Biz Ayrılamayız...Sen Ben Çıktı Aradan...Parıltılar...Lemeât
"Parıltılar...Lemeât لمعات...فخرالدين عراقى" Kitabından
YİRMİ BEŞİNCİ PARILTI
Âşıkın maşuku murakabesi ve âşıklık mâşukluk
münasebetlerinde birbirinin ruhani haletlerine ihtiyaçları
Âşık, mâşukunun murakıbı' olmak dilerse
bunun, çaresi: ister basar ister {basiret') ile her bakışta onun murakıbı
olmaktır. Mâşukun her âlemde bir sureti ve ’ her surette bir görünüşü vardır.
Âşık her veçhile onun murakıbı olmalıdır. Çünkü o her şeyin bâtını ve içyüzü
olduğu gibi her şeyin de zâhiridir. « وهو
الظاهر والباطن » Zâhir ve bâtın odur. Hiçbir şey
görmezsin ki; her neye bakacak olsan ondan evvel veya ondan sonra veya onun
içinde veya onunla beraber mâşuku görmemiş olsun. Âşık bu makamda halktan
çekilip halvette kalamaz. Çünkü mâşukunu her şeyde görmektedir. Ancak kendi
hiçliği halvethanesine çekilip de Hakkın isimleri ve sıfatlariyle. birlikte
uzleti seçebilir. Lâkin âşık ve mâşukun uygunlukları dolayısiyle aralarında bir
çeşit ilgi olduğunu bildiği için kendi sıfatlariyle halktan ne türlü çekinmek
mümkün olabilir? « العبودية بغير الربوبية محال
» Tanrısız kulluğun imkânsız olacağını söylemişlerdir. Tanrısız kulluk imkânsız
olduğundan burada bir hesaba girişir. Eğer âşık mâşukun nazını çekmeye
kabiliyetli değilse bu nazdan mahrum kalır. « ان
للربوبية سراً لوظهر لبطلت الربوبية » Tanrılığın bir sırrı vardır. Zâhir
olursa rububiyet bâtıl olur, cümlesinde “zâhir olursa” fıkrası “zail olursa”
fıkrasiyle tefsir edilmiştir. Zâhir olursa demek zail olursa demek olduğunu
büyük mutasavvıflardan Muhiddin-i Arabi ve Sehl îbn-i Abdullah-i Tüsteri
söylemişlerdir. Her ne kadar maşukun
güzelliği kemalde olunca Ona hiçbir kusur bulunamazsa da mâşukukluk
yüzünden âşıkın görünüşünde kusur bulunabilir. İlâh ve me'lûh ve rabb ve merbub
aralarındaki nisbetlere göre burada hürriyet müşküldür. Nerede nisbet gelirse
hürriyet gider. İlâh yönüne bakılırsa zuhuru ancak “me’lûh” iledir. Me’lûh’a
bakılırsa varlığı ancak ilâh iledir.
از ادئ عشق چون نمى
آيه راست
بنده شدم نهادم يك سو
خواست
Aşkın hürriyeti doğru gelmeyince kul
oldum, isteği bir tarafa koydum. Mutlak hürriyet: isimleri ve sıfatları
mülâhaza etmeksizin mukaddes zatın mutlak “gına”sındadır. Yoksa mâşukluk ve
âşıklık âleminde mâşukun nazı ve âşıkın niyazı karşılıklı olarak işe yarar. Bu
iş bir biriyle karşılaşmaksızın istek noktasına gelemez. Âşık ve mâşukun
sıfatları daima bunu söyler.
نحن فى اكل السرور
ولكن
ليس الا بكم يتم
السرور
Biz en mükemmel sürür içindeyiz. Lâkin
sürür ancak sizinle tamam olabilir.
تشبريف دست سلطان چوكان بر دو لكن
بى كوى روز ميدان
چوكان چه كار دارد
Padişahın, şereflendirici eli çevgen
taşıyor. Lâkin topsuz meydan gühünde çevgen ne işe yarar.
فى غلط كفتم كه اينجا
عاشق ومعشوق اوست
كر چه ما از عشق او
اندر جهان افسانه ييم
ما كييم از ما چه آيد
تانپندارى كه ما
روى اورا آيينه يا زلف
او را شانه يم
Hayır yanıldım. Burada âşık ve mâşuk
odur. Gerçi biz onun aşkından cihanda efsaneyiz. Biz kimiz bizden ne gelir?
Bilmiyor musun ki, biz onun yüzüne ayna yahut zülfüne tarak olmuşuz.
YİRMİ ALTINCI PARILTI
Âşıkta tecrit ve tefrittin kemali ve bütün
ilgilerden ve hattâ maşukundan bile kesilmesi ve mukaddes zat vahdetinin
tahkiki
Aşk öyle bir ateştir ki, bir gönüle
düşünce ne bulursa hepsini yakar. O dereceye varır ki, mâşukun suretini de mahveder.
Mecnun meğer bir yankı içinde bulunmuş olmalıdır ki dediklerine göre Leylâ başı
ucuna geliyor. Mecnun Leylâ’yı görünce başını yakasına çekiyor, Leylâ: başını
kaldır! Senin sevdiğin ve istediğin benim. Hele bir kere bak! Ne haldesin, kime
benziyorsun, deyince Mecnun: benden uzaklaş, ben senin sevginle uğraşıyorum, bu
sevgi beni senden kurtarmıştır, diyor.
آن شد كه بديدار تو مى
بودم شاد
ان عشق تو پرواى تو أم
نيست كنون
Öyle günler oldu ki, seni görmekle
seviniyorum. Şimdi senin aşkından sana karşı pervam yoktur. Peygamberimiz
salla'llâhü aleyhi ve sellemin اللهم اجعل حبك احب
الى من سمعى وبصرى »
İlâhi! Sevgini, kulağımdan ve gözümden
daha ziyade bana sevgili et! Duası bu makamdan haber veriyor.
خواهم كه كنى چنان
بعشقم مشغول
كز عشق تو باتوهم نه
پردازم بيش
Beni aşkınla öyle meşgul etmeni
istiyorum ki, senin aşkınla avunayım. Seninle bile daha ziyade uğraş- mıyayım.
Eğer görüşü daha ziyade yükseltecek olursan « «فنفسهم» » Allah da onları unuttu, mealin
deki âyet, sana benzemiş olur. Mâşukun
âşığa mağ lûp oluşu nasıl olur? « فهم من فهم ومن لم
يذق لم يعرف »
Anlıyan anladı. Çeşnisini tatmıyan
anlamamıştır. Bu remizlerin şerhine gelince aşk; mâşukun istek ve dileği
suretiyle âşıkın yakasına başvurur. O zaman irade libasında tecelli, âşıkın
istek ve dileğine göre mâşukun eteklerine sarılır. Her ikisini ikilik ve
kesretle nişanlı görünce evvelâ her birinin yüzünü diğerinden çevirir. Âşıklık
ve mâşukluk libasım her ikisinden soyar, her ikisini de kendi rengi olan sırf
birlik rengine boyar.
اين همه رنكهاى
پرنيرنك ختم
وحدت كند همه يك رنك
Bu türlü türlü efsunlarla karışık
renkleri, vahdet küpü hep bir renk eder.
YİRMİ YEDİNCİ PARILTI
Âşıkta şuhudun başlangıcı ve şahidin nasıl meşhut
oluşu
Âşıkm “şuhut”u istemesi varlığından fâni
olması içindir. Ezelî bilgide “ayan-ı sabite” yokluk ve varlıktan uzak mecazî
varlık sıkıntısından müsterih ve “şahit” “meşhut” idi. Evvelce şahit ve meşhut
iken kendini kendine yakın görmüyordu.
زان قبل يود شاهد و
مشهود
كم بنز ديك خوبش هيچ نبود
Mecazî varlıktan evvel şahid meşhûddu.
Yanında hiç kavramı yer bulmuyordu. Mecazî varlıkla şuhudundan mahrum kalınca « کنت
سمعه وبصره » ben onun işiten kulağı ve gören gözü
olurum, mealindeki kutsal hadîs delâletiyle âşıkm görüşü mâşukun görüşü oluyor.
Bu halde o kendinden geçmişken gözünde bir perde, görüyor. « ان لغمامهٔ على شمسك فاعرف حقيقة نفسك» Güneşinin üzerindeki bulut senin mecazî
varlığındır. Nefsinin hakikatini bil! Senin senliğinin perdesi gözünün önünden
gidecek olursa, mâşukunu görmüş olursun. Bu sırada âşıkm işitiş sırrına şöyle
bir nida geliyor:
بداك سر طال عنك
اكتتامه
ولاح صباح كنت انت ظلامه
Bir aralık senden gizli tutulan bir sır
sana aşikâr oldu. Karanlığı kendi varlığın olan bir sabah belirmeye başladı.
وانت حجاب القلب عن
سرغيبه
ولولاك لم يطبع عليه ختامه
Gaybın sırrına karşı sen gönül
perdesisin. Sen olmasaydın üzerine bitti mührü basılmazdı.
روزت بستودم وممى
دانستم
شب باتو غنودم ونمى دانستم
ظن بودمرا بمن كه من
جمله منم
من جمله تو بدم ونمى
دانستم
Gündüzleri seni övdüm, geceleri seninle
beraber uyudum. Tanıyamadım. Ben öyle sandım ki, her şey benim. Halbuki hep sen
imişim de bilmedim. Bu makamda âşıkın duası hep budur: « اللهم اجعلنى نورا» Yarab beni nur et. Varlığın karanlığından
kurtar. Daima şuhut makamında tut. Ben, ben oldukça seni göremem. Şüphesiz «
«
نورانى اراه » » derim [ Bu şerefli bir hadîstir.
Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemden هل رأيت
ربك Rabbini gördün mü? diye soruyorlar, « نورانى
اراه »» buyuruyorlar. Bu şerefli hadîste « « نورانى اراه » » cümlesinin rivayetinde iki türlü
okunuş tesbit edilmiştir. Biri « نورانى اراه
» Allah nurdur onu nasıl görebilirim demektir. Çünkü nurun şiddeti görmeye
manidir; diğeri de « نورانى ا اراه
»» şeklindedir. Onu nuranî olarak görüyorum anlamındadır.]
خلق را روى كه بمايد
او
دركدام آيينه در ايد او
Halka o yüzünü nasıl gösterebilir, onun
cemali hangi aynaya gelebilir? « وما قدروا الله حق قدر» Onun kadrini hakkiyle takdir edemediler,
mealindeki âyet, Allah’ın kadri ölçüsüz ve nihayetsiz olduğundan halkın ölçülü
takdirine sığmamaz olduğuna * işarettir.
YİRMİ SEKİZİNCİ PARILTI
Âşıkta sıfatların değişmesi ve “fena”[ı]dan sonra
“beka”[2]ya ermesi ve “cem” [3] den “fark” [4] makamına geçerek tekmil ve
irşada memur edilmesi
Mâşuk, âşıkını eksiklik ve ıraklık
çukurundan çekip çıkarmak ve yakınlık ve kemal şahikasına yükseltmek isterse
“ayan” ve “ervah” ve “misal” ve “his” âlemlerinden geçerken her âlemde kendine
yoldaşlık eden vasıflardan evvelâ onu kurtarır ve bunların yerine kendi
sıfatlarının hıl’ atini giydirir. Bütün güzel isimleriyle onu davet ederek
[(1, 2, 3, 4) Fena, beka ve
cem’ ve cem’ül cem’i ve fark tâbirleri tasavvufun terimlerindendir. Fena
kelimesi Arapçada yokluk ve beka daima var olarak kalmak mânalarında
kullanılır. Tasavvufta yokluk ve daima baki kalmak tâbirleri derece derece
yükselen ve artan hallerde söylenir. Meselâ bir kimse kötü işlerini ve
huylarını terk etse, iyi işleri ve iyi huyları âdet edinse bu kimse kötü iş ve
huylardan fâni olmuş ve iyi iş ve huylarla baki kalmıştır, derler. Bu makam,
fena makamının ilk derecesidir. Bir insan hangi bir şeyi hangi sevdiği bir şey
için terk ederse nihayet sevdiği şey de fâni olur. Cem’, topluluk demektir. Bir
kul Allah yolunda Allah’ın güzel sıfatlariyle tahallûk ederse cem’ makamında
bulunmuş olur. Daha ziyade yükselip de mukaddes âhadiyetle birleşirse cem’ül
cem’i makamına erer. Halka doğru yolları göstermek için cem’ül cem’i makamından
ayrılmasına fark derler.]
kendi yerine oturtur. Şu halde ya şuhut
mertebesinde cem’in özü ve “istihlâk” makamı olan durakların durağında
durdurur, yahut başkalarını tekmil ve irşat için onu kendi âlemine geri
çevirir. Nakısları ikmalve tekmil için kendi âlemine dönmesi ferman buyurulunca
ondan sildiği renkler yerine kendi rengini giydirir. Âşık bu yeni kisvesini
görünce kendi kendine hayran olur, gayet güzel bir koku almaya başlar ve şöyle
terennüm eder
اشم منك نسيماً لست
اعرفه
اظن لمياء جرت فيك
اردانا
Rüzgârın esmesiyle senden bilmediğim
güzel bir koku alıyorum. “Lemya” demlen sevgilinin huzurunuzdan geçerken
eteklerini sürüyüp çektiğini sanıyorum. Kendi kendine bakıp da kendinin o
olduğunu görünce « « انامن اهوى ومن
أهوى أنا» » ben sevdiğim kimseyim, sevdiğim kimse de benim, diye
terennüm eder. Her neye baksa sevdiğinin veçhini 'görmüş olur.
« كل شئ هالك
الا وجه» Her şey hâliktir, ancak
vechi hâlik değildir, mealindeki âyetin «الا وجه» ancak veçhi hâlik değildir, cümlesinde
“vechehû” kelimesindeki gaip zamirinin Hakka raci olduğunu müfessifler
söylüyorlarsa da şey kelimesine raci olmakta ne mâni var? Her şey hâliktir,
fakat her şeyin mahiyeti olan ezelî İlâhî bilgide her şeyin orada sabit bulunan
ayn’ı hâlik değildir, demek Arap dili gramerine daha uygun değil midir? Çünkü
“şey” kelimesi az evvel sarahatle zikrediliyor. Her şey sureti itibariyle
hâliktir. Fakat İlâhî bilgi suretlerinden ibaret olan her şeyin bilgide sabit
bulunan ayn’ı bakidir. Çünkü her şey Allah’ın mazharıdır. Hu zamirinin şey’e
raci olmasının delili: « يبقي وجه ربك» Rabbinin veçhi baki, kalacaktır,
mealindeki'âyettir. Bu âyette vech kelimesi muhatap değil, belki Rab kelimesine
muzaf olmuştur. Dostum! Eşyanın hakikat ve mahiyeti eşyanın vech’i olduğunu
bilince « ارنا
الاشياء كماهى » İlâhi, eşyayı bize oldukları gibi
göster! duasında: Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemin bulunduğu gibi
bulunmalısın.
ففی كل شئ له آية
تدل عل انه واحه
Allah’ın her şeyde bir âlâmeti vardır.
Hak olan varlığın bir olduğuna delâlet etmektedir. « قل
لمن الارض ومن فيها ان كنتم تعلمون سيقولون لله»
Gözleri perdelilere söyle! Siz ve yerde
ne varsa kimindir? Ve kimin içindir biliyor musunuz? Gözleri açılınca
Allah’ındır ve Allah içindir diyeceklerdir. Biz ezelde ve ebedde ancak onunla
kaim ve sabitiz. Sözlerim sarhoşça oluyor ama mazur görülmeliyim!
من كل معنى لطيف احتس
قدحاً
وكل ناطقة، فی الكون
تطربنی
Her letafetli mânadan bir kadeh
çekiyorum. Bu âlemde her konuşan, sevinçle beni coşturuyor.( Ben kendime ne
yapabilirim? Gönül beni harabata çekiyor. Münacaat ve zühd ehli taraflarında
nasıl bulunabilirim? Ucu bucağı belirsiz bir deryaya düşmüşüm.
حريفی ميكن باهفت دريا
اكر چه ز و ريك شبنم ندارم
Biri çiy damlası gücüne malik olmadığım
halde yedi derya ile uğraşmaktayım. Eğer bu sözlerin mânaları bazı anlayışlara
göre anlaşılmıyacak olursa mazur
olduğumu tekrar ederim. Kendimi bu deryadan kurtarıp kenara atılmak için ne
kadar çabalasâm yine .bir dalga beni; kapıp deryanın ortasına atıyor..
الحمد لله على اننى
كضفدع تسكن فى اليم إن هي فاهت ملأ ت
اوسكنت ما تت من الغم
Allah’a hamdolsun. Ben gölde yerleşmiş
kurbağa gibiyim, Nasıl ki kurbağa ağzını açarsa ağzına su dolar, açmaz susarsa kahrından ölür,. Her ne kadar
kendimi ayıplıyarak; bu bitmez tükenmez deryada dalga ile çarpış! Olabilir
ki, bir çiy damlası bildik çıkar diyorsam da, “himmet” bana , ümitsizlik,
gerekmez diyor.
اندرین بحر بی کران چه غوک
دست و پای بزن چه دانی بوک
Bu uçsuz bucaksız deryada kurbağa gibi
el ve ayakla kulaç vur!' Ne biliyorsun? Ola ki kendi varlığından kurtulursun.
Belki başkalarını da kurtarırsın. Gönül, himmetin emriyle can dudağa geldiği
sırada bile el ve ayağını dalgalara çarpar ve'şöyle hitabeden :
کی بود ماز ما مانده
من و تو رفته وخدا ماندا
Nasıl olur da birbirimizden ayrı
kalırız? Ben sen aradan çıktık. Baki kalan Allah’tır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar