Print Friendly and PDF

Kalbimde Senden Başka Kimse Yok


7





يَا رَاحِمَ الْـعُصَاتِ كُنْ رَحِيمًا                                                                          
 Ya rahim-el usat kün rahiymen
لِلْـمُذْنِبِ الْفَقِيـرِ جآءَ ذَلِيلاًli’l-müznibi’l-fakîri câ zelîlen  
                                                               عُمْري مَضى وَ لَيْسَ في شَيْءٌ Ömrî madâ ve leyse fî şeyün                                                        





سِوى الْمَفْضُولِ وَالْهَوى اَصْلاًSiva’l-mefduli ve’l-heva aslan                                                         





وَ ابْـيَضَّ وَجْهى جُمْلَةَ وَ ذِقْـنِىVebyazza vechî cümleten ve zıknî                                                





وَ لـَيْس في الْفُـــؤۤدِ مِنْـهُ شَيـْئاًVe leyse fî’l-fuâdi minhü şey’en                                                       





مَا طَاعَتِى اِلاَّ رَياَّ وَ سُمْعَـةَMa taatî illâ rayyave süm’ate  
                                                          فَمَا وَجَدْتُ مِنْـهُمَا خُلُوصًاFemâ vecedtü minhuma hulusan                                                     وَ مَا اطَـعْتُ خَالِصًا لِرَبيِّVemâ etağtü halisan li rabbî                                                               





وَ مَا عَمِلْـتُ مُخْلِصًا مُطِيعًاVema alimtü muhlisan mutîan                                                        





يَا َربِّ عَبْدِكَ الذَّلِيلُ  َاتىَYa Rabbî abdike’z-zelîlü etâ                                                                  





بِكُـلِّ َانْوَاعِ الْهَـوَى عَليِلاًBi külli envâi’l-heva alîlen                                                                        





مِنْ كَثْرَتِ الذُّ نُـوبِ لَـيْسَ وَجْهٌMin kesreti’z-zunubi leyse vechün                                                





لَهُ يَجِئُ اِلَـيْكَ يَا عَليِمًاLehu yecîu ileyke yâ alimen                                                                      





وَ لــكِنْ اِعْتِمَادَهُ قَوِّىٌVelâkin iğtimadehu kaviyyün                                                                    





عَلى اِسْمِـكَ الْعَفُـوُّ يَا كَريـمًاAlâ ismike’l-afüvvü ya kerimen                                                        





عَظَايِمُ الذُّ نُوبِ مِنْ عُصَاتٍئAzâyimü’z-zünûbi min usâtî                                                              





صَغِـيرَة ٍ لَدَيـْكَ يَا حَلِـمًاSağiraten ledeyke yâ halimen 
                                                                فَمَا لِدآئــُنـَا دَوآءٌ اِلاَّFemâ lidâüna devâün illâ                                                                             مِنْ فَضْلِكَ الْعَمِيمِ يَا حَكِيمًاMin fazlike’l-amîmi Yâ Hakîmen                                                    





فَجُـدْ عَلى الْمِصْرِىِّ فَضْلَ جُودٍFecüd ala’l-Mısrıyyi fazla cûdin                                                   





مِنْ بَـحْرِ جُودِكَ الْـوَرى عَميِمًاMin bahri cûdike’l-verâ amîmen                                                   





وَ دُلَّـنِـى اِلى رِضَاكَ مَوْلــىٰ                                                                                       
  Ve düllenî ilâ rizâike mevlâ





فَـأَنـــْتَ خَيْرٌ لِلرِّضٰى دَلِـيلاًFe ente hayrun li’r-rıza delilen                                                           





يَا رَاحَمَ الْـعُصَاتِ كُنْ رَحِيمًا





Ey asilere rahmet eden, mehametli olmanı istiyoruz.





لِلْـمُذْنِبِ الْفَقِيـرِ جآءَ ذَلِيلاً





Zelillikle gelen fakirlere ve günahkârlara da rahmet istiyoruz.





عُمْري مَضى وَ لَيْسَ في شَيْءٌ





Ömrüm bir şeye değmez şekilde geçti gitti.





Kur'an-ı Kerim’de “Gerçekten insan üzerinden öyle uzun bir süre gelip geçti ki o anılmaya değer bir şey bile değildi?!” [1]buyurulması sâri zamanın değersizliğini beyandır. İnsan geçmişine nazar kıldığında hep hüsran içinde kalmaktadır. “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir.”[2]





سِوى الْمَفْضُولِ وَالْهَوى اَصْلاً





Aslı heva ve değersizdir, başkada olmadı





İnsanın ömrü tükenmeye doğru gittikçe geçmişinin sıkıntıları ve değersizliği onu rahatsız eder. Bu hal bütün insanlar içinde geçerlidir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:





“Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah Teâlâ'ya secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz.”





Ebu Zerr radiyallâhü anh ilâve etti: “Keşke sökülen bir ağaç olsaydım.”[3]





“İnsan, diğer bir insanın kabrinden geçerken: Keşke onun yerinde ben olsaydım! Demedikçe Kıyamet kopmaz” [4]





İnsan neden kendine eziyet etmekten, kendini suçlamaktan, yaralamaktan zevk alır?





Zevk alır, çünkü o an ne kadar alçaldığımızın, ne kadar değersiz ve önemsiz biri olduğunuzun bilincine varırsınız. Zevkinizin kayna­ğı bu bilince ulaşmaktır işte.





Ne kadar ümitsiz olduğunuzu, ol­duğunuzdan başka bir insan olamayacağınızı, değişmeye gerçek­ten inanıyor olsanız ve bunun için yeterli zamanınız olsa bile, bu­nu istemeyeceğinizi anlamış olmanın verdiği zevkten daha büyük bir zevk olabilir mi?





Diyelim ki değişmek istediniz, ne olacaksı­nız ki?





Belki de sizin için gerçekten başka çıkar yol yoktur. Yani olduğunuz gibi olmaktan başka alternatifiniz yoktur?





Öyleyse neden boşuna değişmek için gayret sarf edesiniz ki?





Bütün bun­lar, derin anlayışın tabiatı gereğince, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. O yüzden bırakın değişmeyi, yapabileceğiniz en ufak bir şey dahi yoktur. Derin anlayış yasalarına göre şöyle bir sonuca varabiliriz buradan: Sefil bir insan, sefilliğinin derecesinin farkına varabiliyorsa eğer, bundan kendine bir övünme payı da­hi çıkarabilir.[5]





وَ ابْـيَضَّ وَجْهى÷ جُمْلَةً وَ ذِقْـنِى





Yüzümün hepsi ve çenem beyazladı.





Ömür alevi en çok saç ve sakalda kendini gösterir. Hangi renkte olursa olsun ateşte yanan eşyaların bakiyesi kül rengi olan beyazlık işareti ile belirir. Beyaz renk safiyete işaret olduğundan nur eczasıda en çok beyaz ile temsil edilmiştir. Cennetin toprağı dahi un şeklinde bir topraktır.





وَ لـَيْس في الْفُـــؤۤدِ مِنْـهُ شَيـْئاً





Kalbimde ise Senden başka şeyde yoktur.





Yalnızlık psikolojisi ve Allah Teâlâ’dan gayri kimse ile muavenetin olmadığını anlamak ancak ömrün son deminde anlaşılır. Kalp dayanaklarını ancak ölüme yakın kaybettiğini hisseder. İsterse bu manevî haller içinde olsun. Çünkü beşerin yok olma hissiyatını tatması ancak ihtiyarlıkta biraz kendini gösterir. Bu nedenle toprağın sevgisi arttığından mülk üzerindeki isteklerine gem vuramaz. Bu hali terk etmek için yüksek bir terbiye gereklidir.





Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz bazen kendisinin Mehdî ve İsâ olduğunu söylerken bu hallerin aslında geçici olduğunu belki bu makamda daha iyi tefekkür etmektedir.





مَا طَاعَتِى اِلاَّ رَياَّ وَ سُمْعَـةَ





Taatımda ancak riya ve şöhrettir.





Riya, şeytanın en önemli silahlarından biridir. Riya ibadette olduğu gibi her işte olabilir. Bunu da ancak ihlâslı kişilerin anlayabilir. Riya, gaflet ve gıybet tohumlarının yeşermesine sebeptir.





Riya ateş, amelleri saman gibidir. Bir ateş parçası, bir harmanı nasıl yakarsa riya da güzel amelleri öylece yakar. Yine riya sel, ameller bina; riya yel, ameller kül; gibidir.





Yok denecek kadar az bir riya çokça güzel ameli bir anda bitirir. Riyanın ilacının ise, ilim ve ameldir. 





Riya ehlinin üç alâmeti vardır.





Birincisi; o kişi halktan uzak olduğunda ibadetinden zevk almaz ve ibadetlerinde gevşektir.





İkincisi; o kişi övgü ve güzellikler işittiğinde sevinir. Amelinden yine de gafildir.





Üçüncüsü; halktan yeterince ilgi görmezlerse onlarda ibadetlere karşı bıkkınlık ve bezginlik başlar.





فَمَا وَجَدْتُ مِنْـهُمَا خُلُوصًا





Bu ikisin (şöhret ve riya) dendolayı ihlâslı olamadım





وَ مَا اطَـعْتُ خَالِصًا لِرَبيِّ





Bu nedenla ihlâsla itaat edemedim





وَ مَا عَمِلْـتُ مُخْلِصًا مُطِيعًا





İtaatkâr ve ihlâslı amelde işleyemedim.





يَا َربِّ عَبْدكَ الذَّلِيلُ  َاتىَ





Ey Rabbim huzuruna zelillikle gelen kulunda





بِكُـلِّ َانْوَاعِ الْهَـوَى عَليِلاً





Nefsin bütün hastalıkları bulunmaktadır.





Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de kalbin hidâyetten uzaklaşması[6], paslanması[7], hastalanması[8], katılaşması[9] perdelenmesi[10], körelmesi [11] ve mühürlenmesi [12] gibi birçok hastalığı bulunduğunu bildirince nefsin hastalıklarını saymak çok zordur.





مِنْ كَثْرَتِ الذُّ نُـوبِ لَـيْسَ وَجْهٌ





Günahlarının çokluğu yüzünden bakacak yüzü yoktur.





لَهُ يَجِئُ اِلَـيْكَ يَا عَليِمًا





Ya Alîm, sana nasıl geldiğini de çok iyi bilirsin.





“İlim” sıfatı insanlarında nitelendiği sıfatlardandır. Allah Teâlâ’daki ilim sıfatı ise anlam itibariyle birbirine denk değildir. Çünkü Allah Teâlâ’nın ilmi huzûrî, beşerin ilmi ise husûlîdir.





Allah Teâlâ’nın diğer sıfatlar da böyledir.





وَ لـôـكِنْ اِعْتِمَادَهُ قَوِّىٌ





Çünkü Sana güveni tamdır.





Tevekkül; acizlik göstermek, başkasına güvenip dayanmaktır. Allah Teâlâ'ya güvenme, O'nun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanmaktır.





 “Her kim Allah'a tevekkül ederse O ona yeter. Kesinlikle Allah emrini yerine getirir.” [13]





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin, devesini salıvererek Allah Teâlâ'ya tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye "Onu bağla da öyle tevekkül et." [14] buyurmasında ki gizli mana, tecelli edecek olayın hakikatte Allah Teâlâ’nın bilgisinde ve hükmünde bulunmasıdır.





Her ne şekilde zuhur edecek şeyde isyana düşmemek ve Allah Teâlâ’ya kötü zandan emniyette olmak için tevekkül emredilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ emin ve emniyet hususunda kavi ve kuvvet sahibidir. Allah Teâlâ emanete ihanet etmez. Fakat kul kendi sorumluklarının sonucunda acizliğini Allah Teâlâ’ya yükleyip isyana düşmemesi için Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu şekilde emir buyurmuştur. Yoksa Efendimizin;





  "Eğer siz Allah Teâlâ'ya hakkıyla tevekkül ederseniz, o sizi kuşu rızıklandırdığı gibi rızıklandırır." [15] hadisi boş sözden ibaret kalırdı.





“Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” [16]





عَلى اِسْمِـكَ الْعَفُـوُّ يَا كَريـمًا





Ya Kerim Senin ismin içinde Afüvv’de vardır.





“Allah Teâlâ Afüv´dür.”





Affı çok olan ancak Allah Teâlâ´dır.





Allah Teâlâ günahları silen, onları hiç yokmuş gibi kabul edendir.





Bu manaya göre bu isim, Gafur ismine yakındır. Ancak arada şu fark vardır:





Gufran, Günahları örtüvermek demektir. Afv ise, günahları kökünden kazımaktır. Günahları kökünden kazımak, o şeyi örtmekten daha iyidir. Kulun kendisinden ve meleklerden dahi saklamasıdır.





عَظَايِمُ الذُّ نُوبِ مِنْ عُصَاتٍ





Her ne kadar asilerin günahları büyük olsa da.





صَغِـيرَة ٍ لَدَيـْكَ يَا حَلِـمًا





Ya Halîm Senin yanında çok küçük kalır.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Allah sevdiğini ateşte yakmaz” [17]





Beşer yaratılışı ile noksan olduğu için Allah Teâlâ eğer sevgisini bağışladıysa, bağışlamayacak olsa idi, yaratmazdı. Bu nedenle mahlûkatı kendisine yöneldiğinde bağışlayıcı olmaktan başka çaresi yoktur. Çünkü büyüklük nişanesi olan özelliklerden biri karşılıksız ihsan edebilmektir. Burada bir sıkıntı zuhur edecek olursa o mahlûkatın yönelme ve uzlaşma sorunudur. Bu imkân ise bazen Allah Teâlâ tarafından gadab tecellisine mazhar olur. Mesela şeytanda olduğu gibi. Bu durum bize uzlaşma sorunu olduğundandır. Şeytan kendini afv ettirmek isteği ile hiçbir zaman Hakk huzuruna varmamıştır.





Eğer bir kul Allah Teâlâ’ya afv için yönelse, Allah Teâlâ’da onu afv etmemiş olması diye bir şeyin düşünülmesi imkânsızdır. Muhakkak Allah Teâlâ’yı afv edici olarak bulur.





Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) radiyallâhü anh hazretleri anlatıyor:





Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:





“Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek “Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer” müjdesini verdi” dedi. Ben (hayretle) “zina ve hırsızlık yapsa da mı?” diye sordum. “Hırsızlık da etse, zina da yapsa” cevabını verdi. Ben tekrar:





“Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!” dedim. “Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!”





Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem dördüncü keresinde ilâve etti: “Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir”. [18]





فَمَا لِدآئــُنـَا دَوآءٌ اِلاّ





Benim hastalıklarımın devası ancak





مِنْ فَضْلِكَ الْعَمِيمِ يَا حَكِيمًا





Ya Hakîm Senin umûmî fazlındadır





فَجُـدْ عَلىô الْمِصْرِىِّ فَضْلَ جُودٍ





Mısrî’ye fazilet ve cömertliğin ile ikrâm et.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Şüphesiz Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman, Cebrail'i çağırır ve: Ben filanı seviyorum, sen de onu sev diye emreder. Cebrail de onu sever. Sonra Cebrail semada seslenip: Allah filan kimseyi seviyor, binaenaleyh siz de onu seviniz! der. Artık gök ahalisi de onu severler. Sonra yeryüzüne onun için (Allah tarafından) kabul konulur. Allah bir kula buğz edince de Cebrail'i çağırır ve: Ben filanı sevmiyorum, sen de onu sevme diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra Cebrail gök halkı içinde: Allah Teâlâ filan kimseyi sevmiyor, siz de onu sevmeyiniz diye nida eder. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra onun için yeryüzüne (Allah tarafından) buğz ve nefret konulur.”   [19]





مِنْ بَـحْرِ جُودِكَ الْـوَرôى عَميِمًا





Umûmî ve yüksek cömertlik denizinden





[Kadın değilsen erlik et ve cömertlik elini aç! Zira altın erkeğe ihsan, kadına zinet içindir. ][20]





قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَائِنَ رَحْمَةِ رَبِّى اِذًا ِلاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ  اْلاِنْفَاقِ وَكَانَ اْلاِنْسَانُ قَتُورًا





“De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Zaten insanlar pek cimridir.”  [21]





إنَّ اللهَ تَعالى طَيِّبٌ يُحِبُّ الطِّيبَ، نَظِيفٌ يُحِبُّ النَّظَافَةَ، كَرِيمٌ يُحِبُّ الْكَرَمَ، جَوَادٌ يُحِبُّ الجُودَ، فَنَظِّفُوا أفْنِيَتَكُمْ، وََ تَشَبَّهُوا بِالْيَهُودِ





“Allah Teâlâ Hazretleri münezzehtir, (halde ve sözde) nezîh olanı sever; nâziftir, nezâfeti sever; kerîmdir, keremi sever; cevvaddır[22], cömertliği sever. Öyle ise avlularınızı temizleyin ve yahudilere benzemeyin.” [23]





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bu hadisi şerifin sonunda buyurduğu avlular belki bizim gönüllerimiz olmaktadır.





Allah Teâlâ’nın cömertliğinin en çok görüleceği yer 60 yıl ömür karşılığı verdiği sonsuz ahiret hayatıdır. Allah Teâlâ kısa bir çalışmaya bağışladığı karşılık gerçekten çok fazla olduğunu görmektedir.





Ya Rabbi bizlerin haline bakıp bizi kendinden uzak kılma. Âmin





وَ دُلَّـنِـى اِلى رِضَاكَ مَوْلــىٰ





Ey Efendim Senin rızanı bana göster





“Cenâb-ı Hak, Kim benim kaza ve kaderime razı olmazsa, benden başka bir Rab arasın.”  [24]





Rıza makamının sırrı açılınca olan bütün hadiselerde hoşnutluğun verdiği kabullenme ile çirkinlik kalmaz. Şer ile hayrın farkına varmak bazen insanı terk eder. Bazen küfre dahi razı olunurmuş gibi hal zuhur eder. Aslında bu rıza Allah Teâlâ’dan razı olmaktır.





Ezelde ne oldu, ey ham adam?





Niçin şu, MUHAMMED oldu, bu da Ebu Cehil?





Allah'ın İşleri hakkında; “Nasıl ve Niçin?” diyen kimse.





Bir müşrik gibi O'na yakışıksız bir şeyi nisbet etmiştir...





“Ne ve Niçin?” diye sormak O'nun şânındadır...





Kulun itiraz hakkı olmaz![25]






   Dün mübahaseyi seven birisi, bana bir sual sordu. Dedi ki:





“ Küfre razı olmak küfürdür.”  Bunu Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem söyledi, onun söylediği söz de doğrudur, yerindedir. Sonra da yine





“ Müslüman olan kişinin her türlü kazaya razı olması lazımdır” buyurdu.  Kâfirlik ve münafıklık da Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderiyle değil mi? Fakat buna razı olursak( ilk hadise göre) kötülük etmiş olmaz mıyız?  Razı olmazsak o da suç… Peki, ikisinin arasında hangi çareye başvuralım.”  Ona dedim ki:





“ Bu küfür, Allah Teâlâ’nın takdiriyledir, ama Allah Teâlâ’nın hükmüyle, Allah Teâlâ’nın emir ve rızasıyla değildir. Bu küfür yalnız kaza ve kaderin eserlerindendir. Hocam, Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderini, Allah Teâlâ’nın bilgisi olarak bil de şüphe ve tereddüdün kalmasın.    Küfrede razıyız, çünkü Allah Teâlâ’nın bilgisine muvafıktır, fakat bizim fenalığımızdan, bizim kötülüğümüzden meydana geldiğinden de razı değiliz.  Küfür Allah Teâlâ bilgisi olmak bakımından küfür değildir, Hakk’a kâfir deme, burada dur! Küfür, cahillikten meydana gelir, fakat küfrün takdiri, Allah Teâlâ’nın bilgisidir, (Allah Teâlâ, kâfirin kâfirliğini ezelde bilir, bildiği gibi de zuhur eder). Rüya ve mülâyimlik mânasına gelen hilm ile sümük mânasına gelen hilm nasıl bir olur?  Çirkin resim, ressamın çirkinliğini icap ettirmez ya. Çirkini de yaptığına, yapabildiğine bir delil olur ancak.  Hattâ hem çirkin resmi, hem de güzel resmi yapabildiğinden ressamın, kuvvetli bir ressam olduğuna delildir.  Bu bahsi açar, düzüp koşarsam sual ve cevaplar uzar gider.  Ben de âşk nüktesinin zevkini kaybederim. Allah Teâlâ’ya hizmet, başka bir şekle döner, maksat hidayetten dalâlet olur. [26] 





فَـأَنـــْتَ خَيْرٌ لِلرِّضٰى دَلِـيلاً





Muhakkak Sen rıza gösterenlerin en hayırlısın.





“Onların Rableri katındaki mükâfatı, içinde temelli ve sonsuz kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah'tan razıdır. Bu, Rabbinden korkan kimseyedir.” [27]










[1] İnsan, 1





[2] Asr, 1-2





[3] Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).





[4] Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5175





[5] (Dostoyevski, 2004), s. 18





[6] “Musa milletine: «Ey milletim! Beni niçin incitirsiniz? Oysa, benim size gönderilmiş Allah'ın bir peygamberi olduğumu biliyorsunuz» demişti. Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalblerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez.” (Saf, 5)





“Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.”  (Âl-i İmran, 8)





[7] “Kazanageldikleri ve kâr saydıkları günahlar, onların kalplerini paslandırmıştır” (Mutaffifîn,14)





[8] “Kalblerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kafir olarak ölmüşlerdir.” (Tevbe,125)





[9] “Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.” (Zümer, 22)





[10] “Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.”  (Kehf, 57)





[11] “Çünkü sana âyetlerimiz geldi de, sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde unutuluyorsun. Doğru yoldan sapanı ve Rabb’ın ayetlerine inanmayanları, işte böyle cezalandırırız” (Tâhâ,123-127)





[12]“ Kalplerini kapatıp mühürleriz de bir şey duymazlar.” (Araf, 100)





[13] Talak, 3





[14] Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme 60





[15] İbn Mâce, Zühd 14





[16] Âl-i İmran, 122





[17] İbn. Hanbel. III/235





[18] Buhârî, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizî, İman 18, (2646).





[19]Buhâri, Edeb, 41, Bedu’l Halk, 6, Tevhid, 33; Müslim, Birr, 157; Malik, age, Şiir, 15; Tirmizi, Tefsiru Sure, 19, 7; İbn. Hanbel, II/267, 341, 413. 480





[20] Fülkü'l-Ebhâr fi şerhi Lücceti'l-Esrâr; 5.lücce : (KARABULUT, 1984), s. 270





[21] İsra, 100





[22] Cevvad: Çok çok ihsan eden. Çok cömert





[23] Tirmizî, Edeb 41, (2800)





[24] Camiussağir, II,181; Acluni, Keşfu’l-Hafa, II,102





[25] (Şeyh Mahmûd Şebüsterî), b. 548-550





[26] Mesnevi, (V.İzbudak Terc.) III, 110-111, beyitler:1362-1375





[27] Beyyine, 8


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar