Print Friendly and PDF

ŞEMSEDDİN YEŞİL (Yeşiloğlu)

 



Hazırlayan: Bekir FINDIK

A) HAYATI

Şemseddin Yeşil ile ilgili bilgiler, kendi tarafından yazılı olarak bize kadar gelmemiştir. Müellifimizin hayatı ile bilgiler, kendisinin müritleri tarafından bizlere aktarılmaktadır. Şemseddin Yeşil’in hayatım Ümran Selman’dan öğrenmekteyiz. Ümran Selman’ın yazmış olduğu müellifimizin hayatı ile ilgili bilgiler, Şemseddin Yeşil’in te’lif etmiş olduğu eserlerin ilk bölümlerinde, Şemseddin Yeşil hakkında okuyucuyu bilgilendirmek amacıyla kısa ve öz olarak hazırlanmıştır. Ümran Selman tarafından yazılan bu bilgiler dışında Şemseddin Yeşil’in hayatını anlatan çok az kaynak bulunmaktadır. Ümran Selman tarafından hazırlanan kitabın ismi: “Avâm-ı Nâs'da YEŞİL HOCA Namiyle ma ’ruf (Halk arasmda YEŞİL HOCA diye tanman) MUHAMMED ŞEMSEDDİN YEŞİL EFENDİ HAZRETLERİ KİMDİR?”. Bu kitap da, Şemseddin Yeşil’in hayatından çok onun faziletini anlatmaktadır. Biz de Şemseddin Yeşil’in hayatıyla ilgili bilgileri bu kitaptan ve bununla birlikte Şemseddin Yeşil’in en yakın talebelerinden olan ve müellifimizin son 16 senesini birlikte geçirdiği Ali Sümbül ile Alaattin Yılmaztürk’le yaptığımız görüşmelerden aktarmaya çalışacağız.

Şemseddin Yeşil, 1934 yılında çıkan soyadı kanununda, soyadı olarak I. T.B.M.M. Erzurum Mebusu Mehmet Salih Yeşil’in soyadını almıştır. Bu tarihten itibaren Şemseddin Beyin soyadı Yeşiloğlu olmuş, fakat müritler ve halk arasında Şemseddin Yeşil olarak tanınmıştır. Biz de tezimizde, müellifimizin halk arasında meşhur olan Yeşil soyadını kullanacağız.

1)    Doğumu

Şemseddin Yeşil, 10 Muharrem 1322 (M. 1905)’de İstanbul’da doğmuştur. Baba tarafından ailesi Bolu’nun merkez Tekke köyündendir. Babası İstanbul’da Samatya yakınlarında Ağahamam mevkiinde bulunan Hâtuniye Camii İmamı Hüseyin Efendidir. Annesi Hanife Hanım ise aslen Bolu’nun Gerede İlçesi Hacılar Köyündendir. Mürîdesi Ümran Hanım, Şemseddin Yeşil’in annesinden hamileliği, Şemseddin Yeşil’in doğumu ve çocukluğuyla ilgili olarak ilginç olaylardan bahsetmektedir.

“Hamileliğim müddetince arkamda sağ tarafımdan tertemiz beyaz elbiseli bir zâtın devamlı kontrolünde idim. Başımı çevirdiğimde omzunu ve beyaz elbisesinin bir kısmını görüyordum.

H 1322’de Muharrem’in 10. Günü sabah saat 10 sıralarında oğlum Muhammed Şemseddin dünyaya geldi. Daha sonraki günlerde, ne zaman oğlumun salıncağını sallamak üzere yanma gelsem salıncağı sallanır durumda bulunuyordum; halbuki evde yalnız idim. Bir gün zevcimle beraber, yer sofrasında yemek yerken odamızın kapısında bir zât göründü. Elbisesinden, hamileliğim müddetince arkamda olan zât olduğunu anladım Zevcimle ben donup kaldık O zât salıncağa doğru yürüdü, uzun müddet oğlumuzun yüzüne baktı ve dönüp kapıdan çıktı. Daha sonra ma’neviyata âgâh olan zevcim, gördüğümüz bu zâtın Abdülkâdir Geylâni Hazretleri olduğunu söyledi.” [1]

2)    Nesebi

Şemseddin Yeşil, kendi nesebini Abdülkâdir Geylâni’ye dayandırmaktadır. Ümran Selman, Şemseddin Yeşil’in nesebinin Abdülkâdir Geylâni’ye dayandığını Şemseddin Yeşil’den bize şu ifadelerle aktarmaktadır.

“Bir gün Beyazıt Sahaflar çarşısı 8 No.da o zâtın kitapçı dükkanında idim Kendisi büyük, esmer, mumlu gibi bir kağıt çıkardı ve masanın üzerine açtı. Bu bir şecere idi. Kendisinin Abdülkâdir Geylâni neslinden geldiğini ispatlayan bu şecereyi, mübarek parmağı ile ışâretleyerek, dedelerinin isimlerini gösterdi.”[2]

Babası Hüseyin Efendi, oğlu Şemseddin on iki yaşına geldiğinde vefat etmiştir. Hüseyin Efendi vefat ettiğinde arkasında hanımı Hanife Hanım, oğlu Şemseddin ve yedi yaşındaki kızı Emine Makbul Nüzhet kalmıştır. Şemseddin Yeşil babasının vefatından sonra ailenin geçimini sağlayabilmek için küçük çapta işlerle de meşgul olmuştur. Bunlar arasında işportacılık tarzı işlerle meşgul olmasını zikredebiliriz. Alaattin Yılmaztürk’ün belirttiğine göre, Şemseddin Yeşil ve ailesi kıtlık zamanında İstanbul’da geçinemediklerinden dolayı memleketlerine kısa bir süreliğine gitmişler, fakat daha sonra tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir.



3)     Tahsili

Şemseddin Yeşil, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da yapmıştır. Daha sonra da, yüksek tahsilini tamamlamıştır.

“Osmanlı an’anesine göre 4 yaşında ve 4 aylık iken, Besmele merasimi ile Kur’an-1 Kerîm’e başlayıp 5 yaşında hatim ettikten sonra Kocamustafapaşa ve Davutpaşa’da ilk ve orta tahsilini tamamlamayıp zamanının İlahiyat Fakültesi ve mimâri tahsilini de yapmıştır.”[3]

Şemseddin Yeşil, İlahiyat Fakültesinden sonra 3 Teşrini evvel 1928 tarihinde Tapu ve Kadastro Tatbikat Mektebine başlamış fakat, Umumî imtihanlara girmediğinden dolayı, bu mektepten eğitimini tamamlamadan ayrılmıştır.

4)    İmamlık Görevine Başlaması

Babasının vefatından bir sene sonra Şemseddin Yeşil, babasının görev yaptığı Hâtuniye Camii’nde imamlık vazifesini yapmaya başlamıştır.

“Babasının vefatından sonra imamete başladığında, 70-80 yaşındaki hocalar, bu yaşta çocuğun arkasında namaz kılınır mı, kılınmaz mı, diye münakaşa etmişler ve neticede salahiyetli mercilerce “Îlmî kabiliyeti varsa kılınır” diye karar alınmıştır.”[4]

Şemseddin Yeşil’in görev yaptığı yerler hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Yeşil’in oğlu Ezan Beyden aldığımız bir belgede, Şemseddin Yeşil’in 1929 yılında Haseki Cami imamı olarak İstanbul Müftülüğünden maaş almaktadır fakat Haseki camiinde ne kadar görev yaptığı belli değildir. Beyazıd-ı Cedîd (Samatya-Etyemez) caminin murakabe defterinde yaptığımız incelemede, 1936 yılından 10 Aralık 1951 tarihine kadar görev yaptığını görmekteyiz.

Bizim ulaşabildiğimiz bilgiler göre Şemseddin Yeşil, ilk önce Hâtuniye Camii imamlığı sonra Haseki Camii daha sonra da uzun yıllar Beyazıd-ı Cedîd (Etyemez) Camiinde görev yapmıştır.

“Hâtuniye camii şerifi imamı olan muhterem pederleri Hüseyin Efendi Hazretleri, dâr-ı bekâya intikal edince, aynı camide on üç yaşında imam olarak tayin edildi. Daha sonra Etyemez Cami-i Şerifinde uzun seneler hizmette bulundu...”[5]





5)     Vaizliği

Şemseddin Yeşil, Etyemez Camimdeki imamlık görevi ile birlikte vaizlik görevi de almış ve İstanbul’da çeşitli camilerde görev yapmıştır. 4 Mart 1946 yılında Teşvikiye ve Yeraltı camilerinde vaizlik yapmak için İstanbul Müftülüğünden izin almıştır. Ayrıca Şemseddin Yeşil, bu camilerin yanında diğer camilerde de vaizlik için izin istemiş fakat, uygun görülmediği için izin verilmemiştir. Ali Sümbül’ün belirttiğine göre, 1947 ve 1949 yıllarında haftada üç gün olmak üzere; Pazartesi Günleri Dizdâriye Camiinde, Çarşamba Günleri Teşvikiye Camiinde, Cumartesi Günleri Sultanahmet Camiinde ve Kumkapı İbrahim Paşa Camiinde vaaz vermiştir. Bu konuda Abdullah Develioğlu şöyle demektedir:

“Etyemez camiinde 2 saat süren bir hutbesini ve Sultanahmet camiinde bir va’izini dinledim. Zeka ve cesaretini takdir ettim. Bir kaç defa da görüştüm, tevazu sahibi buldum.”[6]

Vaizlik görevi sırasında çeşitli dinlerden insanlarla görüşmesi olmuştur. Bunlardan birinde bir papaz ile karşılaşmış ve papazın çeşitli sorularına cevap vermiştir.

“ O mübârek hayatın, en önemli hâdiselerinden biri de şudur:

Boğaziçi camilerinden birinde, bir va’zı esnasında kendini dinleyen müsteşrik bir papaz konuşma bitince ellerine sarılarak: “ Efendim, zât-ı âlinizden 15 dakikalık bir görüşme rica ediyorum” diyor ve buluşmalarında; kendisinin Arapça’yı çok iyi bildiğini, Kur’ân-ı Kerîm’i tedkik ettiğini, bütün İslâm âlemini gezip en meşhur ulema ile görüştüğünü, Kur’an-ı Kerîm’de bir mevzû hakkında kimseden doyurucu bir cevap alamadığını ifâde ettikten sonra “Zât-ı âlinizi dinlerken içimden bir ses bu müşkilimi ancak sizin halledebileceğinizi söyledi” der. O zât, “buyurun sorun” deyince, “Kur’an-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak bir âyette, “Emaneti ehlinin gayrine vermeyiniz” diye emrediyor ve İslâm’ın peygamberi de “Emaneti ehlinin gayrına verirseniz kıyâmeti bekleyiniz” buyuruyor. Ve başka bir âyette (Ahzâb-72) Cenâb-ı Hak; “ Allah emanetini bütün mevcûdata arz etti, hukukunu yerine getiremeyiz diye onu yüklenmekten çekindiler ve onu insan yüklendi çünkü o çok zalim ve çok cahil idi” diyor. Allah, Allah olduğu halde nasıl olurda emanetini çok zalim ve çok cahil olana teslim eder ?”

Şimdi, bu suâle o zâtın verdiği cevâb-ı yine kendi eserinden nakledelim: “Buradaki zulüm, zulm-ü memduhtur, adlîn mukabili olan zulüm değildir, Cehil de makbul cehildir. O insan ki nefsinin kuvvetli zâlimi oldu, Hak ve hakikatin gayrisinin da cahili oldu, emâneti almak hakkına haiz oldu. Demek oluyor ki emânet-i ilahiyye; nefislerinin hayrını ayağının altına alan, Hak ve hakikatten maâdâsına câhil olan insanda bulunuyor. Onun için emaneti kalp taşır, zira kalp mevzi-i nazar-ı Haktır. Sahib-i kalp olan da ancak Hz. insandır.

Bunun üzerine o müşteşrik papaz, aldığı cevaptan çok memnun oldu.[7]

Şemseddin Yeşil, hitâbeti kuvvetli bir vaiz idi. Vaazlarında daha çok günün hadiseleriyle ilgili olarak konuşurdu. Ali Sümbül’ün belirttiğine göre, Şemseddin Yeşil’in hitabetinin kuvvetli olmasından dolayı Sultanahmet Camii, Cumartesi günleri tamamı ile dolu olurdu. Bu durum, o günkü idârecilerin de dikkatini çekmiş ve bazı çekemezliklerden dolayı Şemseddin Yeşil’in vâizlik sertifikasının geri alınması için başvurulduğunda (27 Aralık 1947) bu talep hemen kabul edilmiş ve vaizlik sertifikası elinden alınmıştır.



6)     Vâizlik Vazifesinden Alınması

Şemseddin Yeşil, vâizlik görevini sürdürürken dönemin Diyanet Reisi tarafından vâizlik sertifikası elinden alınmış ve vaaz vermesi yasaklanılmıştır. Şemseddin Yeşil’in vaizlik görevinden alınmasının asıl sebebi, Alevilik suçlamasıyla şikayet edilmesidir. Ali Sümbül, bu şikayetin sebebinin Fatih semtindeki bir camide Hüsrev adlı bir hocanın vaazında “Muâviye’yi sevmeyen piçtir” demiş ve bunun üzerine Şemseddin Yeşil de, Muâviye’yi ve onu savunanları kötüleyen sözler sarf etmiştir. Hatta bir vaazında Şemseddin Yeşil, Muâviye’yi savunanlara “Ey Şam Valisi Muâviye’nin veresiye tutulmuş avukatları” diyerek Muâviye’yi savunanlara açıkça kızmıştır. Ayrıca Şemseddin Yeşil o dönemde çıkarmakta olduğu Hakikat Yolu Mecmuasında da bu konuya geniş bir şekilde yer vermiştir.

Şemseddin Yeşil bu davranışlarından sonra çeşitli gazete ve mecmualarca, mesela Tahiru’l-Mevlevi’nin çıkardığı “İslâm Yolu” Gazetesi ve Abdurrahim Zapsu’nun çıkardığı “Ehl-i Sünnet” Mecmuasında, Aleviliği yaydığı iddiasıyla eleştirilmiştir. Ümran Selman Hanım da bu olayı kitabında şu şekilde anlatmaktadır:

“Muhammed Şemseddin Yeşil Efendi Hazretlerinin şahsiyet-i âliyesine ve eşsiz külliyatını inkâr etmenin asıl sebebi budur. “ Ali benden, ben Ali’denim” emr-i Muhammedisini görmezden gelenler cinsinden bir gürûh, aynı mâzeretleri taşıyan bu zât-ı a’layı da görmezden gelmişlerdir.

Bu insanlarca ashap ‘Muâviye’dir ve Efendi Hazretlerinin tek suçu Muâviye’yi ashaptan kabûl etmeyişi, onu ve İslâm demokrasisinin belini kırarak, yerine vâris tefyin ettiği, zalim oğlu Yezid’i ve ona tabî olanları hesap vermeye dâvet etmesidir. Yoksa Efendi Hazretlerinin Hulefa-i Râşidine ve Ashab-ı Güzin’e olan saygı ve sevgisini, hiç kimseye nasib olmamış bir şekilde dile getirişi insaf ile tetkik edilirse, ‘Ashaba sebb ediyor’ iftirası gün gibi ortaya çıkar.

Bu mevzu ile ilgili olarak, o dönemde Şemseddin Yeşil Efendi Hazretleri ile Said Nursî arasında geçen bir hadiseyi anlatacağım. Bu iki zât arasmda zahiren ve bâtmen yakın bir dostluk mevcut idi. O senelerde Ankara’da bir otelde görüşmeleri oldu. Ortalık Muâviye bahsi ile çalkalanıyordu. Bu görüşmelerinde Said Nursî Efendi Hazretlerini ‘Kıymetli kardaşım’ diye kucakladı ve bir müddet şevk ile sohbet ettikten sonra Said-i Nursî Hazretleri, Muâviye mevzuuna temas ederek: “Kardaşım! Bu hususda kalben ben de senin yarandayım, ama bu konuyu şimdi açmasaydın daha iyi olmaz mı idi?” deyince, Efendi Hazretleri: “Bu konuyu ben açmadım. Fatih’te kürsüde bir imam ‘ Muâviye’yi sevmeyen piçtir’ dedi. Onu ilk sevmeyen Hz. Ali’dir. Bu tecâvüz üzerine o hukukun müdafası bana farz oldu. Bu görev bana Allah tarafından verildi, şahsi re’yim yoktur” deyince Said-i Nursî Hazretleri: “Sen bilirsin kardaşım, gazân mübarek olsun” dedi.”[8]

Bu olaylar üzerine dikkatler Şemseddin Yeşil’in üzerine çevrilmiştir ve 1947 yılında vâizlik sertifikası elinden alınmıştır. Şemseddin Yeşil vâizlik sertifikasının kaybettikten sonra imamlık görevinin de elinden alınmaması için daha dikkatli davranmaya başlamıştır. Fakat 1950 yılında Şemseddin Yeşil’in Sultanahmet Camimde Kore’de şehit olan bir askerimizin çocuğunu yanına alarak yapmış olduğu duadan sonra “Şemseddin Yeşil vaaz vermeye devam ediyor” iddiası hakkında verilen diğer şikayetler sebebiyle Etyemez Camii’ndeki görevinden 10 Aralık 1951 tarihinde istifa etmek zorunda kalmıştır.

Şemseddin Yeşil imamlık sertifikası da elinden alındıktan sonra Sultanahmet Camii civarındaki şeker imalathanesinde, yine bu civardaki kendine ait tath dükkanında ve Beyazıt’taki kitab dükkanında ve diğer özel gelirleriyle geçimini sağlamıştır. Şemseddin Yeşil şeker hastası idi. Bu hastalığın ilerlemesi sebebiyle işleriyle meşgul olamamış ve 1955 yılında şekerci dükkanını, 1960 yılında da tatlıcı dükkanını elinden çıkarmıştır. Beyazıt’taki kitab dükkanını ise satmamıştır. Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı 8. no’lu dükkan bu gün bile Şemseddin Yeşil’in tek çocuğu Ezan Yeşiloğlu’na aittir.

Masonluk Teklifi ve Siyasete Girme Teşebbüsü

Şemseddin Yeşil, imamlık vazifesinden alındıktan sonra, hitabetinin güçlü olmasından dolayı çeşitli mason demekleri tarafından kendisine masonluk teklifleri gelmiştir. Şemseddin Yeşil, gelen bu tekliflere hiçbir zaman yakınlık duymamış, masonluk teklif etmeye gelen insanlara İslâm’la ilgili bir şeyler anlatabilmek amacıyla onların teklifini hemen reddetmemiştir. Masonlara bir şey anlatamayacağı anladığında ise bu tekliflerini reddettiğini bildirmiştir.

“Ne gariptir ki; böyle bir gaflet ve makam hırsı ve korkusu ile hizmet belgesinin geri alındığının ertesi günü o mişât-ı İlâhîyi, o nûr-ı Hüdâyı, akıllan sıra kirli emellerine âlet etmek isteyenler, hemen harekete geçtiler. O zâta adamlarını gönderip, ehl-i dünyaca, hemen hemen her zaman kabûl gören parlak vaad ve tekliflerini yaptılar. Mason olması için olanca güçleri ile çalıştılar. Kur’an-ı nâtık olan o zatın hitâbetteki kudretini iyi bildiklerinden; kendisine en parlak vaad ve tekliflerini yaptılar.

“Sen mason oldum de, yarın en büyük câmiler emrinde olacak, istediğin yerde konuşabilirsin’’ dediler.

Bir senenin sonunda, o Hakkın mahbûbu: “bir senedir usanmadan gidip geldiniz, siz beni mason yapmak için uğraştınız, ben ise sizi müslüman etmeye uğraştım. Ne ben mason olurum, ne de siz Müslüman olursunuz. (Leküm dîniküm velıyedîn) Artık yeter, bir daha gelmeyiniz. Yalnız sizden ayrılmadan önce size bir şey söyleyeceğim: Siz bâtıl inançlarınızla İslâm-ı eşdeğer göstermeye çalışıyorsunuz, bazı âyetleri, hadisleri ve İmâm-ı Alî’nin bazı sözlerini kullanarak Müslüman görünmeye çalışıyorsunuz. İslâm ile sizin inancınız asla benzerliği olamaz, neden mi? Zîra İslâm’m gemisi öyle bir necat gemisidir ki, o, fakire de zengine de, sağlama da , sakata da , akıllıya da akılsıza da yardım elini uzatır.

Sizler ise, sadece işinize yarayan kimselere el uzatır, seçe seçe adam alırsınız. Yardımlarınız da ivazlı, garazlı, öncelikle kendi kendinizedir’’ buyuruyor.”[9]

Şemseddin Yeşil’in hitabetinin kuvvetli olması ve geniş kitleleri etkilemesi sebebiyle, siyasi partiler siyasete girmelerin teklif etmişlerdir. Şemseddin Yeşil bu tekliflerin ikisini kabul etmiş daha sonra da bir daha siyaset ile ilgilenmemiştir.

Ali Sümbül, Şemseddin Yeşil’in ilk defa 1946’daNuri Demirağ’ın başkam olduğu Milli Kalkınma Partisinden daha sonra da 1950 yılında Adnan Menderes’in başkanı olduğu Adalet Partisinden aday olduğunu; fakat iki seçimde de seçilemediğini belirtmektedir

7)    İmamlık Görevinden Sonra ki Faaliyetleri

Şemseddin Yeşil imamlık vazifesi elinden alındıktan sonra daha geniş kitlelere hitap edebilmek için çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu faaliyetleri arasında; her perşembe günü çıkardığı Hakikat Yolu Mecmuası, daha sonra da bu mecmuayla birlikte her pazartesi günü çıkardığı haftalık İslâmiyet Gazetesi ve İstanbul’un Samatya Semtinde, Yüksek Ahlak Demeğini kurarak pazar günleri konferanslar adı altında İslâm dinini anlatması yer almaktadır.

a) Mecmua ve Gazete Çıkarması

1) Hakikat Yolu Mecmuası

Şemseddin Yeşil’in, Hakikat Yolu Mecmuasında 20 Şubat 1947 tarihinden itibaren M. Salih Yeşil ile birlikte yazılan çıkmaya başlamıştır. Mecmua Perşembe günleri çıkmaktadır. Mecmuanın sahibi, yazı işleri müdürü ve fiilen idare eden Esat Ekicigil’dir. Fakat Esat Ekicigil’in mecmuada yazısı bulunmamaktadır. Mecmuanın iki tane başyazarı vardır; bunlar Şemseddin ve M. Salih Yeşil’dir.

Şemseddin Yeşil’in, Hakikat Yolu Mecmuası çıkmadan daha önce, bazı günlük gazetelerde yazılan yayınlanmıştır. Mesela Cemal Kutay’ın çıkardığı Millet Mecmuasında on üç yazısı yayınlanmıştır. Mecmuanın ilk sayısında Şemseddin Yeşil, mecmuayı çıkarmadaki gayelerini şu şekilde açıklamıştır: (20 Şubat 1947, Sayı.l, s. 1)

“Necip milletimiz arasında hüsnü muaşeretin idamesine çalışmak. Terakki vesilelerini hazırlamağa sây etmek

Dini celili İslâm; zulmü, şirki red ettiğini, kötülüğü imha ettiğini; hakiki ahlak ile hakiki dinin ayrı olmadığını, İslâm in akıllan, vicdanlan körletmeğe değil bilâkis ona nur vermeğe geldiğini göstermektir. ”

Şemseddin Yeşil ve Mehmet Salih Yeşil bu mecmuada genellikle dini konulan işlemişlerdir. Mecmua 8 sayfa olarak çıkmıştır. Şemseddin Yeşil din ile aklı uzlaştıncı, Kur’an’m tefsiri, İslâm büyüklerinin hayatlan ve onlardan özlü sözler, Hz. Ali’nin Alice Sözleri ve 42. Sayıdan sonra da Mehmet Salih Yeşil ile birlikte kendileri hakkında çıkan eleştirilere cevap mâhiyetinde yazılar yazmıştır. Şemseddin Yeşil’in Hakikat Yolu Mecmuasında çıkan bazı makaleleri şunlardır:

•İnsan Nedir (20 Şubat 1947, Sayı 1,          s. 6)

İslâm Dini Terakkiye Manidir Demeğe İmkan Var Mıdır? (27 Şubat 1947, Sayı 2, s.2)

     Neden Saadet Bulunamıyor? (Şubat 1947, Sayı 2, s. 5)

      Kur’an ’ıMübinde Uçan Kale ve Mazot Bahsi (Şubat 1947, Sayı 2, s. 6)

     Hz. Muhammed Hıra Dağında (Lâ ilahe İllallah) Davasını Nasıl Açtı? (6 Mart 1947, Sayı 3, s.2)

Bu makalesine Şemseddin Yeşil, mecmuasının yayın hayatına son verinceye kadar devam etmiştir.

      İslâm Dininde Taassup Vardır Denilebilir mi? (6 Mart 1947, Sayı 3, s.3)

      Hz. Ebu Bekir’in İlk Hutbesi (6 Mart 1947, Sayı 3, s.6)

•Hz. Ali’nin Mısır Valisi Malik B. Eşter’e Gönderdiği Emirnamesi (10 Nisan 1947, Sayı 8, s. 6) Bu emirnameyi Şemseddin Yeşil mecmuanın daha sonra ki sayılarında da, açıklamış ve İslâmiyet Gazetesine de aynen okuyucuya sunmuştur. Ayrıca bu emirnameyi kitab olarak da yayınlamıştır.

     Dini Medeniyetler, Dünyevi Medeniyetlerden Daha Çok Yaşamıştır. (7 Mayıs 1947, Sayı 12, s. 2-5)

Şemseddin Yeşil bu makalesinde medeniyetleri karşılaştırmış daha sonra da İslâm dininin neden günümüze çare üretemediğini vurgulamaya çalışmıştır. Şemseddin Yeşil’e göre İslâm dini değil, onu günümüze çare üretir durumu getirecek müslüman âlimler, içtihat yolunun kapalı olduğu zannıyla bu çareleri üretememektedirler.

“Mezheplerin sureti hususiyede taayyün ve herkesin bilâ kaydı şart taklidi, beynel İslâm müçtehitlerin azalmasından doğmuştur. Yâni cehil devri başlangıcı doğuyor. Ulema arasındaki cidal ve ithalat devri başlangıcıdır. Dine hizmet eden adamların azaldığı devre giriliyordu. Ulemanın ümeraya uşak olarak geçinmeye başladığı devirdir.

Hulâsa: beşeriyetin Fahri ebedisinin gösterdiği yolun ruhuyla hiç alakası bulunmadığı halde, mânasını anlamadan herkes bir yol tutturdu. Nezih din siyâsete âlet oldu. Şahısların, saltanatların elinde bâzice oldu.  Esas bırakıldı, şeriatı diniyye de sıkıldıkça sıkıldı. Nihayet patladı, siyaseti Muhammediye terk edildi. ”

Şemseddin Yeşil makalesinin devamında da ehl-i sünnet tabirini açıklamıştır. Ona göre ehl-i sünnet; Hz. Peygamber’in tanıttığı Allah ’a iman etmek, Hz. Muhammed’i gönülden sevip ona bağlanmak, Ashaba hürmet etmek, Allah ’m kitabından kıl kadar ayrılmayan ehl-i beyti sevmek ve ehl-i beytin dostunu dost görmek, düşmanını da düşman saymaktır. Ayrıca ehl-i sünnet: Hz. Peygamber’in eşlerine hürmet edip, Hz. Ebu Bekir, Cenâbı Ömer'e, Hz. Osman’a ve İmâmı Alî’ye hürmette hiç kusur etmemektir. İşte bu sıfatlara haiz olan kimseye Şemseddin Yeşil ehl-i sünnet demiştir.

• Hz. Ömer Zevcesine Mühim Bir Emri Peygamberiyi İzahları (29 Mayıs 1947, Sayı 15, s. 2 ve 5)

Bu yazısında Hz. Ömer’in hilafeti devrinde, Rum imparatorunun Hz. Ömer’in eşine gönderdiği hediyeyi Hz. Ömer’in ‘Rüşvet olur’ gerekçesiyle kabul etmemesini, güzel ahlaka bir örnek olarak zikretmiştir.

2) Alevilik Tartışmaları



Hakikat Yolu Mecmuasında Şemseddin Yeşil, ahlaka ve dini yazılara devam ederken mecmuanın diğer yazan Mehmet Salih Yeşil ile diğer gazete ve mecmuaların müslüman yazarları arasında birbirlerini tenkit ve suçlama mahiyetinde yazılar çıkmaya başlamıştır. Mehmet Salih Yeşil, mecmuanın 38. sayısından itibaren bu tenkitlere cevap vermeye başlamış ve kendisini tenkit edenleri de Hz. Ali ve Muaviye olayında doğruyu görememekle suçlamıştır. Şemseddin Yeşil ise ilk zamanlarda bu tartışmaya girmemiş kendi yazılarına devam etmiştir. Mehmet Salih Yeşil, mecmuanın 38. Sayısında (6 Kasım 1947, s. 3) kaza namazı ve Hz. Ali sevgisi yüzünden kendisini eleştirenlere sırasıyla cevap vermiştir ve kendisine yöneltilen Şia suçlamasını reddetmiştir. Mehmet Salih Yeşil, kendisini Alevilikle itham edenlere karşı Şia’dan ne anladığını şu şekilde açıklamıştır:

"İslâmiyette müstekıllen ‘Şia ve Sünni ’ mezhebi namlarıyle de mezhep olmadığı: Bütün mezhep sahipleri ‘Ehl-i Sünnet itikadında’ oldukları gibi Kur’an’ı Mübin de, ‘ve înne Min Şîatihi le İbrahîme ’ (Saffat/83) âyet-i kerîmesinin saraheti ve umum tefsirlerle Kamus ve Ahteri lûgatlannın tarifleri veçh ile de; Peygamberlerin evladına, yâranına, dostlarına, taraftarlarına, muhiplerine Şia denildiği musarrahtır. ”

Mehmet Salih Yeşil yazısının sonunda da Hz. Ali’yi Allah gibi görmenin İslâm dininde hiçbir yerinin olmadığını belirtir ve saf müslûmanlar arasına Peygambere nispetle Hz. Ali’yi sevenleri de; ‘Hz. Ali’ye tapıyorlar’ diye iftira atılamayacağını savunur. Ona göre Hz. Ali’yi gerçekten sevenlerin bütün ashâba hürmet etmeleri ve Hz. Peygamber’in eşlerine de baş tacı etmeleri gerekir.

Mehmet Salih Yeşil ile diğer mecmua ve gazete yazarları arasında böyle bir tartışmanın ilk başlarında Şemseddin Yeşil bu konularla ilgili hiç yazı yazmaz; fakat mecmuanın 42. Sayısında “Gafil Yaygarası Para Etmez İlmî Cevap Lâzım” ( 4 Aralık 1947) başlığıyla bir makale yayınlar ve tartışmaya Şemseddin Yeşil de böylece katılmış olur. Bu makalesinde yazar ilk önce, Medresenin asırlardan beri Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşları ve Muâviye’yi ashap olarak takdim ettiklerini belirtir ve onları zalimlere uşak olmak ve diğer zalimlerin yetişmesine sebep olmakla suçlar. Yazısının devamında da, Hz. Ali’yle Muâviye’yi tanıtır. Yazara göre Hz. Ali; “Hz. Peygamber’in kucağında büyüyen, Hz. Hatice’den sonra ikinci müslüman olan, Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicret edeceğinde Peygamberin yatağına yatıp onun için canını feda etmekten kaçınmayan, Hz. Peygamber ile bütün savaşlara katılıp Hayber Fethinde büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra Hz. Peygamberden ’Ferş ile arş arasında Ali 'den efdal itimse yoktur’ diye rütbe alan, Bizatün Minni sırrına mazhar olmuş, Hz. Fatıma’nın zevci bulunan ve Rasûl-i Ekremin sırtında gezdirdiği, öperek- koklayarak sevdiği sevgili torunları Haseneynin babası olan zâtı âli’dir”. Yazar daha sonra Muâviye’yi okuyucuya tanıtmak istemiştir. Yazarımıza göre de Muaviye: “Hz. Peygamber’e ordular sevk edip cephe alan Ebu Süfyan’ın oğlu, Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza’yı Uhud Savasında öldürtüp ciğerini yiyen, kulaklarını gerdanlık yapıp boynuna takan Hind’in çocuğu, Hz. Hüseyin’i parçalattıran Yezidin babası, Mekke Fethinde korkup mevki almak için müslüman olan Müellefe-i kulûptan sayılan bir adamdır. ” Yazara göre “İşte bu adam Hz. Ali’ye karşı geldi. Peygamber; buna bâği dediği halde gafiller müçtehit dedi, Rasûl-i Ekrem meliki adud diye rütbe verdiği halde zavallılar eshap dedi. ” Yazar daha sonra Muaviye kelimesinin ne anlama geldiğini belirtmiş ve onunla ilgili rivayetleri zikretmiştir. Yazar böyle birine sahabe denilemeyeceğini, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki meselede Hz. Ali’nin haklı olduğunu vurgulamanın ashaba sebb etmek olmadığını belirtmektedir.

“Ey Hakikat Yolcusu!

Şimdi gafillerin yaygarasındaki mugalataya dikkat et ve ashaba kimin seb ettiğini öğren. İşte apaçık ashaba seb eden hem de din namma kürsülerde sövdürten, lânet okutturan eshab diye tanıtmak istenen, müçtehid diye takdim edilen (Süfyan oğlu meşhur Muaviye!) Aman Ya Rabbi! Aklı selim böyle içtihad kabûl eder mi? Dinde de cinayet bu kadar rezalete yer verilir mi? Din nâmına bu adam muhabbet edilir mi? Bu kadar zulme rıza gösterilir mi? ”

Yazar daha sonra “Şam valisi Muaviye’nin veresiye tutulmuş avukatları size soruyorum: kaçmadan kıpırdanmadan cevap verin” demiş; Buhâri şarihi Aynî’nin ‘Muaviye’nin fazileti hakkında hiç bir hadis yoktur’ sözünü zikretmiş ve hocaların Muaviye’yi savunmamalarını tavsiye etmiştir. Şemseddin Yeşil, hocalardan şu şekilde davranmalarını istemiştir;

"Bu adamı beraat ettiremezsiniz! İyisi mi, maalesef bu hadisler doğrudur, Şam valisi Muâviye bu işleri irtikap etmiştir, suçludur deyin de söz bitsin. Yoksa bunun daha yapmış olduğu cinayetleri teker teker kudretin kalemime ihsan ettiği feyz ile açıp kâinatı aydınlatacağım! ”

Bu tarihten sonra Hakikat Yolu Mecmuasının muhtevasını Hz. Ali ve Muâviye konusu oluşturmuştur, öyle ki 8 sayfalık mecmuanın en az 5 sayfası Yeşillere yönelik eleştiri ve iftiralarına yazılan cevap yazılan oluşturmaktadır.

Hakikat Yolu Mecmuasının 43. Sayısında da (11 Aralık 1947) Şemseddin Yeşil, Muâviye’nin sahabeden olamayacağını, hele hele vahiy katipliği gibi kutsal bir görevde bulunmadığım akli delillerle ortaya koymaya çalışmış ve kendilerini eleştiren hocalann gerçeği görmelerini isteyerek daha makul bir biçimde davranmaları gerektiğini belirtmiştir. Şemseddin Yeşil bu yazısında şöyle demektedir:

“Cenabı hak, katili, fasıkı, zalimi; piçi kendisine kardeş yapan İslâm in esasını bozan haini, Habib-i edibine; ‘Vahiy katibi, vasi katibi yap, o Kur ’an i Kerîm ’i yazmağa lâyık bir zâttır' diye Cibrîl-i eminle emir gönderip takdim etmez....

Ey Hakikat Yolcusu!

Muâviye ’nin zavallı avukatları biçare müdafilerinin bol bol kullandıkları ‘vahiy katibi ’ sözü uydurmadır...

Ey Hakikat Yolcusu!

Mekke ’nin fethinden sonra İmamülenbiya bu âlemde ne kadar kalmıştır? Hangi âyetler nâzil olmuş ve bu adam hangi âyetin kitabetinde bulunmuştur.

Haydi vahiy kitabetini kabûl edenlere soruyorum: Vahiy kâtipliğinde bulunanlardan irtidad edenler olmamış mıdır? ”

M. Salih Yeşil de mecmuanın 43. Sayısında kimlere ashab denilebileceği açıklamıştır. M. Salih Yeşil ashabın, fazilet bakımından üç kısma, tabaka bölümüyle de on bir tabakaya aynldığını belirtmektedir. M. Salih Yeşil, on ve on birinci tabakada, Mekke’nin fethinde kılıç korkusuyla kerhen Müslümanlığı kabûl edenler oluşturduğunu belirtmektedir.

“Ahmed b. Hanbel, İbn Sîrin, İbn Abbas’m içtihadlarına göre Mekke’nin fethinden evvel İslâmiyet’i kabûl edip de en tehlikeli zamanlarda Peygamber Efendimizin yanından bir dakika ayrılmayan Eshâb-ı Kiram ile, Mekke fethi günü ölüm korkusuyla müslüman oldum diyen ve Kamus tercümesinde adlan yazılı olan ve Müellef-i Kulup tabiriyle tahkir edilen Süfyan, Muaviye ve emsali otuz iki adamı MÜSAVİ addetmek en büyük cehalettir.”

M. Salih Yeşil daha sonra çeşitli fikhi, tarihi, hadis ve tefsirlerden örnekler vererek Muaviye’nin durumunu ortaya koymaya çalışmıştır.

Anlaşılan Şemseddin Yeşil ve M. Salih Yeşil bu tartışmadan rahatsız olmuş ve bu tartışmayı bitirmek amacıyla mecmuanın 44. Sayısında (18 Aralık 1947) bu konuyla ilgili olarak son kez cevap vermek amacıyla birer makale kaleme almışlardır. M. Salih Yeşil kendilerini tenkit edenlere isim zikretmeden iki sayfalık bir cevap yazar ve makalesini şu şekilde bitirir:

“Rabbim Teala sizi dünya ve ahirette sevgili Muaviyenizle; Biz günahkarları da Ehl-i Beyt ile ‘Haşr ve Neşr ’ buyursun! Âmin. Bi hürmeti SEYYİDİIMÜRSELÎN”

Şemseddin Yeşil de herhangi bir isim zikretmeksizin öç sayfalık bir makale yayınlar ve kendilerinin bu konuda suçlayanların kendilerine ne kadar karşı gelseler de, âhirette Muaviye’yi kurtaramayacaklarını belirterek yazısına son verir.

Bir hafta sonraki 45. Sayısında (25 Aralık 1947) Şemseddin Yeşil cevap yazmak zorunda kalmıştır. Çünkü Abdülhalim Akkul, kendisinin Şemseddin Yeşil tarafından tehdit edildiğini iddia etmiş, Şemseddin Yeşil de böyle bir olayın olmasının mümkün olmadığını belirtmek zorunda kalmıştır. Şemseddin Yeşil daha sonra (sayfa 6-8) kendisi hakkında iddia edilen Alevi, Şii, beşinci mezhep kurucusu ve siyasetten dolayı bu şekilde davranıyor iftiralarına “Tezvirata, İftiralar Cevap” başlığı makalesiyle cevap vermiştir.

Şemseddin Yeşil ilk önce Muaviye olayını tartışmak yerine kendi şahsıyla uğraşmağa başlayan yazarlara bu şekilde davranmanın kendilerine bir fayda sağlamayacağım belirtir ve kendisi hakkında ileri sürülen Alevilikten ne anladığım açıklamaya çalışır. Kendisini Alevilikle suçlayanların, Şemseddin Yeşil’i bilenlerin onların bu ithamına güleceklerim belirtir.

“Alevilikten maksadınızda üç şey vardır:

        Aliyi te’lih etmek Yani Ali 'ye ülühiyet isnad etmek

        İbahet yani ibaheti furuc. Fuhşu mubah göstermek

        İştiraki emval

Âlemi insaniyet bizim mevzuumuzu okuyup ve dinlediği vakit sizin gösterdiğiniz batıl itikatla ne münasebeti ve ne alakası var diye size güler.

Şiilikten maksadınız;

İslâm ’ın ilk üç halifesi olan zevatı âliyeyi gasıp tanıyarak hürmette kusur etmek. ” Şemseddin Yeşil, bundan sonraki cümleleriyle kendisini Şiilikle itham edenlerin bütün dayanaklarını ellerinden alıp kendisinin de ehl-i sünnet olduğunu belirtmiş olmaktadır.

“Ben o üç halifeden biri olan Hz. Ebu Bekir’e ; arifi valâ güher, mahbubu peygamberisiyer, mazhan saniyesneyni iz hüma fil gâr, Sıddîki celîl olarak iman edenlerdenim. Din kürsülerinde onun şanını böyle ilân ederim.

Bu üçten biri olan Cenab-ı Ömer’e ; Ecille-i eshabın, adeli hak yolunu gösterenin ekmeli, din mihrap ve minberin zîneti şeriatın nazın olarak tanıyıp iman edenlerdenim.

Yine bu üç zâttan biri olan Hz. Osman ’ın ; sahib ü haya ü imân ashab ü soffeye zînet efşân bir (zâtıâli) diye tanıyıp iman edenlerdenim.

Şimdi ehli vicdana soruyoruz. Bizim mevzuumuzun Alevilik, Şiilikle ne münasebeti vardır? ”

Müellifimiz daha sonra, iftira atanlara daha önceki sayılarda verdiği delilleri sunmuş ve bunlar hakkında herhangi bir şey söyleyemediklerini belirterek konuyu cumhuriyet rejimine getirmiştir. Burada müellifimiz Muaviye’nin ümmetten seçim yolunu kaldırıp saltanat yolunu ikame ettiğini ifade etmiş ve Muaviye’nin bu günkü savunucularının da cumhuriyet değil saltanat taraftan olduklarım iddia etmiştir. Müellifimiz en son olarak Muaviye’nin Hz. Peygamber’in akrabası olmasından dolayı eleştirilemeyeceğini savunanlara Âdem ve Nuh peygamberlerin çocuklarından örnekler vererek onların bu iddialarının geçersiz olduğunu belirtmiştir.

Şemseddin Yeşil bu cevap yazılarından sonra bu konularla ilgili hiç bir yazı yazmamaya dikkat etmiştir. Mecmuanın kırk gün sonraki 51. Sayısında (5 Şubat 1948) M. Salih Yeşil, Eşref Edibin Rafızilik ve Alevilikle ilgili yazdığı bir yazıdan dolayı dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’ye hitaben bir yazı kaleme almıştır. Bu yazısında da M. Salih Yeşil, beş soru sorarak Ahmet Hamdi Akseki’den Rafızilik ve Alevilikle ilgili bilgi istemiştir. M. Salih Yeşil mecmuanın 52. Sayısında da Yusuf Ziya Yörükân’a yazarın isteğinden dolayı bir cevap yazmıştır.

M. Salih ve Şemseddin Yeşil, mecmuanın bu sayısında sonra Hz. Ali ve Muaviye olayıyla ilgili olarak herhangi bir makale ve cevap yazısı yayınlamamışlar; dini konulardaki makalelere devam etmişlerdir. Yalnız M. Salih Yeşil, mecmuanın 69. Sayısında (10 Haziran 1948); Hz. Ali ve Muâviye olayında ilk önceleri Yeşillerin haksız olduğunu zannedip daha sonra; Mehmet Zihni Efendi’nin el-Hakâik adlı eserinde de Muaviye’nin haksız olduğunu belirtmesi üzerine, M Salih ve Şemseddin Yeşillerden helallik dilemek üzere mektup gönderen okuyucunun ismini zikretmeden yer verir ve mektuba verdiği cevapta haklarını helal ettiklerini belirtir.

Bu makalelerden ayn olarak M Salih Yeşil, Hz. İmam Ali (a.s.) ve Düşmanları (Mecmua-i Urefa)[10]ye Ashaba Hürmet, Sövenlere Lanet, Peygamber Buyruğu[11] adlı iki kitap daha yayınlamıştır.

Şemseddin Yeşil ile M. Salih Yeşil’in bu tavırları mecmuanın daha az satılmasına sebep olmuştur. Ali Sümbül’ün ifadesine göre, Anadolu’nun çeşitli illerinde Hakikat Yolu Mecmuasını satan bayiler bu olaylardan sonra -satılmadığı gerekçesiyle- daha az mecmua gönderilmesini istemişlerdir. M Salih ve Şemseddin Yeşil de mecmuanın 52. Sayısından sonra bu konuyla ilgili hiç bir makale yayınlamamışlardır. M Salih Yeşil, mecmuanın 94. Sayısından itibaren yazılarına son vermiş ve Şemseddin Yeşil, mecmuanın son on sayısında sadece kendisi yazı yazmıştır. Şemseddin Yeşil mecmuanın yayın hayatına, 10 Şubat 1949’daki yüz dördüncü sayısıyla son vermiştir.

1)     İslâmiyet Gazetesi

Hakikat Yolu Mecmuasının satışının düşmesi üzerine -mecmuanın yayım devam ederken- Şemseddin ve Mehmet Salih Yeşil, İslâmiyet Gazetesi adıyla haftalık bir gazete çıkarmaya başlamışlardır. Bu gazeteyi İlk olarak 22 Mart 1948 tarihinde dört sayfa olarak çıkarmışlardır. Gazetenin ilk on sayısında M Salih Yeşil’in de makaleleri yayınlanmış, daha sonra M. Salih Yeşil’in bu gazete de yazılan çıkmamıştır. Bu gazeteyi Şemseddin Yeşil, her hafta müslümanları dini anlamda bilgilendirmek amacıyla bu gazeteyi çıkarmıştır. Ali Sümbül’ün ifadesine göre gazetenin beş bin civarında okuru bulunmaktadır. Bu gazete de Şemseddin Yeşil, hiçbir zaman isim belirterek kimseyi eleştirmemiştir. Bu yüzden de o günkü idareciler tarafından çıkardığı yayınlar çok fazla engellenmemiştir. Ali Sümbül’e göre, Şemseddin Yeşil bu konuda şöyle demektedir:

“Yüce Allah, tarih boyunca gelen bütün ve zalimlerin isimlerini Kur’an’da açık bir şekilde hepsini ismini tek tek belirtmemiştir. Bunun yerine onların vasıflarım

belirtmiştir. Bizde aynı şekilde hareket etmeye mecburuz. Çünkü bizim asıl meselemiz toplumun imânını kurtarmaktır.”

Şemseddin Yeşil, İslâmiyet Gazetesinde yayınladığı makâlelerinde, Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifleri anlatarak toplumun İslâmi bilgisini arttırmaya çalışmıştır. Yayınladığı makalelerinden bazılarının isimleri şunlardır;

-Ne Vakit Beşer Huzûra Kavuşacak ;31 Temmuz 1950, Sayı, 8

-Allah Yanında En Büyük Günah, Hangi Günahtıf!;lQ Mayıs 1948, Sayı, 121

-Beşeriyyet Hangi Ses île Kurtulacak? Kur’an Kürsüsü Lâzım! ;14 Ağustos 1950, Sayı, 122;

-Hz. Ali ;18 Mayıs 1950, S. 162

-Sakın Mahlûkâta İtaat Edeceğim Diye Hâlik’a İsyan Etme! ; 30 Ekim 1950, Sayı, 133

-Adnan Menderes, 5 Mart 1951, Sayı,151 (Şemseddin Yeşil bu makaleyi, başbakan idam edildikten sonra yazmıştır.)

-Ey Müslüman Vazifeye Koş!; 13 Eylül 1948, Sayı, 26

-Allah'ın Husûsi Kulları', 14 Şubat 1949, Sayı, 48

Şemseddin Yeşil gazetesinde ayrıca, "Evliyaullah’ın Sözleri” başlığı ile Allah dostlarının güzel sözlerini vermeye; "İslâm’ın Büyüğü Hz. Ali’nin Alice Sözleri ile” başlığı ile Hz. Ali’den sözler aktarmaya ve “Resûl-i Ekrem Efendimizin Emirleri İmam Ali’ye Husûsi Vasiyetleri” başlıklarını kullanarak dini bilgiler vermeye çalışmıştır. İslâmiyet Gazetesinin tezimiz açısından önemli olan yönü ise Şemseddin Yeşil’in gazetesinde haftalık olarak bir sûrenin tefsirini yapmasıdır. Tefsirini yaptığı sûreler arasında şu sûreler yer almaktadır: Âl-i İmrân Sûresi, Nisâ Sûresi, Mâide Sûresi, En’am Sûresi, Yusuf Sûresi, İnsan Sûresi, Necm Sûresi, Rahman Sûresi, Vakıa Sûresi, Kıyâme Sûresi, Nebe’ Sûresinden Kadr Sûresine kadar olan sûrelerin tefsirini yapmıştır. Şemseddin Yeşil, üç yüz ellinci sayısıyla İslâmiyet Gazetesinin yayın hay atma 20 Mayıs 1960 tarihinde son vermiştir.

4)     İslâmiyet Gazetesine Yönelik Tenkitler ve Cevabı

Şemseddin Yeşil, bu gazete ile müslümanlan aydınlatmaya çalışırken İslâm’a düşman olanların da dikkatini çekmiş ve çeşitli gazete ve mecmualarda İslâmiyet Gazetesi ile Şemseddin Yeşil’i kötüleyen yazılar çıkmaya başlamıştır. Bu yazılardan biride,o dönemde çıkan Vatan Gazetesinin sahibi Ahmet Emin Yalman’ın yazısıdır. Ahmet Emin Yalman gazetesinde “İslâmiyet Gazetesi zehir saçıyor” başlıklı bir makale yayınlamıştır. Şemseddin Yeşil’de 2 Nisan 1951 tarihli gazetesinde Ahmet Emin Yalman’a şu şekilde cevap vermiştir:

"Tarihin en eski efendisi olan necib Türk’ün kanı ile sulanan o mübarek topraklan; bir zamanlar Ermeni Cumhuriyeti 'ne peşkeş çeken ve Ahmet Emin Yalman ismine bürünen yaman, bizim yazılanınıza zehir demiş. Ne kadar doğru doğru, hayatında hiçbir zaman bu kadar doğru konuşmamıştır dersek hata etmiş olmayız. Bizim yazılarımız arza hayat veren Nisan yağmuruna benzer o rahmet, arz ile izdivaç ettiği vakit sahne-i şühûd’da bambaşka bir tecellî olur. İşte o yağmur, sade fin ağzına düşerse inci, yılan ’m ağzına düşerse zehir olur. Evet bizim yazılarımız Hz.İnsanın kulağına düşer onun kulağının zemzemi olur, arâzi-i kalbiyyesini sularsa, o kalb aslını bulmak aşkıyle çırpınır, mahlûk-ı Hûda 'ya karşı da rahmetle atar. Keza yazı ve sözlerimiz, güneşin nuruna düşman, yarasa kuşu tabiatlı, Şems-i Hakîkat-ı Muhammediyye 'ye cephe almış kara ruhlu kimselerin kulağına aktığı vakit küfrünü arttırır, nitekim zavallı Yalman ’a da bu yazılar zehir gelmiştir. ”[12]

Şemseddin Yeşil, İslâmiyet Gazetesini çıkarmayı aralıksız olarak uzun yıllar sürdürmüştür.

 Yüksek Ahlak Derneğinin Kuruluşu

Şemseddin Yeşil, vaizlik görevinden alındıktan sonra İstanbul’un Samatya mevkiinde Yüksek Ahlak Derneğini kurmuştur. Bu demekte her hafta pazar günü konferanslar vermiştir. Bu konferanslarının ana konusunu İslâm Dini oluşturmuştur. Şemseddin Yeşil’in bu konferanslarda yapmış olduğu konuşmaları o günkü teknoloji ile kayda alınmıştır. Kayda alman bu konferanslar her pazar günü Şemseddin Yeşil’in müritleri tarafından bugün bile zevkle dinlenilmektedir.

"... imamlık vesikası alındıktan sonra, bu İlâhi vazifeyi 17 sene de ‘Yüksek Ahlak Derneği’nde ‘Ahlak Dersleri’ adı altında devam ettirmiş, bugün de bu eşsiz konferanslar aynı yerde, fennin hizmeti ile, teyp yolu ile devam etmektedir.”[13]

9)    Hapishaneye Girmesi

Şemseddin Yeşil, Ümran Selman’ m belirttiğine göre, çeşitli dönemlerde hapishaneye girmiştir. Ali Sümbül’e göre ise, Şemseddin Yeşil sadece bir defa, 1937 yılında bir kez tutuklanmıştır. Bu tutuklama olayında Şemseddin Yeşil’in özel eşyaları ve kitapları götürülmüş ve geri verilmemiştir. Denizli Hapishanesinde tutulmuş, daha sonra suçsuz olduğu anlaşılmış ve hapishaneden çıkartılmıştır. Şemseddin Yeşil hayatının ileri ki dönemlerinde, özel eşya ve kitaplarının geri verilmemesini kendisini çok üzdüğünü belirtmiş ve her fırsatta “Keşke kitaplarım geri verilseydi” demiştir.

Şemseddin Yeşil, girdiği hapishanede çeşitli dostluklar kurmuştur. Said Nursi ile Denizli Hapishanesinde tanışmışlar ve dost olmuşlardır. Said Nursî ile kurdukları dostluk, uzun yıllar devam etmiş ve birbirleriyle daha sonraları görüşmüşlerdir. Ayrıca Şemseddin Yeşil, girdiği hapishanelerde sûfi kişiliği ile hapishanedeki suçluları da etkilemiştir.

“Şemseddin Efendi Hazretleri ‘Bütün hadisât Kur’an karşısında nasıl mağlûb oluyor, Kur’an saltanatından mâada bütün saltanatlar mülgadır’ gibi cümleler sebebi ile tevfik edilmiş, uzun müddet, gâh mevkuf, gâh gayrı mevkuf muhakemesine devam edilmiştir. Mevkuf olarak Denizli Hapishanesi ’nde bulunduğu anlarda, hapishanede akıl almaz değişiklikler olmuştur. Gardiyanları öldüren, müdürlerin yanlarına yaklaşamadığı azılı katiller, kendisine gelip ağlayarak: ‘Biz ne yapalım efendim? Acaba Allah bizi affeder mi? Bize dua et' diye yalvarmışlar, abdest alıp namaz kılmaya başlamışlardır. Hapishanede yaptığı konuşmalar ve va’azlar sonunda o korkunç hapishane, sıcak bir ma’bed haline dönmüştür."[14]

10)    Şemseddin Yeşil’e Yönelik Eleştiriler

Şemseddin Yeşil çeşitli sebeplerden dolayı tenkit edilmiştir. En önemli suçlama Hz. Ali taraftan olduğudur. Aynca Şemseddin Yeşil, demokrasiyi savunması ve şık giyimi yüzünden çeşitli çevrelerce tenkit edilmiştir. Biz burada Şemseddin Yeşil hakkındaki suçlamaların en önemlisi olan Hz. Âli taraftan olduğu suçlamasını incelemeye çalışacağız.

Alevîlikle suçlanması:

Şemseddin Yeşil sûfiliği benimsemiş bir mü’min idi. Kadiri Tarikatına bağlı idi. Sûfi kişiliğinin yâhında Hz. Peygamberin ‘benim ehl-i beytimdendir’ dediği Hz. Ali’ye de karşı muhabbet ve sevgisi üst seviyedeydi. Bu sevgisinden dolayı, Hz. Ali ile Muâviye arasında geçen olaylarla ilgili olarak Muâviye’yi suçlamış, Hz. Ali’nin tarafında olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Şemseddin Yeşil bu şekilde tavrım ortaya koyduktan sonra bazı müslümanlar tarafından -yukarıda da belirttiğimiz gibi- ashâba sebb etmekle suçlanmıştır. Şemseddin Yeşil’e yöneltilen en büyük tenkit bu yöndedir. Fakat Şemseddin Yeşil bu suçlamaları kabûl etmemiştir.

Şemseddin Yeşil’i diğer hocalardan ayıran bir özellik de, onun demokrasiyi savunan ilk sistemin İslâm olduğunu ileri sürmesidir. Ona göre İslâm dini, seçim yoluyla devlet başkanımn tayin edilmesini ortaya koyan ilk sistemdir. Muaviye’ye kızdığı ve onu eleştirdiği konulardan biri de, onun seçim yoluyla devlet başkanının tayin edilmesini ortadan kaldırıp İslâm tarihinde ilk defa saltanatı getirmesidir.

Şemseddin Yeşil, Hakikat Yolu Mecmuasında ve İslâmiyet Gazetesi’nde bunu açıkça belirtmiştir. Hakikat Yolu Mecmuası 42. Sayısında (4 Aralık 1947,s.2-4) kendisini “Muaviye sahabedendir ve saygı gösterilmelidir” diye eleştirenlere verdiği cevapta, Muâviye’yi şu şekilde tarif etmektedir.

“İslâm ’a en büyük ihaneti irtikâp eden, ümmetten intihap hakkını kaldırtan, hakiki demokrasinin en büyük düşmanı, istibdat ve saltanatı İslâm’da ilk vaz eden, saltanatı için zalimane binlerce can yakan Muaviye...Tüyler ürpertecek kadar cinayetler irtikâp etti. Hazret-i Hasan ’ı şehit ettirdi. Bu yetmiyormuş gibi Yezid'i sağ iken yerine getirdi. ”

Şemseddin Yeşil bu tutumundan dolayı yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi Aleviliği yaymakla itham edilmiştir.

Şemseddin Yeşil, Hz. Peygamber’in damadı ve amcasının oğlu olan Hz. Ali’ye karşı özel bir sevgisi vardı. Bu sevgi îslâm tarihinde var olan Alevilik diye özel bir isimle isimlendirilen cemaatın sevgisinden farklıdır. Bizim anladığımız kadarıyla Şemseddin Yeşil kitablarında, konuşmalarında, gazetelerdeki yazılarında ehl-i sünnet diye tabir edilen cemaatın savunduğu bir İslâm anlayışına sahiptir. Onu diğer vaizlerden ve hocalardan farklı kılan düşünce şudur: Kur’an’da işaret edilen (Ahzap/33) ve sahih hadislerde belirtilen ehl-i beyt sevgisine sahip çıkılmadığı, bunun yerine İslâm tarihinde binlerce müslüman kanının döküldüğü ve ümmetinin ihtilafa düştüğü Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşlarda her iki tarafında sahabe olması hasebiyle, bu olayın Hz. Ali’nin siyasette hatası, Muâviye’nın ise içtihatta hatası olarak kabullenilmesini doğru bulmamaktadır. Bu görüşünü Şemseddin Yeşil yazılarında açıkça ortaya koymuştur. Şemseddin Yeşil ve M. Salih Yeşil’in bu tavırları, müslüman ilim adanılan tarafından tasvip görmemiş ve Yeşillere çeşitli reddiyeler yazılmış ve beşinci mezhep ile Aleviliği yaymakla itham edilmişlerdir. M. Salih Yeşil “İlme, ulemaya Ait Açık Mektup”[15] adlı bir mektubu İstanbul Müftülüğüne yazmıştır. Bu açık mektuba karşı bazı cevaplar almıştır. Bu reddiyelerden bir kaçı şunlardır:

1)    Zamanın İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen; “Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları, Hz, Muaviye Hakkındaki Suallare Cevaplar ”[16]

2)     “İlme, Ulemaya Açık Mektub’a Cevap”[17]

3)    “Adana’dan Cevap Veriliyor: Biz Ashabdan Hiçbirisine Buğzetmekle MükellefDeğiliz”[18]

4)   “İlme Ulemaya Açık Mektup Sahibi Salih Yeşil’e Cevap”[19] adlı reddiyeler yayınlanmıştır. Bu reddiyelere karşı Şemseddin Yeşil ve M Salih Yeşil, Hakikat Yolu Mecmuasında kendilerinin Hz. Ali ile Muaviye arasında geçen olaylardan ne anladıklarını ve ne kastettiklerini açıklamaya çalışmışlardır. Hakikat Yolu Mecmuasında (4 Aralık 1947, Sayı 42; s. 2-4) şu şekilde ifade etmektedirler:

“Ey hakikat yolcusu!!!

Şimdi dikkat et. Medresenin asırlardan beri gizlediği en cezri tedbirlerle ört bas ettiği, İslâm ’a en büyük ihaneti irtikâp eden, ümmetten intihap hakkını kaldırtan, hakiki demokrasinin en büyük düşmanı, istibdat ve saltanatı İslâm ’da ilk vaz eden, saltanatı için zalimane binlerce can yakan, ashabın en güzidesine seb eden ve ettiren, bu kadar kesif zulmet içinde yüzen, büyük bâği, koca katil, geniş fasık, meşhur Muaviye 'ye o saltanatın iskemlesinden sızan sızıntı ile geçinmek isteyen gafiller; İslâm 'm bel kemiğine en ağır baltayı vuran bu adamı ashap süsü ile süsleyerek, müçtehit reng ile boyayarak sıkılmadan yaptığı cinayetleri de bir ibadet gibi göstererek ümmeti Muhammed'e takdime çalıştılar, zalemeye uşak oldular, zalimin zulmünü söylemediler ört bas ettiler, diğer zalimlerinde yetişmesine sebeb oldular. Şunu iyi bilmek lazımdır ki, zalime muavenet mazluma ihanet olduğu söylenmiştir, ve öyledir. Fakat bunu da iyi bilmelidir ki, artık yobazlık devri geçmiştir, her şeyden nezih, mahzı rahmetti adalet olan Islâm dinine leke sürecek, din namına yapılan hiyanet içtihatlarıyla cinayet fetvalarına nihayet verilmiştir. ”

Şemseddin Yeşil bu yazının devamında Hz. Ali ve Muâviye’nin İslâm ve tarihteki durumlarım açıklamıştır. Yeşil’e göre Muâviye ; Hz. Peygamber’e karşı Mekke müşriklerinin açtığı savaşlara en ön safta yer alan, peygamberin sevgili amcası Hz. Hamza’nm Uhud savaşında öldürten ve Hz. Hamza şehit düştükten sonra onun mübarek vücudunu parçalatıp ciğerini yiyen, Hz. Hamza’nın kulaklarını koparıp kendisine gerdanlık yapan Hind’in çocuğu, Hz. Peygamberim Mekke Fethinde bir mevki alabilmek için müslüman olan, müellefe-i kulûb’ten sayılıp (kendisine müslüman olması karşılığı para verilen) bir kişi olarak görmektedir. İşte Yeşillerin bu tutumları onları Alevilikle itham edilmelerine yol açtı.

“Kendisi; Rafızî, Şiî, Alevî gibi bâzı töhmetler altında kaldı. Fakat gerek din kürsülerinde, gerekse yazdığı eserlerde, ashâbı bâ safaya bağlılığım, Hulefa-i Râşidîne olan hürmetim belirtti ve onlara pek büyük elfaz-ı tevkıriyye ile andı. Bununla beraber Ehl-i Beyt’e ve evlâd-ı Âlî’ye karşı meveddeti sonsuzdu. Bu ise bir fazilettir.”[20]

Ayrıca biz Şemseddin Yeşil’in tefsiri Fuyûzat’ta ve incelediğimiz kadarıyla diğer eserlerinde bu tenkitleri haklı çıkaracak bir sonuca ulaşamadık. Çünkü Şemseddin Yeşil, tefsirinde veya diğer eserlerinde Hz. Ali’den bahsettiği kadar diğer sahabelerden de övgü ile bahsetmekte ve Hz. Ali’yi diğer sahabelerden üstün görmemektedir.

Şemseddin Yeşil, şık giyimiyle de hocalar tarafından eleştirilmekteydi. Yeşil, şık giyinmeyi severdi. Başında fötr şapka ile dolaşırdı. Altın ve gümüş yüzük takardı. Bu tavırları o zamanın hocaları tarafından Yeşil hoca aleyhine kullanılmış ve eleştiri malzemesi yapılmıştır.

Şemseddin Yeşil, Türk Milliyetçiliğini benimseyen bir kimseydi. Fakat onun milliyetçiliği, kavmiyetçilik anlamında değildi. O, necip Türk milletim İslâm’a yaptığı hizmetlerden dolayı hayırla yâd etmekten çok hoşlamrdı. Onun için vaaz ve konferanslarında Osmanlı Devleti ve Selçuklu Devletini hayırla yâd ederdi. Ali Sümbül, Şemseddin Yeşil’in milliyetçiliği İslâm’a tercih etmediğim belirterek onun bu konuda şöyle söylediğim nakletmektedir:

“Biz daima şeref-i İslâm 'ı, şeref-i kavmiyete tercih ederiz. Ancak Arnavut: ‘Ben Arnavut'um’; Tatar: 'Ben Tatarım' diye milliyet benliğini öne sürdükleri zaman, müsaade edin de, ben de kendi kavmiyetimi belli edeyim, onunla övüneyim. ”

11)    Vefatı

Şemseddin Yeşil, 12 Rabiu’l-âhir 1388/ 8 Temmuz 1968 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Kabri Zeytinbumu’nda, Seyyid Nizam Yolu Silivrikapı karşısındaki mezarlıktadır. Yeşil’in müritleri her sene Muharrem ayının 10. da, Şemseddin Yeşil’in kabrini topluca ziyaret etmektedirler.

B)     ESERLERİ

Şemseddin Yeşil’in dîni ve tasavvufî bir çok kitabı vardır. Şemseddin Yeşil’in bizzat kendisinin te’lif ettiği eserleri yanında, Arapça’dan tercüme ettiği, kendisine sorulan sorulan cevaplan topladığı kitaplarıyla, Hıristiyan din adamlarına karşı yazılmış İslâmiyet’i savunan eserleri de vardır. Şemseddin Yeşil’in küçüklü büyüklü 23 eseri mevcuttur. Şemseddin Yeşil’in eserleri şunlardır:

1)    Füyuzat, Kur’an-ı Mübîn’in Meâlen Tefsiri, 7 cilt,

Tezimizde konu olarak Şemseddin Yeşil’in bu eserini incelemeye çalışacağız.

2)     Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem

Şemseddin Yeşil bu kitabında Hz. Muhammed’in hayatım bütün yönleriyle anlatmaya çalışmıştır. Müellif kitabına bir mukaddime ile başlamış daha sonra Peygamberimizin dedelerinin isimlerini Hz. Nuh’un oğlu Adnan’a kadar tek tek saymıştır. Daha sonra da, Peygamberimizin hayatım doğumundan ölümüne kadar ve Peygamberimizin aile hayatım tüm İnceliklilerine kadar anlatmaya çalışmıştır.

Bu kitabın Hz. Ebu Bekir’in Hilafeti bölümü, Şemseddin Yeşil’in halifelik konusundaki görüşünü yansıtması bakımından önemlidir. Bu bölümde Şemseddin Yeşil, Hz. Ebu Bekir’in ensarla konuşup hilafeti aldığım belirttikten sonra, halifeliğin ilk önce hangi sahabenin alması gerektiği konusundaki tartışmanın asırlardır yanlış anlaşıldığım ve müslümanların bu yüzden ihtilafa düştüklerini belirttikten sonra kendi görüşünü belirtmektedir. Yeşil’e göre bir kısım insanlar, ilk üç halifenin gâsıp olduğunu ve Hz. Ali’nin birinci halife olması gerektiğini; diğerlerin ise mertebe itibarıyla Hz. Ali’nin dördüncü olmasından dolayı dördüncü halife olduğunu savunduklarım belirtir ve iki grubun da yanlış bir anlayışa sahip olduklarını savunur. Yeşil, birinci grup insanlara Hud Sûresi 113. Âyeti zikreder: “Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah'tan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” ve sonra şu soruyu sorar:

“Acaba İmam Ali bu âyeti bilmiyor mu idi de gâsıblarla beraber çalıştı. Hâlbuki hiç bir âyet-i celîle yoktur ki, Hz Ali’nin ilminde olmasın, onun sebeb-i nüzulünü bilmesin ’

Yeşil, bundan sonra ikinci grubun iddiası olan; ‘Hz. Ali zâhiren biat etmiştir fakat hakikatte kalben bir ilgisi yoktur’ sözünün şu şekilde yanlış olduğunu belirtir:

Tevcih o kadar soğuk bir tevcihtir ki insanın haberi olmadan Hz. Ali’yi gücendirir ve küçültür.

Hâşa Hz Ali münafık mı ki içi başka, dışı başka olsun... ”



Müellifimiz daha sonra Hz. Ali’nin sonuncu halife olmasının onun mertebesinden dolayı olmadığını belirtmek için şu misali verir:

"'Zira Ali Kerremallahü Zâtehu 'mm dördüncü halife oluşu, rütbe i’tibariyle dördüncü olmasına illet teşkil etmez.

Kur ’an-ı Kerîm de dört kitabın dördüncüsüdür amma dördüne de câmi ’dir. Ne güzel söylemişlerdir:

Oldu dördüncüsü Hayder Hulefâ-i Râşidînin

Kütüb-i münzelenin Hazret-i Kur 'an gibi.

Hulâsa burada tekaddüm, tefaddulü mûcip değildir. ”

Hz. Muhammed’ salla'llâhü aleyhi ve sellemin hayatını anlatan bu kitap, 586 sayfadan oluşmaktadır.

         Yeşil, Hz. Muhammed, Yaylacık Matbaası, Beşinci Tab’ı, İstanbul 1983, 607-608

3)      Bin bir Hadis

Şemseddin Yeşilbu kitabında Peygamberimizin bin bir adet hadisini Arapça metinlerini vermeden sadece Latin harfleri ile okuyucuya sunmuş, ardından da hadislerin mealini vermiştir. Bu hadisler arasında ahlâki konular, Ehl-i Beyt’in fazileti ve muâmelat ile ilgili nikah, zekat gibi konular yer almaktadır. Şemseddin Yeşil, bu kitabında bütün hadisleri geniş bir şekilde açıklamamış, önemli gördüğü hadislerde açıklama yoluna gitmiştir.

4)      Namaz Sûrelerinin ve Fâtiha-i Şerîfe’nin Ma’nâsı

Şemseddin Yeşil bu kitabında genellikle namazda okunan âyetlerin manalarını vermeye çalışmıştır. Kitabına ilk önce namazın manasım, önemini ve nasıl kılınması gerektiğini anlatarak başlamıştır. Bu konuda şöyle demektedir:

 “Cenâb-ı Hak: “Okuduğunuzu bilmediğiniz halde huzuruma yaklaşmayınız, namaza girmeyiniz ’' buyuruyor.

Bu fermâni sübhâni karşısında bir mü 'minin çok iyi ve çok derin düşünmesi icâb eder. Binâenaleyh her namaz kilem, namazda ne halde olduğunu bilmesi şarttır. O bir ziyâfet-i İlâhidir, insan orada ne dediğinin farkında olmalıdır. Yoksa âdet halinde kılınmış olur ki o şekilde kılman namazdan kâm alınmaz.

Namaz kılan kişinin kendisi için namaz, ma’nevi bir ilaçtır. Ve madem ki bu ilaçlan kullanıyor, her an kendisini: “Ben bu namazı kılmadan evvel ahlakımda şu şu hastalıklar vardı, acaba izâle oldu mu, olmadı mı?” diye kontrol etmekle mükelleftir. Eğer izâle olmuşsa ne a ’lâ, fakat izâle olmamışsa, zavallı, kıldığı namazın henüz şekli ile meşgul oluyor demektir ki daha pek çok çalışması lâzımdır. 044

Müellifimiz daha sonra abdest ve teyemmümün alınış şekillerini, beş vakit namazın kılmışım ve namaz sûreleri olarak bilinen Fatiha Sûresi ile Fil Sûresinden Nâs Sûresine kadar olan sûreleri açıklamaya çalışmıştır. Kitap, elli iki sayfalık küçük bir risale halindedir.

5)    Meş’ali Felâh

Müellifimiz bu kitabında ilk önce dinin gereksiz olduğunu iddia edenlere, dinin lüzûmunu ispata çalışmıştır. Daha sonra da, dünyadaki dinleri saymış ve İslâm’ın diğer dinlere olan üstünlüğünü ve farkım ortaya koymuştur.

6)    Kitabü’1-Hac

Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi müellifimiz bu kitabım, İslâm’da çok büyük önemi olan Hac ibadetiyle ilgili bilgi vermek amacıyla yazmıştır. Müellifimiz kitabında; Hacc’ı Anlatmak İçin Ne Lazımdır?, Hacc’ın Hükmü ve Delilleri, Hacc’ın Ehemmiyeti ve Fâideleri, Hacc Kimlere Farzdır?, Hacc’ın Farzları, Vâcibleri, Sünnetleri ve Hacc Duâları başlıklarım kullanarak Hacc’ı anlatmıştır.

7)    İslâm’da Esas (İman-İnsan)

Şemseddin Yeşil bu kitabında dinin mâhiyetini, İslam’ı ve imanla insan arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışmıştır. Müellif kitabına ilk önce dinin tarifini yaparak başlamıştır: “Din ne demektir?

Bu suâle çok ehemmiyet vermek gerekir. Bizde ‘ Din ne demektir?' diye sorulunca, hemen ekseriyet: 'Namaz kılmak, oruç tutmak'diye cevap verir.

Halbuki namaz kılmak, oruç tutmak dinin umdesi(prensibi)dir, din değildir.

Din: Bizim bu âleme nereden geldiğimizi, burada ne gibi vazifelerle mükellef (yapmaya mecbur) bulunduğumuzu ve bu âlemden sonra nereye gideceğimizi bildiren bir ilm-i çelil (yüksek bir ilim)dir.

Aslını, Rabbisini, meâdmı (âhiretini) bilmek aşkıdır. ’[21]

Müellifimiz daha sonra bazı akli deliller getirerek insanın dine duyduğu ihtiyacı, İslâm’m güzelliklerini ve amacını anlatmış ve insanları müslüman olmaya dâvet etmiştir.

8)    Besmelenin Esrarı ve RUH NEDİR

Müellif bu kitapta ilk önce besmeleyi açıklamış, içerisinde geçen Allah’m rahman ve rahim sıfatlarını genişleterek anlatmıştır. Daha sonra da ruhla ilgili bilgi vermiştir. Bu kitabın ilk kırk sayfasını besmele bölümü ve ardından da yirmi sayfasını ruh bölümü oluşturmaktadır.

9)    Zirve-i Tevhid, Saadet Yolu (ilmihal)

Yeşil bu kitabında îtikad ve ibâdet konularında bilgi vermiştir. Kitabında otuz üç soru sormuş ve bu sorulara kendisi cevap vermiştir. Müellifimizin bu eseri 56 sayfalık küçük bir kitap halindedir.

10)    İslâm’da Nikâh

Şemseddin Yeşil’in talebelerinden Ali Sümbül, Şemseddin Yeşil’in ailenin korunmasına çok büyük önem verdiğini belirtmektedir. Şemseddin Yeşil te’lif ettiği diğer kitaplarında ve çıkardığı mecmua ve gazetesinde, bu konuyu her zaman ele almış ve âile birliğinin sağlanması için İslâm’m koyduğu kurallara uyulması gerektiğini vurgulamaya çalışmıştır. Şemseddin Yeşil, âilenin korunmasıyla ilgili olarak hazırladığı bu kitabını, üç bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde İnsan-Kadın konusunu incelemiştir. İlk olarak insanın Allah tarafından yaratılışından bahsetmiş daha sonra da kadının yaratılışını anlatmıştır.

“Ve nefahtü fihi min ruhi” sırrına mazhar olan, ya ’ni nefhâ-i İlâhi ile şâir sınıftan mümtaz kılman bu insan, rabbisine kavuşmak aslı ile mücehhez kılındı.

Cenâb-ı Hak rûh-i küllisinden, insanı, nefhâ-i ruh ile tekrim ederek onda aslına karşı bir meyl-i iştiyâki hâsıl etti. Onun için beşerin fıtratında aslına kavuşmak aşkı vardır. Bu cibillîdir. Ve ismin koyamadığı bütün muhabbetlet hakikatte Allah ’adır.

Âdem nasıl mazhar-ı Hak olup Hakk 'a şevk ile muhabbet ettiyse, cenâb-ı Hakk ’m Âdem ’e şevki daha eşed oldu.

Cenâb-ı Hak âdem’i nasıl kendisine müştak kılıp, kendisine delil kıldığı gibi, Âdem’e delil olmak üzere, âdem’den mer’eyi, ya’ni kadını halk etti.Ve kadın erkeğin cüz’ü olup, erkeğe delil kılındı. Âdem kendisini mer’ede müşâhede etti. Âddem’in recüliyyeti ve sıfat-ı fi ’liyye ile ittisaf-ı ma ’rifetine Havva mukaddime oldu. Havva olmasaydı, Âdem bu sıfatla zahir olmaz idi. ”[22]

Şemseddin Yeşil daha sonra evlenmenin öneminden bahsetmiştir. İslâm’da evlenmenin gayesinin, şehevî arzuların tatmini değil yeni nesiller yetiştirmek olduğunu vurgulamıştır.

Şemseddin Yeşil kitabının ikinci bölümünde, kızların neden evlenme çağından önce evlendiklerini, evlenenlerin de neden çabuk boşandıklarım ve en önemli mevzu olarak ele aldığı kadınların İslâm’daki konumunu anlatmıştır.

Müellifimiz kitabının üçüncü bölümünde Müebbet İstikbâl başlığıyla insanın, ebedî kurtuluşunu kazanabilmesi için yapması gereken davranıştan anlatmıştır.

11)     İman Küfür

Müellif bu kitabında iman ve küfrü tanıtmaya, insanın neden küfür yerine imam tercih etmesi gerektiğini vurgulamaya çalışmıştır.

“İki âlemde huzûr ile yaşamak ve aslına kavuşmak istersen; Sâni-i Zülcelâl’ine nisbet tedârik et. Bu nisbete ise îmân denir.

Filhakika îmân, bir intisabdır. İnsanda olan İlâhî sıfatlar ve Râbbânî isimlerin nakışlan; îmân ile tezâhûr eder ve büyük bir kıymet alır.

İmânın zıddı olan küfür de o nisbeti kat ’eder.

Ya’ni küfür; kulun, Allah'a olan nisbetini kopanr. O kimsenin kıymeti yalnız madde i’tibânyle olur. Madde ise fâni, geçici, muvakkat bir hayat bahşettiğinden kıymeti, hiç hükmündedir. ’[23]

Müellifin bu eseri otuz üç sayfadan meydana gelmektedir.

12)     Allah’a Nasıl Münâcat’da Bulunmalı

Müellifimiz bu kitabında Allah’a nasıl dua edileceğini anlatmıştır. İlk önce duanın kısımlarım açıklamış daha sonra da Hz. Eyyüb’ün içinde bulunduğu zor durumda Allah’a dua etmesini misal vererek, inanan insanın Allah’tan dua yoluyla yardım istemesi gerektiğini belirtmiştir. Müellifimizin bu eseri yirmi beş sayfadan meydana gelen bir risale şeklindedir.

13)    Varını Allah’a Sat!

Şemseddin Yeşil’in bu eseri bir kitaptan daha çok bir risale şeklindedir. Bu eser, 18 sayfadan oluşmaktadır. Bu kitapta müellifimiz, insanoğlunun nasıl, neden yaratıldığı ve sonunun nasıl olacağı açıklamaya çalışılarak insanın iki cihanda da kurtuluşa erebilmesi için Allah’m emirlerine boyun eğmesi gerektiği vurgulamıştır.

14)    Divân’ül Huteb, İslam’ın Rûhunu, Kâinatın Gidişini Bildiren HUTBELERİM

Müellif bu kitabına ilk önce Cuma Namazıyla ilgili bilgi vermektedir. Cuma namazının Müslümanlara neden farz olduğunu, namazın kaç rekat olduğunu ve namazının kılınış şeklini anlatmaktadır. Müellif verdiği bir dipnotta ise cuma namazın kaç rekat olduğu konusunda şu açıklamayı yapmaktadır:

“Asıl Cum'a namazı: Dört rek'at ilk sünnet, iki rek’at farz, dört rek'at da son sünnet olmak üzere hepsi on rek'atdır. (Zuhr-ı âhır) denilen ya’ni eğer Cum’a namazı kabûl olunmamış ise yâhuı sıhhatinde bir bozulduk olmuş ise... diye kılınan ve altı rek'at olan namaz, Asr-ı Se 'adet 'de ve Hulefâ-i Râşidîn devirlerinde kılmmadığı gibi, İmâm-ı A'zam ile İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Yusuf taraflarından naldedilmediğinden bu hesaba katılmadı. Zira cum 'a namazı Asr-ı Seâdet 'de nasıl kılınmışsa öyledir. Şekk ve şübhe ile namaz olmaz ’[24]

Şemseddin Yeşil bu bilgileri verdikten sonra çeşitli konularda kendisinin hazırladığı elli beş adet hutbesini vermektedir. Bu kitap, 400 sayfadan oluşmaktadır.

15)    Hz. İsa’nın Huzurunda Metropolide Cevab

Şemseddin Yeşil bu kitabım, Metropolit Yakovos’un yazmış olduğu “Nurlu Ufuklar” adlı kitabına reddiye olarak yazmıştır. Metropolid Yakovos kitabında; Kur’an’a “ahenksiz”, Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem’e “zorba” ve Müslümanlara da “Yahudi Azmanı” diye iftirâ atmıştır. Bunun üzerine Şemseddin Yeşil de Metropolid’e bu kitabı ile cevap vermiştir. Ayrıca Şemseddin Yeşil bu konuyu İslâmiyet Gazetesinde de işlemiştir.

Metropolid Yakovos’un İslâmiyet’i eleştirdiği ve Şemseddin Yeşil’in cevap verdiği konular arasında şu başlıklar yer almaktadır:

“Tevrat ve İncil Allah’ın sahih kelâmı olmasına rağmen İslâm Ulemâsı Kur’an’a gösterdikleri ihtimamı bu iki kitaba göstermemişlerdir”; “Kur’an, Mukaddes Kitapların yanında ahenksizdir”; Hz. Peygamber için “Mukaddes Kitaplarda peygamberler için gösterilen vasıfları kendi şahsında cem etmiştir” ve “İnsanları Müslüman olmaları için zorlamıştır, zorba bir insandır”; Müslümanlar için de “Yahudi Rafizisidir”ler demiş, Şemseddin Yeşil de, bu iftiralan geniş bir şekilde ele alarak boşa çıkarmıştır. Kitap 144 sayfadan oluşmaktadır.

16)    Amerikalıların Suallerine Cevaplar

Şemseddin Yeşil bu kitabında Amerikalı bir avukata sorduğu 23 soruyu cevaplamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Amerikalı avukata sorduğu bu 23 soruyu cevaplamış fakat Şemseddin Yeşil bu cevapların yeterli olmadığı düşüncesiyle kendisinden bir istekte bulunulmadığı halde bu sorulan tekrar cevaplamıştır. Amerikalı avukata sorduğu ve Şemseddin Yeşil’in cevapladığı sorular arasında şu konular yer almaktadır; İslâmiyet’e Göre Allah İnancı, Hz. İsâ’nın Konumu, Cennet ve Cehennem, Bu Dünyaya Gelmeden Önceki Hayat, Ruhu’l-Kuds, Hayr ve Şerr, İnsanın Menşei, Mu’cizeler. Bu kitab 163 sayfadan oluşmaktadır.

17)    Dinsizlere Cevaplar

Müellifimiz bu küçük kitabı 1955 yılında orta öğretimde din derslerinin okutulmasına karşı çıkanlara cevap vermek amacıyla yazmıştır. Bu kitabında müellif, dinin gerekli olduğunu vurgulamış özellikle de Türk Milletinin yükselmesinde İslam Dininin ne kadar büyük bir rol üstlendiğini belirtmeye çalışmıştır.

18)    Kitabü’t- Tasavvuf

Müellifimiz bu kitabında ilk önce bütün yönleriyle tasavvufu anlatmıştır. Anlatmaya çalıştığı konular arasında Tasavvufun Mahiyeti, Tasavvufa Göre Âlem, İnsan, İlim-İrfan-Ma’rifet, İlme’l-Yakîn, Ayne’l-Yakîn, Fenâ, Zâhir-Bâtin gibi konular yer almaktadır. Müellifimiz daha sonra da Mevlânâ’ya itiraz edenlere cevap verebilmek amacıyla Hz. Mevlânâ’dan yaptığı alıntılar yer almaktadır.

19)    Dünya Gidişine Kur’an Ne Diyor

Müellif bu kitabım da, diğer kitablannda yaptığı gibi iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde Kur’an’ın konularım anlatmaya çalışmış daha sonra da Kur’an’dan bazı âyetler çerçevesinde bugün ki insanlığın yaptığı hataları ortaya koymuştur. Son olarak da, doğru yolu bulmak isteyenlerin sarılması gereken tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu vurgulamıştır.

20)     Cennet Cehennem

Müellif bu kitabında cennet ve cehennemi iki şekilde anlatmaktadır. Birinci cennet ve cehennem, Allah'ın yaratmış olduğu; ikinci cennet ve cehennemde kişinin içinde bulunduğu ruhsal durumuyla ilgili olan cennet ve cehennemdir. Müellifimiz, Cenâb-ı Hakk’m yarattığım belirttiği cennet ve cehennemin şu an için mevcut olduğunu belirtmektedir:

“Maddî, ma’nevi mevcud olup, göz ile görülmeleri, el ile tutulmaları da mümkündür.

Evet Cennet, Cehennem mevzu’u, söylediğimiz gibi: Semâvâtm fevkinde, Ar fin tahtında mahlûk ve mevcud, ma ’nen ve maddeten hissedilmesi mümkündür. ”[25]

Müellifimiz daha sonra cennet ve cehennemi tasavvufî bir şekilde anlatmıştır. Daha sonra da kişinin iç haliyle ilgili olan cennet ve cehennemden bahsetmiştir.

Şemseddin Yeşil’in yazmış olduğu eserlerin yanında Yüksek Ahlak Derneğinde yaptığı konuşmalar da bulunmaktadır. Şemseddin Yeşil’in müritleri, o günkü konferansları teybe almışlar ve her hafta pazar günü Şemseddin Yeşil’in kasetlerden konferansım dinlemektedirler. Ayrıca Şemseddin Yeşil’in talebeleri, Hz. Peygamber’in soyundan gelen Zeytinburnu’nda metfun bulunan Seyyıd Nizâm camiinde, Hz. Hüseyin’in şehit edildiği gün olan Muharrem ayının 10. günü, Hz. Hüseyin ve Şemseddin Yeşil için mevlit okutmaktadırlar. Mevlitten sonra da Şemseddin Yeşil’in kabrini topluca ziyaret etmektedirler.

 



 



[1] Selman Ümran, Avâm-ı Nâs ’da YEŞİL HOCA Namıyla Ma 'ruf, MUHAMMED ŞEMSEDDİN YEŞİL HAZRETLERİ KİMDİR?, Yaylacık Matbaası, İstanbul 1998, s. 8-9

[2]Â.g.e., s. 9

[3]A.g.e., s. 14

[4]  A.g.e., s. 13

[5]  A.g.e„ s. 34

[6]  Develioğlu, Abdullah, Büyük İnsanlar Üçbin Türk ve İslâm Müellifi, Demir Kitabevi, İstanbul 1973, s. 476

[7]  A.g.e., s. 21-22

[8]  Şemseddin Yeşil Kimdir, s. 55

[9]A.g.e., s. 34

[10] Erzurumlu Yeşilzade M. Salih, Hz. İmam Ali (a.s.) ve Düşmanlan (Mecmua-i Urefa) Burhaneddin Erenler Matbaası, İstanbul 1947

[11] Erzurumlu Yeşiloğlu M. Salih, Ashaba Hürmet, Sövenlere Lcmet, Peygamber Buyruğu, Adil Ceylan Basımevi, İstanbul 1949

[12] Şemseddin Yeşil Kimdir, s. 19

[13] A.g.e., s. 16

^Ag-e., s.57

[15]  M. Salih Yeşil, İlme, Ulemaya Ait Açık Mektup, Tecelli Mtbs, İstanbul 1947

[16]  Ömer Nasuhi Bilmen, Ashab-ı Kirâm Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları, Hz. Muaviye Hakkındaki Suallare Cevaplar, Bürhaneddin Erenler Mtbs, İstanbul 1948

[17]  Osman Akfirat, İlme, Ulemaya Açık Mektub ’a Cevap, Doğru Yol Gazetesi, Sayı, 26-54

[18]  Yusuf Ziya Çağlı, Adana ’dan Cevap Veriliyor: Biz Ashabdan Hiçbirisine Buğzetmekle Mükellef Değiliz, Doğru Yol Gazetesi, Sayı, 25-26

[19]  Yusuf Ziya Yürükan, İlme Ulemaya Açık Mektup Sahibi Salih Yeşil ’e Cevap, İslâm Türk ^Ansiklopedisi) Mecmuası, Aralık 1947, c. n, no: 88, s. 1-7

[20] Büyük İnsanlar, s.476

[21] Yeşil, Şemseddin, İslâmda Esas (İmân-însan), Yaylacık Mtbs, İstanbul, 1991, s. 6-7

‘“Yeşil, Şemseddin, İslâm 'da Nikah, Yaylacık Mtbs, 7.Bsk, İstanbul 1996, s. 14-15

[23] Yeşil, Şemseddin, İmân Küfür, Yaylacık Mtbs, İstanbul 1991, s. 6-7

[24] Yeşil, Şemseddin, Divânu ’l-Huteb HUTBELERİM, Üçüncü Baskı, İstanbul 1994, s. 2

[25] Yeşil, Şemseddin, Cennet Cehennem, Yaylacık Mtb, İstanbul 1996, s. 2

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar