Print Friendly and PDF

SÜRYANİ MOR EFREM HAZRETLERİ (İ.S. 285- Haziran 373)





Bin yılların şahitliğini yapan maddi kültür katmanlarının yanı sıra, sayısız denetilecek birçok inanç sistemini bağrında taşımış, insanlık medeniyetinin ana merkezi olan Mezopotamya, günümüzde de birçok inanç, gelenek ve kültürün harmanlanıp birlikte yan yana durabilme yeteneği ile ortak kültürel değerler meydana getirmiştir. Süreç içerisinde farklı yorumlamalar ile varlığını sürdürmeye çalışan inanç sistemleri ve bunları temsil eden şahsiyetler, taşıyıcısı oldukları misyonları ile uzak diyarların halklarının hayat rotasına yön vermiş, duygu ve düşüncelerine renk katmışlardır. Bu şahsiyetlerin varlık nedenleri arasında önemli bir yere sahip olan anayurtları, onların yetişmesi ve mevcut potansiyellerinin açığa çıkarılmasında önemli bir role sahip olmuştur.
Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Süryanilerin büyük şairi Mor Efrem, tüm Doğu Hristiyan kiliseleri tarafından saygıyla anılan, Batı kiliselerince doğu adına tanınan ender simalardan birisidir.
Bazı kaynakların verilerine göre Mor Efrem, İ.S. 285 yılında putperest bir aileden Nusaybin’de doğmuş, öğrenimini Nusaybin ile Sincar Dağı arasındaki Baarbeye (BethAraboye) episkoposun yanında gördükten sonra bazı siyasi sebeplerden dolayı 303 yılında Nusaybin’i terk edip Urfa’ya yerleşmiştir. Şair Asuno’nun yanında Süryani edebiyatı ile Kutsal Kitap’ın derinleşmesini özümsemiştir. Erken yaşlarında dünya nimetlerini terk edip ve 320’lerde tekrar Nusaybin’e geri döndüğünde Mor Yakup’a intisap ederek ruhi temizlik ve kutsallığı, ahlaki enginliği ve dinî bilgileri ondan öğrendi. Öğrencisi olduğu eğitim kurumunun yöneticiliğine kadar yükselmiştir.
Nusaybin’de bulunduğu yıllarda, şehir üç kez 338, 346 ve 350 yıllarında Perslilerce kuşatılır ancak ele geçirilemez. Pers Kralı Şobur, kenti ele geçirmeyi başaramadıysa da birkaç yıl sonra İmparator Yulyanus’un bozguna uğratılması sonucunda Pers Kralı Şobur’la Bizans İmparatoru Yubinyanus arasında varılan anlaşma sonucunda Nusaybin şehri Şobur’a teslim edilir. Kentin Hristiyan halkının büyük bir çoğunluğu göç ederek şehri terk eder. Kentlilerle birlikte göç eden Efrem önce Diyarbakır’a gelerek şehrin Batı cephesine yerleşen mülteciler arasında bulunur, daha sonra da Urfa’ya geçer. Hayatının son on yılını Urfa’da geçirir.
Efrem’in hayatının son yıllarında, Urfa kentinde meydana gelen kıtlık felaketi, inziva hayatını sürdürdüğü hücresinden çıkmasına neden olurken, servetlerinden fakirleri yararlandırmadıklarından dolayı da zenginleri kınar. Yaptığı çalışmalar sonucunda, zenginlerden topladığı yardımlarla binlerce aç ve sefil durumdaki insanlara yiyecek ve ilaç bulur. Devlet binalarının tümünü hastane olarak kullanıma açılmasını sağlar.
Vasiyetinde kendisini gösterişsiz bir törenle toprağa verilmesini, aziz kalıntısı diye kendisine ait hiçbir şeyin saklanmamasını ve pelerinsiz olarak, sadece rakiplik giysileriyle gömülmeyi ister. Mezarına arkadaşlarının getirmek istedikleri armağanlara gelince, bunlara bir değer biçilmesini ve bedellerinin para olarak yoksullara ve hastalara ya da kiliseye verilmesini ister. Gömüleceği yer konusunda “Mezarlıkta beni, kalbi kırık olanların bulunduğu yere yatırınız ki, Rab İsa Mesih geldiğinde beni kucaklayabilsin ve onların ortasında kaldırabilsin” vasiyetinde bulunur.
Mor Efrem 373 yılının Haziran ayında öldüğü tahmin edilir. Mezarı Urfa şehrinin batı kapısında Kontrion denilen burcun yanındaki bir mezara konulur. Daha sonra bu mezarın üzerine Deyro Tahtoyto (Aşağı Manastır) adı ile anılan bir manastır inşa edilir. Süryani Ortodoks Kilisesi kendisini azizleri anma programında yıllık kil ise takvimine dâhil etmiştir. Her yıl Büyük Oruç un ilk haftasında adına anma törenleri düzenlenir.
Mor Efrem, tartışmasız iyi bir dil ustasıdır. Süryani şairleri arasında, birçok manaları az bir sözle ifade edebilenlerin en başarılısıdır. Anlaşılır dile sahiptir. İfadedeki derinliğine kimse ulaşamamıştır. Konuları seçerken çok dikkatli davranmıştır. Şiir ve kaside tarzını geliştirmiştir. Kasidelerinin güzelliği, konumunu daha da artırmıştır. Okuyucularını barışa, ibadette deruniliğe, tefekkürde sonsuzluğa davet eden Mor Efrem, “Süryanilerin Güneşi”, Süryanilerin Peygamberi, Kutsal Ruhun Kavalı , “Hikmetler Sahibi” gibi çalışılarak ulaşılabilecek üstün mevkilerin tanımlamaları ile ünlenmiştir.
VII. yüzyıla kadar olan dönem Süryani edebiyatının altın çağı olarak tanımlanır. Bu dönemin en verimli ve en yaratıcı dinsel şairleri arasında ilk sırayı alan Mor Efrem, tüm zamanların en çok bilinen dinsel şairidir. Mor Efrem’e ait edebi eserler X. yüzyılda Nusaybinli bir başrahip tarafından Mısırda bir Süryani manastırında bulunmuş, ancak şiirleri XVIII. yüzyıla kadar kopyalanmamış ve fazlaca bilinememiştir.
Bir yazar olarak olağanüstü üretkenliğe sahiptir. Bir çok manzum vaaz ve ilahi, Kitab-ı Mukaddes tefsiri, açıklayıcı dinî konuşmalar ve polemik eserler kaleme almıştır. Bunlar çok kısa bir sürede Yunanca, Ermenice, Kıptice, Habeşçe ve Latinceye çevrilmişlerdir. Etkisi, sadece Mezopotamya’da değil, tüm Hristiyanlık dünyasında kendisini hissettirmiştir. Yapıtlarının büyük bir kısmı günümüze kadar gelmiş olup Latin harfleriyle altı büyük cilt halinde basılmıştır.
Mor Efrem; Süryani şiirini geliştirip, kendi tarzı yüzyıllar boyunca varlığım sürdürmüş, ilahi ve söyleşileri Süryani Kilisesinin yıllık dua programların düzenlenmesinde etkili olmuştur. Mimro ve Madroşo adı verilen iki tarzda yazılmış şiirleri vardır.
Mimro, konuşma tarzında olan yedi heceli şiir, Madroşo ise ezgisel çizgisi daha belirgin ve koro tarafından okunan bir tarzdır. Şiirleri mekânsal icra edilen tüm dua ve ilahi okumalarında sıkça kullanılır.
Kendisine ait 3 milyona yakın şiir cümlesi olduğu belirtilir. Ayrıca “Sugitho” türünü Hristiyan edebiyatına kazandıran, düzenleyen ve kullanıma sunan ilk Süryani şairidir. Sugitho’nun belli bir kalıbı vardır. Her Sugitko iki, üç ya da daha fazla kişi arasında söz düellosu şeklinde icra edilen bir yazım türüdür.
Eserlerinin en küyük özelliği uzun oluşlarıdır. Hayranlık verici çalışkanlığına ve kaleminin çok üretken olduğuna bizi inandıracak kadar yazısı günümüze kadar ulaşmıştır. Aslında Süryani anlayışı, düşünceleri genişletmeye ve yinelemelerle uzatmalara çok yatkındır. Diğer Süryani yazarlarda; Antakyalı İskok, Narsay, Suruçlu Mor Yakup ve Menbecli Mor Filüksinos vd. bu özelliği farklı derecelerde görmek mümkündür. Son derece hareketli hayal gücü, onun üslubunun en büyük özelliğidir. O, bir tarifi en küçük ayrıntılarına dek yaptıktan sonra diğerine geçerek uzun uzun anlatımlarda bulunur. Mor Efrem yazılarına bilgisini, şiirlerine ilhamını, vaazlarına hitabet sanatını yansıtabilmeyi çok iyi becermiştir. Yer yer felsefik ve mantıklı yazarak yer yer kalk diline inerek toplumun her kesimine kitap edebilmiştir. Üslubu açık, akıcı ve etkilidir.
Yazılarındaki birçok pasaj, Kutsal Kitap’ın nasıl okunması gerektiği konusunda yol göstermektedir. Bir taraftan kutsal kitapların gizli gücünün dibe ulaşılamayan bir derinliğe sahip olduklarını açıklarken, diğer taraftan Hristiyan kişinin Kutsal Kitap’ın ruhsal anlamını ve gizli derinliklerine ulaşma çabası için de iman gözüyle okuması gerektiğini ifade eder. Kutsal Kitap’ın literal (harfiyen) şekilde okunmasının kesinlikle yanlış olduğunu ve bu tür yaklaşımların yanlış anlaşılmalara neden olabileceğini ifade eder. Kutsal Kitap’la ilgili yaptığı tefsir çalışmalarının çoğunu düzyazı yerine şiir türünde yapmıştır.
Elinizde bulunan bu çalışma, Süryani Mor Efrem’in en önemli eserlerinden biri olup seksen yılı aşan bir zaman diliminde görmezlikten gel inen, unutturulmaya çalışılan, Anadolu’nun en kadim sakinlerinden olan Süryanilerin, sahip oldukları inanç ve kültürel motiflerini, bu topraklardan dünyaya armağan ettikleri ruhsal bir çağrının yazınsal ifadesidir.
Gabriyel AKYÜZ
Horiepiskopos Kırklar Kilisesi – Mardin

Aziz ve büyük öğretmen Mor Efrem’in hayatı başından sonuna kadar Beth-Nahrin’ın (Mezopotamya) Urhoy’unda (Urfa) geçmektedir.
Aziz Mor Efrem Süryani kökenli olup iki hudut arasında (Roma ve Pers) yer alan Nusaybin şehrinde dünyaya geldi. Babası Nusaybinli, annesi de Omid (Diyarbakır) şehrindendi. Mor Efrem dünyaya geldiği zaman babası putperest inançlı olup Abizil olarak tanınan bir putun baş kâhiniydi. Bu putu sonradan Kral Yubinyanus yıktırmıştı. Mor Efrem, mümin ve muzaffer Kral Kustantinos’un döneminde dünyaya gelmiş ve Rab onu tıpkı Peygamber Eramyo gibi anne karnından seçmiştir ki, heretik (sapkın) inançların vahşiyeti onun aracılığıyla azarlansın ve tüm dünyayı da öğretmenliğinin parıltısıyla aydınlatsın. Tanrısal inayet tarafından seçildiği için babasının putlara düzenlediği törenlere ve putlara sunduğu kurbanlara katılmıyordu. Mor Efrem, iyi ahlak ve meziyetlerle donandığından dolayı şeytanlar da onu kendi babasının evinde görmek istemezlerdi. Mor Efrem’i koruyan Rab, onu kendi hükümranlıkları altına almaya izin vermezdi. Tıpkı Pavlus hakkında Hananya’ya söylenen; “bu benim için seçkin bir alettir” sözü Mor Efrem’de de vuku bulmuştu.
Günlerden bir gün şehirde bulunan Hristiyan biriyle konuştuğunu gören babası, oldukça sinirlenir, onu acımasızca döver ve kendisine yönelerek: “Yaptığın bu terbiyesizliğe karşı tapmağa girip İlahlara kurban sunacağım ki seni affetsinler ve seninle barışsınlar.” Tapınağa girip adet edindiği gibi putlara kurbanlar sunarken, kendisine Şeytan görünür ve onunla konuşmaya başlar:
“Uzun bir süreden beri bu tapınağa önem verdiğini biliyorum, oğlun için takdim ettiğin talebi reddediyorum. Gök, yer olamayacağı gibi böylece benim de bu kişiyle hiçbir gönlüm yoktur. Eğer gönlümü almak ve irademi yerine getirmek istiyorsan, oğlunu evinden ve komşuluğumdan uzaklaştır. Çünkü gelecekte Tanrıların kovuşturucusu biri olacağından endişe ediyorum”.
Babası hemen oğlu Efrem’i çağırıp; “sen Tanrıların düşmanısın ve seni artık evimde görmek istemiyorum, defol git yanımdan” der kendisine. Efrem, babasının davranışına çok sevinir. Çünkü bu tür sözleri duymayı çoktan beri arzuluyordur. Yanına hiçbir şey almadan ve nereye gideceğini bilmeden babasının evini terk eder.
(Not: Hz. İbrahim aleyhisselâmın başından da buna benzer bir hadise geçmiştir)
Onu koruyan yüce Allah Teâlâ'nın inayeti Hıristiyanların kilisesine doğru yönelterek Nusaybin Episkoposu Mor Yakub’un yanma gider. Mor Yakub, Rab korkusuyla dolu, Allah Teâlâ’nın inayetiyle büyük mucizeler yapan ve Kutsal Ruh’un aracılığıyla gelecekleri ve gizlilikleri bilen bir şahsiyettir. Mor Efrem, durumunu kendisine arz edince onu sevgiyle kabul eder ve kilisede dinleyicilere özel olarak ayrılan bir yere yerleştirir. Efrem de artık ker namaz vakti kiliseye girip dinleyenlerin safında durup ve kutsal kitapların sözlerini iştiyakla dinler. Düzenli bir şekilde orucunu tutar, namazını kılar ve günden güne olumlu yönden ilerler.
Mor Efrem daha sonra Episkoposluk merkezine yerleşir ve Mor Yakup’la birlikte yaşamaya başlamış olur. Kendi yaşantısında kocasını örnek alır. Mor Yakup da bu tür güzel davranışlarını görünce onu daha da sevmeye kaşlar ve kutsal kitaptan kendisine ayetler okuyarak düşüncesini günden güne güçlendirir. Mor Efrem sadece Aziz Mor Yakup tarafından değil kütün kilise cemaati bireyleri tarafından sevilir. Mor Yakub’un yanında uzun bir süre Rab korkusuyla, alçak gönüllüğüyle ve akıllı davranışlarıyla kaldıktan sonra onu kakasının evinden kovalayan Şeytan mahcup kalır ve onu görmek istemez olur.
Şeytan, Efrem’e bir plan kurarak onu Mor Yakup’un ve cemaatin gözünde soğutmayı arzular. Aslında Şeytanın organize ettiği bu planın aracılığıyla Mor Efrem’in kutsallığı alenen ortaya çıkar, Mor Yakup’un ve cemaatin sevgisini daha da kazanmış olur. Efrem’in başına gelen olayın akışı aşağıda yazıldığı gibi cereyan etmiştir:
Nusaybin Kilisesinde zangoçluk yapan Efrem isminde kiri, kendi adaşının (Rakip) Efrem’in Episkopos ve cemaat tarafından çok sevildiğini görünce onu kıskanmaya kaşlar. Günün kirinde, Kilise Zangocu Efrem, kalkın bir liderinin kızıyla cinsel ilişkiye girer ve kıza şu tavsiyede bulunur: “Şayet bu konudan baban haberdar olursa, benimle cinsel ilişkiye giren, kalkın aziz/sadık olarak gördükleri o Efrem, bana tecavüz etti” dersin. Sonuçta kızın babası, kızının hamile olduğunu görür ve onu sorguya alır. Kız, daha önceden kendisine öğretildiği gibi durumu kendi kakasına anlatır. Kızın kakası koşarak, ağlayarak ve isyan edercesine durumu Episkoposa izah etmeye gider.
Episkopos bu çirkin konuyu duyunca hayrete düşer. Gerçi Tanrısal görüntüler Mor Yakup’a görünmüyor değildir. Bu tür muammalar görünür fakat bu olayın gerçekleri kendisinden gizlenmiş ve ne yapacağını bilemez duruma gelmiştir. Konu kalka da teşhir olunca herkes Efrem’in aleyhine tavrım değiştirir. Episkopos, Mor Efrem’i yanına çağırarak bu konu hakkında onu sert bir şekilde azarlar. Bu azarlamaya karşın Efrem şaşkınlık içinde kalır ve uzun bir süre suskunluğunu bozmaz. Derin derin düşündükten sonra suskunluğunu bozup: ”Evet, ey saygın peder olay doğrudur. Ben günah işledim, lütfen beni bağışlayınız.” der.
Mor Yakuk, Efrem’in yaşantısını yakından takip ettiği için olayın gerçekliğine inanmaz ve Allah Teâlâ’dan olayın açığa çıkmasını diler. Olayın sonucu Efrem’in lehine dönüşeceği için bu sır ondan saklanmıştır. Bir erkek çocuğu dünyaya getiren kızın kakası, çocuğu alıp Episkopos Mor Yakup’un yanma getirir ve: “Alın çocuğunuzu siz büyütün” der, Mor Yakup da, Efrem in hazır bulunmasını ister. Hazır bulunduğunda kızın babası Efrem’e; “oğlunu yanma al ve onu sen büyüt" der.
Aziz Mor Efrem ağlayarak: “Günah işledim, kadasetine yalvarıyorum, ey saygıdeğer peder. Beni bağışlayınız.” Çocuğu kucağına almış o vaziyette kiliseye girdiğini gören halk hayrete düşer. Halkın bir kısmı çocuğa bakarak, bu adamın suçsuz olduğunu düşünürken, diğer kısım da olayı onun gerçekleştirdiğine inanmıştır. Efrem de balkın önünde gözyaşlarını dökerek: “Günahkârım, bu günahı ben işledim. Ne olur benim için dua edin ki, Rab beni affetsin” demiştir.
Belirli bir süre sonra bütün halkın onun aleyhinde olumsuz düşündüğünü görünce, İncil’de yazılı olan: Bana iman eden şu küçücük insanlardan birini tökeze/suç işlemeye sürüklerse vay başına(Mat: 18: 5) ayetinden korkarak tavrını değiştirmeye karar verir. Allah Teâlâ da Efrem’in sabrını, tahammülünü ve kendisine yöneltilen eleştirileri, azarlamaları ve dedikoduyu alçak gönüllükle karşıladığını görünce, faziletini ve mütevazılığım ortaya çıkarmak ister ki, Şeytan’ı ve onu dinleyenleri mahcup etsin.
Pazar sabahı kutsal ayinin icrası esnasında Efrem, çocuğu cübbesinin altına saklayarak Episkopos Mor Yakup’un yanına yaklaşır ve bir ricada bulunur. Ricası, vaaz kürsüsüne çıkmak ve halk a seslenmektir. Mor Yakub kendisine izin verdikten sonra vaaz kürsüsüne çıktığında ne yapacağını herkes merakla gözlemeye başlar. Efrem, çocuğu cübbesinin altından çıkararak sağ eliyle yukarıya doğru kaldırıp çocuğa yüksek bir sesle seslenerek şunları söyler: “Ey çocuk! göğü, yeri ve bütün kâinatı yaratan diri olan Allah'ın adıyla sana yemin ettiriyorum; gerçek baban kim olduğunu burada hazır olanlara bağırarak açıkla.”
Çocuk da ağzını açıp: “Babam Kilise Zangocu Efrem’dir” der. Bütün halk Episkoposla birlikte hayrete düşer. Hepsi Mor Efrem’den haykırarak özür dilerler. O an, çocuk da hayatını yitirir. Kızın babası da kendini azizin ayakları üzerine atıp özür dilemeye başlar. Daha sonra Aziz Mor Yakup bir konuşma yaparak herkesi bağışlar. O günden itibaren Mor Efrem halkın gözünde daha da büyümeye başlar ve Mor Yakup ile birlikte hayatını sürdürmeye devam eder.
[Anlatılan Menkâbe’nin doğruluğuna aşağıdaki hadis-i şerif işaret etmektedir.
Ebu Hureyre'den radıyallahu anh, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz’den duyarak buyurdular ki:
"Üç kişi dışında hiç kimse beşikte iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz. İsa İbn-u Meryem aleyhimasselam, Cüreyc ve bir başka çocuk.

(Birincisi: Hz. İsa aleyhisselam ki herkes bilir.) (ikincisi:) Cüreyc, kendini ibadete vermiş abid bir kuldu.
Çok eski dönemlerde “Cüreyc” isminde bir genç vardı. Cüreyc, dinine bağlı, güzel ahlâklı, namaz kılmayı çok seven bir kişiydi. İbadetini rahat bir şekilde yapabilmek için, evinin avlusunda kendine bir ibadet yeri yapmıştı. Orada devamlı ibadet ederdi. Namazlarını çok uzun kılardı. Bu, ona çok derin bir manevi haz ve lezzet verirdi.
Bir gün namaz kılarken annesi çıkageldi:
- Cüreyc! Cüreyc, diye seslendi.
Cüreyc, namazına daha yeni durmuştu. Ya namazını bozup çok sevdiği annesine cevap verecek ya da namazına devam edip annesini bekletecekti. İçinden: “Allah’ım! Annem ve namazım arasında kaldım.” dedi. Sonra yarım bir namazla Allah’ın huzurundan ayrılmanın doğru olmayacağına karar verdi ve namazına devam etti. Annesi biraz bekledi. Baktı ki Cüreyc’ten bir ses çıkmıyor, çaresiz geri dönüp gitti. İkinci gün annesi tekrar geldi:
- Cüreyc, diye seslendi. Cüreyc yine:
- Allah’ım! Bir tarafta annem diğer tarafta namazım var, dedi. Yine namazına devam etti. Üçüncü gün Cüreyc’in annesi tekrar geldi. Cüreyc, yine namaz kılıyordu. Annesi, ona seslendi. Cüreyc, bu sefer de namazını bozmak istemedi. Üçüncü gün de oğlunun ibadet etmekte olduğunu bilmeyen ve onunla görüşemeden dönmek zorunda kalan annenin canı çok sıkıldı. Oğlunun bu davranışı onu çok üzmüştü. Bu sebeple ağzından oğluna karşı şu ifadeler döküldü:
- Evlâdım! Allah seni kötü bir kadınla imtihan etmeden canını almasın.
Aradan uzun zaman geçti. Cüreyc ibadetine devam ediyordu. Herkes Cüreyc’in namaz kılışını, Allah’a bağlığını ve günahlardan uzak bir hayat yaşadığını konuşuyordu. Hiçbir güç Cüreyc’i namaz ibadetinden vazgeçiremezdi. İnsanlar bu konuda bahse bile girebilirlerdi.
Günlerden bir gün güzelliği dillere destan olan ahlâksız bir kadın,
- Ben Cüreyc’i Allah yolundan uzaklaştırabilirim, diyerek bahse girdi.
Daha sonra, Cüreyc’in ibadet ettiği yere gitti. Onunla konuşmak ve gönül eğlendirmek istedi. Ne yaptıysa Cüreyc’i ibadetinden vazgeçiremedi. Cüreyc kadının yüzüne bile bakmadı. Bu duruma sinirlenen kadın oradan ayrıldı. Aklına başka bir fikir geldi. Gidip Cüreyc’in çobanıyla gizlice beraber oldu ve ondan bir çocuk dünyaya getirdi. Daha sonra “Bu çocuk, Cüreyc’in çocuğudur.” deyip halkı Cüreyc’e karşı kışkırttı. Bu haberi duyan herkes Cüreyc’in başına üşüştü. Ona namazını bozdurdular ve onu tartaklamaya başladılar. Üstelik ibadet ettiği yeri başına yıktılar. Kendisine kurulan tuzaklardan haberi olmayan mazlum Cüreyc,
- Benden ne istiyorsunuz, beni niçin dövüyorsunuz, diye sordu.
Oradakiler:
- Sen ırz, namus düşmanı bir adamsın! Şu kadınla birlikte olmuş ve ondan bir çocuk sahibi olmuşsun. Bir de kendini Allah yolunda gösteriyorsun, dediler.
İftiraya uğrayan bu genç, büyük bir sabır gösterdi. Güçlü bir imanı vardı. Yüce Allah’a güveniyor, kendisini bu durumdan ancak O’nun kurtarabileceğini düşünüyordu.
İftira ve horlama dolu bu sözler üzerine Cüreyc,
- Çocuğu bana getirin, dedi.
Çocuğu getirdiler. Cüreyc, iki rekât namaz kıldı. En samimi duygularla Rabbine yönelip, O’ndan yardım istedi. Ardından yeni doğmuş bebeğin karnına hafifçe dokundu ve çocuğa sordu:
- Evlâdım! Senin baban kimdir?
Bebek cevap verdi:
- Babam, falanca çobandır.
Bebeğin konuştuğunu görenler, Cüreyc’in elini öpmeye ve ondan özür dilemeye başladılar. Kendilerini affettirmek için, Cüreyc’e altından bir ibadethane yapmak istediler. Fakat gösterişi sevmeyen Cüreyc, bunu kabul etmedi. Onlara:
- Bana eskisi gibi topraktan bir ibadet yeri yapın, yeter, dedi.
Ahlâksızlığı ile tanınmış birinin sözüne inanarak, dürüst bir insana kötülük edenler bu yaptıklarına çok pişman oldular. Özürlerinin kabulü için çalışmaya başladılar ve Cüreyc’in ibadethanesini hemen eski hâline getirdiler.
[113 Müslim, Birr 7, 8, (2550); Buhari, Enbiya 50, Amel fi's-Salat 7. Beşikte olmasa da, daha çocukken boyundan büyük sözler söyleyen çok küçük görünümlü büyükler olmuştur. Bkz. Müslim, Zuhd 73, (3005); Tirmizi, Tefsir, Büruc, (3337)]
Kısa bir süre sonra Ariyus isminde biri ortaya çıkıp Oğul ve Kutsal Ruh hakkında yanlış yorumlar getirerek ve yaratıcısına keskin bir dil uzatarak Mısır’ı karıştırmıştır. Ariyus’un heretik inancına karşı muzaffer Kral Kustantinos, dönemin bütün Episkoposlarını Nikiyaya/İznik e davet etmişti. Episkopos Mor Yakup da toplantıya davet edilmişti. Arkadaşlarıyla birlikte toplantıya gitmeye hazırlanırken, Mor Efrem’i de yanına alarak gerçek inancı savunmak üzere kutsal konsile gitmek üzere yola çıkarlar.
Ariyus ve yandaşları konsil tarafından aforoz edildikten sonra Mor Yakup ve arkadaşlarının dualarıyla gereken cezaya çarptırılmışlardır. Konsilin aziz üyeleri göstermiş oldukları bu başarıdan dolayı kendi memleketlerine geri dönerken, Mor Yakup ve Mor Efrem de galip ve muzaffer ordu liderleri gibi mutlulukla Nusaybin’e döndüler.
Aziz Mor Efrem, Allah Teâlâ’nın korkusuyla ve kutsal kitapları okumasıyla günden güne kendini geliştiriyordu. Episkoposun bütün emirlerine fiilen riayet ediyordu.
Bir süre sonra muzaffer ve saygın Kral Kustantinos vefat eder ve yerine kendi çocukları hâkimiyeti devralırlar. Kustantinos’un vefatını fırsat gören Pers Kralı Şobur, kısa bir süre sonra Kustantinos’un çocuklarına hakaret ederek büyük bir askerî güçle, sayısız at ve fillerle Nusaybin’i kuşatır. Ordusunu gruplara ayırıp ve kendisi onları organize ederek yetmiş gün süreyle bu kuşatmayı sürdürür. Nusaybin’i fethedemeyeceğini gören Kral Şobur, şehrin ortasından akan nehrin suyunun önü büyük bir setle kapatmıştır. Suyun gücüne dayanamayan sur olduğu gibi çöker. Şobur, artık şehri suhuletle alacağını düşündüğünden çok mutlu olur.
Fakat madalyonun diğer yüzü daha farklıdır. Çünkü savaş devam ederken Episkopos Mor Yakub, Mor Efrem ve diğer kilise ruhanileri gece gündüz Allah Teâlâ’ya yakarmışlardır. Mor Efrem bütün şehrin halkına ve savaşan askerlere cesaret vererek yüreklendirmiştir. Onun telkiniyle ve teşvikiyle şehrin surunu yeniden inşa ederler. Surun başında nöbetçi askerler görevlendirilir ve hücuma geçenler püskürtülür. Mor Efrem bu tür faaliyetleri yaparken surun yakınında bile değildir. O, Allah Teâlâ’nın tapınağında hep dua eder ve yakarır.
Şobur, surun hızlı bir şekilde yeniden yapıldığına pek şaşırmamıştır. Onu en çok hayrete düşürense surlardaki tuhaf bir görüntüdür. Surun üzerinde kraliyet üniforması giyen ve giysisi güneş gibi parlak bir adam vardır. Şobur, bu görüntüden korkmuş ve adamı Roma hükümdarı zanneder. Hatta Roma Hükümdarı Kustantinos’un Antakya’da olduğu konusunda onu uyaranları azarlamıştır. Daha sonra: “Bu, Romalıların Allah’ıdır, onların yerine savaşıyor” diye düşünür. Yayını gerer ve surlarda gördüğü kişiye okunu fırlatır. Ancak fiziksel yapısı olmayan bir nesneye zarar veremeyeceğini bilemez. Şobur’un öfkesi diner.
Mor Efrem, Pers güçlerine lanetler yağdırabilsin diye surun başına çıkabilmesi için Episkopos Mor Yakup’tan talepte bulunur. Mor Yakup, ondaki tanrısal inayete güvenir. Gerçekleştirdiği kerametin görgü tanığı olduğundan, surun başına çıkmasına izin verir.
Mor Efrem, surun bir burcuna çıktığında on binlerce Pers askeri görür. Gözlerini Allah’a doğru kaldırıp o askerlere sinek ve sivrisinek göndermesi için yalvarır. Bu küçücük hayvanların aracılığıyla Şobor’un ordusu yenilsin ki, Allah’ın gücü görünsün. Mor Efrem’in duasıyla birlikte havada sinek ve sivrisinek bulutları oluşur. Sinekler filleri sokmaya ve diğer hayvanların burnuna girmeye başlar. Atlar ve filler beklenmeyen bu duruma dayanamazlar. Gemlerini kırıp askerleri yere atıp kaçmaya başlarlar. Şobur un o güçlü ordusu dağılarak büyük bir yenilgiye uğrar. Şobur bu yenilgisinin Allah Teâlâ’ya iman edenlerin gücüyle değil, bizzat Allah Teâlâ tarafından gerçekleştiğini kabul eder. Böylece herkes, Nusaybin şehrinin Aziz Mor Efrem’in duasıyla kurtulmuş olduğuna kanaat getirir.
Hayat toyu yaşantısını faziletlerle süsleyen Aziz Episkopos Mor Yakup, Şobur Nusaybin’i kuşattıktan bir süre sonra bayata gözlerini yumar. Mor Efrem, büyük bir üzüntü duyan ve onu saygın bir cenaze töreniyle toprağa verir.
Mor Yakup’un vefatından kısa bir süre sonra Kustantinos’un oğlu da vefat eder ve yerine Kustos geçer. Kustos’un döneminde zalim Yulyanus ortaya çıkar. Kustus’un vefatından sonra yerine geçen zalim Yulyanus’un döneminde Hristiyanlar büyük sıkıntı çekmeye başlar. Onlara zulmeder. Yulyanus, Persler üzerine sefer düzenler. Sefer sırasında öldürülmek suretiyle Allah Teâlâ’dan cezasını bulur.
Yulyanus un yerine geçen Yubinyanus, Yulyanus’un cenazesini yanına alır ve krallara yaraşır bir törenle toprağa verir. Yubinyanus, Yulyanus un cenazesini Nusaybin’den geçirirken daha önceden Perslerle anlaştığı üzere Nusaybin halkına Nusaybin’i terk etme emri verir ve yaptığı anlaşma gereği Nusaybin’i Şobur’a teslim eder. Mor Efrem, zalim Şobur’un döneminde meydana gelen zulümler hakkında yazılar yazmıştır.
Aziz Mor Efrem, Nusaybin Perslere teslim edilinceye dek orada yaşar. Sonra Beth-Araboye denilen yere gider. On sekiz yaşındayken vaftiz olur. Mezmurları öğrenir. Onu vaftiz eden pederden kutsal kitapları okuma imkânı bulur. Bu sırada kiliseler büyük bir baskı altındadır. Bu yüzden Omid e (Diyarbakır) kaçar. Omid’de kısa bir süre kaldıktan sonra Beth-Nahrin in Urfa’sına gider. Urfa’yı uzaktan görünce bile hayatını burada sürdürmeye karar vermeye başlamıştır bile. Çünkü orayı çok sevmiştir.
Şehrin girişinde şehri çevreleyen Dayson Nehri (Karakoyun Deresi) kenarında çamaşır yıkayan kadınları görür. Nehrin kenarında durur ve onları izlemeye başlar. Kadınlardan biri başını çevirip uzun bir süre Efrem’e bakar. Efrem, kadını sert bir şekilde azarlar: “Bana bakmaya utanmıyor musun? Yere bakman gerekir. Kadın da:
“Senin yere bakman gerekir, çünkü sen topraktan yaratıldığın için toprağa bakacaksın, ben ise senin etinden yaratıldığım için sana bakacağım” cevabını verir. Mor Efrem kadının bilgeliğinden hayrete düşer. Hemen orayı terk edip uzaklaşır ve kendi kendine: “Bu şehrin kadınları eğer bu kadar büyük bir hikmete sahip iseler, kim bilir ki erkekleri ne kadar akıllıdır” diye düşünmeye başlar.
Mor Efrem Urfa şehrine girer. Yabancı olduğu gibi meslek sahibi de değildir. Bu yüzden günlük bir iş yapmaya karar verir. Bir hamamcıyla anlaşır ve çalışmaya başlar. O tarihte Urfa’nın büyük bir kısmı putperestlerden oluşuyordu. Mor Efrem fırsat bulduğunda onlarla tartışıyor, kutsal kitaplardan bilgi veriyor ve aynı zamanda onları uyarıyordu.
Günün birinde Mor Efrem, çarşıda gezerken iyi ahlaka sahip bir rahiple karşılaşır. Rahip: Nerelisin delikanlı diye sorar. Mor Efrem de öz hayat öyküsünü rahibe anlatır. Rahip: Nasıl olur da sen bir Hristiyan olarak putperest insanlarla muhatap oluyorsun, yoksa bu âlemde mi kalmayı tercih ediyorsun?” Mor Efrem: “Hayır, öyle bir niyetim yoktur” cevabı verir. Rahip: “Öyleyse sana nasihatim şu olsa gerek, kurada münzevi bir hayat yaşayan birinin yanına git, ne yapman gerektiğini o sana söyler” der. Mor Efrem karşılaştığı rakipten bu sözleri duyunca onu takip eder ve Urfa’nın batısında yer alan dağa doğru giderler. Çünkü orada sayısız rakip yaşamaktadır. Mor Efrem bu dağa yerleşir. Gece gündüz dua eder, oruç tutar ve kutsal kitapları okuyarak züht bir hayat yaşamaya başlar.
Bir gece, o münzevi rakip, hücresinde terennüm ederken Mor Efrem dışarıya çıkar. Gece yarısı Allah Teâlâ’nın bir meleği önü ve arkası yazılı bir defterle gökten iner, defteri göstererek:
“Bu defteri kime vereyim” diye sorar. Onlar da: “Mısır sahrasında yaşayan münzevi Uricanus’a ver” derler. Melek; “hayır” der. “Bana öyle bir emir verilmemiştir.”
Melek tekrar sorar: “Kime vereyim bunu, buna kim layıktır?” Onlar da; “münzevi Yuliyos müstehaktır” cevabını verirler. Bunun üzerine Melek: “İnsanlardan hiç biri ona müstahak değildir, ancak ve ancak Urfa dağında yaşayan münzevi Süryani Efrem müstahaktır” der. Münzevi rakip şahit olduğu bu olayın hayal olduğunu düşünür ve bunu pek önemsemez.
Mor Efrem’in çocukluğu hakkında dilden dile şu söylenti anlatılmaktadır: “Dilinde bir dal bitmiş, dal gün geçtikçe büyüyerek kütün yeryüzünü kaplamış ve salkımlarla dolup taşmıştır. Yeryüzündeki kütün kuşlar o üzüm salkımlarından yemelerine rağmen salkımlar tükenmemiş aksine çoğalmıştır”.
Bir sabah, o münzevi rakip odasından çıkıp Mor Efrem’in kendini kapattığı hücreye girer ve Mor Efrem’in, Peygamber Musa’nın ilk kitabını tefsir ettiğini görür. Birinci kitabı bitirince İkincisine başladığını görünce Mor Efrem’in bilgeliğine şaşırır. Böylece rakip daha önce Mor Efrem ile ilgili şahit olduğu mucizevi olayı kabul etmiş olur. Rab Allah, Mor Efrem’e büyük bir zekâ vermiştir. O günden itibaren Mor Efrem’i daha da sevmeye kaşlar.
Rahip, Mor Efremin tefsir ettiği kitabı almış ve onu şehirdeki okula götürmüştür. Kitabı kocalara, şehrin liderlerine ve ruhanilerine gösterir. Onlar, kitabı okuduklarında hayrete düşerler. Kitabı rahibin yazdığını düşünerek onu yanlarında tutmak isterler. O da yüksek kir sesle haykırarak: “Hayır onu ben yazmadım, Nusaybinli münzevi Efrem onu yazdı diye bağırır. Mor Efrem ile ilgili mucizeyi de kendilerine anlatır. Onlar da bunun gerçek olduğunu kabul ederler. Böylece Mesih’in “Dağ başında inşa edilmiş bir kent asla gizlenemez” sözü yerine gelmiş olur. Urfa müminlerinin yüreği Mor Efrem ile tutuşmaya kaşlar ve onu görmek için kaldığı dağa çıkmaya başlarlar.
Mor Efrem, ziyaretine gelenleri görünce hücresini terk eder, orada bulunan kir vadiye iner ve gözlerden kaybolur. Allah Teâlâ’ın meleği kendisine görünür ve ona seslenerek; “Efrem nereye kaçıyorsun?” diye sorar. Efrem: “Efendim, sakin kir yerde kalıp bu âlemin problemlerinden kurtulmak istiyorum” cevabını verir. Melek: “Bak, dikkatli davran, Efrem benden kaçtı, tıpkı boyunduruğa karşı isyan eden dana gibi kaçtığı, söylenen o söz sakın sende gerçekleşmesin”. Efrem de ağlayarak: “Çok zayıfım ve buna müstahak değilim der. Melek:
Ey adam! Hiç kimse çırayı yakıp perde altına bırakmaz, onu rafta bırakır ki herkes ışığını görsün ve ondan faydalansın” der. Melek, Mor Efrem’le uzun bir süre konuştuktan sonra aniden ortadan kaybolur. Mor Efrem de daha sonra Urfa ya geri döner. Onu aramaya çıkanlar da onu görmeyince geri dönmek zorunda kalırlar.
Mor Efrem Urfa şehrinin kapısına ulaşınca ağlayarak şu şekilde dua etmeye kaşlar:
“Ey Allah’ım, aziz elçilerine Şeytan’a ve onun askerlerine karşı verdiğin yetkiyi bana da ver. Tanrılığın övgüsü karşısında dikilen kütün sapkın inançları yıkıver”.
Duasını bitirdikten sonra şehrin kapısından içeri girerek surdaki kir savunma odasına sığınır ve geceyi orada geçirir. Onu aramaya çıkanlar ise sabahleyin çarşıda onu görürler. Onunla alay ederek:
“Gelin şu tipsiz adama kakın, bizler onu aramaya çıktık o bizden kaçtı ve kendini gizledi. Şimdi ise serbest dolaşıyor.” Övünmek istedi diye düşünürler. Kalkıp onu yakalarlar ve teşhir etmek maksadıyla şehrin meydanına getirirler. Mor Efrem, bu muameleye karşı sinirlenmez. Büyük bir alçak gönüllülükle önlerinde eğilip der ki: “Ey kardeşlerim, lütfen beni bağışlayınız ben fakir ve garibim.” Onlar da: “Gelin, rezil ve deli adamı görün” diye onunla alay ederler.
Mor Efrem de çarşıya gider ve birçok kişiye nasihat verir ve bazen de onları azarlar. Günün birinde ruh gözüyle gizlilikleri gören bir münzevi kendi ihtiyaçlarını almak üzere çarşıya indiğinde, Mor Efrem’in çarşıda gezdiğini görür. Ardınca yürüyüp gür bir sesle şunları söyler: “Rabb’in elindeki kürek budur, sapkınların deliliklerini o temizleyecektir. Mesih şöyle der: Dünyaya ateş bırakmaya geldim, ateş işte budur.” Şehir sakinleri heretik ve paganlar bu sözleri duyunca oldukça sinirlenirler. Mor Efrem’i yakalayıp onu şehir dışına çıkartırlar. Onu taşlayarak yarı ölü bir biçimde bırakıp giderler.
Mor Efrem sabaha karşı kendine gel ince tekrar dağa çıkar ve eski hücresine yerleşir. Orada heretiklere karşı birçok kitap yazar ve çok sayıda öğrenci edinir. Bu öğrenciler; Zunakis, Mor İskok, Asuno, Yülyane ve Şemun isimli zatlar olup Urfa Kilisesinde diyakosluk görevi yaparlardı. Bunlar, Mor Efrem’den iyi kir eğitim almışlardır. Hatta Mor Efrem’in seviyesine ulaşıp kocalık yapmışlar ve onlar da kendilerine öğrenci edinmişlerdir.
Bu dönemde, Kapadokya’daki Keysariye Episkoposu Mor Baseliyos’un takdire şayan iyi ve olumlu haberleri duyulmaya başlanmıştı. Bu sebepten Mor Efrem onu görmeyi çok arzuluyordu. Mor Baseliyos’un nasıl kiri olduğuna dair kendisine bildirilmesi konusunda Allah’a yalvarıyordu. Günlerden bir gün isteği kabul edilir ve kendisine kaşı göklere ulaşan ateşli bir sütun Kutsal Sofra’nın önünde dikilmiş vaziyette görünür. Bu görüntüden hayrete düşer ve bu şaşkın hâlinde kendisine göklerden bir ses:
“Efrem! Efrem! Mor Baseliyos gördüğün bu ateşli sütun gibidir ” demiştir.
Mor Efrem bunu gördükten sonra Yunanca bilmediği için yanma bir tercüman alarak denize doğru hareket eder. Denize ulaştığında Mısır’a gitmek üzere olan bir gemiye biner. Gemi seyir hâlinde iken çok güçlü bir dalgayla karşı karşıya gelir. Gemi oldukça sarsılır ve batma tehlikesi geçirir. Geminin yükünü hafifletmek için eşyaların çoğu denize atılır. Kaptanlar korkudan irkilirler ve gemiyi terk etmeye başlarlar. Mor Efrem onlara seslenerek:
“Korkmayın ey kardeşlerim! Pavlus’u ve beraberindekileri denizin hırçın dalgalarından kurtaran Rab Allah, bizleri de bu denemeden kurtaracaktır” der. Gemidekiler bu sözlerle alay ederler. Çünkü onun geri zekâlı olduğunu düşünmüşlerdir.
Mor Efrem eğilerek ve ağlayarak dua etmeye başlar. Haç işaretiyle denizi kutsayarak: “Kurtarıcı Efendimiz  İsa Mesih denizi azarladığında büyük bir sükûn olduğu gibi onun adıyla sana söylüyorum, dur!” demesiyle birlikte denizde büyük bir sükûn bâkim olmuştu. Bu mucizeyi gören kaptanlar ve yolcular şaşırdılar. Hepsi yanma gelip başlarını saygıyla eğerek kendisine hürmet ettiler. Artık, Mesih’in sözlerini dinler gibi onu dinler olmuşlardı.
Denizde biraz daha ilerlerken yırtıcı bir deniz hayvanı onlara doğru hücum eder. Herkes korkuya kapılıp: “Denizden kurtulduk fakat bu yırtıcı hayvandan kurtulmamız mümkün değildir” diye bağırırlar. Mor Efrem onları haçın işaretiyle kutsar ve o hayvanı lanetler. Lanetlemesiyle birlikte yaratık, suyun üzerinde ölü olarak görünür. Yolculuk tamamlandıktan sonra yolcular Mor Efrem’den üzülerek ayrılırlar. Mor Efrem artık Mısır’dadır. Antinu denilen bir şehre gider. Oradakilere “Iskıti sahrasında yaşayan münzevilerin yanına nasıl gidilir? diye sorar. Sorusunun cevabını alınca saygın münzevi rahiplerin yanına gidip kendine boş bir mağarada yer bulur. Tercümanıyla birlikte oraya yerleşmiş ve uzun bir süre orda kalmıştır.
Mor Efrem rahip olduktan sonra ölünceye dek buğday ekmeği yemezmiş. Buğday ekmeği yerine arpa ekmeği ve sebze gibi çok basit yiyeceklerle beslenir ve su içermiş. Bu yüzden çok zayıfmış. Çömlekçinin yaptığı testiye benzermiş. Giysilerini de çöplüklerden topladığı değişik renklerden oluşan yamalardan yaparmış. Kısa boylu, asık suratlı ve sürekli hazin bir haldeymiş. Saçları dökülmüş, sakalsız ve kamburmuş.
Mısır’da sekiz yıl kalarak herkesin Allah Teâlâ korkusuna yönelme çağrısı yapar. O dönemde Ariyusçular Mısır’da ve diğer memleketlerde müminlere büyük bir zulüm gerçekleştirirler. Oradaki münzevilerin çoğu Ariyus taraftarı olmuştur. Ariyus, Mısır dilini iyi derecede bildiği için onlarla konuşmuş ve gösterdiği bilgelik aracığıyla birçok kişiyi imanından saptırmıştır. Ariyus taraftarı münzevi yaşlı bir rahip vardır. Saygın, zahit ve imanlı gibi görünür fakat gerçekte öyle değildir. Bütün davranışları göstermeliktir. Özde kendisi sihirbazdı ve sihirbaz Simon’un yaptığı gibi o da Şeytanın etkisiyle bazı göz kamaştırıcı yapay mucizeler yapmaktadır. Bundan dolayı Mısır’da meşhur olmuştur.
Günün birinde bu meşhur zahit, Mor Efrem’le karşılaşır, kendisine büyük hakaretler yağdırır, eziyetler çektirir ve onu oradan uzaklaştırmak ister. Mor Efrem de geri dönüp: “Allah’ın yarattığı içinde konuşmaya yetkin yoktur ey kötü ruh der. Mor Efrem’in sözüyle birlikte adamın içindeki o kötü ruh, adamın ellerini, ayaklarını ve başını sıkıştırarak onu yere atar. Hâl ve vaziyetini duyan münzeviler toplanırlar ve düştüğü duruma şaşırırlar. Mısır da sahip olduğu şöhrete rağmen bu rahibin yanına kimse yaklaşmaya cesaret edemez.
Adamın trajik durumunu gören Mor Efrem yanma yaklaşıp elinden tutar ve içindeki kötü ruha seslenerek: “Efendimiz İsa Mesih’in adıyla sana emrediyorum; adamdan çık ve buradan uzaklaş” der. Kötü ruh hemen adamdan çıkar. Adam titreyerek ayağa kalkar ve Mor Efrem’in önünde başını eğerek secde edip: “Ey yüce Allah’ın hizmetçisi beni Şeytan’ın işkencesinden kurtardığın ve Senin boyunduruğuna bağladığın için sana sonsuz şükürler sunuyorum” der. O saatten itibaren adam davranışlarına iyi bir yön vererek gerçek inanca geri döner.
Mor Efrem sahrada kaldığı süre zarfında birçok yapıta imza atar, iyi meziyetlerden dolayı birçok kişi tarafından övüldüğünü görünce, orada yaşamaya tahammülü artık kalmamıştır. Mor Baseliyos’u görme arzusunda olduğu için Mısır’ın bir deniz limanına gidip, Kapadokya’nın Keysariye’sine doğru gitmek üzere gemiye biner. İsa Mesih’in Vaftiz Bayramı'na denk düşen, Şehit Mor Mama’nın anma gününde Keysariye’ye ulaşır. Mor Baseliyosun nerede olduğunu halka sorduğunda: “Yarın onu kilisede bulacaksın” cevabını almıştır. Onu kimse içeri almadığı ve misafir olarak kabul etmediği için o günü kendisine refakat eden öğrencisiyle birlikte, şehrin sokaklarında geçirmek zorunda kalır. Geceyi de şehrin bir otelinde geçirirler. Ertesi gün namaza ve ayine katılmak üzere gizlice kiliseye girerler.
Mor Efrem, Aziz Mor Baseliyos’u uzaktan görünce yanındaki tercümana dönüp: “Sevgili kardeşim! Buraya boşu boşuna geldiğimizi tahmin ediyorum. Görmek istediğim Mor Baseliyosun bu vaziyette olmaması gerekirdi. Gördüğümüz gibi parıltılı beyaz bir elbise giymektedir. Halkın ortasında oturmuş ve onu büyük bir törenle methediyorlar” demiştir. Bu görüntüden Mor Efrem büyük bir sıkıntıya düşmüş ve kimsenin onu görmemesi için kilisenin bir köşesinde kendini gizlemekte ve titremekteymiş çünkü işin içinden çıkamıyormuş.
Mor Efrem tekrar tercüman arkadaşına yönelerek: “Eğer bizler günün sıcağını taşıyor olmamıza rağmen, herhangi bir faydasını görmemişsek, nasıl olur da o görmüş olduğum ateşli sütun Mor Baseliyos olabilir?” der. “Halk tarafından bu kadar yüceliyor olması beni şaşırtıyor, çünkü aziz kişinin bu konumda olmaması gerekiyor, diye düşünüyorum” demiştir. Mor Efrem bu tür düşüncelerle çalkalanırken, Episkopos Mor Baseliyos kutsal kitaptan vaaz vermek üzere bimaya (vaaz kürsüsüne) çıkar. Vaaz vermeye başlarken, Mor Efrem, Kutsal Ruh’u Mor Baseliyosun ağzından konuştuğunu fiilen görür. Bu görüntüye çok şaşırır. Mor Baseliyos konuşurken yaptığı duraklamalarda halkın methine mazhar olmaktadır. Mor Efrem ise meth yerine iki kez onu yuhalamaktadır.
Mor Baseliyos da arkasına geri dönüp ona bakar, kendi başdiyakosunu Mor Efrem’in bulunduğu yere göndermek üzere çağırır ve kendisine şöyle der:
“Kilisenin falan köşesine git, orada rahiplik giysilerini giyen ve yamalı elbiseler giyinmiş bir rahip ile yanında bir arkadaşını bulacaksın. Ona de ki, Başepiskopos seni çağırıyor lütfen Kutsal Sofra bölümüne gel.”
Başdiyakos güçlükle halkı ikiye yararak Mor Efrem’in bulunduğu yere ulaşır. Mor Efrem’e seslenerek; “Başepiskopos seni çağırıyor lütfen kalk ve benimle gel” der. Mor Baseliyosun bu mucizevî davranışı tercüman aracılığıyla öğrenen Mor Efrem, başdiyakosa cevap vererek;
“Barığmor Abun, (Beni bereketli kıl ey peder) yanlışlığın var, bizler yabancıyız, Başepiskopos bizleri tanımıyor”.
Başdiyakos geri döner ve Mor Efrem’in söylediklerini Mor Baseliyos’a iletir. Bu sefer Mor Efrem yerini değiştirir ve kilisenin başka bir köşesine gider oturur. Mor Baseliyos başdiyakosunu tekrar gönderir ve kendisine;
“kilisenin falan köşesine git onları orda bulacaksın. Onları bulunca kendisine ‘Mor Efrem’ diye bitap edeceksin ve lütfen kalk ayin bölümüne gel, Başepiskopos seni görmek istiyor”
diyeceksin. Başdiyakos tekrar tarif edilen yere giderek Mor Efrem’in ayaklarına kapanır, ayaklarını öper ve ricada bulunur:
“Mor Efrem Başepiskopos seni görmek istiyor, lütfen benimle gel ve Kutsal Sofra’nın bulunduğu yere git.”
Başdiyakosun söylediklerine şaşıran Mor Efrem, Allah’a şükür ederek secde eder ve şunları söyler: “Gerçekten ve gerçekten gördüğüm o ateşli sütun (kolon) bizzat Mor Baseliyos’tu ve Kutsal Ruh onun ağzında konuşuyordu”. Daba sonra Mor Efrem Başdiyakos a şöyle cevap verir:
“Kutsal Ayinin bitiminde ‘Betb-Gazo’ denilen yerde kendisiyle görüşeceğimi söylersin”. Kutsal Ayinin bitiminden sonra Mor Baseliyos Betb-Gazo’ya girip kendi hizmetçisine Mor Efrem’i çağırmasını emreder. Hizmetçi, Mor Efrem’i çağırır ve birlikte Mor Baseliyos’un yanma gelirler. Mor Efrem’in giydiği yamalı elbiseler, hazin yüz ifadesi ve sessizliği Mor Baseliyos’un dikkatini çeker.
Mor Baseliyos, başını Mor Efrem’in önünde eğerek:
“Lütfen beni bağışlayınız, ben miskin ve günahkârım” der. Mor Efrem de kendini Mor Baseliyos’un önüne atarak saygılı bir şekilde ondan af diler. Daha sonra her ikisi birlikte ayağa kalkarlar. Aziz Baseliyos:
“Hoş geldiniz, ey çöl babası! Gelişiniz bizleri hoşnut etti. Sizler Mesih’in öğrencilerini çölde çoğalttınız ve Şeytanları kovdunuz. Neden günahkâr bir kişiyi görmeye geldiniz ki? Sizleri buraya getiren duygular nelerdir? Yüce Rab bu yorucu ziyaretinize karşı sizleri en iyi şekilde mükâfatlandırsın” der. Mor Efrem de kendisine yönelik alçak gönüllü bir konuşma yaparak, rahip arkadaşıyla birlikte onun (Mor Baseliyos’un) hakkında neler konuştuklarını ve düşündüklerini anlatır. Yaptığı bu konuşmadan hemen sonra Başepiskopos Mor Baseliyos tan Kutsal Kurbanı alırlar.
Birbirinin hatırını sorduktan sonra Mor Baseliyos Mor Efrem’e yönelik şunları söyler:
“Ey değerli peder Kutsal Ayin sırasında halk Rabb’i bir sefer överken sen iki sefer övüyordun, halk Yunancayla Rabb’i överken, sen Süryani kökenli olduğun için neler söylediğini bilmiyordun, ben buna çok şaşırdım. Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz? Mor Efrem:
“Evet doğrudur ey saygıdeğer peder, ben ağzınızda konuşan Kutsal Ruh’u övüyordum” cevabını verdiğinde, Mor Baseliyos kendini Mor Efrem’in önüne atarak:
“Keşke sen Mor Baseliyos olsaydın ve ben de Mor Efrem olsaydım ki, Rab Allah’ın sana bahşettiği bu eşsiz hediyeye ve lütfa sahip olsaydım” sözlerini kullanır.
Daha sonra Mor Baseliyos, Mor Efrem’den şu ricada bulunur:
“Ey sevgili kardeşim Allah’ın sana verdiği bu armağanı bizden esirgeme, burada kal ve senin öğretmenliğinden faydalanalım.” Mor Efrem: “Ey değerli büyük baba! Benim de senden bir ricam olacak, ne olur onu bize yönelik uygulamaya çalış” der. Mor Baseliyos:
“Buraya gelip bizleri ziyaret etmenizin karşılığını veremezsek de isteğinizi yerine getirmeye çalışacağız” der. Mor Efrem:
“Şuna inanıyorum ki, Rab’dan ne istersen sana verecektir. Yunanca dilini konuşabilmemi lütfen Allah’tan dileyiniz” der. Mor Baseliyos haykırarak:
“Gel ey sevgili peder! Uçsuz bucaksız çölü hidayet eden seninle birlikte bu dileği Allah’tan isteyelim, çünkü bu isteğinizi yerine getirebilecek güçtedir. Yazılıdır ki; Allah’ın yanında hiçbir şey imkânsız değildir. Çünkü ona iman edenlerin isteğini yerine getirir, dualarını kabul eder ve onları kurtarır”.
Her ikisi birlikte uzun Lir süre dua ettikten sonra Mor Baseliyos, Mor Efrem’e şöyle bir teklifte bulunur:
“Neden papazlık rütbesini kabul etmiyorsun? Bu kutsal göreve seni layık görüyorum”. Mor Efrem tercüman aracılığıyla; “Ey değerli saygın peder! Ben günahkârım bu kutsal göreve müstahak değilim” cevabını verir. Başepiskopos Mor Baseliyos:
“Keşke senin günahların benim olsaydı” sözünü sarf ettikten sonra Mor Efrem’e emir vererek: “Başını eğ, diz çök” dedi. Mor Efrem diz çökerken, Başepiskopos elini üzerine koyup onu diyakosluk rütbesiyle kutsar. Daha sonra Süryani diliyle Mor Efrem’e seslenerek:
“Lütfen ayağa kalkalım” der.
Mor Efrem de Yunanca diliyle karşılık vererek;
“Ey yüce Allah beni inayetinle kurtar” der. Cümleyi söylerken orada hazır bulunan herkes şaşkınlığa uğrar. Mor Baseliyos, Mor Efrem’e papazlık rütbesini de vermek isteyince, ısrarla hu göreve layık olmadığını açıklar (hakikatte ise o göreve layıktı). Mor Efrem o anda tam anlamıyla Yunanca diliyle konuşmaya başladığını görenler hayrete düşerler ve olanaksızlıkları olanak hâline getiren Allah’a şükürler sunmuşlardır.
Mor Baseliyos, Mor Efrem’i iki hafta boyunca büyük bir coşkuyla misafir eder. Ayrıca Mor Baseliyos, Mor Efrem’in yanındaki tercümanı da ilkin diyakosluk ve daha sonra papazlık rütbesiyle kutsar. Her gün birlikte ruhsal öğretiyle hoşnut olurlar. Mor Baseliyos Mor Efrem’in öğretisinden çok bilgi alır. Halka seslendiğinde sık sık onun sözlerini dile getirir.
Günün birinde Başepiskopos Mor Baseliyos cemaate Kutsal Ruh hakkında vaaz verirken, cemaat onu eleştirmeye başladı, çünkü konuşmasında Baba, Oğul ve Kutsal Ruh cümlesini kullanmıştı. Daha önce “Ve Kutsal Ruh” kelimesini kullanmıyordu. Mor Baseliyos kendisine yönelik gelen eleştiriye karşı şu cevabı verir:
“Şaşmayınız ve heyecana kapılmayınız ey değerli kardeşlerim. Ben de bu kelimeyi Beth-Nahrin’de yaşayan bir adamdan öğrendim. Adamın dilbilgisi mükemmeldir. O kendi dilinde "Ve’yi bağlaç olarak kullanıyordu. Çünkü Ve’ bağlacı kullanılmadan Üçlük ve Birlik’e övgüler sunulması mümkün değildir.” Böylece cemaatin gönlü rahat oldu ve o günden itibaren hep birlikte aynı cümleyi Mor Efrem’in tarif ettiği gibi kullanmaya başladılar.
Yine başka bir gün Mor Baseliyos büyük orucun ikinci gününde vaaz kürsüsünden Altıncı Gün hakkında halka vaaz verirken “Allah’ın Ruhu sular üzerinde uçuşuyordu” dedikten sonra şu açıklamayı yaptı:
“Bu sözler benim değil Süryani kökenli bir adamın sözleridir. Bu zat dünyasal hikmetinden yoksun görünmesi dâhil, gerçek kültür ve eğitime daha yakın olduğuna dair gerçeklerden bir gerçektir. Bu cümleyi Arami diliyle açık bir şekilde ifade etmiştir.
Aramice, İhraniceye çok yakın bir dildir. Özellikle de kitabın düşünsel sözüne daha da yatkındır. Kitabın düşünsel sözü hundan ibarettir: “Sular üzerinde gidip geliyordu." Uçuşturmasıyla suları kucaklıyormuş ve onları seviyormuş anlamına geliyor. Örneğin; bir tavuk altına konan yumurtaları kucaklayıp sevdiği gibi onlara bir canlılık da vermektedir. Bu şekilde Allah’ın ruhu sular üzerinde uçuşturması ve onları kucaklaştırması, cinsiyetine uygun bir canlı nefis doğurmaya hazırlıktır. Bundan yola çıkara k, Allah’ in ruhunun yaratıcı olduğu bir gerçek olup yaratıcılıktan herhangi bir eksikliği asla bulunmamaktadır.
Yukarıdaki ilk konumuza dönecek olursak, Mor Efrem ve Mor Baseliyos birbiriyle yaptıkları uzun sohbetin neticesinde ruhsal bir haz almışlardır. Bu sırada Mor Efrem Urfa’da birbirinden farklı toplam dokuz heretik inanç ortaya çıkmış olduğu haberini duyar. Mor Efrem ve arkadaşı, Başepiskopos Mor Baseliyos’un hayır duasını aldıktan sonra Suriye’ye gitmek üzere yola çıkarlar. Onlar ayrıldıktan sonra Mor Baseliyos, yanında bulunan diyakoslara şunları söyler:
“Mor Efrem’in, kilisede durduğu ve ayakta dikildiği sıralarda sağında ve solunda iki melek durduğunu ve kendisine beyaz bir giysi giydirdiklerini görüyordum.”
Mor Efrem ve yoldaşı rahip, Urfa güzergâhında yolculuk yaparken Şamişat’a (Samsat) ulaştıklarında, heretik inanca sahip bir öğretmenle karşılaşırlar. Öğretmene eşlik eden birçok çocuk vardır. Öğretmen onlara yaklaşıp “Şlomo Şlomo” yani Selam Selam der ve İsa Mesih’in yüzünü tokatlayan o hizmetçiyi örnek alarak, Aziz Mor Efrem’e bir tokat atar. Mor Efrem, sesini hiç çıkarmadan ve karşılık vermeden yoluna devam eder. Bunlar, verdikleri yemek molasında kendi aralarında Aziz Mor Efremle alay ederler. Bu esnada Mor Efreme vuran çocuğu, oturduğu taşın altından çıkan bir engerek yılanı sokar. Sokmasıyla birlikte çocuk yere yığılır ve hayatını yitirir.
Öğretmen ve öğrencileri bu ürkütücü olaya görgü tanığı olunca heyecandan yere yığılırlar. Öğretmen, Mor Efrem’e ulaşmak üzere arkasından koşar. Onları Urfa şehrinin giriş kapısının bir sokağında bulur. O sırada Mor Efrem ve yol arkadaşı hayırseverlerden ekmek dilenirler. Azizin ayaklarına eğilip ölen çocuğun yanma gelmesi ricasında bulunur. Mor Efrem isteğini kabul eder ve onunla birlikte ölen çocuğun yanına geri döner. Çocuğun yanına ulaştığında rükû edip ağlayarak dua etmeye başlar. Duasını bitirince ölen çocuğun elini tutar ve onu diriltir. Öğretmen ve çocuklar diz çökerek Mor Efrem’e secde ederler. Hepsi heretik inancından vazgeçerek gerçek inanca geri dönerler.
Mor Efrem Urfa’ya geri dönerken dokuz heretik inancın ortaya çıktığını görür. Rabbin inayetiyle onlarla mücadele eder ve bütün heretik inançları yener. Özellikle de Bardayson’un, Ariyus’un, Mani’nin, Markiyun’un ve diğerlerinin...
Günün birinde Bardayson’un iğrenç öğretisiyle yazılı bir kitap Mor Efrem’in eline geçer. Kitapta şu bilgiye yer verilmişti:
(Bu bilgiyi Mor Efrem kendine özgün yedi heceli şiir ölçüsüne göre yazmıştır).
Bardayson un kitabıyla karşılaştım, onu okumaktan bir süre canım sıkıldı.
O tecrit ve hakaret dolu sözlerden, temiz kulaklarımı incitirim diye,
Onları geçit yapmayı düşündüm..
Koşarak duyurttum kulaklarıma,
Tanrısallığın kitaplarının, o temiz ve saf sözleri...
Yazdığı o kitapta, adaleti sövdüğünü duydum.
Adaletin eşi olan inayeti de, kirletmek için onu götürmüştür.
Adalete karşı bir küfür eylemidir, çünkü helak olmasına onu atmıştır.
Beden bozgunluğa uğramak üzere yaratılmış ve tekrar asla dirilmeyecektir.
İşte adil olana karşı küfürleri bundan ibarettir, Allah’ın yolunu da zulüm etmiştir.
Sevenler arasında düşmanlık yarattı, ebedi hayata kavuşma hususunda umutsuzluk inancım öğretti
İşte yazdığı o kitabın okuması, beden ve ruhu sıkar ve üzer,
Çünkü imanlı insanlar arasında, umutsuzluk düşüncesini uyandırdı.
Bedeni kıyametten mahrum bıraktı, ruhu da ortağından uzaklaştırdı.
Yılanın ortaya attığı fitneyi, Bardayson büyük yarar görmüştür".

Mor Efrem ilave olarak Bardayson un yazdığı ‘Madroşo’ isimli bir ilahisinde şu sözlere yer vermiştir:
“Nefsin duygularını, birliktelik sağlayan konuları idrak edemez, Sadece tek bir şey mümkündür, o da terkiplerini çözmek,
Sayılarını yıkmak, gizliliklerini açıklamak ve öğretilerini azarlamaktır”

Aziz Mor Efrem, Bardayson’un heretik inancını ve haram olan öğretilerini tadınca irkilir. Bardayson un boş sözlerine o temiz ve saf koyun sürüsü aldanmasın ve talan edilmesin diye, onlara karşı Kutsal Rubun hediyesinin ışıltısıyla silahlanır. Yunanlıların çeşitli aldatmacılığını eleştirir. Heretiklerin kötü sanatının zayıflığını ifşa eder. Çünkü saf ve basit olan halk sürekli heretiklerin başıboş ve zulüm dolu sözlerine aldanmışlardır. Bardayson’un oğlu Hermiyanos, “Teşipkotko” olarak adlandırılan ilahileri önceden bestelemiştir. Kendisinin ve kakasının zulmünü ve kilesini koş nağmelerle bu ilâhilere katmıştır. Bunların aracılığıyla dinleyicilerin duygularını sömürür. Bu kötü gelenek o döneme kadar devam eder.
Mor Efrem in Hermiyanos ve kakası Bardayson’un hakkında yazdığı beyitler şunlardır:
“Madroşeler besteledi, onları nağmelerle seslendirdi.
Şarkılar terkiplerdi (nazmetti), ölçüler kullandı.
Sözcükleri tartılara ve ayarlara bölüştü,
Mütevazılara, acıyı tatlılıkla kattı.
Yemek hastası olanlar, iyileşmek istemediler,
Davut’u örnek almak istedi.
Güzelliğiyle süslensin diye, onun gibi övgü kazansın,
O da yüz elli tane, şarkı nazmetti.
Gerçeğini (Davut'un) bırakmıştır ey kardeşlerim! sadece sayısını örnek almıştır.
Davut asla kâfirlerin şarkılarını seslendirmedi.
Çünkü onların gitarı zulümdür ve hikâyelerle doludur”.

Bu sözcüklere gönül veren gençliği gören Mor Efrem de, Bardayson’un ve Hermiyanos’un nağmelerini örnek alır ve uyumlu kir üslupla ilâhiler besteler. Allah korkusunu bestelediği ilâhilere katıp, koş ve iyileştirici bir ilaç olarak dinleyicilere sunar. Madroşeler olarak isimlendirilen bu ilâhiler hâlen şehitlerin anma günlerinde kullanılır.
Bu belagat üslubuyla Mor Efrem, Yunanlıların kütün hikmetini yener. Çünkü tek bir kelimeye birçok anlam verebilmektedir. Söz ettiğimiz heretik inançlara karşı savaşçı bir komite oluşturur. Sürekli dualara ve namazlara katılan rahibeleri organize edip bestelediği Madroşeleri onlara öğretmek üzere bu öğretmenleri görevlendirir. Bu Madroşe ilâhileri öğrendikten sonra sabah ve akşam namaz vaktinden önce toplanırlar ve onları terennüm ederler. Sadece kilisede değil şehitliklerde ve cenaze törenlerinde de seslendirirler. Bu eğitimi şehirde yaşayanlarla sınırlı tutmaz. Şehir dışında, dağda barınan ve köylerde yaşayanlara da aynı ilâhileri öğretir.
Kız kardeş rahibeler arasında dikilerek bestelediği değişik ilahileri onlara öğreten Mor Efrem’in duruşu ne kadar layık ve güzeldir. Onlar mütevazı keklik kümeleri gibi etrafında toplanırken, O da güvercinler arasına konan kartala benzerdi. Çünkü ondan temiz ve hoş bir müzik öğreniyorlardı. Bu kız kardeşlerin sesiyle gürleşen kiliseye bu ses çok yakışırdı. İşte Mor Efrem, bu zor ve trajik dönemde düşmana karşı kadınları yanına alarak savaşmaya çıkmıştır. Çünkü o zalim düşman bütün dünyayı kendi isyanıyla işgal etmiştir.
Mor Efrem’in yiğitlik savaşını ve öğretisinin güzel parıltılarını görmek isteyenler bestelediği “Madroşe” isimli ilahilerini okumalı ve onları derinlemesine araştırmalıdır. Mor Efrem aldatmacılığının büyüttüğü bu tür öğretilerle mücadele etmekten hiçbir zaman sıkılmaz ve vazgeçmez. Bu mücadelesini uzun bir süre sürdürerek onlara karşı sayısız kitaplar ve makaleler yazar. Ayrıca bunları Yunancaya da çevirmiştir. Göstermiş olduğu bu gayretli çabasından ötürü ünü tüm dünyaya yayılmıştır.
Mor Efrem, bütün heretik inançları yıkıp ortadan kaldırdıktan sonra Bardayson’un hilesini de ifşa etmiş ve onu aforoz etmiştir. Sadece Bardayson’u değil onu takip eden herkesi aforoz ederken şunları söyler:
“Bardayson un iman ettiği yedi sayıya, bizler güvenmiyoruz.
Bu sayıdan yağmur yağdığım ve çiğ indiğini, söyleyenler aforozdur.
Bu sayıdan yağmur tanecikleri ve serpintilerin indiğini, iman edenler aforoz olsunlar.
Onlardan (yedi sayıdan) kar yağar ve don oluşur, diyenlere lanet gelsin.
Onlardan çiftçilere ürün gelir, onun gibi (Bardayson) vaaz eden aforoz olsun.
Onlardan işçilere meyve verilir, onun itiraf ettiği gibi itiraf eden aforozdur.
Onlardan açlık ve bolluk gelir, onun gibi düşünen aforozdur.
Onlardan kış ve yaz olur, öğrettiği gibi itiraf eden aforoz olsun.
Yağmurun inmemesi onlardan kaynaklanıyor diye, onun gibi umut eden aforoz olsun.
Bu tür sözleri söyleyen, ister erkek ister kadın aforoz olsun.
Keldaniye inanan, her eve aforoz insin.
Güvenini yedinci sayıya bağlayanın, öğretisini aforozdur.
Yediye güvenini bağlayanın, umudunu aforozdur.
Efendisinin gerçek umudunu terk eden aforozdur.
Yediye yetki vermiş diyene ve onlara güven getirene aforozdur.
Yaratıcısını kirleten ve yediye yetki vermiş diyen kişi lanetlidir.
Herkesi doyuranı değiştiren ve yediye idaresini bağlayan lanetlidir.
Kitapları okuyan ve onlara karşı direnen lanetlidir.
Peygamberleri okuyan ve onların sözlerini hiçe sayan lanetlidir.
Elçilerin kitaplarını okuyan ve onların sözlerinde sabit kalmayan lanetlidir”.

Aziz Mor Efrem, işte bu tür aforozlarla, lanetlerle ve bunlara benzer ağır sözlerle Bardayson’u ve yandaşlarının öğretisini, onların aleyhine nazmettiği şiirlerle savuşturmuştur. Mor Efrem daha sonra kiliseyi şu sözlerle över:
(beş heceli şiir ölçüsüne göre)
“Her dilden sana mutluluk gelir, ey temiz ve pak kilise,
Sen yücesin, azgın olan Markiyun 'un çamurundan ve bataklık pisliğinden.
Mani nin tortusundan ve zulmünden daha safsın.
Bardayson un o çirkin hilelerinden ve kirliliğinden daha ince ve zarifsin.
Yahudilerin o murdar ve pis koku ölü kurbanlarından.
Efendin başını yüceltir, ey imanlı kilise! İşte her iki, Eski ve Yeni Ahitler,
Kralın ve kralın oğlu, sandıkta korunmaktadırlar.

(Yedi heceye göre)
Ne mutlu sana ey kilise! Çünkü kral ve kralın oğlu şendedir.
Temelin sarsılmayacaktır, Rab senin koruyucundur.
Kurtlar sana zarar vermezler, engerek yılanın o vahşi ve gaddar evlatlarını,
Kudretin ve başın yücedir ve çok süslüsün, ne güzelsin ey milletlerin kızı.

(Beş heceye göre)
Dua edip dedi ki; kâhinin işlerini zülüm görmesin,
Çünkü koyunu rahatsız etmedim.
Tüm var gücümle, kurtlan ondan kovaladım.
Gücüm yettiği kadar, kendisine Madroşe’lerden oluşan ağıllar inşa ettim.
Cemaatinin kuzularına...
Hastalıklar beni acıtıyor, günahlar korkutuyor,
Bunlar inayetinle yenilsin ey Rab!
Geri zekâlı ve tembeli, kendine öğrenci seçtin.
Bu yetmiyormuş da, liderlerin asasım,
Hekimlerin ilacı, tartışmacıların silahı,
Ve alçak gönüllülerin sükutu kendisine teslim ettin.
Tabak doldu taştı ve zayıf olduğunu itiraf etti.
İnayetinle durdur ey Rab! Armağanlarının taşmasını ve bolluğunu.

Aziz Mor Efrem’in yapmış olduğu önceki mucizelerin yanı sıra Urfa şehrinde bir mucize daha yapmıştır. Sahipsiz felçli bir adam sürekli Elçi Mor Tuma Kilisesinin önünde oturur dilenirmiş. Bir gün Mor Efrem adı geçen kiliseye girmek istediğinde felçli adamla karşılaşır. Onu o kötü vaziyette gördüğünde hâline acır. Etrafına bakınır. Kimsenin olmadığını görünce yanına yaklaşır. İyileşmek ister misin? diye sorar. Felçli adam:
“Evet efendim isterim, elini başıma koy” der. Mor Efrem:
“Rabbimiz İsa Mesih’in ismiyle kalk” demesiyle birlikte ayağa kalkar ve yürümeye başlar. İyileştiğinden dolayı da Allah’ a şükür eder.
Aradan dört sene geçtikten sonra Mor Baseliyos, iki saygın öğrencisini Episkoposluk rütbesine yükselmeleri için Mor Efrem’in yanma gönderir. Onları gönderirken kendilerine şu tavsiyede bulunur: “Urfa’ya girdiğinizde yamalı elbise giyen o öğretmeni arayın, onu bulduğunuzda buraya getirin, O her ne kadar kendini hakir gösterse de onu bırakmayın ve bana getirin” der.
Mor Baseliyosun elçileri Urfa’ya ulaştıklarında Mor Efrem’i aramaya başlarlar. Mor Efrem de bu konudan haberdar olunca hemen o çeşitlilik yamalı cübbesini giyip eline ekmek alıp ve salyasını indirerek çarşıda dolaşmaya başlar. Bu tür davranışlarda bulunmasını kehennütün (ruhbanlığın) yüce sorumluluğundan korktuğu için yapmıştır. Elçiler onu ararken birileri onu uzaktan tarif ederek: “Aradığınız Mor Efrem işte o zattır der.” Onlar da onu bu vaziyette görünce patavatsız olduğunu düşünerek onunla muhatap olmadan Mor Baseliyos’a geri dönerler.
Mor Baseliyos onları görür görmez, durumu anlamış ve kendilerine: “Neden onu getirmediniz” dediğinde, onlar da: “Ey saygın peder! Patavatsız biri olduğunu gördüğümüzden dolayı ondan vazgeçip bırakıp geldik. Mor Baseliyos: “O, paha biçilmez bir mücevherdir. Bu âlem onun değerini bilmiyor. O tekâmüle erişendir, bilgedir, ruhani filozoftur, bilimlerle donatılmıştır ve Allah’ın sevdiği bir zattır” dedi.
Meşkur ve aziz insanlar Mor Efrem’in sevdalısı oldu ğundan kendisi de bir vefa borcu olarak nazmettiği değişik ilahilerle bu tür kişilerin hayat öykülerini kaleme almıştır. Bunlardan;
1-                Mor Sobo: Allah korkusuyla yücelmiş bir zat olan münzevi Mor Sobo vefat edince, Mor Efrem onun bakk mda “Madroşeler” nazmeder. Azizi yakından tanıdığı için bütün prensiplerini ve davranışlarım dile getirir.
2-                Episkoposlar   ve Sadık /Saygın İnsanlar: Kendi döneminde vefat eden birçok episkoposun ve sadık / saygın insanların iyi işlerini / faziletlerini överek Madroşeler yazar.
3-                Nikumidiya / İzmit: Mor Efrem’in yaşadığı dönemde yıkılan Nikumidiya / İzmit şehrinin yıkılışını yazar.
4-                Nusaybin: Kendi döneminde hudutlar şehri Nusaybin’de meydana gelen savaş hakkında yazar.
5-                Mor Yakup: Nusaybin Episkoposu Mor Yakup hakkında yazar.
6-                Kral Kustantin: Mümin ve muzaffer Kral Kustantinus hakkında yazar.
7-                Farklı Kişiler: İsimleri yazmadığımız birçok kişinin hakkında yazar.
8-                Eski ve Yeni Ahit’i tefsir etti.
9-            Felaketler ve Afetler: Mor Efremin döneminde dünyada meydana gelen bazı felaketler ve afetler hakkında yazar.
10-         Şomuno ve Guryo: Urfa’da şehit düşen saygın yiğitler Şomuno ve Guryo’nun özelliklerini ve yiğitliklerini dile getirerek Madroşeler nazmeder.
11-         Urfa Şehri: (Mor Efrem’in döneminde Hunlar, herhangi bir direnişle karşılaşmadan Urfa’yı zapt ettiler. Şehri ve etrafındaki yerleşim alanları yıktılar. Manastırlarla dolu olan şehrin dışındaki dağa çıktılar. Bu manastırlar rahip ve rahibelerle doluydu. Rahipleri iztihat ettiler. Kimileri kaçmış kimileri de esir almış ve talanla götürmüşlerdir. Rahibelerin manastırlarına da girip talan ettiler. Bazı rahibeleri kovdular, bazılarına tecavüz ettiler, bazılarını da öldürdüler ve geri kalan rahibeleri de esir kafilesiyle götürdüler. Her yeri yakıp yıktıktan sonra geri çekildiler. Yaşanan bu olayları duyan şehir halkı mateme boğuldular. Mor Efrem, meydana gelen bu trajik olayları detaylarıyla kaleme almıştır.)
12-         Urfa Şehri: Mor Efrem, zalim Kral Valis’in dönemine kadar yaşadı. Bu zalim kral, bütün episkoposları ve cemaatlerini iztihat ederek Urhoy’a ulaşır ve şehri bir vadiden kuşatır. Şehir halkıyla görüşmek isteyen kral kendilerine haber gönderir. Halk da o sırada çobanları Episkopos Barso ile birlikte Elçi Mor Tuma Kilisesinde namaz kılıyorlardır. Namazı terk etmez ve yanına gitmezler. Kral, bu tutumlarına karşı öfkelenir ve halkı kılıçtan geçirmek üzere büyük bir askerî birlik gönderir. Birlik başındaki komutan merhametli biri olduğu için kiliseden çıkmalarını ister. Onlar ise oralı olmazlar ve namazlarını terk etmezler.
Komutan çarşıdan geçerken iki oğluyla birlikte imanlı bir kadının namaz kılmak üzere kiliseye koşarak gittiğini görür. Kadın, komutanla karşılaşır ancak hiç korkmadan ve tereddüt etmeden birlikleri ikiye yarıp koşmaya devam eder. Kadının büyük bir cesaret ve hararetle kiliseye doğru koşarak gittiğini gören komutan şaşırır. Kadının durdurulması ve yanına getirilmesini emreder. Kadın bazır bulunduğunda, Komutan:
“Nereye gidiyorsun ey kadın? diye sorar. Kadın:
“Allah’tan korkanlara yönelik bir operasyon yapılacağı haber aldım. Ben de onlarla birlikte ölmeye gidiyorum” cevabı verir. Komutan:
“Peki, bu çocukları nereye götürüyorsun, çocukların mı bunlar?" diye sorduğunda, Kadın:
“Evet, bunlar çocuklarımdır. Birlikte kendimizi Allah’a kurban edeceğiz” der. Böyle bir halkın ölüme doğru hararetle ve sevgiyle gittiğine tanık olan Komutan hayrete düşer, geri döner ve gördüklerini krala anlatır. Kral da halk m gösterdiği bu cesarete şaşırır.
Halk namazını kıldıktan sonra çobanlarıyla birlikte kralın huzuruna çıkarlar ve arzularını kendilerine açıklarlar. İnançlarından vazgeçiremeyeceğini öğrenince kral onları serbest bırakır. Böylece onlara zarar vermeden oradan ayrılır.
Mor Efrem de şehir halkının güçlü imanını görünce, yedi heceli şiir ölçüsüne göre şehir hakkında şunları yazdı:
Urhoy, evlerini ve kapılarım, açık bırakarak çıkmıştır.
Barso ile birlikte ölüm vadisine gitti ki, kendi inancını terk etmemek şartıyla.
Şehri, suru, binaları ve evleri krala verilsin.
Bütün malı alsın, fakat imanımızı değiştirmeyelim.
İyi kâhin kendini ölüme, teslim etmeye hazırdı.
Geçici makam kürsüsüyle, gerçeğini krala satmadı.
Urhoy imanla doludur, akıllıdır ve mantık sahibidir.
Düşünce ve tatla kuşanırken, bel kuşağı da imamdır.
Silahı gerçektir ve herkesi yener, tacı da sevgidir herkesi ululanır.
Mesih, sakinlerim kutsasın, Urhoy un adı gururudur.
Isa nın adı onun güvenidir, vaazcının adı da onun övgüsüdür.
Ruh anı liderlerinin adını da tesellidir, şehir de arkadaşlarının sahibidir.
Hepsinin öncüsü oldu, Elçisinin elinde sevgi vardır.
Rabbm sevgisiyle ilki olmuştur, havarinin aracılığıyla yakalanmıştır.
Urhoy şehri, göklerdeki Kudüs ’ün gölgesidir.

İşte Mor Efrem, mübarek Urhoy şehrine bu tür övgüler yağdırır ve bereketler verir. Çünkü Hristiyanlığının inancını var gücüyle sevmiştir.
13-         Urhoy ve Şomrin: Bir şiir de Urhoy ve Şomrin hakkında yazmıştır. Şomrin ile alay ederken, Urhoy’u da methediyor. Şehir halkı herhangi bir istekte bulunmak istediğinde anılan vadiye gider ve orada Allah’a yakarırdı.
14-         Abrohom Kaydunoyo: Mor Efrem’in döneminde Urfa’nın en tanınmış insanlarından Ahrohom isminde tir adam vardı. Şehrin dışında bulunan dağın bir hücresinde kendini yıllarca hapsetmişti. Seçkin işlerle, meziyetlerle ve prensiplerle kendini eğitiyordu. Sabırlı olduğundan “Kayduno” denilen bir köye Incil’i müjdelemek üzere görevlendirildi.
Kayduno köyüne gittiğinde halkı irşat etmeye başlar. Üç yıl süreyle aynı görevi yapmasına rağmen halk onu kovar ve müjdesini reddeder. Sonunda köy halkı adamın mütevazılığını, sabrını ve iyi huyunu görünce yaptıklarından utanarak putperestlik inancından vazgeçerler, Hristiyanlığa geçer ve hepsi vaftiz olurlar. Onlara görkemli bir kilise inşa ettikten sonra tekrar bulunduğu yere geri döner ve inzivaya çekilir. Kısa bir süre sonra, geçirdiği iyi bir yaşlılık sonucunda Allah’ı hoşnut eden hayatına veda eder.
Mor Efrem ve şehir halkı Abrohom Kaydunoyo’nun intikaline oldukça üzülürler. Gereken bir saygıyla yabancıların mezarlığındaki giriş kapısının önünde toprağa verirler.
Mor Efrem, bu Azizin öz hayat öyküsünü kaleme alır ve bütün faziletlerini nazmettiği Madroşelerle över. Yazdığı öykünün sonunda da kendi kendini azarlar ve uyarır. Yazdığı bir Madroşo’da Abrohom’u ne kadar sevdiğine dair şu sözlere yer verir:

“Günahlarımın öyküsünü, sana anlatıyordum.
Namazda hep benim için gözyaşı döküyordun.
Şimdi de tam zamanıdır, senden dilemeye.
Hastalıklarım için dua et, çünkü tabipler çaresiz kaldılar."

Mesih’in hizmetçisi Mor Efrem’in, bütün heretik inançların Urfa’dan yok olduğunu ve gerçek inancın yeteri kadarıyla canlandığını görünce gönlü rahatlar. Tekrar şehri terk edip eskiden bul unduğu dağdaki hücresine yerleşir.
Aziz Mor Baseliyos döneminde, Keysariye’de, aşırı günah işleyen bir kadın varmış. Kadın yaptıklarından pişman olmuş. Utancından, Aziz Mor Baseliyos’un önünde günahlarını itiraf etmeye cesaret edememiş. Bütün günahlarını bir kâğıda yazıp kâğıdı mühürleyip onu Mor Baseliyos’a teslim etmiş. Günahlarının bağışlanması için büyük bir imanla ve ricayla kendisine yalvarmış. Mor Baseliyos kadının ricasını kabul etmiş, kâğıdı elinden almış ve onun günahlarının bağışlanması için Allah’ın önünde yakarışta bulunmuş. Azizin dualarıyla ve imanıyla kadının bütün günahlarını -bir günah hariç Mor Baseliyos’a teslim ettiği o kâğıttan silinmiş. Geriye kalan o günah da diğerlerinden daha ağır ve daha önemliymiş.
Kadın, yazdığı kâğıdı açmış, günahlarının silindiğini yani bağışlandığını görünce oldukça mutlu olmuş. Kalan o günah için de tekrar Mor Baseliyos’a yalvarmış. Mor Baseliyos:
“Diğer günahlarını bağışlayan zat bu günahını da affetmeye muktedirdir. Eğer biraz daha sabredip ve gayret gösterirsen, sadece günah bağışlaması değil büyük bir nimete de nail olacaksın. Sana tavsiyem şu olacaktır: “Urfa Dağına git, Efrem isminde birini orada bulursun. O adam azizdir (kutsaldır) ve iyi meziyetlerle ünlüdür. Bu kâğıdı ona uzatıver ve ondan ricada bulun ki senin için dua etsin. İnanıyorum ki günahını Allah Teâlâ affedecektir”.
Kadın, Aziz Mor Baseliyos’un nasihatini kabul etmiş. Yol uzunluğu onu tedirgin etmesine rağmen büyük bir gayretle yola çıkmış. Urfa’ya ulaştığında Efrem'i aramaya ve sormaya başlamış. İnziva odasını bulunca kapıyı çalıp haykırmış:
“Ey Allah’ın mukaddesi benim için dua et ve bana merhamet eyle”.
O da pencereden bakmış, bir kadın olduğunu görmüş. Ruh gözüyle ne amaçla geldiğini görmüş. Mor Efrem: “Ey kadın, lütfen buradan uzaklaş, ben bir günahkârım” demiş kendisine. Kadın da kâğıdı pencereden içeriye atarak şunları söyler:
“Benim için dua etmeniz için Aziz ve Başepiskopos Mor Baseliyos beni yanınıza gönderdi. Kendisi de diğer günahlarım için dua etti ve sana attığım bu kâğıttaki yazılı günahım dışında diğer bütün günahlarım onun duasıyla affedildi. Lütfen sıkılma ve beni ihmal etme. Bu günahım için Allah Teâlâ’ ya yakarıver ve dua et ki bağışlansın”.
Aziz Mor Efrem içerden cevap vererek:
“Yok kızım yok, yanlışlığın vardır. Bütün günahlarını bağışlayan zat, bu günahını da bağışlatabilir. Hiç zaman kaybetmeden git ve ona yetiş çünkü kısa bir süre sonra bu hayata veda edecektir.”
Kadın da hayır duasını ve selamını aldıktan sonra Keysariye şehrine acilen geri dönmüş. Şehrin kapısına girdiğinde Aziz Mor Baseliyos’un cenazesiyle karşılaşmış. Toprağa verilmek üzere kendisine cenaze töreni düzenlenilmektedir. Kadın gördüğü bu manzaraya karşı kendini yere atmış ve feryat etmeye başlamış. Kadın, Aziz Mor Baseliyosla konuşur gibi davranır ve şu sözleri söyler:
“Ey Allah’ın hizmetçisi, sen bu fani dünyadan ayrılacağını biliyor olmana rağmen beni uzaklara gönderdin. Sana rahatsızlık vermiyordum. Neden bunu bana yaptın, işte tekrar boş döndüm. Vay başıma! Ben ne yapabilirim ki, Allah ikimizin yargıcı olsun ve bizi hükmetsin. İnanıyorum ki kalan o günahımı da bağışlatabilirdin. Beni boynundan çıkarıp başkasına gönderdin” dedikten sonra kâğıdı cenazenin üzerine atmış. Başına gelen bu olayı olduğu gibi bütün şehrin halkına anlatmış.
Ruhanilerden biri kâğıtta neler yazılı olduğunu merak etmiş ve onu görmek üzere koşarak gitmiş, kâğıdı almış ve açmış. Kâğıdın boş olduğunu görmüş. Ruhani zat yüksek bir sesle bağırarak: “Kâğıdın içinde yazılı bir şey yoktur ey kızım!” demiş. Böylece Aziz Mor Baseliyos’un ve Aziz Mor Efrem’in dualarıyla ve o kadının da gösterdiği yoğun çabayla ve imanıyla bütün günahlarının affedildiğini herkesçe malum olunmuştur. Bu mucize vasıtasıyla Allah’ın ismi azizlerinin aracılığıyla ululanmıştır.
15-         Aziz Mor Efrem, Mor Baseliyos'un vefatına oldukça üzülmüştür. Bütün iyi meziyetlerini överek onun hakkında gereken bilgileri yazmıştır. O dönemin meşhur yazarları da Mor Efremle kirlikte Aziz Mor Baseliyos hakkında yazmışlardır.
Aziz Mor Efrem ömür koyu sakin bir hayat geçirdi ve iyi meziyetlerle yaşar. Yanına gelenleri sürekli teselli eder. En sonunda yani hayatının sonlarına doğru şu sebepten dolayı hücresini terk etmek zorunda bırakılmıştır: Urhoy şehrine büyük bir kıtlık sarar. Açlıktan ölenlerin sayısı çoktur. İnsanlık tabiatına acıyarak, hücresinden çıkıp ambarlarda her türlü tahıl ürünleri stok eden zenginlere hücum eder. Çünkü merhametsiz ve acımasız olduklarını görmüştür. Onlara seslenerek sert bir üslupla şu sözleri savurur:
Neden sizler Allah’ın merhametini ve şefkatini göz önünde bulundurmuyorsunuz? Sizleri zenginleştirenin Allah Teâlâ olduğunu bilmez misiniz? Sizin stok ettiğiniz bu servet, ruhunuzun ve nefsinizin hükmü olacaktır.
Bu sözleri duyan zenginler kendi aralarında istişare ederek, Mor Efrem’e şu cevabı vermişlerdir:
“Açlıktan ölenlerin iaşesinde görevlendirilecek güvenli bir kişi görmediğimizden dolayı uzak duruyoruz. Çünkü insanlar hileci ve görevlerini kötüye kullanmaktadırlar”. Mor Efrem:
“Bu konuda beni nasıl görüyorsunuz?” Zenginler:
“Seni Allah’tan korkan biri olarak görüyoruz” derler. Mor Efrem: “Öyleyse bu konuda beni görevlendirin, ben de kendimi bu işe vereceğim” der. Zenginler kabul ederler ve kendisine büyük bir miktar para teslim ederler. Gerçekten de Mor Efrem halk nezdinde büyük bir itibarı vardı. Herkes onu seviyordu ve ona güveniyordu.
Mor Efrem bu büyük parayı onlardan aldıktan sonra ilk başta üç yüz yataklı bir hastane inşa eder. Vefat edenleri toprağa vermek için komiteler kurar. Hasta düşenlerin tedavisine hızlı bir şekilde başlar. Şehrin dışından açlıktan hayat mücadelesi verenleri getirtip şehrin içine yerleştirir ve onlara da günlük ihtiyaçlarına göre mutlulukla yemek sunar. Bu konuda özel komiteler kurar kişiler görevlendirir ve onları sorumlu tutar. Kıtlık süresi bir yıl süreyle devam eder. Sonraki yıl büyük bir bolluk yaşanır. Bu süreden sonra herkes evine geri döner.
Mor Efrem’in bu görev süresi sona erdikten sonra kendi hücresine geri döner ve bir ay sonra da yaşamaya veda eder. Hayatının son günlerinde öyle önemli bir görevi Rab ona nasip eder. Vefat ettiği gün de bütün şehir halkı cenaze törenine katılır ve halk büyük bir mateme boğulur. Büyük ve görkemli bir törenle yabancıların mezarlığında toprağa verilir. Vefatından önce bıraktığı vasiyet şu iki maddeden ibarettir:
·        Giydiği elbise dışında mezarına hiçbir giysi ve değer taşıyan eşyanın konulmaması.
·        Yabancıların mezarlığında defnedilmesi.
Söylediği yerde defnedildikten bir süre sonra şehir halkı cenazesini oradan çıkartıp episkoposların defnedildiği bir mağaraya koydular. Hâlen de oradaki insanlar tarafından övülür ve saygı görür.
Mor Efrem’in, Mor Baseliyos’un, aziz arkadaşlarının ve özellikle Meryem Ana’nın dualarıyla ve şefaatiyle Efendimizin bereketi bütün insanlığın üzerine insin.
Âmin
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ  وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ  وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.
(Kur'ân-ı Kerim, 29 / Ankebût – 45)
Bütün ilâhi dinlerde namaz vardır ve farzdır. Aşağıdaki gelen Mor Efrem Hazretlerinin İ.Ö. 350 yıllarında yazmış olduğu şiirlerde Süryanilerin namaz hakkındaki hassasiyetlerini açık şekilde dile getirmiştir. Bu şiirlerin işareti olarak namaz kılmayanlar için bütün dinlerde dindâr denilemeyeceğini bir kez anlamış bulunmaktayız.
Süryani Mor Efrem Hazretlerinin, Kilise Ataları Tarafından “Kutsal Ruh'un Kavalı” Olarak Adlandırılan şiirlerinde, namaz üzerinde hassasiyetini görünce namaza bağlılığımızı artırmamız hususunu ikâz mahiyetinde beyan etmeyi üzerimize borç bilmek mecburiyetindeyiz. Bu nedenle Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler, Süryaniler ve diğer ilâhî dinlerde namaz kılmanın Allah Teâlâ’ya kulluk görevlerinin başında gelmektedir.
(Birinci Şiir)
(7.Beyit)
Namaz kıl, ilahı söyle ve kutsal metinleri oku, bedenindeki duyguları temizle.
Günahların için ağla ve gözyaşlarını dök. Rab’den mağfiret iste.
(İkinci Şiir)
Allah’ın düşüncesini bırakana, Allah da her konuda zarar verecektir.
Eğer Allah ile ilgili olanlarla ilgilenirsen, Allah da seninle ilgilenecektir.
Eğer sadece nasıl yaşayacağınla ilgilenirsen, her iki tarafta da zarar göreceksin,
Kendi şahsına yetmiyorsun, yeteni de beklemedin.
Sadece tek bir konuyla ilgilenmedik, ilgimiz de bize karşı olumsuz olmuştur.
Eğer birçok konuyla ilgilenirsen, hiçbiri tamamlanmayacaktın.
Sadık insan tek bir konuyla ilgileniyorsa, o konu da, insanın bütün problemleriyle ilgilenir.
İncil’de yazıldığı gibi; bütün bunlar sizlere verilecektir.
Eğer evinde kral misafir olacaksa, evine saygınlık kazandım.
Nefsin o kadar yücelecek ki, Allah yüreğinde konaklanacak.
Sadece tek bir vakit onu düşünme, diğer vakitlerde onu ihmal edeceksen.
Fakat gece ve gündüz onu düşün ve onunla irtibat sağla.
Eğer ayakta kalırken yoruluyorsan otur ve oturarak onunla ilgili bilgileri oku,
Çünkü her vakit onun; Allah’ın olduğu, aklına bile gelmiyor.
Yaptığın bir işin, kayıp olduğunu düşünme,
Kötülüklerin ilerlemesi, bütün rezaletlerin kapısıdır.
Tövbe et ey günahkâr, günahlarının bağışlanması için rahmet dile,
Bakarsın aniden hırsız gelir, hayatını alıp götürür.
Zamanı bilemezsiniz, Kurtarıcının ne zaman geleceğini,
Rabb'imiz öğrencilerine söylemiştir, belki de aniden gelir.
Sizleri uykuda görebilir, uyanın, kalkın ve namaz kılın,
Denemeye girmemeniz için, yoksa onurdan mahrum kalırsınız.
(Dördüncü Şiir)
(46-49 Beyitler)
E ğ e r günahkârlarla, hükme ve işkenceye gireceksem,
Sunduğum bütün kurbanlarım ve yakarışlarım boşuna gitmiştir, sözlerim namazlarım da tükenmiş demektir
Ey Rab! Beni kötülerle birlikte dizme, seni kabul ettiğim gibi sen de beni öyle kabul et.
Beni sol tarafta yerleştirme, çünkü Şeytan ’a arkadaş olmadım.
Ateş içinden sesim duyulmasın, çünkü hep sözlerimle sana terennüm ettim.
Karanlık içinde haykırmayayım, çünkü gece yansı sana şükrettim.
Kâfirlerle beni sayma, tövbe edenlerle namaz kıldım.
Seni haça gerdirenlerle birlikte dikme, haçın bana iltica yeri olsun
(Altıncı Şiir)
(68-69 Beyitler)
Bunla r mantıkla ve sadakalarla hareket etsinler.
Paklıkla yıkansınlar ve namazla yücelsinler.
Günah işlemekten, önemle uzaklaşsınlar.
İyilikleri yapmaya, gayretle yaklaşsınlar.
(Dokuzuncu Şiir)
(19-23 Beyitler)
Zayıf olanların namazlarını, kabul edene övgüler olsun.
Tövbe edenlerin gözyaşlarını, kurban ve adaklar gibi kabul etmektedir.
Kırk günlük orucu tut ve ekmeğini de aç olanla paylaş.
Günde yedi vakit namaz kıl, İşay oğlundan (Davut) öğrendiğin gibi.
Musa kırk gün oruç tuttu, îliye de kırk gün oruç tuttu.
Rabb’imiz de k eza kırk gün oruç tuttu ve düşman olan Şeytan'ı yendi.
Üçlük ve Birlik’e övgüler olsun, çünkü her üçü de tektir.
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, tek bir gerçek Allah tır.
Namazları işiten ve dileklere cevap veren Rab,
Namazımızı kabul et ve bize şefkat kıl, rahmetinle isteklerimize cevap ver.

(Yirmi birinci Bölüm)
(37. Beyit)
O, her zaman onlardan sıkıntı görüyor, her gün yaptıkları süresiz ibadetle onu söndürdüler.
Onun gücünü imha ederken onlar güçlendiler, onlar namaz kılarken o ise sıkıntı çekiyordu.
(71. Beyit)
Kimi de namazını kılar vaziyetteyken, ölüm eceli onu yakalar.
Hasretler henüz düşüncesindeyken, ruhu göklere yücelmiştir.
(109. Beyit)
Düşünce ve endişe onları, namaz vaktinden aksatmıyor.
Tembellik de onları etkileyemez, çünkü zihinleri pak ve nezihtir.
(Yirmi ikinci Şiir)
(5. Beyit)
Onların yanına yaklaşanlara, namazlarının hâzinesi açıktır,
Şekillerim giyense, kendilerine özgün elbiselerle süslenmiş olur.

(15-19. Beyitler)
Yine gidip bu insanların bedenlerini görelim, onlar hep kendi saçlarıyla örterler.
Gidip kaval kemiklerini ve dizlerini görelim, hep yoğun namazlarla ezilmişlerdir.
Gidip sofralarını görelim, bağdaş kurarak dizlerinin üzerine koyarlar.
Gidip yüzlerini görelim, oruç tutmaktan kızarmış bulunmaktalar.
Yine gidip su dolu, kâselerini görelim,
Namaz kılarken gözlerinden akan gözyaşlarını, Tanrı katına bir sunu olarak sunarlar.
Gelin bedenlerini gidip görelim, bükülmüşlerdir kep eğilip dua etmekten,
Gidip yüzlerim de görelim, uykusuzluktan başka bir çehreye bürünmüşlerdir.
Yine gidip topluluklarım görelim, cismaniler ruhanilerle birliktedirler.
Koro takımlarını da gidip görelim, ruhaniler cismanilerle birlikte terennüm ederler.

(46. Beyit)
Günün on iki saatini, namaz ve ibadet için ayırıyorlar.
Gözbebeklerinin yaşlarını, yücelerdeki tapınak kapısına serperler.
(82. Beyit)
Kimi efendisinin önünde diz çökerken, uyuyup vefat eder ve diriliş gününe kadar bekler.
Kimi ayakta namaz kılarken, ölüm gelir onu götürür.

(88. Beyit)
Kimi Rabb’ın inayetinin yardımıyla, kalkıp namazım kılmış ve hayatını yitirmiştir.
Kimi adaletin desteğiyle, kalkmış bir övgüyü söylemiş ve intikal etmiştir.
(Yirmi üçüncü Şiir)
(121. Beyit)
Kendini koruyabilmen için sahrayı tercih et, açlık ve susuzluğu da ilaç olarak kullan,
İmanı bir güvence olarak gör, çünkü namazda güç kazandırıyor.
(Yirmi Beşinci Bölüm)
(1-3. Beyitler)
Efendin için yoksul ol ve onun sevgisi uğruna fakir kal.
Her gün onun için oruç tut ve kapısında uyumadan nöbet tut.
Huzurunda mezmurları oku, ondan talepte bulun ve namaz kıl.
Ayağa kalkarak önünde dur, ibadet sırasında ellerini kenetle.
Ağlayarak gözyaşlarını yanaklarına akıt, önünde göğsüne vur.
Yaptığın kusurlarına karşı hasret çek, rahmet ve şefkat talep et.
Günahlarına karşı yas ve hüzün tut ve günahlarının bağışlanmasını dile.
(Yirmi Yedinci Şiir)
(18.-56. Beyitler)
Eğer hizmet ikiye katlanmışsa, Şeytanın birlikleri namazın aracılığıyla vurulurlar.
Eğer de sayam insanlar uyumazsa, hileciler onlara karşı asla zafer kazanamazlar.
Özgürlük yatmazsa, aldatmacılık da baş kaldırmaz.
Eğer süresiz ibadetten güç almışsan, uyanık güç de seni korur.
Sağcı taraf zengin olduğu sürece, solcu taraf fakirdir.
Hizmet sunulduğu sürece, Şeytan ve askerleri yatmaktadır.
Eğer ışık kendini gizlemezse, karanlık kendini ortaya çıkaramaz.
Eğ er de ışınlarım geri çekmezse, akşam kanatlarım açamaz.
Ey süresiz ibadet eden sen! Eğer yatmazsan, karanlık sana dokunamaz.
Ey yiğit olan! Sen düşmedikçe, aldatmacılık sana musallat olamaz.
Dilin terennüm ettiği sürece, o necis sana yönelik ıslık çalamaz,
Dudakların ilahiler söylediği sürece, Şeytan ’ın yayı etkisizdir.
İbadette devam ettiğin sürece, aslanın azıdişi hücum etmez.
Eğer duan bitmişse, engerek dilini bilemiştir.
Namazı kıldığın sürece, İblis in vurduğu tokat zarar vermez.
Eğer uykuya yenilmişsen, engerek zehrini akıtmıştır.
Geceleyin savaşa birlikte girerler, Şeytan ve süresiz ibadet eden münzeviler.
Uyku da sis oluşur, kış da tersine hareket eder.
Bulutsuz kar yığılır, şimşeksiz de dolu yağar.
Kılıçsız kan akıtılır, öldürmeksizin de ölülerin cesetleri üst üste yığılır.
Uykuda tuzaklar kurulur, hayali görüntülerle kaymalar olur.
Uykunun mekânında, uyanışa zafer kılıcı konulmuştur.
Yiğitler uyuyunca, rüyalar gelip onları yok edeceklerdir.
Eğer uyumayıp sürekli ibadet etmişlerse, o uyanış İblis ’i süngülemiştir.
Çul ve kül kullandıkça, çaycıların başı kuduramaz.
Eğer gözyaşları dökülmüşse, Sinharip topuzun üzerine dönmüştür.
Eller göklere açıldıkça, Hmolik başını kaldıramaz.
Eğer uykuya dalmışsa, Musa'nın partisi mağlup olmuştur.
Namaz kılınmasıyla İblis vurulur, Gülyad sapanla vurulduğu gibi,
Yapılan hizmetle güçleniyor, Şimşun kendi yiğitliğiyle.
Süresiz ibadetle iblis işkence görerek eriyor, Abişolum un aldığı zehirle eridiği gibi,
Süresiz ibadetle İblis öldürülüyor, Kral, Adunoyo’yu öldürdüğü gibi.
Namaz hizmeti takdim edildiği sürece, İblis de Hamnun gibi hastalanıyor.
Dua hizmeti sona erdiği an, İblis nefsi kışkırtmıştır, tıpkı Tomor gibi.
Davut’un mezmurlarını terennüm ettiğin sürece, Şeytanın müziği boşunadır.
Dilin susmadıkça, Ahtufil intihar etmektedir.
Namaz kıldığın sürece, sünnetsizler hayretle oturup seni izlerler.
Dilin okuduğu sürece, Gülyad ağzını açamaz.
Onunla birlikte sazın çaldığı sürece, Şovol’un ruhu seni rahatsız etmez.
Eğer de uyku, harpının kıllarım kesmişse, kötü ruh içinde terennüm etmeye başlar.
Uyurken iblis seni avlamaya çalışır, tıpkı Şovol’u yakaladığı gibi.
Her gün düşüncende barınır ki, onun eline düşmen için.
Şovol, Davut’u iztihat ediyormuş, seni de İblis iztihat etmektedir.
Sakın ola uykuya yenik düşme, yoksa seni iztihat eden teyakuzdedir.
Mağara uykudan daha iyi olmuş, yoksa Şovol, Davut'u öldürecekti.
Şovol'un arkadaşı seni uykuda yakalarsa, kanım akıtır.
Kartal havada uçtuğu sürece, gölgesine bile ulaşamazsın.
Göklerde yüzdüğü sürece, hayalini bile tutamazsın.
Göklerde yüreğin uyanık olduğu sürece, organların ele verilemez.
Namazda uçtuğun sürece, beşeriyetin yakalanmayacaktır.
Sakın ola yüreğin solmasın ve uykuya dalmasın, yoksa seni yakalarlar.
Düşüncen de dağılmasın ve kötülüğe dalmasın, yoksa zaferi kaybedersin.
Kalk namaz kıl ve kendine Davut’tan silah al ve onunla gururlu ol,
Gözlerin uykuya yenilmesin, çünkü savaş alelacele yaklaştı.
Nefsini uyandır ve sürekli ibadet et, çünkü savaş insan uykudayken kendisine karşı açılır.
Nasıl savaşacağını bilemezsin, çünkü tüm hızıyla muharebe başlamıştır.
Geceleyin Şeytan ’m borazanları çalar, savaşa kalkın diye,
Birlikler birbirlerine sorarlar, komutan neyi emreder.
İkinci Homon ağzını açarken, ondan duman tütmeye başladı.
Kalkın silahınızı kuşanın, uyuyanların rüyalarına girip onlarla savaşalım.
Eğer onlar uyanıklarsa bizleri yeneceklerdir, eğer uyuyorlarsa biz onları yeneceğiz.
Uyku aracılığıyla, onlardan uyanış zaferi alalım.
Gelin hileleri öğrenin ve bu şerefli ve saygın insanlarla savaşın.
Onlara karşı tepen silahı kuşanın ve bu cesur insanlarla muharebe edin.
Betülleri uykuda yakalayın, rüyalarda zina etsinler.
Saygın insan hayal görüntüyle aldansın ve istemeyerek ayağı sürçerek düşsün.
Değerli insan yüzsüz olsun ve sonradan tacı ondan alınsın.
İffetli de kötü görüntüyle yansın ve tövbe etmekle işkence görsün.
Oruç tutan, hissetmeden rüyada et yesin,
Adaklıya şarap içirin ve hüzünlüye de rakı doldurun.
Tuzaklarınızı uykuda kurun ve gizleyin, rüyalarla onları yakalayın.
Kendinize yüz binlerce tuzak alın ve bana yem insanlar yakalayın.
Karanlık, zifiri karanlık adaşından emir almıştır.
Bütün aldatmacılık toplandı, bedensellilerin tepelerine.
Tembeller yüzlerini uyku da sardılar ve kendilerini gömdüler.
Sabahtan akşama kadar, başıboş olan kişi harap bir evde yatıyordun
Uyumayıp da sürekli ibadet edenler uyanıktırlar, kendilerini namazla zenginleştiriyorlar.
Akşam dan sabaha kadar uyumadılar ve hazinelerini hırsızlardan korumuşlardır.
(Yirmi Dokuzuncu Şiir)
(71.Beyit)
Günahkârlar için namaz kılar ki, tövbe etsinler,
Tövbe edenler için şefaatte bulunur ki, sadık kişiler olsunlar.
(85.Beyit)
Oruç zırhlı yeleğe benzerken, namazı da zırhlı bir giyim gibi gördüm.
Erdemliliğin eylemleri de, savaşta hızlı koşan bir araçtır

(Otuz birinci Şiir)
(33.Beyit)
KIRK GÜNLÜK ORUCUNU TUT, EKMEĞİNİ AÇ OLANLARLA PAYLAŞ,
GÜNDE YEDİ VAKİT NAMAZINI KIL, ÎŞAY OĞLUNDAN (DAVUT) ÖĞRENDİĞİN GİBİ


[Ey İnsanlar sizi yaratan Rabbinize kulluk işaretinizi açığa çıkarmak için namazınızı terk etmeyin.]



Kaynak:
SÜRYANİ MOR EFREM, Kilise Ataları Tarafından “Kutsal Ruh'un Kavalı” Olarak Adlandırılan Süryani Mor Efremin Şiirleri, ÇEVİREN: Gabriyel Akyüz, Orjinal Eser Adı: Duboko Kadmoyo Dmimre Dkadişo Mor Efrem Süryoyo Hav Dethkani Men Abohotho Abubo Druho Kadişo, T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI KÜTÜPHANELER VE YAYIMLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ-3353 Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012

Kitabın PDF sini indirebileceğiniz adres

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar