Kalbime bir şüphe gelmez
8
سَقَانِي وَجْهِ مَحْـبُوبٍ شَرَابًا Sekâni vech-i mahbub-i şaraben فَكُـنْتُ الْيَوْمَ مَمْلُوأً ثَوَابًاFe küntü’l-yevme memlûen sevâben
فَـتَمَّ الْقَصْدُ وَ الطَّاعَتِ عِنْدَFe temme’l-kastu ve’t-taatü inde’l-
الْـمَحْيَا بِالْـغِنَا لَمَّا تَجَلَّىMahya bi’l-ginâ lemma tecellâ
فَلاَ يَأْتِى اِلىٰ قَلبِي خَطُورٌFelâ ye’tî ilâ kavlî hatûrun
مِنَ اْلأَسْمَاءِ وَ اْلَوْصَافِ قَطْعًا
Mine’l-esmai ve’l-evsafi katan
وَ لاَ اُصْغِىَ اِلىٰ قَوْلٍ سِوَاهُ Velâ usğiye ilâ kavlin sivâhü
وَ لاَ عَـيْـنِى تَرôى في÷ الْكَوْنِ غَيْرًاVelâ aynî terâ fî’l-kevni gayren
وَ لاَ في÷ غَيْرِ الْحُبِّ وَ صَفٍّVelâ fî gayri’l-hubbi ve safin
وَ لاَ في÷ السِّـرِّ عَزْمٌ غَيْرُ مَوْلىٰVelâ fî’s-sırrı azmün gayrü Mevla
كَـلاَمِى رُئْـيـَتِى ثُمَّ اِسْتِمَاعِىKelâmî ru’yetî sümme istimâî
لَهُ اِيَّاهُ مِنْـهُ اِنْـتِـقَالاًLehû iyyâhü minhü intikâlen
فَاَفْـنَا حُبَّهُ الْمِصْرِيِّ كُلاًّFefenâ hubbehû’l- mısrî küllen
فَأَبــْقَى ثُمَّ اَبــْقَىٰ ثُمَّ اَبــْقَىٰFe ebka sümme ebkâ sümme ebkâ
سَقَانِي وَجْهِ مَحْـبُوبٍ شَرَابًا
Sevgilinin yüzü bana şarap sundu.
Şarap olarak bahsedilen adî üzümden sıkılan mayi değildir. Maneviyat bahsinde alınan riyasız ve günah kısmına düşmeyen zevktir. Yoksa mahzenlerde aklı alan meşrubatın bu şarapla alakası yoktur. Ancak bir benzerliği var gibi görünen dış yönü ile sarhoşların halidir ki, aklı aldığından riyasız ve kibirsiz bir halin neşvesidir.[1] Bu misal olarak tevdî edilmekte olduğundan gafleti mucip bir halin iştiyakını ehlullah hiçbir zaman temenni dahi etmez. Onlar için batını tathir etmek zahirden kolay olduğunu bildiklerinden içi kirlenmiş kişilerin karşısında duydukları taaccübü sarhoşlarda duymamışlardır.
Şarapla gönül yapmaya bak. Bu harap dünya, toprağımızdan kerpiç yapma sevdasında[2]
Meyhane kapısına gitmek tek renkli kişilerin harcıdır. Kendilerini beğenip satanlara şarap satanlar mahallesine yol yoktur.
Meyhane pirinin kuluyum onun lütfu dâimî. Yoksa zahit şeyhin lütfu bazan var, bazan yok. [3]
Meyhâne eşiğine yol bulan şarap kadehinden fez aldı da tekkelerde açılan sırları anladı. [4]
Hafız, doğru iş şaraba tapmadır. Kalk doğru işe sağlam yürekle sarıl.[5]
فَكُـنْتُ الْيَوْمَ مَمْلُوأً ثَوَابًا
Bugün onu iyilikle dolu buldum
فَـتَمَّ الْقَصْدُ وَ الطَّاعَتِ عِنْدَ
Niyetim tamamlandı ve taatım
الْـمَحْيَا بِالْـغِنَا لَمَّا تَجَلَّى
Hayat bulmuşlar yanında şayet tecelli etse
فَلاَ يَأْتِى اِلىô قَلبِي خَطُورٌ
Kalbime bir şüphe gelmez.
مِنَ اْلأَسْمَاءِ وَ اْلَوْصَافِ قَطْعًا
Katiyyen isimlerden ve sıfatlardan
وَ لاَ اُصْغِىَ اِلىٰ قَوْلٍ سِوَاهُ
Ondan başka söze de kulak asmayacağım.
Zat’ın kendisiyle meşgul olup sıfat ve fiiller ile meşgul olmayacağım. Çünkü bu haller ancak zât’a ulaşmaya vesiledir.
وَ لاَ عَـيْـنِى تَرôى في÷ الْكَوْنِ غَيْرًا
Kâinatta başkasına da bakıcı gözüm olmayacak
Arifin bakışı, görüşü, Allah Teâlâ’yadır, zâhidinse kendi âmeline; zahit, ne yapayım der; ârifse, bakalım, Allah Teâlâ ne yapacak der; o, kendini unutmuştur, hattâ varlığı kalmamıştır; Allah Teâlâ’da yok olup gitmiştir.
“Arifin dileği, gayreti, Rabbine, zâhidinse nefsinedir.” [6]
وَ لاَ في÷ غَيْرِ الْحُبِّ وَ صَفٍّ
Sevgiliden başkası ve vasfından başka (niyetim yok)
وَ لاَ في÷ السِّـرِّ عَزْمٌ غَيْرُ مَوْلىô
İçimdeki azmim Mevlamdan başkası da değil
كَـلاَمِى رُئْـيـَتِى ثُمَّ اِسْتِمَاعِى
Sözüm bakışım sonra işitmem
لَهُ اِيَّاهُ مِنْـهُ اِنْـتِـقَالاً
O’na O’nda O’ndan dolaşır.
فَاَفْـنَا حُبَّهُ الْمِصْرِيِّ كُلاًّ
O’nun sevgisi Mısrî’yi tamamen fenâ kıldı.
فَأَبــْقَى ثُمَّ اَبــْقَىٰ ثُمَّ اَبــْقَىٰ
Bekâ sonra bekâ sonra bâki oldu
Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz üç bekâ menzilinden bahsediyor.
BEKÂBÎLLAH MERTEBELERİ
a-Cem Makamı: Hakk’ı zahir, halkı batın olarak müşahede etmek. Bu makamda, halk ayna olup, oradan Hak zahir olur. Bu makamda, vahdet şuhûdu galiptir.
b-Hazretü’l-cem Makamı: Halkı zahir, Hakk’ı batın olarak müşahede etmek. Burada Hakk aynasından, halk zahir olmuştur.
c- Cem’u’l-cem Makamı: Kesret ve vahdeti cem’eden bir makamdır. Zahir olsun, batın olsun etimle var olanın Hakk olarak müşahede edildiği yer diye ifade edilir. Zahir olan mukayyed, batın olan mutlaktır. Mukayyed dediğimiz de, mutlak dediğimiz de hepsi Hak’tır diye zevk olunur.
Bu üç makamdan sonra Ahadiyyetü’l-cem Makamı gelir.Bu makam, makam-ı Muhammedî’dir. Mukayyed olan varlıktan kaydın kaldırıldığı yerdir. Gerçek imanın son durağı burasıdır. Bundan sonra başkaca bir makam yoktur. Çünkü burası en yüce mertebedir.[7]
[1] Neşve: (Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif. Büyümek ve yetişmek. Koklamak. Rayiha. Bir şeyi tekrarlamak. Mest ve sarhoş olmak. İyice duyup vâkıf olmak
[2] (Hafız-ı Şirazî, 1985), gazel. XXXIV, b. 305
[3] (Hafız-ı Şirazî, 1985), gazel. LXXXVI, b. 743-744
[4] (Hafız-ı Şirazî, 1985), gazel. LV, b. 486
[5] (Hafız-ı Şirazî, 1985), gazel. CDV, b. 3396
[6] (VELED), başlık XXIX
[7] (KUMANLIOĞLU, 1988)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar