İyi ki Varsın
ت
T
22
Vezin: Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün
Oldum çü mahv-ı mahz-ı zât, buldum vücûdumdan necât,
Ben içmişem âb-ı hayât, irmez bana hergiz memât.
Ben dost yolunda vârımı terkeyledim önden sona,
Küfr ile îmândan geçüp a’yânda bulmuşâm sebât.
Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel,
Her şey ulaşup Hakk’ına çıktı aradan kâinât.
Dost ile ben dost olalı zevk ile işret bulalı,
Zayf-i mükerremdir bu can hep yediğim kand-i nebât.
Halvette ettim rıhleti, kesrette buldum vahdeti,
Bâzarda düzdüm halveti rûz-u şebim îyd ü berât.
Gördüm bu âlemler kamû benim vücûdumla dolu,
Bir olmuş uçmağ ve tamû cümle bana olmuş sıfât.
Her ne yana kim eğilem ol yane her şey eğilür,
Olmuş Niyâzî hep senin sâyelerin sitt-i cihât
Oldum çü mahv-ı mahz-ı zât, buldum vücûdumdan necât,
Ben içmişem âb-ı hayât, irmez bana hergiz memât.
Zât özünde mahvolduğum için vücudumdan kurtuluş buldum,
Ben âb-ı hayât içdiğimden bana hiçbir zaman ölüm erişmez.
Beyitte geçen “Çünkü mahv-ı mahz-ı zât oldum” demek, yani Hakk’la
Hakk oldum, vücûdumdan vesâir vücûdlardan kurtuldum demektir.
Bu sebepten ben asla ölmem.
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ اَفاَئِنْ مِتَّ فَهُمُ
الْخَالِدُونَ
“Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki
kalır mı?” [1]
Ben dost yolunda vârımı terkeyledim önden sona,
Küfr ile îmândan geçüp a’yânda bulmuşâm sebât.
Önden sona ben dost yolunda vârımı terkeyledim,
Küfr ile imandan geçip hakikatte sebât bulmuşum.
Çünkü küfür ve imânda ikilik vardır. Mü’min, îmân olarak
bunların sayılmasıyla isneyniyet, yani ikilik olur.
Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel,
Her şey ulaşup Hakk’ına çıktı aradan kâinât.
Her yerde baksam gözlerime ezel sırr-ı görünür,
Her şey Hakk’ına ulaşıp aradan kâinât çıktı.
Sırr-ı ezelden murat, yani ezelin sırrından maksad eşyânın
hakîkatıdır.
Dost ile ben dost olalı zevk ile işret bulalı,
Zayf-i mükerremdir bu can hep yediğim kand-i nebât.
Ben dost ile dost olalı zevk ile içki âleminde olalı,
bu zayıf cana ikram edilir hep yediğim bitki şekeridir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Yeryüzünü isimleriyle, dostu da dostuyla değerlendirin.” [2]
İkinci beyitte geçen “Zayf-i mükerrem” demek, yani bu canım Hakk’a
misâfirdir, demektir.
Halvette ettim rıhleti, kesrette buldum vahdeti,
Bâzarda düzdüm halveti rûz-u şebim îyd ü berât.
Halvetten göç edince birliği çoklukta buldum,
Çarşıda halveti yapınca gecem ve gündüzüm bayram ve kurtuluştur.
Halvet ise dört duvar arasında edilen halvet değildir. Belki
halvet, bu sûretlerden halvet, bu sûretlerden halvet, yani
“Fenâfillâh” oldum, ben artık sûret görmem, Hakk
görürüm. O zaman gündüzüm bayram, gecem de Berat gecesidir.
“Harrâz’a sormuşlar “Sen Allah Teâlâ’yı nasıl buldun?”diye. O
da “O’nun zıdları bir araya getirici oluşu gerçeğiyle”diye
cevaplamış. Yani O’nun, onda ve onunla bir araya gelişini, onun suretinde
olduğunu müşahede eden birisiydi o, çünkü O’nun hem ez-Zâhir ve hem el-Bâtın
olduğunu biliyordu...Bir gurup Eş’arî kelâmcısı onun bu sözünü tenkid ettiler.
Heyhât” (Bkz. el-Fütûhât, I/160.II/379, 512, 605 IV/325).[3]
Bayram ince ve yumuşak elbiseler giymek, iyi ve leziz yemekler yemek
değildir. Sevgili dostlara ve güzellere sarılmak, şehvet gıdası almak ve
vermek de değildir. Bilâkis bayram, tâat ve ibâdetlerin kabulüne alâmet ve
işaretlerin belirmesi, günah ve hatâların afv olunması, günahların sevaba dönmesi,
derecelerin yükselmesi, müjdelere kavuşması, îmân nuru ile sînenin açılması,
yakîn kuvveti ile kalbin sükûnet ve itmi'nana kavuşması, kalbden dile ilimler
denizinin, hikmet, fesahat ve belagat nehirlerinin akması iledir. Nitekim bir
kimse bayram günü Hazret-i Ali kerreme’llâhü vechenin huzuruna gelip, Hazret-i
Ali’nin kuru ve sert ekmek yediğini gördüğünde: “Ey Ali, bugün bayram günüdür.
Sen ise, kuru ve sert ekmek yiyorsun” deyince, Hazret-i Ali kerreme’llâhü veche
cevâbında:
“Bugün orucu kabul edilmiş, çalışmasının mükâfatını görmüş ve günahları
mağfiret edilmiş olanların bayramıdır. Bugün ve yarın da bize bayramdır. Allah
Teâlâ’ya isyan etmediğimiz, yanî günah işlemediğimiz gün bizim bayramımızdır” buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki,
akıllı olanlar dışa, görünüşe bakmamalı, görünüşe kanmamalıdır. Bilâkis bayram
günü, düşünme, uyanma ve ibret gözü ile bakmalıdır. Çünkü bayram günü, kıyamet
gününe benzer. Bu yüzden bayram gecesi, hükümdarların kapısında boru sesi
duyulduğunda, kıyamet günündeki sûr'a üfürülmeği hatırlamalıdır. Bayram gecesi
olup halk bayram hazırlığı ile uykuya vardıklarında, sûr'a İki üflemek
arasındaki, yanî ölümle tekrar dirilme arasındaki kabir hallerini aklına
getirmelidir. Bayram sabahı, ihsanları ayrı ayrı, hallerde, giyinmeleri,
kuşanmaları, süslenmeleri, renk renk elbiseleri ile ev ve saraylarından çıkmış,
kimi üzüntülü, kimi neş'eli, kimi yaya, kimi at üstünde, kimi fakir, kimi
zengin, kimi sıkıntıda, kimi sürûrda gördüğün zaman, kıyamette insanların
değişik hallerini hatırlamalıdır. Çünkü orada ibâdet yapanlar neş'eli,
günahkârlar üzüntülü, takva sâhibleri binekler üstünde, mücrim ve müşrikler
yüzükoyun sürünmektedir. Nitekim Allah Teâlâ Meryem sûresi seksenbeşinci
âyet-i kerîmesinde: “Takva sâhiblerini, binekler üzerinde Cennette
topladığımız, mücrimleri susuz olarak Cehenneme sürdüğümüz günü hatırla” buyuruyor. [4]
Gördüm bu âlemler kamû benim vücûdumla dolu,
Bir olmuş uçmağ ve tamû cümle bana olmuş sıfât.
Bu âlemlerin hepsi benim vücûdumla dolu olduğunu gördüm,
Herşeyi ile cennet ve cehennem benim bir sıfâtım olmuş.
Her şey zıddıyla yahud eşidiyle, benzeri ile bilinir. Fakat Allah Teâlâ'nın
ne benzeri, ne karşıtı ve ne de zıddı vardır. Allah Teâlâ âlemleri çiftlerin
birleşmesi ile yaratmıştır. Kendisi ise zıtları cem edendir. Bu nedenle vahdet
sırrına erenin halinde çiftlerin değeri yoktur. Herşey ile birlik demine
kavuşur. Aslında Allah Teâlâ;
Tanrı adaleti, herkesi eşiyle çift etmiştir; fili fille, sivrisineği
sivrisinekle.[5]
Buradaki çift olmak maddî âlemin gereği olandır. Tevhid âleminde çift
yaratılış kalmaz. Ne kadar zıtlık varsa artık yok oldu demektir.
Zıtlar nazariyesi de Farabi’ye zıtlardan sorulur;
—Zıt kendi zıddının yokluğu mudur? Mesela beyaz siyah’ın yokluğu mudur?
Yoksa değil midir?
—Hayır, beyaz bir şey’dir ve yalnız siyah’ın yokluğu demek değildir. Fakat
siyah’ın yokluğu beyaz’ın varlığında dâhildir. Ve her zıddın içinde kendi
zıddının yokluğu dâhildir.
Sual olunuyor;
—Zıtların ilmi bir midir? Bir ise ne yöndendir? Farabi diyor ki,
—Bu bir tartışma meselesidir. Çeşitli cihetleri ihtiva eden maddelerin
bazısında tek hüküm doğru olacağı gibi onun zıttı da diğer taraflarda doğru
olabilir. Mesela bir kimsenin şahsiyet ve mahiyetleri birbirinin zıttı olan
şeylerdeki ismi tek isim olamaz. Siyah’ın bilinmesi, beyaz’ın bilinmesinden
adil’in bilinmesi, zalim’in bilinmesinden başkadır. Fakat bir zıdda, zıddı’nın
zıddı olmak itibariyle bakılırsa o zaman iki zıtta ait olan isim bir olur.
Çünkü o zıtlar bir şey’in iki kendi izafeti kabilindendir.
Zıtlardan karşıtları ayırmalıdır. Karşıtlar iki şeydir ki, bunların bir konuda bir zaman ve bir
yönde birlikte bulunmaları mümkün değildir. Karşıtlar baba ve oğul arasındaki
oran gibidir. Zıt olanlar görelik aksamındadır. Tek ve çift, yokluk ve sahip
olmak, görmek ve görmemek giderme ve gerektirme gibidir.[6]
Her ne yana kim eğilem ol yane her şey eğilür,
Olmuş Niyâzî hep senin sâyelerin sitt-i cihât
Her ne yana kim eğilirsem ol yana her şey eğilir,
Niyâzî hep senin gölgelerin altı cihet olmuş.
Bu beyti Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz Hakk’la olup,
Hakk’ın lisânından söylemiş olmasıdır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Allah Teâlâ bir şeye tecellî edince o şey Hakk'a boyun eğer” [7]
Hiç yıldızların gölgesi olur mu gölge şemsündür saklanur gölge uzanur zuhur
etdıkçe gölge çekilür. Ey padişah şimdiye kadar Mısrî idi seni izhar iden.
Şimdiden sonra bu ayetdür seni faş eyleyer, İsâ aleyhisselâm. Sensin
katlına kasd etdin. Hemen iş gör senün. Senin işinde görildi. Bundan sonra
öldüğüme gam yemem. benüm ilmüm katında müctehidler âciz oldular veli ilmü
ilâhünün ilh.[8]
[1] Enbiya, 34
[2] Suyûtî, Câmi‘u’s-Sağîr,
Beyrut, 1410/1990, s. 74, nu: 1136.
[3] (KILIÇ, 1995), s.108
[4] (GEYLÂNÎ, 1979), s. 318
[5] Mesnevi, c.VI, b. 1894
[6] DEMİR, Necati, M.
Ali Ayni'nin Muallim-i Sani Farabi İsimli Eserinden
[7] İbn. Mâce. İkamet. 152; Nesaî. Küsuf. 16
[8] (ÇEÇEN, 2006), s. 53; (MISRÎ, 1223), s.
15a
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar