Hikayelerin En Güzeli...YÛSUF U ZÜLEYHÂ
Abdurrahman
Gubârî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı
16. yüzyıl
şairlerinden Abdurrahmân Gubârî tarafından 1572’de yazılmış olup Yûsuf ile
Züleyhâ arasında geçen aşk macerasını konu edinen bir peygamber hikayesidir.
“Hazret-i Yakûb zevcesiyle bahar bahçelerinde
güller arasında güzel bir oğul niyet ve duasıyla halvet olunca zevcesi, Yusuf’a
hamile kaldı. Yûsuf, karnındayken validesi onun hem sûret ve hem de huy olarak
güzel ve güzide olması için Tanrıya dua
ve niyaz ediyordu. Ayrıca hamile annenin yediği, içtiği, giydiği, gördüğü, yaşadığı hep güldü. Yani gece gündüz güllerle iç içe, güller içinde yaşıyordu. Yûsuf’un güzelliğinin diğer bir sebebi de buydu. Yûsuf
dünyaya geldi. Ebeveyni onu büyük bir rikkat ve sevgiyle iki yaşına kadar
büyüttüler. Yûsuf iki yaşındayken annesini kaybetti; fakat hâlâsı da onu annesi
gibi büyük bir sevgi ve itina ile besledi, büyüttü. Bu ilgi ve itina Yûsuf’un
güzelliğine güzellik kattı. Yûsuf’un güzelliğiyle meşhur olması, babası
Yakup’un onu derin bir muhabbetle sevmesi, ona bir gün çok güzel bir asa
vererek, atalarının gömleğin de giydirerek, Ishak ’ın kuşağını kuşatarak onu
bütün oğullarından üstün ve sevgili tuttuğunu göstermesi, diğer kardeşlerde
haset ve husumet duyguları uyandırdı. Kardeşlerin hasedine babanın yine çok sevdiği Yûsuf’un tek öz kardeşi Bünyamin de hedefti. Yûsuf’un gördüğü
bir rüya, içten içe kızışan bu kıskançlık korunu büsbütün alevlendirdi. Yûsuf rüyasında on bir
yıldız ile güneş ve ayın kendisine secde ettiklerini görmüştü. Rüyasını sabah
pederine anlatınca o rüyadaki hikmeti sezdi ve Yûsuf’a rüyasını kimseye
anlatmaması için sıkı bir
tembih verdi; fakat rüya duyuldu ve kardeşler öfkeyle bir araya gelip babasını
yalan ve düzenle kendine bağladığını düşündükleri Yûsuf’u bertaraf etmeye ve bu
şekilde babalarının sevgisini kendilerine yöneltmeye karar verdiler. Bazısı onu
öldürelim, bazısı onu köle olarak uzak diyarlara satalım dedi. Daha başka
tedbirler önerildi; fakat en son onu kervan yoluna yakın bir kuyuya atmaya
karar verdiler.
Kardeşler çok sevdiklerini iddia
ettikleri Yûsuf’u baharla açılan kırlarda gezdirip eğlendirmek bahanesiyle
babalarından istediler. Bu şekilde onu uzaklaştırıp planlarını
uygulayacaklardı; fakat Hazret-i Yakup hem onların Yûsuf’a karşı
düşüncelerinden emin olmadığı için, hem de o gece düşünde Yûsuf’u kurt
kaptığını gördüğü için onların bütün süslü ve cilalı sözlerine rağmen Yûsuf’u
bırakmaya razı olmadı. Kardeşler bu sefer ikinci tedbire yöneldiler. Yûsuf’a
gidip onu çok sevdiklerini ve kendisini gezdirip eğlendirmek istediklerini
söylediler. Baharı, kırları, ovaları bin bir güzellikle anlattılar. Yûsuf’un
gönlü bu güzelliklere su gibi akmaya başladı. Bu duygu ve arzuyla gidip
babasından müsaade istedi. Yıllardır evde sıkıldığını, kardeşleriyle kırlara
açılmak istediğini söyledi. O kadar rica ve niyaz etti ki Yakup onun bu
ısrarına direnemedi. Ne kadar uyardıysa da bu hassas ve kırılgan gönlü meylinden
döndüremedi. En sonunda gitmesine razı oldu.
Kardeşler Yûsuf’u alıp kırlara
çıktılar. Yakup onları istemeye istemeye bırakmış, hem Yûsuf’a hem kardeşlere
sıkı tembih ve tavsiyelerde bulunmuştu. Kıra çıktıklarında kardeşler Yûsuf’a
karşı gerçek yüzlerini göstermeye, ona eza ve cefa etmeye başladılar. Sonra onu
beline bir ip bağlayarak civardaki bir kuyuya azıkla beraber bıraktılar. Yoldan
geçecek kervanlar kendisini çıkarırsa olayın iç yüzünü anlatmamasını tehditle
söylediler. Yûsuf kuyudaki bir taşa ayağını basarak endişe, korku ve ümitsizlik
içinde beklemeye başladı. Bu hal üzere zaman geçerken Yûsuf yerdekilerden bir
yardım gelmediğini gördü ve yücelere yakarmaya başladı. Allah ona yardımcı
olarak Cebrail’i gönderdi. Cebrail de ona hem teselli ve ferahlık, hem de
geleceğe dair müjde ve işaretler verdi. Ona izzet ve hikmet semasında
yükselecek yıldızını haber verdi. Yûsuf bunun üzerine huzur ve itminan
içerisinde sabırla beklemeye başladı.
Bu arada Yûsuf’un kardeşleri
babalarına vardılar ve önceden anlaştıkları üzere onu kurt yediğini söylediler.
Ağlayıp sızlayarak ve onun kana batırılmış gömleğini göstererek yalanlarını
ispata çalıştılar. Hazret-i Yakup çok üzülüp ağlamakla beraber, yalanlarındaki
tutarsızlıklara bakarak bir oyun oynadıklarını sezdi. Yûsuf’u, Allah’a emanet
edip sabırla beklemeye başladı. Bir zaman sonra Yûsuf’un bulunduğu kuyunun
yakınından geçen bir kervan o mahalde duraklamıştı. Kervandaki Malik adında bir
tüccar, su almak için kuyuya varınca Yûsuf’u buldu ve onu oradan çıkardı. Yûsuf’un
daha bir şey anlatmasına fırsat olmadan kardeşleri orada belirdi ve onun kendi
köleleri olduğunu ve hırsızlık gibi kötü huyları bulunduğu için onu satmak
istediklerini söylediler. Kimse almaya yanaşmadığı için onu yine Malik düşük
bir fiyata satın aldı. Malik onun kötü bir insan olduğuna inanmadığı için ona
alaka ve itinada kusur etmiyordu. Bu hal üzere Mısır’a vardılar.
Mısır’da Yûsuf büyük bir ilgiyle
karşılandı. Güzelliğinin şöhreti bütün Mısıra yayıldı. Mısır sultanı Reyyân da
dâhil, herkes ona hayran ve müşteri oldu; fakat Malik onu herkesin önünde mezat
ile satmak istiyordu. Bu arada Mısır Azizi ’nin karısı Züleyhâ onu gördü ve
şiddetli bir aşkla ona tutuldu. Onu ne pahasına olursa olsun almaya karar
verdi. Günlerce süren mezat sonunda herkesin verdiğinin fazlasını vererek onu
satın aldı. Kocasına da evlatları olmadığı için onu evlat olarak almak
istediğini söyledi. Kocası sultanın ona talip olmasını bir engel olarak ileri
sürse de Züleyhâ, sultanı da ikna ederek Yûsuf’a malik olmayı başardı.
Yûsuf, Züleyhâ ’nın yanında
yaşamaya başladı. Züleyhâ onu izzetle, ikramla, sevgi ve ilgiyle sarıp
sarmaladı. Birbirlerine ilgi ve ünsiyet duymaya başladılar. Hemhal oldu,
konuştu dertleştiler. Züleyhâ Yûsuf’a kim olduğunu, nice yollardan geçip o güne
geldiğini sordu. Yûsuf da başından geçenleri ızdırapla bir bir ona anlattı.
Züleyhâ da kendi yaşadıklarını, çektiği çile ve sıkıntıları ona nakletti.
Kendisi mağrip ülkesi sultanının kızıydı. Sarâylarda naz ve cilve, işret ve
safa içinde gününü gün ediyordu. Bütün çevresi ve ahali onu çok seviyordu.
içinde çeşitli sûretlerin bulunduğu bir tapınakları vardı. Oraya gider kendi
dinlerince ibadet ederlerdi. Bir gün bu tapınaktaki bir sûrete âşık oldu ve
gözü bu sûretin hayâlinden başka bir şeyi görmez oldu. Dostlarından, işret
meclislerinden büsbütün uzaklaşıp içine kapandı. Babası ve çevresi onu bu hale
sokan şeyi bulup çözmek için çeşitli yollar denediler. Tapınaktaki sûreti de
oradan kazıyıp sildiler; fakat Züleyhâ ’nın zihninde ve gönlünde bütün
parlaklığıyla yaşamaya devam ediyordu. Çevresindekiler ondaki değişikliğin
aşktan geldiğini anladılar. Bu arada Züleyhâ’nın hayâlindeki sûret çeşitli
biçimler ve belirişler halinde perde perde açılıp kapanıyordu. Züleyhâ bütün
yaşadıklarını Dâye ’sine anlattı. O da ona teselli verdi ve aşkın hallerinden,
hikmet ve inceliklerinden bahsetti ve sabır ve sebat tavsiye etti. Züleyhâ
hayâlinde beliren güzelin mahiyetini öğrenmek için beklerken hayâl ona kendini
Mısır sultanı olarak tanıttı. Bunun üzerine Züleyhâ’nın içi rahatladı ve ona
kavuşacağı günü beklemeye başladı.
Bu arada Züleyhâ’nın güzelliğini
duyan civar ülkelerin padişâhları onu istemek için elçiler gönderiyorlardı;
fakat durumu bilen babası, onun önceden Mısır Azizi’ne nişanlandığını
söyleyerek elçileri geri çevirdi. En son Mısır Azizi, hem Züleyhâ’nın
güzelliğini, hem kendine olan meylini duyarak ona elçi gönderdi. Babası elçinin
teklifini kabul edip kızını Aziz’e verdi. Nice izzetle, ihtişamla, türlü
çeyizler, hediyeler bahşederek kızını Dâye ’siyle beraber yola çıkardı. Düğün
alayı yine Mısır’da da törenli şölenli bir istikbal ile karşılandı. Gelin ve
damadın kavuşma vakti geldi. Züleyhâ büyük bir sabırsızlıkla hayâlindeki
sûretin sahibiyle buluşmayı beklerken, sûret ve huy bakımından itici bulduğu
Aziz Kıtfir ile karşılaştı. Onun için buhranlı, ızdıraplı günler başlamıştı.
Tam bu karanlık günleri yaşarken karşısına muhayyel sûretin gerçek sahibi olan
Yûsuf çıkmıştı.
Züleyhâ bütün bunları, çektiği
çileleri anlatarak Yûsuf’tan anlayış ve alaka bekledi; fakat Yûsuf saffet ve
asaletiyle ve Tanrı korkusuyla ona yüz vermedi. Hem efendisine ihanet ve
nankörlük etmemek hem de haramdan uzak durmak fikri Züleyhâ’dan uzak durmasını
gerektiriyordu. Züleyhâ ise ona kavuşmaktan başka bir şey düşünemiyordu. Onu
ikna etmesi için önce Dâye’sini gönderdi. O muvaffak olamayınca, kendisi gitti.
Yalvardı yakardı. Yine Yûsuf’u ikna edemedi. Bu sefer Dâye’si şöyle bir oyun
kurdu. Yûsuf’a boy ve görünüş bakımından Züleyhâ’ya benzeyen bir cariye
verilecekti. Bu cariye Yûsuf’un nefsini okşayıp onu beraber olmaya razı edince,
gizlice kendi kılığındaki Züleyhâ ile yer değiştirecekti. Plan uygulandı; fakat
Züleyhâ Yûsuf’a kavuşmanın heyecânıyla titreyip, sendeleyip açık verince, Yûsuf
durumu anladı ve plan suya düştü. Dâye ’nin son planı ise şöyleydi: Züleya’nın
iç içe yedi kapıdan girilen bir has odası vardı. Bu odanın duvarlarına Yûsuf
ile Züleyhâ ’nın vuslat hallerini gösteren renk renk resimlerini çizdirdi.
Sonra Yûsuf’u alıp bu has odaya götürdü. Girdikleri her kapıyı arkasından
kilitledi. Yûsuf’a bu sûretleri gösterdi. Yûsuf’un nefsi bir ara ona meyletti;
fakat hemen hatasını fark etti ve Allah’a dönüp tövbe etti. Züleyhâ bu sefer
bir buhran içerisinde hançerle kendini öldürmeye kalkıştı. Eğer o intihar
ederse katili Yûsuf sanılacaktı. Yûsuf cân korkusuyla, muradını kabul ettiğini
söyleyerek onu intihardan vazgeçirdi. Züleyhâ aldığı söz üzere ona yaklaşırken,
o da Züleyhâ’ya teslim olmak üzereyken duvarda babasının hayâlini gördü. Babası
Yakup büyük bir öfkeyle duvardan ona bakıyordu. Yûsuf hemen kendine geldi ve
kalkıp kaçmaya başladı. Bu arada kilitli bütün kapılar kendiliğinden
açılıyordu. Züleyhâ da yakalamak için arkasından koşuyordu. Yûsuf kapıya
varmadan Züleyhâ hamle yapıp arkadan gömleğini tuttu; fakat Yûsuf hızla kaçınca
gömlek arkadan yırtılıp Züleyhâ ’nın elinde kaldı. işte tam bu sırada
karşılarına Aziz çıktı. Yûsuf olayı gizlemek istedi; fakat Züleyhâ uzaktan
bakıp Aziz’le aralarının iyi olduğunu görünce sırrı ifşa ettiğini düşünerek
üste çıkmak için bağırıp feryat etmeye başladı. Aziz, Yûsuf’u ihanetle suçlayıp
hapse attırmaya karar vermişken, orada bulunan akıllı bir genç gömleğin arkadan
yırtıldığına bakarak Züleyhâ’nın suçlu olduğuna hükmetti. Aziz de bunu makul
buldu. Züleyhâ ’yı azarlayıp uyardı. Yûsuf’a da sırrı saklamasını emretti.
Yûsuf saklasa da haber şehirde
yayıldı. Mısır sarâyının kadınları Züleyhâ ’yı kınayıp ayıpladılar. Züleyhâ da
onlara etkili bir cevap vermek için bir plan hazırladı. Sarâyın seçkin
kadınlarını yemeğe davet etti. Onları izzet ve ikram ile ağırlayıp, yedirip
içirdikten sonra önlerine meyveler ve bıçaklar koydu. Onlar tam meyveleri
soyarken Yûsuf’u karşılarına çıkardı. Mısır kadınları Yûsuf’un güzelliğinin
şaşkınlığıyla ellerini kestiler ve Züleyhâ onlara ağızlarının payını verme
fırsatı bulmuş oldu. Kadınlar Züleyhâ’ya hak verdiler ve ona ram olması için
Yûsuf’a tavsiyelerde bulundular; fakat Yûsuf onların istediğini yapmaktansa
zindana girmeyi tercih edeceğini ifade etti. Bu arada Züleyhâ kocasından yetki
alarak asilikte ısrar ederse onu sokak sokak dolaştırıp rüsva etmekle tehdit
ettiyse de Yûsuf doğru bildiğinden dönmedi. En sonunda Züleyhâ aşkının
ihtirasıyla öfkeye kapıldı ve Yûsuf’u cezalandırmaya karar verdi. Yûsuf’u eski
kıyafetler içinde ve eşek üzerinde dolaştıran bir münadi[1], onun
efendisine ihanet ettiğini ilan ediyordu. Bu şekilde onu zindana attılar.
Yûsuf zindana girdikten sonra
Züleyhâ büyük bir yalnızlık ve pişmanlık hissetmeye başladı. Bu hale ancak üç
gün dayanabildi ve üç gün sonra Yûsuf’a emrine uyması şartıyla hapisten
çıkarmayı teklif etmesi için Dâye ’sini gönderdi; fakat Yûsuf sitem ve öfkeyle
bunu reddetti. Yine bir zaman geçti ve Züleyhâ’nın huzursuzluğu iyice arttı. Bu
sefer onu zindandan çıkarıp tekrar sarâya almak için Aziz’den müsaade aradı.
Yûsuf’un artık uslanmış olacağını ileri sürdü; fakat Aziz belki Züleyhâ’da
içten içe kaynayan ihtirası sezdiği için Yûsuf bahsinin artık ebediyen
kapandığını bildirerek onu susturdu; fakat Züleyhâ Yûsuf’un zindanda bulunduğu
yıllar boyu derin bir hasret, nedamet ve yalnızlık hissetti. Hep ve her yerde
Yûsuf’u aradı. Yûsuf zindana girince oradaki insanlarla ilgilendi, onların
derdini dinledi, onlara teselli ve nasihat verdi. Din yolunu ve hakikatini
anlattı. Onlar da severek kabul ettiler. Ona hürmet ve hayranlıkla bağlandılar.
Zindan arkadaşlarının dertlerine Tanrıdan şifa diler, rüyalarını tabir ederdi.
Zindanda iki genç vardı. Bunlar bir gece rüya gördüler. Rüyalarının tabirini
Yûsuf’tan istediklerinde o, bunlardan birinin sultana saki olacağını, diğerinin
ise idam olacağını haber verdi. Yûsuf talihle müjdelediği arkadaşından sultanın
yanına çıktığında ona durumunu arz etmesini söyledi; fakat bu şâhıs rüyadaki
hakikat üzere zindandan çıkıp sultana hizmetçi olduğu halde, şeytan ona
Yûsuf’un ricasını unutturdu.
Aradan yıllar geçti ve bir gece Mısır
sultanı bir rüya gördü. Rüyasında yedi zayıf inek yedi semiz ineği yiyordu.
Yine yedi kuru başak, yedi yeşil başağa sarılarak onları kurutuyordu. Sultan;
Mısır ve Şam’ın tabircilerini toplayarak rüyasını yorumlamalarını istedi; fakat
onlar bunun karmaşık şeyler olduğunu söylediler. Sultan tatmin olmadı. O sırada
sultanın zindandan çıkan hizmetçisi Yûsuf’u ve onun rüya tabirini hatırladı.
Sultana ondan bahsetti. Gidip rüyayı tabirletmek için izin istedi. Sultan da
onu gönderdi. Bu adam zindana gitti ve Yûsuf’tan rüyanın tabirini istedi. Yûsuf
rüyayı şöyle tabir etti: Yedi semiz inek ile yedi yaş başak yedi yıl
verimliliğe işarettir. Yedi zayıf inek ve yedi kuru başak ise bu yedi yıldan
sonra gelecek yedi yıllık kuraklığa delalet etmektedir. Sultanın hizmetçisi
gidip bu tabiri sultana arz etti. Sultan hizmetçisini Yûsuf’u zindandan çıkarıp
getirmesi için gönderdi; fakat Yûsuf bunu kabul etmedi. Zindana girmesine sebep
olan töhmetten tamamen kurtulduktan sonra çıkmak istiyordu. Elçiye dedi ki
sultana söyle lütfedip o kadınlara sorsun. Ben meclislerine girince neden
ellerini kestiler. Sonra neden bir olup bana iftira attılar.
Sultan da aynen böyle yaptı ve
kadınları toplayıp onlara olayın içyüzünü sordu. Kadınlar ‘asla biz ondan bir
kötülük görmedik’ dediler. Azizin karısı da işin gerçeğini itiraf etti. Haber
Yûsuf’a ulaştırıldı O da zindandan çıkıp Mısır sarâyına geldi. Sultan onu izzet
ve iltifatla karşıladı. Yûsuf rüyanın tabirini tekrar söyledi. Sultan bu
verimli ve kurak yıllar için tedbir sordu. Yûsuf da yedi verimli yılda her
tarafın ekilmesini ve devşirilen tahılların az miktarıyla kanaat edilip
gerisinin başak üzerindeyken depolarda saklanmasını öngördü; fakat bu iş için
dirayetli ve emin bir sorumlu gerektiğini ve kendisinin buna talip olduğunu söyledi.
Sultan da onu bütün yetkilerle donatıp, Kıtfır ’in yerine vezir yaptı.
Kıtfir’in bir zamandır zaten sultanla arası açıktı. Bu haberi duyunca kahrından
öldü. Züleyhâ da büyük bir ıstırap, yokluk ve yalnızlık içinde yaşıyordu.
Sultan bunu fark etti ve Züleyhâ’yı Yûsuf’a nikâhladı. Yûsuf Züleyhâ’yı bakire
buldu. Bu şekilde onlar muradına ermiş oldu.
Yûsuf ülkeyi
büyük bir adalet ve dirayet ile idare etmeye başladı. Öngördüğü tedbir üzere
yedi yıl her tarafı ekin ektirdi ve düzenli, dikkatli biçimde bu ekinleri hasat
ettirip depolara koydurdu. Yedi yıl sonra bütün ülkeyi kasıp kavuran bir
kuraklık başladı. insanlar varını yoğunu satıp sarây depolarından tahıl
alıyordu. Aynı kuraklık Yakup ve oğullarının yaşadığı Kenan ilini de vurmuştu.
Hazret-i Yakup’un oğulları Mısır Azizi ’nin namını, adalet ve keremini
duymuşlardı. Gidip Mısır’dan tahıl getirmek için babalarından izin ve para
aldılar ve Mısra doğru hareket ettiler. Mısra ve Aziz’in sarâyına vardılar.
Yûsuf’un huzuruna çıktılar. Yûsuf onları tanıdı; ama tanıdığını belli etmedi.
Kardeşler Yûsuf’u tanıyamamıştı. Yûsuf tanımıyor görünüp sordu soruşturdu.
Onlar da anlattılar. Babasının ve kardeşi Bünyamin’in sağ ve esenlikte olduğu
öğrendi ve sevindi. Verdiği tahıldan bir pay da Bünyamin’e koydu. Öbür sefere onu
da getirmezlerse artık erzak vermeyeceğini söyledi ve onun gelmesine rehin
olarak kardeşlerden Şem’un’u (Şimeon) alıkoydu. Ayrıca bedel olarak verdikleri
parayı da gizlice yüklerinin arasına koydurdu. Kardeşler Kenan’a vardılar ve
babalarına Aziz’in kerem ve iyiliğinden bahsettiler. Öbür sefere Bünyamin’i de
istediğini, onun için Şem’un’u alıkoyduğunu, Bünyamin götürülmediği takdirde
artık tahıl vermeyeceğini söylediler ve tekrar gitmek için izin istediler.
Hazret-i Yakûb, Yûsuf olayından sonra Bünyamin’i bırakmak istemiyordu. Bunun
için hepsinden doğruluklarına dair yemin aldı. Koydukları para da yüklerinin
içinden çıkınca, Bünyamin’i de alarak tekrar sefere çıkmalarına izin verdi.
Tekrar Mısır’a ve sarâya
vardılar. Yûsuf kardeşlerin haberi olmaksızın Bünyamin ile tanıştı, hasret
giderdi. Bünyamin’in onun yanında kalması için şöyle bir yol bulundu: Aziz ’in
tahıl ölçek kabı gizlice Bünyamin’in tahıl yükünün içine konacak ve o ülke
yasalarınca malı çalınan konumundaki Aziz, hırsız konumundaki Bünyamin’i alıkoyabilecekti.
Bu şekilde yapıldı ve Bünyamin alıkondu. Kardeşler yalvardılarsa da işe
yaramadı. Bunun üzerine Şem’un da Bünyamin’le beraber kaldı. Diğer kardeşler
Kenan’a hareket ettiler. Hazret-i Yakup onların anlattıklarından şüphe etti;
fakat yine de sabır ve tevekkül etti. Bu sefer rikkat dolu bir mektup yazarak
kardeşlerle Mısır’a Aziz’e yolladı. Kardeşler Mısır’a vardı ve Yûsuf’un
huzuruna çıkıp mektubu ilettiler. Ondan iyilik beklediklerini söylediler. Yûsuf
ise onların kendilerinin Yûsuf’a ve kardeşine iyilik yapmadıklarını söyledi.
Bunun üzerine onun Yûsuf olduğunu anladılar. Kardeşler Yûsuf’tan af dilediler.
O da onları affetti. Onlara gömleğini verip, bununla Kenan’a dönmelerini ve
bunu babalarının yüzüne bırakmalarını, bu takdirde Yakup’un ağlamaktan kör olan
gözlerinin açılacağını söyledi. Ayrıca babalarını ve neleri varsa alıp Mısır’a
gelmelerini istedi.
Aynen Yûsuf’un dediği gibi
gittiler ve daha onlar yoldayken Yakup gömleğin kokusunu aldı. Yanındakilere
bunu söylediğinde onlar bunu, bunamış olmasına bağladılar. Biraz sonra müjdeci,
müjdeyi iletti. Yakup, Yûsuf’un gömleğini gözlerine sürünce gözleri açıldı.
Bilahare Yûsuf’un dediği üzere hep beraber ve her şeylerini alarak Mısır’a
taşındılar. Yûsuf ve sultan Reyyân bunları halkın ve askerin katıldığı büyük
bir şölenle karşıladı. Daha sonra Aziz’in makamına gittiler. Orada Yûsuf
ebeveynini tahtına çıkardı. Sonra baba, anne ve kardeşler Yûsuf için secde
ettiler. Yûsuf o zaman, yıllar önce gördüğü rüyanın tevilinin bu olduğunu
söyledi. Bu şekilde Yûsuf ve ailesi kavuştu ve Mısır da yaşamaya devam
ettiler.”[2]
Kaynak: Sabahattin DERMAN, Mesnevilerde Şehzadelerin
Resmi Görüp Âşık Olma
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar