ŞEMSEDDİN YEŞİL (Yeşiloğlu)
Hazırlayan: Bekir FINDIK
A) HAYATI
Şemseddin Yeşil ile ilgili
bilgiler, kendi tarafından yazılı olarak bize kadar gelmemiştir. Müellifimizin
hayatı ile bilgiler, kendisinin müritleri tarafından bizlere aktarılmaktadır.
Şemseddin Yeşil’in hayatım Ümran Selman’dan öğrenmekteyiz. Ümran Selman’ın
yazmış olduğu müellifimizin hayatı ile ilgili bilgiler, Şemseddin Yeşil’in
te’lif etmiş olduğu eserlerin ilk bölümlerinde, Şemseddin Yeşil hakkında
okuyucuyu bilgilendirmek amacıyla kısa ve öz olarak hazırlanmıştır. Ümran
Selman tarafından yazılan bu bilgiler dışında Şemseddin Yeşil’in hayatını
anlatan çok az kaynak bulunmaktadır. Ümran Selman tarafından hazırlanan kitabın
ismi: “Avâm-ı Nâs'da YEŞİL HOCA Namiyle ma ’ruf (Halk arasmda YEŞİL HOCA
diye tanman) MUHAMMED ŞEMSEDDİN YEŞİL EFENDİ HAZRETLERİ KİMDİR?”. Bu kitap
da, Şemseddin Yeşil’in hayatından çok onun faziletini anlatmaktadır. Biz de
Şemseddin Yeşil’in hayatıyla ilgili bilgileri bu kitaptan ve bununla birlikte
Şemseddin Yeşil’in en yakın talebelerinden olan ve müellifimizin son 16
senesini birlikte geçirdiği Ali Sümbül ile Alaattin Yılmaztürk’le yaptığımız
görüşmelerden aktarmaya çalışacağız.
Şemseddin Yeşil, 1934 yılında
çıkan soyadı kanununda, soyadı olarak I. T.B.M.M. Erzurum Mebusu Mehmet
Salih Yeşil’in soyadını almıştır. Bu tarihten itibaren Şemseddin Beyin
soyadı Yeşiloğlu olmuş, fakat müritler ve halk arasında Şemseddin Yeşil olarak
tanınmıştır. Biz de tezimizde, müellifimizin halk arasında meşhur olan Yeşil
soyadını kullanacağız.
Şemseddin
Yeşil, 10 Muharrem 1322 (M. 1905)’de İstanbul’da doğmuştur. Baba
tarafından ailesi Bolu’nun merkez Tekke köyündendir. Babası İstanbul’da Samatya
yakınlarında Ağahamam mevkiinde bulunan Hâtuniye Camii İmamı Hüseyin Efendidir.
Annesi Hanife Hanım ise aslen Bolu’nun Gerede İlçesi Hacılar Köyündendir.
Mürîdesi Ümran Hanım, Şemseddin Yeşil’in annesinden hamileliği, Şemseddin
Yeşil’in doğumu ve çocukluğuyla ilgili olarak ilginç olaylardan bahsetmektedir.
“Hamileliğim
müddetince arkamda sağ tarafımdan tertemiz beyaz elbiseli bir zâtın devamlı
kontrolünde idim. Başımı çevirdiğimde omzunu ve beyaz elbisesinin bir kısmını
görüyordum.
H 1322’de Muharrem’in 10. Günü
sabah saat 10 sıralarında oğlum Muhammed Şemseddin dünyaya geldi. Daha sonraki
günlerde, ne zaman oğlumun salıncağını sallamak üzere yanma gelsem salıncağı
sallanır durumda bulunuyordum; halbuki evde yalnız idim. Bir gün zevcimle
beraber, yer sofrasında yemek yerken odamızın kapısında bir zât göründü.
Elbisesinden, hamileliğim müddetince arkamda olan zât olduğunu anladım Zevcimle
ben donup kaldık O zât salıncağa doğru yürüdü, uzun müddet oğlumuzun yüzüne
baktı ve dönüp kapıdan çıktı. Daha sonra ma’neviyata âgâh olan zevcim,
gördüğümüz bu zâtın Abdülkâdir Geylâni Hazretleri olduğunu söyledi.” [1]
Şemseddin Yeşil, kendi nesebini Abdülkâdir Geylâni’ye dayandırmaktadır.
Ümran Selman, Şemseddin Yeşil’in nesebinin Abdülkâdir Geylâni’ye dayandığını
Şemseddin Yeşil’den bize şu ifadelerle aktarmaktadır.
“Bir gün Beyazıt Sahaflar
çarşısı 8 No.da o zâtın kitapçı dükkanında idim Kendisi büyük, esmer, mumlu
gibi bir kağıt çıkardı ve masanın üzerine açtı. Bu bir şecere idi. Kendisinin
Abdülkâdir Geylâni neslinden geldiğini ispatlayan bu şecereyi, mübarek parmağı
ile ışâretleyerek, dedelerinin isimlerini gösterdi.”[2]
Babası Hüseyin Efendi, oğlu
Şemseddin on iki yaşına geldiğinde vefat etmiştir. Hüseyin Efendi vefat
ettiğinde arkasında hanımı Hanife Hanım, oğlu Şemseddin ve yedi yaşındaki kızı
Emine Makbul Nüzhet kalmıştır. Şemseddin Yeşil babasının vefatından sonra
ailenin geçimini sağlayabilmek için küçük çapta işlerle de meşgul olmuştur.
Bunlar arasında işportacılık tarzı işlerle meşgul olmasını zikredebiliriz. Alaattin
Yılmaztürk’ün belirttiğine göre, Şemseddin Yeşil ve ailesi kıtlık zamanında
İstanbul’da geçinemediklerinden dolayı memleketlerine kısa bir süreliğine
gitmişler, fakat daha sonra tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir.
Şemseddin Yeşil, ilk ve orta öğrenimini
İstanbul’da yapmıştır. Daha sonra da, yüksek tahsilini tamamlamıştır.
“Osmanlı an’anesine göre 4
yaşında ve 4 aylık iken, Besmele merasimi ile Kur’an-1 Kerîm’e başlayıp 5
yaşında hatim ettikten sonra Kocamustafapaşa ve Davutpaşa’da ilk ve orta tahsilini
tamamlamayıp zamanının İlahiyat Fakültesi ve mimâri tahsilini de yapmıştır.”[3]
Şemseddin Yeşil, İlahiyat
Fakültesinden sonra 3 Teşrini evvel 1928 tarihinde Tapu ve Kadastro Tatbikat
Mektebine başlamış fakat, Umumî imtihanlara girmediğinden dolayı, bu mektepten
eğitimini tamamlamadan ayrılmıştır.
Babasının vefatından bir sene
sonra Şemseddin Yeşil, babasının görev yaptığı Hâtuniye Camii’nde imamlık
vazifesini yapmaya başlamıştır.
“Babasının vefatından sonra
imamete başladığında, 70-80 yaşındaki hocalar, bu yaşta çocuğun arkasında namaz
kılınır mı, kılınmaz mı, diye münakaşa etmişler ve neticede salahiyetli
mercilerce “Îlmî kabiliyeti varsa kılınır” diye karar alınmıştır.”[4]
Şemseddin Yeşil’in görev
yaptığı yerler hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Yeşil’in oğlu Ezan Beyden
aldığımız bir belgede, Şemseddin Yeşil’in 1929 yılında Haseki Cami imamı olarak
İstanbul Müftülüğünden maaş almaktadır fakat Haseki camiinde ne kadar görev
yaptığı belli değildir. Beyazıd-ı Cedîd (Samatya-Etyemez) caminin murakabe
defterinde yaptığımız incelemede, 1936 yılından 10 Aralık 1951 tarihine kadar
görev yaptığını görmekteyiz.
Bizim ulaşabildiğimiz bilgiler
göre Şemseddin Yeşil, ilk önce Hâtuniye Camii imamlığı sonra Haseki Camii daha
sonra da uzun yıllar Beyazıd-ı Cedîd (Etyemez) Camiinde görev yapmıştır.
“Hâtuniye camii şerifi imamı
olan muhterem pederleri Hüseyin Efendi Hazretleri, dâr-ı bekâya intikal edince,
aynı camide on üç yaşında imam olarak tayin edildi. Daha sonra Etyemez Cami-i Şerifinde
uzun seneler hizmette bulundu...”[5]
Şemseddin Yeşil, Etyemez
Camimdeki imamlık görevi ile birlikte vaizlik görevi de almış ve İstanbul’da
çeşitli camilerde görev yapmıştır. 4 Mart 1946 yılında Teşvikiye ve Yeraltı
camilerinde vaizlik yapmak için İstanbul Müftülüğünden izin almıştır. Ayrıca
Şemseddin Yeşil, bu camilerin yanında diğer camilerde de vaizlik için izin
istemiş fakat, uygun görülmediği için izin verilmemiştir. Ali Sümbül’ün
belirttiğine göre, 1947 ve 1949 yıllarında haftada üç gün olmak üzere;
Pazartesi Günleri Dizdâriye Camiinde, Çarşamba Günleri Teşvikiye Camiinde,
Cumartesi Günleri Sultanahmet Camiinde ve Kumkapı İbrahim Paşa Camiinde vaaz
vermiştir. Bu konuda Abdullah Develioğlu şöyle demektedir:
“Etyemez camiinde 2 saat süren
bir hutbesini ve Sultanahmet camiinde bir va’izini dinledim. Zeka ve cesaretini
takdir ettim. Bir kaç defa da görüştüm, tevazu sahibi buldum.”[6]
Vaizlik görevi sırasında
çeşitli dinlerden insanlarla görüşmesi olmuştur. Bunlardan birinde bir papaz
ile karşılaşmış ve papazın çeşitli sorularına cevap vermiştir.
“ O mübârek hayatın, en önemli hâdiselerinden biri de şudur:
Boğaziçi camilerinden birinde, bir va’zı esnasında kendini dinleyen
müsteşrik bir papaz konuşma bitince ellerine sarılarak: “ Efendim, zât-ı âlinizden
15 dakikalık bir görüşme rica ediyorum” diyor ve buluşmalarında; kendisinin
Arapça’yı çok iyi bildiğini, Kur’ân-ı Kerîm’i tedkik ettiğini, bütün İslâm
âlemini gezip en meşhur ulema ile görüştüğünü, Kur’an-ı Kerîm’de bir mevzû
hakkında kimseden doyurucu bir cevap alamadığını ifâde ettikten sonra “Zât-ı
âlinizi dinlerken içimden bir ses bu müşkilimi ancak sizin halledebileceğinizi
söyledi” der. O zât, “buyurun sorun” deyince, “Kur’an-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak
bir âyette, “Emaneti ehlinin gayrine vermeyiniz” diye emrediyor ve İslâm’ın
peygamberi de “Emaneti ehlinin gayrına verirseniz kıyâmeti bekleyiniz”
buyuruyor. Ve başka bir âyette (Ahzâb-72) Cenâb-ı Hak; “ Allah emanetini
bütün mevcûdata arz etti, hukukunu yerine getiremeyiz diye onu yüklenmekten çekindiler
ve onu insan yüklendi çünkü o çok zalim ve çok cahil idi” diyor. Allah, Allah
olduğu halde nasıl olurda emanetini çok zalim ve çok cahil olana teslim eder
?”
Şimdi, bu suâle o zâtın verdiği cevâb-ı yine kendi
eserinden nakledelim: “Buradaki zulüm, zulm-ü memduhtur, adlîn mukabili olan
zulüm değildir, Cehil de makbul cehildir. O insan ki nefsinin kuvvetli zâlimi
oldu, Hak ve hakikatin gayrisinin da cahili oldu, emâneti almak hakkına haiz
oldu. Demek oluyor ki emânet-i ilahiyye; nefislerinin hayrını ayağının altına
alan, Hak ve hakikatten maâdâsına câhil olan insanda bulunuyor. Onun için
emaneti kalp taşır, zira kalp mevzi-i nazar-ı Haktır. Sahib-i kalp olan da
ancak Hz. insandır.
Bunun üzerine o müşteşrik papaz, aldığı cevaptan
çok memnun oldu.”[7]
Şemseddin Yeşil, hitâbeti
kuvvetli bir vaiz idi. Vaazlarında daha çok günün hadiseleriyle ilgili olarak
konuşurdu. Ali Sümbül’ün belirttiğine göre, Şemseddin Yeşil’in hitabetinin
kuvvetli olmasından dolayı Sultanahmet Camii, Cumartesi günleri tamamı ile dolu
olurdu. Bu durum, o günkü idârecilerin de dikkatini çekmiş ve bazı
çekemezliklerden dolayı Şemseddin Yeşil’in vâizlik sertifikasının geri alınması
için başvurulduğunda (27 Aralık 1947) bu talep hemen kabul edilmiş ve vaizlik
sertifikası elinden alınmıştır.
6)
Vâizlik Vazifesinden Alınması
Şemseddin Yeşil, vâizlik
görevini sürdürürken dönemin Diyanet Reisi tarafından vâizlik sertifikası
elinden alınmış ve vaaz vermesi yasaklanılmıştır. Şemseddin Yeşil’in vaizlik
görevinden alınmasının asıl sebebi, Alevilik suçlamasıyla şikayet edilmesidir.
Ali Sümbül, bu şikayetin sebebinin Fatih semtindeki bir camide Hüsrev adlı bir
hocanın vaazında “Muâviye’yi sevmeyen piçtir” demiş ve bunun üzerine Şemseddin
Yeşil de, Muâviye’yi ve onu savunanları kötüleyen sözler sarf etmiştir. Hatta
bir vaazında Şemseddin Yeşil, Muâviye’yi savunanlara “Ey Şam Valisi
Muâviye’nin veresiye tutulmuş avukatları” diyerek Muâviye’yi savunanlara açıkça
kızmıştır. Ayrıca Şemseddin Yeşil o dönemde çıkarmakta olduğu Hakikat Yolu
Mecmuasında da bu konuya geniş bir şekilde yer vermiştir.
Şemseddin Yeşil bu
davranışlarından sonra çeşitli gazete ve mecmualarca, mesela
Tahiru’l-Mevlevi’nin çıkardığı “İslâm Yolu” Gazetesi ve Abdurrahim Zapsu’nun
çıkardığı “Ehl-i Sünnet” Mecmuasında, Aleviliği yaydığı iddiasıyla
eleştirilmiştir. Ümran Selman Hanım da bu olayı kitabında şu şekilde
anlatmaktadır:
“Muhammed Şemseddin Yeşil
Efendi Hazretlerinin şahsiyet-i âliyesine ve eşsiz külliyatını inkâr etmenin
asıl sebebi budur. “ Ali benden, ben Ali’denim” emr-i Muhammedisini görmezden
gelenler cinsinden bir gürûh, aynı mâzeretleri taşıyan bu zât-ı a’layı da
görmezden gelmişlerdir.
Bu insanlarca ashap
‘Muâviye’dir ve Efendi Hazretlerinin tek suçu Muâviye’yi ashaptan kabûl
etmeyişi, onu ve İslâm demokrasisinin belini kırarak, yerine vâris tefyin
ettiği, zalim oğlu Yezid’i ve ona tabî olanları hesap vermeye dâvet etmesidir.
Yoksa Efendi Hazretlerinin Hulefa-i Râşidine ve Ashab-ı Güzin’e olan saygı ve
sevgisini, hiç kimseye nasib olmamış bir şekilde dile getirişi insaf ile tetkik
edilirse, ‘Ashaba sebb ediyor’ iftirası gün gibi ortaya çıkar.
Bu mevzu ile ilgili olarak, o
dönemde Şemseddin Yeşil Efendi Hazretleri ile Said Nursî arasında geçen bir
hadiseyi anlatacağım. Bu iki zât arasmda zahiren ve bâtmen yakın bir dostluk
mevcut idi. O senelerde Ankara’da bir otelde görüşmeleri oldu. Ortalık Muâviye
bahsi ile çalkalanıyordu. Bu
görüşmelerinde Said Nursî Efendi Hazretlerini ‘Kıymetli kardaşım’ diye
kucakladı ve bir müddet şevk ile sohbet ettikten sonra Said-i Nursî Hazretleri,
Muâviye mevzuuna temas ederek: “Kardaşım! Bu hususda kalben ben de senin
yarandayım, ama bu konuyu şimdi açmasaydın daha iyi olmaz mı idi?” deyince,
Efendi Hazretleri: “Bu konuyu ben açmadım. Fatih’te kürsüde bir imam ‘
Muâviye’yi sevmeyen piçtir’ dedi. Onu ilk sevmeyen Hz. Ali’dir. Bu tecâvüz
üzerine o hukukun müdafası bana farz oldu. Bu görev bana Allah tarafından
verildi, şahsi re’yim yoktur” deyince Said-i Nursî Hazretleri: “Sen bilirsin
kardaşım, gazân mübarek olsun” dedi.”[8]
Bu olaylar üzerine dikkatler
Şemseddin Yeşil’in üzerine çevrilmiştir ve 1947 yılında vâizlik sertifikası
elinden alınmıştır. Şemseddin Yeşil vâizlik sertifikasının kaybettikten sonra
imamlık görevinin de elinden alınmaması için daha dikkatli davranmaya
başlamıştır. Fakat 1950 yılında Şemseddin Yeşil’in Sultanahmet Camimde Kore’de
şehit olan bir askerimizin çocuğunu yanına alarak yapmış olduğu duadan sonra
“Şemseddin Yeşil vaaz vermeye devam ediyor” iddiası hakkında verilen diğer
şikayetler sebebiyle Etyemez Camii’ndeki görevinden 10 Aralık 1951 tarihinde
istifa etmek zorunda kalmıştır.
Şemseddin Yeşil imamlık
sertifikası da elinden alındıktan sonra Sultanahmet Camii civarındaki şeker
imalathanesinde, yine bu civardaki kendine ait tath dükkanında ve Beyazıt’taki
kitab dükkanında ve diğer özel gelirleriyle geçimini sağlamıştır. Şemseddin
Yeşil şeker hastası idi. Bu hastalığın ilerlemesi sebebiyle işleriyle meşgul
olamamış ve 1955 yılında şekerci dükkanını, 1960 yılında da tatlıcı dükkanını
elinden çıkarmıştır. Beyazıt’taki kitab dükkanını ise satmamıştır.
Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı 8. no’lu dükkan bu gün bile Şemseddin Yeşil’in
tek çocuğu Ezan Yeşiloğlu’na aittir.
Masonluk Teklifi ve
Siyasete Girme Teşebbüsü
Şemseddin Yeşil, imamlık
vazifesinden alındıktan sonra, hitabetinin güçlü olmasından dolayı çeşitli
mason demekleri tarafından kendisine masonluk teklifleri gelmiştir. Şemseddin
Yeşil, gelen bu tekliflere hiçbir zaman yakınlık duymamış, masonluk teklif
etmeye gelen insanlara İslâm’la ilgili bir şeyler anlatabilmek amacıyla onların
teklifini hemen reddetmemiştir. Masonlara bir şey anlatamayacağı anladığında
ise bu tekliflerini reddettiğini bildirmiştir.
“Ne gariptir ki; böyle bir
gaflet ve makam hırsı ve korkusu ile hizmet belgesinin geri alındığının ertesi
günü o mişât-ı İlâhîyi, o nûr-ı Hüdâyı, akıllan sıra kirli emellerine âlet
etmek isteyenler, hemen harekete geçtiler. O zâta adamlarını gönderip, ehl-i
dünyaca, hemen hemen her zaman kabûl gören parlak vaad ve tekliflerini
yaptılar. Mason olması için olanca güçleri ile çalıştılar. Kur’an-ı nâtık olan
o zatın hitâbetteki kudretini iyi bildiklerinden; kendisine en parlak vaad ve
tekliflerini yaptılar.
“Sen mason oldum de, yarın en büyük câmiler
emrinde olacak, istediğin yerde konuşabilirsin’’ dediler.
Bir senenin
sonunda, o Hakkın mahbûbu: “bir senedir usanmadan gidip geldiniz, siz beni
mason yapmak için uğraştınız, ben ise sizi müslüman etmeye uğraştım. Ne ben
mason olurum, ne de siz Müslüman olursunuz. (Leküm dîniküm velıyedîn) Artık
yeter, bir daha gelmeyiniz. Yalnız sizden ayrılmadan önce size bir şey
söyleyeceğim: Siz bâtıl inançlarınızla İslâm-ı eşdeğer göstermeye
çalışıyorsunuz, bazı âyetleri, hadisleri ve İmâm-ı Alî’nin bazı sözlerini
kullanarak Müslüman görünmeye çalışıyorsunuz. İslâm ile sizin inancınız asla
benzerliği olamaz, neden mi? Zîra İslâm’m gemisi öyle bir necat gemisidir ki,
o, fakire de zengine de, sağlama da , sakata da , akıllıya da akılsıza da
yardım elini uzatır.
Sizler ise,
sadece işinize yarayan kimselere el uzatır, seçe seçe adam alırsınız.
Yardımlarınız da ivazlı, garazlı, öncelikle kendi kendinizedir’’ buyuruyor.”[9]
Şemseddin Yeşil’in hitabetinin
kuvvetli olması ve geniş kitleleri etkilemesi sebebiyle, siyasi partiler
siyasete girmelerin teklif etmişlerdir. Şemseddin Yeşil bu tekliflerin ikisini
kabul etmiş daha sonra da bir daha siyaset ile ilgilenmemiştir.
Ali Sümbül, Şemseddin Yeşil’in
ilk defa 1946’daNuri Demirağ’ın başkam olduğu Milli Kalkınma Partisinden daha
sonra da 1950 yılında Adnan Menderes’in başkanı olduğu Adalet Partisinden aday
olduğunu; fakat iki seçimde de seçilemediğini belirtmektedir
7)
İmamlık Görevinden Sonra ki Faaliyetleri
Şemseddin Yeşil imamlık
vazifesi elinden alındıktan sonra daha geniş kitlelere hitap edebilmek için
çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu faaliyetleri arasında; her perşembe günü
çıkardığı Hakikat Yolu Mecmuası, daha sonra da bu mecmuayla birlikte her
pazartesi günü çıkardığı haftalık İslâmiyet Gazetesi ve İstanbul’un Samatya
Semtinde, Yüksek Ahlak Demeğini kurarak pazar günleri konferanslar adı altında
İslâm dinini anlatması yer almaktadır.
a) Mecmua ve Gazete Çıkarması
1) Hakikat Yolu Mecmuası
Şemseddin Yeşil’in, Hakikat
Yolu Mecmuasında 20 Şubat 1947 tarihinden itibaren M. Salih Yeşil ile birlikte
yazılan çıkmaya başlamıştır. Mecmua Perşembe günleri çıkmaktadır. Mecmuanın
sahibi, yazı işleri müdürü ve fiilen idare eden Esat Ekicigil’dir. Fakat Esat
Ekicigil’in mecmuada yazısı bulunmamaktadır. Mecmuanın iki tane başyazarı
vardır; bunlar Şemseddin ve M. Salih Yeşil’dir.
Şemseddin Yeşil’in, Hakikat
Yolu Mecmuası çıkmadan daha önce, bazı günlük gazetelerde yazılan
yayınlanmıştır. Mesela Cemal Kutay’ın çıkardığı Millet Mecmuasında on üç yazısı
yayınlanmıştır. Mecmuanın ilk sayısında Şemseddin Yeşil, mecmuayı çıkarmadaki
gayelerini şu şekilde açıklamıştır: (20 Şubat 1947, Sayı.l, s. 1)
“Necip
milletimiz arasında hüsnü muaşeretin idamesine çalışmak. Terakki vesilelerini
hazırlamağa sây etmek
Dini celili
İslâm; zulmü, şirki red ettiğini, kötülüğü imha ettiğini; hakiki ahlak ile
hakiki dinin ayrı olmadığını, İslâm in akıllan, vicdanlan körletmeğe değil
bilâkis ona nur vermeğe geldiğini göstermektir. ”
Şemseddin Yeşil ve Mehmet Salih
Yeşil bu mecmuada genellikle dini konulan işlemişlerdir. Mecmua 8 sayfa olarak
çıkmıştır. Şemseddin Yeşil din ile aklı uzlaştıncı, Kur’an’m tefsiri, İslâm
büyüklerinin hayatlan ve onlardan özlü sözler, Hz. Ali’nin Alice Sözleri ve 42.
Sayıdan sonra da Mehmet Salih Yeşil ile birlikte kendileri hakkında çıkan
eleştirilere cevap mâhiyetinde yazılar yazmıştır. Şemseddin Yeşil’in Hakikat
Yolu Mecmuasında çıkan bazı makaleleri şunlardır:
•İnsan Nedir (20 Şubat
1947, Sayı 1, s. 6)
İslâm Dini
Terakkiye Manidir Demeğe İmkan Var Mıdır? (27 Şubat 1947, Sayı 2, s.2)
• Neden Saadet Bulunamıyor? (Şubat 1947, Sayı 2, s. 5)
• Kur’an ’ıMübinde Uçan Kale ve Mazot Bahsi (Şubat
1947, Sayı 2, s. 6)
• Hz. Muhammed Hıra Dağında (Lâ ilahe İllallah) Davasını Nasıl Açtı? (6 Mart
1947, Sayı 3, s.2)
Bu makalesine Şemseddin Yeşil,
mecmuasının yayın hayatına son verinceye kadar devam etmiştir.
• İslâm Dininde Taassup Vardır Denilebilir mi? (6 Mart
1947, Sayı 3, s.3)
• Hz. Ebu Bekir’in İlk Hutbesi (6 Mart 1947, Sayı 3, s.6)
•Hz. Ali’nin
Mısır Valisi Malik B. Eşter’e Gönderdiği Emirnamesi (10 Nisan
1947, Sayı 8, s. 6) Bu emirnameyi Şemseddin Yeşil mecmuanın daha sonra ki
sayılarında da, açıklamış ve İslâmiyet Gazetesine de aynen okuyucuya sunmuştur.
Ayrıca bu emirnameyi kitab olarak da yayınlamıştır.
• Dini Medeniyetler, Dünyevi Medeniyetlerden Daha Çok Yaşamıştır. (7 Mayıs
1947, Sayı 12, s. 2-5)
Şemseddin Yeşil bu makalesinde
medeniyetleri karşılaştırmış daha sonra da İslâm dininin neden günümüze çare
üretemediğini vurgulamaya çalışmıştır. Şemseddin Yeşil’e göre İslâm dini değil,
onu günümüze çare üretir durumu getirecek müslüman âlimler, içtihat yolunun
kapalı olduğu zannıyla bu çareleri üretememektedirler.
“Mezheplerin
sureti hususiyede taayyün ve herkesin bilâ kaydı şart taklidi, beynel İslâm
müçtehitlerin azalmasından doğmuştur. Yâni cehil devri başlangıcı doğuyor.
Ulema arasındaki cidal ve ithalat devri başlangıcıdır. Dine hizmet eden adamların
azaldığı devre giriliyordu. Ulemanın ümeraya uşak olarak geçinmeye başladığı
devirdir.
Hulâsa:
beşeriyetin Fahri ebedisinin gösterdiği yolun ruhuyla hiç alakası bulunmadığı
halde, mânasını anlamadan herkes bir yol tutturdu. Nezih din siyâsete âlet oldu.
Şahısların, saltanatların elinde bâzice oldu. Esas
bırakıldı, şeriatı diniyye de sıkıldıkça sıkıldı. Nihayet patladı, siyaseti
Muhammediye terk edildi. ”
Şemseddin Yeşil makalesinin
devamında da ehl-i sünnet tabirini açıklamıştır. Ona göre ehl-i sünnet; Hz.
Peygamber’in tanıttığı Allah ’a iman etmek, Hz. Muhammed’i gönülden sevip ona
bağlanmak, Ashaba hürmet etmek, Allah ’m kitabından kıl kadar ayrılmayan ehl-i
beyti sevmek ve ehl-i beytin dostunu dost görmek, düşmanını da düşman
saymaktır. Ayrıca ehl-i sünnet: Hz. Peygamber’in eşlerine hürmet edip, Hz. Ebu
Bekir, Cenâbı Ömer'e, Hz. Osman’a ve İmâmı Alî’ye hürmette hiç kusur
etmemektir. İşte bu sıfatlara haiz olan kimseye Şemseddin Yeşil ehl-i
sünnet demiştir.
• Hz. Ömer
Zevcesine Mühim Bir Emri Peygamberiyi İzahları (29 Mayıs
1947, Sayı 15, s. 2 ve 5)
Bu yazısında Hz. Ömer’in
hilafeti devrinde, Rum imparatorunun Hz. Ömer’in eşine gönderdiği hediyeyi Hz.
Ömer’in ‘Rüşvet olur’ gerekçesiyle kabul etmemesini, güzel ahlaka bir örnek
olarak zikretmiştir.
2) Alevilik Tartışmaları
Hakikat Yolu Mecmuasında
Şemseddin Yeşil, ahlaka ve dini yazılara devam ederken mecmuanın diğer yazan
Mehmet Salih Yeşil ile diğer gazete ve mecmuaların müslüman yazarları arasında
birbirlerini tenkit ve suçlama mahiyetinde yazılar çıkmaya başlamıştır. Mehmet
Salih Yeşil, mecmuanın 38. sayısından itibaren bu tenkitlere cevap vermeye
başlamış ve kendisini tenkit edenleri de Hz. Ali ve Muaviye olayında doğruyu
görememekle suçlamıştır. Şemseddin Yeşil ise ilk zamanlarda bu tartışmaya
girmemiş kendi yazılarına devam etmiştir. Mehmet Salih Yeşil, mecmuanın 38.
Sayısında (6 Kasım 1947, s. 3) kaza namazı ve Hz. Ali sevgisi yüzünden
kendisini eleştirenlere sırasıyla cevap vermiştir ve kendisine yöneltilen Şia
suçlamasını reddetmiştir. Mehmet Salih Yeşil, kendisini Alevilikle itham
edenlere karşı Şia’dan ne anladığını şu şekilde açıklamıştır:
"İslâmiyette müstekıllen ‘Şia ve Sünni ’
mezhebi namlarıyle de mezhep olmadığı: Bütün mezhep sahipleri ‘Ehl-i Sünnet
itikadında’ oldukları gibi Kur’an’ı Mübin de, ‘ve înne Min Şîatihi le İbrahîme
’ (Saffat/83) âyet-i kerîmesinin saraheti ve umum tefsirlerle Kamus ve Ahteri
lûgatlannın tarifleri veçh ile de; Peygamberlerin evladına, yâranına,
dostlarına, taraftarlarına, muhiplerine Şia denildiği musarrahtır. ”
Mehmet Salih Yeşil yazısının
sonunda da Hz. Ali’yi Allah gibi görmenin İslâm dininde hiçbir yerinin
olmadığını belirtir ve saf müslûmanlar arasına Peygambere nispetle Hz. Ali’yi
sevenleri de; ‘Hz. Ali’ye tapıyorlar’ diye iftira atılamayacağını savunur. Ona
göre Hz. Ali’yi gerçekten sevenlerin bütün ashâba hürmet etmeleri ve Hz.
Peygamber’in eşlerine de baş tacı etmeleri gerekir.
Mehmet Salih Yeşil ile diğer
mecmua ve gazete yazarları arasında böyle bir tartışmanın ilk başlarında
Şemseddin Yeşil bu konularla ilgili hiç yazı yazmaz; fakat mecmuanın 42.
Sayısında “Gafil Yaygarası Para Etmez İlmî Cevap Lâzım” ( 4
Aralık 1947) başlığıyla bir makale yayınlar ve tartışmaya Şemseddin Yeşil de
böylece katılmış olur. Bu makalesinde yazar ilk önce, Medresenin asırlardan
beri Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşları ve Muâviye’yi ashap olarak takdim
ettiklerini belirtir ve onları zalimlere uşak olmak ve diğer zalimlerin
yetişmesine sebep olmakla suçlar. Yazısının devamında da, Hz. Ali’yle
Muâviye’yi tanıtır. Yazara göre Hz. Ali; “Hz. Peygamber’in kucağında
büyüyen, Hz. Hatice’den sonra ikinci müslüman olan, Hz. Peygamberin Mekke’den
Medine’ye hicret edeceğinde Peygamberin yatağına yatıp onun için canını feda
etmekten kaçınmayan, Hz. Peygamber ile bütün savaşlara katılıp Hayber Fethinde
büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra Hz. Peygamberden ’Ferş ile arş arasında
Ali 'den efdal itimse yoktur’ diye rütbe alan, Bizatün Minni sırrına mazhar
olmuş, Hz. Fatıma’nın zevci bulunan ve Rasûl-i Ekremin sırtında gezdirdiği,
öperek- koklayarak sevdiği sevgili torunları Haseneynin babası olan zâtı
âli’dir”. Yazar
daha sonra Muâviye’yi okuyucuya tanıtmak istemiştir. Yazarımıza göre de
Muaviye: “Hz. Peygamber’e ordular sevk edip cephe alan Ebu Süfyan’ın oğlu,
Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza’yı Uhud Savasında öldürtüp ciğerini yiyen,
kulaklarını gerdanlık yapıp boynuna takan Hind’in çocuğu, Hz. Hüseyin’i
parçalattıran Yezidin babası, Mekke Fethinde korkup mevki almak için müslüman
olan Müellefe-i kulûptan sayılan bir adamdır. ” Yazara göre “İşte
bu adam Hz. Ali’ye karşı geldi. Peygamber; buna bâği dediği halde gafiller
müçtehit dedi, Rasûl-i Ekrem meliki adud diye rütbe verdiği halde zavallılar
eshap dedi. ” Yazar daha sonra Muaviye kelimesinin ne anlama geldiğini
belirtmiş ve onunla ilgili rivayetleri zikretmiştir. Yazar böyle birine sahabe
denilemeyeceğini, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki meselede Hz. Ali’nin haklı
olduğunu vurgulamanın ashaba sebb etmek olmadığını belirtmektedir.
“Ey Hakikat
Yolcusu!
Şimdi
gafillerin yaygarasındaki mugalataya dikkat et ve ashaba kimin seb ettiğini
öğren. İşte apaçık ashaba seb eden hem de din namma kürsülerde sövdürten, lânet
okutturan eshab diye tanıtmak istenen, müçtehid diye takdim edilen (Süfyan oğlu
meşhur Muaviye!) Aman Ya Rabbi! Aklı selim böyle içtihad kabûl eder mi? Dinde
de cinayet bu kadar rezalete yer verilir mi? Din nâmına bu adam muhabbet edilir
mi? Bu kadar zulme rıza gösterilir mi? ”
Yazar daha sonra “Şam valisi Muaviye’nin veresiye tutulmuş
avukatları size soruyorum: kaçmadan kıpırdanmadan cevap verin” demiş;
Buhâri şarihi Aynî’nin ‘Muaviye’nin fazileti hakkında hiç bir hadis yoktur’
sözünü zikretmiş ve hocaların Muaviye’yi savunmamalarını tavsiye etmiştir.
Şemseddin Yeşil, hocalardan şu şekilde davranmalarını istemiştir;
"Bu
adamı beraat ettiremezsiniz! İyisi mi, maalesef bu hadisler doğrudur, Şam
valisi Muâviye bu işleri irtikap etmiştir, suçludur deyin de söz bitsin. Yoksa
bunun daha yapmış olduğu cinayetleri teker teker kudretin kalemime ihsan ettiği
feyz ile açıp kâinatı aydınlatacağım! ”
Bu tarihten sonra Hakikat Yolu
Mecmuasının muhtevasını Hz. Ali ve Muâviye konusu oluşturmuştur, öyle ki 8 sayfalık
mecmuanın en az 5 sayfası Yeşillere yönelik eleştiri ve iftiralarına yazılan
cevap yazılan oluşturmaktadır.
Hakikat Yolu Mecmuasının 43.
Sayısında da (11 Aralık 1947) Şemseddin Yeşil, Muâviye’nin sahabeden
olamayacağını, hele hele vahiy katipliği gibi kutsal bir görevde bulunmadığım
akli delillerle ortaya koymaya çalışmış ve kendilerini eleştiren hocalann
gerçeği görmelerini isteyerek daha makul bir biçimde davranmaları gerektiğini
belirtmiştir. Şemseddin Yeşil bu yazısında şöyle demektedir:
“Cenabı hak,
katili, fasıkı, zalimi; piçi kendisine kardeş yapan İslâm in esasını bozan
haini, Habib-i edibine; ‘Vahiy katibi, vasi katibi yap, o Kur ’an i Kerîm ’i
yazmağa lâyık bir zâttır' diye Cibrîl-i eminle emir gönderip takdim etmez....
Ey Hakikat
Yolcusu!
Muâviye ’nin
zavallı avukatları biçare müdafilerinin bol bol kullandıkları ‘vahiy katibi ’
sözü uydurmadır...
Ey Hakikat
Yolcusu!
Mekke ’nin
fethinden sonra İmamülenbiya bu âlemde ne kadar kalmıştır? Hangi âyetler nâzil
olmuş ve bu adam hangi âyetin kitabetinde bulunmuştur.
Haydi vahiy
kitabetini kabûl edenlere soruyorum: Vahiy kâtipliğinde bulunanlardan irtidad
edenler olmamış mıdır? ”
M. Salih Yeşil de mecmuanın 43.
Sayısında kimlere ashab denilebileceği açıklamıştır. M. Salih Yeşil ashabın,
fazilet bakımından üç kısma, tabaka bölümüyle de on bir tabakaya aynldığını
belirtmektedir. M. Salih Yeşil, on ve on birinci tabakada, Mekke’nin fethinde
kılıç korkusuyla kerhen Müslümanlığı kabûl edenler oluşturduğunu
belirtmektedir.
“Ahmed b.
Hanbel, İbn Sîrin, İbn Abbas’m içtihadlarına göre Mekke’nin fethinden evvel
İslâmiyet’i kabûl edip de en tehlikeli zamanlarda Peygamber Efendimizin
yanından bir dakika ayrılmayan Eshâb-ı Kiram ile, Mekke fethi günü ölüm
korkusuyla müslüman oldum diyen ve Kamus tercümesinde adlan yazılı olan ve
Müellef-i Kulup tabiriyle tahkir edilen Süfyan, Muaviye ve emsali otuz iki
adamı MÜSAVİ addetmek en büyük cehalettir.”
M. Salih Yeşil daha sonra
çeşitli fikhi, tarihi, hadis ve tefsirlerden örnekler vererek Muaviye’nin
durumunu ortaya koymaya çalışmıştır.
Anlaşılan Şemseddin Yeşil ve M.
Salih Yeşil bu tartışmadan rahatsız olmuş ve bu tartışmayı bitirmek amacıyla
mecmuanın 44. Sayısında (18 Aralık 1947) bu konuyla ilgili olarak son kez cevap
vermek amacıyla birer makale kaleme almışlardır. M. Salih Yeşil kendilerini
tenkit edenlere isim zikretmeden iki sayfalık bir cevap yazar ve makalesini şu
şekilde bitirir:
“Rabbim
Teala sizi dünya ve ahirette sevgili Muaviyenizle; Biz günahkarları da Ehl-i
Beyt ile ‘Haşr ve Neşr ’ buyursun! Âmin. Bi hürmeti SEYYİDİIMÜRSELÎN”
Şemseddin Yeşil de herhangi bir
isim zikretmeksizin öç sayfalık bir makale yayınlar ve kendilerinin bu konuda
suçlayanların kendilerine ne kadar karşı gelseler de, âhirette Muaviye’yi
kurtaramayacaklarını belirterek yazısına son verir.
Bir hafta sonraki 45. Sayısında
(25 Aralık 1947) Şemseddin Yeşil cevap yazmak zorunda kalmıştır. Çünkü
Abdülhalim Akkul, kendisinin Şemseddin Yeşil tarafından tehdit edildiğini iddia
etmiş, Şemseddin Yeşil de böyle bir olayın olmasının mümkün olmadığını belirtmek
zorunda kalmıştır. Şemseddin Yeşil daha sonra (sayfa 6-8) kendisi hakkında
iddia edilen Alevi, Şii, beşinci mezhep kurucusu ve siyasetten dolayı bu
şekilde davranıyor iftiralarına “Tezvirata, İftiralar Cevap” başlığı
makalesiyle cevap vermiştir.
Şemseddin Yeşil ilk önce
Muaviye olayını tartışmak yerine kendi şahsıyla uğraşmağa başlayan yazarlara bu
şekilde davranmanın kendilerine bir fayda sağlamayacağım belirtir ve kendisi
hakkında ileri sürülen Alevilikten ne anladığım açıklamaya çalışır. Kendisini Alevilikle
suçlayanların, Şemseddin Yeşil’i bilenlerin onların bu ithamına güleceklerim
belirtir.
“Alevilikten
maksadınızda üç şey vardır:
•
Aliyi te’lih etmek Yani Ali 'ye
ülühiyet isnad etmek
•
İbahet yani ibaheti furuc.
Fuhşu mubah göstermek
Âlemi
insaniyet bizim mevzuumuzu okuyup ve dinlediği vakit sizin gösterdiğiniz batıl
itikatla ne münasebeti ve ne alakası var diye size güler.
Şiilikten maksadınız;
İslâm ’ın
ilk üç halifesi olan zevatı âliyeyi gasıp tanıyarak hürmette kusur etmek. ” Şemseddin
Yeşil, bundan sonraki cümleleriyle kendisini Şiilikle itham edenlerin bütün
dayanaklarını ellerinden alıp kendisinin de ehl-i sünnet olduğunu belirtmiş
olmaktadır.
“Ben o üç
halifeden biri olan Hz. Ebu Bekir’e ; arifi valâ güher, mahbubu
peygamberisiyer, mazhan saniyesneyni iz hüma fil gâr, Sıddîki celîl olarak iman
edenlerdenim. Din kürsülerinde onun şanını böyle ilân ederim.
Bu üçten
biri olan Cenab-ı Ömer’e ; Ecille-i eshabın, adeli hak yolunu gösterenin
ekmeli, din mihrap ve minberin zîneti şeriatın nazın olarak tanıyıp iman
edenlerdenim.
Yine bu üç
zâttan biri olan Hz. Osman ’ın ; sahib ü haya ü imân ashab ü soffeye zînet
efşân bir (zâtıâli) diye tanıyıp iman edenlerdenim.
Şimdi ehli
vicdana soruyoruz. Bizim mevzuumuzun Alevilik, Şiilikle ne münasebeti vardır? ”
Müellifimiz daha sonra, iftira
atanlara daha önceki sayılarda verdiği delilleri sunmuş ve bunlar hakkında
herhangi bir şey söyleyemediklerini belirterek konuyu cumhuriyet rejimine
getirmiştir. Burada müellifimiz Muaviye’nin ümmetten seçim yolunu kaldırıp
saltanat yolunu ikame ettiğini ifade etmiş ve Muaviye’nin bu günkü
savunucularının da cumhuriyet değil saltanat taraftan olduklarım iddia
etmiştir. Müellifimiz en son olarak Muaviye’nin Hz. Peygamber’in akrabası
olmasından dolayı eleştirilemeyeceğini savunanlara Âdem ve Nuh peygamberlerin
çocuklarından örnekler vererek onların bu iddialarının geçersiz olduğunu
belirtmiştir.
Şemseddin Yeşil bu cevap
yazılarından sonra bu konularla ilgili hiç bir yazı yazmamaya dikkat etmiştir.
Mecmuanın kırk gün sonraki 51. Sayısında (5 Şubat 1948) M. Salih Yeşil, Eşref
Edibin Rafızilik ve Alevilikle ilgili yazdığı bir yazıdan dolayı dönemin
Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’ye hitaben bir yazı kaleme almıştır.
Bu yazısında da M. Salih Yeşil, beş soru sorarak Ahmet Hamdi Akseki’den
Rafızilik ve Alevilikle ilgili bilgi istemiştir. M. Salih Yeşil mecmuanın 52.
Sayısında da Yusuf Ziya Yörükân’a yazarın isteğinden dolayı bir cevap
yazmıştır.
M. Salih ve Şemseddin Yeşil,
mecmuanın bu sayısında sonra Hz. Ali ve Muaviye olayıyla ilgili olarak herhangi
bir makale ve cevap yazısı yayınlamamışlar; dini konulardaki makalelere
devam etmişlerdir. Yalnız M. Salih Yeşil, mecmuanın 69. Sayısında (10 Haziran
1948); Hz. Ali ve Muâviye olayında ilk önceleri Yeşillerin haksız olduğunu
zannedip daha sonra; Mehmet
Zihni Efendi’nin el-Hakâik adlı eserinde de Muaviye’nin haksız olduğunu
belirtmesi üzerine, M Salih ve Şemseddin Yeşillerden helallik dilemek
üzere mektup gönderen okuyucunun ismini zikretmeden yer verir ve mektuba
verdiği cevapta haklarını helal ettiklerini belirtir.
Bu makalelerden ayn olarak M
Salih Yeşil, Hz. İmam Ali (a.s.) ve Düşmanları (Mecmua-i Urefa)[10]ye
Ashaba Hürmet, Sövenlere Lanet, Peygamber Buyruğu[11]
adlı iki kitap daha yayınlamıştır.
Şemseddin Yeşil ile M. Salih Yeşil’in
bu tavırları mecmuanın daha az satılmasına sebep olmuştur. Ali Sümbül’ün
ifadesine göre, Anadolu’nun çeşitli illerinde Hakikat Yolu Mecmuasını satan
bayiler bu olaylardan sonra -satılmadığı gerekçesiyle- daha az mecmua
gönderilmesini istemişlerdir. M Salih ve Şemseddin Yeşil de mecmuanın 52.
Sayısından sonra bu konuyla ilgili hiç bir makale yayınlamamışlardır. M Salih
Yeşil, mecmuanın 94. Sayısından itibaren yazılarına son vermiş ve Şemseddin
Yeşil, mecmuanın son on sayısında sadece kendisi yazı yazmıştır. Şemseddin
Yeşil mecmuanın yayın hayatına, 10 Şubat 1949’daki yüz dördüncü sayısıyla son
vermiştir.
Hakikat Yolu Mecmuasının
satışının düşmesi üzerine -mecmuanın yayım devam ederken- Şemseddin ve Mehmet
Salih Yeşil, İslâmiyet Gazetesi adıyla haftalık bir gazete çıkarmaya
başlamışlardır. Bu gazeteyi İlk olarak 22 Mart 1948 tarihinde dört sayfa olarak
çıkarmışlardır. Gazetenin ilk on sayısında M Salih Yeşil’in de makaleleri
yayınlanmış, daha sonra M. Salih Yeşil’in bu gazete de yazılan çıkmamıştır. Bu
gazeteyi Şemseddin Yeşil, her hafta müslümanları dini anlamda bilgilendirmek
amacıyla bu gazeteyi çıkarmıştır. Ali Sümbül’ün ifadesine göre gazetenin beş
bin civarında okuru bulunmaktadır. Bu gazete de Şemseddin Yeşil, hiçbir zaman
isim belirterek kimseyi eleştirmemiştir. Bu yüzden de o günkü idareciler
tarafından çıkardığı yayınlar çok fazla engellenmemiştir. Ali Sümbül’e göre,
Şemseddin Yeşil bu konuda şöyle demektedir:
“Yüce Allah, tarih boyunca
gelen bütün ve zalimlerin isimlerini Kur’an’da açık bir şekilde hepsini ismini
tek tek belirtmemiştir. Bunun yerine onların vasıflarım
belirtmiştir. Bizde aynı
şekilde hareket etmeye mecburuz. Çünkü bizim asıl meselemiz toplumun imânını
kurtarmaktır.”
Şemseddin Yeşil, İslâmiyet
Gazetesinde yayınladığı makâlelerinde, Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifleri
anlatarak toplumun İslâmi bilgisini arttırmaya çalışmıştır. Yayınladığı
makalelerinden bazılarının isimleri şunlardır;
-Ne Vakit
Beşer Huzûra Kavuşacak ;31 Temmuz 1950, Sayı, 8
-Allah
Yanında En Büyük Günah, Hangi Günahtıf!;lQ Mayıs 1948, Sayı, 121
-Beşeriyyet
Hangi Ses île Kurtulacak? Kur’an Kürsüsü Lâzım! ;14 Ağustos
1950, Sayı, 122;
-Hz. Ali ;18 Mayıs
1950, S. 162
-Sakın
Mahlûkâta İtaat Edeceğim Diye Hâlik’a İsyan Etme! ; 30 Ekim
1950, Sayı, 133
-Adnan
Menderes, 5 Mart 1951, Sayı,151 (Şemseddin Yeşil bu makaleyi, başbakan idam
edildikten sonra yazmıştır.)
-Ey Müslüman
Vazifeye Koş!; 13 Eylül 1948, Sayı, 26
-Allah'ın
Husûsi Kulları', 14 Şubat 1949, Sayı, 48
Şemseddin Yeşil gazetesinde
ayrıca, "Evliyaullah’ın Sözleri” başlığı ile Allah dostlarının
güzel sözlerini vermeye; "İslâm’ın Büyüğü Hz. Ali’nin Alice Sözleri
ile” başlığı ile Hz. Ali’den sözler aktarmaya ve “Resûl-i Ekrem
Efendimizin Emirleri İmam Ali’ye Husûsi Vasiyetleri” başlıklarını
kullanarak dini bilgiler vermeye çalışmıştır. İslâmiyet Gazetesinin tezimiz
açısından önemli olan yönü ise Şemseddin Yeşil’in gazetesinde haftalık olarak
bir sûrenin tefsirini yapmasıdır. Tefsirini yaptığı sûreler arasında şu sûreler
yer almaktadır: Âl-i İmrân Sûresi, Nisâ Sûresi, Mâide Sûresi, En’am Sûresi,
Yusuf Sûresi, İnsan Sûresi, Necm Sûresi, Rahman Sûresi, Vakıa Sûresi, Kıyâme
Sûresi, Nebe’ Sûresinden Kadr Sûresine kadar olan sûrelerin tefsirini
yapmıştır. Şemseddin Yeşil, üç yüz ellinci sayısıyla İslâmiyet Gazetesinin
yayın hay atma 20 Mayıs 1960 tarihinde son vermiştir.
4)
İslâmiyet Gazetesine Yönelik
Tenkitler ve Cevabı
Şemseddin Yeşil, bu gazete ile
müslümanlan aydınlatmaya çalışırken İslâm’a düşman olanların da dikkatini
çekmiş ve çeşitli gazete ve mecmualarda İslâmiyet Gazetesi ile Şemseddin
Yeşil’i kötüleyen yazılar çıkmaya başlamıştır. Bu yazılardan biride,o
dönemde çıkan Vatan Gazetesinin sahibi Ahmet Emin Yalman’ın yazısıdır. Ahmet
Emin Yalman gazetesinde “İslâmiyet Gazetesi zehir saçıyor” başlıklı bir makale
yayınlamıştır. Şemseddin Yeşil’de 2 Nisan 1951 tarihli gazetesinde Ahmet
Emin Yalman’a şu şekilde cevap vermiştir:
"Tarihin en eski efendisi olan
necib Türk’ün kanı ile sulanan o mübarek topraklan; bir zamanlar Ermeni
Cumhuriyeti 'ne peşkeş çeken ve Ahmet Emin Yalman ismine bürünen yaman,
bizim yazılanınıza zehir demiş. Ne kadar doğru doğru, hayatında hiçbir
zaman bu kadar doğru konuşmamıştır dersek hata etmiş olmayız. Bizim yazılarımız
arza hayat veren Nisan yağmuruna benzer o rahmet, arz ile izdivaç ettiği vakit
sahne-i şühûd’da bambaşka bir tecellî olur. İşte o yağmur, sade fin ağzına
düşerse inci, yılan ’m ağzına düşerse zehir olur. Evet bizim yazılarımız
Hz.İnsanın kulağına düşer onun kulağının zemzemi olur, arâzi-i kalbiyyesini
sularsa, o kalb aslını bulmak aşkıyle çırpınır, mahlûk-ı Hûda 'ya karşı da
rahmetle atar. Keza yazı ve sözlerimiz, güneşin nuruna düşman, yarasa kuşu
tabiatlı, Şems-i Hakîkat-ı Muhammediyye 'ye cephe almış kara ruhlu kimselerin
kulağına aktığı vakit küfrünü arttırır, nitekim zavallı Yalman ’a da bu yazılar
zehir gelmiştir. ”[12]
Şemseddin Yeşil, İslâmiyet
Gazetesini çıkarmayı aralıksız olarak uzun yıllar sürdürmüştür.
Yüksek Ahlak Derneğinin
Kuruluşu
Şemseddin Yeşil, vaizlik
görevinden alındıktan sonra İstanbul’un Samatya mevkiinde Yüksek Ahlak Derneğini
kurmuştur. Bu demekte her hafta pazar günü konferanslar vermiştir. Bu
konferanslarının ana konusunu İslâm Dini oluşturmuştur. Şemseddin Yeşil’in bu
konferanslarda yapmış olduğu konuşmaları o günkü teknoloji ile kayda alınmıştır.
Kayda alman bu konferanslar her pazar günü Şemseddin Yeşil’in müritleri
tarafından bugün bile zevkle dinlenilmektedir.
"... imamlık vesikası
alındıktan sonra, bu İlâhi vazifeyi 17 sene de ‘Yüksek Ahlak Derneği’nde ‘Ahlak
Dersleri’ adı altında devam ettirmiş, bugün de bu eşsiz konferanslar aynı
yerde, fennin hizmeti ile, teyp yolu ile devam etmektedir.”[13]
Şemseddin Yeşil, Ümran Selman’
m belirttiğine göre, çeşitli dönemlerde hapishaneye girmiştir. Ali Sümbül’e
göre ise, Şemseddin Yeşil sadece bir defa, 1937 yılında bir kez tutuklanmıştır.
Bu tutuklama olayında Şemseddin Yeşil’in özel eşyaları ve kitapları götürülmüş
ve geri verilmemiştir. Denizli Hapishanesinde tutulmuş, daha sonra suçsuz
olduğu anlaşılmış ve hapishaneden çıkartılmıştır. Şemseddin Yeşil hayatının
ileri ki dönemlerinde, özel eşya ve kitaplarının geri verilmemesini kendisini
çok üzdüğünü belirtmiş ve her fırsatta “Keşke kitaplarım geri verilseydi”
demiştir.
Şemseddin Yeşil, girdiği
hapishanede çeşitli dostluklar kurmuştur. Said Nursi ile Denizli Hapishanesinde
tanışmışlar ve dost olmuşlardır. Said Nursî ile kurdukları dostluk, uzun yıllar
devam etmiş ve birbirleriyle daha sonraları görüşmüşlerdir. Ayrıca Şemseddin
Yeşil, girdiği hapishanelerde sûfi kişiliği ile hapishanedeki suçluları da
etkilemiştir.
“Şemseddin
Efendi Hazretleri ‘Bütün hadisât Kur’an karşısında nasıl mağlûb oluyor, Kur’an
saltanatından mâada bütün saltanatlar mülgadır’ gibi cümleler sebebi ile tevfik
edilmiş, uzun müddet, gâh mevkuf, gâh gayrı mevkuf muhakemesine devam
edilmiştir. Mevkuf olarak Denizli Hapishanesi ’nde bulunduğu anlarda,
hapishanede akıl almaz değişiklikler olmuştur. Gardiyanları öldüren, müdürlerin
yanlarına yaklaşamadığı azılı katiller, kendisine gelip ağlayarak: ‘Biz ne
yapalım efendim? Acaba Allah bizi affeder mi? Bize dua et' diye yalvarmışlar,
abdest alıp namaz kılmaya başlamışlardır. Hapishanede yaptığı konuşmalar ve
va’azlar sonunda o korkunç hapishane, sıcak bir ma’bed haline dönmüştür."[14]
10)
Şemseddin Yeşil’e Yönelik Eleştiriler
Şemseddin Yeşil çeşitli
sebeplerden dolayı tenkit edilmiştir. En önemli suçlama Hz. Ali taraftan
olduğudur. Aynca Şemseddin Yeşil, demokrasiyi savunması ve şık giyimi yüzünden
çeşitli çevrelerce tenkit edilmiştir. Biz burada Şemseddin Yeşil hakkındaki
suçlamaların en önemlisi olan Hz. Âli taraftan olduğu suçlamasını incelemeye
çalışacağız.
Alevîlikle
suçlanması:
Şemseddin Yeşil sûfiliği
benimsemiş bir mü’min idi. Kadiri Tarikatına bağlı idi. Sûfi kişiliğinin
yâhında Hz. Peygamberin ‘benim ehl-i beytimdendir’ dediği Hz. Ali’ye de karşı
muhabbet ve sevgisi üst seviyedeydi. Bu sevgisinden dolayı, Hz. Ali ile Muâviye
arasında geçen olaylarla ilgili olarak Muâviye’yi suçlamış, Hz. Ali’nin
tarafında olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Şemseddin Yeşil bu şekilde tavrım
ortaya koyduktan sonra bazı müslümanlar tarafından -yukarıda da belirttiğimiz
gibi- ashâba sebb etmekle suçlanmıştır. Şemseddin Yeşil’e yöneltilen en büyük
tenkit bu yöndedir. Fakat Şemseddin Yeşil bu suçlamaları kabûl etmemiştir.
Şemseddin Yeşil’i diğer hocalardan
ayıran bir özellik de, onun demokrasiyi savunan ilk sistemin İslâm olduğunu
ileri sürmesidir. Ona göre İslâm dini, seçim yoluyla devlet başkanımn tayin
edilmesini ortaya koyan ilk sistemdir. Muaviye’ye kızdığı ve onu eleştirdiği
konulardan biri de, onun seçim yoluyla devlet başkanının tayin edilmesini
ortadan kaldırıp İslâm tarihinde ilk defa saltanatı getirmesidir.
Şemseddin Yeşil, Hakikat Yolu
Mecmuasında ve İslâmiyet Gazetesi’nde bunu açıkça belirtmiştir. Hakikat Yolu
Mecmuası 42. Sayısında (4 Aralık 1947,s.2-4) kendisini “Muaviye sahabedendir ve
saygı gösterilmelidir” diye eleştirenlere verdiği cevapta, Muâviye’yi şu
şekilde tarif etmektedir.
“İslâm ’a en büyük ihaneti irtikâp eden, ümmetten
intihap hakkını kaldırtan, hakiki demokrasinin en büyük düşmanı, istibdat ve
saltanatı İslâm’da ilk vaz eden, saltanatı için zalimane binlerce can yakan
Muaviye...Tüyler ürpertecek kadar cinayetler irtikâp etti. Hazret-i Hasan ’ı
şehit ettirdi. Bu yetmiyormuş gibi Yezid'i sağ iken yerine getirdi. ”
Şemseddin Yeşil bu tutumundan
dolayı yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi Aleviliği yaymakla itham
edilmiştir.
Şemseddin Yeşil, Hz.
Peygamber’in damadı ve amcasının oğlu olan Hz. Ali’ye karşı özel bir sevgisi
vardı. Bu sevgi îslâm tarihinde var olan Alevilik diye özel bir isimle
isimlendirilen cemaatın sevgisinden farklıdır. Bizim anladığımız kadarıyla
Şemseddin Yeşil kitablarında, konuşmalarında, gazetelerdeki yazılarında ehl-i
sünnet diye tabir edilen cemaatın savunduğu bir İslâm anlayışına sahiptir. Onu
diğer vaizlerden ve hocalardan farklı kılan düşünce şudur: Kur’an’da işaret
edilen (Ahzap/33) ve sahih hadislerde belirtilen ehl-i beyt sevgisine sahip
çıkılmadığı, bunun yerine İslâm tarihinde binlerce müslüman kanının döküldüğü
ve ümmetinin ihtilafa düştüğü Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşlarda her
iki tarafında sahabe olması hasebiyle, bu olayın Hz. Ali’nin siyasette hatası,
Muâviye’nın ise içtihatta hatası olarak kabullenilmesini doğru bulmamaktadır.
Bu görüşünü Şemseddin Yeşil yazılarında açıkça ortaya koymuştur. Şemseddin
Yeşil ve M. Salih Yeşil’in bu tavırları, müslüman ilim adanılan tarafından
tasvip görmemiş ve Yeşillere çeşitli reddiyeler yazılmış ve beşinci mezhep ile
Aleviliği yaymakla itham edilmişlerdir. M. Salih Yeşil “İlme, ulemaya Ait
Açık Mektup”[15]
adlı bir mektubu İstanbul Müftülüğüne yazmıştır. Bu açık mektuba karşı bazı
cevaplar almıştır. Bu reddiyelerden bir kaçı şunlardır:
1)
Zamanın İstanbul Müftüsü Ömer
Nasuhi Bilmen; “Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları,
Hz, Muaviye Hakkındaki Suallare Cevaplar ”[16]
2)
“İlme,
Ulemaya Açık Mektub’a Cevap”[17]
3)
“Adana’dan
Cevap Veriliyor: Biz Ashabdan Hiçbirisine Buğzetmekle MükellefDeğiliz”[18]
4)
“İlme
Ulemaya Açık Mektup Sahibi Salih Yeşil’e Cevap”[19] adlı
reddiyeler yayınlanmıştır. Bu reddiyelere karşı Şemseddin Yeşil ve M Salih
Yeşil, Hakikat Yolu Mecmuasında kendilerinin Hz. Ali ile Muaviye arasında geçen
olaylardan ne anladıklarını ve ne kastettiklerini açıklamaya çalışmışlardır.
Hakikat Yolu Mecmuasında (4 Aralık 1947, Sayı 42; s. 2-4) şu şekilde ifade
etmektedirler:
“Ey hakikat
yolcusu!!!
Şimdi dikkat et. Medresenin asırlardan beri
gizlediği en cezri tedbirlerle ört bas ettiği, İslâm ’a en büyük ihaneti
irtikâp eden, ümmetten intihap hakkını kaldırtan, hakiki demokrasinin en büyük
düşmanı, istibdat ve saltanatı İslâm ’da ilk vaz eden, saltanatı için zalimane
binlerce can yakan, ashabın en güzidesine seb eden ve ettiren, bu kadar kesif
zulmet içinde yüzen, büyük bâği, koca katil, geniş fasık, meşhur Muaviye 'ye o
saltanatın iskemlesinden sızan sızıntı ile geçinmek isteyen gafiller; İslâm 'm
bel kemiğine en ağır baltayı vuran bu adamı ashap süsü ile süsleyerek, müçtehit
reng ile boyayarak sıkılmadan yaptığı cinayetleri de bir ibadet gibi göstererek
ümmeti Muhammed'e takdime çalıştılar, zalemeye uşak oldular, zalimin zulmünü
söylemediler ört bas ettiler, diğer zalimlerinde yetişmesine sebeb oldular.
Şunu iyi bilmek lazımdır ki, zalime muavenet mazluma ihanet olduğu
söylenmiştir, ve öyledir. Fakat bunu da iyi bilmelidir ki, artık yobazlık devri
geçmiştir, her şeyden nezih, mahzı rahmetti adalet olan Islâm dinine leke
sürecek, din namına yapılan hiyanet içtihatlarıyla cinayet fetvalarına nihayet
verilmiştir. ”
Şemseddin
Yeşil bu yazının devamında Hz. Ali ve Muâviye’nin İslâm ve tarihteki durumlarım
açıklamıştır. Yeşil’e göre Muâviye ; Hz. Peygamber’e karşı Mekke müşriklerinin
açtığı savaşlara en ön safta yer alan, peygamberin sevgili amcası Hz. Hamza’nm
Uhud savaşında öldürten ve Hz. Hamza şehit düştükten sonra onun mübarek
vücudunu parçalatıp ciğerini yiyen, Hz. Hamza’nın kulaklarını koparıp kendisine
gerdanlık yapan Hind’in çocuğu, Hz. Peygamberim Mekke Fethinde bir mevki
alabilmek için müslüman olan, müellefe-i kulûb’ten sayılıp (kendisine müslüman
olması karşılığı para verilen) bir kişi olarak görmektedir. İşte Yeşillerin bu
tutumları onları Alevilikle itham edilmelerine yol açtı.
“Kendisi; Rafızî, Şiî, Alevî
gibi bâzı töhmetler altında kaldı. Fakat gerek din kürsülerinde, gerekse
yazdığı eserlerde, ashâbı bâ safaya bağlılığım, Hulefa-i Râşidîne olan hürmetim
belirtti ve onlara pek büyük elfaz-ı tevkıriyye ile andı. Bununla beraber Ehl-i
Beyt’e ve evlâd-ı Âlî’ye karşı meveddeti sonsuzdu. Bu ise bir fazilettir.”[20]
Ayrıca biz Şemseddin Yeşil’in
tefsiri Fuyûzat’ta ve incelediğimiz kadarıyla diğer eserlerinde bu tenkitleri
haklı çıkaracak bir sonuca ulaşamadık. Çünkü Şemseddin Yeşil, tefsirinde veya
diğer eserlerinde Hz. Ali’den bahsettiği kadar diğer sahabelerden de övgü ile
bahsetmekte ve Hz. Ali’yi diğer sahabelerden üstün görmemektedir.
Şemseddin Yeşil, şık giyimiyle
de hocalar tarafından eleştirilmekteydi. Yeşil, şık giyinmeyi severdi. Başında
fötr şapka ile dolaşırdı. Altın ve gümüş yüzük takardı. Bu tavırları o zamanın
hocaları tarafından Yeşil hoca aleyhine kullanılmış ve eleştiri malzemesi
yapılmıştır.
Şemseddin Yeşil, Türk
Milliyetçiliğini benimseyen bir kimseydi. Fakat onun milliyetçiliği,
kavmiyetçilik anlamında değildi. O, necip Türk milletim İslâm’a yaptığı
hizmetlerden dolayı hayırla yâd etmekten çok hoşlamrdı. Onun için vaaz ve
konferanslarında Osmanlı Devleti ve Selçuklu Devletini hayırla yâd ederdi. Ali
Sümbül, Şemseddin Yeşil’in milliyetçiliği İslâm’a tercih etmediğim belirterek
onun bu konuda şöyle söylediğim nakletmektedir:
“Biz daima şeref-i İslâm 'ı, şeref-i kavmiyete
tercih ederiz. Ancak Arnavut: ‘Ben Arnavut'um’; Tatar: 'Ben Tatarım' diye
milliyet benliğini öne sürdükleri zaman, müsaade edin de, ben de kendi
kavmiyetimi belli edeyim, onunla övüneyim. ”
Şemseddin Yeşil, 12
Rabiu’l-âhir 1388/ 8 Temmuz 1968 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Kabri
Zeytinbumu’nda, Seyyid Nizam Yolu Silivrikapı karşısındaki mezarlıktadır.
Yeşil’in müritleri her sene Muharrem ayının 10. da, Şemseddin Yeşil’in kabrini
topluca ziyaret etmektedirler.
Şemseddin Yeşil’in dîni ve
tasavvufî bir çok kitabı vardır. Şemseddin Yeşil’in bizzat kendisinin te’lif
ettiği eserleri yanında, Arapça’dan tercüme ettiği, kendisine sorulan sorulan
cevaplan topladığı kitaplarıyla, Hıristiyan din adamlarına karşı yazılmış
İslâmiyet’i savunan eserleri de vardır. Şemseddin Yeşil’in küçüklü büyüklü 23
eseri mevcuttur. Şemseddin Yeşil’in eserleri şunlardır:
1)
Füyuzat, Kur’an-ı Mübîn’in
Meâlen Tefsiri, 7 cilt,
Tezimizde konu olarak Şemseddin
Yeşil’in bu eserini incelemeye çalışacağız.
2)
Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi
ve sellem
Şemseddin Yeşil bu kitabında Hz.
Muhammed’in hayatım bütün yönleriyle anlatmaya çalışmıştır. Müellif kitabına
bir mukaddime ile başlamış daha sonra Peygamberimizin dedelerinin isimlerini
Hz. Nuh’un oğlu Adnan’a kadar tek tek saymıştır. Daha sonra da, Peygamberimizin
hayatım doğumundan ölümüne kadar ve Peygamberimizin aile hayatım tüm
İnceliklilerine kadar anlatmaya çalışmıştır.
Bu kitabın Hz. Ebu Bekir’in
Hilafeti bölümü, Şemseddin Yeşil’in halifelik konusundaki görüşünü
yansıtması bakımından önemlidir. Bu bölümde Şemseddin Yeşil, Hz. Ebu Bekir’in
ensarla konuşup hilafeti aldığım belirttikten sonra, halifeliğin ilk önce hangi
sahabenin alması gerektiği konusundaki tartışmanın asırlardır yanlış
anlaşıldığım ve müslümanların bu yüzden ihtilafa düştüklerini belirttikten
sonra kendi görüşünü belirtmektedir. Yeşil’e göre bir kısım insanlar, ilk üç
halifenin gâsıp olduğunu ve Hz. Ali’nin birinci halife olması gerektiğini;
diğerlerin ise mertebe itibarıyla Hz. Ali’nin dördüncü olmasından dolayı
dördüncü halife olduğunu savunduklarım belirtir ve iki grubun da yanlış bir
anlayışa sahip olduklarını savunur. Yeşil, birinci grup insanlara Hud Sûresi
113. Âyeti zikreder: “Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş
dokunmasın. Allah'tan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”
ve sonra şu soruyu sorar:
“Acaba İmam Ali bu âyeti bilmiyor mu idi de
gâsıblarla beraber çalıştı. Hâlbuki hiç bir âyet-i celîle yoktur ki, Hz Ali’nin
ilminde olmasın, onun sebeb-i nüzulünü bilmesin ’
Yeşil, bundan sonra ikinci grubun iddiası olan; ‘Hz. Ali zâhiren biat
etmiştir fakat hakikatte kalben bir ilgisi yoktur’ sözünün şu şekilde yanlış
olduğunu belirtir:
Tevcih o kadar soğuk bir tevcihtir ki insanın
haberi olmadan Hz. Ali’yi gücendirir ve küçültür.
Hâşa Hz Ali münafık mı ki içi başka, dışı başka
olsun... ”
Müellifimiz daha sonra Hz.
Ali’nin sonuncu halife olmasının onun mertebesinden dolayı olmadığını belirtmek
için şu misali verir:
"'Zira
Ali Kerremallahü Zâtehu 'mm dördüncü halife oluşu, rütbe i’tibariyle dördüncü
olmasına illet teşkil etmez.
Kur ’an-ı
Kerîm de dört kitabın dördüncüsüdür amma dördüne de câmi ’dir. Ne güzel
söylemişlerdir:
Oldu
dördüncüsü Hayder Hulefâ-i Râşidînin
Kütüb-i
münzelenin Hazret-i Kur 'an gibi.
Hulâsa
burada tekaddüm, tefaddulü mûcip değildir. ”
Hz. Muhammed’ salla'llâhü
aleyhi ve sellemin hayatını anlatan bu kitap, 586 sayfadan oluşmaktadır.
Yeşil, Hz. Muhammed, Yaylacık Matbaası, Beşinci Tab’ı,
İstanbul 1983, 607-608
Şemseddin Yeşilbu kitabında
Peygamberimizin bin bir adet hadisini Arapça metinlerini vermeden sadece Latin
harfleri ile okuyucuya sunmuş, ardından da hadislerin mealini vermiştir. Bu
hadisler arasında ahlâki konular, Ehl-i Beyt’in fazileti ve muâmelat ile ilgili
nikah, zekat gibi konular yer almaktadır. Şemseddin Yeşil, bu kitabında bütün
hadisleri geniş bir şekilde açıklamamış, önemli gördüğü hadislerde açıklama
yoluna gitmiştir.
4)
Namaz Sûrelerinin ve Fâtiha-i
Şerîfe’nin Ma’nâsı
Şemseddin Yeşil bu kitabında
genellikle namazda okunan âyetlerin manalarını vermeye çalışmıştır. Kitabına
ilk önce namazın manasım, önemini ve nasıl kılınması gerektiğini anlatarak
başlamıştır. Bu konuda şöyle demektedir:
“Cenâb-ı Hak: “Okuduğunuzu bilmediğiniz halde
huzuruma yaklaşmayınız, namaza girmeyiniz ’' buyuruyor.
Bu fermâni
sübhâni karşısında bir mü 'minin çok iyi ve çok derin düşünmesi icâb eder.
Binâenaleyh her namaz kilem, namazda ne halde olduğunu bilmesi şarttır. O bir
ziyâfet-i İlâhidir, insan orada ne dediğinin farkında olmalıdır. Yoksa âdet
halinde kılınmış olur ki o şekilde kılman namazdan kâm alınmaz.
Namaz kılan
kişinin kendisi için namaz, ma’nevi bir ilaçtır. Ve madem ki bu ilaçlan
kullanıyor, her an kendisini: “Ben bu namazı kılmadan evvel ahlakımda şu şu
hastalıklar vardı, acaba izâle oldu mu, olmadı mı?” diye kontrol etmekle
mükelleftir. Eğer izâle olmuşsa ne a ’lâ, fakat izâle olmamışsa, zavallı,
kıldığı namazın henüz şekli ile meşgul oluyor demektir ki daha pek çok
çalışması lâzımdır. 044
Müellifimiz daha sonra abdest
ve teyemmümün alınış şekillerini, beş vakit namazın kılmışım ve namaz sûreleri
olarak bilinen Fatiha Sûresi ile Fil Sûresinden Nâs Sûresine kadar olan
sûreleri açıklamaya çalışmıştır. Kitap, elli iki sayfalık küçük bir risale
halindedir.
Müellifimiz bu kitabında ilk
önce dinin gereksiz olduğunu iddia edenlere, dinin lüzûmunu ispata çalışmıştır.
Daha sonra da, dünyadaki dinleri saymış ve İslâm’ın diğer dinlere olan
üstünlüğünü ve farkım ortaya koymuştur.
Kitabın isminden de
anlaşılacağı gibi müellifimiz bu kitabım, İslâm’da çok büyük önemi olan Hac
ibadetiyle ilgili bilgi vermek amacıyla yazmıştır. Müellifimiz kitabında;
Hacc’ı Anlatmak İçin Ne Lazımdır?, Hacc’ın Hükmü ve Delilleri, Hacc’ın
Ehemmiyeti ve Fâideleri, Hacc Kimlere Farzdır?, Hacc’ın Farzları, Vâcibleri,
Sünnetleri ve Hacc Duâları başlıklarım kullanarak Hacc’ı anlatmıştır.
Şemseddin Yeşil bu kitabında
dinin mâhiyetini, İslam’ı ve imanla insan arasındaki ilişkiyi anlatmaya
çalışmıştır. Müellif kitabına ilk önce dinin tarifini yaparak başlamıştır: “Din
ne demektir?
Bu suâle çok
ehemmiyet vermek gerekir. Bizde ‘ Din ne demektir?' diye sorulunca, hemen
ekseriyet: 'Namaz kılmak, oruç tutmak'diye cevap verir.
Halbuki
namaz kılmak, oruç tutmak dinin umdesi(prensibi)dir, din değildir.
Din: Bizim bu âleme nereden geldiğimizi, burada ne gibi
vazifelerle mükellef (yapmaya mecbur) bulunduğumuzu ve bu âlemden sonra nereye
gideceğimizi bildiren bir ilm-i çelil (yüksek bir ilim)dir.
Aslını,
Rabbisini, meâdmı (âhiretini) bilmek aşkıdır. ’[21]
Müellifimiz daha sonra bazı
akli deliller getirerek insanın dine duyduğu ihtiyacı, İslâm’m güzelliklerini
ve amacını anlatmış ve insanları müslüman olmaya dâvet etmiştir.
8)
Besmelenin Esrarı ve RUH NEDİR
Müellif bu kitapta ilk önce
besmeleyi açıklamış, içerisinde geçen Allah’m rahman ve rahim sıfatlarını
genişleterek anlatmıştır. Daha sonra da ruhla ilgili bilgi vermiştir. Bu
kitabın ilk kırk sayfasını besmele bölümü ve ardından da yirmi sayfasını ruh
bölümü oluşturmaktadır.
9)
Zirve-i Tevhid, Saadet Yolu
(ilmihal)
Yeşil bu kitabında îtikad ve
ibâdet konularında bilgi vermiştir. Kitabında otuz üç soru sormuş ve bu
sorulara kendisi cevap vermiştir. Müellifimizin bu eseri 56 sayfalık küçük bir
kitap halindedir.
Şemseddin Yeşil’in
talebelerinden Ali Sümbül, Şemseddin Yeşil’in ailenin korunmasına çok büyük
önem verdiğini belirtmektedir. Şemseddin Yeşil te’lif ettiği diğer kitaplarında
ve çıkardığı mecmua ve gazetesinde, bu konuyu her zaman ele almış ve âile
birliğinin sağlanması için İslâm’m koyduğu kurallara uyulması gerektiğini
vurgulamaya çalışmıştır. Şemseddin Yeşil, âilenin korunmasıyla ilgili olarak
hazırladığı bu kitabını, üç bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde İnsan-Kadın
konusunu incelemiştir. İlk olarak insanın Allah tarafından yaratılışından
bahsetmiş daha sonra da kadının yaratılışını anlatmıştır.
“Ve nefahtü
fihi min ruhi” sırrına mazhar olan, ya ’ni nefhâ-i İlâhi ile şâir sınıftan
mümtaz kılman bu insan, rabbisine kavuşmak aslı ile mücehhez kılındı.
Cenâb-ı Hak
rûh-i küllisinden, insanı, nefhâ-i ruh ile tekrim ederek onda aslına karşı bir
meyl-i iştiyâki hâsıl etti. Onun için beşerin fıtratında aslına kavuşmak aşkı
vardır. Bu cibillîdir. Ve ismin koyamadığı bütün muhabbetlet hakikatte Allah
’adır.
Âdem nasıl
mazhar-ı Hak olup Hakk 'a şevk ile muhabbet ettiyse, cenâb-ı Hakk ’m Âdem ’e
şevki daha eşed oldu.
Cenâb-ı Hak
âdem’i nasıl kendisine müştak kılıp, kendisine delil kıldığı gibi, Âdem’e delil
olmak üzere, âdem’den mer’eyi, ya’ni kadını halk etti.Ve kadın erkeğin cüz’ü
olup, erkeğe delil kılındı. Âdem kendisini mer’ede müşâhede etti. Âddem’in
recüliyyeti ve sıfat-ı fi ’liyye ile ittisaf-ı ma ’rifetine Havva mukaddime
oldu. Havva olmasaydı, Âdem bu sıfatla zahir olmaz idi. ”[22]
Şemseddin Yeşil daha sonra
evlenmenin öneminden bahsetmiştir. İslâm’da evlenmenin gayesinin, şehevî
arzuların tatmini değil yeni nesiller yetiştirmek olduğunu vurgulamıştır.
Şemseddin Yeşil kitabının
ikinci bölümünde, kızların neden evlenme çağından önce evlendiklerini,
evlenenlerin de neden çabuk boşandıklarım ve en önemli mevzu olarak ele aldığı
kadınların İslâm’daki konumunu anlatmıştır.
Müellifimiz kitabının üçüncü
bölümünde Müebbet İstikbâl başlığıyla insanın, ebedî kurtuluşunu kazanabilmesi
için yapması gereken davranıştan anlatmıştır.
Müellif bu kitabında iman ve
küfrü tanıtmaya, insanın neden küfür yerine imam tercih etmesi gerektiğini
vurgulamaya çalışmıştır.
“İki âlemde
huzûr ile yaşamak ve aslına kavuşmak istersen; Sâni-i Zülcelâl’ine nisbet
tedârik et. Bu nisbete ise îmân denir.
Filhakika
îmân, bir intisabdır. İnsanda olan İlâhî sıfatlar ve Râbbânî isimlerin
nakışlan; îmân ile tezâhûr eder ve büyük bir kıymet alır.
İmânın zıddı
olan küfür de o nisbeti kat ’eder.
Ya’ni küfür;
kulun, Allah'a olan nisbetini kopanr. O kimsenin kıymeti yalnız madde
i’tibânyle olur. Madde ise fâni, geçici, muvakkat bir hayat bahşettiğinden
kıymeti, hiç hükmündedir. ’[23]
Müellifin bu eseri otuz üç
sayfadan meydana gelmektedir.
12)
Allah’a Nasıl Münâcat’da
Bulunmalı
Müellifimiz bu kitabında
Allah’a nasıl dua edileceğini anlatmıştır. İlk önce duanın kısımlarım açıklamış
daha sonra da Hz. Eyyüb’ün içinde bulunduğu zor durumda Allah’a dua etmesini
misal vererek, inanan insanın Allah’tan dua yoluyla yardım istemesi gerektiğini
belirtmiştir. Müellifimizin bu eseri yirmi beş sayfadan meydana gelen bir
risale şeklindedir.
Şemseddin Yeşil’in bu eseri bir
kitaptan daha çok bir risale şeklindedir. Bu eser, 18 sayfadan oluşmaktadır. Bu
kitapta müellifimiz, insanoğlunun nasıl, neden yaratıldığı ve sonunun nasıl
olacağı açıklamaya çalışılarak insanın iki cihanda da kurtuluşa erebilmesi için
Allah’m emirlerine boyun eğmesi gerektiği vurgulamıştır.
14)
Divân’ül Huteb, İslam’ın
Rûhunu, Kâinatın Gidişini Bildiren HUTBELERİM
Müellif bu kitabına ilk önce
Cuma Namazıyla ilgili bilgi vermektedir. Cuma namazının Müslümanlara neden farz
olduğunu, namazın kaç rekat olduğunu ve namazının kılınış şeklini
anlatmaktadır. Müellif verdiği bir dipnotta ise cuma namazın kaç rekat olduğu
konusunda şu açıklamayı yapmaktadır:
“Asıl Cum'a
namazı: Dört rek'at ilk sünnet, iki rek’at farz, dört rek'at da son sünnet
olmak üzere hepsi on rek'atdır. (Zuhr-ı âhır) denilen ya’ni eğer Cum’a namazı
kabûl olunmamış ise yâhuı sıhhatinde bir bozulduk olmuş ise... diye kılınan ve
altı rek'at olan namaz, Asr-ı Se 'adet 'de ve Hulefâ-i Râşidîn devirlerinde
kılmmadığı gibi, İmâm-ı A'zam ile İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Yusuf taraflarından
naldedilmediğinden bu hesaba katılmadı. Zira cum 'a namazı Asr-ı Seâdet 'de
nasıl kılınmışsa öyledir. Şekk ve şübhe ile namaz olmaz ’[24]
Şemseddin Yeşil bu bilgileri
verdikten sonra çeşitli konularda kendisinin hazırladığı elli beş adet
hutbesini vermektedir. Bu kitap, 400 sayfadan oluşmaktadır.
15)
Hz. İsa’nın Huzurunda
Metropolide Cevab
Şemseddin Yeşil bu kitabım,
Metropolit Yakovos’un yazmış olduğu “Nurlu Ufuklar” adlı kitabına reddiye
olarak yazmıştır. Metropolid Yakovos kitabında; Kur’an’a “ahenksiz”, Hz.
Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem’e “zorba” ve Müslümanlara da “Yahudi Azmanı”
diye iftirâ atmıştır. Bunun üzerine Şemseddin Yeşil de Metropolid’e bu kitabı
ile cevap vermiştir. Ayrıca Şemseddin Yeşil bu konuyu İslâmiyet Gazetesinde de
işlemiştir.
Metropolid Yakovos’un
İslâmiyet’i eleştirdiği ve Şemseddin Yeşil’in cevap verdiği konular arasında şu
başlıklar yer almaktadır:
“Tevrat ve İncil Allah’ın sahih
kelâmı olmasına rağmen İslâm Ulemâsı Kur’an’a gösterdikleri ihtimamı bu iki
kitaba göstermemişlerdir”; “Kur’an, Mukaddes Kitapların yanında ahenksizdir”;
Hz. Peygamber için “Mukaddes Kitaplarda peygamberler için gösterilen vasıfları
kendi şahsında cem etmiştir” ve “İnsanları Müslüman olmaları için zorlamıştır,
zorba bir insandır”; Müslümanlar için de “Yahudi Rafizisidir”ler demiş,
Şemseddin Yeşil de, bu iftiralan geniş bir şekilde ele alarak boşa çıkarmıştır.
Kitap 144 sayfadan oluşmaktadır.
16)
Amerikalıların Suallerine
Cevaplar
Şemseddin Yeşil bu kitabında
Amerikalı bir avukata sorduğu 23 soruyu cevaplamıştır. Diyanet İşleri
Başkanlığı, Amerikalı avukata sorduğu bu 23 soruyu cevaplamış fakat Şemseddin
Yeşil bu cevapların yeterli olmadığı düşüncesiyle kendisinden bir istekte
bulunulmadığı halde bu sorulan tekrar cevaplamıştır. Amerikalı avukata sorduğu
ve Şemseddin Yeşil’in cevapladığı sorular arasında şu konular yer almaktadır;
İslâmiyet’e Göre Allah İnancı, Hz. İsâ’nın Konumu, Cennet ve Cehennem, Bu
Dünyaya Gelmeden Önceki Hayat, Ruhu’l-Kuds, Hayr ve Şerr, İnsanın Menşei,
Mu’cizeler. Bu kitab 163 sayfadan oluşmaktadır.
Müellifimiz bu küçük kitabı
1955 yılında orta öğretimde din derslerinin okutulmasına karşı çıkanlara cevap
vermek amacıyla yazmıştır. Bu kitabında müellif, dinin gerekli olduğunu
vurgulamış özellikle de Türk Milletinin yükselmesinde İslam Dininin ne kadar
büyük bir rol üstlendiğini belirtmeye çalışmıştır.
Müellifimiz bu kitabında ilk
önce bütün yönleriyle tasavvufu anlatmıştır. Anlatmaya çalıştığı konular
arasında Tasavvufun Mahiyeti, Tasavvufa Göre Âlem, İnsan, İlim-İrfan-Ma’rifet,
İlme’l-Yakîn, Ayne’l-Yakîn, Fenâ, Zâhir-Bâtin gibi konular yer almaktadır.
Müellifimiz daha sonra da Mevlânâ’ya itiraz edenlere cevap verebilmek amacıyla
Hz. Mevlânâ’dan yaptığı alıntılar yer almaktadır.
19)
Dünya Gidişine Kur’an Ne Diyor
Müellif bu kitabım da, diğer
kitablannda yaptığı gibi iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde Kur’an’ın
konularım anlatmaya çalışmış daha sonra da Kur’an’dan bazı âyetler çerçevesinde
bugün ki insanlığın yaptığı hataları ortaya koymuştur. Son olarak da, doğru
yolu bulmak isteyenlerin sarılması gereken tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu
vurgulamıştır.
Müellif bu kitabında cennet ve
cehennemi iki şekilde anlatmaktadır. Birinci cennet ve cehennem, Allah'ın
yaratmış olduğu; ikinci cennet ve cehennemde kişinin içinde bulunduğu ruhsal
durumuyla ilgili olan cennet ve cehennemdir. Müellifimiz, Cenâb-ı Hakk’m
yarattığım belirttiği cennet ve cehennemin şu an için mevcut olduğunu
belirtmektedir:
“Maddî,
ma’nevi mevcud olup, göz ile görülmeleri, el ile tutulmaları da mümkündür.
Evet Cennet,
Cehennem mevzu’u, söylediğimiz gibi: Semâvâtm fevkinde, Ar fin tahtında mahlûk
ve mevcud, ma ’nen ve maddeten hissedilmesi mümkündür. ”[25]
Müellifimiz daha sonra cennet
ve cehennemi tasavvufî bir şekilde anlatmıştır. Daha sonra da kişinin iç
haliyle ilgili olan cennet ve cehennemden bahsetmiştir.
Şemseddin Yeşil’in yazmış
olduğu eserlerin yanında Yüksek Ahlak Derneğinde yaptığı konuşmalar da
bulunmaktadır. Şemseddin Yeşil’in müritleri, o günkü konferansları teybe
almışlar ve her hafta pazar günü Şemseddin Yeşil’in kasetlerden konferansım
dinlemektedirler. Ayrıca Şemseddin Yeşil’in talebeleri, Hz. Peygamber’in
soyundan gelen Zeytinburnu’nda metfun bulunan Seyyıd Nizâm camiinde, Hz.
Hüseyin’in şehit edildiği gün olan Muharrem ayının 10. günü, Hz. Hüseyin ve
Şemseddin Yeşil için mevlit okutmaktadırlar. Mevlitten sonra da Şemseddin
Yeşil’in kabrini topluca ziyaret etmektedirler.
[1] Selman Ümran, Avâm-ı Nâs ’da YEŞİL
HOCA Namıyla Ma 'ruf, MUHAMMED ŞEMSEDDİN YEŞİL HAZRETLERİ KİMDİR?, Yaylacık
Matbaası, İstanbul 1998, s. 8-9
[2]Â.g.e., s. 9
[3]A.g.e., s. 14
[4] A.g.e., s. 13
[5] A.g.e„ s. 34
[6] Develioğlu,
Abdullah, Büyük İnsanlar Üçbin Türk ve İslâm Müellifi, Demir Kitabevi,
İstanbul 1973, s. 476
[7] A.g.e., s. 21-22
[8] Şemseddin Yeşil
Kimdir, s. 55
[9]A.g.e., s. 34
[10] Erzurumlu Yeşilzade
M. Salih, Hz. İmam Ali (a.s.) ve Düşmanlan (Mecmua-i Urefa) Burhaneddin
Erenler Matbaası, İstanbul 1947
[11] Erzurumlu Yeşiloğlu
M. Salih, Ashaba Hürmet, Sövenlere Lcmet, Peygamber Buyruğu, Adil Ceylan
Basımevi, İstanbul 1949
[12] Şemseddin Yeşil
Kimdir, s. 19
[13] A.g.e., s. 16
[15] M. Salih Yeşil, İlme,
Ulemaya Ait Açık Mektup, Tecelli Mtbs, İstanbul 1947
[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Ashab-ı
Kirâm Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları, Hz. Muaviye Hakkındaki Suallare
Cevaplar, Bürhaneddin Erenler Mtbs, İstanbul 1948
[17] Osman Akfirat, İlme,
Ulemaya Açık Mektub ’a Cevap, Doğru Yol Gazetesi, Sayı, 26-54
[18] Yusuf Ziya Çağlı, Adana
’dan Cevap Veriliyor: Biz Ashabdan Hiçbirisine Buğzetmekle Mükellef Değiliz,
Doğru Yol Gazetesi, Sayı, 25-26
[19] Yusuf Ziya Yürükan, İlme
Ulemaya Açık Mektup Sahibi Salih Yeşil ’e Cevap, İslâm Türk ^Ansiklopedisi)
Mecmuası, Aralık 1947, c. n, no: 88, s. 1-7
[20] Büyük İnsanlar, s.476
[21] Yeşil, Şemseddin, İslâmda
Esas (İmân-însan), Yaylacık Mtbs, İstanbul, 1991, s. 6-7
[23] Yeşil, Şemseddin, İmân
Küfür, Yaylacık Mtbs, İstanbul 1991, s. 6-7
[24] Yeşil, Şemseddin, Divânu
’l-Huteb HUTBELERİM, Üçüncü Baskı, İstanbul 1994, s. 2
[25] Yeşil, Şemseddin, Cennet
Cehennem, Yaylacık Mtb, İstanbul 1996, s. 2
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar