Print Friendly and PDF

III-TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ






I-TERBİYE ADABI





Efendi Hazretlerinin terbiyesindeki usûlünü oluşturan temel esasların bazıları şunlardır.





—Melâmet





      —Vahdet-i Vücud-Vahdet-i Şuhût





      —Yokluk





      —Şeriat ve Tasavvuf Birlikteliği





Melâmet’in Tarifi





Melâmet, Arapça Levm kökünden türetilmiş, kınamak, ayıplamak, azarlamak, serzenişte bulunmak, korkmak, rüsvalık anlamına gelen melâmet mastar bir kelime olup, melâmeti ise, kınanmaya [1] konu olan demektir.





Tasavvuf ıstılahında ise, temel vasfı, riyadan kaçınmak amacıyla gizlilik ve şöhretten sakınmak, iddia sahibi olmama, nefsi itham ederek onun ayıpları ile meşgul olma, güzel amellerini görmeme şeklinde de ifade edilmiştir.           Bu hali kazanmış kişiye, Melâmî denir.





Melâmet, ibâdeti, âdâb-ı şeriatı, tarîkat esrarını terk etmek değildir. Melâmet tesettür demektir. Cümle evliyâullah, melâmet hırkasına bürünmüşlerdir.





Gey melâmet hırkasın sultanlık anda gizlidir





Eşrefoğlu Rûmi kuddise sırruhu’l-aziz





Melâmet adında bir tarîkat yoktur. Bununla beraber umumiyetle tarîkatlarda Melâmet büyük bir makamdır. [2]





Melâmetîlik, ağır bir zühd ve riyâzat hayatına dayalı, koyu ahlakçı sûfiliğe karşı bir tepki hareketi olarak doğmuş ve ilahî cezbe ve vecde ağırlık veren estetikçi bir doktrin geliştirmiştir.[3]





Seyyid Osman Hulusi kuddise sırruhu’l-azîz Efendi buyurur ki; “Melamî yapmış olduğu amelleri halktan gizleyen kimselere denir. Ecdadımız Somuncu Baba Hazret­leri de Melamîlerin başıydı. Melamî mürşidiydi.” [4]





Efendi Hazretleri, Nakşî tarîkatı usulü ile ihvanını terbiye ederken istikameti, melâmet üzere tutmuştur. Melâmilik adı hiçbir zaman anılmamıştır. Bunun benzeri gibi Tokatlı Mustafa Hâkî kuddise sırruhu’l-azîz Efendimizin arkadaşı Halvetî Ahmed Âmiş kuddise sırruhu’l-azîz Efendi’nin Melâmîlik hakkındaki halkın yanlış ve haksız telâkkisini büsbütün kaldırmak maksadıyladır ki;





Biz o adı yasak ettik!” Demiştir.





 “Seyyid Mehmet Nur-ül-Arabî-yül-Melâmî” ye nisbetini izharda bü­yük bir neş’e duyan Osmanlı Müellifleri’nin müellifi âlimimiz Bursalı Tahir Beyin, Melâmîliği öven bir muhammesi konuyu çok güzel açıklamaktadır.





MUHAMMES





Sanma, ey zahit bizi kim öyle hor-ü ahkarız.





Bizler ol âyine-i âlem-nüma-yı ekberiz,





Taliban-ı feyz-i Ahmed,   bendegân-ı Haydârız,





Nakşîbend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





İsm-i zahir mazharıyla dehre seyran eyledik,





Himmet-i mürşit ile aşk sahnında cevlân eyledik,





Men arefe dersinde hattâ kesbi ikan eyledik.





Nakşibend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





İhtiyarın selbedip;   anla, bizim mişvarımız;





Kim sıfât-ü zat-ı hakkı derk ve rüyet kârımız;





Yoksa hariçten bilinmez dahi ile etvarımız.





Nakşibend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





Zâhidâ, erbab-i gaflet sandığın, lâ-şüphe sen,





Dahledip kürsüde halkın boynuna takma resen,





Şuğl-ı uşşak mânevîdir, ne bilir erbab-ı fen?





Nakşibend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





Kisve-i ışkı mülebbes hırka-vü şal istemez,





Mekteb-i irfanda tahsil eyleyen kal istemez,





Hulk-ı hakkın gayrisinden başka bir hal istemez,





Nakşibend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





Kesret-i eşyayı sanma vahdete mâni olur,





Böyle bir efkâra hâşâ ehl-i dil kâni olur;





Zat-ı hak eşyayı her demde bütün cami olur.





Nakşibend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





Bunca enva-ı ulûmun noktadır hep mastarı,





Böyle ferman eylemiştir zat-ı vâlâ Haydari,





Bâyı-bismillâhtır ancak ehl-i hakkın ezberi.





Nakşibend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





Söylenen nutku bilir ehl-i kemal gayet ıyan,





Zümre-i uşşaka vazıhtır bu sözler her zaman,





Tahira hatm-i makal et, eyle ikmal-i beyan.





Nakşibend suretteyiz;   lâkin Melâmî meşrebiz.





İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz.





(ERGİN, a.g.e. s. 225–226)










[1] Kınama: Kendine yönelik özeleştiri demektir.





Kınanma; başkalarının eleştirilerine açık olmak demektir. Kişi, her işin en iyisini, en güzelini, en doğrusunu kendisi yapar iddiasında olmamalıdır. Hikmet, yâni en iyi, en güzel ve en doğru nereden tecelli ederse kabullenilmeli ve alınmalıdır. Çünkü hikmet iyi insanların veya iyi olma iddiasında olan insanların malıdır. Bir anlamda kınanma, müşavere demektir. Bir iş yapılırken ehlinin fikirlerini dinleme, ehline danışma da kendi fikirlerinden dolayı kınanmayı göze almak demektir.





Melâmet ehlinin kendilerini kınamaları hususu Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetlere dayanmaktadır.





“Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki,), Allah yakında öyle bir toplum getirecektir ki, O onları sever, onlar da O’nu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah Teâlâ’nın bir lütfudur.Onu dilediğine verir. Allah Teâlâ’nın lütfu geniştir. O her şeyi bilendir.” (Mâide, 54)





“Kendini kınayan nefse yemin ederim.” (Kıyamet, 2)





[2] ERGİN, a.g.e. s. 149





[3] OCAK, A Yaşar, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Editör: E. İhsanoğlu, Zaman Yay. İst, 1999, c. I, s.147, A. Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmiler,.., s. 22–26





[4] PALAKOĞLU, İsmail, Gönüller Sultanı S. Osman Hulusi Efendi, Ankara, 2005, s.424


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar