Hayaline Aşık Olma…Süheyl ü Nev-Bahâr
XIV.
yüzyıl şairlerinden Hoca Mes’ud b. Ahmed ile yeğeni İzzeddin Ahmed tarafından
yazılmış çift kahramanlı bir aşk hikâyesidir.
Konu; Çin Fağfur’unun
kızı Nev-bahâr ile Yemen hükümdarı Bahr’ın oğlu Süheyl arasında geçen bir
hikâyedir. Eserin tercüme olduğu söylenmektedir; “Yüzyılın(14. yy), varlığı
bilinen önemli tercüme eserlerinden olan Süheyl ü Nev-bahâr 1350 yılında
Farsçadan tercüme edilmiştir.”[1]
“Yemen ülkesinin Bahr
adında ulu bir padişâhı vardır. Aklı, devleti ve zenginliğiyle ün yapmıştır.
Kırk hazinesi, her birinin babası padişâh olan kırk karısı ve ayrıca da iki yüz
cariyesi vardır. Bunlara karşılık hiç çocuğu yoktur. Tâcının ve tahtının
başkalarına kalacağı endişesiyle bundan şikâyetçidir. Ümidini Tanrı'ya bağlayan
padişâh, hazinelerini açar, halka dağıtır, sonunda onların duasıyla bir oğul
sahibi olur. Bu oğlanın yüzü dolunay, kaşları kurulmuş iki yay gibidir. Bu
özelliğine uygun olarak adını Süheyl koyarlar. Süheyl on dadının sütüyle
beslenip yedi yaşına girer. Artık her türlü bilgiyi, hüneri ve savaşçılığı
öğrenmiştir. Şâh, tahtını oğluna bırakmak düşüncesindedir. Vezirlerine danışır,
onların uygun görmesi üzerine büyük bir şölenle Süheyl'i tahta geçirir. Şâh,
kırk hazinesini ve bütün varlığını oğluna verir. Süheyl bir gün bu kırk odadaki
hazineyi görmek ister. Yirmi
otuz oda geçtikten sonra, bir odanın kilitli olduğunu görür ve onu açamaz.
Babasının bu odanın anahtarını vermemesinin nedenini merak eder ve bunun
sırrını öğrenmek ister. Babasının hamama geldiği bir gün onu izler ve
elbiselerini çıkarınca anahtarı gizlice alır. Anahtarı alan Süheyl,
doğru o odaya giderek kapıyı açar. Cennet gibi bir bahçe içerisinde kiremitleri
altından, direkleri gümüşten bir köşk görür. Orta yerde de yakuttan bir havuz
vardır. Altın bir tahtın üzerinde bir kopuz, içki ve meze durmaktadır. Süheyl,
içki içip mezelerden yer ve tahta oturup kopuz çalmaya başlar. Ansızın havuzun
suyu üzerinde bir hayâl görür. Başını kaldırınca da kubbedeki asıl sûreti
görüp, ona âşık olur; kendinden geçip, tahtan yere düşer, bayılır. Günlerce
bir şey yemez içmez, sürekli ağlar ve bu aşk ile içi yanar. Padişâh bu duruma
çare aramaktadır. Bütün ülkeye duyurular yapılır ve sûreti yapan nakkâş
buldurulur. Bunun kimin sûreti olduğu sorulur, nakkâş, sûretin Çin Fağfurunun
kızının olduğunu söyler. Sonunda Süheyl ve nakkâş yanlarına; altı bin silahlı
asker, altın kuşaklı bin köle, Rum ve Hıta güzeli iki yüz cariye, iki yüz katar
deve yükü altın ve türlü türlü kumaşlar alarak kızı aramak üzere Çin'e doğru
yola çıkarlar.
Gece gündüz hiç
durmadan at sürerek Çin'e varırlar. Süheyl nakkâşın aracılığıyla, kendini
tanıtmak ve ilgi uyandırmak için Fağfur Şâha, adamlarına ve bütün şehir halkına
ziyafet çeker. Büyük bir şölen yapılır. Süheyl herkese çeşitli armağanlar
verir. Bütün şehir Süheyl'in cömertliği ve iyi ahlakıyla çalkalanır.
Fağfur Şâhın kızı
Nev-bahâr bir gece rüyasında ulu bir doğan’ın gökten inip, göğsü üzerine konup,
pençesiyle yüreğini yarıp onu kaparak tekrar havalandığını görür. Korku ile
uyanır, gördüğü rüyanın etkisiyle olumsuz düşüncelere kapılır. Sonunda rüyayı
dadısına anlatır. Dadısı rüyayı, "güzel yüzlü, iyi huylu, ulu ve cömert
bir padişâh onun resmini görüp ona âşık olduğu ve onu aramak için yollara
düştüğü" biçiminde yorar.
Nev-bahâr,
Süheyl adlı bir şehzâdenin Yemen’den Çin'e geldiğini, amacının bütün dünyayı
gezerek uğradığı yerlerde herkese ziyafet çekip armağan veren cömert bir kişi
olduğunu, annesiyle konuştukları sırada babasından duyar. Bu arada 32
bir rüya daha görmüştür: Nev-bahâr doğan kılığında
göğe yükselir, bir ovada atlı bir yiğit onu görür; o yiğit Nev-bahâr ’ı
çağırır, havadan iner, eline konar, sonra uçup kaçar. Üç kişi onun peşine
düşerler fakat tozuna bile yetişemezler. Bu rüyada gördüğü yiğidin, Süheyl
olabileceğini düşünür ve o da ona âşık olur.
Fağfur Şâh ve Süheyl
birkaç kez bir araya gelerek yiyip içip sohbet ederler. Süheyl kopuz çalıp
şiirler söyler. Bu arada bütün halkı yedirip içiren Süheyl herkese büyük
armağanlar verir, onların gönüllerini alır. Süheyl'den çok hoşlanan Fağfur Şâh,
daima bir arada olabilmeleri için kendi şehrinde ona bir sarây
yaptırabileceğini söyler. Nakkâş şehri gezer ve Nev-bahâr ’ın sarâyına yakın
bir yeri seçer. On, on iki günde güzel bir sarây yapar. Öyle ki Nev-bahâr,
sarâyının damına çıkınca, onun aksi Süheyl'in sarâyının içindeki havuz üzerinde
görülebilecektir. Ancak, sırrının ortaya dökülmemesi ve böyle durumlarda
ihtiyatın gerekli olduğu düşüncesiyle Nev-bahâr dama çıkınca, başını kaldırıp
bakmamasını nakkâş Süheyl'e sıkı sıkı tembih eder. Süheyl bir süre Nev-bahâr’ın
dama çıkmasını bekler, sabrı taşar ve aşkı da gitgide artar. Süheyl kopuz çalıp
şiirler söyledikçe, sesi işitip Nev- bahâr dama çıkarsa da, Süheyl başını
kaldırıp bakmaz. Nev-bahâr’ı görmek aşkıyla yanan Süheyl bir gün dayanamayıp "güneş
varken gölgeye bakılmaz" diyerek başını kaldırıp bakar. Nev-bahâr yüzünden
peçesini açıp Süheyl'in "işini bitirir." Bu arada Nev-bahâr elinde
tuttuğu "turunc"u Süheyl'e atarak, ona karşı olan ilgisini belirtir.
Süheyl'in işi o günden sonra ağlamak ve inlemektir. Süheyl, Nev-bahâr’ı birkaç
kez daha gördükten sonra, durumu iyice kötüye gitmiştir. Nakkâşın sürekli
yardımı ve desteğiyle iradesini kullanabilmekte, aklını başına alabilmektedir.
Günler böyle
geçerken, Nev-bahâr bir gün cariyelerden birini Süheyl'e gönderir, kendisiyle
sarâyının kapısında buluşmak istediğini bildirir. Süheyl, bir akşam sözleşilen
yere gelir. Nev-bahâr saçlarını iki bölük halinde kement edip damdan aşağı
salıverir. Süheyl, saçın bir bölüğünü beline dolayarak kendisini yukarı çeker.
iki sevgili bütün gece yiyip içip kopuz çalıp şiir söyleyip sohbet ederek
sabaha kadar sevişirler. Sabahleyin Süheyl sarâyına döner ve akşam olunca
tekrar buluşurlar. Bir süre böyle buluştuktan sonra daha kolayca
bulunabilmeleri için yeraltına tünel kazarak odalarını birleştirmeyi
kararlaştırırlar. Bir süre de böylece görüşerek sevişirler.
Süheyl, bir gün
Nev-bahâr’a anasını babasını özlediğini, artık ülkesine dönmek istediğini
söyler. Nev-bahâr kendisini de birlikte götürmesini ister. Ancak, babasının böyle
bir şeye rıza göstermeyeceği endişesiyle bu duruma bir çare aramaktadır.
Süheyl, nakkâş
aracılığıyla Fağfur Şâh’tan izin isterse de Şâh razı olmaz. Süheyl'in ısrarı
üzerine bir ay daha kalmaları koşuluyla gitmelerine izin verir. Bu arada Fağfur
Şâh, Süheyl onuruna büyük bir şölen düzenler.
Nev-bahâr, Yemenli
bir köle kılığına girerek bu şölende babasına ve iki erkek kardeşine sakilik
yapar ve onları sarhoş eder; fakat kardeşleri bu kölenin Nev-bahâr olduğunu
anlarlar ve babalarına odasına gidip yerinde olup olmadığını anlamasını
isterler. Nev-bahâr bunu sezer ve hemen odasına geri döner. Babası onu odasında
görür ve mahcup olur. Fağfur Şâh meclise geri dönünce, Nev-bahâr da yine eski
kılığına girerek geri dönüp hizmet eder. Ancak, Fağfur Şâh yine şüpheye düşer
ve bu kölenin kızı olup olmadığını sesini duyarak öğrenmek ister. Ona adını
sorar, ancak cevap alamaz. Süheyl araya girerek "onun Arap, ilinin Yemen
olduğunu ve Moğol dilini bilmediğini söyleyerek" onu bağışlamasını diler.
Daha sonra Nev-bahâr babasının ve kardeşlerinin içkilerine ilaç koyarak onları
sarhoş eder. Bu arada Süheyl ile kaçmayı tasarlamışlardır. Nev-bahâr iki at
hazırlar ve Süheyl'in birine binip, birini de yedeğine alarak şehrin kapısında
bir yerde kendisini beklemesini söyler. Süheyl, Nev-bahâr’ın dediğini yapar,
ancak beklerken yorgunluktan uyuyakalır.
Fağfur
Şâhın Sa'lûk adında haydutlukla geçinen zenci bir düşmanı vardır. Şehrin
çevresinde dolaşırken uyuyan Süheyl'in yanına gelir. iki atın yanında bir kişi
gören Sa’lûk meraka kapılır ve orada beklemeye başlar. O arada Nev-bahâr gelir,
karanlıkta Sa’lûk'u Süheyl sanarak hiç konuşmadan atlara binip yola koyulurlar.
"Tavusun kargayı
gütmesi" gibi önde Sa’lûk arkada Nev-bahâr yola devam ederler. Tanyeri
ağarmaya başlayınca Nev-bahâr peşinden gittiği kişinin Sa’lûk olduğunu anlar.
Sa’lûk'un Süheyl'i öldürmüş olabileceği kaygısına düşer. Elinden kurtulmak için
onun bahadırlığını ve yiğitliğini işittiğini, bu nedenle ona sevgi beslediğini,
onunla buluşmak için Süheyl'le bu işi düzenlediklerini söyler. Sa'lûk'tan
Süheyl'i öldürmediğini öğrenen Nev-bahâr "Onu öldürmediğine iyi
etmediğini, uyanınca babasına haber verebileceğini, babasının da arkalarından
asker göndereceğini” söyler. Geri dönüp onu öldürerek malı ve altınları alıp
geri gelmesini ve onu orada bekleyeceğini söyleyerek Sa’lûk'u başından savar.
Bu arada Süheyl
uyanır. Atların kaçmış olduğunu görür, büyük bir şaşkınlığa ve üzüntüye
kapılır. Şehrin çevresinde atları arar, dağlara düşer, Nev-bahâr’ın akıbetinden
endişe eder, bağırır çağırır, ağlar.
Sa’lûk geri
geldiğinde Süheyl'i bulamaz, geri döner; fakat Nev-bahâr da beklememiş,
gitmiştir. Pişmanlıkla dövünmeye başlar. O sırada atı şehre doğru kaçar.
Nev-bahâr da
Sa’lûk'tan kurtulunca atını yel gibi sürüp gözyaşını sel gibi akıtarak dağ taş
demeden yol alır.
Fağfur Şâh ve
oğulları ayılıp kendilerine geldikleri zaman ne Süheyl'i ne de Nev-bahâr’ı
ortada göremeyince onları aramak, Süheyl ile nakkâşın hadlerini bildirmek için
ordu hazırlayıp yola çıkarlar.
Süheyl'den önce Yemen
askerinin başına geçerek yola çıkan Nakkâş, Çin ordusunun geldiğini görür ve
Süheyl'in yakalandığını düşünerek üzülmektedir. iki ordu karşılaşır. Çetin bir
savaş olur. Yemen askeri Çin ordusuna yenilir ve subaşı şehit edilir. Nakkâş
esir alınarak Fağfur Şâhın katına getirilir. Fağfur Şâh çok kızmıştır. Nakkâş
’tan neler olduğunu anlatmasını ister. Nakkâş ağlayarak olan biten her şeyi
açıkça anlatır. Bu duruma Fağfur Şâh çok üzülür, "eğer böyle olduğunu
bilseydim kızımı Süheyl'e verirdim" der. Nakkâşın askerinden yaralıları
tedavi ederler ve esir olanları da salıverirler. Nakkâş yanına biraz mal, bir
iki kul ve beş altı at alarak Süheyl'i aramak üzere Çin'den ayrılır.
Sa’lûk'tan
kaçan Nev-bahâr aç ve susuz iki gün iki gece dağ taş dolaşır. Üçüncü günü
açlıktan bitkin bir duruma gelen Nev-bahâr bir geyik avlar ve onu pişirip yer.
O arada biraz dinlenir ve uyur. Rüyasında Süheyl’i görür, birbirlerine
karşılıklı şiir söylerler. Uyanınca, geyikten artan bir budu atın terkisine
asarak yeniden yola koyulur. Yedi gün ormanda yol aldıktan sonra sekizinci gün
bir pınara ulaşır. Bir hafta daha gittikten sonra yolu bir deniz kıyısına
uğrar. Bu arada denizden cânavarların çıkıp onu yemelerinden korkarak geceyi
geçirmek için yüksek bir ağaca tırmanır. Sabah olunca yola çıkar ve bir hafta
daha giderek tekrar bir ormana rast gelir. Ağaçlardaki meyvelerden yiyerek
karnını doyurur. On gün daha gittikten sonra deniz ufkunda bir kadırga görür.
Gemiden birkaç kişi sandalla kıyıya yanaşır ve ormandan meyve toplarlar. Bu
sırada Nev-bahâr ’ı görerek, ondan korkup gemiye kaçarlar. Gemi sahibi bezirgân
bir Yahudi’dir(Cühüd). Gemicilerin olanları anlatmaları üzerine Yahudi, yanına
yiyecek içecek alarak Nev-bahâr’ı görmeye gider. Nev-bahâr yüzündeki nikabı
açmadan, ona, kendisini Çin Fağfurunun oğlu olarak tanıtır. Babasının bir gün
kendisine kızarak ağır sözler söylediğini, böylece kaçıp dağlara düştüğünü
anlatır. Yahudi onu, Çin'e, babasının yanına götürmeyi önerir. Nev-bahâr,
gemide kendisi için özel bir yer ayrılması koşuluyla bu öneriyi kabul eder.
Gemi denize açılır, gece gündüz bir ay gittikten sonra, Kustâ şehrinin
bulunduğu adaya gelirler. Bu şehrin şâhının adı Tâlis'tir. Kaytâs adında da çok
yakışıklı bir oğlu vardır. Yahudi her yıl buraya uğrayıp onlarla alış veriş
etmektedir. Gemideki mallara bakmak için gemiye geldiklerinde, Kaytâs bir
tahtanın yarığı arasından Nev-bahâr ’ı görerek ona âşık olur. Babasından,
Nev-bahâr ’ı Yahudi’nin elinden alması için ne gerekirse yapmasını ister.
Yahudi, o kişinin cariye olmadığını, Çin Fağfuru’nun oğlu olduğunu ve onu
babasına götürdüğünü söylerse de inanmazlar. Bu konuşmaları bulunduğu yerden
işiten Nev-bahâr, Yahudi’ye sırrını açıklayarak birlikte oradan kaçmayı önerir.
Yahudi de Tâlis'le sözde anlaşarak, Nev- bahâr’ı elli bin altına satmaya razı
olur. Yahudi, Nev-bahâr’ı onlara sabahleyin teslim etmek bahanesiyle erkenden
yelkenleri düzerek demir alıp denize açılırlar.
Bunların kaçtığını gören Kaytâs perişan bir
durumdadır.
Yahudi, yolda
Nev-bahâr’a sırnaşmaya başlar. Ancak, Nev-bahâr karaya çıkıp bir pınar suyuyla
yıkanıp temizlendikten sonra isteklerine boyun eğeceğini söyler. Nev-bahâr,
otlatmak bahanesiyle atını da yanına alır. Nev-bahâr’ın yıkanacağı pınarın
üzerine bir çadır gerilir. Gerekçe subaşındaki perilerden korunmak ise de,
Nev-bahâr Yahudi’ye görünmeden kaçmayı tasarlamaktadır. Yahudi, Nev-bahâr
yıkanırken ona kavuşmak hayâliyle uyuya kalır. Bunu fırsat bilen Nev-bahâr
atına atlayıp kaçar. Yine üç gün aç susuz yol aldıktan sonra deniz kıyısında
bir yere varır. Burada cinnîlerin şâhının karısı olan Kaytâs'ın kız kardeşiyle
karşılaşır. Kız ona iyi davranır; Nev-bahâr başından geçenleri ona anlatır;
fakat ağabeyi Kaytâs'tan söz etmez. Onlardan yol sorarak ayrılır. cinnîlerin
şâhının karısı Nev-bahâr’a eşsiz değerde iki tane elmâs vermiştir. Nev-bahâr
türlü sıkıntılar içinde giderken yolu büyük bir şehre uğrar. Bu şehrin adı
Tûfân'dır. Şâhları ölen şehir halkı, birbirlerine düşmüşlerdir ve kendilerine
bir şâh aramaktadırlar. Yolda karşılaştıkları ilk kişiyi şâh yapacaklardır.
Nev-bahâr’ı görünce onu tahta oturtup şâh yaparlar. Nev-bahâr Tûfân halkından
kendini gizleyerek iki yıl saltanat sürer. Ancak, Süheyl'i bir an bile aklından
çıkarmamıştır. Bir gün usta bir nakkâş çağırtarak sırrını ve nikabını ona açar
ve şehrin dört kapısına dört "sakahâne" ve her birine büyük birer
havuz yapmasını, kubbeye çizeceği sûretini, havuzun suyuna yansıyacak biçimde
resmetmesini buyurur. Böylece, kendini tanıyanların yolu buraya düşerse
onlardan haberi olabilecektir. Eğer resminin önünde ah edip ağlayan, düşüp
bayılan olursa buyruğu gereğince yanına getirilecektir.
Sa’lûk,
Nev-bahâr ’ı aramak için dağ taş dolaşırken yolu Tûfân şehrine ulaşır.
Sakahânelerden birinde su içerken sûreti görür ve feryat eder. Nev-bahâr’ın
adamları Sa’lûk'u yakalarlar ve zindana atarlar. Nev-bahâr, güvendiği bir
kölesini Sa’lûk'a göndererek, onun ağzını aratır ve Süheyl'in hayatta olduğu
haberini alarak sevinir.
Kaytâs da babasının
öğütlerini dinlemeyerek Nev-bahâr'ı bulmak ümidiyle yollara düşer. Cinnîlerin
şâhının karısı olan kız kardeşiyle deniz kıyısında karşılaşır. Kaytâs durumu
kız kardeşine anlatır. Kız kardeşi de Nev-bahâr'la neler konuştuklarını ve onun
Süheyl'i sevdiğini söyleyerek ondan vazgeçip babasının yanına dönmesini
öğütlerse de Kaytâs dinlemez ve kız kardeşinin görevlendirdiği bir peri
yardımıyla Tûfân şehrine ulaşır. Kardeşi buna da Nev-bahâr'a verdiği
elmâslardan vermiştir. Şehre ulaşınca sakahânelerden birinden su içerken sûreti
görür ve durumu ulaştırmak için şehirde bir oda bulur ve oraya yerleşir.
Yahudi de Nev-bahâr'ı
elinden kaçırdıktan sonra gemisini bir hısımına emanet ederek bir ata atlayıp
Nev-bahâr'ı aramaya koyulur. Türlü sıkıntılarla tehlikeler atlattıktan sonra
Tûfân şehrine gelir. Sûreti görerek o da ah edip inler ve onu da yakalayarak
Nev-bahâr'ın katına çıkarırlar. Yahudi başından geçenleri anlatır. Nev-bahâr,
Yahudi’nin durumuna uygun nasihatler ederek sarâyda bir odaya yerleştirmelerini
buyurur.
Süheyl, uykudan
uyanıp Nev-bahâr'ı göremeyince Çin şehrine geri döner, sarâyında arar,
bulamayınca aramak için yollara düşer. Gece gündüz on gün yemeden içmeden yol
alır. Onuncu gün büyük bir kaleye ulaşır. Bu kalenin hâkimi Câlûs adında yiğit
bir kişidir. Câlûs, Süheyl'i konuklar ve ona durumunu açıklamasını söyler.
Süheyl bütün olanları anlatır. Câlûs, Nev-bahâr'ın ne olduğunu anlamak için Çin
şehrine casus göndermeyi kararlaştırır. Casus, Nev-bahâr'ın Çin'den kaçtığı
haberini getirir. Bir gün Câlûs, Hâverân şehrine doğru giden bir Çin kervanını
vurmak ister. Bu savaşa Süheyl de katılır. Zorlu bir savaştan sonra Süheyl'i
yakalarlar ve Hâverân şâhı, Süheyl'i konuk eder. Bir gün avlanmak için
çıktıklarında, deniz kıyısında ansızın bir gemi görürler. Süheyl, gemide
bezirgân kılığındaki nakkâşı görür ve tanır. Süheyl ve nakkâş birbirlerine
sarılıp ağlaşırlar. Bir süre sonra, gitmek için şâhtan izin isteyerek denize
açılırlar. Adadan adaya uğrayarak Nev-bahâr'ı ararlar. Sonunda karaya çıkarlar
ve on gün gittikten sonra Yün şehrine ulaşırlar. Ancak, Yün şehrinin hâkimi
bunları, bezirgân kılığında casus zannederek zindana attırır. Zindancıya dert
yanarlar ve onun yardımıyla zindandan kaçarlar. Onlar da gide gide Tûfân
şehrine varırlar. Süheyl, sakahânedeki sûreti görünce ah eder ve düşer bayılır.
Nakkaş onu ayıltmaya çalışır. ikisi de yakalanarak Nev-bahâr'ın katına çıkarılır.
Nev-bahâr, nakkaştan bütün maceralarını dinler, onlar için üzülür ağlar.
Nev-bahâr tellal
çağırtarak bütün şehir halkını bir alana toplar. Nev-bahâr altından iki taht
kurdurmuştur. Birine kendi, sağındakine de Süheyl oturur. Sa'lûk ve Yahudi de
karşılarında ayakta durur. Şehir halkına başından geçenleri birer birer
anlatır. Sırayla Sa’lûk, Yahudi, Kaytâs ve Süheyl de olanları anlatırlar.
Nev-bahâr böylece, dördünün ifadesiyle kendisinin "el değmemiş bir
gül" olduğunu kanıtlar. Süheyl, Nev-bahâr'ın yerine tahta geçer.
Nakkâş da vezir olur. Nev-bahâr, nakkâştan adaleti yerine getirmesini ister.
Suçuna ceza olarak Sa’lûk'un başı kesilir. Yahudi’ye iki yüz kırbaç vurdurulur,
ayrıca bin kızıl altın verilip bir daha kendini ilgilendirmeyen işlerle
uğraşmaması için öğütlenerek salıverilir. Kaytâs'a da Nev- bahâr'dan ümidini
kesmesi, babasının yanına dönmesi, yoksa sonunun iyi olmayacağı anlatılır.
Yedi gün yedi gece
düğün yapılır ve Süheyl "şâhinin ördeğe salıverildiği gibi" gerdeğe
girer ve muratlarına ererler.
Süheyl, Nev-bahâr'ın
babası Fağfur Şâh’a, Hâverân şâhına ve Câlûs'a mektuplar yazdırtarak
durumlarını bildirir. Yûn şehrinin hâkimine de bir elçi göndererek onu katına
getirtir ve boynunu vurdurarak cezasını verir. Zindancıyı buldurarak yaptığı
iyilikten dolayı onu da ödüllendirir ve Yün şehrinin başına geçirir. Süheyl,
son olarak babası Yemen padişâhına da mektup yazdırtarak onun da gönlünü alır.
Süheyl
ile Nev-bahâr ’ın o yıl bir oğulları dünyaya gelir ve adını Hümâm koyarlar
Bir
gün babasından bir mektup alan Süheyl, onun ısrarı ve sitemi üzerine artık
delikanlılık çağına gelmiş olan oğlu Hümâm'a tahtını ve Tûfân şehrini bırakarak
Nev-bahâr ile birlikte Yemen'e gider. Süheyl'in dönüşü herkesi çok mutlu eder,
bunu yiyip içerek kutlarlar. Yemen Padişâhı oğluna yaptığı iyiliklerden dolayı
nakkâşa büyük ödüller verir.
Bir süre sonra Yemen
padişâhı hastalanır, oğlu Süheyl'e vasiyetini bildirerek ölür. Süheyl tahta
geçer ve babasının vasiyeti doğrultusunda adaletli bir padişâh olur[2]
Kaynak: Sabahattin DERMAN, Mesnevilerde
Şehzadelerin Resmi Görüp Âşık Olma
Fatih Ocak, Süheyl
ü Nev-Bahar dakı Kelime Grupları, Yüksek Lisans Tezi, Niğde Üniversitesi,
2006, 10.( Bu çalışma, Cem Dilçin tarafından; inceleme-metin-sözlük şeklinde
daha önceden yayımlanmış eser üzerine yapılmıştır.)
[2] Hoca
Mes’ud b. Ahmed , Süheyl ü Nev-bahâr(Haz.: Cem Dilçin),
İnceleme-Metin-Sözlük, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1991, 69-75.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar