (Sayrami
1986 : 197). İşte bu "peygamberin seçkin evladı" Yakup Bey tarafından
öldürülür.
Ürümçi’de T0
Ming kendisini sultan, SU HU Ven'i ko mutan ilan eder. Kaşgar’da Aktaglık Hâceler’m
başkanı Tohti Mahmut Alem kendisini han ilan eder. Çok geçmeden Kırgız Sıdık
Beg, Aktu’dan askeri kuvvet ile gelerek,
Tohti Mahmut
Alem’i ağdarıp, kendisini Kaşgar hükümdarı ilan eder. Sıdık Beg kendi yerini
sabitleştirmek için, Eokant Hanlığı’ndan yardım ister (Uygurlarning Kiskiçe
Tarihi : 425-425).
Çin’in
1755’te başlamış Doğu Türkistan’ın kuzeyi ve güneyine yönelik ilk istila
eylemlerinde kullandığı asker sayısı 100 000’i geçmiştir. İstila eylemleri için
her yıl harcadığı para 275 000 sergümüşe eşit olmuştur (LİU 1988 : 954, 955).
Fakat, Kuçar İsyanı’nı takip eden olaylar ortaya çıktığı yıllarda Doğu
Türkistan’da ne kadar Çinli askeri bulunduğunu kestirmek zor. Çünkü bu dönemde
Çin’de çiftçilerin ve Döngenler’in isyanı cereyan etmiştir. 1851’de Güney
Çin’de başlayan çiftçiler isyanı ile, 1855'te Eankin’de Tai Ping Tian Guo
(Tanrı Adalet Devleti) kurulur. Bu devlet 1864’e kadar varlığını sürdürür
(Shian- dai Eanyü Sidian 1980 : 1099-1100). Kuçar İsyanı’nın hızlı bir şekilde
yayılarak, bütün Doğu Türkistan’ın kısa zaman içinde Türkler’in eline
geçmesinden de anlaşılıyor ki, o yıllarda kendi içinden sarsılan Çin, Doğu
Türkistan’a takviye kuvvetleri göndermekten yoksundur. 1865-78 yılları
arasında Yakup Bey Devleti varlığını sürdürürken, bu yıllar aynı zamanda Çin’in
Yakup Bey Devleti’ne karşı hazırlanma devridir. Huşlar’m Batı Türkistan
istilası da bu yıllarda tamamlanır. Doğu Türkistan yolundaki kalabalık Çin
ordusunun yiyeceği, Huşlar tarafından karşılanır (Sadri 1984 : 297).
Yakup Bey
Devleti’ne karşı seferber edilen Çin ordusu, önce Senşi’deki Döngen
ayaklanmasını bastırmak zorundadır. Döngenler’e karşı yapılan kanlı bir
savaştan sonra Z0 ZUKG Tang komutasındaki Çin birliğinin Doğu Türkistan yolu
açılır. Cin birliğinin önünden kaçan Dahu, Şohu adında iki kardeş komutasındaki
Döngen birliği, 25.10. 1877 günü Uçturfan üzerinden Batı Türkistan’ın bu günkü
Kırgızistan bölgesine geçerek Huşlar’a sığınırlar
(1) 55 grama
eşit, Türkçe sşr, Çince liang diye ifade edilen bu ağırlık birimi, İngilizce
OUNCE olarak çevrilip, 51 gram ile açıklanmıştır (REDHOUSE 1989 : 684).
(Sayrami
1986 : 542)
Çinliler
önünden kaçan Döngenler ile Yakup Bey’in askerleri birleşip, Çinlilere karşı
cephe alamazlar.Yakup Bey Devleti'nin ‘ kendi askerleri içinde de tedirginlik
ve bölünmeler cereyan eder. Bu kargaşalığa belki Yakup Bey’in Mayıs 1877'deki
ani ölümünün etkisi olabilir. Fakat, her şeyden önce, bu tedirginliğin, bu
kargaşalığın başlıca sebebi, İsyanlar Yüzyılı’nda 9-10 defa cereyan eden
isyanların ve acımasız bir şekilde bastırılmaları- . nm, sürgünlerin, akan
kanların ve göz yaşlarının Altışe- hir halkının anılarından henüz silinmemiş
olmasıdır. Çin ordusu geliyor haberi, elbette bu anıları tazeler, dinmiş
acıları yeniler. Geçmişteki o kara günlerin tekrarı, yine neleri getirip,
neleri götüreceğinin düşünce ve kaygıları içinde kıvranan zavallı Altışehir
halkı, güçsüzlüğün, çaresizliğin ezikliği altında düşmanı beklemiştir.
Büyük
Timur'un Çin'i- işgal etmek için, buralardan yüzbinlerce asker topladığı zaman
ile, Çin'in buraları işgal etmek için geldiği bu zaman arasında geçen 500 yıl,
Türk-Çin güç nisbetini bu şekilde alt-üst etmiş. Yani bu 500 yıl Türkistan
Türklüğünün aleyhine işlemiş zamandır.
(1) Benim
dedemin babası olan, Şenşi'deki Döngen ayaklanmasına katılan GANG LU Sen adlı
kişi, işte o zaman (Ekim 1877’de) Döngen birliği ile beraber Batı Türkistan'a
geçerek Karakol şehrine yerleşir. Orada iken Uygur kızı ile evlenir ve Uygurca
Kurban adını taşımaya başlar. Kurban'm oğlu olan Şerif de Uygur kızı ile
evlenir ve bu evlilikten benim babam Turdi doğacaktır. 4 Temmuz 1916'da Hocent
şehrinde başlayan Çarlık Rusya'ya karşı ayaklanma kısa zamanda bütün
Türkistan'a yayılır. Çarlık Rusya'nın cezalandırıcı birlikleri 28 Ağustos 1916'da
çok kanlı şekilde bu ayaklanmayı bastırırlar (Özgen 1991 : 2). İşte o kanlı
olaylardan canını kurtaran dedem Şerif, iki yaşındaki oğlu Turdi ile beraber
Doğu Türkistan'a geçerek, İli vilayetinin Nılkı nahiyesine yerleşirler. Yukarıda
bahsettiğim hikayeyi bana, 1969’da 85 yaşında İli' de (Gulca'da) vefat eden
dedem Şerif anlattı. Babam Turdi 1980*de benimle beraber Türkiye’ye geldi ve
1984’te İstanbul'da 70 yaşında vefat etti. Kurban’m mezarı Karakol*dadır. Dedem
Şerif, babasının da uzun ömürlü olduğunu, epey yaşlanmış halde vefat ettiğini
söylemiştir.
VI. BÖLÜM
A. YAKUP
BEY DEVLETİ’NİN KURULUSU VE İKİNCİ ÇİN İSTİLASI
Kaşgar Yeni
Şehir ve Yenihisar Yeni Şehir kalelerindeki Çin birliği, Kırgız Sıdık Beg’in
saldırısına direnir. Sıdık Beg bu işi tek başına halledemeyeceğini anlar ve
Hokant Hanlığı’ndan yardım ister. Hokant Hanlığı’nın askeri komutanı Alimkul,
Çin’in gücünü zayıflatmak amacıyla Yakup Bey’i, Cihangir Hâce’nin biricik oğlu
Büzrük Han Töre ile beraber Ocak 1865’te Kaşgar’a gönderir (Uygurlarning
Kiskiçe Tarihi s 426-427).
Yakup Bey’in
tam adı Muhammed Yakup Kuşbeyi’dir. 0, 1847’de henüz 27 yaşında iken, kuşbeyi
(komutan) olur. "Yakup Bey, amacına ulaşabilmek için, herhangi bir
vastayı kullanmaktan çekinmeyen’’ (Korupatkin 1984 î 261) cüretli bir askerdir. Biri, gözünü
budaktan sakınmayan komutan olan Yakup Bey, öbürü, ünlü bir hâcenın oğlu olan
Büzrük Han Töre, ikisinin başında bulunduğu 50 atlı asker (Korupatkin 1984 :
251) Kaşgar halkı tarafından alkışlar içinde karşılanır. Yakup Bey, Kaşgar
halkının desteğine dayanarak, Büzrük Han Töre’yi hanlık tahtına oturtur, Sıdık
Beg’i Kaşgar’dan kovar. Yakup Bey, Yenihisar Yeni Şehir kalesini 40 gün
kuşatır. Sonunda kaleyi barut ile patlatır. Şehir teslim olur. Bu galebeden,
hemen sonra Yarkent ve Hoten’i de ele geçirir (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi :
428-429).
Yakup Bey
güneydeki dört şehire sağlıklı bir şekilde egemen olduktan sonra, 1867’de
Raşidin Hâce’nin idaresindeki Aksu, Kuçar ve Karaşehir’e 10 000 kişilik ordu
ile yola çıkar. Raşidin Hâce’nin direnişi uzun sürmez, Hâce yakalanıp
öldürülür. Aksu, Kuçar, Kurla ve Karaşehir Yakup Bey’in eline geçer. 1869*da
Büzrük Han Töre hacca gönderilme bahanesiyle iktidardan uzaklaştırılır. Böylece
nüfuzlu son Kuçar Hâcesı Raşidin’in öldürülmesi ve nüfuzlu son Kaşgar Hâcesı
Büzrük Han Töre’nin kovulması ile, Yakup Bey, Türkistan’daki hâcelerin Tugluk
Timur (1329- 136Ş) döneminden başlamış ve Seidiye Hanlığı döneminde (1514-1678)
güç kazanmış 500 yıllık soy ve nüfuzuna son verir. Hâceler artık tarihe karışır.
Bu işi ile Yakup Bey bir Türk hükümdarı olarak,milli görevini yapar. Yakup Bey
1870’te Turfan’ı ele geçirir ve Ürümçi’ye asker gönderir. Kasım sonlarında
Ürümçi ele geçirilir. T0 Ming teslim olur (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi :
430-431). Aksu, Yakup Bey Devliti'nin başkenti olur (Korupatkin 1984 : 277).
Böylece Yakup Bey, Doğu Türkistan’ı birleştirdikten sonra devletini
güçlendirmek için, akıllıca beynelmilel ilişkiler kurmaya başlar.
Huşlar'ın,
Batı Türkistan’daki Türk devletlerini birer birer işgal ederek Hindistan
hududuna yaklaştığı bir devrede, Hindistan hududundaki Doğu Türkistan'da Yakup
Bey Devleti’nin ortaya çıkması, elbette İngilizler için sevindirici bir gelişme
olacaktır. Nitekim, 1868’de ticarî amaçla da olsa, Kaşgar'a gelen P. Shaw'ı
Yakup Bey, kabul ederek dostluk duygularını belirtir. Ertesi yılı, 1869'da,
Mirza Muhammed Şadi başkanlığında bir ekibi Hindistan valiliğine göndererek
onlarla dostluk ilişkileri kurmayı ve ordusu için silah temin etmesini ister.
İngilizler ise, Doğu Türkistan'ın doğal kaynaklarını işletmeyi, ticarî ve
siyasî nüfuzlarını artırarak icabında bu ülkeyi, Afganistan misali, Rusya ve
Çin’e karşı bir tampon devlet olarak kullanmayı düşünürler. Diğer taraftan
İngilizler, Yakup Bey'in OsmanlI Devleti ile ilişkilerini geliştirmesine
yardımcı olmayı da söylerler. Bu Yakup Bey’i İngilizlerle dost olmaya
yönlendiren ikinci sebeptir.
Yakup Bey'in
elçisi Mirza Muhammed Şadi 6 ay Hindistan’da kaldıktan sonra, D. Forsyth'in
başkanlığında ve P. Shaw ile Dr. G. Henderson'un da dahil bulunduğu ilk İngiliz
elçilik ekibi ile birlikte 1870 baharında Kaşgar’ a döner. Bu İngiliz ekibi, üç
aya yakın Kaşgar'da kalır. Yakup Bey yine bir taraftan Osmanlı padişahı Sultan
Abdulaziz Han (1861-1876) önüne fevkalade elçisi Seyit Yakup Han Töre'yi
göndererek yardım isteğinde bulunur. OsmanlI hükümetinin verdiği yardımı
götüren elçi, Süveyş üzerinden Hindistan’ın Bombay şehrine ulaşır ve oradan
Kaşgar'a döner. Kendisini halifeye bağlı bir emir olarak ilan eden Yakup Bey,
İstanbul'dan gelen subayların da yardımıyla, büyük bir enerji ile ordusunu
yetiştirmeye koyulur. Yakup Bey’in bu hummalı çalışması kısa zamanda sonuç
vermeye başlar (Saray 1984 : 100-105).
Fakat, ne
yazık ki, bu devlet Yakup Bey’in ömründen öteye gitmez. Yıl 1877 Mayıs, Yakup
Bey hayata gözlerini kaparken, Çinliler'in öc alma hırsı şiddetle devam eder.
Çin birliklerinin Kaşgar'ı işgal ettikten sonra yaptıkları ilk iş, Yakup
Bey'in mezarını bulup, onun cesedini ateşe vermek olur (Sayrami 1986 : 611).
Yıl 1221, Horasan'ın Merv şehrini işgal eden Tuluy komutasındaki Moğol
ordusu, Selçuklu Sultanı Sencar’m mezarını tahrip ederek ateşe vermişlerdi
(Howorth 1876 • 87). AvrupalIlar bu Moğollar'ı "barbar” olarak
vasıflandırmıştı. Fakat aradan 700 yıl kadar zaman geçtikten sonra Orta Çağ Mo-
ğolları'nın yaptıklarını yapan Yeni Çağ Çinlileri’ni vasıflandırmak için nasıl
bir ifade kullanılabilir ? Bu hadise, Çinliler*in Yakup Bey'e olan aşırı
düşmanlığını belirtmekten çok, zülüm ve haksızlıklara karşı mücadelenin
sembolü olan büyük şahsiyetlerden ve onların adından ne derecede korktuklarını
belirtmektedir.
Bu
"cesedi ateşe verme" olayına açıklık getirmek amacıyla, şu anda
hayatta olduğu için adını veremeyeceğim bir zatın sözünü burada nakletmek
isterim : "Bunlardan ölüp bile kurtulamazsın" (Çinliler'in yapacağı
kötülükten ölüp bile kurtulamazsın, demek istiyor). Bu zat Çin komünist
idaresi döneminde dört defa yakalahıp, dört defa serbest bırakıldı. İki
defasında hapishanede benimle de beraber kaldı. Onun toplam 20 yıllık hapis hayatı
süresince Çinliler tarafından sorulan tek soru : "Ne yapmak istiyorsun
?" Çinliler'le uzlaşabilecek bir açıklık olmadığı için, onlara karşı,
yapılabilecek tek şey vardı, "isyan".Çinliler kendi yaptıklarından
dolayı ortaya çıkabilecek bu sonucu bilmiyor değil, hatta tarihten ders alarak
iyi bildikleri için, isyan edebilir diye tahmin ettiği insanlarının hepsini
hapsetmişlerdi. Yukarıda bahsettiğim zat, vatan ve millet sevgisiyle,
Çinlilerin bu "haklı” kuşkusunu üzerine çekmişti.
Z0 ZUNGTang
komutasındaki Çin birliği, bir yıl sonra, 16 Mayıs 1878 yılında Doğu
Türkistan’ın tamamını işfc-. gal ettiklerini ilan eder. Bununla
Yakup Bey’in 1865-1877 yılları arasında büyük güçlüklerle, anlaşmalarla ve
büyük bir beceriklilikle kurmuş ve korumuş olduğu Doğu Türkistan’ın
bağımsızlığı sona erir. Ülke 1882 yılının sonuna kadar Çin ordusu tarafından
idare edilir, 18 Kasım 1884 yılında Çin imparatorunun bir emriyle bu
toprakların adı, Çin'in 19. eyaleti olarak yeni toprak anlamına gelen "Şin
Gang" a çevirilir (Hayıt 1975 î 147). Bundan böyle 1944
yılının sonuna kadar sürecek olan İkinci Çin İstilası Devri başlar.
Yakup Bey
Devleti'nin acı sonu, Çinlilerin Doğu Türkistanlılar nezdindeki ezeli ve ebedi
düşmanlık kimliğini bir daha canlandırır. Doğu Türkistanlıların Çin düşmanlı-
lığı, gizli olarak gittikçe olgunlaşır. Çinliler, Yakup Bey'in cesedini
yakarak, onun mezarını ortadan kaldırırlar. Fakat, onun adının, onun tarihe
bıraktığı izlerinin, Poğu Türkistanlıların istiklal ve özgürlük uğruna
yürüttüğü savaşlarda öncü olma rolünü ortadan kaldıramazlar. İkinci Çin
İstilası Devri içinde cereyan eden bütün isyanlarda, Yakup Bey'in adı dile
getirilir, onun resmi isyancıların karargah ve hükümet binalarının duvarlarını
süsler. Bu İkinci Çin İstilası Devri(1878-1944) içinde cereyan eden isyanlar
şunlardır :
Tömür Helpe
(Timur Halife) başkanlığındaki 1912 yılında başlayan Kumul İsyanı.
Hâce Niyaz
Hacı başkanlığındaki 1931 yılında başlayan Kumul İsyanı.
Mahmut
Muhiti başkanlığındaki Ocak 1933 yılında başlayan Turfan İsyanı.
Mehmet Emin
Buğra başkanlığındaki Şubat 1933 yılında başlayan Hoten İsyanı.
Osman Batur
başkanlığındaki 1940*11 yıllarda cereyan eden ve 10 yıl süren Altay İsyanı.
Fatih Müslim
ve Alihan Töre başkanlığındaki 1944 yılında başlayan ve sonunda "Şarki Türkistan
Cumhuriyeti"- nin kurulması ile sonuçlanan Nılkı ve Gulca İsyanı .
Doğu
Türkistan üzerindeki tekrarlanan Çin istilasi- nı, değişik bir ifadeyle Doğu
Türkistan’ın başına gelenleri, bütün Türkistan’ın durumundan ayrı izah etmek
mümkün değildir. Doğu’su ve Batı'sı olup bölünmeksizin bütün Türkistan tarih
boyunca aynı kaderi paylaşmıştır.
Deniz
yollarının açılmasıyla elde edilen imkanlardan ve Batı Avrupa'daki
gelişmelerden nasibini alan Doğu Avrupa'daki küçük Rusya, hızla büyümeye
başlar. 1552'de Kazan, 1555’te Ural sahasının Başkurtlar’ı, 1556'da ise Volga
sahasındaki Astrahan Ruslar'm eline geçmesiyle beraber, Ruslar Türkistan
kapısına dayanır. Rusya toprağı İvan IVün devrinde (1584) 1 550 000 kare
İngiliz Mili olmuşsa, Büyük Petro’nun devrinde (1689) 5 955 000 kare İngiliz
Mili, Yekaterina Il’nin devrinde (1775) 7 125 000 kare İngiliz Mili olur. Bu
demektir ki, Rusya 200 yıl içinde beş misli büyümüştür (Şincangning Kiskiçe
Tarihi 1984 : 488).
Batı
Türkistan'da 1870’li yıllarda gerçekleşen Rus istilası ile 1878'de Yakup Bey
Devleti’ni yıkan İkinci Çin İstilası'na kadar, Türkistan’ın bu iki bölgesi arasında
siyasi sınır yoktur. Doğu Türkistan’daki Çin'e karşı bütün isyanlar, Batı
Türkistan'daki hanlıklar tarafından desteklenir? Çin katliamından kaçan Doğu
Türkis^ tanlılar, zaman zaman Batı Türkistan'daki hanlıklara sığınırlar. Yakup
Bey'in Batı Türkistan'dan gelerek, Doğu Türkistan'da bir devlet kurması,
Türkistan tarihindeki milli dayanışmanın en canlı örneğidir. Bu yüzden Çinliler
110 yıl (1755-1865) süren ilk istila eylemlerinde başarılı olamamışlardır.
Fakat, Ruslar'm Batı Türkistan'ı hızlı bir şekilde işgale kalkması, yani
Türkistanlılar'ın hem batıda hem doğuda iki dev düşmana karşı iki cephede
savaşmak zorunda kalması, Türkistan’ın kaderini büsbütün değiştirir.
Türkistan’ın paylaşılmasında Ruslar ile Çinliler dayanışma içine girer. Yakup
Bey Devleti’ne karşı seferber edilen kalabalık Çin ordusunun yiyeceği Ruslar
tarafından karşılanır (Sadri 1984 : 297).
İşte, Batı
Türkistan veya Rus Türkistanı, Doğu Türkistan veya Çin Türkistanı adları, bu
iki yönlü istiladan sonra ortaya çıkar. Ruslar, 1920’li yıllardaki Batı Türkistan’da
kurduğu (Kazakistan, Kırgizistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan) yeni
idari kurumlarının oluşmasına kadar, bu bölgeyi genel olarak Türkistan kabul
eder ve bütün Batı Türkistan için "Türkistan Valiliği" adı altında
bir idari kurum kurarlar. Türkistan’ı Uzak Doğu’ya bağlayan demir yoluna
TÜRKSİB (Türkistan-Sibirya) Demir Yolu adını vermeyi sakıncalı görmezler.
Fakat,
Çinliler İkinci Çin İstilası'na kadar Doğu Türkistan’da siyasi ve idari bir
kurum kuramamışlardır. Çinliler’in her şehir yanına birer savunma kalesi
kurarak orada bıraktığı askeri birlikleri, zaman zaman Türkler tarafından yok
edilir. Sadece Çinliler’in yerleştiği bu savunma kaleleri, sonradan Kaşgar Yeni
Şehiri, Aksu Yeni Şehiri, Yarkent Yeni Şehiri şeklinde adlandırılmıştır.
Çinliler bu yeni kurduğu savunma kalelerine "Hençing" (Çinli Şehri),
eskiden var olan şehirlere "Huyçing" (Müslüman Şehri) adını verirler
(LÎU 1988 : 991). "Türk Şehri" adını hiç kullanmamışlardır. Çinliler
Doğu Türkistan’ a hakim olduklarını ancak 1884 yılında, İkinci Çin İsti-
lası’ndan sonra, burası için "yeni toprak" veya "kazanılmış
toprak" anlamına gelen "Şin Cang" adını kullanarak ifade ederler
(Hayıt 1975 s 147-148).
Fakat, bu
1878’de başlayan İkinci Çin İstilası da, Çinliler için Doğu Türkistan’da tam
bir istikrarlı ortam yaratamamıştır. Bu dönem içinde Tanrı Dağları’nın güneyinde
1955’te, Tanrı Dağları’nın küzeyinde 1944’te cereyan eden isyanlar sonucu 10
yıl ara ile iki milli devlet kurulur.
Birinci
Milli Devlet 1955-1954 yılları arasında bir yıl yaşar. Hâce Niyaz Hacı
başkanlığındaki Nisan 1951’de başlayan Kumul İsyanıJ Mahmut Muhiti
başkanlığındaki Ocak 1955*te başlayan Turfan İsyanı; Mehmet Emin Buğra başkanlığındaki
Şubat 1955’te başlayan Hoten İsyanı gibi ciddi silahlı eylemler sonucu, 12
Kasım 1955’te Sabit Damolla başkanlığında Kaşgar’da "Şarki Türkistan İslam
Cumhuriyeti" adıyla bir Türk devleti kurulur (Buğra 1952 î 29, 50, 42). Fakat, Ruslar’ın böyle bir
devletin kendi hudutları yanında yaşamasına hiç tahammülü yoktu. Ruslar’ın koyu
desteğiyle 12 Nisan 1955’te Ürümçi'de hükümet başına gelen Çin ordusunun
albayı ŞIN Şİ Sey, hem barış, hem terörden ibaret iki yüzlü politika takip
ederek, bu Kaşgar’ daki Türk devletini ortadan kaldırmaya muvaffak olur. Hâce
Niyaz Hacı Ürümçi’deki ŞIN hükümetinin başkan yardımcılığına getirilir ve bir
müddet sonra hapsedilir. 1942 yılında boğularak öldürülür (Ötkür 1985 î 416).
İkinci Milli
Devlet 1944-1949 yılları arasında beş yıl yaşar. İli vilayetinin Nılkı
nahiyesinde, Kazan Türklerinden Fatih Müslim'in başkanlığında ortaya çıkan
isyan kısa bir zaman içinde 12 Kasım 1944 günü Gulca’da "Şarki Türkistan
Cumhuriyeti"nin kuruluşunu sağlar. 1945’te bu Cumhuriyete Altay ve
Tarbagatay vilayetleri de katılır. Ne yazık ki bu Cumhuriyet de, 1949 yılının
ikinci yarısında, Stalin ve MAO işbirliği altında tertip edilen Üçüncü Çin
İstilası ile yıkıtılır. Cumhurbaşkanı Ahmetcan Kasimi başta olmak üzere,
Cumhuriyetin ileri gelen şahsiyetleri, Pekin’deki kurultaya davet edilme
gerekçesiyle bir Rus uçağına bindirilir ve "uçak kazası" süsü ile öldürülür.
Bu faciadan sonra, Doğu Türkistan tarihinin iki komünist devlet arasındaki
çaresiz ve en karanlık günleri başlar.
Böylece Doğu
Türkistan üzerindeki Çin istilasını üç büyük devreye bölebiliriz : 1755-1865
yıllarını kapsayan Birinci Çin İstilası Devri; 1878-1944 yıllarını kapsayan
İkinci Çin İstilası Devri ve 1949 yılından başlayan Üçüncü Çin İstilası Devri.
Bu Üçüncü Çin İstilası Devri, değişik bi ifade ile Komünist Çin İstilası Devri
de denilir. Yakın çağımızın dünyasında, hiçbir yöre Doğu Türkistan kadar çok
isyanlara ve tekrar tekrar istilalara sahne olmamıştır; hiçbir tonluluk Doğu
Türkistanlılar kadar zülüm ve katliamlara mamız kalmamıştır; 300(1678-1992)
yıllık esirliğin birikimini halen taşımakta olan Doğu Türkistanlılar kadar
bahtsız ve zavallı bir topluluk yoktur.
GHEN CHİNG
Lung, "Şin-Cang" adının Birinci Çin İstilası Devri’nden beri
kullanılmaya başladığını iddia eder (CHEN 1967 J VI). CHEN’in neye göre böyle
yazdığını bilmiyoruz, fakat bilinen gerçek, 110 yıllık Birinci Çin İstilası
Devri içinde, Çinliler burada, "kazanılmış toprak" denilebilecek emin
bir ortam bulamazlar. Savunma kalelerine sığınan Çin askerleri zaman zaman yok
edilir. İşte bu İsyanlar Yüzyılı*nda, Çin hükümetinin yüksek makamlarında Batı
Bölge*deki (Çinliler o zaman Doğu Türkistan’ı Şİ YÜ, yani Batı Bölge diye
adlandırırlar) dört şehirden (Kaşgar, Yarkent, Hoten, Yenihisar) vazgeçme
meyilleri görülür (LİU 1988 : 1183).
Türkistan’ı
paylaşarak istila eden bu iki milletin kültürü ve geleneği birbirinden çok
farklı olduğu için, onların sömürge politikaları da, istila edilen topluluğa
karşı tutumları da çok farklı olur. İngilizler* in ve Rus- lar’m sömürge
politikası, bir nevi Avrupa aydınlığını Asya karanlığına taşıma niteliğini de
içerdiği için, onlar başkalarının milli benliğini ifade eden "Türk"
ve "Türkistan" sözcüklerini kullanmaktan korkmamışlar. Çünkü onların
sömürgeleri karşısında medeniyetçe üstünlükleri bir gerçektir. Onların
başkalarını imrendirebilecek birçok özellikleri vardır. Fakat, Çinliler’in
sömürge politikası daha değişiktir. Uzun tarihi boyunca, başkalarının istilası
karşısında sayıca üstünlüğü ile ayakta kalabilen bu millet, sayıca üstünlüğü
ile elde ettiği sömürgelerini de, sadece sayıca üstünlüğüne dayanan ırkçı bir
politika ile ellerinde tutmuşlardır. Yapımı yüzyıllarca süren Çin Şeddi, işte
bu insan çokluğunun ürünüdür. Çinliler’in başkalarına verebileceği ancak
Çinciliktir. Bu yüzden "Türkler hiç bir devrede, en kuvvetli oldukları
dönemlerde bile, Çin’i istila ederek orada oturma ve Çin’i kendi egemenlikleri
altında yaşatma yolunu pek seçmemişlerdir. Çünkü, Türkler’deki bir düşünceye
göre, şayet Çin’e gidip orada yerleşirlerse, o zaman, kendi benliklerini
kaybedecekler ve Çinlileşeçeklerdir. Türkler bu duyguyu her zaman yaşamışlar
ve bu yüzden de Çin hiçbir zaman Türkler’ in olmamıştır. Türkler’in bu duygu ve
düşüncelerine karşılık, Çinliler her zaman için dağınık en ufak bir Türk
zümresini bile hemen yerleştirmişler ve onlara yerleşikliğin bütün icaplarını
öğreterek asimile etme yoluna gitmişlerdir” (İzgi 1987 : 20).
Çinliler,
yukarıda bahsettiğimiz milli özelliklerinin emri gereğince, Doğu Türkistan’ı
istila ettikten sonra, Türkler’in milli benliğini ifade eden "Türk"
(Çince telaffuzu Tu Cü) sözcüğünün yerine Huy Huy (Müslüman) sözcüğünü,
"Türkistan" sözcüğünün yerine Şi Yü (Batı Bölge) sözcüğünü
kullanmışlardır. "Türk" (Tu Cü) sözcüğünü hiç kullanmamışlardır.
Elbette bunun sebebi çok açıktır. İstila edilmiş topluluk için, onların milli
kimliğinin yerine dini kimliğini kullanmak, istilacıların işine gelmektedir.
Çünkü milli kimlik doğal olduğu için siyasidir. Dini kimlik yapay olduğu için
kültüreldir. Yapay kimlikler, eritilebilir. Fakat, doğal kimliğin eritilmesi
güçtür. Milletlerin doğal kimliği var olduğu sürece, milli devlet özlemi de
var olacaktır. Üstelik "Türk" sözcüğü, bütün Türk boylarını
birleştiren ve tarih boyunca her zaman iktidar anlamıyla ortaya çıkan bir
kavram olduğu için, Çin’in milli devlet geleneği olan "Başkalarını birbirine
karşı kışkırt ve parçala, yut" (Barthold 1990 î 405), politikasına ters
düşecektir. Çinliler*e göre, Çinliler’ in işgalindeki herkes, kesinlikle Çinli
olmalıdır. Zaman ve değişen rejimler Çinliler’in bu milli özelliğini
değiştirmemiş belki de geliştirmiştir.
ORHUN
ABİDELERİ*nde Çin hakkında 1260 yıl önceki ölümsüz Türk ikazı bugünde
geçerlidir ”Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak
imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece
yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş,
İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi,
milleti, akrabasına kadar barındırmazmış” (Ergin 1980 : 18).
Çin
tehlikesi ve kötülükleri hakkmdaki yalın tarihî gerçek şu ki, Türkler güçlü
veya zayıf dönemlerinde olsun tarih boyunca, Çinliler*in karşısında bir kaya
gibi onların etrafa genişlemesine engel olmuştur. Türkler’in sayesinde
kuzeydeki ve batıdaki birçok milletler bu arsız ve zalim milletin olası istila
ve zulmünden kurtulmuştur. Yani, Türkler bir kalkan gibi Batı uygarlığını sarı
tehlikeden korumuştur. Türkler tarihteki bu rolleri itibarı ile insanlık ve
uygarlık adına övünmek de haklıdırlar. Fakat, Türkler bu hizmetine karşılık
batı milletlerinden yardım görmek şöyle dursun, onların da saldırısına uğramıştır.
Türkistan’a yönelik Arap, Fars, Rus saldırıları, Türkler’i çoğu zaman iki
cephede savaşmak zorunda bırakmıştır. Bu durum Türkler’i gittikçe yıpratmış,
zayıflatmıştır. Yine de bu millet, düşmanlarının bu kadar çok olmasına rağmen,
tarihteki görevinin bu kadar ağır olmasına rağmen, ırkının, dilinin asilliği
ve yaşam tarzının hareketliliği sayesinde günümüze kadar gelebilmiştir.
Yukarıda
bahsettiğimiz Doğu Türkistanlıların başına gelen siyasî ve İçtimaî felaketlerin
yanında, Doğu Türr- kistanlılar için uygulanan İktisadî yük de çok ağır olmuştur.
Kalrauk istilası döneminde her yıl için ödenen 3,5 ton gümüş miktarındaki vergi
Çin istilası döneminde de devam eder. İkinci Çin İstilası’ndan sonra hiç bir
ölçü gözetmeksizin, Doğu Türkistan’da bulunan bütün zenginlik taşınabildiği
kadar Çin’e götürülür. Mesela, 1933-1944 yılları arasında Doğu Türkistan’da
Genel Vali olan ŞIN Şi sey, Ürümçi’den ayrılırken, değerli malları on kamyonla
birkaç defa Lençu şehrine götürülür. Bu malların arasında 12 ton altın da
vardır (Kadiri 1948 : 152).
Çin’in
kendisi, 1840’11 yıllardaki Afyon Savaşı'ndan sonra yarım sömürge haline düşünce,
Doğu Türkistan bir nevi sömürgenin sömürgesi olur ve daha da ağır bir şekilde
sömürülmeye başlar. Komünist Çin İstilası’ndan sonra, Lençu’daki demir yol
hızlı bir şekilde Ürümçi’ye ulaştırılır. Bu Ürümçi-Lençu Demir Yolu ile
Çin’den Doğu Türkistan’a Çinli, Doğu Türkistan’dan Çin’e tarım, orman,
hayvancılık ürünleri başta olmak üzere altın, neft, kömür gibi yeraltı
zenginlikleri götürülür. Dünyamızın bu en zengin bölgesi olan Doğu Türkistan’da
bugün, dünyamızın en yoksul insanları yaşamaktadır.
Hâceler
Devri’nden günümüze kadar gelen birçok elyazmalarından, o devrin kendine özgü
birçok şair ve yazarlar yetiştirdiğini öğrenmekteyiz. Doğu Türkistan’ın bu 18.
yüzyıl edebiyatından devrin olayları, vatanın kaderi hakkındaki endişe ve
düşünceler, buna paralel olarak özgürlük özlemleri ve sevgi yansımaktadır.
Sevgi, insanı yüce ve temiz ahlaki prensipler esasında eğiten, insan gönlünü
kirli ve kötü niyetlerden temizleyen, alicenaplık, mertlik ve dostluk
duygularını yaratan etkendir. Sevgi, vefa, cesurluk ve dayanıklılık ister. İşte
18. yüzyıl Uygur şairlerinin kaleme aldığı kahramanlar, yukarıda bahsettiğimiz
gibi öyle bir sevginin sahipleridir (Mollaudov 1990 : 7-8).
Zeliliy :
Zeliliy,
şairin edebi lakabı olup, adı Muhammed Sıdık’tır. Zeliliy’nin 1676 yılında
Yarkent’te doğduğu ve 70 yaşını geçtiği bilinmektedir. Yani şair, Hâceler
Devri’ni başından sonuna kadar yaşamış, tam anlamıyla Hâceler Devri’nin
insanıdır. 0, Doğu Türkistan’ın birçok şehirlerini gezmiştir. Bu gezi onun vatan
sevgisini canlandırmıştır. 0, devrin en aydın insanlarından olmuş, Doğu
edebiyatını öğrenmiş, Farsça şiirler, de yazmıştır. Zeliliy, Uygurlar'ın
tarihine değinirken, daima Sultan Satuk Buğra Han’ı anmaktadır. Buğra Han onun
nezdinde bir milli kahramandır. Buğra Han'ın Uygunlar bölgesinde ilk defa
İslamiyet'i kabul etmesi ve ünlü Karahanlı Devleti’ni kurması, doğal olarak, o
dönemin vatan ve millet sevgisiyle yaşayan, aynı zamanda esaretin acısını duyan
aydınlarının gurur kaynağı olmuştur. Gerçekten de, Türk medeniyetinin örnekleri
olan "Kutadgu Bilig" ve "Divanü Lugat-it-Türk" gibi
eserlerin yaratıldığı Kara- hanlı Devleti ile övünmekte haklı idiler. Tıpkı,
20. yüzyıl başlarında Rus esaretine karşı savaş veren Türkistan aydınlarının
nezdinde ilham kaynağı olan Büyük Timur, nasıl bir milli kahraman ise, Buğra
Han da Hâceler Devri’ nin aydınları nezdinde öyle bir milli kahraman olacaktır.
Ünlü Timur İmparatorluğu’nun başkenti Semerkant'ın 19, yüzyılın sonlarına doğru
Ruslar’m ayağının altına düşmesi, Türk vatanseverlerinin kalbinde ne kadar acı
ve hasret yaraları açmışsa, o ünlü Karahanlı İmparatorluğu’nun başkenti
Kaşgar’m 17. yüzyılın sonlarına doğru hâcelerin ve Kalmuklar’m ayağının altına
düşmesi de, o dönemin vatanseverlerinin kalbinde o kadar acı ve hasret yaraları
açmıştır. Şair, bu acı ve hasretlerini şu şekilde dile getirmektedir :
”Endelibi
çarbagi mülki Türkistan cüda. Kumriyu şahi dereht ereri bostan cüda. Leik çugz
eyleb meni veyranege saidi huda. Merheba Sultan Satuk Bugrahanim, merheba”.
(Bağ-bostan bülbülü, Türkistan toprağı gitti elden. Bostandaki kumru ve ağaçlar
kayboldu. Baykuş gibi beni viran eyledi Tanrı.
Merhaba
Sultan Satuk Buğra Han’ım, merhaba).
(Mollaudov
1990 : 29)•
Zeliliy’nin
"Sefername" (1718), "Tekire-i Çilten” (1734) ve "Tezkire-i Hâce
Muhammed Şerif” (1744) gibi eserleri, o dönemin tarihi olaylarını
yansıtmaktadır (Mollaudov 1990 : 15). Yaşadığı devreye karşı isyan eden
Zeliliy, kendisine de karşı şu mısralar ile isyan etmektedir î
”Söz bilen
telbe Zeliliy ne vilayet alding, Gerçe Türk erdinu hem şairi Türkistani”. (Söz
ile deli Zeliliy ne gibi bir vilayet aldın, Gerçi Türksün ve şairisin
Türkistan’ın).
(Mollaudov
1990 : 27).
Zeliliy’ye
göre, vatanı Türkistan, milleti Türk olan bir kimse böyle yaşamamalıdır.
Nevbeti :
Nevbetiy
Hoten’de doğmuş olup, 1691-1760 yılları arasında yaşadığı tahmin edilir. Şairin
kendi adı belli değildir. Nevbetiy edebi lakabıdır. Onun şiirleri sevgi konusu
ile toplum gerçeklerini yansıtmaktadır. Şiir üslubundaki güzellik, Uygur
klasik edebiyatı için güzel örnektir (Mollaudov 1990 : 52). Nevbetiy yaşadığı
devrinin haksızlıklarını şu şekilde dile getirmektedir :
"Mogulistan’da
kafiri, zalimi hanlik, Fukralar gem hesrette bolup heyranlik. Bu mehelde hemme
zalimler yürür rahette, Mömin el zulmi-sitem birle bolur derbanlik”.
(Moğolistan’da kafir ve zalim hanlık, Fukralar gam ve hasretin şaşkınlığı
içinde. Burada bütün zalimler yürür rahat içinde, Halk zülüm ve sitem ile kapı
dışı edilir).
(Mollaudov
1990 : 55)
Erşiy :
Karataglık Hâceler’m
lideri Danyal Hâce’nın büyük oğlu olan Yakup Hâce’nın (Hâce Cahan) edebi lakabı
Erşiy’ dir. Şair olan bu kişi, Appak Hâce öldükten sonra (1694) Altışehir’e
gelen ve 1720-1755^yılları arasında Altı- şehir’i idare eden Danyal Hâce
döneminde Erşiy Cungarlar’ in ordusunda bulunmuştur. Babası öldükten sonra
(1755), Altışehir’in idaresi Danyal Hâce’nın dört oğluna taksim edilirken,
Erşiy’ye Yarkent verilmiştir. Erşiy kendisi şair olduğu için, onun döneminde
Yarkent’te şair, sazcı ve ve bilginler toplanmıştır. Erşiy, 1756 yılında, Burha-
niddin Hâce’nın Yarkent'e saldırısı sırasında yakalanıp bütün ailesi ile
beraber öldürülmüştür (Mollaudov 1990 s 79-80).
(1)
Mollaudov (1990 : 79-80)’dan alınmış bu yıl belgesinde yanlışlık vardır.
Danyal Hâce 1727-1755 yılları arasında Altışehir’i idare etmiştir.
Futuhiy :
Futuhiy,
Şair Erşiy’nin oğludur. Futuhiy edebi lakab olup, adı Sıdık Hâce’dır. Futuhiy
de babası Erşiy ile beraber öldürülmüş olabilir (Mollaudov 1990 : 124).
Harabatiy î
Harabatiy,
şairin edebi lakabı olup, adı Muhammed Binni Abdullah’tır. Onun Aksu'da doğmuş
olduğu ve 1650’11 yıllardan 1750'11 yıllara kadar 90-100 yıl ömür sürdüğü
tahmin edilmektedir. Onun Buhara’da okuduğu bilinmekte. Harabatiy şiirlerinde,
18, yüzyıldaki zülüm ve haksızlıklara karşı bilgi ve ahlakı bir silah olarak
kullanmaktadır (Mollaudov 1990 : 138, 140).
Şairahun :
Şairin adı
Molla Abdulelim olup, büyükler ona Şair- ahun demişler. Bu şairin tek eseri
olan "İslamname” destanı 18, yüzyılın 6O'lı yıllarında yazılmıştır. Şair
bu eserini Appak Hâce’nin torunu Ahmet Hâce ve onun çocukları Burhaniddin Hâce
ile Han Hâce’ya bağışlamıştır. Bu destan 18. yüzyıl olaylarını yansıtmaktadır
(Mollaudov 1990 : 180-181).
Hâceler
Devri’nin, zamanına karşı itirazlarla dolu edebiyatı dışında, başka sanat
dalları hakkında bir şey söylemek zordur. Ressamlık ve heykeltaraşlık hakkında
da bir bilgi yoktur. Çünkü, İslam anlayışı ve geleneğine göre, ressamlık ve
heykeltaraşlık, putperestliği andıran bir olgu olduğu için, İslam'ın egemen
olduğu topluluklarda, bilhassa sanatın bu dalının gelişmesi engellenmiştir.
Her şeyi soyutlaştıran tasavvuf, elbette somut varlık ve somut görüntülerden
hiç hoşlanmaz.
Seidiye
Hanlığı’nın ikinci hanı Abdureşit Han'ın eşi Amannisahan hem şair, hem
ınusikşinas olup, onun eserleri Appak Hâce’nin saltanatı döneminde (1678-1694)
yasaklanır ve ateşe verilir (Mucizi 1982 : 12). Bir yoksul oduncunun kızı olan
Amannisahan 1567 yılında 34 yaşında iken doğumda ölür (LİU 1988 : 783-784).
Kuçar’m öğen
Nehri kıyısında bulunan Bin Buda Mağaralarındaki insan resimlerinin isteyerek
mızrak ucu ile zedelendiğine göre^\ Orhun Abideleri, eğer hâcelerin egemen
olduğu Altışehir’de, genel olarak İslamiyet’in egemen olduğu yörelerde olsa
idi, "Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası"
(Ergin 1980 ; 7) olan bu abidelerin başına neler gelebileceğini tahmin etmek
zor değildir.
Muhammed
Sadık Kaşgariy ve "Tezkire-i Cahan" :
Hem tarihçi,
hem şair olarak tanınmış Muhammed Sadık Kaşgariy’nin Uygur medeniyeti tarihinde
müstesna bir yeri vardır. 1740-1849 yılları arasında bir yüzyıldan fazla
yaşamış olduğu tahmin edilen (Mollaudov 1990 : 203) bu bilgin hakkında ilk
bilgiyi Kazak Türkleri'nin ünlü bilgini Çokan Cengiz Velihanoğlu (1835-1865)
vermektedir. Bilginin "Tezkire-i Cahan" adlı tarihi eseri, o döneme
ait eserlerin en mükemmelidir. Kaşgariy bu eserini Kaşgar Hakim Bey*i Osman
Beg’in katibi olduğu sırada yazmıştır. Osman Beg, Burhaniddin Hâce’nın isyanını
bastırmaya katılan Kuçarlı Mirza Hudi Beg’in oğludur. Yazar bu eseri
oluşturmadaki amacını şöyle açıklamaktadır : "Yarkent’in hükümdarı Mirza
Hudi Beg’in gözbebeği olan oğlu Osman Beg Kaşgar’a hakim idi..... Hakim Osman
Beg’in Rehime Ağca adlı anası, zayıflara, yoksullara, bilginlere, iyilerin
çocuklarına şefkat gösterirdi. Birkaç nesilden beri İshak Veli ve onun evlatlarına
mürid olarak bağlanmıştı. Benim gönlüme İshakiye hâcelerinin tarihi olaylarını
tezkire şeklinde yazsam, diye bir fikir geldi, Böylece, hâcelerin tarihi
hakkında bir tezkire yazabilsem, dünyada benim adım da bir hatıra olarak kalır,
diye karara geldim. Ben ki, zavallı Muhammed Sadık çaresizlikten, ilmi kabiliyetimin
yetersizliğinden, ulu Tanrı*dan yardım isteyerek,
(1) Ben 1955
yılında, Tarihi Kalıntıları İnceleme Grubu ile Altışehir*e gittiğimde, Bin Buda
Mağaraları’nı gezme fırsatına sahip olmuştum. İnsan resimlerinin isteyerek
mızrak ucu ile zedelendiğini görmüştüm. bütün gücüm ile Hicri 1182 (Miladi
1768) yılında Tezkire- i Cahan’ı yazmaya başladım”. ”Tezkire-i Cahan" tam
anlamıyla “Hâceler Devri” tarihidir. Bu eser, Appak Hâce’nin Kalmuklar’m
yardımıyla iktidara gelmesinden (1678), Bur- haniddin Hâce’nin, Çin’in yardımı
ile Altışehir’e hükümdar olmasına kadar (1755) süren 77 yıllık tarihi içermektedir
(LİU 1988 : 1079).
Asıl adı
"Tezkire-i Cahan" olan bu eser, "Tezkire-i Hâcegan",
"Tezkire-i Azizan" şeklinde de adlandırılmıştır. Elyazma şeklindeki
bu eserin British Museum'da üç nüshası bulunmaktadır : 0R, 5558 Tazkirat
al-TahamanJ 0R>9960 Tazkirat al-JahanJ OR, 6992 Tazkira-i Jahan (Masami 1978
: 90). Üçüncü nüshası OR, 6992 Tazkira-i Jahan, Farsçadır.
Mollaudov
(1990 : 205)’a göre, "Tezkire-i Ezizan", "Tezkire-i Hâcegan",
Kaşgariy’nin ayrı ayrı eserleri olarak yanlış izah edilmiştir. Tahminimize
göre, eserin adı, kopya edilirken, kopya edenlerin isteğine göre değiştirilmiştir.
Sözlü olarak öğrendiğimiz bilgilere göre, "Tezkire-i Cahan"m Ürümçi,
Taşkent, Alma Ata arşivlerinde saklanmış değişik nüshaları varmış.
Mirza Haydar
Duğlat’m 1540'11 yıllarda Farsça yazdığı 1521-1547 yıllarını içeren ünlü
Tarih-i Reşidi'si, Kaşgariy tarafından Çağataycaya çevrilmiştir (Togan 1950 î
240).
Kaşgariy,
Uygur edebiyatı tarihinde vatanperverlik konusunu daha tesirli bir şekilde
işlemiş şairdir. Bu itibarla onu, Türkiye'nin vatanperver şairi Namık Kemal'a
(1840-1888) benzetebiliriz. Namık Kemal, aşağıdaki şiiri ile sanki Kaşgariy’nin
hasretini dile getiriyordu :
"Vatanın
bağrına düşman
Dayamış
hançerini, Yokmudur kurtaracak Bahtı kara madarını".
Vatanının
kaderini kendi kaderi olarak anlayan şair, Appak Hâce’nin vatana ihanetinden
dolayı hasıl olan hasretini şu şekilde ifade etmektedir :
"Kaysi
bir derdim bayan eyleyki, kaysi külfeti,
Ya deymu
hane veyranlik belavu-şiddeti”.
(Hangi bir
derdimi beyan eyleyim ki, hangi külfeti, Veya söyleyim mi, viran, bela ve
şiddeti)
(Mollaudov
1990 : 203-205).
Tezkire-i
Çaban’m Hâceler Devri’nin tek kaynak eseri olmasına rağmen, günümüze kadar bir
Türk şivesi ile basılmamış olması, Muhammed Sadık Kaşgariy’nin müstesna bir
tarihçi ve şair olmasıyla birlikte, henüz Türk alemine tanıtılmamış olması, çok
büyük eksikliktir.
Bilindiği
gibi, Arap ve Fars kültürü ile yoğurulan İslamiyet, Cengiz Han'ın Türkistan ve
Batı seferinde ağır darbe yer, birçok İslam mücahitleri Cengiz ordusu tarafından
öldürülür. Cengiz işgalinden sonra Türkistan, Arap ve Fars kültürünün
baskısından kurtulup, tekrar Türkleş şir. Aradan yüzyıl kadar zaman geçtiğinde,
Cengiz İmparatorluğu parçalanır ve çöker. İşte o zaman, Büyük Timur, Cengiz
İmparatorluğu’nu tekrar canlandırmak üzere iktidar mücadelesine girişir.
Timurlular, bilim ve sanata yönelik bir hamle ile, Avrupa’da "Timurlu
Rönesansı” tabirinin ortaya çıkmasına sebep olan bir devri başlatırlar (Aka
1991 : 125).
İster
devletin yüksek siyasi hayatında olsun, ister insanların özel hayatında olsun,
din baskısının ne derecede olduğunu, değişik bir ifade ile bilim ve sanat
eyleminin temeli olan fikir özgürlüğünün ne derecede olduğunu belirten en
bariz ölçülerden biri de kadınların durumudur. Timurlular döneminde kadınların
devlet idaresinde önemli rolleri olduğu görülür. Timur’un hanımları ve
saraydaki kadınların durumu genellikle İslam kanunlarına değil, eski Türk örf
ve adetlerine uygundur (Aka 1991 ’ 108). Uluğ Bey devlet idaresinde dedesi
Timur'u teklid etmiş olup, onun yasayı iyi bilen Moğol beylerinden Duğlat
Hudaydat'ı getirerek, kendisinden yasanın kaidelerini öğrenmek istediği
bilinmektedir (Aka 1991 : 106).
Fakat, her
amil zıttı ile vardır. Timur ile aynı zamanda, Cengiz döneminde olup
bitenlerden öc almak ve İslamiyeti tekrar canlandırmak için, Fars kökenli Baha-
üddin Nakşibendi de harekete geçmiştir. Bahaüddin Nakşibendi öncülüğündeki hâcelerin
ortaya çıkışı, Türkistan'ın ikinci defa İslamiyet'le iç içe yaşamasını
sağlamıştır. Türkistan üzerindeki İslamiyet'in ilk istilası kılıç ile dışarıdan
gerçekleştirilmişse, bu ikinci istila, tasavvuf ile içten
gerçekleştirilecektir.
İslamiyet,
siyasal, sosyal ve kültürel kurum olduğu için, başlangıcından günümüze kadar
hiçbir zaman gönül huzurunu temin etmekten ibaret basit bir inanç olarak
kalmamıştır. İslam tarihi bir siyasal tarih olarak görülürse, "Hâceler
Devri" ise, bütün İslam tarihinin 77 yıllık küçük bir parçasıdır. Bu
sonuç itibarıyla diyebiliriz ki, İslamiyet’in siyasal ve kültürel kimliğinin
ezik düştüğü yörelerde, İslamiyeti tekrar canlandırmak amacıyla hâcelerin
ortaya çıkması ve faaliyete geçmesi, İslamiyet açısından gayet normal ve hatta
zorunludur. İslam’ın inanç ve prensipleri yaşadığı müddetçe, şartlar uygun
olursa, İslam’ın siyasal kimliği de her an kendini göstermeye hazır olacaktır.
Türkistan’da
Timurlular’ın çökmesi, zaman, mekan ve şartların, bilim ve sanat ile uğraşan
Timurlular için uygunsuz, tasavvuf ile uğraşan hâceler için uygun olmasından
ileri gelmektedir. Timurlular Türkistan’da bir yüzyıl tutunabildiği halde, hâceler
beşyüzyıl tutunacaktır. İşte bu hâcelerı içeren beşyüzyıllık Türkistan tarihi,
tezimizin konusu olan 77 yıllık "Hâceler Devri" dahil hâcelerin
Türkistan tarihindeki bütün varlığını kapsamaktadır. Orta Çağ’m sonu, Yeni
Çağ’m başı olan bu 500 yıllık (Büyük Timur’dan Yakup Bey’e kadar olan zaman)
dönem, Karalar Çağı’nın (Orta Çağ) kalıplarını henüz kıramamış, Deniz Çağı’na
(Yeni Çağ) henüz ayak oydurama- mlş Orta Asya Türklüğü için tam bir arayış
dönemidir. Değişik bir ifade ile bu dönem, Orta Asya Türk tarihinin en engebeli
dönemidir. Hâceler eğer varlığını 500 yıl sürdürebilmişse, onlar bu dönemin
engebeli olduğuna borçludur. Hâcelerin bu dönemdeki nüfuz ve eylemleri, bu dönemin
daha çok engebeli, belirsiz olmasına ve daha çok uzamasına sebep olacaktır.
Yakup Bey
Devleti, zamanı geçmiş, geç kalmış bir devlettir. Yakup Bey’ih biat ettiği ve
dayandığı Osmanlı İmparatorluğu artık çökmektedir. Batıdaki Huşlar, Batı
Türkistan’ı işgal ederek, Yakup Bey Devleti’nin kapısına dayanır ve rakibi
İngilizler’e karşı Türkistan'ı Çinliler ile paylaşmak üzere dayanışma içine
girer. Yakup Bey Devleti bu iki düşmana karşı koyabilecek durumda değildir.
Dünyada henüz güçsüz devletleri koruyabilecek siyasi güçler birliği yoktur.
Dünyadaki siyasi güçler dengesinin henüz oluşmadığı zaman itibarıyla, Yakup Bey
Devleti erken doğmuş bir devlettir. Böylece Türkistan Türklüğü geç kalmanın,
değişen şartlara ayak uyduramamanın azabını çekecek, mahkum olacak ve
devletsiz kalacaktır. Türkistan Türklüğü'nün bu acı kaderinde elbette Hâceler
Devri’nin, genel olarak hâcelerin 500 yıllık Türkistan tarihinde oynadığı
rolünün payı son derece büyüktür. Değişik bir ifade ile, Türkistan
Türklüğü’nün milli devletini sürdüremeyecek derecede yorgun düşmesinin başlıca
sebebi, Türlüğün vücuduna yerleşerek, Türklüğe karşı savaş veren yabancı güçlerin
çabalarıdır. Her şeye rağmen, her şeyden önce, Türkistan Türklüğü içten
yıpratılmış, içten çökertilmiş- tir. Huşlar'ın ve Çinliler'in Türkistan'ı
istila etmeye kalktığı zaman, zaten Türkistan istila edilmeye hazırlanmış
durumdadır.
İstila
edilen bölgenin ve toplumun durumu ne olursa olsun, istila eylemi hiçbir zaman
kalıcı ve meşru olmamıştır. Bu yüzden, istilacılar kim olursa olsun, istila
yolu içten mi, dıştan mı farketmez, istilacılar doğrudan doğruya idareci
olmaktan çekinmişlerdir. Hâceler hep hanlar aracılığı ile hanlığı
yönlendirmeye çalışırken, Kalmaklar, hâceler aracılığı ile, Çinliler ise
beyler aracılığı ile Türkistan'ı yönlendirmeye çalışmışlardır. Türkistan
üzerindeki bu eylem, bugün de eskisi gibi devam etmektedir. İster Rus işgalindeki
Batı Türkistan olsun, ister Çin işgalindeki Doğu Türkistan olsun, istilacılar
tarafından seçilmiş insanlar aracılığı ile idare edilmektedir.
Toplumun
iktisadi ve manevi yapısı, insanların anlayışı gelişip, bilgi çağı dünyaya
hakim olursa, meşru olmayan, gizli kapaklı eylemlere, başkalarının hesabına
geçinmeye dünyamızda imkan ve yer kalmaz. İşte o zaman, istilacılığın,
sömürgeciliğin kendiliğinden ortadan kalkacağı şüphesizdir. Türkistan,
istilacılardan, sömürgecilerden kurtulabilmesi için böyle bir çağ değişimine
en çok ihtiyaç duyan bir ülkedir. Bu değişim şu anda başlanmış görünmektedir.
Eninde sonunda Türkistan'ı yine, Timur lular*m bundan 600 yıl önce başlattığı
bilime ve sanata yönelik eylemleri kurtaracaktır. Artık çağ değişmiştir,
bundan böyle, mekan, zaman ve şartlar din ve tasavvuf için değil, bilim ve
sanat için hizmet edecektir. Dünyamızda kalıcı olan da bilim ve sanatın
ürünleridir. Uluğ Bey ve Ali Şir Nevayi, bilim ve sanata gösterdiği
hizmetlerinden dolayı, Türk dünyasının ölümsüz simalarından olmuştur.
Din
adamlarının yoğun çabaları ile içte hazırlanmış şartlardan istifa eden dış
güçler (Araplar, Farslar, Kal- muklar, Çinliler ve Ruslar) Türkistan'da Türk
egemenliğini ortadan kaldırmaya muvaffak oldular. Fakat, İbni Sina ve Timur
gibi Türklüğün yetiştiştirdiği büyük şahsiyetlerin Türklük için çizdiği yolu
ve verdiği şuuru ortadan kaldıramadılar. Bu yol ve bu şuur, Türkün bilime ve
sanata meyilli olma yoludurJ Türkün özgürlük ve istiklaline düşkün olma
şuurudur. Bilim ve sanattaki başarılar, özgür ve bağımsız yaşamanın
teminatıdır.
KAYNAKÇA
AKA,
İsmail
1991
Timur ve Devleti Ankara
AKİRA,
Haneda
1978
"Chapter 2. Problems of the İslamization" Açta Asiatica, Bulletin of
the İnstitute of Eastern Culture 34 : 12-21.
Tokyo
ALPTEKİN,
İsa Yusuf
1985 Esir Doğu Türkistan İçin İstanbul
ATIF,
Mehmed
1300/1882
Kaşgar Tarihi İstanbul
BASUR,
Zahirüddin Muhammed
1987
Vekayi (R. ARAT çevrisi)
(1943)
Ankara
BARTHOLD,
W. W.
1927 Orta Asya Türk Tarihi hakkında Dersler
1930 İstanbul
Uluğ
Bey ve Zamanı
1945 İstanbul
"Dağlat"
İslam Ansiklopedisi : 652-654.
1990 İstanbul
Moğol
İstilasına Kadar TÜRKİSTAN
Ankara
BAYTUR,
Enver
1986 Kırgız Tarihi Leksiyaları
Ar
tuş
BAYUR,
Y. Hikmet
1938 "16. Asırda Dini ve Sosyal Bir İnkılap
Teşebbüsü
1556-1605"
Belleten
II. cilt : 133-182.
1987a
Hindistan Tarihi II. Gurkanlı Devletinin Büyüklük Devri Ankara
1987b
"Trihi Özet”
(1943)
BABUR, Zahirüddin Muhammed Vekayi (R. ARAT çevrisi) : 023-0138.
Ankara
BRİNTON,
Grane
1982 1453*ten Bugüne Dünya Tarihi ve Çağdaş
Uygarlık
(Mete Tuncay çevrisi) İ stanbul
BUĞRA,
Mehmet Emin
1952 Doğu Türkistan
Ankara
1987 Şarki Türkistan Tarihi
Ankara
CAFEROĞLU,
A.
1936
"Buharalı Bahaüddin Nakşibendi'* Türkiyat Mecmuası V. cilt : 361. İstanbul
1968 Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü İstanbul
"Cengiz
Han Yeniden At Koşturuyor"
1990
Cumhuriyet Gazetesi 29»3.1990 İstanbul
CHEN
CHİNG Lung
1967
Çin ve Batı Kaynaklarına Göre 1828 İsyanlarından Yakup Bey*e Kadar Doğu
Türkistan Tarihi (Doktora Çalışması) Tai Pei
DEVELLİOĞLU,
Ferit
1980
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat Ankara
DUGHLAT,
Mirza Muhammed Haydar
1972
A History of the Moghuls of Central Asia
(1895)
(Tarih-i Rashidi)
Londra
ERGİN,
Muharrem
1980
Orhun Abideleri İstanbul
ESİN,
Emel
1985 "Naziğim*in Destanı"
Doğu
Türkistan*m Sesi sayı 7-8, cilt 2. Aralık : 57-41.
İstanbul
GPOUSSET,
Rena
1980
Bozkır İmparatorluğu Attila, Cengiz, Timur
•
(çeviren Dr. M. Üzmen) İstanbul
KAYIT,
Baymirza
1975
Türkistan Rusya ile Çin Arasında Otağ Matbaası
H0W0RTH,
H.H.
1876 History of the Mongols from the9th to 19th
Century
Fart I. the Mongol Proner and the Kalmuks Londra
İZGİ,
Özkan
1987
Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre) Ankara
KADİRİ,
Polat
1948
Ölke Tarihi
Ürümçi
KAŞGARİY,
Muhammed Sadık
1767/68
”Tezkire-i Cahan"
Kaşgar
KORUPATKİN,
A.N.
1984 Kaşgariye (İngilizceden Uygurcaya çeviren
Hekime Erşidin) Ürümçi
KÖPRÜLÜ,
M. Fuad
1966
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar
(1919)
Ankara
KUFRALI,
Kasım
1948
"Molla İlahi ve Kendisinden Sonraki Nakşibendi'ye Muhiti”
Türk
Dili ve Edebiyatı Dergisi III. cilt, sayı 1-2 : 129-151.
"Nakşibendiliğin
Kuruluşu ve Yayılışı" (Basılmamış Doktora Tezi, Türkiyat ens. nr. 557).
LAMB,
Harold
1948
Timur (Mehmet Osman Dostel çevrisi) Kenan Matbaası
LİGETİ,
L.
Bilinmeyen
İç Asya
(1949)
Ankara
LİU
ZHI Shiao Uygur Tarihi
Pekin
T4ASAMİ,
Kamada
1978
"Supplement : İslamic Saints and Their Mausolems"
Açta
Asiatica, Bulletin of the İnstitute of Eastern Culture 54 s 79-98.
Tokyo
Moğolların
Gizli Tarihi1986 Ankara
MOLLAUDCV,
S.
XVIII
Esir Uygur Poeziyasi
Alma
Ata
MUCİZİ,
Molla İsmetulla Binni Molla Nimetulla
1982
Tevarihi Musikiyyum
Pekin
Ö
TKÜR, Abdurehim
İz
(Tarihi Roman)
Ürümçi
ÖZGEN,
Harun
"Başyazı"
Türk
İllerinden sayı : 7, Temmuz-Ağustos : 2.
Münih
13ARMAKSIZ0GLU,
İ
1977
"Nakşibendilik'1
Türk
Ansiklopedisi : 87-88.
SADRİ,
Roostam
1984
"The İslamic Republic of Eastern Turkestan" : A Commemorative Reviev
Journal,
İnstitute of Müslim Minority Affairs cilt V. No 2. Eylül : 294-319.
Londra
SARAY,
Mehmet
1984
Rus İstilası Devrinde OsmanlI Devleti ile Türkistan Hanlıkları Arasındaki
Münasebetler (1775-1873) İstanbul
SAYRAMİ,
Musa
Tarih-i
Hamidi Pekin
Shiandai
Hanyü Sidian (Yeni Çin Sözlüğü)
1980
Pekin
Shin
Ciang Shih
1964
Tai Pei
SOYALI,
Aydın
1960
Uluğ Bey ve Semerkanf tâki İlim Faaliyeti Hakkında Gıyasüddin-i Kaşi'nin
Mektubu Ankara
ŞAMİ,
Nizamüddin
1985 Zafername
(1949)
Ankara
SAYLAN,
Gencay
1990
"İslam Anadolu Potasında" Cumhuriyet Gazetesi 9.5.1990 İstanbul
Sincangning
Kiskiçe Tarihi
1984
Ürümçi
Timur'un
Prensipleri
TO&AN,
Zeki Velidi1950 Tarihte Usulİstanbul
"Gazan
Han Halil ve Bahaüddin Nakşibend” Necati Lugal Armağanı : 775-776.Ankara
Hatıralar
İstanbul
Umumi
Türk Tarihine Giriş
İ
stanbul 1981
Türkistan
İ
stanbul
TORU,
Saguchi
1978
"Fart III. Kashgaria”
Açta
Asiatica, Bulletin of the İnstitute of Eastern Culture 54 t61-78.
Tokyo
Uygurlarning
Kiskiçe Tarihi
YAZICI,
Tahsin
1964
"Nakşibend”
İslam
Ansiklopedisi : 52-54.
-
W; O.
Jöfcseköğîeüm
Kuruu
Sok&nantasyon
Merfcan
(1)
Sultan Ahmet’in kimin soyundan olduğu mechüldür.
SAYRAMİ
1986 : 128-132.
Uygurlarning
Kiskiçe Tarihi : 342, 405, 427.
[1] Türkistan parçalandıktan
sonra ortaya çıkan hanlıkların en güçlüsü ve en uzun ömürlüsü Buhara Hanlığı'
dır. Bu hanlık, Türkistan’ın o, şevketli uzak geçmişinin bir kalıntısı gibi,
iç kavgalar ve dış baskılara rağmen, Eylül 1920 yılındaki Kızıl Ordu istilasına
kadar varlığını azimle sürdürmüştür.
Buhara şehri 12. 13. ve 14.
yüzyıllarda nasıl seyitler ve hocalar ile dolup taştı ise, 19. yüzyılın sonu
ve 20. yüzyılın başlarında Cedidcilerin ve Türkçüler’in mekanı olma vazifesini
de görmüştür. Türkistan tarihinde Buhara’nm müstesna bir yeri olduğu için,
Kaşgar şehri Küçük Buhara olarak da adlandırılmıştır (Howorth 1876 : 651).
(1) "İktisadi amillerin medeni hayata olan
tesirleri, diğer komşu memleketlere göre Türkistan’da daha açık bir şekilde
görünür. Onaltmcı yüzyılın ilk yarısında Türkistan tarihinde misli görülmeyen
bir iktisadi ve medeni buhran başlar. Horasan’ı da ele geçirmiş olan Özbekler
ve Maveraünnehir fikir adamları 1528*de Horasan’da "Husrev curd Cam”da
Safavi Şah Tamasb ile olan savaşta ve biraz sonra Hindistan Sabunlularıyla
yapılan savaşlarda, komşularının kendilerine üstünlüklerini hissettirdiler.
Türkistan’daki ilmi ve edebi hareketler hakkında 16. yüzyılın ortalarında ve
sonunda eserler yazan Mahmut Vasıfi ve Nakib Haşan Hoca bu soysuzlaşmanın bilim
ve edebiyat sahasındaki tezahürlerini saymışlardır. Vasıfi’ye göre, Horasan ve
Türkistan’ın şevketi, Herat’m Şii Safaviler tarafından işgaline kadar devam
eder. Ömrünü Taşkent ve Semerkant Özbek sultanları yanında geçiren bu zat,
küçüklüğünde Herat’ta Hüseyin Baykara, Cami ve Alişır Nevayi muhitini görmüş ve
o güzel, ince medeni muhitin nasıl dağıldığını bizzat müşahade etmiştir. Vası-
fi hakiki dönüm noktasının tarihini bile tayin etmek ister. 0 zaman
Safaviler’in Horasan valisi Lüle Şam- lu, yeni şartlara uyuşmayan kimselerden
500 kadarına 1512 yılının ilkbaharında Herat’ı terk etmeye müsaade etmiştir.
Baykara zamanının seçkin kimseleri 12 Nisanda kervanlarla Amu Derya kıyısına
yakın Akça taraflarına geldiler. Bu göç kafilesine ünlü müverrih Hondemir ile
bir çok şairler, edipler, musikşinaslar ve fakihlerden Mevlana Şemsiddini
Kuhistani bulunur. Mezkur noktadan bunların bir kısmı Kabil tarafına
Baburlulara, diğer kısmı da, müellif de dahil olduğu halde Karşı (Nefes) yolu
ile Semerkant’a özbekler’e gittiler. 0 günden sonra Herat medeniyetinin bu
seçme kuvvetleri birbirini göremediler" (Togan 1981 : 113).
[2]
Hocalara karşı, Babur’un torunu olan Ekber’in, diğer Türk hükümdarlarına
nisbeten değişik tutumu, olağanüstü bir istisnadır. Ekber’in Hocalar hakkmdaki
gö-. rüş ve tutumu, sonraki sayfalarda sunulacaktır.
[3] Artuş, Kaşgar’dan 40 km
uzaklıkta kuzeye yerleşen bir nahiyedir. Doğu Türkistan’daki Kırgızlar’m en çok
bulunduğu yöre burasıdır.
(1) Jeanned Arc (1412-1431) Yüz Yıl
Savaşları’nda Fransa’nm mistik ve ulusal kahramanı bir köylü kız. 1431 yılında
kilise tarafından yakılmıştır (Brinton 1982 : 40).
[4] Ming Yol (Bin Yol), Kaşgar’dan 90 çakirim
(bir çaki- rim yaklaşık 500 metredir) uzaklıktaki ileri karakoldur (Korupatkin
1984 î
216).
[5] Bu Yedi Hoca : Mehmet Emin (Katte Töre),
Velihan Töre, Kiçik Han Töre, Büzrük Han Töre (Cihangir Hoca’ nın biricik
oğlu), Tugel Töre ve iki genç hocadır (CHEN 1967 : 12).
(1) Muzdavan veya Muzart da denilen
bu dağ geçidi, İli ile Aksu arasındadır. Bu geçit yüksekliğinden dolayı her
zaman karlı ve buzlu olduğu için, buz geçidi anlamındaki Muzdavan adı
verilmiştir. Geçit yüksek ve zor olduğu için, günümüze kadar burada araba yolu
yapılmamıştır.
(1)
Şayar, Kuçar’a yakın, Aksu
vilayetine bağlı bir nahiyedir.
(2)
Bir ser madeni
para, 55 gram gümüşe eşittir (Uygurlarning Kiskiçe Tarihi î
543), Türkçe ser, Çince liang.diye ifade edilen bu ağırlık birimi, İngilizce
OUNCE olarak çevrilip, 51 gram ile açıklanmıştır (REDHOUSE 1989 : 684).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar