Print Friendly and PDF

Batıl İnançların Toplum Yaşamlarına Etkisi


Hazırlayan: Güliz Ulu

 

Batıl İnanç Nedir?

Mantıksal bir temele dayanmayan inanç ve davranışlara, “batıl inanç” denmektedir. Bir başka görüşe göre batıl inanç “bilgisizlikten kaynaklanan inanç veya alışkanlık, bilinmezliğin korkusu, büyüye veya şansa inanmak veya nedenin yanlış yorumlanması” dır.[1] Diğer bir görüşte ise batıl inanç, “ inanç, eylem veya dini tören, doğa kurallarına aykırı olarak mantıksızca gerçekleştirilen büyüye inanmadır.” sözleriyle tanımlanmaktadır.[2] Batıl inanç, “gerçekçi bir temeli olmayan bir şeye inanmaktır” diyebiliriz.

îlk çağlardan beri insanlar, eski geleneklerine dayanarak doğaüstü olaylara korkuları, çaresizlikleri sebebiyle inanmışlardır. Buna benzer inançlar, batıl inançlar olarak kabul edilmişlerdir. Çoğu zaman bizler de nedenini bilmediğimiz davranışlarda bulunur ya da sözler söyleriz. Örneğin; yolculuğa çıkan birinin arkasından su dökmek, merdiven altından geçmemek, gece tırnak kesmemek, hapşıran birisine "çok yaşa!" demek vb.

Batıl inançlar insanlık tarihi kadar eskidir. Teknoloji ve bilimin ilerlemesine

rağmen günümüzde, batıl inançlar hala devam etmektedir. Hatta, artarak devam ettiğini ifade edebiliriz. Toplumların yaşam biçimleri farklı olduğu için, her toplumun kendine özgü batıl inançları bulunmaktadır. Bunun da doğal karşılanması gerekmektedir.

Çoğumuz psikolojik olarak bu tür inanışların negatif etkisine maruz kaldığımız için batıl inançlara daha içten bir şekilde inanırız. Kabul etmek istemesek bile, pek çok insanın yaşamı belirli oranda, batıl inançların kontrolü altındadır. Televizyonun sesini çift sayıya ( veya duruma göre tek sayıya) ayarlamaktan tutun gece aynaya bakmamaya kadar hepimiz takıntıları vardır. Örneğin, günün belirli bir zamanında belirli bir şeyi yemek, içmek, giymek vb.

Bazı insanlar, batıl inançlara o kadar inanır ki uğursuzluğa yakalanma korkusuyla belirli günlerde evden çıkmazlar. Bazı eşyaların kendilerine şans getireceği inancıyla, onları taşımakta ısrar edebilir veya uğurlu bardaklarından olmadığı müddetçe kahve veya çay içmeyi reddedebilirler.

Batıl inanç, bazı sözlüklerde "Doğaüstü olaylara, gizli ve akıldışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı boş inanç"[3] olarak tanımlanır. Batıl inanç; en

inançsız insanı bile pençesine alabilecek kadar kudretli, baştan çıkarıcı, adeta

şeytantüyü taşıyan inançtır. Çünkü inançla ilgili çok farklı, hatta aykırı fikirlerimiz olsa bile hayatın bir anında batıl inançların tuzağına düşüverir, kendimizi onun cazibesine kapılmış buluruz.[4]

Son yıllarda bilim insanları, batıl inançların bazı hayvan türlerindeki ödüllü şartlı refleks davranışlarıyla aynı çerçevede olup olmadığı üzerine araştırma yapmakta ve hayvanların da batıl inancı olabileceğini ileri sürmektedir.

Bu konuda araştırma yapan Amerikalı psikolog Burrhus Frederic Skinner, batıl inancın ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını güvercin örneklemesiyle şöyle açıklar: Güvercin bir kutuya koyulur, o kutudaki belli bir noktayı her gagaladığında bir kapak açılır ve ona yem verilirse, tıpkı Pavlov'un köpeği[5] gibi, güvercin gagaladığı zaman ödüllendirileceğini zamanla öğrenir. Ama eğer bir gün güvercin gagalamadığı halde aynı kapak açılır ve yem verilirse kuş buna önce şaşırır, sonra hangi hareketi sonucu bu ödülü hak ettiğini bulmaya çalışır. Sözgelimi o sırada kanat çırpıyorsa, her kanat çırpışında kapağın açılacağına ve yemi hak edeceğine inanır. Bu aşamadan sonra o kapak her otuz saniyede bir açılacak şekilde otomatik olarak ayarlansa bile güvercin kapağın açılmasının kanat çırpmasıyla ilgisi olduğuna inanır. Buna da "güvercinin batıl inancı" denir.[6]

Her ne kadar bu olay "güvercinin batıl inancı" olarak tanımlansa da hayvanların bir inanca ya da batıl inanca sahip olması tartışılır bir konudur. Hayvanlarda, insanlarda ki gibi bir algı ve düşünce sistemi olup olmadığını bilmemiz pek mümkün değildir. Bu olay sadece şartlı refleks olayıdır.

İnsanoğlunun alışkanlıkları, insanın var olduğu günden beri sürmektedir. Kötü ve şeytani ruhların görünmesi gibi batıl inançları sürdürmeye devam ederiz. Birileri bu tür olayların aşırılık derecesinde saçma olduğunu, artık insanların alışkanlıklara inanmadıklarını ve kendi kaderimizi kendimiz yarattığımızı söyleyebilir, ama buna rağmen, alışkanlıklarla çevriliyiz ve hala onları sergileriz.

Kötülükleri kovmak için nazar boncuğu, beş köşeli yıldız ve diğer bir uğurlu eşya takma batıl inancı, kuvvetli batıl inançlar arasındadır. Hatta uğursuzluğa yakalanmamak için başka hareketlerde de bulunuruz. Örneğin, belirli bir kelime söylemek, kaldırımdaki çatlaklara basmadan yürümek, yolunuza çıkacak kara kedilerden kaçmak ve merdiven altından geçmemek vs. Aynanın kırılması da bunlardan bir tanesidir. Ayna kırmanın, 7 yıl boyunca aralıksız uğursuzluk getireceğine inanılır.

Batıl inançlar, bazılarımızın hayatını yoğun olarak etkiler ve bazılarımızın

hayatını, kontrol altına alır. Geçmişte olduğu gibi bugünkü toplumlarda da, batıl inançların, insan davranışları üzerindeki etkileri devam etmektedir. Günlük yaşamda, insanların batıl inanç konusu üzerinde konuşması gerekmez, çünkü etrafımız onlarla çevrilidir. İnsanların ‘uğursuzluğa’ yakalanmamak için taktıkları uğurlu eşyaları, yaptıkları hareketleri görebiliriz. Batıl inançların, bazı insanların uğursuzluğu kovmak için belirli bir davranış sergilemeden hayatlarına devam edemediklerini de kendi gözlerimizle görebiliriz.

Spor kulüpleri de batıl inanç dünyasının etkisi altındadır, çünkü kulüpler ve hatta oyuncular batıl inanca çok inanırlar ve geleneklerine bağlıdır. Çoğu spor kulübü kuruluşundan beri böyledir. Birçoğu; belirli bir topla, belirli bir renk malzemeyle, belirli bir oyuncuyla oynama gibi alışkanlıklara inanır. Oyuncular; kendilerinin ve oynadıkları kulübün oluşturduğu batıl inanç dünyasının içinde yer almaktadır.

Batıl inançlar hakkında önemli bir nokta vardır o da; ‘bir şeyi ne kadar çok istersen, istediğin şey gerçekleşir5 deyiminin doğru olmasıdır. Diğer bir deyişle, belirli bir batıl inanca olan kuvvetli inancımız, akıl gücümüz sayesinde, onu gerçek kılabilir.

Çağdaş olmamıza rağmen ( ya da öyle olduğumuzu sanmamıza rağmen) bu

tarihi ve eski batıl inançlar hayatımızda büyük bir rol oynar. Biz bu batıl inançlara bakıp; bu batıl inançlar insanoğlu var olduğu sürece bizimle yaşayacaklar diye düşünmeliyiz.

Büyük olasılıkla insanların inanmak istediği insan aklının anlaşılmazlıklarındandır. Bazıları hayaletlere inanır, bazıları UFO’lara, bazıları ise batıl inançlara. Birçok batıl inancın hiçbir bilimsel açıklaması ve anlaşılır bir delili yoktur. Bu nedenden dolayı "inanç” olarak adlandırılırlar ve inançlar onları ayakta tutan tek güçtür. Ve kara kedi gördüklerinde yaşayacakları olumsuzlukları düşünen kişiler, batıl inançlara inanmadıklarını söyleyen kişilerdir. ‘Hayır, öyle bir şeye inanmıyorum5 diyeceklerdir.

Kültürler de batıl inançlardan etkilenmektedir. İnsanlar bilincinde olsa da olmasa da, batıl inançlar görünmeseler de davranış ve kararlarımızda etkilidirler. Toplumu etkileyen batıl inançlar da zamanla gelenek haline dönüşür. Örneğin yeni doğan bebeğe nazar boncuğu takmak, Anadoluda gelenek halini almıştır. Bu gibi batıl inançlar, batıl inançlara inanmayanların da geleneği olmuştur.

Batıl inançlar, akıllarda yer eder ve bilinçsiz olarak uğursuzluklara karşı insanı tetikte bırakır. Benzer olarak, iyi veya kötü, batıl inançlara inanmak, insanı her şeye karşı hazır durumda tutar.

İsteklerimizin geleceğimizi oluşturduğunu, belirli bir şekilde davranmamızı ve belirli kararlar vermemizi sağladığını büyük ihtimalle hepimiz biliriz. Benzer olarak, düşünceler gerçeği oluşturur. İnanç ne kadar kuvvetliyse hayattaki etkisi o kadar güçlüdür. En kuvvetli duygulardan biri olup batıl inançlara inanmaya yol açan kötülük korkusu, insan düşüncesi ve davranışlarında büyük etki göstermektedir.

Bu nedenle, yolundan kara kedi geçtikten sonra kişinin başına kötü bir olayın gelmesini beklemesi, büyük olasılıkla o insana kötülük getirecektir. Başka bir durumda bu kötülük fark edilmeyebilir veya önceki olayın doğal sonucu olarak görülebilir. Ama kedi, bu kötülüğün beklenmesine neden olur ve bu kötülük düşünce ile desteklenir. Genel inanışla, kötü düşünceler kötülüğü çeker. İyiler ise iyiliği.

Yani, batıl inançlara inanmak hayatımızı hem olumlu hem olumsuz olarak etkiler. Her şey batıl inanca ve o inancın insana sunduğu şeye bağlıdır. Başka bir deyişle insan ne düşünürse onu yaşar.

Batıl İnançların Ortaya Çıkış Nedenleri

Dünyanın her yerinde ve çevremizde türlü dini inançlar, geleneksel

davranışlar ve bunlara dayalı uygulamalar tarih boyunca etkili oldular ve hala da olmaktadır. însan hayatının önemli bölümünü kapsayan ve yaşayış tarzımızı değiştiren inançlar elbette ki bunlarla sınırlı değildir. Eski Türkler'den veya Osmanlı'dan kalan veya bazı kör dinsel bilgisizliklerle başlayan inançların, hala devam ettiğini günümüzde de görürüz. Oysa batıl inançların büyük bir kısmının ardında, sosyal ve doğasal gerçekler saklıdır, bazıları ise bilinmeyen tarih öncesi zamanların izleridir. Batıl inançlar, yaşamın gerekli parçaları olarak tanımlanır ve onlara sığınarak yaşamsal bir bilinç alanında korunduğumuz düşünülür.

Aslında batıl inançlar atalarımız tarafından bizlere anlatılan inanç ve alışkanlıklardır. Batıl inanç denmesinin nedeni, modern dünyamızda mantıklı veya bilimsel açıklaması olmamasıdır. Bu, bütün batıl inançların mantıksız olduğu anlamına gelmez. Hatta çoğu, sebepleri göz ardı etmenin sonucu veya sadece davranışlarımıza duygu yüklemek olsa bile, gerçek sebeplere dayanır. Batıl inançlar zamanla nereden geldiği unutulup, toplumda değişik hikâyelerle beslenerek, nesilden nesile aktarılır. Günümüzde birçok batıl inanç, yüzyıllar öncesindeki dini inanışların ve kültürlerin kalıntısıdır.

Gerçek örnekleri ele alıp onların mantığını incelemeden önce, bir örnek verelim. Eğer birisi, elinde çok sevdiğiniz, eşinizin veya aile bireyinizin fotoğrafı ile gelip, üzerinde tepinmeye başlarsa ne hissedeceğinizi veya nasıl davranacağınızı düşünün. Bu kişinin sadece bir kâğıt parçasına ki muhtemelen size ait olmayan bir kâğıt parçasına, zarar veriyor olsa bile ve bu eylemin size bir şey kaybettirmemesine rağmen acı ve üzüntü duyacağınız kesindir. Batıl inançlara olan bağlılık duygusal bağlılığa çok yakındır.

Modern çağda bilimin ulaşamadığı ve aydınlatamadığı tedavisi bugünün şartlarıyla mümkün olunmayan hallerde, evlilik, sevgi, kısırlık gibi türlü çaresizlikte yatır, türbe, adak adama, okuma gibi inançlara dört elle sarılırız. Bilimin etkisi ve okuryazarlık oranının artmasıyla, bu tür batıl inançların azalacağı ümit edilebilir.

Atalarımızdan ve aile ocağımızdan öğrendiğimiz, batıl inançlarımız vardır. ''Boş şeyler'' bunlar deyip de geçivermek söylendiği kadar kolay değildir. Çünkü batıl inançlar, genellikle geleceğe yöneliktir. Tüm etkileri de bundan kaynaklanır: ''geleceği bilme ve ona yön verebilme arzusu'', ''başımıza kötü şeylerin gelmesini önleme endişesizdir. Batıl inançlar bu nedenle çok önemlidir. Hepsinin bir çıkış noktası, hepsinin insanı ürküten bir yanı ve hepsinin öykülü bir serüveni vardır.[7]

-Yatağın sağ tarafından kalkmak uğur getirir.

Bazı toplumlarda yatağın sağ tarafında yatmanın veya sabah sağ taraftan kalkmanın uğurlu olacağına inanılır. Sağdan kalkılır ve sağ ayakla yere basılır yani ilk adım sağ ayakla atılır. Yanlışlıkla sol ayakla içeri girilmişse, geri dönerek tekrar sağ ayakla girilir.

îslam dinine göre her insanın omzunda iki melek bulunur. Sağdaki sevabı, soldaki günahları yazar. Ahirette iyilerin hesap defteri sağdan, kötülerinki ise soldan verilir. Bu sebeple Müslüman toplumlar sağ tarafın hayırlı olduğuna inanır.

Roma mitolojisinde ve halk inançlarında, sol tarafın kötü olduğu inancı vardır. Roma vatandaşları, evlerine muhakkak sağ ayaklarıyla adım atarak girerdi. İşleri, sağlığı uzun zaman iyi giden insanlar, zor durumda olan evlere davet edilir ve sağ ayaklarıyla içeri girmeleri istenirdi. Böylece kaçan iyiliğin ve şansın, geri geleceğine inanılırdı.

-Ayna kırılması uğursuzluk getirir. Ayna kırılan evde, 7 yıl uğursuzluk olur.

Ayna kırılmasının uğursuzluk getireceğine olan inanış, en eski batıl inançlardan biridir. Bu inancın kökeni, ilk çağ insanına kadar gider. Göllerde veya su birikintilerinde, kendi yansımasını gören ilkel insan, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiştir.

îlk aynaların kullanılışı eski Mısır devirlerine rastlar. Bunlar pirinç, bronz, gümüş hatta altın gibi metallerden yapılmış, sağlam ve çok iyi parlatılmış yüzeylerdir. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılırdı.

Cam kapların yapılmaya başlanılmasından sonra da, içindeki sudan yansıyan görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etmiştir ama camlar kırılabilir ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçasının, vücudu terk ettiği düşünülmüştür.

Birinci yüzyılda Romalılar tarafından bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkarılmıştır. Bu dönemde, hayatın her yedi senede bir kendini yenilediğine inanılırdı. Camın kırılması sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini yenileyerek, sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerektiğine inanılırdı.

Bu inançla beraber geliştirilen bazı önlemler de olmuştur. Örneğin: aynanın kırılan parçaları toplanır ve güneye doğru akan bir ırmakta yıkanırsa veya toprağa gömülürse kötü şansın yok edileceğine inanılmıştır.

17. Yüzyılın ortalarında İngiltere ve Fransa'da ucuz maliyetli aynalar üretilmeye başlanılmıştır ama batıl inanç o kadar yerleşmiştir ki, günümüzün modern dünyasında bile hala devam etmektedir.[8]

Bazı araştırmacılara göre, batıl inançların özünde yatan; topluma, bireylere bazı bilinmesi gereken şeyleri öğretmeyi korkutarak sağlamaktır. Birçok batıl inançta bunu görmek mümkündür. Örneklerle açıklayacak olursak;

-Evde şemsiye açmak uğursuzluk getirir.

Ev içerisinde yani küçük bir mekânda açılan şemsiye, mekânda bulunanlara istemeden zarar verebilir. Bu sebeple evde şemsiye açılmak istendiğinde “Evde şemsiye açılmaz, uğursuzluk getirir.” gibi sözleri hepimiz mutlaka duymuşuzdur. Olası bir kazayı önlemek sebebiyle, yapılacak eyleme engel olmak için uğursuzluk getireceğine inandırılarak yani korkutularak ögretmek için söylenmiş sözler zamanla batıl inanç haline gelmiştir. Anadolu’da olduğu gibi Çin kültüründe de bu batıl inanca rastlamaktayız. Çinliler iş yerlerinde şemsiye açmanın, kısmetleri yok edeceğine inanır.

Batıl inançların ortaya çıkmasındaki en büyük etken korkutularak bazı şeylerin öğretilmesinin ya da şartlı davranılmasının daha kolay olmasıdır. Çoğu insan, psikolojik olarak bu tür inanışların negatif etkisine maruz kaldığı için doğruluğuna ve bu tür batıl inançlara daha içten bir şekilde inanırlar. Bu görüşü başka örneklerle de destekleyebiliriz.

-Gece tırnak kesmek uğursuzluk getirir.

Anadolu’da yaygın olan bir diğer batıl inançta ise yine korkutarak öğretme söz konusu olabilmektedir. Elektriğin yaygın olmadığı dönemlerde, geceleri yapılan tırnak kesimi, karanlık neticesinde hoş olmayan sonuçlar doğurabilirdi. Dolayısı ile geceleri tırnak kesmenin hoş olmadığı, farklı bir yöntemle bireylere anlatılır.

-Mezarlık ve ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır.

Mezarlıklardaki ağaçlar toprakta oluşan azotu kullanır, havayı temizler, toprağın kaymasını engeller. İnsanlara böyle söylediğinizde sizi dinlemezler gidip o ağaçları yinede ihtiyaçları için kesebilirler. Mezarlıkların ağaçlara ihtiyacı vardır. İnsanlara mezarlıktan ağaç kesmenin çarpılmayla sonuçlanacağını anlatmak onları bu eylemden daha kolay uzak tutmaktadır çünkü dinin korkutucu ve caydırıcı etkisi büyüktür.

-Yeni yılda ağlarsanız, bütün yıl ağlarsınız.

Çin Yeni Yılı, Çin’in en büyük festivalidir. En önemli sebeplerinden biri seneye bağlı olan astrolojik önemidir. Kaplan yılı, domuz yılı ve her Yeni Yıl gibi beraberinde kendi sonuçlarını getirir. Bu nedenle Yeni Yıl hayallerinin gerçekleşmesini bekleyen kişilerde umut ve arzu oluşturur. Yeni bir sayfa açmaya çalışmak, çok doğaldır. Eğer yeni yılın ilk günü çocuğun canı acımışsa ve ağlıyorsa bu kesinlikle hayra alamet değildir. Bu nedenle bu günde insanlar çocuklarını ağlatmaktan kaçınırlar.

-Aynı soyada sahip olan çiftlerin, evliliklerinin uğursuzluk getireceğine inanılır.

Çin’de aynı soyada sahip kişilerin aynı atadan geldiğine ve evliliklerinin uğursuzluk getireceğine inanılır. Dünyanın birçok ülkesinde akraba evliliği hoş görülmez. Çünkü kan bağı sakat bebek doğumlarına yol açar. Günümüzde bilim insanları da bu korkuyu onaylamaktadır. Eski toplumların, karışık genetikleri anlıyor olması pek mümkün değil ama bu evliliklerin sonucunu yaşayarak görmüş olmalılar.

Anadolu’da akraba evlilikleri ve bunların neticesinde olan sakat çocuklar hala görülmektedir. Genelde bu evlilikler mal bölünmesin ve kız çocuğu ziyan olmasın diye yapılmaktadır.

-Çocuk doğduğunda hemen aileye kabul edilmemektedir. Çünkü yeni doğan bebek zayıf ve hastalıklıdır. Aradan bir ay geçtikten sonra veya kırmızı yumurta ve zencefille kutlanan “man yue”[9] den sonra aileye kabul edilir.

Modern tıbbi tedavi ve aşı bulunmadan önce çocuk ölüm oranı çok yüksekti ve bu ölümler doğumdan sonraki bir ay içinde gerçekleşirdi. Her çift veya aile için yeni doğanın ölümü onlara acı getirirdi. Bu tür kayıpların etkisini azaltmak için çocuk ailenin dışından biri gibi görülür ve çocuk, en tehlikeli olan bir ayı atlattıktan sonra ailesi tarafından kabul edilir. Bu durum, çocuğun kaybından kaynaklanacak acıyı önler ve aynı zamanda hayatta kalabilmesinin kutlanmasını sağlar.

-Bir cenazeden hemen sonra eve gitmeyin çünkü ölünün ruhu sizi takip ediyor olabilir.

Ölüm, olumsuz olayları çeker ve mezarlık çoğu insan için rahatsız edici bir faktördür. Ruh ve hayaletlere inanan insanlara göre cenaze ziyaretinden sonra insan kendini eve kadar yanında taşıyacağı tehlikeli bir araç sayesinde koruyabilir. Bu tür inançlar, hastalığın ölü kişinin vücudundan diğer kişilere yayılabilme olasılığı olan, salgın hastalıklarının var olduğu dönemlerinde ortaya çıkmış olabilir.

Bunlar sadece, sebepleri olabilecek birer örnektir. Sebepsiz olan bir sürü batıl inançta vardır. Buna rağmen bu batıl inançların çoğu akıl, mantık veya mantıksızlığa dayanmaktadır ve nesillerce; orijinal sebebi tamamen kaybolmuş olsa bile, varlığını sürdürmüştür.


ANADOLU VE ÇİN KÜLTÜRÜNDE BENZER BATIL İNANÇLAR

Anadolu kültürü, Çin kültürü gibi batıl inançlar açısından zengindir. Birçok batıl inanç, neden söylenip inanıldığı unutulsa da hala günlük yaşantımızda alışkanlık ya da gelenek olarak varlığını sürdürmektedir.

Anadolu batıl inançlarından en çok bilinen ve yaygın olan nazar değmesi ve nazar boncuğu78 takmakla ilgili inançtır. Bizim kültürümüzde "nazar değmesi" adı verilen inanç, diğer dillerde "şeytan göz" veya "şeytan bakışı" olarak adlandırılır.

Ayna kırılmasının uğursuzluk getirdiği inancındaki gibi bu inancın kökeninde de insan gözündeki yansıma vardır. Eski insanlar karşısındaki insanın gözleri içinde kendi küçük görüntülerini görünce tehlikede olduklarını, ruhlarının karşısındakinin gözleri içinde hapsolduğunu sanıyorlardı. Bu inanç zamanla, kıskançlık ve çekememezlikle bakan gözlerin bizi hasta edeceği veya ölüme kadar götürebileceği inancıyla değişikliğe uğramıştır. Bu sebeple, göz şeklinde mavi boncuk takmanın, kıskanç bakışları geri göndereceğine ve kişiyi koruyacağına inanılır.

Nazar inancı, Asya Türklerinde, özellikle Şaman[16] dininde de vardır. Babil, Mısır uluslarında, Sümerlerde, Akadlarda, Anadolu uluslarının en eskisinden en yenisine değin bütününde görülür.[17] îslam dininde de nazarın varlığından bahsedilir.

Bu korkunun dünya çapında genel bir inanca dönüşmesinin, şimdi Irak'ın bulunduğu topraklarda yaşamış eski Sümerlerden kaynaklandığı sanılıyor. Sümerlerin inançlarına göre bazı insanlar bakarak suları kurutabilir ve bu nedenle ölüme sebep olabilirlerdi.[18]

Yaygın olan bir başka batıl inanç, tahtaya vurma inancıdır. Kötü bir şeyler hakkında konuşurken ya da duyduğumuzda “Şeytan kulağına kurşun” der tahtaya vururuz. Tahtaya vurmanın, bizi o kötü olaydan koruyacağına, aynı şeyin bize olmasını engelleyeceğine inanırız. Bu inancın kökenide Şamanizme dayanır.

Türkler'in Şamanizm'den îslamiyete geçişi yüzyıllar öncesine dayansa da günümüzde Şamanizm'den kalan birçok adet ve gelenekler bulunur Yola çıkan kimsenin ardından su döküldüğünde, su gibi akıcı bir şekilde gidip geleceğine inanılır. Kurşun dökme geleneğiyle, hayatımızdaki olumsuz şeylerin ve nazarın çıkıp gideceğine inanılır. Çeşitli kaynaklarda, Şamanizmden gelen bu batıl inanç “Kut dökme” ya da “Kut kuyma” olarak da geçmektedir.[19]

Aşağıda Anadolu ve Çin kültürlerinde, batıl inançlar evlilik, doğum ve ölüm başlıkları altında sınıflandırılmış ve karşılaştırmaları yapılmıştır.

Evlilikle İlgili Batıl İnançlar

Çin’de evlilik geleneklerini incelediğimizde, Anadolu kültürüyle ve diğer kültürlerle bazı benzerlikler görmekteyiz. Örneğin; gelinliğin düğünden önce giyilmesinin, uğursuzluk getireceği inancını, birçok kültürde görmek mümkündür. Çinli gelinler gelinliklerini düğün gününden önce giymezler, çünkü gelinlik birden çok kez giyilirse düğünün bir defa olmayacağını düşünürler. Bu inançtan, Filipinler ülkesi de etkilenmiştir. Bana göre; Anadolu’da ve birçok ülkede var olan bu inancın temeli, gelinliğin düğün gününe kadar temiz bir şekilde muhafaza edilmesini sağlamaya dayanmaktadır. Gelinlik, pahalı bir elbisedir ve olası bir kazada hemen yerine koymak mümkün değildir. Bu sebeple, düğünün ertelenmesine sebep olabilir.

Çin geleneklerinde, gelin ve damadın başına pirinç atmanın, onları bir ömür boyu zengin yapacağına inanılır. Bu gelenek Anadolu’da da vardır. Gelin ve damadın başına pirinç atmanın, evliliklerine bereket getireceğine inanılır. Günümüzde, büyük şehirlerde bunun yerini konfeti almış olsa da, köylerde ve kasabalarda hala bu gelenek sürmektedir. Bununla beraber, îç Anadolu'da, gelin düğün sonrası damadın evine geldiğinde, önünde testi kırılır. Testiyle beraber, gelinin varsa kötü huylarının da kırılacağına inanılır. Elazığ yöresinde gelin kapıdan içeri girerken eşiğe konulan kaşığı basıp kırarsa eve bolluk geleceğine inanılır. Çin’de ise düğün boyunca bir şeyler kırmanın, yeni evli çifte şans getireceğine inanılır.

Çin kültüründe gelinlik rengi, kırmızıdır. Birçok ülkede ve Anadolu'da ise gelinlik renginde, saflığın ve masumiyetin simgesi olarak beyaz tercih edilir. Bununla beraber, Anadolu'da gelinin başına kırmızı bir tül örtülür. Burada kırmızı tercih etmenin sebebi; bakireliği, temizliği, namusu ve baba evinden çıkmayı simgelemesidir. Bu gelenek eski Türklerden günümüze kadar gelmiştir. Türklerin müslümanlığı kabulünden sonra ise Arap toplumlarına geçmiştir.

Evlilik batıl inançları ve evlilik efsaneleri kültürler arasında farklılıklar gösterebilir, fakat her bir gelenek ve kültürde büyük benzerlikler vardır. Farklı olan sadece bazı detaylardır. Fakat evlilik batıl inançlarının esasları tamamen aynıdır.

Doğumla İlgili Batıl İnançlar

Anadolu ve Çin kültürlerinde doğum inanç ve geleneklerindeki benzerlikler, diğer durumlara göre daha fazla görülmektedir.

Hamilelik döneminde dış dünya ile olan ilişkilerdeki iniş çıkışlar gibi yeme alışkanlıkları da tamamen değişebilir. Hamilelikte sıklıkla rastladığımız, bazı yiyeceklere karşı aşırı düşkünlük gösterme, çok arzulama durumu olan aşermek, Çin’ de olduğu gibi Anadolu’da da önemlidir. Anne adayı neye aşererse, onu mutlaka yemesi gerektiği düşünülür. Anadolu’da buna bazı anlamlar yüklendiği görülmektedir. Örneğin; hamile kadın ekşi bir yiyecek yemek isterse, kızı olacağına, tatlı yemek isterse oğlu olacağına inanılır. Aşerdiği yiyeceği yemezse, bebeğin vücudunda leke olacağına inanılır.

Çin ve Anadolu’da, düşüğe neden olabileceğinden dolayı, anne adayının çok gerekmedikçe iş yapmasına, ağır kaldırmasına ve çok dolaşmasına izin verilmez. Çin’de hamile kadın bebeğin geleceğinde karanlık günleri önlemek amacıyla ışıkları açık bırakıp uyur. Bu gelenek Anadolu’da da vardır ama sebebi bilinmemektedir.

Türk kültüründe, doğum sonrasındaki en yaygın gelenekler göbek bağı, eş ile ilgili işlemler, lohusalık, albasması, nazar değmesi inançlarıdır[20]. Çin’de bebeğin doğumu ile ilgili gelenekler neredeyse aynıdır. Anadolu’da Çin’de olduğu gibi bebek doğmadan isim verilmez. Farklı olarak, Çin’de bebeğin aileye kabul edilmesi için bir ay beklenir ve isim verilir. Anadolu’da bebeğin ilk haftasında isim vermek tercih edilir. îslam inancı gereği, bebeğin ismi, kulağına ezan okunarak ve isim üç kez tekrarlanarak dini bir törenle verilir.

Birçok kültürde göbek bağı bebeğin bir parçası olarak kabul edildiği için göbek bağının akıbeti çocuğun akıbetidir. O nedenle göbek bağına yapılan uygulamalar önemlidir. Türk kültüründe göbek bağı, akarsuya atılır veya temiz bir beze sarılarak gömülür. Mümkün olduğunca hayvanların yemesine açık olarak bırakılmasına izin verilmez.[21] Bazen de çocuğun öğretmen olması isteniyorsa okul bahçesine, doktor olması isteniyorsa hastane bahçesine gömülebilir.

Çin’de lohusa kadının bir ay boyunca odasından çıkmaması, bebeğini yalnız bırakmamasının, bebeği hayaletlere karşı koruyacağına inanılır. Anadolu’da da lohusa kadının mezarının, 40 gün boyunca açık kalacağına inanıldığı için, 40 gün anne ve bebek evden çıkmaz, bebek yalnız bırakılmaz. Bu duruma halk arasında “kırkı çıkma” denir. Bunların temeli bazı mantıklı sebeplerle açıklanabilir. Lohusa kadının anne olmaya, vücudundaki değişikliklere alışma süreci, onu ruhsal bunalımlara sürükleyebilir. Bazen bu gibi durumlar, lohusa kadınlarda intihar eğilimine sebep olabilir. Bu yüzden loğusa kadının 40 gün evden dışarı çıkmaması, yalnız bırakılmaması gerekebilir. Ayrıca Lohusa kadının saçına takılan kırmızı kurdelenin, bebeği ve anneyi koruyacağına inanılır. Bebeğin kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse arsız ya da hırsız olacağına inanılır.

Çin’de doğmamış bebeği, kötü ruhlardan korumak için, hamile kadın yatağının altında bıçak bulundurur. Bu gelenek, Anadolu’da bebeğin doğumundan sonra görülür. “Lohusa kadın bebeğin yatağının, yastığının altına iğne, bıçak vs koyarsa al basmaz” denilir Bebek yatağının altına bıçak konulur. Doğum sırasında ve sonrasında gerek anne için, gerek çocuk için 40 gün boyunca çok büyük bir tehlike olduğu düşünülen Albastı[22] ve bu ruhla ilgili inançlar Türker’in çok eski devirlerinden günümüze dek gelen, hâlâ Anadolu ve Anadolu dışı Türkler arasında yaşayan önemli bir unsurdur. Temeli, Türklerin İslamiyet 'ten önceki inanç sistemi olan Şamanizm 'e dayandırılır. Kırgız, Kazak, Özbek halkları, Kazan Tatarları ve Anadolu Türklerinde lohusayı al basmasından korumak için değişik çarelere başvurulur.

Halk inancına göre, lohusa kadının veya bebeğin ciğerini yemeğe gelen Albastı’nın, bir takım hilelerle göğsüne iğne veya bıçak saplanırsa, tekrar eski yerine dönemeyeceği ve o aileye hizmet edeceğine inanılır. Bu sebeple bebeğin yatağının altına iğne ve bıçak gibi metaller konulur.

Çin ve Anadolu’da bu denli benzer bir inancın olması, her ikisinin de temelinde Şamanizm olduğunu düşündürmektedir.

Çin’de bebeğin ilk banyosu, doğumunun üçüncü gününde bir kutlamayla yapılır. Anadolu’da da, bebek üçüncü gününde ilk banyosunu yapar ve bunun için aile büyükleri davet edilir, yemek verilir. Farklı olarak bebek tuzlu suyla yıkanır. Bebeği tuzlu suyla yıkamanın amacı; bebeğin kötü kokmasını ve oluşabilecek pişikleri önlemektir. Bebek 40 günlük olduğunda tekrar banyo yaptırılır. Yıkama suyuna 40 ayrı yerden toplanmış 40 taş atılır. Bununla bebeğin kısmetli olacağına inanılır. Son kez sabunlandıktan sonra 40 tas su ile durulanır. Bu yıkanmaya “kırk çıkarma” veya "kırklanma” denir. Kırkı çıkan çocuk, yakın bir komşuya “Kırk uçurma” ya götürülür. Çocuk, kırkı çıkana kadar olumsuz bir durumla karşılaşmamışsa bundan sonra da karşılaşmayacağına inanılır. “Kırk uçurma” ise; bebeğe yeni giysiler giydirilerek, aile büyükleriyle beraber başka bir evin ziyaret edilmesidir. Seçilen ziyaret evinin yüksek bir yerde, ferah, havadar ve geniş olması tercih sebebidir. Ayrıca ziyaret edilen hane halkının da sağlıklı, mutlu, huzurlu, maddi ve mevki olarak da yüksek düzeyde olmasının, bebeğin hayatına iyi şans getireceğine inanılır.

Ölümle İlgili Batıl İnançlar

Çin ve Anadolu’da cenaze gelenekleri birbirinden farklı olsa da her iki kültürde de cenaze törenine büyük önem verilir. Çin cenaze törenleri ve defnetme gelenekleri, ölenin yaşı, ölüm nedeni, toplumdaki statüsü ve medeni durumuna göre düzenlenir. Ölenin ailesinin maddi durumu uygun olmasa bile borç para bulunup cenaze töreni düzenlenir.

Anadolu’da ölü gömülmeye hazırlanırken yıkama, kefenleme ve cenaze namazı çok önemlidir. Özel durumlar haricinde, ölen kişinin mümkün olduğunca çabuk gömülmesi sağlanır. Genelde bir sonraki namaz vaktinde gömülmesi uygun görülür. Eğer kişi ikindi namazından sonra öldüyse bir gece bekletilir. Defnin bir an önce yapılmak istenmesinin yörelere göre, kokmaması, şişmemesi, bir an önce toprağına kavuşması gibi değişik sebepleri vardır. [23]

Ölü yıkama işlemi eğer kişi evinde öldüyse, evinin avlusunda veya evine yakın bir yerde yıkanır. Hastanede ölenler için yıkama işlemi gasil hanelerde yapılır. Ölmüş kimse kadın ise kadınlar, erkek ise erkekler tarafından yıkanır. Yıkama sırasında ölüye öbür dünyaya temiz bir şekilde gideceği inancıyla abdest aldırılır. Yıkama işlemi tamamlandıktan sonra kefenlemeye sıra gelir. Temizliği simgelediği için kefen beyaz renkte bezden yapılır. Kefenlemeden sonra cenaze namazı kılınır.

Tabi cenaze namazı sadece Müslümanlar için kılınır. Cenaze namazından sonra topluluk halinde, defin için mezarlığa gidilir. Bu topluluğa çocuklar katılmaz. Bazı yörelerde kadınların da katılması hoş karşılanmaz. [24]

Defin işlemi tamamlanıp mezar kapatıldıktan sonra, dualar okunur. Mezar üzerine toprağın sıkışması için su dökülür. Bu adet birçok yörede, her mezar ziyaretinde tekrarlanır. Mezara su dökme adeti, Türklerin Şaman inancı taşıdıkları zamanlardan kalmıştır. Eskiden, ölülerin belli günlerde su içtiklerine inanılırdı, bunun için mezara su dolu bir tas bırakılır, ya da mezarın başına içi su dolu kulplu bir bardak asılırdı.

Cenaze törenlerinin vazgeçilmez özelliklerinden ilki, ölenin ruhunu huzura kavuşturacağı inancıyla misafirlere yemek ikram edilmesidir. Eski Türkler, ölülerine yemek vermeyi önemli görev sayar ve yoğ adını verdikleri yemek verme töreni düzenlerlerdi. îlk çağlarda yemek doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. îslâmiyefin Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören, sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere fakirlere yemek, helva vermek şeklinde uygulanmıştır.[25]

Yemek ikramı Anadolu’nun her yerinde görülen bir cenaze töreni uygulamasıdır. Yemek ikramları yörelere göre çeşitlilik göstermektedir. Yemek ikramın günü de değişiklik göstermektedir. Ölüm gününde, üçüncü, yedinci, kırkıncı ve elli ikinci günlerinde yemek ikramı yapılır. [26]

Anadolu’da cenaze törenlerinin diğer bir vazgeçilmez uygulaması da bu törenlerde mevlit okutulmasıdır. Mevlit okutulması, Anadolu’nun hemen her yerinde karşılaşılan ortak bir cenaze geleneğidir. Mevlit okutma günü de yemek ikramı gibi Anadolu’nun değişik bölgelerinde farklılıklar gösterir. Ölünün elli ikinci gününde, burun kemiğinin düşeceğine inanılır ve bunun acısını azaltacağı düşüncesiyle dualar ve mevlit okutulur.

Anadolu’da cenaze törenlerine katılırken seçilen renk, siyah ya da koyu renktir. Çin de olduğu gibi aile üyelerinin yakınlık derecesine göre farklı renkler giymesine rastlanmaz. Anadolu’da yas tutma süreci yörelere gore üç gün ile yedi yıl arasında değişmektedir.

Ölünün kıyafetleri, ölünün geri geleceği korkusu ve anısını yaşatma isteğiyle en kısa zamanda evden uzaklaştırılarak dağıtılır.

Anadolu geleneklerinde, cenaze törenlerinin, her ne kadar îslam inanışlarına göre yapıldığı düşünülse de İslamiyet öncesi Türk geleneklerinden kalma adetlere günümüzde hala yer verilmektedir.

Türk kültüründe ve Türk destanlarında 40 sayısı birçok kez karşımıza çıkar. Özellikle doğum geleneklerinde “kırk uçurma”“kırkı çıkma”ölüm geleneklerinde ölünün ardından 40 gün dua edilmesi eski Türklerden kalma Şamanizm’e dayalı bir inanıştır. Ayrıca 40 sayısı, îslam, Hristiyan ve Yahudilik dinlerinde kutsal sayıdır.

Bazı sayılar, taşıdığı sayısal anlamın dışında anlam içerirler. Türkçede 40 sözcüğü sayı anlamı dışında "çok” anlamı içerir. İçinde 40 sayısı geçen isim ve deyimlerin bazıları şunlardır; kırk haramiler, kırk gün kırk gece düğün, bir kahve fincanın kırk yıl hatırının olması, kırk yıllık dost, kırk yılda bir, kırk defa söylemek vb. Bu deyimlerin hepsinde kırk sözcüğü çokluk anlamına gelmektedir. “41 kere maşallah” ise çoktan bir fazla anlamına gelmektedir.

Çincede on bin sayısı, Türkçede ki kırk sayısıyla benzerdir. On bin sözcüğü çokluk anlamı içerir. Örneğin, Çin Seddi’nin Çincede söylenişi “wan li chang cheng' on bin li uzunluğundaki duvardır.[27] Buradaki on bin çokluk ifade ettiği için "çok uzun duvar” anlamına gelmektedir.

 


[1] Webster sözlüğü batıl inanç tanımı, http://www.merriam-webster.com/dictionary/superstition

[2]   Dictionary.com sözlüğü batıl inanç tanımı, http://dictionary.reference.com/browse/superstition?s=t

[3] Türk Dil Kurumu sözlüğünde batıl inancın tanımı.

[4] Söğüt, 2012

[5] Rus psikolog, fizyolog ve hekim Ivan Petroviç Pavlov (1849-1936) ’ un köpekler üzerinde yaptığı klasik koşullanma deneyidir. Köpeğe ilk olarak birkaç kez zil çalınır. Fakat köpek tepki vermez. Sonradan et verilir. Köpeğin salyaları akar. Sonra et ile birlikte zil çalınır. Daha sonra et verilmediği halde zil çalındığında köpeğin ağzının suyunun aktığı görülür. Buna şartlı ya da şartlandırılmış refleks olayı denir.

[6] Söğüt, 2012.89

[7] Lorie, 1992

[8] Korugan,2001:16

[9]满月 manyue: Dolunay ve bebeğin birinci ayını tamamlaması anlamına gelir.

[16] Şamanizm ya da Kamcılık doğa ve doğa üstü varlıklara inanılan ilkel bir dindir.

[17] Eyüboğlu,2007

[19] înan,2006

[20]Maden, 1991: 357

[21] Bahar, 1985: 246; Hotun, 1990: 18; Türkdoğan, 1982: 590

[22] Albastı, bütün Türk boylarında ortak bir kötü ruh inancıdır.

[23] Örnek,1971:48

[24] Örnek,1971:58

[25] îltar,2003

[26] Örnek,1971:91

[27]万里长城 Wân li chang cheng, Çin Seddi. li yarım kilometreye eşit ölçü birimidir.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar