Print Friendly and PDF

Secdem Yüzüne

Bunlarada Bakarsınız


26





Vezin: Mefâilün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün





Yakup âşk oduna cânı meşâmın bûy-i tevhid et,
Kamûya yek nazar birle şuhûdun rûy-i tevhid et.
 





Şu mâhiler gibi kendini deryâdan cüdâ sanma,
İhâta eylemiş her yana bak sûy-ı tevhid et. 





Salınma câh-ı taklide suûd et arş-ı tahkîka,
Sana senden sefer eyle seni sen dû-yi tevhid et. 





İzâfâtı bırak gözden açılsın dîde-i Hak-bîn,
Temâşâ-yı cemâl-i şâhid-i dil-cûy-i tevhid et. 





Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir “Semme vech-ullâh”
Niyâzî durma dâim secde-i ebruy-i tevhid et. 





Yakup âşk oduna cânı meşâmın bûy-i tevhid et,
Kamûya yek nazar birle şuhûdun rûy-i tevhid et. 





Cânı âşk ateşine yakıp kokla burunla tevhid et,
Her şeyi bir bakışla birle şuhûdun kokusunu tevhid et. 





Ateş eşyanın varlığını yok edip kül edince kül (bütün) olur.





[Tevhîd: “Bir görme, bir bilme” hâlidir. Sûfî sadece Bir'i görür, sadece Bir'i bilir. O'ndan başka varlık olduğunu ne görür, ne bilir. Tevhîdin hakikatine eren Bir'den başkasını unutur.





Allah Teâlâ'nın birliğini keşfen ve zevken bilmeye tahkik ve tahakkuk, bunu bu yoldan bilene de muhakkik ve mutehakkik denir. Bu anlamda muvahhid ve tevhid ehli nefsinden fânî ve Hakk ile bakî, âşk, cezbe ve vecd ehlidir, istiğrak ve mest olan saliktir.





Tevhid üç türlüdür:





1-Hakk'ın Hakk için tevhidi, Allah Teâlâ'nın kendisinin bir ve eşsiz olduğunu bilmesi.





2-Hakk'ın halk için tevhidi. Allah Teâlâ'nın bir ve eşsiz olduğunu insanlara bildirmesi.





3-Halkın Hakk’ı tevhidi. İnsanların Allah'ın bir ve eşsiz olduğunu dile getirmeleri.





En mükemmel tevhid Hakk'ın Hakk için olan tevhididir. Bu tevhîd anlatılamaz, burada diller lal olur. Buna tevhîd-i mücerred denir ki onu dille anlatmaya kalkışan mülhid olur. ][1]





Tevhidin üç mertebesi vardır:





Tevhid-i Ef’âl,  Tevdîd-i Sıfât,  Tevhid-i Zât.  





Bunlar urûc,  yani yükselme makâmlarıdır. 





Tevhid-i Ef’âl: Hareket eden,  sâkin olan,  alan,  veren Hakk’tır.





Tevhid-i Sıfât: Gören,. işiden,  söyleyen,  murad eden Hakk’tır.





Tevhid-i Zât: Bu vücûd bizim değildir.  





Vücûd, Hakk’ın vücûdudur. Biz O’nun mazharıyız.   Zâhir olan Hakk’ın vücûdudur. 





Muhyiddin ibn’ül Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Fütûhat-ı Mekkiyye” sinde:





“Sübhan (Allah Teâlâ’nın noksan sıfatlardan münezzehlik ve mükemmellik sıfatı) eşyada en açık şekilde görünendir ve eşya O’nun görünüşüdür” ibaresi bu zannı büsbütün kuvvetlendirmişti. Hâlbuki şeyhimizin” varlığı vâcib (zorunlu) olana Mutlak Varlık demekten muradı, Vâcibü’l-Vücud (Varlığı Vâcib Olan)’un sebep ve sonuç olmadığını anlatmaktır. Eşyanın Hakk’ın ayn’ı (görünüşü) olduğu meselesine gelince, şeyhimiz bunu da başka bir yerde şöyle açıklıyor:





“O, zuhurda olan her şeyin ayn’ıdır. O, zâtlarında eşyanın aynı olmayıp, noksan sıfatlardan münezzeh ve mükemmeldir; O, O’dur ve eşya eşyadır.”  [2]





Şu mâhiler gibi kendini deryâdan cüdâ sanma,
İhâta eylemiş her yana bak sûy-ı tevhid et. 





Şu balıklar gibi kendini deryâdan ayrı sanma,
İhâta eylemiş her yana bak bir yön ile tevhid et. 





Şu mâhiler gibi demek,  şu balıklar gibi kendini deryâdan uzak sanma.   Çünkü bir defa balıklar toplanıp aralarında konuşmuşlar ve demişler ki,  işidiriz su varmış,  bu su nasıl şeydir?





İçlerinde bunu bilen bulunmayınca,  demişler ki,  bir büyük balık vardır bilse bilse o bilir,  ona gidip soralım.   Büyük balığa gidip sordular.   O da bunlara cevap olarak:





“Sudan başka bir şeyi bana gösterin de ben de size suyu göstereyim” der.   Bu temsilde olduğu gibi Hakk’ın vücûdundan başka bir şey yoktur ki Hakk’ın vücûdu görülsün.





Mısır’da Ulemâ arasında bir anlaşmazlık vâki olmuş.   Ulemânın bir kısmı Hakk bu âlemleri ilmiyle kaplamıştır,  diğerleri,  hayır Hakk bu âlemleri vücûduyla kaplamıştır.   Sonra Ezher camiinde toplanıp bu meseleyi çözmeğe karar vermişler ve hangi taraf haklı ise o tarafa uyalım demişler.   Bunların camide toplandıkları sırada zamanın Velîlerinden bir zat oraya gelmiş ve toplanma sebebini sorup öğrenmek istemiştir.   Onlar aralarındaki anlaşmazlığı kendisine açıklayınca,  buyurmuş ki:





“Ey şaşkınlar Hakk’ın ilmi zâtından ayrı mıdır? Âlemleri ilmiyle ihâta eden (kaplayan) zâtıyla edemez mi?”. 





Salınma câh-ı taklide suûd et arş-ı tahkîka,
Sana senden sefer eyle seni sen dû-yi tevhid et. 





Taklit makamında yürüme hakikat arşına yüksel,
Senden sana sefer eyle seni sen iki-yi bir et. 





Ey mahcup! (ey gerçekleri görmeyen,  gözü perdeli) taklide düşme,  tahkika hakikate çık,  sana senden sefer eyle denilmektedir.





İslâm filozoflarına göre, insan zihninin en büyük putu “Taklittir”. Kur'an-ı Kerim âyetlerine [3] göre, insanı doğru düşün­mekten alıkoyan, geçmiş nesillerin görüşlerini olduğu gibi, hiç tenkit süz­gecinden geçirmeden kabul etmektir.





Bacon, The Idol of the Tribe dediği grup putunu, asırlar evvel Kur'ân-ı Kerîm, Mu’minûn Sûresi'nin 53. âyetinde şöyle göstermiştir: “Nihayet milletler, dinleri hususunda, aralarında parçalara bölündüler. Her grup kendi din ve mezhebine güveniyor, yani hak olduğuna inanı­yor”.





Bu ayet şuna işaret ediyor: İnsan içinde bulunduğu grubun dü­şünce tarzını taklit eder; yanlış olsa bile, tenkit edemez. Grubun içinde kaybolan zihinlerde, taklide götüren ve ona boyun eğdiren putlar oluşur. Ferdin hür düşüncesi yoktur, grubun arzuları vardır.





Câsiye Sûresi'nin 23.[4] âyetinde, duyu organlarını ve kalplerini çalıştıramayanların, kafalarındaki sabit bilgiden dolayı, yanlışı takip edecekleri, açıkça ifâde edilmiştir. Geçmiş nesillerin, hatta kendimizin az önce gaf­lette olduğumuzu düşünerek, gözümüzden taklit perdesini kaldırmalıyız. İşte gafletin yenilip, zihinlerdeki taklit putunun yıkılmasını isteyen Kâf Sûresi'nin 22. âyeti,[5] insanın daha önce gaflette olduğunu daha açık ve net görebilmesi için, bu gaflet perdesinin kalkması gerektiğine işaretle, İslâm eğitiminin esas gayesini ortaya koymuş oluyordu. [6]





Hakikâte sefer (yolculuk) beştir:





1 - İlallâh ki,  Tevhidi ef’âl,  Tevhidi sıfât,  Tevhidi zât makamları.





2 - Billâh ki,  cem makâmıdır.





3 - Fillâh ki Hazret-il cem makâmıdır.





4 - Lillâh ki,  Cem-ül cem makâmıdır.





5 - Ma-allâh ki,  Ahadiyyet makâmıdır.





Bu beş makâmdan üçü tenzilî dahi olur.   Bunlardan birincisi tabiattan ilm’el-yakîne sefer,  ikincisi ilm’el-yakînden ayn’el-yakîne sefer,  üçüncüsü de ayn’el-yakînden Hakk’al-yakîne seferdir. 





İzâfâtı bırak gözden açılsın dîde-i Hak-bîn,
Temâşâ-yı cemâl ü şâhid-i dil-cûy-i tevhid et. 





Bağıntıları bırak gözden Hakk’ı gören gözün açılsın,
Cemâli temâşâ ve şâhid gönlü arayan, tevhid et. 





Beyitte geçen izâfattan murad suver,  yani sûretlerdir. Sûretleri bırakınca Ayn’el-Hakk açılır.  Şeyh Küşteri kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz hazretlerinin namazda iken hatırına Arş,  Kürsî vesâire gibi şeyler gelirmiş. Acaba namazım doğru ve makbulmüdür diye düşünmüş.   Ona demişler ki,  Ummân memleketinde bir zat var, o senin müşkülünü halleder. Oraya gider ve o zata müşkülünü arzeder. O zat: “Kalbin Hakk’a secde ettimi ?” diye sormuş.   “Evet etti” deyince ol vakit hatıra gelen şeylerin zararı yoktur. O hatıra gelenleri de halk eden Hakk’tır,  çünkü yüzünü yere koymak ancak yüzün secdesidir,  kalbin secdesi değildir. 





Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir “Semme vech-ullâh”
Niyâzî durma dâim secde-i ebruyi tevhid et. 





Yakınlık bulanların namazlarının kıblesidir “Semm-e vech-ullâh”
Durma Niyâzî kaş secdesine devamla tevhid et. 





فَأيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وجْهُ اللهِ Âmir İbnu Rebî’a radiyallâhü anh anlatıyor:





 “Biz karanlık bir gecede Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile birlikte bir seferde idik. Kıble istikametini bilemedik. Herkes kendi istikametine yönelerek namazını kıldı. Sabah olunca durumu Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme durumu açtık. Bunun üzerine şu âyet indi. “...Nereye yönelirseniz Allah Teâlâ’nın yüzü orasıdır.”  [7]










[1] Geçersiz kaynak belirtildi., s.24





[2] (AYNİ, 1995), s. 48





[3] “Onlara: ‘Allah'ın indirdiğine uyun’ denilince, ‘Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız’ derler; ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru olmayan kimseler idiyseler? (Bakara, 170)





“Onlara, ‘Gelin Allah'ın indirdiği Kitap'a ve peygambere uyun’ dendiğinde, ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter’ derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?” (Maide, 104)





[4] “Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?”





[5] “Ona: ‘And olsun ki, sen, bundan gafildin; işte senden gaflet perdesini kaldırdık, bugün artık görüşün keskindir’ denir.”





[6] (BAYRAKLI, 2002), s. 77





[7] (Bakara, 115).” Tirmizî, Tefsir, Bakara (2960), Salât


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar