CEMİL MERİÇ’İN SOSYOLOJİ NOTLARI VE KONFERANSLAR’I KİTABINDAN
AKIL
VE İMAN 28
Nisan 1966
19.
asır 1814 Waterloo savaşı
ile başlar.
20.
asır ise 1914'de Cihan Harbi ile başlar.
Napoleon savaşları bir yandan hürriyet fikrini, eşitlik fikrini
savunurken, Avrupa halklarını Fransız burjuvazisi yararına sömürüyordu. Savaş
bir müddet için istihsal kuvvetlerine yardım etti. Korsikalı generalin
milyonlarca insanın kanı pahasına çizdiği Fransa haritası (1795-1815),
ihtilâlden önceki sınırlarına dönmüştü. Sona eren bir rüya devri idi o.
XVIII.
Louis'nin lütfettiği "charte", burjuvazi ile asillerin anlaşması. Napoleon, "Bir
memlekette hem fakir, hem zengin varsa, o ülkede mutlaka bir din de
olmalıdır," der.
İhtilâlden
sonra çöken temporel (maddî) ve spiritüel (manevî) gücün yerine yenilerini
nasıl koyacaktık?
Kilisenin
duvarlarında ilk gediği Protestanlık açtı. İncil-Tevrat tercümeleri Katoliklik
için çok zararlı oldu. Aklın ışığı imandan uzak tutulmalıdır. Hıristiyanlık
Avrupa'da organik bir devir yaratmıştı. Avrupa tek blok halinde Asya'ya saldırmıştı.
Protestanlık, ilk Hıristiyanlığa dönmek istediği için bir manada Katoliklik'ten
geri.
Kur'an
yalnız lafzıyla değil, şiiri ile ruhiyle bir bütündür, bir dilden bir dile
geçerken şiiriyeti, musikîsi de ölür.
Kelebeğin
bir avuç toz olması gibidir kutsal tercümeler. Hazret-i Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellem çok iyi Arapça bilirdi. Çeşitli nüansları olan bir dildir
Kur'an'ın dili.
Tevrat
çeşitli çağlarda kaleme alınmış, menşei belli olmayan, yüz kızartıcı parçaları
bulunan bir kitap. Hazret-i İbrahim aleyhisselâmın karısını firavuna nasıl
peşkeş çektiğini, Hazret-i Lut aleyhisselâmın kızları ile mağarada nasıl
yattığını yazar. Spinoza'yı panteizme, yani ateizme götüren Tevrat ve
İncil'dir.
Her
yerde var olan, hiçbir yerde yoktur.
Kur'an,
Tevrat gibi müstehcen değildir, fakat dehşetle karşılanabilecek olan âyetler
vardır. Bu itibarla din bahsinde titiz olanlar, kutsal kitabın çırılçıplak
tercümesini istemezler. Elbette geniş kalabalıklar tanımalıdır kitapları. Ama
kaç zekâ, onları tanıdıktan sonra, kutsiyetini kabul edebilir. Vivekananda "Akim
ve ilmin karşısında tutunamayan her din bâtıldır," der.
Gerçekten
Müslümanlığın devam etmesini isteyenler için Kur'an'ın Türkçeye çevrilmesi
tehlikelidir. Ama ister istemez edilecektir.
Kur'an
sadır olmaya başladıktan sonra İmr’ül Kays, şiirlerini Mekke kapısından
almıştır.
Dinin
tahlile tahammülü yoktur.
Dinle
akıl ayrıdır.
Din
bir coşuştur, bir ürpertidir.
İlim
Tanrı'nın varlığını veya yokluğunu ispat edemez.
İlim
bu bakımdan agnostiktir.
İlimle
din arasında hiçbir uzak-yakın münasebet yoktur.
Birçok
ilim adamları dine inanır, din bir ihtiyaçtır.
Bu
konuda söylenebilecek her şeyi Spencer "İlk Prensipler" adlı
kitabında söylemiştir.
Bilinmez
diye insan zekâsına bir şuur çizmek olur mu?
Bilinmez
demek sınır çizmektir.
Sınır
çizmek bilginin başlangıcıdır.
Lavoisier'nin
"Hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yeniden varolmaz" dediği gibi, din
de "Allaha ısmarladık deyip" gitmez.
Bu
itibarla kilisenin çöküşü Fransız insanının düşüncesini daha saçma, daha
teolojik yönlere sürüklemiştir. Teolojik devir, fetişist, politeist, monoteist
devre diye üçe ayrılır.
Metafizik
devre Tanrılar'ın yerine birtakım mefhumların, tecridin yerleştiği devirdir.
Metafizik devre bir buhran devridir.
Pozitif
devre müspet ilimlerin saltanatı devri.
Liberal
Thierry, 35 yaşlarında gözlerini kaybeder. Onu Prenses Belgiojozo alır.
Capri'deki evinde misafir eder. Büyük bir gazeteci olan ve düelloda ölen
Armand Carrell sekreteridir. Türkiye'de 5 sene kalmıştır, 1854'de. "Türk
Hayatından Sahneler" adlı eseri de çok tatlıdır. Prenses Belgiojozo
Vico'nun eserlerini Fransızca'ya çevirmiş, başına da 100 sayfalık bir etüd
yazmıştır. (Scienza Nuova).
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
24
Haziran 1973 (Evde alınmış bir not)
Osmanlı
İmparatorluğu'nun en kuvvetli tarafı İslâmiyet'ti.
Avrupa 18. yüzyıldan itibaren saldırıya geçti bize ve inkılâplarla
(Batıcılığımız) resmî hale getirildi. Ama kökü asırlardan gelen bir inanç yine
de kuvvetini korumaktadır. Yalnız Avrupa Türkiye'deki her hareketi kanalize
etmek için subaşlarını tutuyor.
(1948
Hikmet Bayur + Fevzi Çakmak + Kenan Öner — Millet partisi - Bölükbaşı).
Süleymancılığın
başı olan Süleyman Tunahan'ın (subay ve Silistreli. 1950'de ölüyor), Rus
casusu olduğu söyleniyor. Üç aylık kursla din adamı yetiştirmek istiyorlar.
Fakat imam hatip mekteplerinden gâvur çıkar diyorlar. Böylece Müslüman
hareketi ikiye bölüyorlar.
Nurcular
ikiye ayrılmış:
1- İstanbul (Avukat Bekir Berk, Demirel'in
adamı).
2-İsparta
(Hüsrev Altınbaşak),(Said-i Nursi'den sonra hareketin lideri).
Nurcular
eski harflerin öğrenilmesini şart koşuyor. Nur risalesi okumak suç.
ABD'nin
51. veya SSCB'nin 16. eyâleti olarak da millî gelir seviyemizi arttırabiliriz.
Lenin,
Stalin, Mao, Tito'nun bizimkilerden daha otantik olduğu muhakkak. Bugün
Yugoslavya'da üç ayrı alfabe aynı dil için kullanılıyor.
Hırvat
- Latin
Slav
- Kiril
Ve bir
başka alfabe daha. Bunların hiçbiri memleketlerinde alfabe değiştirmek
ihtiyacı duymadılar. Eğer medeniyet, millî gelir alfabeyle artsaydı Ruslar,
Çinliler alfabe değiştirirdi. Kendi alfabesini değiştiren hiçbir millet
yok, olmayacak da. Öyleyse bu çılgınlığın sebebi ne? 1924'de Sovyet Şurası
Rusya'daki Türkler'in her biri için Latin harflerinden mülhem bir alfabe
düşünürken, 28'de bizim harf devrimi olunca, Kiril alfabesinden mülhem harfler
koyuyor yeniden. Eski harfler bizi nelere bağlıyor?
Kur'an'a
bağlılık,
İran
kültürüne bağlılık,
Batı
Türk lehçesindeki lehçe farkları,
Maziye
bağlılık.
1925'de
okuma yazma yüzde 25'miş, Unesco'nun rakamlarına göre bugün de yüzde 25.
Eski
harflere dönmede millî geliri arttırmada kısa süreli bir faydası olmaz, fakat
Orta-doğu'daki liderlik fonksiyonumuzu yeniden kazandırabilir.
Yeni
Asya yazarlarından Hekimoğlu İsmail'in Minyeli Abdullah'ı 60-70.000 satıyor.
Millî
gelirin arttırılmasıyla alfabe arasında ne ilgi var?
30.000
hattat varmış. Rustow (Amerikalı
iktisatçı) İngiltere'de sanayileşme neden Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok gelişmiş?
diye araştırıyor. İngiltere'de tekniğin merkezden muhite doğru gitmesi gibi,
lokal kalmamış, bütün alanlara yayılmış.
(İsrail
uçakla Avrupa'ya çiçek yolluyor. ABD'den 500 milyondan fazla dolar yardımı
gidiyor. Ayrıca yetişmiş adam geliyor.)
Meseleleri
bir tek misalle anlayamayacağımız gibi, ne sonuç vereceği bilinmeyen bir
prensibin tatbik edilmesini istemekle de olmaz.
(Türkiye
otarşik (özerk) hayat yaşamıyor. Turistler, işçi dövizleri, devalüasyonlar.)
(Üzümün
maliyeti 390 krş. İzmir'de, 16 TL. satış fiatı.)
Euro-dolar:
Avrupa'nın Amerika yatırımı.
İLİMDE -İST OLMAZ
23 Şubat 1975 (Evde alınmış bir not)
Sosyoloji
Saint-Simon'a kadar Aristo'nun çizdiği yolda ilerler. Aristo kalıplaştırıyor.
Tabiat
ilimlerinde öyle olmuyor. Onlarda terakki var.
Tenkit'in
doğrusu: intikad.
M.
Ali Aynî: Intikat ve Intikadî Mülahazalar.
İntikad:
noktalamak.
İslâm
müellifi tefsir yapmıyor.
Sadık
Rıfat-Metternich'den etkilenmiştir. Tanzimat'ın ilâncısı olan Reşit Paşa'ya
yazdığı mektuplarla, onu etkiler.
Sadık
Rıfat ve Cevdet Paşa, Batı dili bilmezlerdi.
Bu
geçmişte mümkündü. Şimdi değil. O devirde bütün dil bilmeyenler haklı idi.
Cevdet Paşa'nın kafası Batı misyonerleri tarafından yıkanmamıştır.
Engelhardt, Türk düşmanıdır. Fransa elçisidir. Yirmi yıl
kalmıştır. İyi bilir, Devlet-i Aliyye'yi. II. Mahmud'un deli olduğunu,
Galatasaray'ın kuruluşunu anlatır.
Metternich'in
mektuplarını yazdığı bir kont var. Fakat Engelhardt bu
kontun ismini yanlış zikretmektedir.
Metternich'in
arşivdeki dosyasında Engelhardt'ın zikrettiği mektup yok. Engelhardt'ın bu
vesikayı nereden bulduğu belli değil.
İlimde
-ist olmaz. Nasıl Toriçellist olunamazsa, Marksist de olunamaz.
Kaynakça
Cemil MERİÇ hzl: Ümit
MERİÇ Sosyoloji Notları ve Konferanslar
[Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
BİZ YOBAZ BİLE DEĞİLİZ!
9
Nisan 1969
Bugünkü
Batı medeniyetinin temsilcileri bir 19. yüzyıl başına, çağdaş Avrupa'nın
kurulduğu çağlara çeviriyorlar bakışlarını, bir de insanlığın beşiği Doğu'ya. Tolstoi, Gandhi, Tho-reau
vs.
Bizim
yaşamamızsa şuurlanmamıza bağlıdır.
Oysa
iki türlü yobazlık var bizde. Ama biz geniş ölçüde yobaz bile değiliz. Biz
başkalarını inkâr etmek için, sevmemek için yobazız.
Horatius'un
tâbiri ile bir yaban domuzu olmak için Tanrı'yı inkâr etmişizdir, Tanrı'nın
bizden yapmamızı istediği şeyleri yapmamak için münkir olmuşuzdur. Hayata
karşı, düşünceye karşı beslediğimiz kin için yobazlaşmışızdır.
Proudhon
öldüğü zaman onun hakkında ilk büyük kitabı bir akademi âzası yazar: Sainte-Beuve. Proudhon
iktisatçıdır, sosyologdur. Bir kavga adamıdır. Her türlü konformizme cephe
almış, her préjugé (peşin
hüküm) ile dövüşmüş, daima hakikate yönelen bir fikir adamı. Proletaryanın kendisi.
Buna rağmen proletaryanın bu umacı-adamı ile uğr yine burjuvazinin büyük bir
adamı, Sainte-Beuve olmuştur.
Zirvelerde sınıf yoktur. Sainte-Beuve bu
haşin düşünce adamıyla, kendi sınıfındaki insanlara gösterdiği muhabbetten
daha büyük bir muhabbetle meşgul olmuştur. İnsan düşüncesi tarlalar gibi
çitlerle ayrılmaz. Edebiyat yalnız ölçülü söz değildir. Proudhon da, Bergson da,
Pascal veya Descartes da
edebiyatın içine girer. Bu mânâda bizde tek edebiyat tarihi Ahmet
Hamdi'ninkidir. Yalnız o, düşünürlerin hangi içtimaî çevreden geldiklerini
belirtir.
St.
Beuve düşüncesiz edebiyat olamayacağını söyler.
Sartre bir kiliseye girmemiştir. O da Sainte-Beuve gibi içtimaî bir sınıftan kopmuş, bütün sınıfların
üstünde bir vicdan olmak istemiştir. Her gün yeni hükümlere varır, hiçbir
zaman alışkanlıklara bağlanmamıştır.
Gurvitch
1951-52 dersleriyle, 63-64 derslerini Proudhon'a ayırmıştır Sorbonne'da. Yalnız
bu bile Proudhon'un çağımızda ne kadar önem kazandığını göstermeye yeter. Bouglé'nin Proudhon
hakkında çok önemli bir eseri vardır. Bougie ve
Gurvitch istanbul'da da konferanslar vermişlerdir. Proudhon hakkında son
eserlerden biri de Bancal'ınki.
Proudhon
Marx'tan hiçbir
şey almamış, Marx Proudhon'-dan
çok şey almıştır. İkisi de büyüktür ve bir bütün teşkil ederler. Proudhon dünya
düşüncesi üzerinde sırf düşünce olarak Marx'tan sonra
en çok tesiri olan adam. ingiliz Trade-Unionism'inde, Webbiste harekette
büyük tesiri olur.
1848'de
yayımlanan Manifesto Fransa'da hemen hemen hiç tesir yapmaz. Siyasî hâdiselerin
tesiriyle Marksizm galebe çalar. Guesde ve
Lafargue ile Languet Fransa'ya Marksizmi sokarlar. Proudhoncular'ın başında
büyük ihtilâlci Baku-nin vardır. Ondan sonra Brousse, Jaurès Proudhon'la
Marx'i birleştirmek
isterler. (Jaurès Humanité dergisinin
kurucusu. France'in tâbiri ile 20. yüzyılda yetişen en büyük Fransız).Gurvitch Marx diyalektiği ile Hegel diyalektiği arasında hiçbir ortak yön yok der. Yalnız
ideoloji (Hegel'in) hâkim sınıfın ideolojisidir. Marx da kendini bu diyalektikten kurtaramamıştır.
Proudhon'un da Hegel diyalektiği ile hiçbir ortak yönü yoktur. Daha
1843'de Proudhon Hegel diyalektiğini tenkit eder, ve kendi diyalektiğini
Kant ve Fichte'ninkine yakın bulur.
Proudhon
Hegel'i Ahrens'den öğrenmiştir.
Cemil MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları ve Konferanslar
[Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
DİN,
MARKSİZM VE DİĞER SOSYALİZMLER
14 Aralık 1967
Marx Kapital'in önsözünde "Almanya henüz kapitalist
bir merhaleye gelmemiştir. Kapital'de mevzubahis olan ise iktisaden ileri
memleketlerdir," der. Ama Almanya'ya "De te fabula narratur" der, yani anlattığım bir gün ilerde
Almanya'nın da başına gelecektir.
Türkiye
de kurtuluşa ancak kendi tarihine dayanarak kavuşabilir diyenler var.
Tanzimat'tan önce bir insan hammadde ambarı olan Anadolu, Tanzimat'tan sonra
saraydan büsbütün koptu. Anadolu kendi karanlık gecesinde, kendinden utanan
insanların vatanı oldu. Aydınla halk arasındaki uçurum tarihin hiçbir çağında,
hiçbir yerde bu kadar korkunç olmamıştır. Bütün mukaddesleri ayaklar altına alınan
halk, 46'dan sonra öfkelenir.
İsyan,
Anadolu'nun tarihe geçmek arzusudur.
Kitapsızdır,
öndersizdir.
Kurtuluşu
maziye dönüşte arar.
Son
tahlilde sarayla halk ayrıdır.
Cuma
namazında bütün Türkler omuz omuzadır.
Cephede
beraber ölürler, yani aynı değerler levhasına inanırlar.
Halkın
nazarında çöküşün tek sebebi vardır: KUR'AN'A İHANET.
Bir
yosun, köksüz, tarihsiz Türkiye aydınlarının, masonların, komünistlerin Türkiyesi,
bir de bu ülkeyi kuran Müslüman Türkler vardır.
Bu
kalabalığa göre bütün kitaplar yalan söyler.
KUR'AN
MUZAFFER OLDUĞU GÜN TÜRKİYE KURTULACAKTIR,
Anadolu
halkı için.
Bir
başka grup insan Batı'nın hazır reçetelerini aynen tatbik etmek ister. Bugün gerçek
Marksizm, anti-marksizm'dir.
Marksizm=diyalektik.
Diyalektiğin tek formülü tarihin akış halinde olduğu ve tezadlar içinde
geliştiğidir. Marx bizi
peşin hükümlerden kurtardığı için büyüktür, bir uyanık bulunma metodudur,
Marksizm.
Türkiye
diğer iktisaden geri kalmış, geri bırakılmış ülkelerden biri değildir. Bir
Endonezya veya bir Gine değildir Türkiye.
(Aydın=sosyolog,
sosyal ve ekonomik tarihten habersiz olan bir insan, aydın değildir). Biz
Fransız ihtilâlinin hemen akabindeki devri çok iyi bilmeliyiz. Marx sosyalizmi
bir neticedir, daha önceki sosyalizmlerin geliştiği bir kıtada doğmuştur.
18.
yüzyıl burjuvazisi feodaliteyi devirmek için kiliseyi devirmek
mecburiyetindeydi. Feodaliteyi devirdi, bu sefer iktidara geçtikten sonra
kendisi kiliseyle uzlaştı. Napolyon'la üniversiteye Spiritüalizm yerleşmiştir.
Almanya'da
gelişen bir burjuvazi olmadığı için aydınlar yalnız kalmış, ya memleketl erinden
kaçmış, ya intihar etmiş, ya delirmişlerdir. Bu itibarla orada hâkim olan Spiritüalizm'dir.(Metafizik
düşünce) İlahiyata karşı ilk kavgayı Dr. Strauss verir ("İsa'nın
hayatı"). Feuerbach, Bruno Bauer
onu takip ederler.
MARX "DİN
HALK İÇİN AFYONDUR" DERKEN DAİMA HIRİSTİYAN KİLİSESİNİ KASTETMEKTEDİR.
TAHTIN CİNAYET ORTAĞI OLAN KİLİSEDİR.
Muzdarip
ve öfkeli kalabalıkları tevekküle zorlar kilise. Haddizatında sosyalizm dine
karşıdır denemez. Sosyalizm, insanları uyutan, onların istismarını
kolaylaştıran, uyutucu bir inancın karşısındadır. Din de bütün ideolojik
müesseseler gibi tarihin bir devrinde uyutucu olabildiği gibi, bir başka
devirde bir kurtuluş olabilir.
Tarihî
materyalizmin, materyalizmle tek ilgisi ismindedir. istihsal kuvvetlerinin
başında insan vardır, yani hakikatta tarihî materyalizm=tarihî hümanizmdir.
Sosyalizmin hedefi insanın insanı daha çok sevmesini sağlamaktır. Onu geniş
halk yığınlarının çorba yemesi olarak anlamak, sosyalizme yapılabilecek olan
ihanetlerin en büyüğüdür.
Thiers état, bir zamanların toprak kölesidir. İktidara geçen
burjuvazi için büyük heyecanlar yoktur, küçük zevkler, altının sağlayabileceği
zevkler vardır. Asırlardan beri zillet çekmiştir, şimdi hıncını alacaktır.
Kanını
vererek gerçekleştirdiği ihtilâlden eli boş dönen geniş kalabalıkları ancak kin
canlandırabilirdi. Marksizm'in başlıca kavga saiki olarak sınıf kavgasını
ortaya atması bu itibarla tabiîdir. Marx, Tevrat'ın
serseri Yahudisi gibi ömür boyu bir ülkeden öbürüne kovulmuştur. Heine'in
dediği gibi Yahudilik bir din değil, bir felâkettir.
Tatbik
edilen tek sosyalizm Marx'inkidir, fakat
bu onun felsefî bakımdan en tutarlı, insanlığın saadeti için en tenkit edilmez
doktrin olduğunu ispata kâfi gelmez. Bugünkü dünyanın başka sosyalizmlerden
öğreneceği şeyler yok mudur? Avrupa'nın şartları Marksizm'in zaferini
hazırlamıştır. Fakat bizim için öbür sosyalizmlerden alınacak dersler yok
mudur?
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
DÜNYA GÖRÜŞLERİ
16
Mart 1976
Bir
dost, "Sahneye birçok tenkitlerle çıkıyorsunuz. Bu bizim hareket
imkânımızı durduruyor", dedi. Cevabım Voltaire'in cevabı oldu:
"Katolikliği
yıkarak, sizi kan içici bir canavardan kurtardığım yetmiyor mu?"
Bir
mefhum anarşisi içindeyiz. Tefekkür kelime ile başlar ve biter.
Dünya
görüşü deyimi
ilk defa Dühring tarafından Almanya'da kullanılıyor. "Conception du
monde", bizde de dünya görüşü olarak geçiyor.
Bu yeni
kelimenin ifade ettiği bir mefhum var mı?
Zamanla
insanlar gibi kelimeler de ihtiyarlar. Fransızlar içinde dünya görüşü tâbirini
Goldmann ve Lefebvre gibi Alman kültürü ile temas edenler kullanır. Felsefe
ve ideoloji de bu manada kullanılır. Felsefe=Hikmet. Zamanla soysuzlaştı.
18. yüzyılda itibardan düştü. Yeni dünyanın mimarları ideolojiyi icat ettiler.
Mantık, psikoloji, sosyoloji manalarınaydı.
Napoleon,
ideologları sevmez. Her müstebit, düşünceden nefret eder.
İdeologlar Napoleon'un mutlak hâkimiyetine itaat etmediler, onun için küçümser
onları. Üniversitede ideoloji istemedi, müspet ilimler. Böylece
ideoloji yapanları kelime avcısı olarak vasıflandırdı. Bugün ideoloji bir sınıfın
yarım hakikatlerini ifade eder. Milletler ideolojileriyle dövüşüyorlar. İlimle
alâkası kesilmiştir. Felsefe fazla Ortaçağ, fazla Yunan'dı. İdeoloji ise
yalandı. Bu itibarla dünya görüşü bizde de misafir edildi. Felsefeden farkı,
felsefe ferdîdir, aksiyona açılmaz, nazarîdir. Halbuki dünya görüşü bir
ülkenin, bir medeniyet camiasının bütün fikridir. Felsefeden müphem ve seyyâl.
Henüz genç ve bakir. Batı irfanı onun için benimsiyor. Ferdî dünya görüşü
olmaz, fertlerin felsefeleri, ideolojileri olur, fakat kendi dünya görüşleri olmaz.
Dünya görüşü bir ülkenin, bir medeniyetin, bir sınıfındır, isimsizdir,
içtimaîdir.
Batı
insanının düşüncesine istikamet veren kaç dünya görüşü var?
1-
Hıristiyanlık.
2-
Liberalizm.
3-
Sosyalizm.
Lefebvre
için İslâm'ın, Hind'in, Çin'in dünya görüşü yoktur. Yalnız Avrupa'nın dünya
görüşleri vardır.
Avrupa
kendi hayâline âşık bir Narsis.
İsa
mutlak hakikatlerin temsilcisiydi. Constantin dinle
devleti birleştirdi. Yunan felsefesi paganistti. Bütün yalancı Tanrıları'yla
Hıristiyanlığın içine doldu. Ve Hıristiyan toprak kölelerinin esaretini
ebedîleştirdi. Saf haliyle bir dünya görüşüydü. Kölelere kendilerinin de insan
olduğunu öğretti. Fakat zamanla halk tabakalarını köleliğe zincirleyen bir ideoloji
yeni bir sınıf yalanı (toprak aristokrasisinin) oldu. Derebeyleri sırtlarını
kiliseye dayadıkları zamanda tiers état gelişiyordu.
Reform, Rönesans, Fransız ihtilâli. Şatoyu yıkmak için kiliseyi devirmek
gerekiyordu. Kavga din sahasında başladı: libertin'ler (daha önce Montaigne, Bacon) 17.
yüzyılda yaşadılar. Kayıd tanımazlar, hürriyet peşindedirler, ama kilise
onlara küçümsenen bir mânâ kazandırdı. 18. yüzyılda filozoflar. Büyük Fransız
Ansiklopedisi 30 yılda hazırlanır ve kilisenin bütün yalanlarını yerle bir
eder. Voltaire, Diderot, Rousseau. Fransız ihtilâlinden sonra büyük kalabalık
ikiye ayrılır: seçkinler başa geçer, geniş halk tabakaları kendi hallerine
terkedilir. Burjuvazi büyük bir madde medeniyeti kuracaktır. Liberalizm bu
sınıfın dünya görüşüdür.
İktisadî
- siyasî - fikrî liberalizmler vardır, ilki kapitalizm, ikincisi demokrasi
(temsilî hükümet), üçüncüsü her düşünceye hayat hakkı demektir.
Hıristiyanlık
ve liberal görüş dünya görüşü olarak ortaya çıkarsa da, belli bir sınıfın
inhisarına girer. Sınıflı bir cemiyette ortaya çıkan dünya görüşleri bir
sınıfın menfaatine hizmet ederler. Eskiyen dünya görüşleri ideoloji olur.
14.
yüzyıla kadar Hıristiyanlık, hâkim dünya görüşüdür. Sonra 14-16. yüzyılda
liberalizm büyür.
Sanatta,
edebiyatta, felsefede, içtimaî hayatta tezahürleri vardır. Ve tek bir Avrupa
milletine mahsus değildir. Hem amelîdir, hem nazarîdir.
Hıristiyanlık
dünyayı belli bir hiyerarşi içinde görür. Sezar-papa.. Bütün insanlığın dini
iken toprak ağalarının dini olur. İki efendiye birden hizmet edilmez, ya
Tanrı, ya Sezar. Kilise Sezar'ı seçer.
Liberalizmin
kurucusu bütün Avrupa'dır, isim sayamayız. 1001 eserde ve sanatkârda ifade
edilir.
Avrupa
insanını liberalizm de tatmin etmez olur. Burjuvazinin maddeciliği yığınlara
yetmez, o zaman da yeni kâhinler ortaya çıkar ve eski dünya görüşlerinin
samimi olarak söyledikleri yalanları, yine samimi olarak söylemeye başlarlar.
Descartes'da akıl her insanda müsavidir; Aristo'ya, "sen artık
sus" dediler, her insan, her mesele karşısında kafasını yorabilir, iktisadî
eşitliği de sosyalizm sağlayacaktı. Eşekarılarının yerine halanları geçmeli
idi. Altın çağ istikbâldeydi. İmtiyazlar sona erecekti.
Her üç
dünya görüşü de belli bir coğrafyada doğdu. Geniş kitlelerin ümidi iken,
daraldılar ve bir ideoloji oldular. Dünya görüşü bütün insanlığa, hiç değilse
belli bir medeniyet camiasına hitap eder. Sosyalizm de bir talihsizler dini
olarak ortaya çıktığı halde, onun da çırpınışları oldu, onun da hakikatlere
tercüman olmadığı anlaşıldı.
Tatlı
bir rüya olarak başlayıp, bir kâbus olarak bitti hepsi de. Hıristiyanlar bir
vahşet ordusu olup Doğu'ya saldırdılar, insanları birbirinden ayıran bir
cinayet fetvacısı oldular.
Liberalizm de bir içtimaî sınıfın desteği haline tereddi etti. Sosyalizm de
bütün sınıfları ortadan kaldırmak iddiasıyla sahneye çıktı, Avrupa'nın son
rüyası olarak sahneye çıkıp, kâbus oldu. Bize gelince:
Bizim
dünya görüşümüz neydi?
Avrupa
dünya görüşleri, sınıflı bir dünyada doğmuştu.
İslâmiyet
bütün insanlığa hitap eden tek dünya görüşü. Temeli vahdet, sevgi, adalet.
Bütün
insanlar doğuştan müsavi. Fert islâm'ı kabul ettikten sonra gerçek bir eşitlik
olur bu. İnsanı, insan olduğu için Tanrı'nın halifesi kabul eder.
Avrupa'nın
hayâlini aşan bir rüyadır islâm, bir fikir mimarîsidir. Müsavaat, kazanılmış,
doğuştan edinilmiş bir haktır. Temeli adalettir. Hürriyete ihtiyaç yoktur.
Nitekim hürriyet kelimesi çok geç çağlarda dilimize girer. Çünkü Türk-Islâm
hürdür. Bu itibarla bizim dünya görüşümüz en az üç milletin elele vererek
hazırladığı bir sistemdir.
İslâm
insanı değişiş halinde ele alır. Hakikatler insan zekâsı ile büyür. Kur'an-ı
Kerim'in ifşa ettiği hakikatlerin hududu yoktur. Araplar, Türkler, İranlılar bu
ezelî hakikatin şekillenmesinde fıkhıyla, sanatıyla elele vermiştir.
İslâmiyet
renk farkı, doğuş farkı tanımaz. Avrupa'nın toleransını İslâm gayet tabiî
kabul eder, Mecusî'leri bile korumakta tereddüt göstermemiştir. Hem dünyayı,
hem ahireti kucaklayan, gerçek bir dünya görüşüdür.
İslâmiyet'te
sınıf farkı yoktur. Türk'ü maddede ve mânâda dünyanın efendisi yapan bu dünya
görüşü, muhatabı ile beraber gelişir. Biz vakur ve fedakâr bir insan topluluğu
iken, Avrupa'da sahneye çıkan burjuvazi bizi çökertmek için bütün gayretlerini
harcayacaktı. Dünyanın 2/3'ünü 1/3'ü için yakmış, yıkmış, politikadan ahlâkı
tard etmiş bir tilki uygarlığıdır. Bir arslan medeniyeti, bir tilki
uygarlığına yenildi. Uşakların ve kadınların zaferi. Burjuvazi bize
mürebbiyeleri ile, aktrisleriyle ve elçileriyle sokuldu, yaltaklandı. Kemirdi
ve yıktı. Tanzimat'tan sonra kendi kabuğuna çekilen sınıf-ı ulemâ, bu
Yeçüş-Meçüş taifesinin zaferi karşısında afalladı. Ve tarih sahnesinden çekildi.
Zaten tabiî müttefikleri de yoktu artık.
Devlet-i
Aliyye'nin muharref Hıristiyanlık'tan alacağı hiçbir şey yoktu. Keşiş orduları
habis menfaatlerle geliyorlardı. İslâm kanlarını alıp geri yolluyordu onları.
Avrupa
hiçbir bâtıl'ını bize, boğazımıza sarılarak anlatamazdı. Kendi içimizden
müttefikler buldu. Bir kısmımızı bir kısmımıza karşı büyüledi ve seferber
etti. Intelijansya Rusya'da da Batılılaşan zümredir. İntelijansyamız
Avrupa'nın yarım hakikatlerine inandı. Kendi hazinelerini hor gördü.
Milton'un Hydparkta eteğinin feşafeşine âşık olduğu kadın gibi. İslâmiyet yekpâreliğini
kaybetti. Intelijansyamızın yerine gittikçe frenkleşen zümre geldi. Ama ebediyyen
harabelerde yaşanmaz. Kaybettiği güneşin yerine bir kandil dikecekti.
Avrupa'nın ideolojilerine dünya görüşü diye saldırdı. O zamana kadar tek
kitaba inanıyordu. Hâlbuki şimdi karşısında namütenahi kitaplar vardı. Doğru
dürüst dilini de bilmiyordu Avrupa'nın. Bir concensus olmadan
ne sanat, ne düşünce olur. Hepsi dünya görüşünden kaynak alırlar. Dünya görüşü
olmadan tefekkür olmaz, sanat olmaz. Intelijansya Batı'nm düşüncesini
fethetmeden gözlerini kapadı. Ama düşünce kurudu, sanat yozlaştı. 1960'lara
kadar Türkiye'de kendimiz olan hiçbir sanat ve düşünce yoktur. Cemiyet aynı
değerlere inanmamaktadır. Anomi 19. asırda sanayi inkılâbından sonra ortaya
çıkar, anarşiden daha kucaklayıcı bir kelime. Toz halindeyiz, çamuruz, içtimaî
bir değerler manzumesi kurulamayacaksa, istikbâlimizin aydınlık olduğu iddia
edilemez. Dostluğun yeşerebilmesi için cemiyetin müşterek değerlere inanması
şarttır.
Bugün
bütün dünya Avrupalılaşmıştır. Elbette Avrupa'yı tanıyacağız, irfan insanlığın
müşterek malıdır. Ama bilgi kendimizden başlar. Kendini tanıyan Rabbini de
tanır. Kendi kıymetlerimizi bilmek, cemiyeti tek uzviyet halinde yaşatan,
tarihî bir musikî haline getiren ecdadımızı bilmek gerek, ideolojilerle
ölesiye bir kavga gerek.
SORU:
İslâmiyet
bize öğretilmedi ki, yeni nesillere öğretelim.
CEMİL
MERİÇ:
Yaşamak
için yaşamak hakkını kazanmak lâzım. Bütün dünyanın ve kendi kendimizin
ihanetine uğradık. Kendi değerlerimizi tebliğ hakkından mahrumsak, ölürüz.
Kurtuluş
başkasından beklenmez.
SORU:
Ulemâ
neden pasif kaldı?
CEMİL
MERİÇ:
II.
Mahmut Avrupa'nın şikârı olmuştur. Ulemâ ülkenin vicdanı idi. Halife üstünde
fetva vardır. Padişah bir icra vasıtasıdır, ezelî hakikatin icrâsıdır.
Kanun'un, Şeriat'ın temsilcisi olan fetva ve ulemâ karşısında padişah bir
hiçtir, islâm'da teokrasi yoktur. Çünkü rahip sınıfı yoktur. Tek imtiyaz ilmin
imtiyazıdır. Yeniçeri kışlalarını topa tuttu. Ulemâ sesini duyururken kılıca da
dayanıyordu. Machiavelli de bu görüşte. Devlet-i Aliyye'nin büyük sütunlarından
birisi Yeniçeri idi, yok oldu. Süleyman'ın kanununu bilene namütenahi hak
tanır. Yeniçerisiz bir âlim, tek kitap ne yapabilirdi? Zaten ulemâ da değişen
bir dünyanın suallerine cevap veremiyordu artık.
TOYNBEE
"İnsan toplumlarında tabiat, tarih bize sual sorar. Eğer bunlara cevap
veremezseniz öldürür sizi" der. Ulemâ asrın icaplarına cevap
veremiyordu, İslâm seyyâl ve cevval ruhunu kaybetmişti. Bürokrasinin müttefiki
Avrupa idi.
SORU:
İslâm
bu düşüşü niye engelleyemedi?
CEMİL
MERİÇ:
Bugün
bütün muarızlarımız aynı teraneyi söylüyor. Niye bir mukavemet kalesi kuramadı
islâmiyet? Mağlubiyetler devam edecekse neden İslâm'a sarılalım. İnsan, dini
kendi kabiliyeti ölçüsünde kavrayabilir. Ummandan bir maşrapalık su
alabilirsiniz, idrâkiniz bir maşrapalıksa.
Hakikatler
kendi kendilerini tefsir edemezler. Ulemâ gelişen insanlığın macerasına
kayıtsız gözlerle bakmaya başlamıştı. Dünyaya açılmayan bir ulemâ yıkılmaya
mahkûmdur. Biz ilmin, tekniğin, zaferlerine bigâne kalmıştık, islâmiyet'i
yeniden anlamak, bütün dünyayı anlamakla kaabildir.
"La Foi du charbonnier"
(Kömürcünün imanı) birkaç ilm-i hâlden ibarettir. İTHAM EDİLECEK İSLÂMİYET
DEĞİL, ULEMÂDIR.
SORU:
Milliyetçi-toplumcu
düzen Türkler'in dünya görüşü olabilir mi?
CEMİL
MERİÇ:
Bir
dünya görüşü asırların meyvesidir. Bir günde imâl edilmez. Her insan parça
parça yapar binayı ve koca bir abide kurar. Milliyetçi-toplumculuk nasyonal sosyalizmin
tercümesidir. Toplumcu olmayan milliyetçilik var mı, elbette bütün toplumu
kucaklayacak. Milliyetçiliğin ferdiyetçiliği var mı? Batı'nın efendiliğinden
kurtulamadığımızın bir nişânesidir. Kurulmuş bir dünya görüşümüz var. Mevlûd'u
ile ezanı ile ecdadımızın kanını verdiği bir dünya görüşü var. Milliyetçilik
bugün için bir ideolojidir, bir dünya görüşü olamaz. Birkaç yüzyılı
kucaklar, imâl edilişi ve ömrüyle. Batılılaşmak=batmak. Neden Batı
Doğululaşmıyor. Evvela insanız, sonra Doğulu'yuz. Batı madde medeniyetinin ve
sapıklıkların kaynağıdır. Asya peygamberlerin ülkesidir. Ex Oriente Lux. Işık,
Doğu'dan gelir ve gelmektedir.
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
DÜŞÜNCE BİR BEDDUADIR!
7 Aralık 1967
Batı'da
peşin hükümleri yıkan, yeni bir değerler levhasını yaratan intelijansiyanın
doğuşu 18. yüzyıldadır: Ansiklopedistler.
Ansiklopedi
bütün büyük eserler gibi bir aksiyon kitabı. Diderot önce herhangi bir tâbinin
talebi üzerine İngilizce iki ciltlik bir lügati çevirme teklifi alır.
Ansiklopedi bir nevî koç başıdır (Şatoları yıkmak için kullanılan âlet).
Hayatından
memnun olan insan veya sınıf, düşünmez.
Her düşünce
bir kopuştur.
Düşünce
bir bedduadır, rahatsız eder, yaralar.
Düşünce
fert plânında bir felâkettir.
Eski
Yunan mitolojisinde Tanrılar kendilerine benzeyenleri kıskanırlar.
Ansiklopedi
Diderot'ya zilletten başka hiçbir şey getirmedi. Fransız burjuvazisi 18.
yüzyılda bütün insanlık namına harekete geçiyordu. Onun için Çariçe Katerina
ve Rus prensi Stanislavski, Diderot'u, Voltaire'i ülkelerine davet etmekten
çekinmezler.
Berdiaeff,
Rus rejimi aleyhindedir. Hâtıralarında ihtilâlin zaferinden hemen sonra
edebiyat doktoru olan polis müdürüyle on iki saat tartışırlar. Berdiaeff e,
polis müdürü
"Senin
her yazın milyonlarca insanın boşuna kanını döktüğünü ispatlar" diyor.
Tolstoy
gayet rahat dolaşırken, Tolstoy'un eserini okuyanlar tevkif edilir.
Voltaire
Avrupa'nın zekâ imparatorudur.
Proletarya
eski Roma'dan gelen bir terim. Proleter=çocuk yapan. İstihsal vasıtalarından
mahrum olan ve yaşamak için emeğini satan sınıftır proletarya, yeni tarifine göre.
19.
yüzyılda düşünce Sorbonne'un dışında gelişir. Resmî felsefesi Spiritüalizm'dir
Sorbonne'un.Burjuvazi Paris Komünası'ndan sonra, aristokrasinin putlarına
sarılır, Spiritualist olur.
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
DÜŞÜNCE, KİLİSELERİN DIŞINDA GELİŞİR
2
Nisan 1969
Hürriyet
önce bilmek, sonra yapabilmektir. Bilmeden yapabilmek olmaz. Bütün, tezadlarla
dolu. Bu parçalardan birine saplanmak, hatâya sürükler bizi. İnsan
cemiyetlerinde gelişme düz bir çizgi istikametinde olmaz. En büyük fikir adamları
hayatlarında birkaç gün düşünebilmişlerdir. Büyük denilen insanlar
efsâneleriyle büyüktürler, kiliseleri olduğu için büyüktürler. Hakikat en
sefil taraflarımıza hitap edince kinlerimizi, ihtiraslarımızı körükleyince
kuvvet kazanır. Hıristiyanlık Roma'da kovalandığı halde, Konstantin
tarafından devlet dini olarak kabul edilince, zalimleşti. Mahkûmken hâkim
oldu.
Bilgi
alışkanlıklardan kurtulmak cehdi ister. Sosyal
ilimlerde bu büsbütün böyle. Katolik kilisesi bütün dogmalarıyla alay
etseniz, sesini çıkarmaz. Malına dokundunuz mu, şahlanır (Marx, Kapital
önsözü). Türk aydınının bedbahtlığı kendi kafasıyla düşünmek imkânlarından
mahrum bırakılarak yobazlaştırılmasıdır. "Hürriyet, zaruretin şuuruna
varmaktır" (Hegel). Contingent'ları
(olasıları) ve nécessaire'leri (zorunluları)
bilmek. Herhangi bir konuda düşünmekte ve hareket etmekte ne kadar hürüz? Hepimiz
Spinoza'nın havaya fırlattığı taşız. Hürriyet bilmektir, tarihî kaderimizi,
mazimizi
ve ona dayanarak istikbâlimizi. Bilmek,
kiliselerin dışında olur. Spencer "Sosyolojiye
Giriş"inde sosyal ilimlerin gelişmesini 10 büyük yalana bağlar (Millî
yalan, sınıf yalanı, vs.). Tarih
6000 yıllık. Neolitik ihtilâl 15-20.000 yıllık. Yani 100 sene yaşayan 60 adam.
Bu müddet içinde insan düşüncesi takvim yapraklarıyla gelişmemiştir.
Mohencodaro ve Harappa medeniyeti C. Lévi-Strauss'a göre,
son sözlerini söyleyen birer medeniyettirler. Küçük planda bir New York.
Bir çok tarihçiler Vico'dan başlamak üzere Cyclique (Devri)
tarihler kabul etmişlerdir. Belli katastroflardan sonra sıfırdan başlayan bir
insanlık miti doğmuştur.
İnsan
düşüncesi bir mirasın mahsulüdür.
Medeniyetler arasındaki tek fark mirasyedi olmayan milletlerle, bütün nesillerin
mirasları üstüste koyması ile yığılan medeniyetlerin farkıdır. Türk'ün en büyük
bedbahtlığı, kendi mirasına konmayışıdır. Neolitik ihtilâl ve 19. yüzyılın
sanayi inkılâbı da kümülatif medeniyetlerin mahsulüdür. Yani insan coğrafyayı
tarihleştirirken büyük emekler harcar. Fakat bu yığılma olunca kantiteden
kaliteye geçiş olur. Osmanlı İmparatorluğu Hıristiyan dünyasının tek
antitezi olmuş, sonra mazisinden
vazgeçmiş ve âdeta 1923'de yeniden kurulmuştur.
Maxime Rodinson genç ve değerli bir yazar. Eski Habeşce
hocası. Yahudi. Bugün eskiyen bir kitap yazdı. İddiası şu: İslâmiyet bir
alt-yapı müessesesi değildir, bu itibarla onun kapitalizme engel olduğunu
söylemek anti-marksist bir davranış. Üst-yapıyla alt-yapıyı açıklamak.
Osmanlı
İmparatorluğu'nda prekapitalist sektör gelişmemişti. Fakat ticaret yollarının
gelişmesi vs. Avrupa'yı kapitalistleştirdi ve kapitalizm emperyalist olduğu
için Doğu'nun kapitalistleşmesini önledi. Doğu'nun kapitalistleşmemesi, onun
entelektüel bakımdan geri olduğunu ispat etmez. Biz kendi mazimizden kopmuş
insanlarız.
Bir
Celâl Nuri Bey'in "Osmanlı İmparatorluğu Neden Çöktü?" diye
bir kitabı vardır. Yusuf Akçura'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş devri ile
ilgili bir kitabı vardır. Kapitülasyonların tarihi hakkında iki ciltlik bir
kitap vardır. Osmanlı maliyesi ile ilgili birçok kitaplar vardır. Türkiye'de
tarihle uğraşanlar anti-marksistlerdir. Kaynaklara inmek imkânına sahiptirler.
Fakat ciddî bir sosyoloji ve tarih felsefesi kültüründen mahrumdurlar. Böyle
bir terbiyesi olanlar da, ne kadar değerli olduğu bilinmeyen tarihçilerin
vesikalanndan faydalanıyorlar —Avcıoğlu gibi-. Medenî ülkelerin özelliği
işbölümüdür. Marksizm bugün bir ihtisaslaşmaya gitmiştir Fransa'da. Bizde
memleketin tarihi tetkik edilmeden hiçbir şey söylenemez.
Oysa
yapılacak şey Rodinson'un kaynaklarına inmektir. Bir nesil kendisinden önceki
nesillerin mirasına konmamak-tadır. Alacağını ya Uzunçarşılı'dan, ya
Rodinson'dan alacaktır. Türk insanı kendine düşman bir dünyanın
ortasındadır. Bilmek, çok bilmek zorunda. Bir düşünce ne kadar bizimkine
benzemiyorsa, bizimkini o kadar tamamlar. En büyük dostlarımız bizim gibi
düşünmeyenlerdir. Darwin "Nevilerin
Menşei"ni hazırlarken
kendi düşüncesini doğrulayan notları kütüphanesinin en uzak yerine sokardı,
kendi düşüncesini cerhedenleri ise, her an yazıhanesinin üstünde bulundururdu.
İnsanlık
bugüne kadar iki büyük siyasî tecrübe yaşadı:
1- Thiérs-état'nin liberal demokrasisi. Bütün Avrupa ve Amerika. 1789.
2- 1917 ihtilâli ve kurulan Sovyet
rejimi.
Makine
medeniyeti fetihler, bloklar, atom, vs. Avrupa, Amerika ve Rusya ihtilâf
içindedir. Çin-Rus çatışması, Çekoslovakya'nın işgali ve Vietnam harbi.
Marksist demokrasi ile liberal demokrasinin köklerindeki hatâ neydi?
İnsanlık
nerede hatâ etti?
Fransa,
İngiltere, hattâ Rusya, Stalin'den sonra tekrar Saint-Simon ve
Proudhon'a dönüyorlar. Acaba Marx kilisesinin
bütün iddiaları doğru mudur?
Marx ve
Proudhon birbirlerini tamamlarlar mı, cerh mi ederler?
Hatâyı
kaynakta yakalamak, dünya aydınını bekleyen büyük problem.
Avrupa
için haksızlıkları ortadan kaldırmanın tek çaresi ihtilâldir. Avrupa barışçı
görünür, ama aslında şiddetten yanadır. Proto histoire'den
(Tarih-öncesinden) bu yana şiddet şiddeti doğurur. Hiçbir ihtilâl hiçbir
problemi halletmemiş, etse bile aynı derecede büyük birçok problem getirmiştir.
Sadi
(Şirazi) dünyanın bütün toprakları bir damla kan dökülmesine değmez der.
Gandhi de
böyle der: Zor yok.
İhtilâl
bahsinde Marx, Proudhon
ve Saint-Simon müttefik
değildir. Proudhon adaleti ve eşitliği, demopediyi (Halkın terbiyesini)
getirir. Bu bakımdan Gandhi'ye yakındır, Makyavel'den çok. Bugün Avrupa ve
Asya'nın en çok meşgul olduğu problemler bunlardır. 1961'de XXII. Komünist
Konfederasyonu'nda Herzen en büyük düşünür olarak vasıflandırıldı. Autogestion
(işçilerin kendi kendini yönetimi) kabul edildi Rusya ve Yugoslavya'da.
Proudhoncu düşüncelerdir.
Araba
yolundan gitmek çok kolaydır. Fakat raylar bazan uçuruma götürür insanı.
Düşünce alışılmışın dışındadır.
Marx'ın
dünya çapında bir şöhrete kavuşması 1871 Prusya zaferi ile olmuştur. Galip
Prusya zaferiyle beraber Marx'ın düşüncesi de kendini duyurur.
Kilise
düşünceyi tatbik edebilir, fakat geliştirmez.
Düşünce
kiliselerin dışında gelişir.
Marksizm
kilise olmadığı zaman, düşünce idi.
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
FAŞİZM
Duverger,
Institutions Politiques'in (Siyasî Kurumlar) eski baskılarında, liberal
demokrasilerin karşısına diktatörlükleri koyardı, sonrakilerde otoriter rejim
oldu. Neden? Diktatörlükte iktidara zorla geçiş mânâsı vardır. Hâlbuki II.
Cihan Harbi'nden sonra iktidar meşru yoldan fethedilmiştir. Otoriter
rejimlerse ayrılır.
1- Komünist
2- Faşist
3- Yarı-Faşist rejimler.
(İktisaden geri kalmış devletlerde)
Kari
Friedrich'in Brzenski'ye yazdığı Totaliter Rejimler'de, bu rejimler belli
kıstaslarla tanınır: Resmî bir devlet ideolojisi mevcuttur, millî hayat bir
polis kontrolü altındadır. Ordu bir elde toplanmıştır, bütün propaganda
vasıtaları ve iktisadî hayat da öyle.
Kelimeler
bir mağara idolüdür Bacon'un tabiriyle, bir sisle çevrilidir. Bizi peşin
hükümlere sürüklerler. Biz tarihin kördüğümlerini kılıcımızla kestik. Çağdaş
dünyayı bir bulut arkasından görüyoruz. Tanzimat'tan beri Avrupa'nın emr-i
yevmîleriyle yaşıyoruz. Sosyolojinin tek vazifesi realiteyi her türlü
bulutundan temizleyerek incelemektir. Bacon'ın 16. yüzyıl, Descartes'in 17.
yüzyılda yaptığını bugün yapmak. Sosyoloji bize mağaramızı yıkmak imkânını
vermelidir. Zaferden zafere koşan bir kavmin düşünceye ihtiyacı yoktu, Kur'an
yetiyordu ona. Düşünmek bir mücadeledir, bir aczin ifadesidir. Düşünmeye
alışmamış bir kavmin, Avrupa'nın düşünmesini istediği kadar düşünmesini
istedik. Kelimelerden korkar olduk.
Bu
memlekette düne kadar sosyalizm de, faşizm de iki düşman kuvvetti.
Faşizm
ve sosyalizm üzerinde düşünülmeyecek demek, hiç düşünülmeyecek demektir:
Demokrasinin
tek üstün tarafı, her düşünceye hayat hakkı tanımasıdır.
Her
iktidar hatâ eder ve hatâlarının gösterilmesinden hoşlanmaz.
Türkiye'de
ancak çok partili rejim kurulduktan sonradır ki, kavramların gözünün içine
bakabildik. Düşünceye saygı, düşünceye tahammülle başlar. Günümüzde sosyalizm
az-çok vatandaşlık hakkı kazandı, bugün sosyalizmin moda olması bir tepkidir.
FAŞİZM,
belli bir devirde ortaya çıkıp sönen bir İtalyan dünya görüşüdür (1922-1945).
Nasyonal
sosyalizm de bir başka devlet rejiminin adı. Bir Franko, bir Salazar, bir
Peron'un faşist rejiminden bahsedilebilir. Ortak yönleri var.
Brasillach, zindanda hâtıra defterine şöyle yazıyordu: "Faşizm
ölmeyecektir, insanın kendini bir dâvaya verişidir faşizm, 20. yüzyılın
şiiridir."
J.
P. Sartre'ın "Altona Mahpuslarında Alman ordusunda subaylık yapan Franz;
Kendini isteyerek hapsettiği zindanda, yengeçlere dertlerini şöyle anlatır:
"Daima
galipler haklıdır."
Faşizm
lanete uğramış bir doktrin, dostu yoktur. 45'den beri mağluptur. Liberal
rejimler, sosyalistler, mason locaları.
Sosyalizmi
az çok etüd eden tek Türk aydını Peyami Safa idi.
O sırada Batı Avrupa'da okuyanlar demokrasi, Almanya'da okuyanlar
totalitarizme bağlıydı.
CHP
hangisinin sesi yüksek çıkarsa ona koştu. Kâh "Gök Börü"ye, kâh
"Yurt ve Dünya "ya hizmet etti.
Tarafsız
olmak yalanların en iğrenci.
Yaşayan her uzviyet taraf tutar, taraf tutmamak oportünizmlerin en âdîsidir. İnsan
düşüncesi için Herkül sütunları yoktur, "Non Plus Ultra" (daha ötesi
yok) yoktur. Herhangi bir ideoloji önce kendi peygamberlerinden öğrenilir,
dostlarından, düşmanlarından değil.
Faşizm
deyince önce bir Mussolini, bir Hitler geliyor akla. Sonra faşizmi
etkileyenler: Pareto (formel sosyolojiyi çok haklı tenkitlere tabî tutan
burjuvazinin Kari Marx'ı), sonra bir Maurras (Lenine'in dehâ müsveddesi olarak
vasıflandırdığı), Sorel, Spengler, Van der Bruck. O devrin İtalyası'nı ve
Almanyası'nı tanımak gerek.
Faşizm
Türkiye için bir kurtuluş yolu olabilir mi?
Türkiye'nin
problemlerine henüz dokunulmamıştır, aydınları henüz taklit psikolojisinden
vazgeçmemiştir. Çünkü bizim arkamızda Italya'daki gibi Rönesans, Almanya'daki
gibi bir Marksist literatür, Rusya'daki gibi bir romancılar nesli yok.
(Palme Dutt, İngiltere'nin yetiştirdiği tek ciddî sosyalist).
Faşizm
bir buhranın eseridir.
Özek
de, Sarıca da birer politika eseri yazmışlardır, birer ilim eseri değil.
Faşizm
liberal demokrasinin, bir buhranın sonucunda doğdu.
Liberalizm
nedir?
En güzel tarif liberal Benjamin Constant'ınki.
Liberalizm
kişinin hürriyetidir, despotizme karşı, kalabalığa karşı hürriyeti.
Liberalizm
demek burjuvazi demektir, ferdin toplum karşısındaki haysiyeti, vekarıdır.
Fert bütün düşüncelerinde hürdür. Alt-yapısı, ticaret hürriyetine, serbest
rekabete dayanan bir düzen.
Liberal
demokrasilerin temelinde kapitalizmin zaferi vardır. Liberalizm, yani
burjuvazi Asya'yı Afrika'yı sömürmeseydi, kendi işçisine söz hakkı tanımazdı.
Kartel
ve trustlerin saltanatı başlayınca Tocqueville'in kendilerine
büyük ümitler bağladığı orta sınıflar korkuya düştü.
Marx'a göre
2 sınıf kalacaktı: kapitalistler ve proleterler.
Kapitaller gittikçe sayısı azalan ellerde toplanacak, orta sınıf
proleterleşecekti. İktisadî liberalizmin sona erişi karteller ve trustlerle
olur. Konsantrasyon orta sınıflar için büyük bir tehlikedir. 1917'den sonra
liberal demokrasiler korkunç bir kâbus içindeler. Tarihte ilk defa içtimaî bir
sınıf, bütün içtimaî düzeni değiştiriyor. (Foster Dulles, hâtıralarında aynı
yıllarda Amerika'nın geçirdiği büyük korkuları anlatır.)
Faşizm,
liberal burjuvazinin liberalizmden vazgeçmesidir. Kartel ve trustleri kuran
bir dünyada liberalizm olamaz.
Avrupa
1919'dan sonra görülmemiş bir gericiliğin sahne-sidir. Fransa Katolik kiliseyle
elele verir. Sağcılar: bir Barrés, bir
Maurras peygamberler gibi takdis edilir. Her nevî sosyalizme cephe alınır. Harold Laski
"Parlömanterizm'le sosyalizm at başı beraber gidebilir mi?" diye
sorar kendi kendine.
Bir
kelimeyle liberal burjuvazi hastadır. Sosyalizm 2'ye bölünmüş: 2. Enternasyonal
- Sosyal Demokratlar, 3. Enternasyonal - Lénine.
İtalya'da
genel oy 1912'de kabul edilir. Liberalizmin mazisi yoktur. Bir gölge devlete
ihtiyaç vardır, Manchester mektebinin
istediği bir devlet.
italya'da
sosyalistler 1914 savaşına girmek istemezler. Mussolini de sosyalist partisinde
âzadır. Savaştan dönenler özyurtlarında kendilerini yabancı hissederler. Zafer
yalnız kâğıttadır. Kral Pierre Emmanuel aciz
ve zayıftır, ihtiyacı bir başvekil: Gioretti. Sefalet içindedir italya. Faşistler
sosyalist partiden kopmuş eski muharipler. Başlarında Mussolini.
italyan
insanı, Taine'in tâbiri ile gelişen kapitalizm karşısında daima aşağılık
duygusu duymuş bir Akdenizli'dir. Şair ve tembeldir, tabiata hayrandır.
Faşistlere
göre bütün bu sıcak-kanlı insanların göğsünde tek kalp çarpmalıydı.
Mussolini
iktidara bir hükümet darbesiyle gelmez, kralın davetiyle gelir. "Bütün
ideolojilere karşı gelecek kadar cesuruz" der.
Mussolini'nin
doktrini eylemdir. Faşizmin doktrini önce aksiyon, sonra doktrin.
29
Ekim 1922'de iktidara geçen faşizm, 1938'e kadar oluş içindedir.
Mussolini
iktidara geçtikten sonra devlet her şeydir. Bütün o muzdarip insanları tek
potada eritecek ve kalabalıkları elektriklendirecekti. İtalya yoktu, İtalya
yaratılacaktı. Devlet milleti yaratacaktır, millet devleti değil.
Mussolini'den
önce Marksizm, İtalya'da üniversiteye kadar girmiştir, reformist bir
Marksizm'dir bu.
Lasselle'in,
Dühring'in, Fichte'nin, List'in, Rodbertus'un sosyalist doktrinleri sınıf
ahengine dayanır, sınıf çatışmasına değil.
Devlet
bütün insanları toplayacak, bütün insanları kaynaştıracaktı. Gerçekte bu böyle
oldu mu?
Faşizmi
ihtilâl sayanlar çoktur, ihtilâl nedir?
Mathiez'e
göre ihtilâl, alt-yapıda (mülkiyet rejiminde) büyük değişiklikler yapan sosyal
ve politik harekettir. (Fransız, Rus Devrimleri, 1871 Komünası gibi). Bir
başka tarif: ihtilâl, politik iktidarın bir içtimaî sınıftan başka bir sınıfa
geçişidir.
Bu
2. manâda faşizme bir ihtilâl denebilir. Orta sınıfların idareyi ele
geçirişleridir. Mussolini de bir küçük burjuvadır.
Acaba
bir orta sınıf var mıdır?
Birçok
sosyologlar hayır derler. Orta sınıf çok çeşitli ufuklardan gelir, 2 sınıf
arasındadır. Sınıfın bir consistance'ı (sürekliliği) vardır, uzun zaman
değişmeyen bir realitedir.
Faşizmde
gerçekten iktidar el değiştirmiş midir?
Hayır.
Çünkü büyük toprak ağaları yine üstündür ve orta sınıf büyük fetihler
yapamamıştır. Mülkiyet rejiminde bir değişiklik yok, bir zorlamayla iktidara
geliş yok. (Sosyalist milletvekili Matteiotti'nin öldürülmesi hariç). Sınıf
olmayan bir sınıfın iktidara gelişi, bir ihtilâl değil.
Mussolini,
italyan insanını yapabileceği birçok şeyi yapmaya mecbur etmişti, insanlar
çizmesini yaladıkları şefin, sonradan suratına tükürecek kadar aşağıdırlar.
Kurtlar
ihtiyar kurtları parçalarlar, ama onlara hakaret etmezler. Oysa insanlar,
karşısında küçüldükleri insanı affetmezler.
Duverger,
siyasî hukuka aydınlık getirmiştir. Ona göre İtalya’yı yaratan faşizmdir.
Iktisaden
geri kalmış ülkeler içinse faşizm uygun değildir, çünkü muhafazakârdır. Hâlbuki
iktisaden geri kalmış memleketlerde ilerleme olmalıdır diye ilâve eder
Duverger. Oysa faşizm teknikte muhafazakâr değildir.
Faşizm
Türkiye'yi daha çok okşar, çünkü asırlarca tek kişi tarafından idare edilmeye
alışıktır.
Sürü
psikolojisi bizim kanımızda var. Bu memlekette yalnızca Osmanlı konuştu. Biz
şefçi ülkeyiz. Bu itibarla ben sen yokuz, biz varız diyen faşizmin Türkiye'de
varoluş şartları sosyalizmden daha çok.
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
7
Mart 1968
3
Fransa arasında ilk temas 1867'de olur. Kapitalizm Tanzimat'tan sonra bütün
gücüyle yüklenir imparatorluğa. 1865'de Belgrad ormanında toplanan Reşat Bey,
Ziyâ Bey, Rum ve Fransız arkadaşlarının teşvikiyle Genç Osmanlılar cemiyetini
kurarlar. Çok geçmeden Mustafa Fazıl Paşa'nın daveti ve Jean Pietri'nin
aracılığıyla Fransa'ya kaçarlar. Hepsi de Osmanlı bürokrasisine mensupturlar. Débat ve
Siècle gazetesi
onlan muhabbetle karşılar. Bu muhabbetin menşei nedir? Fazıl Paşa kardeşi Hidiv
ismail Paşa tarafından tahttan uzaklaştırılmıştır. Mustafa Fazıl Paşa Genç
Osmanlılar'ı bir şantaj vasıtası olarak kullanıyordu. Mustafa Fazıl Paşa Ali
Paşa ile anlaşınca Genç Osmanlılar yurda dönerler. Ziyâ Bey İsmail Paşa'nın
adamı olmayı tercih eder.
Genç
Osmanlılar'ın Avrupa'ya gitmeden çok müphem, çok karanlık bilgileri vardı
Avrupa hakkında.
Bir kısmı paşazadeydi, mürebbiyelerle yetişmişti, bir kısmı tercüme
kalemindendi. Paris ve Londra... Genç Osmanlılar'a evvelâ bir mukayese yapmak
imkânı vermiştir, sonra bazı meselelerle karşılaşmalarını temin etmiştir,
ikinci Abdülhamid'in sütkardeşi Nuri Bey, 1871 Haziranı'nda İbret'te Enternasyonal'in
methini yapar. Ama gururunu kaybetmemiştir henüz aydınlarımız. Başka bir
ülkenin çocuğuydular. Kapitalle emek arasında hissettikleri çatışma,
Hazret-i Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin servet hakkındaki düşüncesine
benzer. Servet kötüdür, çünkü insanı zalim yapar. İslâm dininde
sınıf tezatları korkunçlaşmamıştı, adalete dayanıyordu İslâm. Doğuş
imtiyazı tanımıyordu. Bu itibarla Genç Osmanlılarla sosyalizmin ilk teması
sempatik olmuştu. Fakat sosyalizm Batı'yı kurtaramazdı. Onlara Müslüman olmalarını
tavsiye ediyorlardı. Bu sempati I.Tanzimat'tan sonra da devam eder. Şemsettin
Sami Bey Mihran Efendi'nin Tercüman-ı Şark'ında Gotha programının şeriat-ı
Ahmediye'ye uygun olduğunu yazar. Türk aydını daima kendi mazisine bağlı
kalmış, yeni değerleri hep bu geçmişi açısından görmüştür. Genç Osmanlılar hâlihazır
düzeni beğenmiyorlardı, bu itibarla Batı'nın ilerici çevreleriyle temas
etmeleri tabiî idi. Sosyalizme gösterdikleri sempati, onu Müslümanlığa yakın
bulmalarından ileri geliyordu. Bu temas yine de şeriatçı çevrelerin isyanı ve
itirazıyla karşılanmıştır. Şeriatçılara göre Müslümanlık sosyalizme taban
tabana zıttır. Sosyalizm iştirâk-i emval ve nisadır. Oysa Müslümanlık'ta
mülkiyet kutsaldır. Hâlbuki Şemsettin Sami'ye göre sosyalizmde iştirakçilik
yoktu, komünizmde vardı.
Karmatlar
da, Mazdek de, şakirtleri de kadınlarda ve eşyada iştirak istiyordu. Kanla
hâlelenen bu hâtıralar iştirak kelimesini korkutucu hâle getiriyordu. Celâl
Nuri de sosyalizmin iştirakçilik olarak tercüme edilemeyeceğini söyler. Toplumculuk
da sosyalizmi karşılayamaz. Ancak 1876'da bunları yazan Şemsettin Sami
Bey, 1312'de 4. baskısını yapan Kaamus-u Fransevîsi'nde sosyalizmi "Silk-i
Sakim-i İştirakiyûn" (sapık olan iştirâkiyûn yolu) diye tarif eder (Arap
Şâh'ın tabiriyle "tek ayak üzerinde dünyayı velveleye veren"
Timurlenk). Şemsettin Sami'yi böyle bir ihanete sevkeden arkasındaki
kalabalığın ihanetidir (Timurlenk'le Nasreddin Hoca'nın Fil hikâyesi).
Kendisinden önce böyle bir tradition (gelenek)
yoktu, kendisinden sonra da geleceği şüphelidir. Bir sosyal sınıfa dayamamış
tır sırtını. Namık Kemal ve Nuri Bey için sosyalizm güzel bir ideolojiden
ibaretti, çünkü sosyal sınıflar yoktu. Bab-ı Ali'yle saraya sığınmaktan başka
yapacak bir işi yoktu. Voltaire konuştuğu
zaman, bütün insanlık namına konuşuyordu. Üçüncü bir görüş İştirâk-ldrâk
mecmualarının görüşü. Sosyalizm islâmiyet'in cennetidir. Tanyol'un görüşü.
Metodolojik
bir eksiklik var bütün bu münakaşalarda: bu sosyalizm nasıl bir sosyalizmdir.
Sosyalizm
nedir?
Hangi
sosyalizm Müslümanlığa uygundur, hangisi değildir?
Yani henüz mesele ortaya atılmamıştır. Sosyalizm Batı Avrupa'da büyük sanayi
ile doğar, sanayi inkılâbının doğurduğu bir sınıfın ideolojisidir. Bunun
dışında bir sosyalizmden bahsedince, sıfatlarını belirtmek zorundayız. Sosyalizmden
kasdedilen bugün ilmî sosyalizmdir, Marksist sosyalizmdir.
3.
Dünya millî kurtuluş savaşlarıyla boyunduruktan kurtuluyor. Klâsik sömürge
değiller artık, asırlık yaşayışları değişmiştir. Çektikleri çilenin devam
edemeyeceğine inanıyorlar. Karşılarında sanayileşmiş bir dünya vardır.
Biliyorlar ki ya kendileri de sanayileşecek, ya da sanayileşmiş bir dünyanın
boyunduruğu altına girecekler. Sinema, basın, turistler, radyo ona mütemadiyen
kendi sömürüş ve eğilişini ihtar etmektedirler. Karşısında iki sanayileşmiş
memleket tipi var: 1- Avrupa + Amerika. 2- Rusya. O halde 3. Dünya bir tercih
yapmak zorunda. Kapitalizm ferdî kazanca dayanan bir sistemdir ve ideolojiye
ihtiyacı yoktur. Kazanç ümidi, dış sermayeyle rekabet edebilme ümidi onun
gelişmesi için kâfi sebeblerdir. Max Weber'in mentalité capitaliste'! (kapitalist
zihniyet) bir avuç insanda mevcut. İtalya'nın bezirgân cumhuriyetlerinden
bugünün Amerikan businessman'lerine kadar hepsinde müşterek bir yan var:
Kazanç hırsı. Bu zihniyet sermaye üstüne sermaye yığmak ihtirasıdır. Sui
Generis bir ideolojiye ihtiyacı yoktur. Hattâ kapitalist yolu seçen
memleketler ideolojiden, düşünceden nefret ederler. Demokrat Parti'nin düşünce
adamına ehemmiyet vermemesi bundandır. Kapitalizm geçici ideolojilere bile
bel bağlayamaz, ancak birtakım mitlere, ideolojik ideolojilere muhtaçtır.
Halbuki sosyalist istihsalin mutlaka bir ideolojiye ihtiyacı vardır.
Kalabalıkların fedakârlık yapması için mutlaka bir ideolojiden faydalanmak,
gönüllerine hitap etmek mecburiyeti vardır. Bu ideolojiler üç türlü olabilir:
1- İçinde yaşanılan toplumu
yüceltenler.
2- Tanrı'yı yüceltenler.
3- İnsanı yüceltenler.
Kapitalizm
ancak millîsinden faydalanabilir bu ideolojilerin. Bilhassa Türk
milliyetçiliği çok garip, çok talihsiz bir silâhtır. Çünkü tarihi boyunca bu
millet Türk olmadan evvel Müslüman'dı. Müslüman'dı ve Osmanlı'ydı, İslâmiyet
milleti idi âdeta. Bütün inananlar kardeşti, yani milletti. Bugüne kadar
yapılan tariflerin en güzeli: aynı değerlere inanan, aynı değerler için
seferber İslâm milleti. Bunun içinde zümreler olabilir. 600 sene bu millet
kendini yeryüzünde Tanrı'nın mümtaz kulu olarak görmüş, Batı'ya minarelerden
bakmıştır. Sonra bu değerler manzumesi bir anda silinmiş, sen Hititsin, sen
Sümersin denmiştir. Oysa bu kadar eski bir medeniyetin sıcaklığı yoktur. Bir
heyecan vermiyordu.
Mitlerin
bizi kucaklayabilmesi için bizi gönlümüzden yakalaması lâzımdır.
İktisadî
kalkınmada sosyalist tercihi yaptığımız zaman nasıl bir ideolojiyle çıkacağız
halkın karşısına. Kur'an'la Kapital'i uzlaştırmak mümkün mü?
Sosyalizm
İslâmiyet'e dayatılabilir mi?
Güç.
Çünkü halk tabakalarının karşısına bir düşman çıkartmak gerektir. Bütün
müminler kardeştir, özel mülkiyet helâldir. Peki sosyalizm nasıl halk tabakalarına
bu senin düşmanındır diyecek, gösterişte kendisinden çok daha Müslüman'dır bu
adam. Halk tabakalarını mutlaka kamçılamak gerek. Maddî refah vaadi kâfi
değildir. Sosyalizm çok fedakârlıklar isteyen bir iktisadî doktrindir. Geniş
kalabalıklar meyvesini tatmayacakları bir refah için fedakârlık yapmazlar,
meğer ki çok kuvvetli bir ideoloji olsun. Halkı harekete geçirmek için de bir
düşman gerektir karşıya, hiç değilse bir rekabet, bir yarış olmalı.
İslâmiyet
sınıf kavgasını körükleyemez.
Çünkü İslâmiyet’te sınıf kavgası yoktur, çünkü İslâm İslâm’ın kardeşidir.
Halk tabakalarının potansiyel kinini seferber etmek çok zordur. Bizde 1923'den
beri devlet ve intelijansya hâkim sınıftan kopmuştur. İslâmî bir
sosyalizm, laik, Allahsız hâkim sınıfı yakıp yıkabilir. Şehirlere duyulan
nefret çok kuvvetlidir. Geniş halk tabakalarıyla, şehir aydınları kopmuştur.
Yarı mistik, yarı okumuş kuvvetli bir liderin, modern bir Said-i Nursî'nin
çıkması kâfidir. Tehlikeli.
Kur'an'da
bir iktisat sistemi yoktur, fakat sosyal adalete yönelen bir ahlâk vardır.
Bu ahlâk bir sosyalist için pekâlâ faydalı olabilir. Dinin değerleri tabiatüstü
değerlerdir, ancak Kur'an'ın bu adalet kısmı üzerinde ısrar ederek, kitleler
harekete geçirilebilir.
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
NASYONAL SOSYALİZM
12 Mayıs 1967
Maxime Leroy'a göre, çağdaş cemiyeti kıvrandıran ısdırapların
hiçbiri zannedildiği kadar yeni değildir, dolayısıyla ilaçlar da yeni değil.
Mignet, Thierry, Guizot, Thiers tarihi, bir sınıf kavgası tarihi olarak
vasıflandırırlar (Restorasyon [1815-30] tarihçileri).
Her
içtimaî sınıfın bir ideolojisi vardır, ihtilâlci sosyalizm yeni bir sınıfın,
proletaryanın kavga silahıdır. Restorasyonda işçiler şuursuz bir kitle.
Yaşamak için burjuvaziyle mücadele etmesi gerektiğini bilmemektedir henüz.
Question Sociale: makinenin ortaya çıkardığı yeni sınıfın iddiaları
ve doktrini olacaktır ilerde. Bir yığındır henüz. Bu sosyal sınıfın kurtuluşu
için sosyal dâvaya ilk eğilen Saint-Simon, Fikret gibi,
"Birgün yapacak
fen, şu siyah toprağı altın", diyordu.
İdeolojiler
toplumda haksızlıkları birtakım yalanlarla örtüyordu. Çalışanlar kafası ve
kollarıyla yeni bir değer yaratan insanlardı. Aylaklar tarihe karışınca,
onlarla beraber ideolojiler de gidecekti. Saint-Simon hayatının
sonlarına doğru mücadelenin yalnız aylaklarla çalışanlar arasında değil, çalışanlar
arasında da olabileceğini anlar: Endüstri şefleriyle işçileri, büyük toprak
sahipleriyle ırgatlar.
Barbarları
insanlaştıran Hıristiyanlık neden sınıf kavgasına da son vermesindi?
1848'de Marx'in "Tarih
bir sınıf kavgasıdır" sözünü Saint-Simoncular
da söylemişti.
Sosyalizm
istihsal (üretim) vasıtalarının sosyalize edilmesi için proletaryanın başa
geçmesidir. Toplumculuk faşizmdir, sosyalizme göre, toplumculuk bir vatan
ihanetidir. Faşizme göre içtimaî sınıflar bahtiyar bir ahenk içinde bir arada
yaşayabilir. Faşizm toplumculuktur, sosyalizm sınıfçılıktır.
Avrupa'nın
tam manasıyla gelişmemiş 2 memleketinde, İtalya ve Almanya'da, faşizm,
Bolşevizm'e karşı bir panzehir olarak ortaya çıkar, Bolşevizm'e ve
milletlerarası kapitalizme.
Almanya
birliğini geç kurar. Fichte, Almanya
için kurtuluşun bir iktisadî bağımsızlık=otarsi olmasını ister.
Otarşi:
iktisadî bağımsızlık.
Otarşi:
siyasî bakımdan kendi kendine yetiş.
Almanlar
Rönesans'ı bir İtalyan miti kabul ederler. Alman gururu Fichte ve Herder felsefesinde
küçüklük kompleksinin devasını bulur. Almanya yalnızdır, kendine bir şecere
yaratır. Aryanizm mitine sarılır. Schlegel kardeşler
için medeniyet kuran milletler vardır: mavi gözlü, san saçlı ırk. Almanca
Sanskritçe'nin devamıdır. Aryanizm Lâtin zekâsının sürekli zaferleri ve Napolyon'un
çizmeleriyle ezilen Cermen zekâsının bulduğu ideolojik mazerettir.
Sosyalizm
Fransa'da doğar, Almanya'da gelişir. Versay anlaşmasıyla bütün haklarından
mahrum bırakılan Cermenler bir yandan Fichte, Herder nasyonalizmini,
bir yandan yeni doğan sosyalizmi kaynaştırır.
Nasyonal
sosyalizm Fransız ihtilâlinden sonra gelişen sosyalizmin ve milliyetçiliğin
terkibidir. Hâkim sınıflar milletin dışındadır, kozmopolittir; kalabalıklar
millîdir. Savaş insanın nasıl tanrılaşabildiğini gösteren bir imtihan mıdır?
Bu savaş ezilen Almanya'nın milletlerarası kapitalizme karşı savaşıdır. Sınıf
kavgası Yahudilerin uydurduğu bir mittir. Marx hiçbir
zaman efendi olmamış bir ırkın çocuğu idi. Geniş halk yığınlarını aydınlığa
kavuşturacağını iddia eden nasyonal sosyalizm başarıya ulaşamadı. Bütün suç
faşizmin mi? Liberal demokrasinin bu çöküşte hiç mi hissesi olmayacaktır?
Faşizm Türkiye'de tatbikat imkânlarına sahiptir. Gioletti, "İtalya'da
Bolşevizm, Moskova'da zeytin ağacı kadar imkânsızdır", der.
Bütün
Türk tarihi, bir çobanın etrafındaki sürünün hikâyesidir. Türk halkı zaferden
zafere koşan bir kalabalıktı, sonra bozgundan bozguna düştü.
Faşizmin
2 muharriki vardır: din ve millet.
Türk
insanı haçlı seferlerinden beri düşman bir dünyada yaşamıştır, hem içinden,
hem dışından hançerlenmiştir. Türkiye asırlardır her türlü düşünce
hürriyetinden mahrum bırakılmıştır, sınıflar billûrlaşmamıştır, bir proleter
yığınıdır.
Müşterek
inançları yoktur, dini yoktur, müşterek dini ve dili yoktur.
600
senelik tarihi silinmiştir.
Bu
itibarla faşizme olgun.
Sosyalizm
Türkiye'de pek güç bir doktrin halini alabilir.
Komşu
Rusya'yla ilgili her türlü fikre karşı düşmandır.
Demokrasi
hiçbir şey getirmedi Anadolu köylüsüne. Başlangıçta pek az Türk vardı. Osmanlı
kendi din düşmanlarını çoban köpeği olarak kullanmıştı. Müslümanlık "Bütün
müslümanlar kardeştir" demek suretiyle 1001 etnik unsurdan bir tek millet
meydana getirmiştir.
Biolojik
ve hayvanı unsurları olmayan bir tarif bu. Renan'ın millet tarifinden çok daha
asîl. Bu inanç bir alay konusu haline geldikten sonra Anadolu köylüsü sustu.
Türk
insanı tarihin dışında yaşamaya başladı, küskün ve bedbahttır. Bugün Türk
kalabalığının problemi burjuva-patron çatışması değildir. Bu çatışmanın
olması için fabrikaların kurulması lâzım.
Türk
aydınının faşizme eğilmesi gerek.
Bu
faşizm bütün geri kalmış memleketlerde hortlaması mümkün olan bir rejimdir.
Kalabalıklarla
konuşmasını bilen bir doktrindir faşizm.
1946'dan
sonra Türk aydını çok yalın kat da olsa sosyalizmle temas halindedir.
Son
zamanlarda çeşitli sosyalizmlerin ortaya çıkması, eski yasakların bir tepkisi
mahiyetindedir.
Sosyalizm
artık bir tehlike olmaktan çıkmıştır.
Vaktiyle
Atatürkçülük neyse, şimdi de sosyalizm odur.
Gerçekte
belli bir sosyoloji kültürü olmadan sosyalist olunmaz.
Türkiye
Müslüman bir ülkedir.
Tek
parti devri şiiriyeti olmayan bir faşizmdi.
Düşünen
insan mutlaka mayınlara çarpan insandır, izmlerden birine girmek
mecburiyetindedir.
Tek
partili devir köstebekler ve yarasalar için bir huzur devriydi.
Pareto'nun
dediği gibi ilimle eylem iki ayrı dünyadır. Hareket etmek için inanmak
lâzımdır. Bizi duygularımız, içgüdülerimiz harekete geçirir. İnsanoğlu
inandığı bir mit için hayatını severek verebilir. İnsanları mitler harekete geçirir.
Ütopi geleceğe taşan bir anticipation'dur. Mitin doğruluğu yanlışlığı
mevzubahis değil. Mit insanları ya kanatlandırır, ya hiçbir tesir yapmaz. Bu
itibarla dinler insanları bir deniz gibi dalgalandıran büyük itici
kuvvetlerdir. Din insanı yükseltir, ilim gerçeğe tutulan bir aynadır, akla
hitap eder. ilim adamı bütün sevgilerinden ve kinlerinden soyunur, tarafsızdır.
Çıkarları
maskeleyen, sosyal realiteyi örtmek isteyen yalanlara, Pareto dérivation der.
Pareto'ya göre görünen gerçeğin arkasında bir de görünmeyen gerçek vardır
(alt-ya-pı, üst-yapı ayırımı onda da vardır). Résidu -
alt-yapı. İnsanı harekete geçiren saik içgüdülerdir. Ama insan akıldışı hareketlerini
akla uygunmuş gibi göstermek ister, bunun için ideolojiler uydurur. Sosyal
olaylardaki determinizmi yöneten tecrübe, akıl değil, histir. (Charcot'nun
hastası, kapıdan gireni düşman olduğundan öldüreceğini söylüyor, onu daha
önceden hiç tanımadığı halde.)
ORYANTALİZM, KAPİTALİZMİN KEŞİF KOLU VE İBN HALDUN
10 Nisan 1968
Levant,
Batı'nm eskiden beri ehlîleştirdiği Batılaşmış Doğu (Beyrut).
Orient,
müphem bir kelime. Bazen Rusya, bazen İspanya.
Kapitalizm
yaşayabilmek için fetihten fethe koşmak mecburiyetindedir. İlk
kapitalist ülke olan Hollanda'da Doğu'ya karşı ilk alâka başlıyor. Dil
sahasında ilk üniversiteler orada açılıyor. Herbelot tahsilini Hollanda'da
yapmıştır. "Doğu kütüphanesi" Batı'ya Müslüman Doğu'yu
tanıtır. Başlıca kaynağı Kâtip Çelebi'nin (Hacı Hâlife) Keşfüzzünun'udur.
Arapça yazılmıştır, ilim dili Arapça olduğu için. O zamana kadar basılmış
kitapların listesidir, biraz da izahat verilmiştir. Herbelot'nun kitabını
(Kur'an'ın ve 1001 gecenin 4 ciltlik hülâsasını yapan) Galand basar.
Bütün
bunlar burjuvazinin fethetmek istediği ülkeler hakkında fazla bilgi sahibi
olmak için yaptığı çalışmalardır.
Courty'nin
1001 gün tercümesi ile Batılı'nın asırlardır Roma ve Atina sokaklarında
dolaşan muhayyilesi Şiraz bahçelerine, Bağdat şadırvanlarına kanatlanır.
İrreel bir Doğu'dur bu. Batı'nın ilgisi iyice çekilir Doğu'ya.
Baron
d'Argence "Çin Mektuplarını yazar, Montesquieu "Acem
Mektuplarını. Filozofun kucağında yaşadığı rejimi tenkit için faydalandığı
muhayyel bir ülkedir. Misyonerler, seyyahlar (Bernier, Tavernier).
Bu,
oryantalizmlerin Prehistoire'ı. Oryantalizm bir günde kurulmaz ve bir koldan
çalışmaz. Doğu evvelâ filolojik olarak tanınır. Fransa'da Ecole des Langues Orientales 19.
yüzyıl başlarında kurulur. İlk hocası Batı'da 50 yıl sahasında hüküm sürecek
olan Silvestre de
Sacy. Arapça tetkikler onunla başlar. Kütüphaneleri çökertecek kadar eser
yazar, ilim adamı, gelişen kapitalizmin kurmaylarını yetiştirir.
İlim
milletlerin maddî menfaatine hizmet etmiyorsa, gelişmemeye mahkûmdur.
Batı'nın Doğu merakının temelinde mutlak olarak kapitalizm vardır, saf bir
ilmî tecessüs değildir bu. Gelişen bir sınıfın ihtiyacıdır. Demek
Batı'nın sanıldığı gibi sadece madde ilimlerinde değil, toplumları incelerken
de kılavuzu habis bir ihtirastır: Doğu'yu talan etmek. Tabiatıyla Anquetil Duperron
gibi saf ilim adamları da vardır. Ama menfaatsız ilim olmaz. Bunun için Türk
tarihini bir Avusturyalı, Hammer, Türkçe'nin ilk lügatini Redhouse yazar.
Fransızca-Türkçe sözlüğü Hançerî adlı bir Slav kaleme alır, Razi yazar.
Oryantalizm
ilim olarak 19. yüzyılda doğar. Champollion, A. Duperon, W. Jones.
İngiltere
Kalküta'dan girer Hind'e. Jones mahkeme
âzâsıdır. Hind'i Batı'ya o tanıtır.
Fransa
daha çok Müslüman Doğu'yla temastadır. 1810'a kadar İbn Haldun'un ismine
rastlanmaz. Keşfüzzünün'da Ibn Haldun vardır, ama, Herbelot'nun eserinde
yoktur. Batı İbn Haldun'u ilk defa Sacy'nin bir tahlilinden tanır, sonra
Kuzey Afrika'ya koşan Fransız ordularında baş tercüman olan De Slane'den.
Fransa Cezayir'e yerleşince aşiretleri zaptu rapt altına
almak zorunda kalır. Bunun için Magrip'in tarihini tanımak zorundadır. De
Slane Berberiler tarihini çevirir, "Mukaddime"yi değil.
"Mukaddime" 1850'de Quatre-mère tarafından
basılır, 1858'de kitap piyasaya çıkar. Sonradan 1862-68'de Slane'in Mukaddime
tercümesi çıkar. Ama Avrupa yine de tanımaz Mukaddime'yi. Çünkü insan tarafsız
değildir. Batı için Doğu bir ilkeller ülkesidir. Vicdanını rahat ettirmek için
fethettiği ülke ne kadar büyük bir medeniyete sahip olursa olsun Avrupa, onun
insanının sevgi ve saygıya lâyık olmadığına ferman çıkarır.
Herder
Doğu'yu sever, fakat onda Alman milliyetçiliğine bir dayanak bulmaya çalışır.
Belki Goethe bir
parça dünya vatandaşıdır (Divan'ı). Yeni bir Rönesans yaratması gereken Doğu
Rönesansı sessizce geçiştirilir. Revue Philosophique (1876-1930
arası) İbn Haldun ismini bir kere anar, onda da 16. Yüzyıl sosyologu olarak
tanıtılır. Gumblowicz ve
İbn Haldun'a göre sosyoloji, sosyal gruplar arasında münasebetlerin ilmidir. Année Sociologique 1896'da
Durkheim tarafından kurulur, İbn Haldun'un eseri bir kere geçmez. Baron de
Slane 1730'da Pirizâde Sahip Mehmed Molla tarafından Türkçeye çevrilen Mukaddime'yi
kullanır.
1867'de
çıkan Grand Dictionnaire'in
(Büyük Lügat) İbn Haldun hakkındaki makalesinde Baron de Slane'in tercümesinden
bahsedilmez. Sacy'nin Mukaddime analizi alınır. 1878 Supplément I'inde,
1882 Supplément H'de
(Ek Ciltler) hiçbir ilâve yapılmaz.
1900'de
yayımlanan 31 cilt Fransız ansiklopedisi İbn Haldun'u iki kere öldürtür. Önce
1378'de Hemsen'de katledilmiş der, sonra da 1406'da Kahire'de eceliyle
ölmüştür der. H. Sée, Marrou
ibn Haldun'dan sözetmez.
Avrupa'ya
İbn Haldun'un değerini tanıtan ilk publiciste Rappoport'dur. Fransa'ya
yerleşmiş bir Rus ailesinin çocuğu.
Geniş
tecessüslü. A. France'in yakın arkadaşı, onu komünist yapan düşünür. Rappoport
Sosyalist Ansiklopedi'nin (1912-20) başyazarıdır. "Jaurès'in Hayatı"
da çok güzeldir. 1926 "La Philosophie de l'Histoire Considérée comme Science
de l'Evolution" (Bir
Evrim ilmi olarak Tarih Felsefesi)'da tarih felsefesinin gerçek kurucusu
olarak İbn Haldun'u kabul eder. Rappoport sosyalisttir, sosyalizm yeni bir
sınıfın pencerelerini bütün dünya düşüncelerine açışı, medeniyeti bütünüyle
kavramak arzusudur. Sonra Haldun'un tarih tezi, Marksist teoriye çok yakın
(Müşahedeye verdiği önem). Plékhanov, Haldun'dan
hiç bahsetmez. Çünkü çok geniş tecessüsüne rağmen onu bilmez.
1925'de
Geuthner yayınevi "Berberiler tarihi" ile "Mukaddime"nin De
Slane tercümesini ve ona bir önsöz yazan Bouthoul'u bir kere daha basar.
Maunier, "Revue d'Economie Politique"de (iktisat Dergisi) ibn Haldun
hakkında iki yazı yazar. Kuzey Afrika Sosyolojisi adlı kitabı da 1930'da
yayımlanır. Cuvillier'de dipnotudur İbn Haldun.
14.
yüzyılda ismini söylemeden sosyolojiyi kuran, tarihe ilim haysiyetini
kazandıran bu dehâ, hâlâ Batı traité'lerine (el
kitaplarına) girmez. Ama bu onun Haldun'dan istifade etmediği anlamına gelmez.
Comte, Saint-Simon'dan bahsetmez, Montesquieu Vico'-dan. Spengler ve Toynbee için Batı batmıştır, Doğu yaşayacaktır. Toynbee'e
göre 17 büyük medeniyet kurulmuştur, bunlardan 7'si kalmıştır, onların da
içinde yaşamaya namzet olan yalnız Doğu medeniyetleridir. Karanlık bir gökte
pırıl pırıl bir yıldız, mağrur ve münzevî İbn Haldun. Öbür bütün düşünürler bir
yıldız kümesine mensuptur.
Toynbee, Bousquet, Hitti, Lacoste, 3. Dünya'nm liderliğini Rusya'ya kaptırmak istemeyen
Avrupa büyük bir şefkatle eğilmiştir üzerine. Bousquet "Histoire de la
Pensée Economique" (İktisadî Düşünce Tarihi) diye tatlı bir kitaba
sahiptir. Pareto hakkında iki büyük kitap yazmıştır. İbn Haldun'dan
yaptığı seçme parçaların önsözünde Haldun'u Pareto'ya benzetir. 1956'da "Wisdom of the Orient"de Ibn Haldun'u över, "An Arap Philosophy Of History"de çok güzel bir önsöz yazar. İbn
Haldun'un bugünkü Avrupa dillerine çevrilemeyeceğini, önce bir edition critique'e ihtiyaç olduğunu söyler.
Sorbonne'da
on tane kadar İbn Haldun'la ilgili doktora verilmiştir. İnan, Muhsin Mahdî, Rosenthal tercümesinden
faydalanır. En iyi tercüme de onunkidir, fakat Isawi haklıdır.
Bulak nüshasında Sahip Molla'mn 5-6 baskısı vardır. Hepsinde tekrarlanan bir
önsözde 4-5 kaynak verilir. Fakat hiçbirinde felsefesiyle ilgili bir şey
bulunamaz. Satı Bey'e göre, Mukaddime'nin 1. Kitabı umumî sosyolojisi, 2-3.
Siyasî sosyoloji, 4- Şehir sosyolojisi, 5- iktisat sosyolojisi, 6- Bilgi
sosyolojisi ve sosyolojiye ayrılmıştır.
Montesquieu Kanunların Ruhu'nun başına Ovidius'un bir mısraını
yazar: Prolem Sine Matre Creatam (Anasız doğan çocuk). Soranlara bunun
yazılması için iki şey lâzımdı. 1- dehâ, babasıdır, bende var, 2- hürriyet
anasıdır, Fransa'da yok, der.
Oysa
anasız doğan bir çocuktan bahsetmek lazımsa o da Mukaddime'dir. 3 kaynağı
vardır Mukaddime'nin.
1-Eski
Arap yazarları, islâm tarihçileri, Mesudî, Tortuşî (Sıraç ül Mülûk), Mesudî
(Tenbih) İbn Haldun'un tabiriyle avı kovalamış, fakat tutamamışlardır.
2- Aristo, Platon (Farabî kanalıyla), Yunan
Hellenistik kültürü.
3- Yaşanmış hayat.
Gauthier (1938-46) Fransa ve Avrupa'da müstemlekeci ihtirasın
çok arttığı bir devirde İbn Haldun belki ispanya'da Greko-Latin mirasına konmuş
bir kitabı, bizim bilmediğimiz
bir kitabı okumuştur diyor, yalan.
Peygamberlerle,
devri tarih görüşü değişti. Tarih başlangıçtan kıyamete akış halindedir.
Müslümanlık geliştikçe Kur'an yetmez, hadisler gelişir. Bu arada tarihi tenkit
gelişir, hadisler doğru mudur, değil midir, aranmıştır. Haldun bu harcı malzeme
olarak kullanır.
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
ORYANTALİZM
18
Mart 1981
Boğaziçi
Üniversitesi Konferansı
Ahmet
Mithat Müsteşrikler kongresine giderken, "Bizi nereye
yerleştirecekler" diye düşünür. "Biz de Batı'yı tanıyoruz,
yani müstagribiz."
Batı
düşüncesini tanıyan insanların ismi, aynı zamanda halkından kopmuş bahtsız
aydınların da ismi. Ahmet Mithat, Avrupa'ya bir fatih edasıyla gidiyordu. Batı
ile Doğu insan beyninin iki yarım küresi idi, Allah Şark'ın da Garb'ın da
hâliki idi. İslâm'ın vahdeti onu da etkiler. Güliver kompleksi: ölçüleri
kaybetmek. Şerri temsil eden, cahil bir insanlar topluluğu idi Batı,
kâfirdi. Osmanlı için hidâyeti temsil eden Osmanlı ile delâleti temsil eden
bir kâfirler ülkesi olarak Garb var idi. A. Mithat'tan sonra durum tersine
döndü. Küçüldükçe küçüldük. Batı'nın iftiralarına, biz de yenilerini ekledik.
Şark bir harabezârdır, bir miskinler tekkesidir. Ali Canip için de, Nazım için
de (Pierre Loti'ye yazdığı bir mektupta) Şark böyledir. Ç. Altan da her
makalesinde Şark aleyhtarıdır. Bütün talihsizliğimiz Şarklılığımız'dandır. Buna
bir de alaturkalılık eklendi. Böylece kendimize düşmanın biçtiği ölçülerle
yetinmemiş, bunlara yenilerini ilâve etmişizdir. Oysa belli bir Şark
prototipi olmadığı gibi, Batı prototipi de yoktur.
Birçok
Batılı psikolog için Doğu: mistiktir, rasyonel düşünce Batı'ya hastır.
Weber kapitalizmi
Calvin ahlâkına bağlar, mantıkla alay eden bir mantık. "Akıldan ne
kadar uzaklaşılırsa, insan o kadar mutlu olur" der Calvin. İlk günâh
Hıristiyanlığın esası. Protestan Hazret-i İsa'nın şefaatine muhtaçtır. Bunun
ölçüsü de kazandığı paradır. Oysa rasyonalizm Batı'nın inhisarında değildir.
Vahyi bile akılla izah eden îbn Haldun, dünyanın en rasyonalist mütefekkiridir.
Batı mistikleri var. Bu köşeli ayrım, manikeendir. Bugünkü nesle düşen A.
Mithat'ın başlattığı medeniyet hamlesini sürdürmektir. Kaliforniya Üniversitesi
İngiliz Edebiyatı profesörü E. Said, Batı emperyalizmine karşı kin doludur ve bütün
orientalistlere ateş püskürmüştür. Oryantalizm emperyalizmin keşif koludur. Orient
(Doğu) kavramı Avrupa'nın uydurmasıdır. Oryantalizm Avrupa'nın sefil menfaatlerine
giydirilmiş tülden bir elbisedir. İnsanları birbirinden uzaklaştıran her
düşünceye karşıyım. Bu bakımdan İdanov'un proleter-burjuva ilmi ayrımı ne
kadar hatâlıysa, Oryantalizm'i de bütünüyle mahkûm etmek hatalı olur. Avrupa
Doğu'nun canına okumuştur, ama bunda Doğu'nun hiç mi kabahati yoktur?
Bütün
oryantalistleri yalancılık ve casuslukla itham etmek doğru olmaz. Bu yamyam
Avrupa ile, düşünen Avrupa'yı aynı kefeye koymak olur.
Türkçe'nin
en mükemmel lügatini Redhouse, en güzel tarihini Hammer yazmıştır, insaf dinin
yarısıdır, islâm dünyasını insanlığa tanıtan biz değiliz, Avrupalılar (İbn
Haldun'u da Slane tanıtır.
III. Napoléon ordusu
tercümanıdır. Iskoçyalı Rosenthal). The Legacy of islam'da (Schaht'in) Rodin-son
Haçlılar'dan zamanımıza İslâm ilişkilerini incelemiştir.
Rodinson
Nâzım'ın Stalin aleyhindeki
piyesini Fransızca'ya tercüme ettiği için, FKP'den çıkarılmıştır. Bir "Homo Islami-cus"
var mıdır? Rousseau'nun Yeni Heloise'in kenarına "Herkes yobazdır. Ben
de yobazım. Toleransın yobazıyım" diye yazar.
Tesamuh:
Semahat'tan.
Müsamaha yanlış bir kelimedir.
BATI'YI
DEV OLARAK GÖRMEKTEN KURTULMAMIZ, FAKAT KENDİMİZİ DE DEV GÖRMEMEMİZ LÂZIM.
Bu ayrımı da Batı telkin etti: East is east, West is West, bu
iki kardeş hiçbir zaman ba-rışmayacaktır, der bir Batılı.
Osmanlı
bir aksiyon medeniyeti.
Etiemble, Goethe'nin dünya edebiyatı tâbirine karşı çıkıyor. Medeniyetler elele
verdikçe yükselir. Dünya dillerinde çıkmış 100 mühim eser sorusu Fransa'da,
Mısır'da, Japonya'da sorulmuştur. Ortak 2-3 kitap var. Beşeriyet bu kadar az
tanımaktadır birbirini. Gendjei ve Bhagavat Gita'yı bir Avrupalı
bilmeyebilir, bir Doğulu da Avrupa'nın çok mühim bildiği kitaplardan habersiz
olabilir. Etiemble tercümeye de çok önem veriyor. Mevcut olanı bilmeden,
yeni bir şey ilâve edemeyiz. Yükselmek isteyen milletler, gururdan vazgeçip,
tercüme yapmak zorundadırlar. Latince ve Grekçe bilenler çıkıyor sahneye.
YALÇIN
KÜÇÜK, "Türk aydını mütercim olmak için yetiştirilmiştir. Tercümandan
mütefekkir çıkmaz" diyordu. Mütercim sadece dünyasının fatihidir.
Tercümandan çok farklıdır. Bu yüzden büyük mütercim önce çok azdır.
Ne
mütercim, ne mütefekkir yetiştirdik. Sadece tercüman yetiştirdik. Biz hem
müstagrip olmak zorundayız, hem müsteşrik. Batılı bizi araştırmıştır,
başkasının bakışı da çok mühimdir.
Introspection çok
mühimdir, extrospection da
kezâ. Namık Kemal Hammer'i tenkit etti. Hammer dışarıdan görülmeyecek bazı
şeyleri görmemişti. (Kedi-gidi). Cevdet Paşa Hammer'i tamamlar. Ondan sonraki
Lütfî Efendi tarihi bütün olarak basılmamıştır ve öncülerine nazaran zayıftır.
Abbasiler
devrindeki İslâm ile Tanzimat Osmanlısı çok farklıdır.
Süleyman
Kanunnâmesi'nde Montesquieu'nun kuvvetler
ayrımı mevcuttur.
Osmanlı'da
despotizm yoktur.
Hükümdar
icra vasıtasıdır ve şeriatın emrindedir.
Ulemâ ikâz eder, ikinci hatâda ordu+ulemâ, icra gücünü alteder. 1826'da ordu
kalkınca, ulemânın kuvveti kalmamıştır, susmuştur.
Tanzimat'tan
sonra büyük bir İslâm âlimi çıkmamıştır, çünkü müttefiki yoktur.
Ulemâ da ordu ile çökmüş, Batı'dan gelen taarruzları karşılayamamıştır. Intelijansya
o zaman doğmuştur. Tanzimat intelijansyası İslâm'ı bugünkü aydınımızdan çok
daha iyi biliyor ve yaşıyordu:
Cevdet
Paşa ve Tunuslu Hayrettin. Namık Kemal rakı içerdi, ama E. Renan'a İslâm'ı
öğretti.
Hepsi medeniyetçi idiler, Batıcı değildiler, mefhumun kendisi de yoktu. Bugün
İslâm'ın uyanışına şahit oluyoruz.
Türk
aydını önce Müslüman olduğunu bilecektir. Kendisi için bir şeref olan
İslâmiyet'i bilecektir, fakat bunun için hazırlıklı değildir, irfanı terk-i
tabiiyet eden insanımız bundan büyük bir fayda da sağlamamıştır. Çünkü
kendi irfanımızı kaybetmiş vaziyetteyiz.
Bugün
Türk aydını dilini, dinini, tarihini bilmek zorundadır. Abbasiler devrinde
değiliz. Batı'nm getirdiği aydınlığa muhtacız, islâmiyet'i "Le-gacy of
islam"dan öğreniyorum, Ibn Haldun'u ingilizce'den okuyorum. "Akvem
ül-mesalik"e dayanarak kendimizi tanımak gerektiğine inanıyorum.
Akıl
insanlık için müşterektir.
Batı'dan, kendi imanımızı ve şahsiyetimizi muhafaza ederek almalıyız birçok
şeyi. Dünya İslâm aydınları da Batı'nın etkisindedir, maalesef. Mısır'daki
aydınların, bizim aydınlarımıza üstün olmasa da eserlerini okumak lâzımdır.
İslâm'da inhitat kongresine bir tek Türk iştirak etmiyor. (25 yıl önce). Batı
müsteşrikleri karşısında ellerimizi kavuşturup dinlemek zorundayız. Onların
tartışmalarından bile haberdar değiliz.
SORU:
Osmanlı toplum yapısının
irdelenmesi. Enver Ziya KARAL mantığı havada kültür anlayışıdır. Kraldan çok
kralcı.
CEVAP:
E. Z.
Karal'm uyku getirmek için okunur kitabı. Tarihimiz yalanlardan ibarettir.
Fikir üretilmiyor.
Basın, üniversite, aydınlar kısır.
İslâmiyet
akıl dinidir.
Deizme
en yakın inanç olarak, akıl çağı, islâmiyet'i görür, İslâmiyet birçok
iftiralara hedef olmuştur.
SORU:
Şekil itibarıyla bütün
dünya Avrupalı'dır. Ancak bu Avrupa dışı ülkeleri sefaletten ve cehaletten
kurtaramamıştır. Aydınlar Şark ve Garb'ı barıştırmak isterler, kitleler birbirine
düşman kalıyor.
CEVAP:
Eğer bütün insanlar aynı
şekilde düşünseydi tezat kalmazdı. Zirvelerde söylenen şarkı aynıdır. Sürü
alışkanlıklarına zincirlidir. Bizde hâkim ideoloji, Avrupa burjuvazisinin
ideolojisidir.
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları
ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
OSMANLI'NIN DÜŞÜNCEYE NEDEN İHTİYACI YOKTU?
22 Ocak 1969
Osmanlı İmparatorluğu'nda büyük
düşünür çıkmadı. Çünkü düşünceye ihtiyaç yoktu. Düşünce bir felâkettir, zorlanmadan,
mecbur kalmadan düşünmez insan.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa
karşısındaki bozgunu, endüstriyel toplumun, askerî bir toplumu yenmesidir.
Kılıç tâli-in emrindedir. Hâkim sınıfın ideolojisi, hâkim ideolojidir. Bu
itibarla Avrupa'da hâkim sınıf olan burjuvazi, askerî bir savaşa ihtiyaç
duymadan, bir avuç aydınımızı emireri haline getirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun
çöküşü devam ediyor. Düşünce tarihinde de, his dünyasında da iki türlü zafer
var, sahte zafer:
1- Pirusvârî zafer, muzafferdir, fakat bozguna
çok benzeyen bir zafer. Korkunç kayıplarla kazanılan, sadece ismi zafer olan
bir bozgun.
2- Pironvârî zafer. Düşmanı yok farzetmek
suretiyle kazanılan, antitezi yok sayarak kazanılan zafer.
Antitezini aramayan, onunla
görüşmeyen, hattâ onu kuvvetlendirmeye çalışmayan düşünce mağlubiyete
mahkûmdur.
Pironvârî zaferler, pirüsvarî
zaferlerden daha tehlikelidir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda
düşünceye ihtiyaç yoktu, Kur'an her şeye yetiyordu: Avrupa, tantanasıyla
şuurumuzu fethetti. 1917'ye kadar sadece Batı'nın tesiri altındadır, ondan
sonra Rusya'dan gelen bazı düşünce akımları onu zenginleştirdi. Ama bunların
sentezini yapabilen herhangi bir düşünür yoktu.
Türk intelijansyası kafa
olarak, daha çok Fransa'nın emrindedir. İçtimaî tarih olarak da Fransa daha
yakındır bize. İngiltere'den çok, Amerika'yı tanır daha sonra.
Batı emperyalizmi Türk insanını tanımak
için gayret harcar. Bu teşebbüsleri Avusturya ve Rusya'da başlar. Avusturyalı
ilk Onomastik'i yazar, ilk Türk edebiyatı tarihi bir İtalyan’ındır: Abbé Toderini. İngiltere
Redhouse'la katılır kervana. Buradaki Ermeniler'i Rusya'ya kaptırmak istemeyen
Amerika, Robert Koleji açar. Sadece
onlar tanımak isterler Türkiye'yi, tek taraflı bir arzudur bu. Batı tarihinin
sosyal strüktürü, sadece Fransa'nınkiyle izah edilemez. Tanzimat'tan bugüne
kadarki Türk düşünürlerinin tarihi, Fransızca bilenlerin listesidir denebilir.
Batı'da gelişen burjuvazi, hayat hakkını
kabul ettirmiş ve mücadele içinde geliştiği için, her düşüncenin kök salmasına
zemin hazırlamıştır.
Cemiyetleri
tehdit eden iki tehlike var:
1- Anarşizm (günlük mânâda).
2- Despotizm.
Hürriyet Nedir?
Namık Kemal'in koca bir kaside yazarak
tarif etmediği (hürriyeti bile esaretle tarif eder) "didar-ı hürriyet"
nedir? Hürriyet, hayat kavgasında kudretini gösteren bir sınıfın haklarını
kabul ettirme cehdinden doğan bir imtiyazdır, içtimaî sınıfların olmadığı
yerde, hürriyet yoktur. Hürriyet kendi düşüncelerini, kendi hayat görüşünü
ideolojik plânda kabul ettirmesi için gereken bir kavga silâhıdır. Hâkim
sınıfların ancak bir "zaruret-i elîme" (acı bir zaruret) olarak
verdikleri bir haktır. Demek mücerret bir hürriyet yoktur, içtimaî sınıfların
olmadığı bir yerde hürriyet yoktur, tabiatla mücadele eden insan vardır. Bu
mücadeleden sonra zaruret berzahından, hürriyete kavuşulur.
Brötonlar ülkesi imparator Claudius
devrinde Roma'nın imparatorluğu altına girer. 5. yüzyılda çekilirler. Kuzeyden
Pilet ve Kaledonyalılar'ın hücumuna uğrayınca, Elbe ağzındaki
Anglo-Saksonlar'dan yardım isterler, istilâcıları defeden Anglo-Saksonlar,
Brötonlar'ı da Pays de Galles'e sürerler. O
sırada İskandinavya'dan Fransa'daki Normandiya'ya gelip yerleşen Normanlar,
1066'da Guillaume le Batard kumandasında Hastings muharebesiyle o topraklara
yerleşir. 12. yüzyılda Arslan Yürekli Rişar, Filistinden dönerken
Avusturyalılara esir düşer. Kardeşi Yurtsuz Jean, 1215'te Magna Cartayı kabul
eder.
Hobbes'un yaşadığı devirde İngiltere de
karışıklıklar içindedir. Parlamento 14. yüzyılda Avam ve Lordlar kamarasını
birbirinden ayırır. Cromwell'in yardımıyla 1649'da Charles Stuart'ın kellesi
kesilir.
Avrupa'nın tâlii tek insan gibi olması,
yani birbirinin mirasçısı olmasıdır. Hıristiyan Avrupalı düşünce ve medeniyeti,
elele vererek kurar. Tek dil vardır: Latince. Doğu'da aynı imtiyaz vardı:
Arapça. Fakat İbn Haldun'dan sonra İslâm düşüncesi durur. Çünkü âdeta
düşünce yoktur, ankylose olmuş bir toplum olduğu için, ankylose olmuş
(kemikleşmiş) bir düşünce vardır. Yyes la Coste, bunun sebebini bir içtimaî
sınıfın doğmamış olmasına bağlar. İbn Haldun'u mutlaka okumak lâzım.
Avcıoğlu'nun "Türkiye'nin Düzeni"ne Rodinson'un "İslâm ve
Kapitalizm"i kılavuz olmuştur. İyi bir kılavuz, gönül isterdi ki
Avcıoğlu, la Coste'un kitabını da görsün.
Hobbes Fransa'ya gelir, Descartes'i tanır,
İtalya'da Galileo'-yu tanır. İngilterede Bacon ve Harvey'i tanımıştır. Yani Batıda
çalışmalar ekip halinde olur. Hobbes, Locke veya Malebranches Descartes'i
tanımasaydı, yarım kalırlardı. Voltaire Locke'u bilmeseydi Voltaire olmazdı.
Diderot'yu materyalist yapan Hobbes'dur. Osmanlı İmparatorluğu., hem dinimiz,
hem dilimiz, hem geleneğimizle, bu dünyanın tamamen dışındayız. Tanzimatta
Batı düşüncesi girmese, 1818'de Avrupa kapitalizmi gelmeseydi, Osmanlı
İmparatorluğu daha uzun zaman devam edecekti. İmparatorluğun bütün
yükünü Türkler taşıyordu, 1839'a kadar. Hem madde alanında, hem düşüncede dev
adımlarıyla gelişen Batı karşısında, yatağına çekilmiş bir sel gibi bir Osmanlı
İmparatorluğu.
Biz yalnız çöken medeniyetlerin
mirasına konduk. Bizans frengiden ölüyordu. İran, hattâ Arabistan sağlam
ülkeler değillerdi. Biz onların tarlamıza attığı tohumu, genç bir kavim olarak
bir yere kadar getirdik. Ama sonra Batı geldi ve Osmanlı İmparatorluğu bitti.
Hobbes için realite kendi içtimaî sınıfının
düşüncesidir. Hobbes esasında bir köy papazının oğludur. Fakat menfaat-leriyle
yüksek burjuvaziye ve aristokrasiye bağlıdır.
Hobbes materyalisttir. İnsan associal bir
mahlûktur, zevklerinin esiridir. Rex'in olmadığı yerde her şeyi yapabilir. Bir
panterin hakkı. Hakk-ı fetih. Ne yapabilirseniz hakkınız odur. İnsan bir
iştihalar ve ihtiraslar bütünüdür. Tabiî hukuk demek, bir yırtıcı hayvanlar
hukuku demektir. "Homo homini lupus" (insan insanın kurdudur)
durumunda, "Bellum omnium contra omnes" (herkesin herkese karşı
savaşı) var demektir, insanın bu haklar karşısında bir aklı var. Kuvvet
adil bir hakem değildir. Bütün ızdıraplar içinde en büyüğü, yaşama
insiyakıdır. "Bellum omnium contra omnes", bütün insanların bütün
insanlar için kavgası. Cemiyet, ayakta durabilmek için bütün haklarını bir
3. şahsa devreder. Bir tabiiyet, bir boyuneğme anlaşması yapar. Bu teslimiyet
3. şahsı bağlamaz. Bu efendi tek insan da olabilir, bir meclis de olabilir.
Hobbes'un bütün ızdırabı kucağında yaşadığı toplumdaki anarşidir. Hobbes
despotizmin, monarşinin müdafii değildir. Sadece toplumunu sakinleştirmek
ister, Hobbes'u bir parça şaşırtan Tukidides olmuştur, (ilk tarihçi Herodot
değil, odur. Neticelerle sebepler arasında bağ kurmaya çalışır. Tarihe ilim
haysiyetini daha sonra ibn Haldun kazandırır). Tukidides bir tabiat durumundan
bahseder: Yağma çağı fikri Hobbes'a oradan gelmiştir. Hobbes isyan hakkını
tanır. Otorite sulhu ku-ramamışsa, mukavele kendiliğinden feshedilmiş olur.
Ingiltere kralı I. Charles. Kellesi kesilebilirdi, iyi edilmişti de kesilmişti.
Bu itibarla CromweH'in de iktidara geçişini tasvip etmiş olur. Ancak pozitif
kanunlar, insanlara belli haklar verebilir.
Tabiî halde arzular kanundur.
Hürriyet kanunların sınırladığı
haklardır. Kanunlar bir yolun kenanndaki çitlerdir, hürriyet yolun kendisidir.
Bir ülkede ne kadar az kanun varsa, o kadar hürriyet vardır.
Devletin resmî bir dini
olmalıdır. (Çünkü İngiltere din
savaşlarıyla kanlanıyordu). Hegel'in Hukuk felsefesine gelinceye kadar
Leviathan ayarında bir kitap yazılmamıştır. Hobbes bir totaliterci değildir,
fakat totaliter hükümetler ondan çok şey öğrenmişlerdir. Daha sonrakiler ya
onu cerhetmek için sahneye çıkmışlardır (Pufendorf, Rousseau, Locke), ya tekrar
etmek için. Bir politika ilmi mecellesi kaleme almıştır. Hükümdar ayakta
durmak için sulhu sükûnu korumalıdır.
Kaynakça
Cemil MERİÇ hzl: Ümit
MERİÇ Sosyoloji Notları ve Konferanslar
[Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
TEKÂMÜL, COĞRAFYANIN İNSANLAŞMASIDIR
30 Kasım 1967
İnsan toplumlarının kaderini coğrafya ile
açıklamak arzusu Hipokrat'dan Huntington'a kadar uzanır.
İnsan emeğiyle dış dünyayı ve
kendini yaratır, tabiatı değiştirirken kendini de değiştirir.
Coğrafya bir hammadde
deposudur.
Tekâmül coğrafyanın
insanlaşmasıdır. Coğrafya tarihin çerçevesidir.
Dış dünya tarih olaylarını çok
etkiler, ancak bu bizi kaderciliğe sürüklemesin. Dış dünya âletidir insanın,
kabuğudur.
Tarihî maddecilik de bir nevî
coğrafyacılıktır, istihsal kuvvetleri coğrafya.. Tarihte coğrafyanın rolüne
ısrarla parmak basan Buckle'dir. O da Ibn Haldun gibi tarih felsefesiyle başlar
medeniyet tarihine. Wittfogel'e göre de Asya'da sadece istibdad vardır
(Amerika'da Çin tarihi profesörü, Doğu tarihini çok iyi bilir. 2.
Enternasyonal'in Çin kompetanı). İnsanoğlunun kaderi kucağında doğduğu
coğrafyayla mı sınırlıdır? Asya'nın kaderini sularla, toprakla izah etmek
kabil midir? Asya'da ne Batı'daki gibi bir feodalite kurulmuştur, ne sınıflar
teşekkül etmiştir. Büyük imparatorluklar kurulmuştur, hattâ büyük demokrasiler
kurulmuştur.
19. ve 20. yüzyıl Avrupa'da burjuvazinin
asrıdır. Günümüzde Lukacs ve Fransız temsilcisi Goldmann'a göre Fransa'da
burjuvazi sert bir ihtilâlle iktidara geçmiştir, bu itibarla rasyonalizm
gelişmiştir, İngiltere'de emperyalizm gelişir.
Almanya'da rasyonel felsefe doğmaz. Çünkü
Almanya siyasî ve iktisadî gelişmesini tamamlamamıştır, burjuvazi yoktur.
Fikir adamları ya delirirler, ya intihar ederler, ya kaçarlar (Heine, Marx). Düşünür
bir sınıfın düşünürüdür, sınıf olmadan düşünce olmaz diyenler de var. Bu
düşünce nereye kadar doğru?
Düşünce derken kasdedilen, tarihe
damgasını vuran düşüncedir.
İbn Haldun Müslüman Doğu'nun yetiştirdiği
tek büyük düşünürdür, ama ne babası, ne oğlu vardır tarihte.
Mütercimi Cevdet Paşa İbn
Haldun'dan tarih anlayışında geridir.
Doğu'da kapitalizmin
doğmayışında müslümanlığın rolü nedir?
Müslümanlık bir sebep olmadan,
bir neticedir. Müslümanlık belli bir tarihin, ekonomiko-sosyal gelişmenin
mahsûlüdür.
Neden Osmanoğulları bir tek
fikir adamı yetiştirmemişlerdir?
Neden büyük düşünür yoktur? Bu şartlar içinde
düşünür doğabilir mi?
Tek amaç insanı homo sapiens haline, bir düşünür
haline getirmektir. Oysa tam tersi varit. Her kelimeyi parçalamak, nelerle
yüklü olduğunu anlamak, tarihten neler aldığını görmek gerek önce. Çünkü
düşüncenin başlıca taşıyıcısı kelimelerdir. Çeşitli maskelerle yüklü olan
kelimelerden biri de intelligentzia. Başlangıçta Latince'den
doğan, Rusya'ya giden, sonra tekrar Avrupa'ya dönen bu kelimeye, 1933 Oxford lügati:
"Hür düşünmeye çalışan,
yalanlardan, putlardan kopabilen zümre" diyor. 1936'da aynı lügat
"Cemiyete kendi kafasıyla düzen verebilen insanlar" diyor.
Düşüncenin doğabilmesi için
evvelâ bir dile ihtiyaç var.
Osmanoğulları'nın karşısında iki yol vardı:
Cennet ve cehennem.
Cehennem geçiciydi, Tanrı
rahimdi ve affederdi. Osmanlılar'da yokluk, adem korkusu yok.
"Dünya ahiretin
tarlası." Düşüncenin olması
için endişe, yokluk korkusu olması gerekti. Anadolu insan deposu ve vergi
kaynağı idi, bunun dışında yaşamıyordu.
Düşünce bir sınıf işidir.
Aç insan düşünemez.
Bir kültür mirasına konmadı
Osmanoğulları. Kaldı ki Kur'an-ı
Kerim her meseleyi cevaplandırıyordu. Orijinal bir düşünüre hiç ihtiyaç yoktu.
Sınıflar kurulmamıştı. Önce Avrupa bizden kaçıyordu, sonra biz
Avrupa'dan kaçmaya başladık ve sonra o kaçışın korkunç yıkıntısı içinde
Avrupa'ya döndük.
Bu bir dönüş değil, bir teslim
oluştur.
Tanzimat'la Avrupa girer bize,
Mason localarıyla, özel mekteplerle, mürebbilerle.
Çin'de Batı'nın müttefiki afyondur, bizde
ilim olur. Kendi vatanından kovduğu materyalizmi bizde yeşertir Avrupa. 18.
yüzyıl Avrupası'nda ilericilik olan materyalizm, 19. yüzyıl Osmanlı ülkesinde
bir gericilik olur. Avrupa bu suretle koparır Osmanlı aydınını. Namık Kemal ve
Ziyâ Paşa içtimaî şartların çok değiştiği bir devirde ancak Rousseau'yu, ancak
Montesquieu'ü okurlar. Buzlu bir cam arkasından görülen bir mabed kadar
anlarlar onları da.
Bir Osmanlı şiiri vardır, ama
bir Osmanlı nesri yoktur. Oysa nesirsiz
düşünce olmaz (Osmanlıca Türkçe'nin bir devirdeki ismidir).
Şiir bir avuç insana hitap ediyordu, çünkü
bu bir avuç insanın dışında düşünen kimse yoktu. Namık Kemal'le şüphe başlar.
Şinasi daha çok Fransız'dır. Ziyâ Paşa tam bir kozmopolit. Bu üç kafa elbetteki
Batı'daki gibi bir inteligentzia'yı kuramamıştır. Elbette kuramamışlardır,
çünkü dayandıkları bir sınıf yoktur. Fikir adamı mutlaka memur olmak
mecburiyetindedir. Nasıl bir fikir hürriyetinden sözedilebilir. Bu şartlar
altında tek başına bütün bir devir olan Ahmet Mithat gelir. Ahmet
Mithat'ın endüstri, 1. Enternasyonal karşısındaki davranışı tam bir ilerici davranışıdır.
Ahmet Mithat bir Rönesans adamıdır. Doğulu olduğu için utanmayan tek fikir
adamı. Max Müller'le lengüistik
üzerine tartışacak kadar geniş bir tecessüsü vardır. İttihat-Terâkki devri
karanlık bir devir. Bütün düşünceler intihar eder. Yabancı
dil öğrenilmeden Batı'yı Batı yapan Greko-Latin kültürünü bilemezsiniz. Yabancı
dil bilmek için yabancı mektebe gitmek mecburiyetindesiniz. Yabancı mektebin
hikmet-i vücudu bizi Türklüğümüz'den utandırmaktır.
Saint-Simon'un, Feuerbach'ın, Hegel'in
olmadığı yerde Marx'in tek bahsi anlaşılmaz. Düşünce
bir bütündür. Düşünce yalnız Marksizm değildir. Marksizm bir
metoddur, birçok karanlıkları aydınlatmıştır. Tam bir Marksist olmak
anti-Marksist olmak demektir.
Marx'i bir peygamber olarak
telâkki ettiğimiz andan itibaren, Marx bir ilim adamı olmaktan
çıkar. Hiçbir ülkenin tarihi başka bir ülkenin tarihine benzemez. Diyalektik
insan düşüncesinin vardığı son merhaledir, çünkü herhangi bir hadiseyi kökleri
ve uzantılarıyla, bütün tezadlarının içinde incelemektir. Kendi kafasıyla
düşünmek, hiçbir mektebe bağlanmamak demektir. Bu ne bir liberalizm, ne bir
eklektizmdir. Fikir adamı çağının bütün fikirlerini kendi potasında halleder.
3. Enternasyonal Koestler'in tâbiri ile çok kuvvetli iradesi olan, ama odun
kafalı insanları yetiştirmiştir. -Stalin'in ölümüne kadar- Çünkü 3. Enternasyonal
bir kiliseydi. Düşünce mumyalaştığı gün cesetleşir. Marksist düşünce bu
kilisenin dışında gelişir.
Kaynakça
Cemil MERİÇ hzl: Ümit MERİÇ Sosyoloji Notları ve Konferanslar
[Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
THOMAS MORUS
12. asırdan beri
hazırlanan burjuvazi, sesini 16. yüzyılda duyurur ve şuurlanır.
Rönesans İtalya'dan
Fransa'ya, oradan İngiltere'ye geçer. Almanlar bir mythe sayar Rönesans'ı. Yeni
bir şey getirmemiş, başakları biçmiştir.
Rönesans nominalistlerin
realistleri yenisidir. Ortaçağ'da realizm Eflâtun'un devamı. Tanrı idrâk
edilmez, aklın vazifesi Tanrı'nın idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir.
Nominalizme göre
değerler piramidinin zirvesinde Tanrı vardır. Akıl gündelik hayatın
dehlizlerini aydınlatır. Bilgiler tecrübe dışı ve gündelik hayata ait bilgiler
olmak üzere ikiye ayrılır.
Engizisyon daima
uyanıktır. Copernikus, Galile, Giardano Bruno aklın cezasını öderler,
ispanya'ya Amerika'dan akan altın ancak bir happy few'nun (mutlu azınlığın) hayatını
değiştirir.
Londra
çamur deryasıdır, cam yalnız birkaç köşkte var. 16. asrın başlarında iç
savaşlar İngiltere’yi harabe haline getirmiştir.
1535 senesinin Temmuz
ayındayız. Londra kulesinin demir kapısı ağır ağır açılır ve kule müdürü ak
sakallı bir mahkûma cezasının kararını okur. Kafası cellât satırı ile kesilen
bu adam, o çağın en dürüst insanı Thomas Morus'dur. Sokrat'dan
2000 yıl sonra Morus da, şeref verdiği bir ülkenin darağacında gülümseyerek
ebediyete kavuşur.
Taine, Shakespeare'den
bahsederken, onu mum isiyle tanınmaz hale gelen Madonna heykeline benzetir.
Morus'ü yaşatan,
"Ütopya" adlı eser (1516). Bu kelime de onun dünya dillerine
armağanı. Don-Quichotte bir rüyayı yaşar. Thomas More bu rüyayı yaratır.
Marksizm, Marx'la Engels'in birlikte
kurdukları, Hegel ile başlayan, Lukacs'da
devam eden diyalektik materyalizmin bir safhası.
1796 İngiltere'de büyük endüstrinin
kuruluşu.
1819
Fransa'da büyük endüstrinin kuruluşu. Sosyal demokrasinin yetiştirdiği Kautsky,
2. Enternasyonal'in kurucularından, ilim, indicatif (olanla) ile uğraşır, impératifle (olması gerekenle)
değil. Her ideolog olmayanın, olması gerekenin resmini çizen adam.
Morus'dan 18. yüzyıla
kadar gelen bütün yazarlar bir parça ütopyacıdır. İnsan bellidir, o halde
insanı mesut etmek kolaydır.
Burjuva
yazarlarının çoğu idealist sosyalizmi tercih ederler.
Bizde sosyalizm kelimesi
II. Dünya Harbi'nden sonra itibar kazandı. Endüstri devriminden evvelki
sosyalizm, bugünkünden farklıdır. 1835'le yaşıt kelime.
Kolektivizm kelimesi I. Enternasyonal'in
İsviçre'nin Bazel şehrinde yaptığı kongrede kullanılır. (Progrès gazetesi).
Kolektivizm nedir?
Marksistler, devlet
sosyalizmine taraftardırlar. Bu sosyalizmden çekinenler kolektivizm kelimesine
sarılırlar. Sosyalizmden daha genç bir kelime.
Kolektivizm anti-étatiste (devlete karşı), anti-centraliste (merkeziyetçiliğe karşı)
bir sosyalizmi ifade eder. Jules Guesde taraftardır. Milran, kolektivizmi
demokratik sosyalizm olarak tarif eder. Yani aldatıcı bir kelime bu.
Komünizme
gelince, ilk ciddî komünist Eflâtun.
Bütün sosyalizmlerin ortak
yönü şu: hususî mülkiyetin, sınıflar ve fertler arasında uçurum açmaması için
ortadan kaldırılması.
Komünizm,
sosyalizmin varacağı bir durak.
1847
Komünist Manifest'i.
Sosyalizmde herkes
yapabileceğini yapar ve yaptığına göre mükâfatlandırılır.
SSCB sosyalizmi kurmak
yolundadır. Komünist merhalede devlet kalmayacaktır.
Marksist sosyalizm
kendine ilmî sosyalizm der. Realiteye dayanmak arzusundadır. Marksizm'e göre
cemiyeti baştan aşağı değiştirmek için mevcut düzeni zorla değiştirmek fikri
vardır. Ama devletin başka yoldan el değiştirmesi mümkünse, o yol tercih
edilir.
İki düşman sınıf vardır:
burjuvazi-proletarya. Cemiyetin büyük çoğunluğu proleterdir.
Batı'nın komünist
partileri Sovyet komünist partisine bağlıdırlar, sosyalistler 2. Enternasyonal'e.
Fransa'da
Sosyalist parti Marksist'tir, komünist değildir.
Sosyalizme ve komünizme
yanaşmayan komünistler de vardır.
Amerikalı Seligman "Social
Sciences"in idarecisi olan bir burjuva ekonomisti, tarihî maddeciliğe
inandığı halde, sosyalizme karşıdır. Ona göre sosyalizm, bir temennidir,
dilektir.
Bir
de İngiliz sosyalizmi vardır. Karışıktır.
Kaynakça
Cemil MERİÇ hzl:Ümit MERİÇ
Sosyoloji Notları ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul : İletişim,
2010.
Sağcılar-Solcular
13
Ocak 1966
....
1923'den
sonra Türkiye etnik bakımdan berraklaşmış, fakat hâlâ birbirini seven
insanların vatanı olmamıştır. Ancak kültür insanı
gündelik kavgaların dışına çıkarır, ideolojiler kinlerimize takılan
maskelerdir. Bütün ideolojilerin arkasında mühim olan insanın insan
karşısındaki durumudur.
Solcular, Statu quo'yu tarihin akışına uygun
olarak değiştirmek istediklerini söylerler. Tarihin akışına uygun demek,
Tanrı'nın varlığını kabul etmek demektir.
Engels, "teknik bu şekilde geliştiğine göre insanlık ya
sosyalizme, ya barbarlığa gidecektir" der.
Tarihin akışını herkes
kendine göre tefsir eder, tarih mütemadiyen zigzaglar çizer, insanların
dışında değildir. Atomu 100 sene evvel kimse düşünmemişti, teknikteki herhangi
bir keşif tesadüfîdir. Şu halde tarihî bir akıştan bahsetmek hiçbir şey demek
değildir. Kapitalizm birçok ülkelerde gelişiyor, birçoklarında geriliyor.
Bernham, "21.
yüzyılda kapitalizm sona erecektir, yerini teknisyenlerin iktidarına
bırakacaktır" görüşünü öne sürer.
Binaenaleyh, istikbâl
sosyalizmindir demek, tendanciel (eğilimsel) bir kanun
vazetmektir.
Peki, sağı-solu nasıl
tarif edeceğiz?
Sol geniş kalabalıkların
refahını, ışığa kavuşturulmasını, fizik ve moral kalkınmasını ister.
Sabırsızdır, gençtir. Zafer uğrunda birçok fedakârlıkları göze alır.
Tecrübesizdir. Devrimin ve büyük reformların bütün haksızlıklara son vereceğine
inanır.
Sağ sayıya değil, değere
önem verir. Daha önce kazanılmış hakların devamını ister. Kalabalıkları yok
sayar, vesayet altında bulundurulmalarına taraftardır. Yerleşmiş kuvvetlerle
oynanmasına razı olmaz. Karamsardır. Devrimlerin faydadan çok zarar
getireceğine kanidir.
Faşizm devrimci bir
sağdır.
Sağ hiçbir zaman maziyi
getirmek istemez, insan bazı bahislerde sağdır, bazılarında sol. Bu itibarla
bu kelimeleri aşmak lâzım.
İleri-geri ise çok daha
kaypak kelimelerdir.
İki nevî sosyalizm
vardır:
1- Demokrat sosyalizm (2. enternasyonal)
2- İlmî sosyalizm (3.
enternasyonal)
Bugün ihtilâl komünizmin
hususiyeti olmaktan çıkmıştır.
İktisaden geri kalmış
memleketlerin ilk yapacakları iş millî kurtuluş savaşıdır.
Bazı ülkelerde din,
sömürücülüğe karşı bir silah olduğu için, sosyalistlerin bayrağı olmuştur.
İktisaden geri kalmış
memleketlerin büyük dâvaları var. Bunların hepsinin aynı şekilde halledilmesi
icap etmez. Tarihin uzun zamandan beri tembelliğe mahkûm ettiği bir ülke,
koşmadan, devrimsiz, 20. yüzyıldaki yerini alamaz.
Batı'da 19. asrı yaratan
büyük sınıf burjuvazidir. Demokrat sosyalistler büyük bir sarsıntı olmadan
emaneti teslim almak ister. Tıpkı bir babanın evlâtlarına miras bırakması
gibi.
Fransız ihtilâli
Chenier'yi, Robespierre'i, Danton'u kaybettirdi. Ne kazandırdı? Tarihe hız
vermek için tarihin yürüyüşünü hızlandırmak doğru mu?
Sosyalist partiler
faydalı, demokrat ve olgun mudurlar? Bu insanın durumuna göre değişir. Sh:43
……..
“Batı'da 18. asırda
materyalizm bir kavga silâhıydı, bir yere götürüyordu. Türkiye'de materyalizm
kiminle mücadele edecekti? Avrupa'dan gelen materyalizm sadece bir vatandan
koparma vasıtasıydı. Sosyalizm Türk insanına onu mukaddeslerinden sıyıracak
bir ithâl metaı olarak sokulursa, daha asırlarca kurulamaz.
Halk için
din insanlığın ta kendisidir.
1917'de ihtilâl yapan
Rusya, bugün 1917'den önce olduğu kadar dindardır. Dinin kalkması için sosyal
strüktürlerin değişmesi lâzımdır. Sosyalizm insandan fedakârlık ister.
Fedakârlık isteyince o insanın inançlarına saygı göstermeniz lâzımdır.
Napolili bir asilzade "Ariosto,
Dante'den büyüktür" diye defalarca düello etmiştir. Nihayet
yaralanmış, ölecek.
"Yahu
demişler sahiden de daha mı güzel Ariosto?"
"Allah
ikisinin de belâsını versin. Ne birinden tek satır, ne öbüründen tek satır
okudum" der. Bizde de sağ-sol
böyle.
Aydınlık mecmuasına
kadar (1924) Türkiye'de diyalektik materyalizmin adı geçmez.” Sh:171
Kaynakça
Cemil
MERİÇ hzl:Ümit MERİÇ Sosyoloji
Notları ve Konferanslar [Kitap]. - İstanbul : İletişim, 2010.
ÜTOPYACI SOSYALİSTLER
21
Aralık 1967
Polemos: Savaş, Polemologie: Savaş ilmi. Polémique: Kalem savaşı.
Polemologie ile ilgili Aron'un, Bouthol'un eserleri vardır. (Mete Tuncay, polemik
savaşı ve (Baha Tevfik için) biraz materyalistti
derken, kafasının korkunç sefaletini ifşa etmiş oluyor.)
Hafızanın kanunu, aşkın
kanunudur, insan ancak sevdiğini öğrenir.
Thiers état önce mücadelesini dine
karşı verir, sonra 18. yüzyılda kilise ile taht beraber zedelenir. Voltaire taht'a karşı değil,
mihraba karşı haşindir. Montesquieu bir aristokrattır ve
bir parlömanter'dir. Rousseau küçük burjuvazinin
menfaatlarını müdafaa eder. Kralcılığa karşı haşindir. Diderot, d'Holbach, Helvétius materyalisttirler.
Fizyokratlar 19. yüzyıl sonuna kadar kendilerini iktisadın kurucuları olarak
tanıtırlar. Ekonomik Tablo yazarı Quesnay, Dupont de Nemours, Mercier de la Rivière, Turgot'a göre bizim
dışımızda bir tabiat düzeni vardır. Bu düzen mümkün düzenlerin en iyisidir,
çünkü Tanrı insanlara en uygun kanunları kurmuştur. O halde yeni kurulan ilmin
tek vazifesi vardır: bu kanunları ortaya çıkarmak, yani tabiî düzeni hâkim
kılmak. Merkantilizme karşı bir reaksiyondur. Fizyokratlara göre üretici
olan ve kısır olan sınıflar vardır: produit net=net hasıla. Tek
üretici faaliyet, tarım faaliyetidir. 1 kg. ekerseniz, 50 kg. alırsınız,
aradaki fark tabiatın ihsanıdır. Mirabeau tüccarları kuyunun
çıkrığına ve kovasına benzetir, su onların değildir, el değiştirmeye yararlar.
Iskoçyalı Adam Smith de 1761 yıllarında ilk
iktisat derslerini verir. Fransa'da Turgot ile tanışır, döner. 1776'da
"Milletlerin Serveti" çıkar. Adam Smith tabiatta mevcut düzeni,
müşahadeyle ortaya çıkarabileceğimize inanır. Bu itibarla fizyokratlardan daha
ilmî bir davranışı vardır. Vardıkları neticeler aşağı yukarı aynıdır. Devlet
iktisadî hayata müdahale etmemelidir.
Klâsik mektebin iki ana dalı vardır:
1. İngiliz Dalı. Malthus, Ricardo. Karamsardırlar. Malthus "Nüfus
prensipleri" (1798). İnsan nüfusu geometrik, gıda maddeleri aritmetik
oranda artar. O halde sefalet mukadderdir.
Ricardo (1818) "Ekonomi Politik
Prensipleri"nde toprak rantı teorisini ortaya atar. İnsanlar çoğaldıkça
buğday ihtiyacı artar. Bunun için eski topraklan gübreyle nemalandırmak, yeni
sahalar açmak gerekir ziraate.
2. Fransız Dalı. İyimserdirler.
Jean-Baptiste Say, Bastiat. Say mahreçler teorisinin kurucusu. Endüstri kendi
açtığı yaraları kendi iyileştirir.
List'in millî ekonomisi, Fransız Sismonde
de Sismondi ve Dupont White, sonra idealist
sosyalistler.
19. asır önce liberaldir. Liberalizm
burjuvazinin yarattığı bir düşünce. Sonra sosyalizm belirir ufukta.
Sosyoloji, Sosyalizm ve Ekonomi Politik
aynı zamanda doğarlar ve aynı ihtiyaçlara cevap verirler.
Ütopyacı sosyalizm Engels'in Reybaud'dan
aldığı bir tâbirdir. "Sosyal İslahatçılar" çok kısa zamanda
7-8 baskı yapmış, bütün dillere çevrilmiş ve bütün anti-sosyalistler tarafından
kullanılmıştır. Bütün sosyalizmler ütopyadır. Bütün büyük reform hareketleri
birer hayâlden ibarettir.
Alman Sosyalizmi, Fransız
Sosyalizmi, İdealist Sosyalizm, Materyalist Sosyalizm vardır. Her sosyalizm,
ilmin önceden görüşünü aşan her doktrin ütopisttir. İstikbâli ütopyalar yaratır.
İdealist ve Marksist
sosyalizmler arasındaki fark:
Marksizm tarihi değiştirmek için reçeteler
hazırlamaz, Marksizm için kapitalist cemiyet ister istemez kendini yıkacaktır.
Tarihî bir zarurettir bu. Bunun ahlâkla alâkası yoktur. Mazinin mezar kazıcısı
ise proletaryadır. Tarihin zembereği sınıf kavgasıdır. Dünya iki millettir.
İstismar edenler, istismar edilenler. İdealist sosyalizme göre bugünkü düzen
insanı küçültücü bir düzendir, hürriyete ve eşitliğe aykırıdır. İnsan tarihi
yaratan bir demiurge'dür (yarı-tanrı). Bu yaratışta kılavuzu insanca
emellerdir. İdealist sosyalizm için bütün insanlık mevzubahistir, proletarya
insanlığın bir cüzüdür.
Shakespeare'in Caliban dediği geniş, cahil
ve aç kalabalığı insan üzerine saldırtmadan dostça bir sınıf ahengi kurmak.
İdealist sosyalizm için yaşadığımız çağ iğrençtir, fakat istikbâl güzel
olacaktır.
Saint-Simon için de, Proudhon için de devlet bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki
baskı aracıdır. Saint-Simoncular ise devlete büyük yer verirler.
Proudhon tezadlarla dolu bir adam. Mektep
kurmamıştır. Bir Kropotkine, bir Bakounine, bir Tolstoy, bir Sorel onun
şakirdidirler.
Proudhon tabiat gibi sonsuz ve cömerttir.
Belki Saint-Simon kadar ahenkli değildir,
fakat büyüktür.
Proudhon için bilhassa ilk eserlerinde
köylü ve küçük esnaf mevzubahistir. Bu itibarla henüz proletaryanın teşekkül
etmediği bizim ülkemizde, Proudhon'dan öğrenilecek çok şey vardır.
Marx-Proudhon çatışmasında belli tarihî şartlar altında Marx haklı olabilir. Ama biz Marx-Proudhon çatışmasının dışındayız. Bu çatışmada yalnız Marx'm sesini duyduk.
Kaynakça
Cemil MERİÇ hzl: Ümit
MERİÇ Sosyoloji Notları ve Konferanslar
[Kitap]. - İstanbul: İletişim, 2010.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.