SÜRYANİ MOR EFREM HAZRETLERİ (İ.S. 285- Haziran 373)
Bin yılların şahitliğini yapan maddi kültür
katmanlarının yanı sıra, sayısız denetilecek birçok inanç sistemini bağrında
taşımış, insanlık medeniyetinin ana merkezi olan Mezopotamya, günümüzde de
birçok inanç, gelenek ve kültürün harmanlanıp birlikte yan yana durabilme
yeteneği ile ortak kültürel değerler meydana getirmiştir. Süreç içerisinde
farklı yorumlamalar ile varlığını sürdürmeye çalışan inanç sistemleri ve
bunları temsil eden şahsiyetler, taşıyıcısı oldukları misyonları ile uzak
diyarların halklarının hayat rotasına yön vermiş, duygu ve düşüncelerine renk
katmışlardır. Bu şahsiyetlerin varlık nedenleri arasında önemli bir yere sahip
olan anayurtları, onların yetişmesi ve mevcut potansiyellerinin açığa
çıkarılmasında önemli bir role sahip olmuştur.
Mezopotamya’nın kadim halklarından olan
Süryanilerin büyük şairi Mor Efrem, tüm Doğu Hristiyan kiliseleri tarafından saygıyla
anılan, Batı kiliselerince doğu adına tanınan ender simalardan birisidir.
Bazı kaynakların verilerine göre Mor Efrem, İ.S. 285
yılında putperest bir aileden Nusaybin’de doğmuş, öğrenimini Nusaybin
ile Sincar Dağı arasındaki Baarbeye (BethAraboye)
episkoposun yanında gördükten sonra bazı siyasi sebeplerden dolayı 303 yılında Nusaybin’i terk edip Urfa’ya yerleşmiştir. Şair Asuno’nun yanında Süryani edebiyatı
ile Kutsal Kitap’ın derinleşmesini özümsemiştir. Erken yaşlarında dünya
nimetlerini terk edip ve 320’lerde tekrar Nusaybin’e geri döndüğünde Mor Yakup’a intisap ederek ruhi temizlik ve
kutsallığı, ahlaki enginliği ve dinî bilgileri ondan öğrendi. Öğrencisi olduğu
eğitim kurumunun yöneticiliğine kadar yükselmiştir.
Nusaybin’de bulunduğu yıllarda, şehir üç kez 338,
346 ve 350 yıllarında Perslilerce kuşatılır ancak ele geçirilemez. Pers Kralı Şobur, kenti ele geçirmeyi
başaramadıysa da birkaç yıl sonra İmparator
Yulyanus’un bozguna uğratılması sonucunda Pers Kralı Şobur’la Bizans
İmparatoru Yubinyanus arasında varılan anlaşma sonucunda Nusaybin şehri
Şobur’a teslim edilir. Kentin Hristiyan halkının büyük bir çoğunluğu göç ederek
şehri terk eder. Kentlilerle birlikte göç eden Efrem önce Diyarbakır’a gelerek
şehrin Batı cephesine yerleşen mülteciler arasında bulunur, daha sonra da
Urfa’ya geçer. Hayatının son on yılını Urfa’da geçirir.
Efrem’in hayatının son yıllarında, Urfa kentinde
meydana gelen kıtlık felaketi, inziva hayatını sürdürdüğü hücresinden çıkmasına
neden olurken, servetlerinden fakirleri yararlandırmadıklarından dolayı da
zenginleri kınar. Yaptığı çalışmalar sonucunda, zenginlerden topladığı
yardımlarla binlerce aç ve sefil durumdaki insanlara yiyecek ve ilaç bulur.
Devlet binalarının tümünü hastane olarak kullanıma açılmasını sağlar.
Vasiyetinde kendisini gösterişsiz
bir törenle toprağa verilmesini, aziz kalıntısı diye kendisine ait hiçbir şeyin
saklanmamasını ve pelerinsiz olarak, sadece rakiplik giysileriyle gömülmeyi
ister. Mezarına arkadaşlarının getirmek istedikleri
armağanlara gelince, bunlara bir değer biçilmesini ve bedellerinin para olarak
yoksullara ve hastalara ya da kiliseye verilmesini ister. Gömüleceği yer
konusunda “Mezarlıkta beni, kalbi kırık olanların bulunduğu yere yatırınız
ki, Rab İsa Mesih geldiğinde beni kucaklayabilsin ve onların ortasında
kaldırabilsin” vasiyetinde bulunur.
Mor Efrem 373 yılının Haziran
ayında öldüğü tahmin edilir. Mezarı Urfa şehrinin batı kapısında Kontrion denilen
burcun yanındaki bir mezara konulur. Daha sonra bu mezarın üzerine Deyro Tahtoyto (Aşağı Manastır) adı ile anılan bir manastır inşa edilir. Süryani
Ortodoks Kilisesi kendisini azizleri anma programında yıllık kil ise takvimine
dâhil etmiştir. Her yıl Büyük Oruç un ilk haftasında adına anma törenleri
düzenlenir.
Mor Efrem, tartışmasız iyi bir dil ustasıdır.
Süryani şairleri arasında, birçok manaları az bir sözle ifade edebilenlerin en
başarılısıdır. Anlaşılır dile sahiptir. İfadedeki derinliğine kimse
ulaşamamıştır. Konuları seçerken çok dikkatli davranmıştır. Şiir ve kaside
tarzını geliştirmiştir. Kasidelerinin güzelliği, konumunu daha da artırmıştır.
Okuyucularını barışa, ibadette deruniliğe,
tefekkürde sonsuzluğa davet eden Mor Efrem, “Süryanilerin Güneşi”, Süryanilerin
Peygamberi, Kutsal Ruhun Kavalı , “Hikmetler Sahibi” gibi çalışılarak
ulaşılabilecek üstün mevkilerin tanımlamaları ile ünlenmiştir.
VII. yüzyıla kadar olan dönem Süryani
edebiyatının altın çağı olarak tanımlanır. Bu dönemin en verimli ve en yaratıcı
dinsel şairleri arasında ilk sırayı alan Mor Efrem, tüm zamanların en çok
bilinen dinsel şairidir. Mor Efrem’e ait edebi
eserler X. yüzyılda Nusaybinli bir başrahip tarafından Mısırda bir Süryani
manastırında bulunmuş, ancak şiirleri XVIII. yüzyıla kadar kopyalanmamış ve
fazlaca bilinememiştir.
Bir yazar olarak olağanüstü üretkenliğe sahiptir.
Bir çok manzum vaaz ve ilahi, Kitab-ı Mukaddes tefsiri, açıklayıcı dinî
konuşmalar ve polemik eserler kaleme almıştır. Bunlar çok kısa bir sürede Yunanca, Ermenice, Kıptice, Habeşçe ve Latinceye çevrilmişlerdir. Etkisi, sadece Mezopotamya’da
değil, tüm Hristiyanlık dünyasında kendisini hissettirmiştir. Yapıtlarının
büyük bir kısmı günümüze kadar gelmiş olup Latin harfleriyle altı büyük cilt
halinde basılmıştır.
Mor Efrem; Süryani şiirini geliştirip, kendi
tarzı yüzyıllar boyunca varlığım sürdürmüş, ilahi ve söyleşileri Süryani
Kilisesinin yıllık dua programların düzenlenmesinde etkili olmuştur. Mimro ve Madroşo adı verilen iki tarzda yazılmış şiirleri vardır.
Mimro, konuşma tarzında olan yedi heceli şiir, Madroşo ise ezgisel çizgisi daha belirgin ve
koro tarafından okunan bir tarzdır. Şiirleri mekânsal icra edilen tüm dua ve
ilahi okumalarında sıkça kullanılır.
Kendisine ait 3 milyona yakın şiir cümlesi olduğu
belirtilir. Ayrıca “Sugitho” türünü Hristiyan edebiyatına kazandıran, düzenleyen
ve kullanıma sunan ilk Süryani şairidir. Sugitho’nun belli bir kalıbı vardır.
Her Sugitko iki, üç ya da daha fazla kişi arasında söz düellosu şeklinde icra
edilen bir yazım türüdür.
Eserlerinin en küyük özelliği uzun oluşlarıdır.
Hayranlık verici çalışkanlığına ve kaleminin çok üretken olduğuna bizi
inandıracak kadar yazısı günümüze kadar ulaşmıştır. Aslında Süryani anlayışı,
düşünceleri genişletmeye ve yinelemelerle uzatmalara çok yatkındır. Diğer
Süryani yazarlarda; Antakyalı İskok, Narsay,
Suruçlu Mor Yakup ve Menbecli Mor Filüksinos
vd. bu özelliği farklı derecelerde görmek mümkündür. Son derece
hareketli hayal gücü, onun üslubunun en büyük özelliğidir. O, bir tarifi en
küçük ayrıntılarına dek yaptıktan sonra diğerine geçerek uzun uzun anlatımlarda
bulunur. Mor Efrem yazılarına bilgisini, şiirlerine ilhamını, vaazlarına
hitabet sanatını yansıtabilmeyi çok iyi becermiştir. Yer yer felsefik ve
mantıklı yazarak yer yer kalk diline inerek toplumun her kesimine kitap
edebilmiştir. Üslubu açık, akıcı ve etkilidir.
Yazılarındaki birçok pasaj, Kutsal Kitap’ın nasıl
okunması gerektiği konusunda yol göstermektedir. Bir taraftan kutsal kitapların
gizli gücünün dibe ulaşılamayan bir derinliğe sahip olduklarını açıklarken,
diğer taraftan Hristiyan kişinin Kutsal Kitap’ın ruhsal anlamını ve gizli
derinliklerine ulaşma çabası için de iman gözüyle okuması gerektiğini ifade
eder. Kutsal Kitap’ın literal (harfiyen) şekilde okunmasının kesinlikle yanlış
olduğunu ve bu tür yaklaşımların yanlış anlaşılmalara neden olabileceğini ifade
eder. Kutsal Kitap’la ilgili yaptığı tefsir çalışmalarının çoğunu düzyazı
yerine şiir türünde yapmıştır.
Elinizde bulunan bu çalışma, Süryani Mor Efrem’in
en önemli eserlerinden biri olup seksen yılı aşan bir zaman diliminde
görmezlikten gel inen, unutturulmaya çalışılan, Anadolu’nun en kadim
sakinlerinden olan Süryanilerin, sahip oldukları inanç ve kültürel motiflerini,
bu topraklardan dünyaya armağan ettikleri ruhsal bir çağrının yazınsal
ifadesidir.
Gabriyel AKYÜZ
Horiepiskopos Kırklar Kilisesi – Mardin
Aziz ve büyük öğretmen Mor Efrem’in
hayatı başından sonuna kadar Beth-Nahrin’ın (Mezopotamya) Urhoy’unda
(Urfa) geçmektedir.
Aziz Mor Efrem Süryani kökenli olup
iki hudut arasında (Roma ve Pers) yer alan Nusaybin şehrinde dünyaya geldi.
Babası Nusaybinli, annesi de Omid (Diyarbakır) şehrindendi. Mor Efrem dünyaya
geldiği zaman babası putperest inançlı olup Abizil olarak tanınan bir
putun baş kâhiniydi. Bu putu sonradan Kral Yubinyanus yıktırmıştı. Mor Efrem,
mümin ve muzaffer Kral Kustantinos’un döneminde dünyaya gelmiş ve Rab onu tıpkı
Peygamber Eramyo gibi anne karnından seçmiştir ki, heretik (sapkın) inançların
vahşiyeti onun aracılığıyla azarlansın ve tüm dünyayı da öğretmenliğinin
parıltısıyla aydınlatsın. Tanrısal inayet tarafından seçildiği için babasının
putlara düzenlediği törenlere ve putlara sunduğu kurbanlara katılmıyordu. Mor
Efrem, iyi ahlak ve meziyetlerle donandığından dolayı şeytanlar da onu kendi
babasının evinde görmek istemezlerdi. Mor Efrem’i koruyan Rab, onu kendi
hükümranlıkları altına almaya izin vermezdi. Tıpkı Pavlus hakkında Hananya’ya
söylenen; “bu benim için seçkin bir alettir” sözü Mor Efrem’de de vuku
bulmuştu.
Günlerden bir gün şehirde bulunan
Hristiyan biriyle konuştuğunu gören babası, oldukça sinirlenir, onu acımasızca
döver ve kendisine yönelerek: “Yaptığın bu terbiyesizliğe karşı tapmağa
girip İlahlara kurban sunacağım ki seni affetsinler ve seninle barışsınlar.”
Tapınağa girip adet edindiği gibi putlara kurbanlar sunarken, kendisine Şeytan
görünür ve onunla konuşmaya başlar:
“Uzun bir süreden beri bu tapınağa
önem verdiğini biliyorum, oğlun için takdim ettiğin talebi reddediyorum. Gök,
yer olamayacağı gibi böylece benim de bu kişiyle hiçbir gönlüm yoktur. Eğer
gönlümü almak ve irademi yerine getirmek istiyorsan, oğlunu evinden ve
komşuluğumdan uzaklaştır. Çünkü gelecekte Tanrıların kovuşturucusu biri
olacağından endişe ediyorum”.
Babası hemen oğlu Efrem’i çağırıp; “sen Tanrıların düşmanısın ve seni artık
evimde görmek istemiyorum, defol git yanımdan” der kendisine. Efrem, babasının
davranışına çok sevinir. Çünkü bu tür sözleri duymayı çoktan beri arzuluyordur.
Yanına hiçbir şey almadan ve nereye gideceğini bilmeden babasının evini terk
eder.
(Not: Hz. İbrahim aleyhisselâmın
başından da buna benzer bir hadise geçmiştir)
Onu koruyan yüce Allah Teâlâ'nın
inayeti Hıristiyanların kilisesine doğru yönelterek Nusaybin Episkoposu Mor
Yakub’un yanma gider. Mor Yakub, Rab korkusuyla dolu, Allah Teâlâ’nın
inayetiyle büyük mucizeler yapan ve Kutsal Ruh’un aracılığıyla gelecekleri ve
gizlilikleri bilen bir şahsiyettir. Mor Efrem, durumunu kendisine arz edince
onu sevgiyle kabul eder ve kilisede dinleyicilere özel olarak ayrılan bir yere
yerleştirir. Efrem de artık ker namaz vakti kiliseye girip dinleyenlerin safında durup
ve kutsal kitapların sözlerini iştiyakla dinler. Düzenli bir şekilde orucunu tutar,
namazını kılar ve günden güne olumlu yönden ilerler.
Mor Efrem daha sonra Episkoposluk
merkezine yerleşir ve Mor Yakup’la birlikte yaşamaya başlamış olur. Kendi
yaşantısında kocasını örnek alır. Mor Yakup da bu tür güzel davranışlarını
görünce onu daha da sevmeye kaşlar ve kutsal kitaptan kendisine ayetler
okuyarak düşüncesini günden güne güçlendirir. Mor Efrem sadece Aziz Mor Yakup
tarafından değil kütün kilise cemaati bireyleri tarafından sevilir. Mor
Yakub’un yanında uzun bir süre Rab korkusuyla, alçak gönüllüğüyle ve akıllı
davranışlarıyla kaldıktan sonra onu kakasının evinden kovalayan Şeytan mahcup
kalır ve onu görmek istemez olur.
Şeytan, Efrem’e bir plan kurarak onu
Mor Yakup’un ve cemaatin gözünde soğutmayı arzular. Aslında Şeytanın organize
ettiği bu planın aracılığıyla Mor Efrem’in kutsallığı alenen ortaya çıkar, Mor
Yakup’un ve cemaatin sevgisini daha da kazanmış olur. Efrem’in başına gelen
olayın akışı aşağıda yazıldığı gibi cereyan etmiştir:
Nusaybin Kilisesinde zangoçluk yapan
Efrem isminde kiri, kendi adaşının (Rakip) Efrem’in Episkopos ve cemaat
tarafından çok sevildiğini görünce onu kıskanmaya kaşlar. Günün kirinde, Kilise Zangocu Efrem, kalkın bir liderinin kızıyla cinsel
ilişkiye girer ve kıza şu tavsiyede bulunur: “Şayet bu konudan baban
haberdar olursa, benimle cinsel ilişkiye giren, kalkın aziz/sadık olarak
gördükleri o Efrem, bana tecavüz etti” dersin. Sonuçta kızın babası,
kızının hamile olduğunu görür ve onu sorguya alır. Kız, daha önceden kendisine
öğretildiği gibi durumu kendi kakasına anlatır. Kızın kakası koşarak, ağlayarak
ve isyan edercesine durumu Episkoposa izah etmeye gider.
Episkopos bu çirkin konuyu duyunca
hayrete düşer. Gerçi Tanrısal görüntüler Mor Yakup’a görünmüyor değildir. Bu
tür muammalar görünür fakat bu olayın gerçekleri kendisinden gizlenmiş ve ne
yapacağını bilemez duruma gelmiştir. Konu kalka da teşhir olunca herkes
Efrem’in aleyhine tavrım değiştirir. Episkopos, Mor Efrem’i yanına çağırarak bu
konu hakkında onu sert bir şekilde azarlar. Bu azarlamaya karşın Efrem
şaşkınlık içinde kalır ve uzun bir süre suskunluğunu bozmaz. Derin derin
düşündükten sonra suskunluğunu bozup: ”Evet, ey saygın peder olay doğrudur.
Ben günah işledim, lütfen beni bağışlayınız.” der.
Mor Yakuk, Efrem’in yaşantısını
yakından takip ettiği için olayın gerçekliğine inanmaz ve Allah Teâlâ’dan
olayın açığa çıkmasını diler. Olayın sonucu Efrem’in lehine dönüşeceği için bu
sır ondan saklanmıştır. Bir erkek çocuğu dünyaya getiren kızın kakası, çocuğu
alıp Episkopos Mor Yakup’un yanma getirir ve: “Alın çocuğunuzu siz büyütün”
der, Mor Yakup da, Efrem in hazır bulunmasını ister. Hazır bulunduğunda kızın
babası Efrem’e; “oğlunu yanma al ve onu sen büyüt" der.
Aziz Mor Efrem ağlayarak: “Günah
işledim, kadasetine yalvarıyorum, ey saygıdeğer peder. Beni bağışlayınız.”
Çocuğu kucağına almış o vaziyette kiliseye girdiğini gören halk hayrete düşer. Halkın
bir kısmı çocuğa bakarak, bu adamın suçsuz olduğunu düşünürken, diğer kısım da
olayı onun gerçekleştirdiğine inanmıştır. Efrem de balkın önünde gözyaşlarını
dökerek: “Günahkârım, bu günahı ben işledim. Ne olur benim için dua edin ki,
Rab beni affetsin” demiştir.
Belirli bir süre sonra bütün halkın
onun aleyhinde olumsuz düşündüğünü görünce, İncil’de yazılı olan: Bana
iman eden şu küçücük insanlardan birini tökeze/suç işlemeye sürüklerse vay
başına” (Mat: 18: 5) ayetinden korkarak tavrını değiştirmeye karar
verir. Allah Teâlâ da Efrem’in sabrını, tahammülünü ve kendisine yöneltilen
eleştirileri, azarlamaları ve dedikoduyu alçak gönüllükle karşıladığını
görünce, faziletini ve mütevazılığım ortaya çıkarmak ister ki, Şeytan’ı ve onu
dinleyenleri mahcup etsin.
Pazar sabahı kutsal ayinin icrası
esnasında Efrem, çocuğu cübbesinin altına saklayarak Episkopos Mor Yakup’un
yanına yaklaşır ve bir ricada bulunur. Ricası, vaaz kürsüsüne çıkmak ve halk a
seslenmektir. Mor Yakub kendisine izin verdikten sonra vaaz kürsüsüne
çıktığında ne yapacağını herkes merakla gözlemeye başlar. Efrem, çocuğu
cübbesinin altından çıkararak sağ eliyle yukarıya doğru kaldırıp çocuğa yüksek
bir sesle seslenerek şunları söyler: “Ey çocuk! göğü, yeri ve bütün kâinatı
yaratan diri olan Allah'ın adıyla sana yemin ettiriyorum; gerçek baban kim
olduğunu burada hazır olanlara bağırarak açıkla.”
Çocuk da ağzını açıp: “Babam
Kilise Zangocu Efrem’dir” der. Bütün halk Episkoposla birlikte hayrete
düşer. Hepsi Mor Efrem’den haykırarak özür dilerler. O an, çocuk da hayatını
yitirir. Kızın babası da kendini azizin ayakları üzerine atıp özür dilemeye
başlar. Daha sonra Aziz Mor Yakup bir konuşma yaparak herkesi bağışlar. O
günden itibaren Mor Efrem halkın gözünde daha da büyümeye başlar ve Mor Yakup ile
birlikte hayatını sürdürmeye devam eder.
[Anlatılan Menkâbe’nin doğruluğuna
aşağıdaki hadis-i şerif işaret etmektedir.
Ebu Hureyre'den radıyallahu anh,
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz’den duyarak buyurdular ki:
"Üç kişi dışında hiç kimse beşikte
iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz.
İsa İbn-u Meryem aleyhimasselam, Cüreyc ve bir başka çocuk.
(Birincisi: Hz. İsa aleyhisselam ki herkes
bilir.) (ikincisi:) Cüreyc, kendini ibadete vermiş abid bir kuldu.
Çok eski dönemlerde “Cüreyc” isminde bir
genç vardı. Cüreyc, dinine bağlı, güzel ahlâklı, namaz kılmayı çok seven bir
kişiydi. İbadetini rahat bir şekilde yapabilmek için, evinin avlusunda kendine
bir ibadet yeri yapmıştı. Orada devamlı ibadet ederdi. Namazlarını çok uzun
kılardı. Bu, ona çok derin bir manevi haz ve lezzet verirdi.
Bir gün namaz kılarken annesi çıkageldi:
- Cüreyc! Cüreyc, diye seslendi.
Cüreyc, namazına daha yeni durmuştu. Ya
namazını bozup çok sevdiği annesine cevap verecek ya da namazına devam edip
annesini bekletecekti. İçinden: “Allah’ım! Annem ve namazım arasında kaldım.”
dedi. Sonra yarım bir namazla Allah’ın huzurundan ayrılmanın doğru olmayacağına
karar verdi ve namazına devam etti. Annesi biraz bekledi. Baktı ki Cüreyc’ten
bir ses çıkmıyor, çaresiz geri dönüp gitti. İkinci gün annesi tekrar geldi:
- Cüreyc, diye seslendi. Cüreyc yine:
- Allah’ım! Bir tarafta annem diğer
tarafta namazım var, dedi. Yine namazına devam etti. Üçüncü gün Cüreyc’in
annesi tekrar geldi. Cüreyc, yine namaz kılıyordu. Annesi, ona seslendi.
Cüreyc, bu sefer de namazını bozmak istemedi. Üçüncü gün de oğlunun ibadet
etmekte olduğunu bilmeyen ve onunla görüşemeden dönmek zorunda kalan annenin
canı çok sıkıldı. Oğlunun bu davranışı onu çok üzmüştü. Bu sebeple ağzından
oğluna karşı şu ifadeler döküldü:
- Evlâdım! Allah seni kötü bir kadınla
imtihan etmeden canını almasın.
Aradan uzun zaman geçti. Cüreyc ibadetine
devam ediyordu. Herkes Cüreyc’in namaz kılışını, Allah’a bağlığını ve
günahlardan uzak bir hayat yaşadığını konuşuyordu. Hiçbir güç Cüreyc’i namaz ibadetinden
vazgeçiremezdi. İnsanlar bu konuda bahse bile girebilirlerdi.
Günlerden bir gün güzelliği dillere destan
olan ahlâksız bir kadın,
- Ben Cüreyc’i Allah yolundan
uzaklaştırabilirim, diyerek bahse girdi.
Daha sonra, Cüreyc’in ibadet ettiği yere
gitti. Onunla konuşmak ve gönül eğlendirmek istedi. Ne yaptıysa Cüreyc’i
ibadetinden vazgeçiremedi. Cüreyc kadının yüzüne bile bakmadı. Bu duruma
sinirlenen kadın oradan ayrıldı. Aklına başka bir fikir geldi. Gidip Cüreyc’in
çobanıyla gizlice beraber oldu ve ondan bir çocuk dünyaya getirdi. Daha sonra
“Bu çocuk, Cüreyc’in çocuğudur.” deyip halkı Cüreyc’e karşı kışkırttı. Bu
haberi duyan herkes Cüreyc’in başına üşüştü. Ona namazını bozdurdular ve onu
tartaklamaya başladılar. Üstelik ibadet ettiği yeri başına yıktılar. Kendisine
kurulan tuzaklardan haberi olmayan mazlum Cüreyc,
- Benden ne istiyorsunuz, beni niçin
dövüyorsunuz, diye sordu.
Oradakiler:
- Sen ırz, namus düşmanı bir adamsın! Şu
kadınla birlikte olmuş ve ondan bir çocuk sahibi olmuşsun. Bir de kendini Allah
yolunda gösteriyorsun, dediler.
İftiraya uğrayan bu genç, büyük bir sabır
gösterdi. Güçlü bir imanı vardı. Yüce Allah’a güveniyor, kendisini bu durumdan
ancak O’nun kurtarabileceğini düşünüyordu.
İftira ve horlama dolu bu sözler üzerine
Cüreyc,
- Çocuğu bana getirin, dedi.
Çocuğu getirdiler. Cüreyc, iki rekât namaz
kıldı. En samimi duygularla Rabbine yönelip, O’ndan yardım istedi. Ardından
yeni doğmuş bebeğin karnına hafifçe dokundu ve çocuğa sordu:
- Evlâdım! Senin baban kimdir?
Bebek cevap verdi:
- Babam, falanca çobandır.
Bebeğin konuştuğunu görenler, Cüreyc’in
elini öpmeye ve ondan özür dilemeye başladılar. Kendilerini affettirmek için,
Cüreyc’e altından bir ibadethane yapmak istediler. Fakat gösterişi sevmeyen
Cüreyc, bunu kabul etmedi. Onlara:
- Bana eskisi gibi topraktan bir ibadet
yeri yapın, yeter, dedi.
Ahlâksızlığı ile tanınmış birinin sözüne
inanarak, dürüst bir insana kötülük edenler bu yaptıklarına çok pişman oldular.
Özürlerinin kabulü için çalışmaya başladılar ve Cüreyc’in ibadethanesini hemen
eski hâline getirdiler.
[113 Müslim, Birr 7, 8, (2550);
Buhari, Enbiya 50, Amel fi's-Salat 7. Beşikte olmasa da, daha çocukken boyundan
büyük sözler söyleyen çok küçük görünümlü büyükler olmuştur. Bkz. Müslim, Zuhd
73, (3005); Tirmizi, Tefsir, Büruc, (3337)]
Kısa bir süre sonra Ariyus isminde
biri ortaya çıkıp Oğul ve Kutsal Ruh hakkında yanlış yorumlar getirerek ve
yaratıcısına keskin bir dil uzatarak Mısır’ı karıştırmıştır. Ariyus’un
heretik inancına karşı muzaffer Kral Kustantinos, dönemin bütün Episkoposlarını
Nikiyaya/İznik e davet etmişti. Episkopos Mor Yakup da toplantıya davet
edilmişti. Arkadaşlarıyla birlikte toplantıya gitmeye hazırlanırken, Mor
Efrem’i de yanına alarak gerçek inancı savunmak üzere kutsal konsile gitmek
üzere yola çıkarlar.
Ariyus ve yandaşları konsil
tarafından aforoz edildikten sonra Mor Yakup ve arkadaşlarının dualarıyla
gereken cezaya çarptırılmışlardır. Konsilin aziz üyeleri göstermiş oldukları bu
başarıdan dolayı kendi memleketlerine geri dönerken, Mor Yakup ve Mor Efrem de
galip ve muzaffer ordu liderleri gibi mutlulukla Nusaybin’e döndüler.
Aziz Mor Efrem, Allah Teâlâ’nın
korkusuyla ve kutsal kitapları okumasıyla günden güne kendini geliştiriyordu.
Episkoposun bütün emirlerine fiilen riayet ediyordu.
Bir süre sonra muzaffer ve saygın
Kral Kustantinos vefat eder ve yerine kendi çocukları hâkimiyeti devralırlar.
Kustantinos’un vefatını fırsat gören Pers Kralı Şobur, kısa bir süre sonra
Kustantinos’un çocuklarına hakaret ederek büyük bir askerî güçle, sayısız at ve
fillerle Nusaybin’i kuşatır. Ordusunu gruplara ayırıp ve kendisi onları
organize ederek yetmiş gün süreyle bu kuşatmayı sürdürür. Nusaybin’i
fethedemeyeceğini gören Kral Şobur, şehrin ortasından akan nehrin suyunun önü
büyük bir setle kapatmıştır. Suyun gücüne dayanamayan sur olduğu gibi çöker.
Şobur, artık şehri suhuletle alacağını düşündüğünden çok mutlu olur.
Fakat madalyonun diğer yüzü daha
farklıdır. Çünkü savaş devam ederken Episkopos Mor Yakub, Mor Efrem ve diğer
kilise ruhanileri gece gündüz Allah Teâlâ’ya yakarmışlardır. Mor Efrem bütün
şehrin halkına ve savaşan askerlere cesaret vererek yüreklendirmiştir. Onun
telkiniyle ve teşvikiyle şehrin surunu yeniden inşa ederler. Surun başında nöbetçi
askerler görevlendirilir ve hücuma geçenler püskürtülür. Mor Efrem bu tür
faaliyetleri yaparken surun yakınında bile değildir. O, Allah Teâlâ’nın
tapınağında hep dua eder ve yakarır.
Şobur, surun hızlı bir şekilde yeniden
yapıldığına pek şaşırmamıştır. Onu en çok hayrete düşürense surlardaki tuhaf
bir görüntüdür. Surun üzerinde kraliyet üniforması giyen ve giysisi güneş gibi
parlak bir adam vardır. Şobur, bu görüntüden korkmuş ve adamı Roma hükümdarı
zanneder. Hatta Roma Hükümdarı Kustantinos’un Antakya’da olduğu konusunda onu
uyaranları azarlamıştır. Daha sonra: “Bu, Romalıların Allah’ıdır, onların
yerine savaşıyor” diye düşünür. Yayını gerer ve surlarda gördüğü kişiye
okunu fırlatır. Ancak fiziksel yapısı olmayan bir nesneye zarar veremeyeceğini
bilemez. Şobur’un öfkesi diner.
Mor Efrem, Pers güçlerine lanetler
yağdırabilsin diye surun başına çıkabilmesi için Episkopos Mor Yakup’tan
talepte bulunur. Mor Yakup, ondaki tanrısal inayete güvenir. Gerçekleştirdiği
kerametin görgü tanığı olduğundan, surun başına çıkmasına izin verir.
Mor Efrem, surun bir burcuna
çıktığında on binlerce Pers askeri görür. Gözlerini Allah’a doğru kaldırıp o askerlere sinek ve
sivrisinek göndermesi için yalvarır. Bu küçücük hayvanların aracılığıyla
Şobor’un ordusu yenilsin ki, Allah’ın gücü görünsün. Mor Efrem’in duasıyla birlikte havada
sinek ve sivrisinek bulutları oluşur. Sinekler filleri sokmaya ve diğer
hayvanların burnuna girmeye başlar. Atlar ve filler beklenmeyen bu duruma
dayanamazlar. Gemlerini kırıp askerleri yere atıp kaçmaya başlarlar. Şobur un o
güçlü ordusu dağılarak büyük bir yenilgiye uğrar. Şobur bu yenilgisinin Allah
Teâlâ’ya iman edenlerin gücüyle değil, bizzat Allah Teâlâ tarafından
gerçekleştiğini kabul eder. Böylece herkes, Nusaybin şehrinin Aziz Mor Efrem’in
duasıyla kurtulmuş olduğuna kanaat getirir.
Hayat toyu yaşantısını faziletlerle
süsleyen Aziz Episkopos Mor Yakup, Şobur Nusaybin’i kuşattıktan bir süre sonra
bayata gözlerini yumar. Mor Efrem, büyük bir üzüntü duyan ve onu saygın bir cenaze
töreniyle toprağa verir.
Mor Yakup’un vefatından kısa bir süre
sonra Kustantinos’un oğlu da vefat eder ve yerine Kustos geçer. Kustos’un
döneminde zalim Yulyanus ortaya çıkar. Kustus’un vefatından sonra yerine geçen
zalim Yulyanus’un döneminde Hristiyanlar büyük sıkıntı çekmeye başlar. Onlara
zulmeder. Yulyanus, Persler üzerine sefer düzenler. Sefer sırasında öldürülmek
suretiyle Allah Teâlâ’dan cezasını bulur.
Yulyanus un yerine geçen Yubinyanus,
Yulyanus’un cenazesini yanına alır ve krallara yaraşır bir törenle toprağa
verir. Yubinyanus, Yulyanus un cenazesini Nusaybin’den geçirirken daha önceden
Perslerle anlaştığı üzere Nusaybin halkına Nusaybin’i terk etme emri verir ve
yaptığı anlaşma gereği Nusaybin’i Şobur’a teslim eder. Mor Efrem, zalim Şobur’un
döneminde meydana gelen zulümler hakkında yazılar yazmıştır.
Aziz Mor Efrem, Nusaybin Perslere
teslim edilinceye dek orada yaşar. Sonra Beth-Araboye denilen yere gider. On
sekiz yaşındayken vaftiz olur. Mezmurları öğrenir. Onu vaftiz eden pederden
kutsal kitapları okuma imkânı bulur. Bu sırada kiliseler büyük bir baskı
altındadır. Bu yüzden Omid e (Diyarbakır) kaçar. Omid’de kısa bir süre
kaldıktan sonra Beth-Nahrin in Urfa’sına gider. Urfa’yı uzaktan görünce bile
hayatını burada sürdürmeye karar vermeye başlamıştır bile. Çünkü orayı çok
sevmiştir.
Şehrin girişinde şehri çevreleyen
Dayson Nehri (Karakoyun Deresi) kenarında çamaşır yıkayan kadınları görür.
Nehrin kenarında durur ve onları izlemeye başlar. Kadınlardan biri başını
çevirip uzun bir süre Efrem’e bakar. Efrem, kadını sert bir şekilde azarlar: “Bana
bakmaya utanmıyor musun? Yere bakman gerekir. Kadın da:
“Senin yere bakman gerekir, çünkü sen
topraktan yaratıldığın için toprağa bakacaksın, ben ise senin etinden yaratıldığım
için sana bakacağım” cevabını verir.
Mor Efrem kadının bilgeliğinden hayrete düşer. Hemen orayı terk edip uzaklaşır
ve kendi kendine: “Bu şehrin kadınları eğer bu kadar büyük bir hikmete sahip
iseler, kim bilir ki erkekleri ne kadar akıllıdır” diye düşünmeye başlar.
Mor Efrem Urfa şehrine girer. Yabancı
olduğu gibi meslek sahibi de değildir. Bu yüzden günlük bir iş yapmaya karar
verir. Bir hamamcıyla anlaşır ve çalışmaya başlar. O tarihte Urfa’nın büyük bir
kısmı putperestlerden oluşuyordu. Mor Efrem fırsat bulduğunda onlarla
tartışıyor, kutsal kitaplardan bilgi veriyor ve aynı zamanda onları uyarıyordu.
Günün birinde Mor Efrem, çarşıda
gezerken iyi ahlaka sahip bir rahiple karşılaşır. Rahip: Nerelisin delikanlı
diye sorar. Mor Efrem de öz hayat öyküsünü rahibe anlatır. Rahip: Nasıl olur
da sen bir Hristiyan olarak putperest insanlarla muhatap oluyorsun, yoksa bu
âlemde mi kalmayı tercih ediyorsun?” Mor Efrem: “Hayır, öyle bir niyetim
yoktur” cevabı verir. Rahip: “Öyleyse sana nasihatim şu olsa gerek,
kurada münzevi bir hayat yaşayan birinin yanına git, ne yapman gerektiğini o
sana söyler” der. Mor Efrem karşılaştığı rakipten bu sözleri duyunca onu
takip eder ve Urfa’nın batısında yer alan dağa doğru giderler. Çünkü orada
sayısız rakip yaşamaktadır. Mor Efrem bu dağa yerleşir. Gece gündüz dua eder,
oruç tutar ve kutsal kitapları okuyarak züht bir hayat yaşamaya başlar.
Bir gece, o münzevi rakip, hücresinde
terennüm ederken Mor Efrem dışarıya çıkar. Gece yarısı Allah Teâlâ’nın bir
meleği önü ve arkası yazılı bir defterle gökten iner, defteri göstererek:
“Bu defteri kime vereyim” diye sorar. Onlar da: “Mısır
sahrasında yaşayan münzevi Uricanus’a ver” derler. Melek; “hayır”
der. “Bana öyle bir emir verilmemiştir.”
Melek tekrar sorar: “Kime vereyim
bunu, buna kim layıktır?” Onlar da; “münzevi Yuliyos müstehaktır”
cevabını verirler. Bunun üzerine Melek: “İnsanlardan hiç biri ona müstahak
değildir, ancak ve ancak Urfa dağında yaşayan münzevi Süryani Efrem
müstahaktır” der. Münzevi rakip şahit olduğu bu olayın hayal olduğunu
düşünür ve bunu pek önemsemez.
Mor Efrem’in çocukluğu hakkında
dilden dile şu söylenti anlatılmaktadır: “Dilinde bir dal bitmiş, dal gün
geçtikçe büyüyerek kütün yeryüzünü kaplamış ve salkımlarla dolup taşmıştır.
Yeryüzündeki kütün kuşlar o üzüm salkımlarından yemelerine rağmen salkımlar
tükenmemiş aksine çoğalmıştır”.
Bir sabah, o münzevi rakip odasından
çıkıp Mor Efrem’in kendini kapattığı hücreye girer ve Mor Efrem’in, Peygamber
Musa’nın ilk kitabını tefsir ettiğini görür. Birinci kitabı bitirince
İkincisine başladığını görünce Mor Efrem’in bilgeliğine şaşırır. Böylece rakip
daha önce Mor Efrem ile ilgili şahit olduğu mucizevi olayı kabul etmiş olur.
Rab Allah, Mor Efrem’e büyük bir zekâ vermiştir. O günden itibaren Mor Efrem’i
daha da sevmeye kaşlar.
Rahip, Mor Efremin tefsir ettiği
kitabı almış ve onu şehirdeki okula götürmüştür. Kitabı kocalara, şehrin
liderlerine ve ruhanilerine gösterir. Onlar, kitabı okuduklarında hayrete
düşerler. Kitabı rahibin yazdığını düşünerek onu yanlarında tutmak isterler. O
da yüksek kir sesle haykırarak: “Hayır onu ben yazmadım, Nusaybinli münzevi
Efrem onu yazdı diye bağırır. Mor Efrem ile ilgili mucizeyi de kendilerine
anlatır. Onlar da bunun gerçek olduğunu kabul ederler. Böylece Mesih’in “Dağ
başında inşa edilmiş bir kent asla gizlenemez” sözü yerine gelmiş olur.
Urfa müminlerinin yüreği Mor Efrem ile tutuşmaya kaşlar ve onu görmek için
kaldığı dağa çıkmaya başlarlar.
Mor Efrem, ziyaretine gelenleri
görünce hücresini terk eder, orada bulunan kir vadiye iner ve gözlerden
kaybolur. Allah Teâlâ’ın meleği kendisine görünür ve ona seslenerek; “Efrem
nereye kaçıyorsun?” diye sorar. Efrem: “Efendim, sakin kir yerde kalıp
bu âlemin problemlerinden kurtulmak istiyorum” cevabını verir. Melek: “Bak,
dikkatli davran, Efrem benden kaçtı, tıpkı boyunduruğa karşı isyan eden dana
gibi kaçtığı, söylenen o söz sakın sende gerçekleşmesin”. Efrem de
ağlayarak: “Çok zayıfım ve buna müstahak değilim der. Melek:
Ey adam! Hiç kimse çırayı yakıp
perde altına bırakmaz, onu rafta bırakır ki herkes ışığını görsün ve ondan
faydalansın” der. Melek, Mor Efrem’le uzun bir süre
konuştuktan sonra aniden ortadan kaybolur. Mor Efrem de daha sonra Urfa ya geri
döner. Onu aramaya çıkanlar da onu görmeyince geri dönmek zorunda kalırlar.
Mor Efrem Urfa şehrinin kapısına ulaşınca
ağlayarak şu şekilde dua etmeye kaşlar:
“Ey Allah’ım, aziz elçilerine Şeytan’a
ve onun askerlerine karşı verdiğin yetkiyi bana da ver. Tanrılığın övgüsü
karşısında dikilen kütün sapkın inançları yıkıver”.
Duasını bitirdikten sonra şehrin
kapısından içeri girerek surdaki kir savunma odasına sığınır ve geceyi orada
geçirir. Onu aramaya çıkanlar ise sabahleyin çarşıda onu görürler. Onunla alay
ederek:
“Gelin şu tipsiz adama kakın, bizler onu
aramaya çıktık o bizden kaçtı ve kendini gizledi. Şimdi ise serbest dolaşıyor.” Övünmek istedi diye düşünürler. Kalkıp
onu yakalarlar ve teşhir etmek maksadıyla şehrin meydanına getirirler. Mor
Efrem, bu muameleye karşı sinirlenmez. Büyük bir alçak gönüllülükle önlerinde
eğilip der ki: “Ey kardeşlerim, lütfen beni bağışlayınız ben fakir ve
garibim.” Onlar da: “Gelin, rezil
ve deli adamı görün” diye onunla alay ederler.
Mor Efrem de çarşıya gider ve birçok
kişiye nasihat verir ve bazen de onları azarlar. Günün birinde ruh gözüyle
gizlilikleri gören bir münzevi kendi ihtiyaçlarını almak üzere çarşıya
indiğinde, Mor Efrem’in çarşıda gezdiğini görür. Ardınca yürüyüp gür bir sesle
şunları söyler: “Rabb’in elindeki kürek budur, sapkınların deliliklerini o
temizleyecektir. Mesih şöyle der: Dünyaya ateş bırakmaya geldim, ateş işte
budur.” Şehir sakinleri heretik ve paganlar bu sözleri duyunca oldukça
sinirlenirler. Mor Efrem’i yakalayıp onu şehir dışına çıkartırlar. Onu
taşlayarak yarı ölü bir biçimde bırakıp giderler.
Mor Efrem sabaha karşı kendine gel ince
tekrar dağa çıkar ve eski hücresine yerleşir. Orada heretiklere karşı birçok
kitap yazar ve çok sayıda öğrenci edinir. Bu öğrenciler; Zunakis, Mor İskok,
Asuno, Yülyane ve Şemun isimli zatlar olup Urfa Kilisesinde diyakosluk görevi yaparlardı. Bunlar, Mor
Efrem’den iyi kir eğitim almışlardır. Hatta Mor Efrem’in seviyesine ulaşıp
kocalık yapmışlar ve onlar da kendilerine öğrenci edinmişlerdir.
Bu dönemde, Kapadokya’daki Keysariye
Episkoposu Mor Baseliyos’un takdire şayan iyi ve olumlu haberleri duyulmaya
başlanmıştı. Bu sebepten Mor Efrem onu görmeyi çok arzuluyordu. Mor
Baseliyos’un nasıl kiri olduğuna dair kendisine bildirilmesi konusunda Allah’a
yalvarıyordu. Günlerden bir gün isteği kabul edilir ve kendisine kaşı göklere
ulaşan ateşli bir sütun Kutsal Sofra’nın önünde dikilmiş vaziyette görünür. Bu
görüntüden hayrete düşer ve bu şaşkın hâlinde kendisine göklerden bir ses:
“Efrem! Efrem! Mor Baseliyos gördüğün bu
ateşli sütun gibidir ” demiştir.
Mor Efrem bunu gördükten sonra Yunanca
bilmediği için yanma bir tercüman alarak denize doğru hareket eder. Denize
ulaştığında Mısır’a gitmek üzere olan bir gemiye biner. Gemi seyir hâlinde iken
çok güçlü bir dalgayla karşı karşıya gelir. Gemi oldukça sarsılır ve batma
tehlikesi geçirir. Geminin yükünü hafifletmek için eşyaların çoğu denize
atılır. Kaptanlar korkudan irkilirler ve gemiyi terk etmeye başlarlar. Mor
Efrem onlara seslenerek:
“Korkmayın ey kardeşlerim! Pavlus’u ve
beraberindekileri denizin hırçın dalgalarından kurtaran Rab Allah, bizleri de
bu denemeden kurtaracaktır” der.
Gemidekiler bu sözlerle alay ederler. Çünkü onun geri zekâlı olduğunu
düşünmüşlerdir.
Mor Efrem eğilerek ve ağlayarak dua
etmeye başlar. Haç işaretiyle denizi kutsayarak: “Kurtarıcı Efendimiz İsa Mesih denizi azarladığında büyük bir
sükûn olduğu gibi onun adıyla sana söylüyorum, dur!” demesiyle birlikte
denizde büyük bir sükûn bâkim olmuştu. Bu mucizeyi gören kaptanlar ve yolcular
şaşırdılar. Hepsi yanma gelip başlarını saygıyla eğerek kendisine hürmet
ettiler. Artık, Mesih’in sözlerini dinler gibi onu dinler olmuşlardı.
Denizde biraz daha ilerlerken yırtıcı
bir deniz hayvanı onlara doğru hücum eder. Herkes korkuya kapılıp: “Denizden
kurtulduk fakat bu yırtıcı hayvandan kurtulmamız mümkün değildir” diye
bağırırlar. Mor Efrem onları haçın işaretiyle kutsar ve o hayvanı lanetler.
Lanetlemesiyle birlikte yaratık, suyun üzerinde ölü olarak görünür. Yolculuk
tamamlandıktan sonra yolcular Mor Efrem’den üzülerek ayrılırlar. Mor Efrem artık
Mısır’dadır. Antinu denilen bir şehre gider. Oradakilere “Iskıti sahrasında yaşayan münzevilerin
yanına nasıl gidilir? diye sorar. Sorusunun cevabını alınca
saygın münzevi rahiplerin yanına gidip kendine boş bir mağarada yer bulur.
Tercümanıyla birlikte oraya yerleşmiş ve uzun bir süre orda kalmıştır.
Mor Efrem rahip olduktan sonra
ölünceye dek buğday ekmeği yemezmiş. Buğday ekmeği yerine arpa ekmeği ve
sebze gibi çok basit yiyeceklerle beslenir ve su içermiş. Bu yüzden çok
zayıfmış. Çömlekçinin yaptığı testiye benzermiş. Giysilerini de çöplüklerden
topladığı değişik renklerden oluşan yamalardan yaparmış. Kısa boylu, asık
suratlı ve sürekli hazin bir haldeymiş. Saçları dökülmüş, sakalsız ve
kamburmuş.
Mısır’da sekiz yıl kalarak herkesin
Allah Teâlâ korkusuna yönelme çağrısı yapar. O dönemde Ariyusçular Mısır’da ve
diğer memleketlerde müminlere büyük bir zulüm gerçekleştirirler. Oradaki
münzevilerin çoğu Ariyus taraftarı olmuştur. Ariyus, Mısır dilini iyi derecede
bildiği için onlarla konuşmuş ve gösterdiği bilgelik aracığıyla birçok kişiyi
imanından saptırmıştır. Ariyus taraftarı münzevi yaşlı bir rahip vardır.
Saygın, zahit ve imanlı gibi görünür fakat gerçekte öyle değildir. Bütün
davranışları göstermeliktir. Özde kendisi sihirbazdı ve sihirbaz Simon’un
yaptığı gibi o da Şeytanın etkisiyle bazı göz kamaştırıcı yapay mucizeler
yapmaktadır. Bundan dolayı Mısır’da meşhur olmuştur.
Günün birinde bu meşhur zahit, Mor
Efrem’le karşılaşır, kendisine büyük hakaretler yağdırır, eziyetler çektirir ve
onu oradan uzaklaştırmak ister. Mor Efrem de geri dönüp: “Allah’ın yarattığı
içinde konuşmaya yetkin yoktur ey kötü ruh der. Mor Efrem’in sözüyle
birlikte adamın içindeki o kötü ruh, adamın ellerini, ayaklarını ve başını
sıkıştırarak onu yere atar. Hâl ve vaziyetini duyan münzeviler toplanırlar ve
düştüğü duruma şaşırırlar. Mısır da sahip olduğu şöhrete rağmen bu rahibin
yanına kimse yaklaşmaya cesaret edemez.
Adamın trajik durumunu gören Mor
Efrem yanma yaklaşıp elinden tutar ve içindeki kötü ruha seslenerek: “Efendimiz
İsa Mesih’in adıyla sana emrediyorum; adamdan çık ve buradan uzaklaş” der.
Kötü ruh hemen adamdan çıkar. Adam titreyerek ayağa kalkar ve Mor Efrem’in
önünde başını eğerek secde edip: “Ey yüce Allah’ın hizmetçisi beni Şeytan’ın
işkencesinden kurtardığın ve Senin boyunduruğuna bağladığın için sana sonsuz
şükürler sunuyorum” der. O saatten itibaren adam davranışlarına iyi bir yön
vererek gerçek inanca geri döner.
Mor Efrem sahrada kaldığı süre
zarfında birçok yapıta imza atar, iyi meziyetlerden dolayı birçok kişi
tarafından övüldüğünü görünce, orada yaşamaya tahammülü artık kalmamıştır. Mor
Baseliyos’u görme arzusunda olduğu için Mısır’ın bir deniz limanına gidip,
Kapadokya’nın Keysariye’sine doğru gitmek üzere gemiye biner. İsa Mesih’in
Vaftiz Bayramı'na denk düşen, Şehit Mor Mama’nın anma gününde Keysariye’ye
ulaşır. Mor Baseliyosun nerede olduğunu halka sorduğunda: “Yarın onu kilisede bulacaksın” cevabını
almıştır. Onu kimse içeri almadığı ve misafir olarak kabul etmediği için o günü
kendisine refakat eden öğrencisiyle birlikte, şehrin sokaklarında geçirmek
zorunda kalır. Geceyi de şehrin bir otelinde geçirirler. Ertesi gün namaza
ve ayine katılmak üzere gizlice kiliseye girerler.
Mor Efrem, Aziz Mor Baseliyos’u
uzaktan görünce yanındaki tercümana dönüp: “Sevgili kardeşim! Buraya boşu
boşuna geldiğimizi tahmin ediyorum. Görmek istediğim Mor Baseliyosun bu
vaziyette olmaması gerekirdi. Gördüğümüz gibi parıltılı beyaz bir elbise
giymektedir. Halkın ortasında oturmuş ve onu büyük bir törenle methediyorlar”
demiştir. Bu görüntüden Mor Efrem büyük bir sıkıntıya düşmüş ve kimsenin onu
görmemesi için kilisenin bir köşesinde kendini gizlemekte ve titremekteymiş
çünkü işin içinden çıkamıyormuş.
Mor Efrem tekrar tercüman arkadaşına
yönelerek: “Eğer bizler günün sıcağını taşıyor olmamıza rağmen, herhangi bir
faydasını görmemişsek, nasıl olur da o görmüş olduğum ateşli sütun Mor
Baseliyos olabilir?” der. “Halk tarafından bu kadar yüceliyor olması
beni şaşırtıyor, çünkü aziz kişinin bu konumda olmaması gerekiyor, diye
düşünüyorum” demiştir. Mor Efrem bu tür düşüncelerle çalkalanırken,
Episkopos Mor Baseliyos kutsal kitaptan vaaz vermek üzere bimaya (vaaz
kürsüsüne) çıkar. Vaaz vermeye başlarken, Mor Efrem, Kutsal Ruh’u Mor
Baseliyosun ağzından konuştuğunu fiilen görür. Bu görüntüye çok şaşırır. Mor
Baseliyos konuşurken yaptığı duraklamalarda halkın methine mazhar olmaktadır.
Mor Efrem ise meth yerine iki kez onu yuhalamaktadır.
Mor Baseliyos da arkasına geri dönüp
ona bakar, kendi başdiyakosunu Mor Efrem’in bulunduğu yere göndermek üzere
çağırır ve kendisine şöyle der:
“Kilisenin falan köşesine git, orada
rahiplik giysilerini giyen ve yamalı elbiseler giyinmiş bir rahip ile yanında
bir arkadaşını bulacaksın. Ona de ki, Başepiskopos seni çağırıyor lütfen Kutsal
Sofra bölümüne gel.”
Başdiyakos güçlükle halkı ikiye
yararak Mor Efrem’in bulunduğu yere ulaşır. Mor Efrem’e seslenerek; “Başepiskopos
seni çağırıyor lütfen kalk ve benimle gel” der. Mor Baseliyosun bu mucizevî
davranışı tercüman aracılığıyla öğrenen Mor Efrem, başdiyakosa cevap vererek;
“Barığmor Abun, (Beni bereketli kıl
ey peder) yanlışlığın var, bizler yabancıyız, Başepiskopos bizleri tanımıyor”.
Başdiyakos geri döner ve Mor Efrem’in
söylediklerini Mor Baseliyos’a iletir. Bu sefer Mor Efrem yerini değiştirir ve
kilisenin başka bir köşesine gider oturur. Mor Baseliyos başdiyakosunu tekrar
gönderir ve kendisine;
“kilisenin falan köşesine git onları
orda bulacaksın. Onları bulunca kendisine ‘Mor Efrem’ diye bitap edeceksin ve
lütfen kalk ayin bölümüne gel, Başepiskopos seni görmek istiyor”
diyeceksin. Başdiyakos tekrar tarif
edilen yere giderek Mor Efrem’in ayaklarına kapanır, ayaklarını öper ve ricada
bulunur:
“Mor Efrem Başepiskopos seni görmek
istiyor, lütfen benimle gel ve Kutsal Sofra’nın bulunduğu yere git.”
Başdiyakosun söylediklerine şaşıran
Mor Efrem, Allah’a şükür ederek secde eder ve şunları söyler: “Gerçekten ve
gerçekten gördüğüm o ateşli sütun (kolon) bizzat Mor Baseliyos’tu ve Kutsal Ruh
onun ağzında konuşuyordu”. Daba sonra Mor Efrem Başdiyakos a şöyle cevap
verir:
“Kutsal Ayinin bitiminde ‘Betb-Gazo’
denilen yerde kendisiyle görüşeceğimi söylersin”. Kutsal Ayinin bitiminden sonra Mor
Baseliyos Betb-Gazo’ya girip kendi hizmetçisine Mor Efrem’i çağırmasını
emreder. Hizmetçi, Mor Efrem’i çağırır ve birlikte Mor Baseliyos’un yanma
gelirler. Mor Efrem’in giydiği yamalı elbiseler, hazin yüz ifadesi ve
sessizliği Mor Baseliyos’un dikkatini çeker.
Mor Baseliyos, başını Mor Efrem’in
önünde eğerek:
“Lütfen beni bağışlayınız, ben miskin
ve günahkârım” der. Mor Efrem
de kendini Mor Baseliyos’un önüne atarak saygılı bir şekilde ondan af diler.
Daha sonra her ikisi birlikte ayağa kalkarlar. Aziz Baseliyos:
“Hoş geldiniz, ey çöl babası!
Gelişiniz bizleri hoşnut etti. Sizler Mesih’in öğrencilerini çölde çoğalttınız
ve Şeytanları kovdunuz. Neden günahkâr bir kişiyi görmeye geldiniz ki? Sizleri
buraya getiren duygular nelerdir? Yüce Rab bu yorucu ziyaretinize karşı sizleri
en iyi şekilde mükâfatlandırsın” der. Mor Efrem
de kendisine yönelik alçak gönüllü bir konuşma yaparak, rahip arkadaşıyla
birlikte onun (Mor Baseliyos’un) hakkında neler konuştuklarını ve
düşündüklerini anlatır. Yaptığı bu konuşmadan hemen sonra Başepiskopos Mor Baseliyos
tan Kutsal Kurbanı alırlar.
Birbirinin hatırını sorduktan sonra
Mor Baseliyos Mor Efrem’e yönelik şunları söyler:
“Ey değerli peder Kutsal Ayin
sırasında halk Rabb’i bir sefer överken sen iki sefer övüyordun, halk
Yunancayla Rabb’i överken, sen Süryani kökenli olduğun için neler söylediğini
bilmiyordun, ben buna çok şaşırdım. Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz? Mor Efrem:
“Evet doğrudur ey saygıdeğer peder,
ben ağzınızda konuşan Kutsal Ruh’u övüyordum” cevabını verdiğinde, Mor Baseliyos kendini Mor
Efrem’in önüne atarak:
“Keşke sen Mor Baseliyos olsaydın ve
ben de Mor Efrem olsaydım ki, Rab Allah’ın sana bahşettiği bu eşsiz hediyeye ve
lütfa sahip olsaydım” sözlerini
kullanır.
Daha sonra Mor Baseliyos, Mor
Efrem’den şu ricada bulunur:
“Ey sevgili kardeşim Allah’ın sana
verdiği bu armağanı bizden esirgeme, burada kal ve senin öğretmenliğinden
faydalanalım.” Mor Efrem: “Ey
değerli büyük baba! Benim de senden bir ricam olacak, ne olur onu bize yönelik
uygulamaya çalış” der. Mor Baseliyos:
“Buraya gelip bizleri ziyaret
etmenizin karşılığını veremezsek de isteğinizi yerine getirmeye çalışacağız” der. Mor Efrem:
“Şuna inanıyorum ki, Rab’dan ne
istersen sana verecektir. Yunanca dilini konuşabilmemi lütfen Allah’tan
dileyiniz” der. Mor
Baseliyos haykırarak:
“Gel ey sevgili peder! Uçsuz bucaksız
çölü hidayet eden seninle birlikte bu dileği Allah’tan isteyelim, çünkü bu
isteğinizi yerine getirebilecek güçtedir. Yazılıdır ki; Allah’ın yanında hiçbir
şey imkânsız değildir. Çünkü ona iman edenlerin isteğini yerine getirir,
dualarını kabul eder ve onları kurtarır”.
Her ikisi birlikte uzun Lir süre dua
ettikten sonra Mor Baseliyos, Mor Efrem’e şöyle bir teklifte bulunur:
“Neden papazlık rütbesini kabul
etmiyorsun? Bu kutsal göreve seni layık görüyorum”. Mor Efrem tercüman aracılığıyla; “Ey
değerli saygın peder! Ben günahkârım bu kutsal göreve müstahak değilim”
cevabını verir. Başepiskopos Mor Baseliyos:
“Keşke senin günahların benim
olsaydı” sözünü sarf
ettikten sonra Mor Efrem’e emir vererek: “Başını eğ, diz çök” dedi. Mor
Efrem diz çökerken, Başepiskopos elini üzerine koyup onu diyakosluk rütbesiyle
kutsar. Daha sonra Süryani diliyle Mor Efrem’e seslenerek:
“Lütfen ayağa kalkalım” der.
Mor Efrem de Yunanca diliyle karşılık
vererek;
“Ey yüce Allah beni inayetinle
kurtar” der. Cümleyi
söylerken orada hazır bulunan herkes şaşkınlığa uğrar. Mor Baseliyos, Mor
Efrem’e papazlık rütbesini de vermek isteyince, ısrarla hu göreve layık
olmadığını açıklar (hakikatte ise o göreve layıktı). Mor Efrem o anda tam
anlamıyla Yunanca diliyle konuşmaya başladığını görenler hayrete düşerler ve
olanaksızlıkları olanak hâline getiren Allah’a şükürler sunmuşlardır.
Mor Baseliyos, Mor Efrem’i iki hafta
boyunca büyük bir coşkuyla misafir eder. Ayrıca Mor Baseliyos, Mor Efrem’in
yanındaki tercümanı da ilkin diyakosluk ve daha sonra papazlık rütbesiyle
kutsar. Her gün birlikte ruhsal öğretiyle hoşnut olurlar. Mor Baseliyos Mor
Efrem’in öğretisinden çok bilgi alır. Halka seslendiğinde sık sık onun
sözlerini dile getirir.
Günün birinde Başepiskopos Mor
Baseliyos cemaate Kutsal Ruh hakkında vaaz verirken, cemaat onu eleştirmeye
başladı, çünkü konuşmasında Baba, Oğul ve Kutsal Ruh cümlesini
kullanmıştı. Daha önce “Ve Kutsal Ruh” kelimesini kullanmıyordu. Mor
Baseliyos kendisine yönelik gelen eleştiriye karşı şu cevabı verir:
“Şaşmayınız ve heyecana
kapılmayınız ey değerli kardeşlerim. Ben de bu kelimeyi Beth-Nahrin’de yaşayan
bir adamdan öğrendim. Adamın dilbilgisi mükemmeldir. O kendi dilinde
"Ve’yi bağlaç olarak kullanıyordu. Çünkü Ve’ bağlacı kullanılmadan Üçlük
ve Birlik’e övgüler sunulması mümkün değildir.” Böylece cemaatin gönlü rahat oldu ve o günden itibaren
hep birlikte aynı cümleyi Mor Efrem’in tarif ettiği gibi kullanmaya başladılar.
Yine başka bir gün Mor Baseliyos
büyük orucun ikinci gününde vaaz kürsüsünden Altıncı Gün hakkında halka vaaz
verirken “Allah’ın Ruhu sular üzerinde uçuşuyordu” dedikten sonra şu
açıklamayı yaptı:
“Bu sözler benim değil Süryani
kökenli bir adamın sözleridir. Bu zat dünyasal hikmetinden yoksun görünmesi
dâhil, gerçek kültür ve eğitime daha yakın olduğuna dair gerçeklerden bir
gerçektir. Bu cümleyi Arami diliyle açık bir şekilde ifade etmiştir.
Aramice, İhraniceye çok yakın bir
dildir. Özellikle de
kitabın düşünsel sözüne daha da yatkındır. Kitabın düşünsel sözü hundan
ibarettir: “Sular üzerinde gidip geliyordu." Uçuşturmasıyla
suları kucaklıyormuş ve onları seviyormuş anlamına geliyor. Örneğin; bir
tavuk altına konan yumurtaları kucaklayıp sevdiği gibi onlara bir canlılık da
vermektedir. Bu şekilde Allah’ın ruhu sular üzerinde uçuşturması ve onları
kucaklaştırması, cinsiyetine uygun bir canlı nefis doğurmaya hazırlıktır.
Bundan yola çıkara k, Allah’ in ruhunun yaratıcı olduğu bir gerçek olup
yaratıcılıktan herhangi bir eksikliği asla bulunmamaktadır.
Yukarıdaki ilk konumuza dönecek
olursak, Mor Efrem ve Mor Baseliyos birbiriyle yaptıkları uzun sohbetin
neticesinde ruhsal bir haz almışlardır. Bu sırada Mor Efrem Urfa’da birbirinden
farklı toplam dokuz heretik inanç ortaya çıkmış olduğu haberini duyar. Mor
Efrem ve arkadaşı, Başepiskopos Mor Baseliyos’un hayır duasını aldıktan sonra
Suriye’ye gitmek üzere yola çıkarlar. Onlar ayrıldıktan sonra Mor Baseliyos,
yanında bulunan diyakoslara şunları söyler:
“Mor Efrem’in, kilisede durduğu ve
ayakta dikildiği sıralarda sağında ve solunda iki melek durduğunu ve kendisine
beyaz bir giysi giydirdiklerini görüyordum.”
Mor Efrem ve yoldaşı rahip, Urfa
güzergâhında yolculuk yaparken Şamişat’a (Samsat) ulaştıklarında, heretik
inanca sahip bir öğretmenle karşılaşırlar. Öğretmene eşlik eden birçok çocuk
vardır. Öğretmen onlara yaklaşıp “Şlomo Şlomo” yani Selam Selam
der ve İsa Mesih’in yüzünü tokatlayan o hizmetçiyi örnek alarak, Aziz Mor
Efrem’e bir tokat atar. Mor Efrem, sesini hiç çıkarmadan ve karşılık vermeden
yoluna devam eder. Bunlar, verdikleri yemek molasında kendi aralarında Aziz Mor
Efremle alay ederler. Bu esnada Mor Efreme vuran çocuğu, oturduğu taşın
altından çıkan bir engerek yılanı sokar. Sokmasıyla birlikte çocuk yere yığılır
ve hayatını yitirir.
Öğretmen ve öğrencileri bu ürkütücü
olaya görgü tanığı olunca heyecandan yere yığılırlar. Öğretmen, Mor Efrem’e
ulaşmak üzere arkasından koşar. Onları Urfa şehrinin giriş kapısının bir
sokağında bulur. O sırada Mor Efrem ve yol arkadaşı hayırseverlerden ekmek
dilenirler. Azizin ayaklarına eğilip ölen çocuğun yanma gelmesi ricasında
bulunur. Mor Efrem isteğini kabul eder ve onunla birlikte ölen çocuğun yanına
geri döner. Çocuğun yanına ulaştığında rükû edip ağlayarak dua etmeye başlar.
Duasını bitirince ölen çocuğun elini tutar ve onu diriltir. Öğretmen ve
çocuklar diz çökerek Mor Efrem’e secde ederler. Hepsi heretik inancından
vazgeçerek gerçek inanca geri dönerler.
Mor Efrem Urfa’ya geri dönerken dokuz
heretik inancın ortaya çıktığını görür. Rabbin inayetiyle onlarla mücadele eder
ve bütün heretik inançları yener. Özellikle de Bardayson’un, Ariyus’un,
Mani’nin, Markiyun’un ve diğerlerinin...
Günün birinde Bardayson’un iğrenç
öğretisiyle yazılı bir kitap Mor Efrem’in eline geçer. Kitapta şu bilgiye yer
verilmişti:
(Bu bilgiyi Mor Efrem kendine özgün yedi
heceli şiir ölçüsüne göre yazmıştır).
Bardayson un
kitabıyla karşılaştım, onu okumaktan bir süre canım sıkıldı.
O tecrit ve
hakaret dolu sözlerden, temiz kulaklarımı incitirim diye,
Onları geçit
yapmayı düşündüm..
Koşarak
duyurttum kulaklarıma,
Tanrısallığın
kitaplarının, o temiz ve saf sözleri...
Yazdığı o
kitapta, adaleti sövdüğünü duydum.
Adaletin eşi
olan inayeti de, kirletmek için onu götürmüştür.
Adalete karşı
bir küfür eylemidir, çünkü helak olmasına onu atmıştır.
Beden bozgunluğa
uğramak üzere yaratılmış ve tekrar asla dirilmeyecektir.
İşte adil olana
karşı küfürleri bundan ibarettir, Allah’ın yolunu da zulüm etmiştir.
Sevenler
arasında düşmanlık yarattı, ebedi hayata kavuşma hususunda umutsuzluk inancım
öğretti
İşte yazdığı o
kitabın okuması, beden ve ruhu sıkar ve üzer,
Çünkü imanlı
insanlar arasında, umutsuzluk düşüncesini uyandırdı.
Bedeni
kıyametten mahrum bıraktı, ruhu da ortağından uzaklaştırdı.
Yılanın ortaya
attığı fitneyi, Bardayson büyük yarar görmüştür".
Mor Efrem ilave olarak Bardayson un
yazdığı ‘Madroşo’ isimli bir ilahisinde şu sözlere yer vermiştir:
“Nefsin
duygularını, birliktelik sağlayan konuları idrak edemez, Sadece tek bir şey
mümkündür, o da terkiplerini çözmek,
Sayılarını
yıkmak, gizliliklerini açıklamak ve öğretilerini azarlamaktır”
Aziz Mor Efrem, Bardayson’un heretik
inancını ve haram olan öğretilerini tadınca irkilir. Bardayson un boş sözlerine
o temiz ve saf koyun sürüsü aldanmasın ve talan edilmesin diye, onlara karşı
Kutsal Rubun hediyesinin ışıltısıyla silahlanır. Yunanlıların çeşitli
aldatmacılığını eleştirir. Heretiklerin kötü sanatının zayıflığını ifşa eder.
Çünkü saf ve basit olan halk sürekli heretiklerin başıboş ve zulüm dolu
sözlerine aldanmışlardır. Bardayson’un oğlu Hermiyanos, “Teşipkotko”
olarak adlandırılan ilahileri önceden bestelemiştir. Kendisinin ve kakasının
zulmünü ve kilesini koş nağmelerle bu ilâhilere katmıştır. Bunların
aracılığıyla dinleyicilerin duygularını sömürür. Bu kötü gelenek o döneme kadar
devam eder.
Mor Efrem in Hermiyanos ve kakası
Bardayson’un hakkında yazdığı beyitler şunlardır:
“Madroşeler
besteledi, onları nağmelerle seslendirdi.
Şarkılar
terkiplerdi (nazmetti), ölçüler kullandı.
Sözcükleri
tartılara ve ayarlara bölüştü,
Mütevazılara,
acıyı tatlılıkla kattı.
Yemek hastası
olanlar, iyileşmek istemediler,
Davut’u örnek
almak istedi.
Güzelliğiyle
süslensin diye, onun gibi övgü kazansın,
O da yüz elli
tane, şarkı nazmetti.
Gerçeğini
(Davut'un) bırakmıştır ey kardeşlerim! sadece sayısını örnek almıştır.
Davut asla
kâfirlerin şarkılarını seslendirmedi.
Çünkü onların
gitarı zulümdür ve hikâyelerle doludur”.
Bu sözcüklere gönül veren gençliği
gören Mor Efrem de, Bardayson’un ve Hermiyanos’un nağmelerini örnek alır ve
uyumlu kir üslupla ilâhiler besteler. Allah korkusunu bestelediği ilâhilere
katıp, koş ve iyileştirici bir ilaç olarak dinleyicilere sunar. Madroşeler
olarak isimlendirilen bu ilâhiler hâlen şehitlerin anma günlerinde kullanılır.
Bu belagat üslubuyla Mor Efrem,
Yunanlıların kütün hikmetini yener. Çünkü tek bir kelimeye birçok anlam
verebilmektedir. Söz ettiğimiz heretik inançlara karşı savaşçı bir komite
oluşturur. Sürekli dualara ve namazlara katılan rahibeleri organize edip
bestelediği Madroşeleri onlara öğretmek üzere bu öğretmenleri görevlendirir. Bu
Madroşe ilâhileri öğrendikten sonra sabah ve akşam
namaz vaktinden önce toplanırlar ve onları terennüm ederler. Sadece
kilisede değil şehitliklerde ve cenaze törenlerinde de seslendirirler. Bu
eğitimi şehirde yaşayanlarla sınırlı tutmaz. Şehir dışında, dağda barınan ve
köylerde yaşayanlara da aynı ilâhileri öğretir.
Kız kardeş rahibeler arasında
dikilerek bestelediği değişik ilahileri onlara öğreten Mor Efrem’in duruşu ne
kadar layık ve güzeldir. Onlar mütevazı keklik kümeleri gibi etrafında
toplanırken, O da güvercinler arasına konan kartala benzerdi. Çünkü ondan temiz
ve hoş bir müzik öğreniyorlardı. Bu kız kardeşlerin sesiyle gürleşen kiliseye
bu ses çok yakışırdı. İşte Mor Efrem, bu zor ve trajik dönemde düşmana karşı
kadınları yanına alarak savaşmaya çıkmıştır. Çünkü o zalim düşman bütün dünyayı
kendi isyanıyla işgal etmiştir.
Mor Efrem’in yiğitlik savaşını ve
öğretisinin güzel parıltılarını görmek isteyenler bestelediği “Madroşe” isimli
ilahilerini okumalı ve onları derinlemesine araştırmalıdır. Mor Efrem
aldatmacılığının büyüttüğü bu tür öğretilerle mücadele etmekten hiçbir zaman
sıkılmaz ve vazgeçmez. Bu mücadelesini uzun bir süre sürdürerek onlara karşı
sayısız kitaplar ve makaleler yazar. Ayrıca bunları Yunancaya da çevirmiştir.
Göstermiş olduğu bu gayretli çabasından ötürü ünü tüm dünyaya yayılmıştır.
Mor Efrem, bütün heretik inançları
yıkıp ortadan kaldırdıktan sonra Bardayson’un hilesini de ifşa etmiş ve onu
aforoz etmiştir. Sadece Bardayson’u değil onu takip eden herkesi aforoz ederken
şunları söyler:
“Bardayson un
iman ettiği yedi sayıya, bizler güvenmiyoruz.
Bu sayıdan
yağmur yağdığım ve çiğ indiğini, söyleyenler aforozdur.
Bu sayıdan
yağmur tanecikleri ve serpintilerin indiğini, iman edenler aforoz olsunlar.
Onlardan (yedi
sayıdan) kar yağar ve don oluşur, diyenlere lanet gelsin.
Onlardan
çiftçilere ürün gelir, onun gibi (Bardayson) vaaz eden aforoz olsun.
Onlardan
işçilere meyve verilir, onun itiraf ettiği gibi itiraf eden aforozdur.
Onlardan açlık
ve bolluk gelir, onun gibi düşünen aforozdur.
Onlardan kış ve
yaz olur, öğrettiği gibi itiraf eden aforoz olsun.
Yağmurun
inmemesi onlardan kaynaklanıyor diye, onun gibi umut eden aforoz olsun.
Bu tür sözleri
söyleyen, ister erkek ister kadın aforoz olsun.
Keldaniye
inanan, her eve aforoz insin.
Güvenini yedinci
sayıya bağlayanın, öğretisini aforozdur.
Yediye güvenini
bağlayanın, umudunu aforozdur.
Efendisinin
gerçek umudunu terk eden aforozdur.
Yediye yetki
vermiş diyene ve onlara güven getirene aforozdur.
Yaratıcısını
kirleten ve yediye yetki vermiş diyen kişi lanetlidir.
Herkesi doyuranı
değiştiren ve yediye idaresini bağlayan lanetlidir.
Kitapları okuyan
ve onlara karşı direnen lanetlidir.
Peygamberleri
okuyan ve onların sözlerini hiçe sayan lanetlidir.
Elçilerin
kitaplarını okuyan ve onların sözlerinde sabit kalmayan lanetlidir”.
Aziz Mor Efrem, işte bu tür aforozlarla,
lanetlerle ve bunlara benzer ağır sözlerle Bardayson’u ve yandaşlarının
öğretisini, onların aleyhine nazmettiği şiirlerle savuşturmuştur. Mor Efrem
daha sonra kiliseyi şu sözlerle över:
(beş heceli şiir
ölçüsüne göre)
“Her dilden sana
mutluluk gelir, ey temiz ve pak kilise,
Sen yücesin,
azgın olan Markiyun 'un çamurundan ve bataklık pisliğinden.
Mani nin
tortusundan ve zulmünden daha safsın.
Bardayson un o
çirkin hilelerinden ve kirliliğinden daha ince ve zarifsin.
Yahudilerin o
murdar ve pis koku ölü kurbanlarından.
Efendin başını
yüceltir, ey imanlı kilise! İşte her iki, Eski ve Yeni Ahitler,
Kralın ve kralın
oğlu, sandıkta korunmaktadırlar.
(Yedi heceye
göre)
Ne mutlu sana ey
kilise! Çünkü kral ve kralın oğlu şendedir.
Temelin
sarsılmayacaktır, Rab senin koruyucundur.
Kurtlar sana
zarar vermezler, engerek yılanın o vahşi ve gaddar evlatlarını,
Kudretin ve
başın yücedir ve çok süslüsün, ne güzelsin ey milletlerin kızı.
(Beş heceye
göre)
Dua edip dedi
ki; kâhinin işlerini zülüm görmesin,
Çünkü koyunu
rahatsız etmedim.
Tüm var gücümle,
kurtlan ondan kovaladım.
Gücüm yettiği
kadar, kendisine Madroşe’lerden oluşan ağıllar inşa ettim.
Cemaatinin
kuzularına...
Hastalıklar beni
acıtıyor, günahlar korkutuyor,
Bunlar
inayetinle yenilsin ey Rab!
Geri zekâlı ve
tembeli, kendine öğrenci seçtin.
Bu yetmiyormuş
da, liderlerin asasım,
Hekimlerin
ilacı, tartışmacıların silahı,
Ve alçak
gönüllülerin sükutu kendisine teslim ettin.
Tabak doldu
taştı ve zayıf olduğunu itiraf etti.
İnayetinle
durdur ey Rab! Armağanlarının taşmasını ve bolluğunu.
Aziz Mor Efrem’in yapmış olduğu önceki
mucizelerin yanı sıra Urfa şehrinde bir mucize daha yapmıştır. Sahipsiz felçli
bir adam sürekli Elçi Mor Tuma Kilisesinin
önünde oturur dilenirmiş. Bir gün Mor Efrem adı geçen kiliseye girmek
istediğinde felçli adamla karşılaşır. Onu o kötü vaziyette gördüğünde hâline
acır. Etrafına bakınır. Kimsenin olmadığını görünce yanına yaklaşır. İyileşmek
ister misin? diye sorar. Felçli adam:
“Evet efendim isterim, elini başıma
koy” der. Mor Efrem:
“Rabbimiz İsa Mesih’in ismiyle kalk” demesiyle birlikte ayağa kalkar ve
yürümeye başlar. İyileştiğinden dolayı da Allah’ a şükür eder.
Aradan dört sene geçtikten sonra Mor
Baseliyos, iki saygın öğrencisini Episkoposluk rütbesine yükselmeleri için Mor
Efrem’in yanma gönderir. Onları gönderirken kendilerine şu tavsiyede bulunur: “Urfa’ya
girdiğinizde yamalı elbise giyen o öğretmeni arayın, onu bulduğunuzda buraya
getirin, O her ne kadar kendini hakir gösterse de onu bırakmayın ve bana
getirin” der.
Mor Baseliyosun elçileri Urfa’ya
ulaştıklarında Mor Efrem’i aramaya başlarlar. Mor Efrem de bu konudan haberdar
olunca hemen o çeşitlilik yamalı cübbesini giyip eline ekmek alıp ve salyasını
indirerek çarşıda dolaşmaya başlar. Bu tür davranışlarda bulunmasını kehennütün
(ruhbanlığın) yüce sorumluluğundan korktuğu için yapmıştır. Elçiler onu ararken
birileri onu uzaktan tarif ederek: “Aradığınız Mor Efrem işte o zattır der.”
Onlar da onu bu vaziyette görünce patavatsız olduğunu düşünerek onunla muhatap
olmadan Mor Baseliyos’a geri dönerler.
Mor Baseliyos onları görür görmez,
durumu anlamış ve kendilerine: “Neden onu getirmediniz” dediğinde, onlar
da: “Ey saygın peder! Patavatsız biri olduğunu gördüğümüzden dolayı ondan
vazgeçip bırakıp geldik. Mor Baseliyos: “O, paha biçilmez bir
mücevherdir. Bu âlem onun değerini bilmiyor. O tekâmüle erişendir, bilgedir,
ruhani filozoftur, bilimlerle donatılmıştır ve Allah’ın sevdiği bir zattır” dedi.
Meşkur ve aziz insanlar Mor Efrem’in
sevdalısı oldu ğundan kendisi de bir vefa borcu olarak nazmettiği değişik
ilahilerle bu tür kişilerin hayat öykülerini kaleme almıştır. Bunlardan;
1-
Mor Sobo: Allah korkusuyla yücelmiş bir zat olan
münzevi Mor Sobo vefat edince, Mor Efrem onun bakk mda “Madroşeler” nazmeder.
Azizi yakından tanıdığı için bütün prensiplerini ve davranışlarım dile getirir.
2-
Episkoposlar ve Sadık /Saygın İnsanlar: Kendi döneminde vefat eden birçok episkoposun ve
sadık / saygın insanların iyi işlerini / faziletlerini överek Madroşeler yazar.
3-
Nikumidiya / İzmit: Mor Efrem’in yaşadığı dönemde yıkılan
Nikumidiya / İzmit şehrinin yıkılışını yazar.
4-
Nusaybin: Kendi döneminde hudutlar şehri
Nusaybin’de meydana gelen savaş hakkında yazar.
5-
Mor Yakup: Nusaybin Episkoposu Mor Yakup hakkında
yazar.
6-
Kral Kustantin: Mümin ve muzaffer Kral Kustantinus
hakkında yazar.
7-
Farklı Kişiler: İsimleri yazmadığımız birçok kişinin
hakkında yazar.
8-
Eski ve Yeni Ahit’i tefsir etti.
9-
Felaketler ve Afetler: Mor Efremin döneminde dünyada meydana
gelen bazı felaketler ve afetler hakkında yazar.
10-
Şomuno ve Guryo: Urfa’da şehit düşen saygın yiğitler
Şomuno ve Guryo’nun özelliklerini ve yiğitliklerini dile getirerek Madroşeler
nazmeder.
11-
Urfa Şehri: (Mor Efrem’in döneminde Hunlar, herhangi
bir direnişle karşılaşmadan Urfa’yı zapt ettiler. Şehri ve etrafındaki yerleşim
alanları yıktılar. Manastırlarla dolu olan şehrin dışındaki dağa çıktılar. Bu
manastırlar rahip ve rahibelerle doluydu. Rahipleri iztihat ettiler. Kimileri
kaçmış kimileri de esir almış ve talanla götürmüşlerdir. Rahibelerin manastırlarına
da girip talan ettiler. Bazı rahibeleri kovdular, bazılarına tecavüz ettiler,
bazılarını da öldürdüler ve geri kalan rahibeleri de esir kafilesiyle
götürdüler. Her yeri yakıp yıktıktan sonra geri çekildiler. Yaşanan bu olayları
duyan şehir halkı mateme boğuldular. Mor Efrem, meydana gelen bu trajik
olayları detaylarıyla kaleme almıştır.)
12-
Urfa Şehri: Mor Efrem, zalim Kral Valis’in dönemine
kadar yaşadı. Bu zalim kral, bütün episkoposları ve cemaatlerini iztihat ederek
Urhoy’a ulaşır ve şehri bir vadiden kuşatır. Şehir halkıyla görüşmek isteyen
kral kendilerine haber gönderir. Halk da o sırada çobanları Episkopos Barso ile
birlikte Elçi Mor Tuma Kilisesinde namaz kılıyorlardır. Namazı terk etmez ve yanına gitmezler. Kral, bu tutumlarına karşı öfkelenir ve halkı
kılıçtan geçirmek üzere büyük bir askerî birlik gönderir. Birlik başındaki
komutan merhametli biri olduğu için kiliseden çıkmalarını ister. Onlar ise oralı olmazlar ve namazlarını
terk etmezler.
Komutan çarşıdan geçerken iki oğluyla
birlikte imanlı bir kadının namaz kılmak üzere kiliseye koşarak gittiğini
görür. Kadın, komutanla karşılaşır ancak hiç korkmadan ve tereddüt etmeden
birlikleri ikiye yarıp koşmaya devam eder. Kadının büyük bir cesaret ve
hararetle kiliseye doğru koşarak gittiğini gören komutan şaşırır. Kadının
durdurulması ve yanına getirilmesini emreder. Kadın bazır bulunduğunda,
Komutan:
“Nereye gidiyorsun ey kadın? diye sorar. Kadın:
“Allah’tan korkanlara yönelik bir
operasyon yapılacağı haber aldım. Ben de onlarla birlikte ölmeye gidiyorum” cevabı verir. Komutan:
“Peki, bu çocukları nereye
götürüyorsun, çocukların mı bunlar?" diye sorduğunda, Kadın:
“Evet, bunlar çocuklarımdır. Birlikte
kendimizi Allah’a kurban edeceğiz” der. Böyle bir
halkın ölüme doğru hararetle ve sevgiyle gittiğine tanık olan Komutan hayrete
düşer, geri döner ve gördüklerini krala anlatır. Kral da halk m gösterdiği bu
cesarete şaşırır.
Halk namazını kıldıktan sonra
çobanlarıyla birlikte kralın huzuruna çıkarlar ve arzularını kendilerine
açıklarlar. İnançlarından vazgeçiremeyeceğini öğrenince kral onları serbest
bırakır. Böylece onlara zarar vermeden oradan ayrılır.
Mor Efrem de şehir halkının güçlü
imanını görünce, yedi heceli şiir ölçüsüne göre şehir hakkında şunları yazdı:
Urhoy, evlerini
ve kapılarım, açık bırakarak çıkmıştır.
Barso ile
birlikte ölüm vadisine gitti ki, kendi inancını terk etmemek şartıyla.
Şehri, suru,
binaları ve evleri krala verilsin.
Bütün malı
alsın, fakat imanımızı değiştirmeyelim.
İyi kâhin
kendini ölüme, teslim etmeye hazırdı.
Geçici makam
kürsüsüyle, gerçeğini krala satmadı.
Urhoy imanla
doludur, akıllıdır ve mantık sahibidir.
Düşünce ve tatla
kuşanırken, bel kuşağı da imamdır.
Silahı gerçektir
ve herkesi yener, tacı da sevgidir herkesi ululanır.
Mesih,
sakinlerim kutsasın, Urhoy un adı gururudur.
Isa nın adı onun
güvenidir, vaazcının adı da onun övgüsüdür.
Ruh anı
liderlerinin adını da tesellidir, şehir de arkadaşlarının sahibidir.
Hepsinin öncüsü
oldu, Elçisinin elinde sevgi vardır.
Rabbm sevgisiyle
ilki olmuştur, havarinin aracılığıyla yakalanmıştır.
Urhoy şehri,
göklerdeki Kudüs ’ün gölgesidir.
İşte Mor Efrem, mübarek Urhoy şehrine
bu tür övgüler yağdırır ve bereketler verir. Çünkü Hristiyanlığının inancını
var gücüyle sevmiştir.
13-
Urhoy ve Şomrin: Bir şiir de Urhoy ve Şomrin hakkında yazmıştır.
Şomrin ile alay ederken, Urhoy’u da methediyor. Şehir halkı herhangi bir
istekte bulunmak istediğinde anılan vadiye gider ve orada Allah’a yakarırdı.
14-
Abrohom Kaydunoyo: Mor Efrem’in döneminde Urfa’nın en
tanınmış insanlarından Ahrohom isminde tir adam vardı. Şehrin dışında bulunan
dağın bir hücresinde kendini yıllarca hapsetmişti. Seçkin işlerle, meziyetlerle
ve prensiplerle kendini eğitiyordu. Sabırlı olduğundan “Kayduno” denilen bir
köye Incil’i müjdelemek üzere görevlendirildi.
Kayduno köyüne gittiğinde halkı irşat
etmeye başlar. Üç yıl süreyle aynı görevi yapmasına rağmen halk onu kovar ve
müjdesini reddeder. Sonunda köy halkı adamın mütevazılığını, sabrını ve iyi
huyunu görünce yaptıklarından utanarak putperestlik inancından vazgeçerler,
Hristiyanlığa geçer ve hepsi vaftiz olurlar. Onlara görkemli bir kilise inşa
ettikten sonra tekrar bulunduğu yere geri döner ve inzivaya çekilir. Kısa bir
süre sonra, geçirdiği iyi bir yaşlılık sonucunda Allah’ı hoşnut eden hayatına
veda eder.
Mor Efrem ve şehir halkı Abrohom
Kaydunoyo’nun intikaline oldukça üzülürler. Gereken bir saygıyla yabancıların
mezarlığındaki giriş kapısının önünde toprağa verirler.
Mor Efrem, bu Azizin öz hayat öyküsünü
kaleme alır ve bütün faziletlerini nazmettiği Madroşelerle över. Yazdığı
öykünün sonunda da kendi kendini azarlar ve uyarır. Yazdığı bir Madroşo’da
Abrohom’u ne kadar sevdiğine dair şu sözlere yer verir:
“Günahlarımın
öyküsünü, sana anlatıyordum.
Namazda hep
benim için gözyaşı döküyordun.
Şimdi de tam
zamanıdır, senden dilemeye.
Hastalıklarım
için dua et, çünkü tabipler çaresiz kaldılar."
Mesih’in hizmetçisi Mor Efrem’in, bütün
heretik inançların Urfa’dan yok olduğunu ve gerçek inancın yeteri kadarıyla
canlandığını görünce gönlü rahatlar. Tekrar şehri terk edip eskiden bul unduğu
dağdaki hücresine yerleşir.
Aziz Mor Baseliyos döneminde,
Keysariye’de, aşırı günah işleyen bir kadın varmış. Kadın yaptıklarından pişman
olmuş. Utancından, Aziz Mor Baseliyos’un önünde günahlarını itiraf etmeye
cesaret edememiş. Bütün günahlarını bir kâğıda yazıp kâğıdı mühürleyip onu Mor
Baseliyos’a teslim etmiş. Günahlarının bağışlanması için büyük bir imanla ve
ricayla kendisine yalvarmış. Mor Baseliyos kadının ricasını kabul etmiş, kâğıdı
elinden almış ve onun günahlarının bağışlanması için Allah’ın önünde yakarışta
bulunmuş. Azizin dualarıyla ve imanıyla kadının bütün günahlarını -bir günah
hariç Mor Baseliyos’a teslim ettiği o kâğıttan silinmiş. Geriye kalan o günah
da diğerlerinden daha ağır ve daha önemliymiş.
Kadın, yazdığı kâğıdı açmış,
günahlarının silindiğini yani bağışlandığını görünce oldukça mutlu olmuş. Kalan
o günah için de tekrar Mor Baseliyos’a yalvarmış. Mor Baseliyos:
“Diğer günahlarını bağışlayan zat bu
günahını da affetmeye muktedirdir. Eğer biraz daha sabredip ve gayret
gösterirsen, sadece günah bağışlaması değil büyük bir nimete de nail olacaksın.
Sana tavsiyem şu olacaktır: “Urfa Dağına git, Efrem isminde birini orada
bulursun. O adam azizdir (kutsaldır) ve iyi meziyetlerle ünlüdür. Bu kâğıdı ona
uzatıver ve ondan ricada bulun ki senin için dua etsin. İnanıyorum ki günahını
Allah Teâlâ affedecektir”.
Kadın, Aziz Mor Baseliyos’un
nasihatini kabul etmiş. Yol uzunluğu onu tedirgin etmesine rağmen büyük bir
gayretle yola çıkmış. Urfa’ya ulaştığında Efrem'i aramaya ve sormaya başlamış.
İnziva odasını bulunca kapıyı çalıp haykırmış:
“Ey Allah’ın mukaddesi benim için dua
et ve bana merhamet eyle”.
O da pencereden
bakmış, bir kadın olduğunu görmüş. Ruh gözüyle ne amaçla geldiğini görmüş. Mor
Efrem: “Ey kadın, lütfen buradan uzaklaş, ben bir günahkârım” demiş
kendisine. Kadın da kâğıdı pencereden içeriye atarak şunları söyler:
“Benim için dua
etmeniz için Aziz ve Başepiskopos Mor Baseliyos beni yanınıza gönderdi. Kendisi
de diğer günahlarım için dua etti ve sana attığım bu kâğıttaki yazılı günahım
dışında diğer bütün günahlarım onun duasıyla affedildi. Lütfen sıkılma ve beni
ihmal etme. Bu günahım için Allah Teâlâ’ ya yakarıver ve dua et ki
bağışlansın”.
Aziz Mor Efrem içerden cevap vererek:
“Yok kızım yok, yanlışlığın vardır.
Bütün günahlarını bağışlayan zat, bu günahını da bağışlatabilir. Hiç zaman
kaybetmeden git ve ona yetiş çünkü kısa bir süre sonra bu hayata veda
edecektir.”
Kadın da hayır duasını ve selamını
aldıktan sonra Keysariye şehrine acilen geri dönmüş. Şehrin kapısına girdiğinde
Aziz Mor Baseliyos’un cenazesiyle karşılaşmış. Toprağa verilmek üzere kendisine
cenaze töreni düzenlenilmektedir. Kadın gördüğü bu manzaraya karşı kendini yere
atmış ve feryat etmeye başlamış. Kadın, Aziz Mor Baseliyosla konuşur gibi
davranır ve şu sözleri söyler:
“Ey Allah’ın hizmetçisi, sen bu fani
dünyadan ayrılacağını biliyor olmana rağmen beni uzaklara gönderdin. Sana
rahatsızlık vermiyordum. Neden bunu bana yaptın, işte tekrar boş döndüm. Vay
başıma! Ben ne yapabilirim ki, Allah ikimizin yargıcı olsun ve bizi hükmetsin.
İnanıyorum ki kalan o günahımı da bağışlatabilirdin. Beni boynundan çıkarıp
başkasına gönderdin” dedikten sonra
kâğıdı cenazenin üzerine atmış. Başına gelen bu olayı olduğu gibi bütün şehrin
halkına anlatmış.
Ruhanilerden biri kâğıtta neler
yazılı olduğunu merak etmiş ve onu görmek üzere koşarak gitmiş, kâğıdı almış ve
açmış. Kâğıdın boş olduğunu görmüş. Ruhani zat yüksek bir sesle bağırarak: “Kâğıdın
içinde yazılı bir şey yoktur ey kızım!” demiş. Böylece Aziz Mor
Baseliyos’un ve Aziz Mor Efrem’in dualarıyla ve o kadının da gösterdiği yoğun
çabayla ve imanıyla bütün günahlarının affedildiğini herkesçe malum olunmuştur.
Bu mucize vasıtasıyla Allah’ın ismi azizlerinin aracılığıyla ululanmıştır.
15-
Aziz Mor Efrem, Mor Baseliyos'un vefatına
oldukça üzülmüştür. Bütün iyi
meziyetlerini överek onun hakkında gereken bilgileri yazmıştır. O dönemin
meşhur yazarları da Mor Efremle kirlikte Aziz Mor Baseliyos hakkında
yazmışlardır.
Aziz Mor Efrem ömür koyu sakin bir
hayat geçirdi ve iyi meziyetlerle yaşar. Yanına gelenleri sürekli teselli eder.
En sonunda yani hayatının sonlarına doğru şu sebepten dolayı hücresini terk
etmek zorunda bırakılmıştır: Urhoy şehrine büyük bir kıtlık sarar. Açlıktan
ölenlerin sayısı çoktur. İnsanlık tabiatına acıyarak, hücresinden çıkıp
ambarlarda her türlü tahıl ürünleri stok eden zenginlere hücum eder. Çünkü
merhametsiz ve acımasız olduklarını görmüştür. Onlara seslenerek sert bir
üslupla şu sözleri savurur:
“Neden sizler Allah’ın merhametini
ve şefkatini göz önünde bulundurmuyorsunuz? Sizleri zenginleştirenin Allah
Teâlâ olduğunu bilmez misiniz? Sizin stok ettiğiniz bu servet, ruhunuzun ve
nefsinizin hükmü olacaktır.
Bu sözleri duyan zenginler kendi
aralarında istişare ederek, Mor Efrem’e şu cevabı vermişlerdir:
“Açlıktan ölenlerin iaşesinde
görevlendirilecek güvenli bir kişi görmediğimizden dolayı uzak duruyoruz. Çünkü
insanlar hileci ve görevlerini kötüye kullanmaktadırlar”. Mor Efrem:
“Bu konuda beni nasıl görüyorsunuz?” Zenginler:
“Seni Allah’tan korkan biri olarak
görüyoruz” derler. Mor
Efrem: “Öyleyse bu konuda beni görevlendirin, ben de kendimi bu işe
vereceğim” der. Zenginler kabul ederler ve kendisine büyük bir miktar para
teslim ederler. Gerçekten de Mor Efrem halk nezdinde büyük bir itibarı vardı.
Herkes onu seviyordu ve ona güveniyordu.
Mor Efrem bu büyük parayı onlardan
aldıktan sonra ilk başta üç yüz yataklı bir hastane inşa eder. Vefat edenleri
toprağa vermek için komiteler kurar. Hasta düşenlerin tedavisine hızlı bir
şekilde başlar. Şehrin dışından açlıktan hayat mücadelesi verenleri getirtip
şehrin içine yerleştirir ve onlara da günlük ihtiyaçlarına göre mutlulukla
yemek sunar. Bu konuda özel komiteler kurar kişiler görevlendirir ve onları
sorumlu tutar. Kıtlık süresi bir yıl süreyle devam eder. Sonraki yıl büyük bir
bolluk yaşanır. Bu süreden sonra herkes evine geri döner.
Mor Efrem’in bu görev süresi sona
erdikten sonra kendi hücresine geri döner ve bir ay sonra da yaşamaya veda
eder. Hayatının son günlerinde öyle önemli bir
görevi Rab ona nasip eder. Vefat ettiği gün de bütün şehir halkı cenaze
törenine katılır ve halk büyük bir mateme boğulur. Büyük ve görkemli bir
törenle yabancıların mezarlığında toprağa verilir. Vefatından önce bıraktığı
vasiyet şu iki maddeden ibarettir:
·
Giydiği elbise dışında mezarına hiçbir giysi ve değer
taşıyan eşyanın konulmaması.
·
Yabancıların mezarlığında defnedilmesi.
Söylediği yerde defnedildikten bir süre
sonra şehir halkı cenazesini oradan çıkartıp episkoposların defnedildiği bir
mağaraya koydular. Hâlen de oradaki insanlar tarafından övülür ve saygı görür.
Mor Efrem’in, Mor Baseliyos’un, aziz
arkadaşlarının ve özellikle Meryem Ana’nın dualarıyla ve şefaatiyle Efendimizin
bereketi bütün insanlığın üzerine insin.
Âmin
اتْلُ
مَا
أُوحِيَ
إِلَيْكَ
مِنَ
الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ
إِنَّ
الصَّلَاةَ
تَنْهَى
عَنِ
الْفَحْشَاء
وَالْمُنكَرِ
وَلَذِكْرُ
اللَّهِ
أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ
مَا
تَصْنَعُونَ
(Resûlüm!)
Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve
kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah
yaptıklarınızı bilir.
(Kur'ân-ı
Kerim, 29 / Ankebût – 45)
Bütün ilâhi dinlerde
namaz vardır ve farzdır. Aşağıdaki gelen Mor Efrem Hazretlerinin İ.Ö. 350
yıllarında yazmış olduğu şiirlerde Süryanilerin namaz hakkındaki
hassasiyetlerini açık şekilde dile getirmiştir. Bu şiirlerin işareti olarak
namaz kılmayanlar için bütün dinlerde dindâr denilemeyeceğini bir kez anlamış
bulunmaktayız.
Süryani Mor Efrem
Hazretlerinin, Kilise Ataları Tarafından “Kutsal Ruh'un Kavalı” Olarak
Adlandırılan şiirlerinde, namaz üzerinde hassasiyetini görünce namaza
bağlılığımızı artırmamız hususunu ikâz mahiyetinde beyan etmeyi üzerimize borç
bilmek mecburiyetindeyiz. Bu nedenle Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler,
Süryaniler ve diğer ilâhî dinlerde namaz kılmanın Allah Teâlâ’ya kulluk
görevlerinin başında gelmektedir.
(Birinci Şiir)
(7.Beyit)
Namaz kıl, ilahı söyle ve kutsal metinleri oku,
bedenindeki duyguları temizle.
Günahların için ağla ve gözyaşlarını dök. Rab’den
mağfiret iste.
(İkinci Şiir)
Allah’ın
düşüncesini bırakana, Allah da her konuda zarar verecektir.
Eğer
Allah ile ilgili olanlarla ilgilenirsen, Allah da seninle ilgilenecektir.
Eğer
sadece nasıl yaşayacağınla ilgilenirsen, her iki tarafta da zarar göreceksin,
Kendi
şahsına yetmiyorsun, yeteni de beklemedin.
Sadece
tek bir konuyla ilgilenmedik, ilgimiz de bize karşı olumsuz olmuştur.
Eğer
birçok konuyla ilgilenirsen, hiçbiri tamamlanmayacaktın.
Sadık
insan tek bir konuyla ilgileniyorsa, o konu da, insanın bütün problemleriyle
ilgilenir.
İncil’de
yazıldığı gibi; bütün bunlar sizlere verilecektir.
Eğer
evinde kral misafir olacaksa, evine saygınlık kazandım.
Nefsin
o kadar yücelecek ki, Allah yüreğinde konaklanacak.
Sadece
tek bir vakit onu düşünme, diğer vakitlerde onu ihmal edeceksen.
Fakat
gece ve gündüz onu düşün ve onunla irtibat sağla.
Eğer
ayakta kalırken yoruluyorsan otur ve oturarak onunla ilgili bilgileri oku,
Çünkü her vakit onun; Allah’ın olduğu, aklına bile gelmiyor.
Yaptığın
bir işin, kayıp olduğunu düşünme,
Kötülüklerin
ilerlemesi, bütün rezaletlerin kapısıdır.
Tövbe
et ey günahkâr, günahlarının bağışlanması için rahmet dile,
Bakarsın
aniden hırsız gelir, hayatını alıp götürür.
Zamanı
bilemezsiniz, Kurtarıcının ne zaman geleceğini,
Rabb'imiz
öğrencilerine söylemiştir, belki de aniden gelir.
Sizleri
uykuda görebilir, uyanın, kalkın ve namaz kılın,
Denemeye
girmemeniz için, yoksa onurdan mahrum kalırsınız.
(Dördüncü Şiir)
(46-49 Beyitler)
E
ğ e r günahkârlarla, hükme ve işkenceye gireceksem,
Sunduğum bütün kurbanlarım ve yakarışlarım boşuna gitmiştir,
sözlerim namazlarım da tükenmiş demektir
Ey
Rab! Beni kötülerle birlikte dizme, seni kabul ettiğim gibi sen de beni öyle
kabul et.
Beni
sol tarafta yerleştirme, çünkü Şeytan ’a arkadaş olmadım.
Ateş
içinden sesim duyulmasın, çünkü hep sözlerimle sana terennüm ettim.
Karanlık
içinde haykırmayayım, çünkü gece yansı sana şükrettim.
Kâfirlerle beni sayma, tövbe edenlerle namaz kıldım.
Seni
haça gerdirenlerle birlikte dikme, haçın bana iltica yeri olsun
(Altıncı Şiir)
(68-69 Beyitler)
Bunla
r mantıkla ve sadakalarla hareket etsinler.
Paklıkla yıkansınlar ve namazla yücelsinler.
Günah
işlemekten, önemle uzaklaşsınlar.
İyilikleri
yapmaya, gayretle yaklaşsınlar.
(Dokuzuncu Şiir)
(19-23 Beyitler)
Zayıf olanların namazlarını, kabul edene
övgüler olsun.
Tövbe edenlerin gözyaşlarını, kurban ve
adaklar gibi kabul etmektedir.
Kırk günlük orucu tut ve ekmeğini de
aç olanla paylaş.
Günde yedi vakit namaz kıl, İşay
oğlundan (Davut) öğrendiğin gibi.
Musa kırk gün oruç tuttu, îliye de kırk
gün oruç tuttu.
Rabb’imiz de k eza kırk gün oruç tuttu
ve düşman olan Şeytan'ı yendi.
Üçlük ve Birlik’e övgüler olsun, çünkü
her üçü de tektir.
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, tek bir
gerçek Allah tır.
Namazları işiten ve dileklere cevap
veren Rab,
Namazımızı kabul et ve bize şefkat
kıl, rahmetinle isteklerimize cevap ver.
(Yirmi birinci Bölüm)
(37. Beyit)
O,
her zaman onlardan sıkıntı görüyor, her gün yaptıkları süresiz ibadetle onu
söndürdüler.
Onun
gücünü imha ederken onlar güçlendiler, onlar namaz
kılarken o ise sıkıntı çekiyordu.
(71. Beyit)
Kimi de namazını kılar vaziyetteyken, ölüm eceli onu yakalar.
Hasretler henüz düşüncesindeyken, ruhu göklere yücelmiştir.
(109. Beyit)
Düşünce
ve endişe onları, namaz vaktinden aksatmıyor.
Tembellik
de onları etkileyemez, çünkü zihinleri pak ve nezihtir.
(Yirmi ikinci Şiir)
(5. Beyit)
Onların yanına yaklaşanlara, namazlarının hâzinesi açıktır,
Şekillerim
giyense, kendilerine özgün elbiselerle süslenmiş olur.
(15-19. Beyitler)
Yine
gidip bu insanların bedenlerini görelim, onlar hep kendi saçlarıyla örterler.
Gidip
kaval kemiklerini ve dizlerini görelim, hep yoğun namazlarla
ezilmişlerdir.
Gidip
sofralarını görelim, bağdaş kurarak dizlerinin üzerine koyarlar.
Gidip
yüzlerini görelim, oruç tutmaktan kızarmış bulunmaktalar.
Yine
gidip su dolu, kâselerini görelim,
Namaz kılarken gözlerinden akan gözyaşlarını, Tanrı katına bir
sunu olarak sunarlar.
Gelin
bedenlerini gidip görelim, bükülmüşlerdir kep eğilip dua etmekten,
Gidip
yüzlerim de görelim, uykusuzluktan başka bir çehreye bürünmüşlerdir.
Yine
gidip topluluklarım görelim, cismaniler ruhanilerle birliktedirler.
Koro
takımlarını da gidip görelim, ruhaniler cismanilerle birlikte terennüm ederler.
(46. Beyit)
Günün on iki saatini, namaz ve ibadet için ayırıyorlar.
Gözbebeklerinin yaşlarını, yücelerdeki tapınak kapısına
serperler.
(82. Beyit)
Kimi efendisinin önünde diz çökerken, uyuyup vefat eder ve
diriliş gününe kadar bekler.
Kimi ayakta namaz kılarken, ölüm gelir onu götürür.
(88. Beyit)
Kimi
Rabb’ın inayetinin yardımıyla, kalkıp namazım kılmış ve hayatını yitirmiştir.
Kimi
adaletin desteğiyle, kalkmış bir övgüyü söylemiş ve intikal etmiştir.
(Yirmi üçüncü Şiir)
(121. Beyit)
Kendini
koruyabilmen için sahrayı tercih et, açlık ve susuzluğu da ilaç olarak kullan,
İmanı
bir güvence olarak gör, çünkü namazda güç
kazandırıyor.
(Yirmi Beşinci Bölüm)
(1-3. Beyitler)
Efendin
için yoksul ol ve onun sevgisi uğruna fakir kal.
Her
gün onun için oruç tut ve kapısında uyumadan nöbet tut.
Huzurunda mezmurları oku, ondan talepte bulun ve namaz kıl.
Ayağa kalkarak önünde dur, ibadet sırasında ellerini kenetle.
Ağlayarak
gözyaşlarını yanaklarına akıt, önünde göğsüne vur.
Yaptığın
kusurlarına karşı hasret çek, rahmet ve şefkat talep et.
Günahlarına
karşı yas ve hüzün tut ve günahlarının bağışlanmasını dile.
(Yirmi Yedinci Şiir)
(18.-56. Beyitler)
Eğer
hizmet ikiye katlanmışsa, Şeytanın birlikleri
namazın aracılığıyla vurulurlar.
Eğer
de sayam insanlar uyumazsa, hileciler onlara karşı asla zafer kazanamazlar.
Özgürlük
yatmazsa, aldatmacılık da baş kaldırmaz.
Eğer
süresiz ibadetten güç almışsan, uyanık güç de seni korur.
Sağcı
taraf zengin olduğu sürece, solcu taraf fakirdir.
Hizmet
sunulduğu sürece, Şeytan ve askerleri yatmaktadır.
Eğer
ışık kendini gizlemezse, karanlık kendini ortaya çıkaramaz.
Eğ
er de ışınlarım geri çekmezse, akşam kanatlarım açamaz.
Ey
süresiz ibadet eden sen! Eğer yatmazsan, karanlık sana dokunamaz.
Ey
yiğit olan! Sen düşmedikçe, aldatmacılık sana musallat olamaz.
Dilin
terennüm ettiği sürece, o necis sana yönelik ıslık çalamaz,
Dudakların
ilahiler söylediği sürece, Şeytan ’ın yayı etkisizdir.
İbadette
devam ettiğin sürece, aslanın azıdişi hücum etmez.
Eğer duan bitmişse, engerek dilini bilemiştir.
Namazı kıldığın sürece, İblis in vurduğu tokat zarar vermez.
Eğer
uykuya yenilmişsen, engerek zehrini akıtmıştır.
Geceleyin
savaşa birlikte girerler, Şeytan ve süresiz ibadet eden münzeviler.
Uyku
da sis oluşur, kış da tersine hareket eder.
Bulutsuz
kar yığılır, şimşeksiz de dolu yağar.
Kılıçsız
kan akıtılır, öldürmeksizin de ölülerin cesetleri üst üste yığılır.
Uykuda
tuzaklar kurulur, hayali görüntülerle kaymalar olur.
Uykunun
mekânında, uyanışa zafer kılıcı konulmuştur.
Yiğitler
uyuyunca, rüyalar gelip onları yok edeceklerdir.
Eğer uyumayıp sürekli ibadet etmişlerse, o uyanış İblis ’i
süngülemiştir.
Çul
ve kül kullandıkça, çaycıların başı kuduramaz.
Eğer
gözyaşları dökülmüşse, Sinharip topuzun üzerine dönmüştür.
Eller
göklere açıldıkça, Hmolik başını kaldıramaz.
Eğer
uykuya dalmışsa, Musa'nın partisi mağlup olmuştur.
Namaz
kılınmasıyla İblis vurulur, Gülyad sapanla
vurulduğu gibi,
Yapılan
hizmetle güçleniyor, Şimşun kendi yiğitliğiyle.
Süresiz
ibadetle iblis işkence görerek eriyor, Abişolum un aldığı zehirle eridiği gibi,
Süresiz
ibadetle İblis öldürülüyor, Kral, Adunoyo’yu öldürdüğü gibi.
Namaz
hizmeti takdim edildiği sürece, İblis de Hamnun gibi hastalanıyor.
Dua
hizmeti sona erdiği an, İblis nefsi kışkırtmıştır, tıpkı Tomor gibi.
Davut’un
mezmurlarını terennüm ettiğin sürece, Şeytanın müziği boşunadır.
Dilin
susmadıkça, Ahtufil intihar etmektedir.
Namaz
kıldığın sürece, sünnetsizler hayretle oturup seni izlerler.
Dilin
okuduğu sürece, Gülyad ağzını açamaz.
Onunla
birlikte sazın çaldığı sürece, Şovol’un ruhu seni rahatsız etmez.
Eğer
de uyku, harpının kıllarım kesmişse, kötü ruh içinde terennüm etmeye başlar.
Uyurken
iblis seni avlamaya çalışır, tıpkı Şovol’u yakaladığı gibi.
Her
gün düşüncende barınır ki, onun eline düşmen için.
Şovol,
Davut’u iztihat ediyormuş, seni de İblis iztihat etmektedir.
Sakın
ola uykuya yenik düşme, yoksa seni iztihat eden teyakuzdedir.
Mağara
uykudan daha iyi olmuş, yoksa Şovol, Davut'u öldürecekti.
Şovol'un
arkadaşı seni uykuda yakalarsa, kanım akıtır.
Kartal
havada uçtuğu sürece, gölgesine bile ulaşamazsın.
Göklerde
yüzdüğü sürece, hayalini bile tutamazsın.
Göklerde
yüreğin uyanık olduğu sürece, organların ele verilemez.
Namazda
uçtuğun sürece, beşeriyetin yakalanmayacaktır.
Sakın
ola yüreğin solmasın ve uykuya dalmasın, yoksa seni yakalarlar.
Düşüncen
de dağılmasın ve kötülüğe dalmasın, yoksa zaferi kaybedersin.
Kalk
namaz kıl ve kendine Davut’tan silah al ve onunla gururlu ol,
Gözlerin
uykuya yenilmesin, çünkü savaş alelacele yaklaştı.
Nefsini
uyandır ve sürekli ibadet et, çünkü savaş insan uykudayken kendisine karşı
açılır.
Nasıl
savaşacağını bilemezsin, çünkü tüm hızıyla muharebe başlamıştır.
Geceleyin
Şeytan ’m borazanları çalar, savaşa kalkın diye,
Birlikler
birbirlerine sorarlar, komutan neyi emreder.
İkinci
Homon ağzını açarken, ondan duman tütmeye başladı.
Kalkın
silahınızı kuşanın, uyuyanların rüyalarına girip onlarla savaşalım.
Eğer
onlar uyanıklarsa bizleri yeneceklerdir, eğer uyuyorlarsa biz onları yeneceğiz.
Uyku
aracılığıyla, onlardan uyanış zaferi alalım.
Gelin
hileleri öğrenin ve bu şerefli ve saygın insanlarla savaşın.
Onlara
karşı tepen silahı kuşanın ve bu cesur insanlarla muharebe edin.
Betülleri
uykuda yakalayın, rüyalarda zina etsinler.
Saygın
insan hayal görüntüyle aldansın ve istemeyerek ayağı sürçerek düşsün.
Değerli
insan yüzsüz olsun ve sonradan tacı ondan alınsın.
İffetli
de kötü görüntüyle yansın ve tövbe etmekle işkence görsün.
Oruç
tutan, hissetmeden rüyada et yesin,
Adaklıya
şarap içirin ve hüzünlüye de rakı doldurun.
Tuzaklarınızı
uykuda kurun ve gizleyin, rüyalarla onları yakalayın.
Kendinize
yüz binlerce tuzak alın ve bana yem insanlar yakalayın.
Karanlık,
zifiri karanlık adaşından emir almıştır.
Bütün
aldatmacılık toplandı, bedensellilerin tepelerine.
Tembeller
yüzlerini uyku da sardılar ve kendilerini gömdüler.
Sabahtan
akşama kadar, başıboş olan kişi harap bir evde yatıyordun
Uyumayıp
da sürekli ibadet edenler uyanıktırlar, kendilerini namazla
zenginleştiriyorlar.
Akşam
dan sabaha kadar uyumadılar ve hazinelerini hırsızlardan korumuşlardır.
(Yirmi Dokuzuncu Şiir)
(71.Beyit)
Günahkârlar
için namaz kılar ki, tövbe etsinler,
Tövbe
edenler için şefaatte bulunur ki, sadık kişiler olsunlar.
(85.Beyit)
Oruç
zırhlı yeleğe benzerken, namazı da zırhlı bir giyim
gibi gördüm.
Erdemliliğin
eylemleri de, savaşta hızlı koşan bir araçtır
(Otuz birinci Şiir)
(33.Beyit)
KIRK GÜNLÜK ORUCUNU TUT, EKMEĞİNİ AÇ OLANLARLA PAYLAŞ,
GÜNDE YEDİ VAKİT NAMAZINI KIL, ÎŞAY OĞLUNDAN (DAVUT) ÖĞRENDİĞİN
GİBİ
[Ey İnsanlar sizi yaratan Rabbinize
kulluk işaretinizi açığa çıkarmak için namazınızı terk etmeyin.]
Kaynak:
SÜRYANİ
MOR EFREM, Kilise Ataları Tarafından “Kutsal Ruh'un Kavalı” Olarak
Adlandırılan Süryani Mor Efremin Şiirleri, ÇEVİREN: Gabriyel Akyüz, Orjinal
Eser Adı: Duboko Kadmoyo Dmimre Dkadişo Mor Efrem Süryoyo Hav Dethkani Men
Abohotho Abubo Druho Kadişo, T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI KÜTÜPHANELER VE
YAYIMLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ-3353 Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012
Kitabın PDF sini indirebileceğiniz adres
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar