Print Friendly and PDF

Yüzüm Ayaklarına Toprak


20





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün.





İster isen ma’rifette olasın âli-cenâb,
Ehl-i irfan eşiğinde yüzünü eyle türâb.
 





Çok da verme kendini dünyâya bir dem çek elin,
Döndüremezsin beğim katî ağırdır bu dolâb. 





Bu harâbı niceler çalıştı ma’mur etmeğe,
Bir yanın ta’mir ederken bir yanı oldu harâb. 





Çok seğirtti gaflet ehli bu serâbı su sanıp,
Bulmadılar hiç biri bu sahrada bir katre âb. 





Bir zaman yüz verme dünya ehline uzlette ol,
Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikâb. 





Göz kulak dil kapıların bağla muhkem bir zaman,
Ola kim Hakk-dan yana gönlünden ola feth-i bâb. 





Ger ölümden kurtulam dersen yürü var âşık ol,
Döne döne âşk
 oduyle cism ü cânı kıl kebâb. 





Gir bu derd meyhânesine koma elden kâseyi,
Hiç yürek kanından özge âşığa yoktur şarâb. 





Himmetin dâim bu olsun kim Hakk’ı anlayasın,
Hakk’ı bilmekten yeğ olmaz iki âlemde sevâb. 





Ger azâb-ı âhiretten bulmak istersen halâs,
Arif ol ki cehl odundan kopısar cümle azâb. 





Bu Niyâzî kendinden demez bu sözü ey püser,
Hep anı söyler duyarsın gökten inen dört kitâb. 





İster isen ma’rifette olasın âli-cenâb,
Ehl-i irfan eşiğinde yüzünü eyle türâb. 





Ma’rifette yüksek makam bulmak ister isen,
Yüzünü ehl-i irfan eşiğinde eyle toprak.





Toprak tevazuyu su sehaveti temsil eder. Tevazu benliğin yok olması olunca kabın boşluğuna işaret ederki, onu dolduracak vasfı bulmak mümkün olacaktır demektir.





Çok da verme kendini dünyâya bir dem çek elin,
Döndüremezsin beğim katî ağırdır bu dolâb. 





Kendini dünyâya çok verme de bir an elini çek,
Beğim kesinlikle bu dolab ağırdır döndüremezsin.





Su değirmenin (kalbin) çarkı üzerine dökülecek feyz pınarlarının akması ve şelalesi gür olması için dünya ile bağların kesilmesi gerekmektedir. Dünya ile olan bağlar su önüne çıkan bentler gibidir.  





Bu harâbı niceler çalıştı ma’mur etmeğe,
Bir yanın ta’mir ederken bir yanı oldu harâb. 





Bu harab yeri nice kişiler imar etmeğe çalıştı,
Bir yanını ta’mir ederken diğer yanı oldu harâb.





İnsan hayatı boyunca dünyasını mamur etmek için hırslanır ve strese girer. Bu gerginlik sonucu maddî ve manevî hastalıklara düşer.  





“insan, stres yaratan yaşam tarzı seçerek farkında olmadan hasta olmayı seçmiş olabilir. Bu stres iyice büyüdüğünde ya da kronikleştiğinde, bazı organlar tepki vermesine yol açıyor; migren olması halinde damar sistemi de olduğu gibi. Bu yüzden, sizin de anladığınız gibi kasıtlı olmayan bir seçim vardır. Tam olarak açıklanacak olursa kişinin seçtiği ya da tercih ettiği şey hastalık değil, strestir; hastalığı seçen ise işte bu strestir!”





“Bu yüzden bizim düşmanımız strestir ve dok­torlara düşen görev de yaşamınızdaki stresi azaltmaya yar­dımcı olmaktır.” [1]





Bu nedenledir ki maddî ve mânevi doktorlara ihtiyacımız vardır. Onlar sayesinde kurtuluş yolu ancak bulunabilir.





Çok seğirtti gaflet ehli bu serâbı su sanıp,
Bulmadılar hiç biri bu sahrada bir katre âb. 





Bu serâbı su sanıp gaflet ehli çok koştu,
Hiç biri bu sahrada bir damla su bulamadılar. 





Mürid halis niyet ile bu yola girer. Fakat büyük bir tehlike ile karşılacağı ihtimali ise samimiyeti miktarı kadar fazladır. Çünkü teslim olmanın karşıtı olan istismarın kurbanı olmak ihtimalide o kadar büyümeye başlar. Çünkü yol sonsuz ve tehlikeli olmakla birlikte kapalı bir kutu içinde bal yapan arının işleyişi gibi gizlidir. Eğer yapılan bal içine zehir katılırsa bunun sırrına vakıf olamayan Hasan Sabbah’ın fedaileri gibi kurban olurken gittikleri yolun akibetini bilmemişlerdi. Samimiyet bu yolda mükemmelliğin oluşmasına sermayedir. Ancak çöldeki serabın kıymetinin bedeli olmaktan Allah Teâlâ’ya sığınmakta önemli husustur.





[“Cemaatin lideri, müridlerini bir ülküye, bir hedefe, bir ideolojiye, bir tutkuya doğru canlandırır ve/veya baştan çıkarır. Belli bir canlılığa ulaşmış grup süreçlerinin (burada, “canlılık” ile dini, siyasi, ideolojik “enerjik oluşu”) çoğunun temelinde bunu görürüz. Topluluk bir bütün olarak, ama aynı zamanda, onun içinde yer alan bireyler kendi öyküleri ile topluluğun kaderinin kesişme noktalarında liderin işaret ettiğini arzularlar. Liderin işaret ettiği ile bir kondansasyona[2] yani yoğunlaşmaya uğrar. Bu tür yoğunlaşma misallerine pek çok dini, siyasi ve ideolojik oluşumda rastlarız. “İdeolojimizin hedefi (veya içeriği), liderimizin kişiliğinde somutlaşmıştır” ifadesi herhalde çoğumuza tanıdık gelmektedir. Böyle bir yönelimin doğası aktarımdır. Cemaat üyeleri oldukça karmaşık versiyonlara bürünebilen şekillerde, narsissistik[3] ve libidinal[4] yatırımlarla liderlerine bağlanırlar. 





Bu topluluk ruhu, bir başka ifade ile, topluluğu bir arada tutan bu telkin ve illüzyon ortamı, insanoğlunun yağız toprak ve mavi gök arasındaki belirsiz varoluşunda bir mitoloji yaratır ve ona belli bir destan verir. İnsanlık tarihinin bebekliği sayabileceğimiz dönemlerde bu tip aktarımların yoğun bir şekilde varolması boşuna değildir.





İnsanın doğası ve bu doğanın içerdiği dürtüler her zaman onu bu aktarımın içindeki hareketlere doğru iter. Bu aktarım sabit bir durumda kalamaz. Tatmin yaşantısı süreklilik arz edemez. Bir zaman sonra, topluluk ruhu etkinin dışına doğru taşmaya başlar. Bazı durumlarda, başlangıçta grubu baştan çıkaran ve ona canlılık veren araç amaçlaşır ve bu etki bir evrime uğrayamaz, çözülemez ve topluluğu “zamansız” bir birincil süreç fanusuna kilitler görüntüsü verebilir.





Bu şekildeki durumlarda, lider ve onunla özdeşleştirilen ideoloji, inanç veya siyaset idealize edilir. Topluluğun dürtüler kaynaklı tabii çözülme türevleri ise topluluk dışına yansıtılır. Lider ve onunla özdeşleştirilen ideoloji temiz ve pak kalır; üzerine şüphe bulutlarının gölgeleri düşmez. Böyle durumlarda, dışarıda “kötü ötekiler” bulunur. Gitgide kapanan topluluk, “ötekiler”i paranoid [5] bir şekilde gözetlemeye başlar. [6]





İşte, serap olan mürşid elindeki topluluğun aktarım süreçlerinde topluluğun hipnozu aşmasını sağlayacak kimdir, nedir?





Bu işlev gene lider/ülkü yoğunlaşmasından mı beklenecektir?





Burada topluluğun bağışıklık sistemi alerjik bir tepki oluşturabilir (alerjik reaksiyon metaforu paradoksal bir duruma işaret eder. Bünyeyi hastalıklara karşı koruyan bu olgu, bazen başlı başına bir hastalığa, hatta ölüme sebebiyet verir).[7] Topluluk, tüm bu grup-içi bilinç yükselmesini bir dağılma tehdidi olarak yaşayabilir ve hainleri lanetliler bahçesindeki “ötekiler”in yanına püskürtebilir. Böyle bir durumda, belli bir süre için rahat edilir, düşmanlar lanetlenir, lidere ve ülküye tekrar sadakat yeminleri edilir. Bir sonraki krize kadar. Ancak endişeye gerek yoktur. Çünkü dünyada “hain”den bol şey bulunmaz.][8]





Hulasa, bu yolun ençok kurban veren bir yol olduğunu unutmamak gerekir. Bunun tek ve kaçınılmaz kurtarıcısı ise İslamiyetin ana kaynakları olan Kur'an-ı Kerim ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sünneti olduğunu unutmamak gerekir.





Vuslata ermek için çalışanların hepsi muradına kavuşamadı. Muradına erişenler ise çalışanlar içinden çıktığı unutulmamalıdır. Köprüler her zaman suya batan taşlar üzerine kurulmaktadır.





Bir zaman yüz verme dünya ehline uzlette[9] ol,
Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikâb. 





Bir zaman dünya ehline yüz verme uzlette ol,
Akıl ve fikrin bir yere topla yüzüne perde çek. 





Halvet: (Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. Gizlilik)  kişinin kendi ile başbaşa kalması ve nefis terbiyesinde geçmesi gereken hal ve makamları daha çabuk kat edebilmesi için zikir, tefekkür, açlık ve mürşidi tarafından tavsiye edilen hareketlerin bütünü ile terbiye olmasıdır.





İnsan için tavsiye edilen bu uzlet bir mürşidi kâmilin emr-i ve müsaadeleri ile olması gereklidir. Çünkü bu türlü yalnız kalmaların ve halvetin usüllerinden biri kontrollü olmak şartıdır. Halvete giren kişinin veya rabıta, murakabe ve benzeri uygulamaların diğer bir kişi (mürşid) tarafından takibi elzemdir. Bu nedenledir ki çok kişilerin bireysel olarak bu halvetlerinde zayi olduğu da bir görülmektedir.





Böyle tam inzivaya çekilmek (olgunlaşma) gerginliğini ortadan kaldırmaz, aksine bunun kendisi başlı başına bir strestir. Yalnızlık, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortam olur.” [10]





Normal hayatta halvet ise namaz, rabıta, murakabe, zikir, tefekkür, dua vb. kısa süreli halvettir. Çünkü bu türlü ibadetlerde insanlarda toplumdan kopmaları vardır. Bu türlü kopmalar sürekli olunca halvetteki kazanımlar uzun sürelide olsa kazanıldığı tecrübe edilmektedir.





Konu ile ilgili olacağından meditasyon konusu hakkında bilgi vermek gereğini uygun gördük. 





Meditasyon[11] Anlamında Dua





Geleneksel olarak ibadette veya dinî tecrübede yapılan meditasyonun amacı, daha çok Allah Teâlâ ile ilişkiye girip onun huzurunda hazır bulunmaktır. Aynı zamanda meditasyon (derin düşünme), her ne kadar farklı dinî inançlar içinde farklı tecrübeler gibi görünse de temeldeki amacı dinî tecrübeler yaşamaktır. Öte yandan dinî muhteva taşımayan meditasyonlar da vardır. Bunlar da, aynı zamanda Deikman’ın vazo meditasyon deneyinde olduğu gibi güçlü tecrübeler meydana getirebilmektedir. Bu anlamda zen, yoga[12] ve transandantal meditasyon (derin düşünme)[13] gibi bir takım meditasyonel pratikler, seküler meditasyon grubu içinde değerlendirilmektedir. Bu meditasyonların hepsi bireyde, değişik bilinç durumlarına yol açtığı için bir rahatlama meydana getirmektedir. Belki de bu yöntemlerden birçoğu, dua -ve özellikle de bireysel olarak yapılan dua gibi- farklı derecelerde de olsa düşünceye odaklanma çabası gerektirebilir. Diğer taraftan meditasyon, dinî bir aktivite gibi bireye dinî bir tecrübe kazandırmayacaktır. Meditasyon tarzında yapılan dua, başvurulan dua çeşitleri arasında daha az sıklıkla yapılan dualardan biridir ancak, bu tür duanın da dua sürecinde güçlü psikolojik etkisini görebiliriz.[14] 





Dinî Pratik Olarak Dua





Dinî pratik olarak yapılan dualar, genellikle halk arasında bilinen ve mensubu olduğu dinin din görevlisi tarafından bir kitaptan veya ezbere okunarak yapılan dualardır. Bu dua türünde, öncelikle standart dinî pratik formüllerini ihtiva eden ve bu formüllerle takviye edilmiş olan istek veya bağlılık anlamını taşıyan kalıplaşmış ifadeler yer almaktadır. Bu tarz dualar, genellikle özel bir tarzda ve monoton bir sesle okunmaktadır. Ayrıca duanın içeriğine bakıldığında, yeteri derecede ruhanî bir duygu hissetmeksizin bu kalıplaşmış ifadelerin söylendiği görülür.[15] Ancak kalıplaşmış ifadelerle yapılan duayla psikolojik rahatlama anlamındaki kazancın kaybedilme durumu, bizatihi dua etmenin meydana getirdiği duygusal güç ve etkili bir psikolojik kazanımla telafi edilmektedir.[16]





Meditasyon-Rabıta [17]





Eskilerin murakabe dedikleri kendi içine gömülme, dış dünyadan tecrit olup ruhsal derinliklere dalma hâli demek olan medâtasyonun tam bir târifini yapmak oldukça güçtür. En klasik anlamında, kişinin kendi benliğinden sıyrılıp bir nev’i evrensel birlik (vahdet: unity) hissine kavuşması için yapılan çeşitli uygulamalara meditasyon  (derin düşünme) denir; çoğu zaman, bu dereceye varıldığında, bir mistik yaşantı yaşanır. Bu yaşantıya Nirvanah, vecd, unio mistica gibi pek çok isimler verilmiştir ve tarif edilmekten ziyade, yaşanarak anlaşabilecek bir hal, yani bir yaşantı (experience: yaşanılmış tecrübe) olduğu vurgulanmıştır.





Uzakdoğu menşeli pek çok meditasyon (derin düşünme)yöntemi mevcuttur; bunlar arasında yoga, Zen gibi pasif olanlar kadar, ok atma, belli hayâli dövüş hareketlerinin yapılması (kung fu, karate ve taekwon’do’daki kata ve pumseler) gibi aktif olanlar sayılabilir. Batılılar’ın daha kolay anlaması ve uygulayabilmesi için geliştirilen teknikler de gittikçe artarak popülarite kazanmaktadır (transandantal meditasyon gibi). Çeşitli İslâm tasavvuf ekollerinde uygulanan zikirler de aktif meditasyonlardır. Bu gibi ritmik solunum ve beden hareketleri ritüellerinin kişide hafif bir alkaloz ve psişik trans hâli meydana getirebildikleri bilinmektedir. Kendi pozitivist episetmolojik anlayışı içerisinde ölçemediği, standardize edemediği ve laboratuara, bilimsel çalışmaya dâhil edemediği şeyler üzerinde spekülasyon yapmaktan kaçınan psikoloji ve psikiyatri bu gibi mânevî disiplinlerin doğruluğunu, yanlışlığını veya felsefi boyutunu tartışmaz ama bunları uygulayan kişilerin psişik durumlarını ve yaptıklarının kognitif-davranışçı etkilerini inceleyebilir. Bütün meditasyon (derin düşünme)yöntemleri, yeterince ciddi uygulandı klanında, kişinin objektif realiteden kopup kendi iç dünyasına gömülmesiyle, yani otizmle karakterize yaşantılarla sonuçlanır. Bütün mesele bu otizmin ve geçici yaşancılaşmanın (alienation) ve depersonifikasyonunun kontrollü bir şekilde kişinin ego bütünlüğüne hizmet etmesi, dissosiyatif değil assosiyatif etki hasıl etmesidir.





Pek çok güvenilir araştırma, ruhsal sağlığı yerinde veya hafif derecede nörotik problemleri olan kişilerin bu gibi yöntemleri uyguladıklarında bedensel açıdan da daha sağlıklı ve mutlu hale gelebildiklerini, hatta birtakım psikosomatik hastalıklardan kurtulabildiklerini telkin etmektedir. Bilimin pragmatist yanıyla meseleye bakıldığında, bunun ne bir zararı vardır ne de mahzuru! Fakat yukarıda belirtildiği gibi, kişilerin otistik[18] eğilimlerini kamçılayan bu yöntemlerin zaten otizm tehdidi veya gerçeği içerisinde olan kişilerde son derecede zararlı olabileceğini asla akıldan çıkarmak gerekir. Bu bakımdan, psikotik, borderline, şizoid, şizotipal, gerçeği değerlendirme melekesi bozuk ve benzeri majör zihinsel bozukluğu olan kişilerin kontrolsüzce meditasyon (derin düşünme) yapmaları psikiyatrik açıdan doğru değildir.





Piyasada bu gibi disiplinleri öğreten kurumların bünyelerinde müracaat edenlerin psikiyatrik durumlarını layıkıyla değerlendirebilecek, uygun olmayanların refüze edilmelerini sağlayacak tecrübeli psikiyatrlar veya psikologların mevcut bulunması gerekir.[19]





 





Uyarı





Meditasyon İslamî çevrelerin hemen itaraz ettileri bir usul olmasına rağmen, ne denirse densin, yani ibadet, olgu, zikir, eğitim, vb. şeyler bunlar insânî içeriği bulunan ve her şeyi ile inkâr edilemeyecek bir yöntem olduğu muhakkaktır. Çünkü insanı ilgilendiren ve hizmet eden usüllerin çoğunda dinî hayat ele alındığında şahısların farklılığı ve anlayışları karşısında çok çeşitli şeylere ihtiyaç duyduğumuzu unutmamalıyız.





Şu konu da unutulmamalıdır ki, ibadet kariyeri olmayan bir rabıtayı meditasyondan da çok ayrı ve farklı görmekte çok önemli değildir. Rabıtayı dinî bir emir veya ibadet gibi görmek nasıl yalnışsa ve bunu dini temeller içerisinde göstermek için uğraşmakta yanlış tutumdur. İnsanın ruh halini ilgilendiren şeyleri zorlayarak kendisi hakkında az bilgiye sahip olduğumuz ruh bilgisine, bunları karıştırarak bir şeyler yaptığını zannedenlerin de yanlış yaptıkları kanaatindeyiz. Önemli olan şey, Allah Teâlâ’nın Kur'an-ı Kerim ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem vasıtasıyla beyan buyurduğu ibadetleri yaparken belki eski dinlerden kazanılmış tecrübelerden istifade etmek uygun bir tarz olsa gerektir. Çünkü namaz ibadeti eski dinlerden beri var olduğu düşünülürse meditasyon gibi (aslından uzaklaşmış usuller) tevhit çerçevesinde faydalanmaktan geri kalmamak lazımdır. Çünkü Hikmet mü’minin yitiğidir; nerede bulursa alır.”  [20] müslümanın birinci görevidir.





Tekrar hatırlatmak gerekirse hayatın içerisinde bazı güzellikleri görmek ve bunu dinin içerisinde hemen bir yere kondurmaktan çok onu insânî bir ihtiyaç olarak yaşamak en güzelidir.





Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikâb. 





“Akıl” kelimesinin kökü îtibârıyla (a.k.l.) “bağlamak” “hapsetmek”, “muhafaza etmek” gibi anlamları vardır. Araplar azgın deveyi kontrol altında tutup muhafaza etmek üzere kullandıkları ipe de “ıkâl” derler. [21]





Akli (ruhi) eylemler ile cismani (maddi) eylemler arasında ahenk kurmak, insanın fıtratında vardır. Bir şekilde bu ahengi kurmayan kişi, huzur ve sükûna eremez. Söz konusu ahenk iki şekilde kurulabilir. Birincisinde, kişi, bir eylemin ya da eylem­lerin gerekliliği ya da arzu edilirliğine karar vermek için aklını kullanır ve daha sonra aklına uygun eylemde bulunur. İkincisin­de, kişi, duygularının etkisiyle eylemlerde bulunur ve daha sonra eylemler için akli açıklamalar veya mazeretler icra eder.[22]





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





Allah Teâlâ aklı yarattı, sonra ona: “yönel” dedi. Yöneldi; “geriye dön” dedi. Döndü; “otur” dedi oturdu; “kalk” dedi. Kalktı; “konuş” dedi. Konuştu; “sus” dedi sustu; Sonra Allah Teâlâ; “îzzetim celâlim, kibriyam, saltanatım ve ceberutum hakkı için, mahlûkat içinde senin kadar bana sevimli birşey yoktur” buyurdu.” [23]





İbn’ül Arabî de kelimenin bu anlamından hareketle aklı, insan ülkesini muhafaza edip kontrol altında tutan, çekip çeviren, işlerini düzenleyen vezir gibi görür. Yine bu anlamından hareketle aklı, Allah Teâlâ’nın hibe ettiği marifeti kabul eden ve bu marifeti bağlayıp muhafaza eden bir yeti olarak görür. [24]





Sûfî, keşfî bilgisi vasıtasıyla ulûhiyyet hakkında tam bir bilgi elde eder. Zîrâ akıl, Hakk’ın sadece tenzihî yönünü tanırken, sûfînin kalbî bilgisini ifade eden keşf, O’nu hem tenzihî hem de teşbihi yönünü tanır, hakikatin birliği ve çokluğunu aynı anda küllî olarak idrak eder. Akıl, tek olan Hakk’ın “İlk”, “Son”, “Zâhir” ve “Bâtın” gibi bir birine zıt veçhelerini idrak edemez. Bu sebeple rasyonel düşünürler, Allah Teâlâ’nın tenzihen olduğu kadar, tecellîleri îtibârıyla teşbihî yönünü idrak edemediklerinden Allah Teâlâ hakkında gerçek ve kuşatıcı bilgiye ulaşamazlar.





Diğer taraftan akıl, diğer bütün sûfîlerin de ortak kanaati olarak tasavvufî bilginin merkezine koydukları “âşk“ı idrak edemez. Hiç kimse aklın gözetiminde Allah Teâlâ’ya aşık olamaz.[25]





Göz kulak dil kapıların bağla muhkem bir zaman,
Ola kim Hakk-dan yana gönlünden ola feth-i bâb.
[26] 





Göz kulak dil kapıların muhkem bir zaman bağla,
Senin için gönlünde Hakk tarafına bir kapı açıla. 





Burada “bir zaman” kırk gün demektir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Kırk gün süreyle Allah Teâlâ'ya ihlâsla amel edenin hikmet pı­narları kalbinden lisanına akar.”  [27]





Burada “bağla” demek kelâmın geldiği yeri bil ve söylenen şeyin hakikatine göre göre tedbirini al demektir. Yani sözün geldiği yerin Allah Teâlâ katı olduğunu anlarsan kızmaz ve sana açılan veya yönelen hikmeti çözmüş olursun, demektir. Çünkü Hakk katında şer diye bir şey yoktur.





Ancak bazan insan yanlış söze de düşer. Ta ki ilim ehli bile olsa.





“İnsan bazen, kendisinin hiçbir sakınca görmediği, fakat Allah’ın gazabını gerektiren öyle bir kelime söyler ki, öyle sözler konuşur ki o sözlerle birlikte dibi yetmiş yıllık mesafede bulunan cehennem çukuruna iner.” [28]





[“... Mevlânâ Şam'dan Kayseri'ye geldiği zaman, bü­yük âlimler ve arifler karşılamağa gittiler. Onu ağırla­dılar. Sahip Şemseddin Isfehânî Mevlânâ'yı sarayına gö­türmek istiyordu, fakat Seyyid Burhâneddin Tirmizi:





“Ulu Mevlânâ Bahâeddin Veled'in (Mevlânâ'nın babası) adeti medreseye inmekti diyerek Mevlânâ'nın saraya gitmesine müsaade etmedi. Mevlânâ Hazretleri kala­balıktan kurtulup yalnız başına kalınca Seyyid Burhâ­neddin Hazretleri inayet yolu ile;





“Allah'a hamd ve minnet olsun ki, bütün zahiri ilimlerde babandan yüz kat ilerdesin, fakat “ledün ilmi” nin incilerini de açıklaman için, mânevi ilimlere de ça­lışmanızı istiyorum. Benim arzum; Senin, benim önüm­de bir halvet çıkarmandır” buyurdu. Mevlânâ Celâled­din, Seyyid Burhâneddin Hazretlerinin bu isteğini samimi­yetle kabul etti. Bunun üzerine Seyyid Burhâneddin :





“Yedi gün halvet et!” buyurdu. Mevlânâ:





“Yedi gün az olur, kırk gün bâri olsun” dedi. Seyyid Burhâneddin bir hücre hazırladı, Mevlânâ'yı bu hücrede halvete koydu. Hücrenin kapısını da kerpiçle kapadı. Derler ki :





“Hücrede bir ibrik su ve bir kaç arpa ekmeğin­den başka hiç bir şey yoktu. Kırk gün sonra Seyyid Bur­hâneddin hücrenin kapısını açtı, içeri girince, Mevlânâ'­yı düşünce köşesinde tam bir huzur içinde, başını hay­ret yakası içine sokmuş, mânevi âlemlerin düşüncelerine dalmış, mekânsızlık âleminin şaşılacak şeylerini müşahe­de ile meşgul ve





“Nefislerinde de ibretler vardır, fakat bunu görmezler” âyetinin sırrına ulaşmış bir vaziyette gördü. Şiir:





“Senin dışında dünyada her ne varsa yoktur. Her aradığım kendinde ara, çünkü her aradığın sendedir.” ] [29]





Hikmet sahibi kişiler sükût ve halvet yolunu tecih etmişlerdir. Ancak sükût denilince de Hakk’ı konuşmamakta değildir.





 Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





Bir kula dünyada zühd ve az konuşma ihsan edildiğini gördüğünüz zaman ona yaklaşınız. Çünkü ona hikmet verilmiştir.” [30]





“Kendisine zühd ve zühd konusunda va'z etme kabiliyeti verilen kimseyi gördüğünüzde ona yaklaşın, zira o hikmet telkin eder.” [31]





Ger ölümden kurtulam dersen yürü var âşık ol,
Döne döne âşk
 oduyle cism ü cânı kıl kebâb. 





Yürü var âşık ol, eğer ölümden kurtulmak istersen,
Döne döne âşk ateşiyle bedenini ve cânı kebâb kıl. 





Hz. Ali kerreme’llâhü vechenin  “Ha ben ölümün üzerine gitmişim ha ölüm benim üzerime gelmiş, umursamıyorum!” (Lâ übâlî sekattü ale'l-mevt ev sekata el-mevtü aleyy) [32] diyerek dile getirdiği ölüm hakkındaki tasavvuru da onun ölüme hazır bir ârif veya ölüme meydan okuyan bir cengâver ruh halini yansıtmaktadır.





Kebab pişerken çevrilmesi ile her yanı eşit pişer. Eğer kebabın seması yoksa bir tarafı ya çok yada az pişerki istenilen durum değildir. Âşk ateşi ile semaya durmak ile dengeye ve vuslata ermek mümkün olmaktadır.





Gir bu derd meyhânesine koma elden kâseyi,
Hiç yürek kanından özge âşığa yoktur şarâb. 





Koyma elden kâseyi bu derd meyhânesine gir,
Âşığa hiç yürek kanından başka yoktur şarap. 





Derdden murad edilen âşk,  meyhâneden murad edilen ise Mürşid-i Kâmil’in huzûrudur.   Kâseden murad da âşıkın Mürşid-i Kâmilden istifadesidir.   Âşık kendisini tamamen yok etmeden ona lezzetli şarab yoktur. 





Himmetin dâim bu olsun kim Hakk’ı anlayasın,
Hakk’ı bilmekten yeğ olmaz iki âlemde sevâb.
[33] 





Himmetin Hakk’ı anlamak dâim için olsun,
İki âlemde Hakk’ı bilmekten üstün sevab olmaz. 





Himmet: Herhangi bir şeyin ya da kemâl mertebesinin husûle gelmesi için kalbin, bütün rûhânî kuvveleriyle Hakk’a yönelmesidir. Kalbî yoğunlaşmayı ifade eden bir terimdir. [34]





Herkes anlamaktan bahseder. Fakat anlayanın anlayışındaki isabet ne kadar olduğunu bilmek nedir, bunu bilmek lazımdır. Mesela;





Şârih Ahmet Avni Konuk, Şeyhü’l-Ekber’in eserlerinde açıkladığı mârifetlerin ne kadar ince ve anlaşılması zor olduğu hususunda şunları söyler:





“Çoğu kimseler, Şeyh’in açıklamış olduğu hakikat ve mârifetlerden ürküp onları inkâr ederler.





Ve birtakım kimseler ise anladıklarını zannedip, kulluğun gereği olan tââtten uzaklaşarak dalâlete düşerler.





Bu hakikat ve mârifetler, kıldan ince kılıçtan keskin bir sırat-ı müstakîmdir. İlâhî tevfik rehber olmadıkça “aklın ayağı”nın kayma korkusu vardır.” [35] 





İbn’ül Arabî ’nin ifadesiyle: “Varlık bütün yönlerden dâimâ O’na yönelmiş durumdadır; O, bilinemese bile. Her himmetle dâimâ arzulanan O’dur; O’na ulaşılamasa bile. Aynı şekilde her dilde konuşulan da O’dur, sözle anlatılamasa da. Perde kalkıp göz gördüğüyle birleşince... insan ne şiddetli bir hayret içine düşer, ne büyük bir özlem duyar. İşte o zaman O, kendini değişik sûretlerde gösterir de Kendisine tuzak kuranlara tuzak kurulur (mekr), îmân eden kazanır, inkâr eden kaybeder.”[36]





Ger azâb-ı âhiretten bulmak istersen halâs,
Arif ol ki cehl odundan kopısar [37] cümle azâb. 





Eğer âhiret azâbından kurtuluş bulmak istersen,
Arif ol ki cehl ateşinden meydana çıkar cümle azâb. 





Makâm-ı marifet, rutubet makamı olduğundan, marifetin diğer bir adı da feyzdir. Makâm-ı cehalet ise yübûset (kuruluk) makamıdır. Bu yüzden câhile özellikle de zâhid'e husk ve fersude (kuru, kaba-saba ve eskimiş) derler.





Burada yaş ve kurunun yanış farkını anlamak gerekir. Yaş odun kolay yanmaz. Sadece zahirî ilimelere girmek tam bir cehalettir. Hatta





“De ki: «Öyleyse Allah'a koşusun; doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım.” [38] daki koşuştan maksat; cehaletten, (ister hükümler ister hakikatlerle alâkalı olsun) ilme koşuştur. Zira ilim, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarındandır. Dünyâda öncekilerin ve sonrakilerin sahip oldukları bütün ilimler, Allah Teâlâ'nın ilmine kıyasla yedi deryadan bir damla gibidir.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kıyamet alâmetleriden bahsederkenilk olarak ilmin gizlenmesi ve cehaletin izhâr edilmesini haber vermiştir. Yine Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:





“Allah Teâlâ ilmi (verdikten sonra), insanların (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayı kabzetmek suretiyle alır. Ülema kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar.” [39]





İmam Şa’bi rahmetu’llâhi aleyh dedi ki:





“İlim cehalet, cehalette ilim oluncaya kadar kıyamet kopmaz, bütün bunlar ahir zamanda hakikatların tersine döndüğü ve işlerin  aksine döndüğü şeylerdendir.





Kul, ihlas sahibi olmayınca hakikata eremez. Çünkü beşeri sıfatlar, ancak zatî tecelli ile sona erer. Cehaletin ortadan kalkması, Allah Teâlâ’nın zatına karşı irfan sahibi olmakla olur. Bu da tahsille elde edilmez. Allah Teâlâ vasıtasız öğretir. Tıpkı Hızır aleyhisselâma olduğu gibi.





Kendi katından ilim verir; o da verdiği o duygu ile arif olur ve ihsanla da ibadet eder. Cehaletin zararları sadece bununla sınırlı değildir. Amellerin boşa gitmesine, sevaplarının azalmasına veya farkında olmadan haramlara girmeye de sebebiyet verir.





Ancak;





Mademki o ilim. seni kendine itaat et­tirip boyun eğdiremiyor, o halde o ilim insana bir zahmet ve yorgunluktan başka bir şey olmaz.





“Seni, senden almıyan ilimden cehalet yüz kere daha iyidir.” [40]





Bu Niyâzî kendinden demez bu sözü ey püser,
Hep anı söyler duyarsın gökten inen dört kitâb. 





Ey oğul, Niyâzî bu sözü kendinden söylemez
Duyarsın ki gökten inen dört kitâb hep bunu söyler. 





Hz. Ali kerreme’llâhü vechenin “Söyleyenin kim olduğuna bakma, söylediği şeye bak!” veya “Söyleyene değil, söylediğine bak!”[41] kelâmına dikkat edilmelidir.














[1] (YALOM, et al., 2000), s.126





[2] Condensation:(i.) kısaltma, özet; (kim), (fiz.) yoğunlaştırma, sıklaştırma, koyulaştırma; buğu.





[3] Narcissism: (i.) kendine hayran olma, narkislik, narkisizm. Kendi cemaatlerinden başka kurtuluş yolu yok gibi düşünceler. Mesela, cemaat liderinin kitabından başka kitapları okumayan müridler gibi. İslâmiyette kaçınılmaz kitap Kur'an-ı Kerim iken bazı cemaatler onu bile terke kadar ileri gittikleri zamanımızda görülmektedir.





Bazı cemaatler ise kitap dahi okutmamakta ısrarları o kadar çoktur ki, kendi mecmuaları ve dergi vb.lerini tavsiyeden ileri gitmedikleri görülmektedir.





[Ülkemizdeki büyük dini cemaatler günlük gazete ve televizyon sahibi olmak istiyor. Güçlü bir Müslüman medyanın kurulamamasında bunun da rolü vardır. Her cemaat, her tarikat, her fırka, her hizip, her grup kendi gazetesini, kendi dergisini, kendi TV’sini kurarsa elbette güçlü ve üniter bir medyaya sahip olamayız.





Gazete konusuna temas ederken abone yoluyla yüksek tiraj elde etmeye de parmak basmalıyız. Bugün öyle gazetelerimiz var ki, normal satışı 30 bin, abonelerle genel satış 500 bin oluyor. Bu pek sağlıklı bir tiraj değildir. Aboneler de şöyle: Cemaate bağlı zenginler 50’şer, 100’er, 200’er gazetenin parasını veriyorlar, dağıtıcılar bunları apartmanlara, dükkânlara, işyerlerine bırakıyor. Çoğu okunmuyor, hatta “Kardeşim, istemiyoruz, getirmeyin...” diyenler bile var.





Müslümanlar, Türkiye’de hâlâ medya sahasında birinci olamamışlardır. Bu birinciliği elde etmek için paralel ve alternatif yollar bulunmalıdır.





“Hazret-i Mübarek” zihniyetiyle medya meselesini halledemeyiz.





Hazret-i Mübarek şöyle istedi, böyle istedi... Bir tane Hazret-i Mübarek yok ki, bir yığın Hazret-i Mübarek var.





Bundan elli sene önce “İslâmî Gazete” çıkartılabilirdi. Bu devirde artık Türkiye’nin bütününe hitap eden, Türkiye’yi bütünüyle kucaklayan gazeteler çıkartılmalıdır. Sermayedarlar ve idareciler Müslüman olacaktır, ama gazete Türkiye’nin bütününe hitap edecektir. İşte bunu başarmak çok zor...





Sanırım 1951 veya 52 idi. Galatasaray Lisesinde son sınıf öğrencisiyim, yatılı okuyorum. Üstad Necip Fazıl “Büyük Doğu”yu günlük çıkartıyor. Büyük Doğu, devamlı çıkamazdı. Merhum Üstadta tüccar, sermayedar zihniyeti yoktu. İşte Büyük Doğu’nun çıktığı aylarda, sabahleyin 6.30’da çalan kalk zilinden yarım saat önce uyanır, elimi yüzümü yıkar, giyinir, aşağıya inerdim. Okula günlük gazeteleri getiren bir hademe vardı, üç adet Büyük Doğu getirirdi, birini ben alırdım. Büyük Doğu çıkmadığı zamanlar, 6 buçuk ziliyle yataktan doğrulamazdım...





Günlük gazeteler merakla, heyecanla, aşk ve iştiyakla beklenmeli ve okunmalı. (Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 15. 12. 2007)]





[4] Libidinal: Şehvetli. Sapık tarikatlerde bu hal çoktur.





[5] Paranoid: paranoyak





Mesela, “gel bizim cemaate, kurtulasın”, “bizim efendiyi tanımamak büyük şansızlık” gibi ifadeler.





[6] Cemaatlerinini tabu yapanlar.





[7] Psikiyatrik hastalar, şizofrenler vb.





[8] Uygarlık, Din ve Toplum. Çev. Selçuk Budak. Öteki Freud Dizisi (1997). “bensizbiz” Topluluk Zihniyetinin Psikanalizi. Ihtaki Yayınevi, 2002. Yavuz ERTEN’nin “Ben'den biz'e ve siz'e: "bensizbiz".Topluluk Zihniyeti Üzerine Düşünmeye Psikanalitik Bir Davet.” Makalesinden uyarlanmıştır.





[9] Uzlet: Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak.





[10] (YALOM, et al., 2000), s. 128





[11] Meditasyon / Meditation (derin düşünme): Sessiz, ama derin düşünme, belli imgeler, vb. üzerinde yoğunlaşma ile tanımlanan ve genellikle sessiz bir mekânda rahat pozisyonda oturup, derin ve düzenli soluklanmayla nötr imajlar üzerinde odaklanmayı içeren bir gevşeme tekniği ve terapisidir. Bu teknikle, psikolojik bağlamda iç huzur, dinginlik ve sakinlikle tanımlanan farklı bir bilinç durumuna ulaşıldığı varsayılır. Budizm, Hinduizm gibi dinlerde de yukarıdaki anlam kastedilir. (Budak, Psikoloji Sözlüğü, s. 501)





[12] Yoga / Yoga: Öngörülen ruh ve beden disiplini yoluyla yüce varlıkla veya yüce ilkeyle bütünleşmeyi hedefleyen bir Hindû felsefesidir. (Budak, Psikoloji Sözlüğü, s. 842)





[13] Transandantal Meditasyon / Transcendental Meditation: Çabasız ve doğal bir derin düşünme tekniği olan transandantal meditasyon, bugünkü haliyle altı aşamadan oluşur ve günde iki kez 20 dakika süreyle gözleri kapalı bir şekilde oturup, “mantra” denilen bir sözü tekrarlamaktan ibarettir. Mantra’nın bu şekilde tekrarlanması, bireyi dikkat dağıtıcı düşüncelerden uzaklaştırır, onda bir gevşeme durumu yaratır ve bireyin zihnin derinliklerine dalarak farklı bir bilinç düzleminden imajları ve düşünceleri izlemesini sağlar.   (Budak, Psikoloji Sözlüğü, s. 766-767)  





Mantra: Sözle ifade etmek veya sürekli söylenen veya bir dua veya sihirli ses olan sözcüklerin birleşmesi





[14] (ARGYLE, et al., 2000)





[15] Wulff, D. M. (1997). Psychology of Religion, 2. Edition. New York: Wiley.





[16] (ARGYLE, et al., 2000)





[17] Bu iki terimin temelde benzerlik olmasından dolayı bu makalenin faydası olacağı düşünülerek alıntı üzeinde düşünürek okumayı tavsiye ederiz.





Rabıta; müride, Allah Teâlâ’ya karşı derin bir saygı hâlini beraberinde getiriyor. Çünkü nasıl büyüklerimizin ve sevdiğimizin huzurunda lâubâlî olmuyor, onun cemâlini seyretmek, onun hürmetine münâfî bir şey yapmamak için îtinâ gösteriyorsak, tesbîhâtta da aynı hâli takınmak ve O’nun huzurunda olduğunu; O’nun yakınında olduğu­nu hissetmek gerekir ki, bu, kişiye göre değişir; bazı­sı huzurda, bazısı yakınındadır. Rabıta, zamane tabi­riyle söyleyeceğim, tam da aynı şeyi karşılamaz ger­çi ama bir konsantrasyon temini içindir ama meditasyon değildir. Meditasyon başka bir şey. Kendinden geçmek yoktur, kendine gelmek vardır dervişlikte. Dervişler kendilerinden geçmek için derviş olmazlar, kendilerine gelmek için derviş olurlar. (İNANÇER, 2006), s.177





[18] Autistic: otistik, içine kapalı





[19] (DOKSAT, 10-11 Aralık 1998)





[20] Keşfu’l-Hafa, Beyrut, 1351, I/363-364. 





[21] İbnü’l-Manzûr, Cemâlüddin Muhammed, Lisânü’l-Arab, (Dârü’s- Sâdr), Beyrut 1954, c. XI, s. 458, 459;





[22] (TOLSTOY, 2005), s. 37





[23] Ebu Nuaym. Hilye. 7/318; Hadisin mevzu olduğu ittifakla kabul edilmektedir, bkz. Sağâni, 35; Sehâvi 163; Aclûnî. 1/263; Akılla ilgili tüm hadislerin uydurma olduğu söylenir. Bkz. Jbn. Cevzi. Mevzuat. (ŞEKER, 1998), s.205





[24] İbnü’l-Arabî, Tedbîrât,  s. 157, 158; Fütûhât (thk), c. II, s. 100.





[25] (ÇAKMAKLIOĞLU, 2005), s. 75





[26] Müşâhede üç anlama gelir:





İlki mahlûkâtın Allah Teâlâ’da müşâhede edilmesi,





İkincisi Allah Teâlâ’nın mahlûkâtta müşâhede edilmesidir.





Üçüncüsü ise mahlukât söz konusu olmaksızın Allah Teâlâ’nın müşâhede edilmesidir. Bu da yakînin şüphesiz bir şekilde müşâhede edilmesidir. (İbnü’l-Arabî, Fütûhât (byr.), c. IV, s. 186. (ÇAKMAKLIOĞLU, 2005), s. 161)





[27] İbn. Cevzi, Mevzuat. III/144. 145: Aliyu’l Kâri. 315; Aclûnî. 11/224; Sehavl 620-21; Ebu Nuaym, Hilye. V/189; Hadisin sağlam kaynaklarda yer almaması ihtiyatla yaklaşmayı gerektirmektedir.





[28] Sahih-Buhârî, Rikâk 23; Sünen-i Tirmizî, Zühd 12; Sünen-i İbn Mâce, Fiten 12; Muvattâ, Kelâm 5; Müsned-i İbn Hanbel, 2/334, 3/369.





[29] (KARABULUT, 1984), s. 12-13





[30] İbn. Mâce. Zühd. 1: Ebu Nuaym. Hilye. 10/405





[31] İbn. Mâce. Zühd. 1: Ebu Nuaym. Hilye. X/405





[32] Beydâvî, Nâsıruddîn Ebû Saîd eş-Şîrâzî, Envâru't-tenzîl ve esrâru't-te'vîl, İstanbul, ts., I, 76. (GÜLER)





[33] Sevab: Hayır. Hayırlı iş. Allah Teâlâ tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmağa mahsus iyi amel.





[34] Cürcânî, et-Ta’rîfât, s. 258; Kâşânî, Reşhü’z-Zülâl, s. 116; A. mlf., Tasavvuf Sözlüğü, ss. 567-569 (ÇAKMAKLIOĞLU, 2005), s. 133





[35] Konuk, Tedbîrât Şerhi, s. 27; (ÇAKMAKLIOĞLU, 7 -2006)





[36] İbnü’l-Arabî, Kitâbu’l-Fenâ fi’l-Müşahede, (Resâil), s. 8. (ÇAKMAKLIOĞLU, 2005), s. 157





[37] Kop-ısar:1- gürültülü veya tehlikeli bir şey meydana çıkıvermek; 2- birden bire başlamak veya ortaya çıkmak





[38] Zariyat, 51





[39] Buhari, İlim 34, İ'tisam 7; Müslim, ilm 13, (2573); Tirmizi, ilm 5, (2654).





[40] (EFLÂKÎ, et al., 1995), b. 53, s.228





[41] Ali el-Kârî, Ebu'l-Hasen Nûreddîn Ali b. Sultân, el-Masnû' fî ma'rifet'l-hadîs el-mevdû' (thk. Abdülfettâh Ebû Gudde), Haleb 1414, s. 169. (GÜLER)


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar