Kenzü’l Havâs Kitabındaki Dua Ve Büyü Motifleri
Seyyid Süleyman El-Hüseynî’nin Kenzü’l Havâs Kitabındaki Dua Ve Büyü Motifleri
Hazırlayan: Azize UYGUN
Tarih
öncesi dönemin ilk mağara resimlerinde görülen av ve verimlilik büyüsel
ifadeleri Eski Mezopotamya’da, Babil’de yazının keşfiyle birlikte formüllere
dökülmeye başlandığı görülüyor. Yazıdan sonra sayıların bulunmasıyla formüller
sayılarla da güçlendiriliyor. Yakılan tütsülerle/kokularla da tanrılar
isteklere göre yönlendirilmeye, hatta istekleri yerine getirmeye zorlanmaya
çalışılıyor.
Günümüzde
ise bu formüllerin benzerleri, havâs ilmiyle uğraşan kimselerin yazdığı, geliştirdiği,
çoğu kez birbirinden alıntılanmış veya birbirinin benzeri olan büyü kitapları
diyebileceğimiz ve dünyanın hemen her yerinde bulunan kitaplarda yer almakta ve
insanların ihtiyaçlarını gidermek amacına hizmet etmektedir. Ülkemizde
özellikle Arap alfabesini bilmeyen ve bundan dolayı Kur’an’a saygı duyan
insanlar tarafından formüllerde okunma şartı olarak yer verilen duanın/metnin,
ayetin, esmanın veya dini kelime ve cümlelerin yer alması kitaplardaki büyü
formüllerinin gözardı edilmesine ve Kur’an’a gösterilen hürmetin benzerinin bu
kitaplara da gösterilmesine sebep olmakta hatta bazıları tarafından bu
kitaplara abdestsiz dokunulmayacağına inanılmaktadır.
İçerisinde
açık bir şekilde büyü formülleri olduğu görülen bu kitapların özellikle “havâs
ve gizli ilimler” kitapları altında sunularak, halk arasında rağbet görmesi ve
bu kitapların çoğu insanlar tarafından normal dua kitapları olarak görülmesi,
hatta bazıları tarafından günlük olarak okunması ve bu alanda bilimsel
çalışmaların bulunmaması gibi sebepler bizi bu tür bir çalışmayı yapmaya
zorlamıştır. Fakat havâs alanında yazılmış yüzlerce kitabın varlığı dikkate
alındığı zaman, tez konumuzun sınırlandırılmasını gereği ortaya çıkmıştır.
Bundan dolayı özellikle günümüzde bu alana ilgi duyanların arasında yaygın
olarak kullanılan Seyyid Süleyman el-Hüseynî’nin Kenzü’l-Havâs ve Keyfıyet-ı
Celb ve Teshir isimli kitabını araştırmayı uygun bulduk. Kenzü’l-Havâs çoğu
büyü formüllerine açık örnek teşkil etmekte, neredeyse tamamı büyü
formüllerinden oluşan, dini unsurların ve büyüsel unsurların içiçe girdiği
örnekler çalışmalarımızı kolaylaştırmaktadır.
1.
Kitabın Müellifi Seyyid Süleyman el-Hüseynî
“Kenzü’l-Havâs ve Keyfıyet-i Celb ve
Teshir” kitabının yazarı ve tam adı Seyyid Süleyman el-Hüseynî olan,
el-Hüseynî’nin tam olarak hangi tarihlerde yaşadığına dair kesin bir bilgiye
rastlamak zor olmasına rağmen, Kenzü’l-Havâs’ın “Giriş” kısmında el-Hüseynî
bilgi verirken ondokuzuncu yüzyıldan önceki yüzyıllarda ruhun bekası ve süflî
âlemde etkisi kabul edilmiş fakat ondokuzuncu yüzyıla gelindiği zaman bu inanış
reddedilmiştir. Neyseki bu dönemden sonraki dönemde Kenzü’l-Havâs’la birlikte
ruhlarla haberleşildiği bir zamana ulaşılmıştır” şeklinde söz ederek kendisinin
yirminci yüzyıllar içerisinde yaşadığının ipucunu vermektedir.
Tam ismi “Kenzü’l-Havâs
ve Keyfıyet-i Celb ve Teshir” olan (Gizli İlimler Hazinesi, Kalplerin Keşfi
ve Celbi) olarak da çevrilen kitabın meşhur isimleri Kenzü’l- Havâs[1] [2]
ve “Gizli İlimler Hazinesi” olarak bilinmektedir. Günümüzde yaygın
olarak okunan nüshaları ise çevirileridir ve bilinen iki adet çevirisi
bulunmaktadır. Kenzü’l- Havâs, Gizli İlimler Hazinesi isminde Nebil Fazıl Alsan
tarafından tercümesi yapılan, İstanbul’da Sağlam Yayınevi tarafından, basım tarihi
verilmese de son dönemlerde basıldığı belli olan bir tercüme ile; Mustafa Varlı
tarafından sadeleştirilmesi yapılan ve Havâsu’l-Kur’an ve Kenzü’l-Havâs isimli
İstanbul, Esma Yayınları ve Demir Yayınevi tarafından basılmış bir tercümesi
daha bulunmaktadır.
Kitabımızın
ismini oluşturan kelimelerden “Kenz” kelimesi, bir kaptan
toplanılan ve aynı zamanda gömülmüş mal (hazine) için kullanılmıştır. Çoğulu
ise jj^ “künûz” kelimesidir.[3]
Osmanlıca’da da aynı şekilde yer altında saklı değerli eşyalara kenz
denilmiştir.[4] o’lj* “Havâs” ise
Türkçede “nitelikler, özellikler ve kendilerini halktan ayrı ve üstün sayan,
kendilerinde bir çeşit ayrıcalık gören (kimseler), avâm karşıtı;[5] Osmanlıca’da ise hâss ve
hâssanın çoğulu olup hassalar, keyfiyetler, muhterem, saygın olanlar gibi
anlamlara gelmektedir. Ayrıca bazı manevi tesirler için okunan dualar anlamına
gelmekte ve Ehl’i-Havâs, büyücüler olarak anlamlandırılmaktadır.[6] Kenzü’l-Havâs’ta
Ehl’i-Havâs şeklinde ifadeler çokça kullanılmıştır.[7]
Havâs uygulamalarının bir ilme dönüşmesi ve büyünün İslâm toplumlarında pratiğe
dökülmesi sonucu ortaya çıkan uygulamaları ifade etmek amacıyla da İlm-i Havâs
kullanılmıştır.
Havâs
ilminin konusunu ruhlar, melekler, cinler âlemindeki gizlilikler, sırlar ve
sihirler bunların yanında adların, kutsal sözlerin, harflerin, sayıların,
burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin ve hayvanların canlı ve cansız
nesneler üzerindeki etkisini bulma ve hastalıkları iyileştirme için okunan
dualar oluşturmuştur.[8]
Eserin
yazma bir nüshasının bulunmamasından dolayı çalışmamızda en eski basım tarihine
sahip olan “Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Kenzü’l-Havâs ve Keyfıyet-i Celb ve
Teshir, Cemiyet Kütübhanesi, İstanbul 1332” künyeli, dili Osmanlıca olan 4
ciltlik eseri kullanmayı esas aldık.
El-Hüseynî
kitabını, ayetlerden ve Esmâü’l-Hüsnâ’ların havâslarından faydalanarak duygusal
istekleri gerçekleştirme, bir kimsenin sevgisini kazanma, insanları aydınlatma,
ruh ve cinleri çağırma ve onlarla konuşma, dünya idaresi, ticareti çoğaltma,
menfaat, hastalıkları iyileştirme, hisleri iptal etme, gizli sırları aşikar
etme gibi amaçlarla yazdığını ifade etmektedir.[9]
Kenzü’l-Havâs’ın
I. cildinde besmelenin havâssı, Allah’ın esmalarının havâssı, vefkler, salat ve
selamın ve bazı ayetlerin havâssına ism-i azam, sûre ve duaların havâslarına ve
gezegenlerin, burçların vakitleri ve menzillerine yer verilmektedir. Ayrıca
kitabın başında zaman dilimleri ve sırlarından bahsedilmektedir. İçlerinden
kısa bir bilgi verilen gezegenler, burçlar ve zamanlar hariç diğer konular
hakkında sadece örneklere yer verilmiş ve açıklamalara yer verilmemiştir. Kitap
Allah’a ve Peygambere övgülerde bulunarak başlamaktadır.[10]
I.
cilt ise birtakım sûre ve
ayetlerin havâssına ve ihtiyaca yönelik örneklere ayrılmıştır.
II.
ciltte bazı sûrelerin
azimetleri, riyâzetleri, hizbleri, günlerin virdleri, Esmâü'l-Hüsnâ’ların
duasına yer verilmiş ve esmaları okumanın şartları ve ebced çeşitleri ile
ilgili kısa bir bilgi verilmiştir.
III.
cildin ise neredeyse tamamı
pratiklere ve çeşitli havâslara ayrılmıştır. Son yirmi sayfada ise “Çeşitli
Bilgiler” adı altında kulak çınlaması, seğirmeler/ihtilacnameler, galip ve
mağlupluğun, hastalığın bilinmesi usûllerine, kıyafetnemeye, burçlar ve
yıldızlar hakkında kısa açıklamalara yer verilmiştir.
El-Hüseynî
kitapta çok fazla açıklamalara yer vermeden kitabın sadece ilk sayfalarında yer
alan uğurlu ve uğursuz günlerle ilgili bilgilerin yanında ebcedle ilgili
yaklaşık iki sayfalık bir bilgi ve kitabın sonunda çeşitli bilgiler kısmında
yer alan kulak çınlaması, bir yerin seğrimesi (ihtilacname), yıldızlar ve
burçlar hakkında kısa açıklamalar ve kıyafetname hakkında verilen çok kısa
bilgiler ve bir de bazı örneklerde tembih adı altında yapmış olduğu ve tekrar
niteliğinde olan, formülü haketmeyene yapmanın günah olduğunu söylediği birkaç
uyarı ve her cildin başında yer alan kısa mukaddimelerin dışında her hangi bir
açıklama ve bilgi verilmemekte ve kitabın geri kalan kısmı tamamen
el-Hüseynî’nin ihtiyaçlara cevap vereceğini umduğu örneklerden
oluşturulmaktadır.
Kenzü’l-Havâs’ın
bir tercümesinde kitabın evliya, büyük şeyh ve din bilginleri tarafından birçok
defa tecrübe edilmiş havâsların bir araya toplanmasından meydana geldiğinden
bahsedilmektedir.[11]
Kenzü’l-Havâs
kitabı için her ne kadar Şemsü’l-Maârif adlı kitabın tercümesidir,[12] ifadesi kullanılsa da, kitap
el-Hüseynî’nin kendisinin de dile getirdiği gibi birçok havâs kitabından
toplanmıştır. Genellikle büyücülerin kendi tecrübelerini paylaştıkları el
yazması büyü kitaplarından da yararlandığı şüphesizdir. Kenzü’l-Havâs ve daha
birçok Havâs kitabının yazarı olarak görülen Seyyid Süleyman el Hüseynî’nin
kendisine ait bir kitabı olmadığı, sadece eski uygulamaları ve bilgileri bir
araya toplayıp, kitap hâline getirerek kendi adı ile yayınladığı görülmektedir.
Kenzü’l- Havâs’ın farklı yıllardaki basımları birbiriyle kıyaslandığı zaman
kitaplarda yazım hatalarının olduğu da görülmektedir.
Müellifin
yararlandığını ifade ettiği bazı kitap ve isimler ise şöyledir: Ebu Abdullah El
Kâfi,[13] Şeyh Zeyneddin Kâfi,[14] Ebu Abdullah Muhammed b. Yusuf
el Sunûsi’nin kitapları “Mücerrebât-ı Sunûsi”[15]
ve “Havâsı Celile”, Şeyh Sunûsi’nin kitabı “Havâs-ı Şetta”,[16]
Şeyh Mehmet el Sunûsi’nin “Mücerrebat’ı”,[17]
Şeyh Ahmed ed- Deyrebi’nin “Feth-ül Melik-ül Mecîd’i”,[18]
İbn-i Seb’in kitabı “Kenzül Mukarrabin”,[19]
İmam Ahmed el Beveni veya Bûni’nin “Şemsül Maârifil Kübra” kitabı,[20] İmam Dirbi,[21] Şeyh Seyyid Hasan
el Şazeli[22], Şeyh Abdullah bin Hüseyin bin
Mansur, Şeyh Biyumi’nin “Hizbi Şerifi”, Ebu Abdullah et Tarayfi,[23] İmam Gazzali’nin “İhyâ'u
Ulûm'id-Din”[24] ve Fütûhu’l-Kur’an” kitapları,[25] Ebul Kasım el-Kuşeyrî‘nin "Adabü'l- Fı-kıh’ı",[26] Süleyman bin Mekâtil,[27] Abdullah bin Selâm,[28] İmam Cafer-i Sadık’ın ceddi olduğu söylenilen Ali İbni Ebi Talib,[29] Şeyh Abdullah İbni Ebi Zeyd el Kırvani,[30] İmam Yafi, Hasan Basri,[31] Ebi Abbas el Hârisi,[32] Zünnûn-i Mısri[33] Şeyh Feridüddini Velî[34] Erzurumlu İbrahim Hakkı “(Seğrime) İhtilacnâmesi”[35] kitapta yer alan ve Hüseynî’nin faydalandığını söylediği isimler
ve kitapları arasındadır. El-Hüseynî yararlandığını söylediği isimlerin
bazılarının kitaplarının isimlerine yer vermemiştir.
3.
El-Hüseynî’ye İsnad Edilen Kitaplar
Seyyid
Süleyman el-Hüseynî’ye atfedilen ve ulaşabildiğimiz 16 adet eseri
bulunmaktadır. Bu kitaplardan üzerinde çalıştığımız “Kenzü’l-Havâs ve
Keyfıyet-i Celb ve Teshir” isimli kitabın basımı 1332/1916 olup bu kitap
bizim tezimizde kullandığımız ve ulaşabildiğimiz en eski nüshasıdır. Aynı
eserin 1340/1924 yılında da basımları yapılmıştır. Kitabı neşreden, İstanbul
Cemiyet Kütüphanesi’dir ve bu basımlarının dışında 1928’den sonra bu
basımlardan yapılmış üç kaçak basımının da var olduğundan bahsedilmektedir.
Kitap dört ciltten oluşmakta olup 1. Cilt 231 sayfa, 2. cilt 237, 3. cilt 238
ve 4. cilt 240 sayfa ve toplamda 946 sayfadan ibarettir. 1. cildin İstanbul
Tevsi-i Tıbaat Matbaası ve İstanbul Necm-i İstikbal Matbaası ve İstanbul Kader
Matbaası’nda basımları bulunmasına rağmen, kalan diğer üç cilt İstanbul Necm-i
İstikbal Matbaası’nda basılmıştır.
El-Hüseynî,
Kenzü'l-Havâs’ı yazarken, Arapça yazılmış olan İmam Ahmed bin Ali El-Bûni'nin
(Öl. 622/1225), "Şemsü'l-Maârifü'l-Kübrâ"[36] isimli kitabından
alıntılar yaptığını söylemektedir. O kadar fazla alıntı yapmıştır ki bunlar
insanlara Kenzü’l- Havâs’ın, Şemsü’l-Maârifin sadeleştirilmiş kopyası olduğunu
akla getirmektedir. Her iki kitabın da tercümesi yapılarak el altından
satıldığı ve baskılarının son derece kalitesiz ve çoğunun da fotokopi yoluyla
çoğaltıldığı ve korsan yollarla dağıtıldığı halde, halen bu kitapların
"yok" satıldığı söylenmektedir. Türkiye’de yazılan bu tür kitaplar
birbirinin kopyası olmasının yanısıra ilk kaynak olarak gösterilen Ahmed bin
Ali el-Bûni’nin Şemsül Maârif adlı kitabında, Kenzü’l-Havâs’tan farklı olarak
bir de remil bölümü bulunmaktadır.
Kopya
edilen kısımların bazı yerlerinde kopyalama sırasında Kenzü’l-Havâs yazarından
kaynaklanmış olabilecek hataların yapıldığı da göze çarpmaktadır.[37]
Kenzü’l-Havâs’tan
önce 1331/1915 tarihli olan “Türkçe Tavâli-i Mülük” isimli kitap,
İstanbul Hürriyet Matbaası’nda basılmış olup 32 sayfadan ibarettir. Bu eser
ulaşabildiğimiz kitaplar arasında el-Hüseynî’ye atfedilen en eski basıma sahip
olan kitaptır.
Diğer bir
kitap ise Kenzü’l-Havâs’la aynı yıllarda basılmış olan “Yadigârı Hüseynî
(Pek Kolay Keşfi Ahval)”dir. Kitap, Saday-ı Millet Matbaası’nda 1332/1916
yılında basılmıştır.[38] Bir yıl sonrasına ait olan
benzer isimdeki “Vasiyetname-i Hüseynî” isimli kitap ise Çavuşoğlu Matbaası’nda
1333/1917 yılında basılmış olup Yadigârı Hüseynî’den farklıdır. Kitabın iç
kapağında “Tali’i Sâl, Kenzü’l-Havâs, Yadigârı Hüseynî’nin sahibi, cifr ve
remil mütehassısı Seyyid Süleyman el-Hüseynî” yazmaktadır. Kitabı özellikle
gençler için yazdığına dair ilk sayfada not düşmüştür.[39]
“Tali’i
Sâl Tebşiri istikbal” isimli kitap Çavuşoğlu Matbaası’nda, İstanbul
1333/1917’de basılmıştır. Aynı kitabın 1338/1922 tarihli basımı da bulunmakta
ve 16 sayfadan ibaret olduğu söylenmektedir.[40]
Ayrıca Takvimi Hüseynî isimli başka bir kitabının son sayfasında yazar ve
yazarın eserlerinin tanıtıldığı kısımda Tali’i Sâl Tebşiri İstikbal isimli
kitaptan bahsedilmektedir. Tali’i Sâl’ın basım tarihi ise 1333 olarak
geçmektedir. Bu durumda elimizde 1332 baskılı Takvimi Hüseynî olmasından dolayı
Tali’i Sâl Tebşiri İstikbal adlı kitabının 1332 veya öncesine ait bir basımının
olduğu da anlaşılmaktadır.[41]
1333/1917
tarihli diğer kitapları ise “Kolay Remiller” isimli kitabıdır. Çavuşoğlu
Matbaası’nda ve İstanbul’da basılmıştır. “Tesbih Falı” isimli kitabının
yanında, çevirisini yapmış olduğu “Falnâme-i Caferi” isimli kitapların
İstanbul Kader Matbaası basımları da yer almaktadır.[42]
[43]
El-Hüseynî’nin
1333 yılı basımlı eserlerinden sonra basılan ilk eserinin 1339 tarihli olup
arada beş yıl olduğu görülmektedir. “Yıldızname-i Hüseynî” ve “Kenzü
’l- Menam” isimli kitaplar İstanbul’da 1339-1341/1923-1925 tarihleri
arasında ve Necm-i İstikbal Matbaası tarafından basılmıştır. “Kenzü’l-Menam”
rüya ve rüya tabirleri 42 üzerine
yazılmış olup bir ciltte beş kitap toplanmıştır ve 1048 sayfadan oluşmaktadır.
Diğer bir
kitap ise “Benden Sor” isimli olup, Matbaa-i Ahmed Kâmil’de, İstanbul’da
basılmıştır. Bir diğeri de “Tefeü’lname-i Hüseynî”dir ve İstanbul’da ve
Kütüphane-i Sudi tarafından basılmıştır. Kitap 112 sayfadan oluşmakta ve
tefe’ül usûllerine yer vermektedir.[44]
“Ramazanı
Şerife Mahsus Takvimi Hüseynî” isimli kitap hakkında ki İstanbul
1311/1913’de Resimli Kitap Matbaası’nda basıldığına dair bilgiye rağmen
elimizde 1331 tarihli nüshası bulunmaktadır.
Kitabın
başında ve sonlarında farklı kitap tanıtımlarına ve diş hekimi, lokantalar,
mağazalar, dükkânlar, hamam, fabrika tanıtım reklamlarına yer verilmektedir.
Kitapta 22 Temmuz 1329 yılının Ramazan’ı için, Ramazan Ayı’nın her gününe özel
günlük tâli, günlük bir hadis ve günlük bir yemek listesi bulunmaktadır.[45]
“Nuru’l-Beyan,
Kuran-ı Kerim Tercümesi ve Tefsiri” isimli ve tamamlanmamış olduğu
anlaşılan, Amidi Matbaası basımlı ve İstanbul 1340-1342/1924 tarihli kitap ise
176 sayfa olup, arka kapağında haftada iki cüz olarak çıktığı ifade
edilmektedir. Kitapta zamanın Diyanet İşleri Başkanı’nın bu tefsir kitabının
kısa ismi olan Nuru’l-Beyan’ı eleştiren “Beyan-ı Hakikat” isimli makalesine 5
sayfalık bir cevap da yer almaktadır. Verilen cevaptan anlaşıldığına göre bazı
kimseler söz konusu kitabın tercüme olmadığı konusunda itirazda bulunmuşlar ve
bunlara el-Hüseynî cevap olarak Kur’an’ın tercümesinin yapılamayacağı, yapılanın
da ancak tercüme-i tefsir olabileceğini söylemiş ve yöneltilen eleştirileri
cevaplamaya çalışmıştır.[46]
Necm-i
İstikbal Matbaası’nda İstanbul 1341/1925’te basılmış olan “Mirat-ı Tali’ isimli
kitapsa el-Hüseynî’ye atfedilen başka bir kitaptır.[47]
[48]
“Kenzü’l-Esrar
fi’l-Havâs-ı ve’l-Ezkâr” isimli kitap Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul
1344/1928 yılında basılmıştır. El-Hüseynî bu kitabında Kenzü’l-Havâs kitabında
yer almayan pek çok muhtevaya yer verdiğini söylemektedir. Konular açısından da
Kenzü’l-Havâs’a benzemekle birlikte 143 sayfalık hacme sahip bir 47
kitaptır.
El-Hüseynî
kitaplarını dönemin dili olan Osmanlıca’yla yazmıştır. Kenzü’l- Havâs’ın bazı
kısımlarını yazarken kullandığı alıntılarda hatalar olmaması açısından bu
eserlerin orijinal dili olan Arapça’dan kendisinin tercüme ettiğini
belirtilerek[49] kendisinin Arapça
bildiğini de ifade etmiş olmaktadır.
Bu işle
uğraşanlar tarafından büyü üzerine çeşitli eserler yazılmış ve sonraki dönem
araştırmacıları tarafından kendinden önceki yazılanların ve uygulamaların
üzerlerine kendi tecrübeleri eklenmiştir.[50]
Bu tür kitaplarda büyü ile pek çok şeyin yapılabileceği kaydedilmektedir.
El-Hüseynî’nin
kitaplarının dışında havâs ve büyü konusunda Osmanlıca, Farsça, Arapça, Türkçe
ve başka dillerde yazılmış yüzlerce kitap ve bu kitapların içerisinde yüzlerce
konu bulunmaktadır. Havâs kitapları olarak geçen bu tür kitaplar Türkçe havâs
kitapları, Osmanlıca havâs kitapları elyazması ve matbu olanlar Osmanlıca tıp
ve şifalı bitkiler kitapları, Arapça havâs kitapları elyazması ve matbu olanlar
Arapça tıp ve şifalı bitki kitapları Farsça havâs kitapları şeklinde
yazılmıştır. Eserlerin hepsine değinmenin mümkün olmamasından dolayı
çalışmamızın bu kısmında ülkemizde ve alanında meşhur olan kitapların bazısına
yer vermek daha uygun olacaktır.
Dili Arapça
veya Osmanlıca olup çevirisi yapılmış olan birkaç havâs kitabı şu şekildedir.
Gizli ilimler kitapları arasında yakın dönemde yazılan ve herkesin elinde
dolaşan en meşhur büyücülük kitabı olan “Şemsü’l-Maârifi’l-Kübra” isimli
kitabın İslâmî geleneklerde, yazılmış birçok kitaba kaynaklık ettiği
görülmektedir. Onüçüncü yüzyılda İmam Ahmed el Beveni, yani el-Bûni’nin yazmış
olduğu Şemsü’l-Maârif adlı eser içerisinde kabalisttik harf ve sayı
mistisizmini barındıran ve sık sık kehanet amacıyla kullanılan eserlerin en
ünlüsüdür. Eserin orijinal dili Arapça olmakla birlikte Türkçe çevirileri de
yapılmıştır.[51]
Kur’an’ın
ve hadislerin büyüsel işler için yapmış olduğu açıklamalara rağmen kendisine
bunları konu edinmiş birçok eseri görmek mümkündür. Bunlar arasında onbeşinci
yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olan Uzun Firdevsi olarak bilinen
Firdevsi’nin yazmış olduğu “Davetname” isimli kitabı da yer almaktadır.
Kitap sekiz bölümden oluşmakla birlikte kitapta cin çağırma, fal bakma
usûlleri, bazı tılsımlar, burçlar ve gezegenlerin özellikleri verilmektedir.[52] Kitap Şemsü’l-Maârif isimli
kitaptan alıntılar da içermekte ve çevirileri bulunmaktadır.
İmâm-ı
Yafiî'nin "Kur'ân-ı Kerîm'in Havâs ve Esrârı" adıyla çevrilmiş
olan "Ed- Durru'n-Nazım Fi Havâssu'l-Kur'âni'l-Âzîm" adlı
kitabı da bu alanın en meşhurları arasındadır. Burada verdiğimiz kitapların
hemen hepsinde benzer hatta bazen aynı konulardan bahsedilmektedir.
On üçüncü
yüzyılda Ebubekir el-Cevberî’nin (Ö. 1232) “Kitab el-MuhtarfîKeşf el-Esrâr
ve Hatk el-Estar (Gizleri Açan Kitap)” olarak tercüme edilen kitabında
gözbağcılığa, simyaya yer verilmiştir.[53]
Muhammed
ibn el-Hâcc el-Tilmisâni (Ö. 1336) tarafından yazılmış olan “Şumûs el-Envâr
ve Kunûz el-Esrar”[54]
[55]
isimli kitapta ise azimetler, efsunlar, define bulma, kilitleri açma vb. gibi
konulara yer verilmiştir.
Bunların
dışında yaygın olarak kullanılan ve sıkça ismi duyulan havâs kitabı Ebu
Abdullah Muhyiddin Muhammed b. Ali İbnü’l-Arabi’ye ait olan “Tefe’ülname”dir.54
On dördücü
yüzyılda yaşamış büyük bir İslâm âlimi olarak bilinen İmam-ı Şibli tarafından
yazılan “Cinlerin Esrarı”[56]
isimli kitap ise Arap-İslâm mitolojilerinin aralarına sahih ve mevzu hadislerin
sıkıştırılmasıyla oluşturulmuş bir kitap olarak karşımızda çıkmaktadır.
Dili
Türkçe olan kitaplar arasında ise Mustafa İloğlu'nun derlediği "Gizli
ilimler" isimli kitap yer almakta ve kitap, beş kitaptan oluşmakta, “Kenzü’l-Ulumü’l-
Mahfi” olarak da bilinmekle birlikte, kitabın meşhur olan ismi Gizli
İlimler’dir. Hacim olarak ve içerik bakımından oldukça kapsamlı olan ve dili
Türkçe olan bu kitap diğer havâs kitaplarındaki benzer konulara yer vermiştir.[57]
İsmet Zeki
Eyuboğlu’nun “Aşk Duaları Cinler ve Cinciler”51 isminde
yayınlanan bir tür etnolojik araştırmaymış gibi duran çalışması da Türkçe
olarak yazılmış bir havâs kitabıdır. Bunun dışında Bülent Kısa’nın yazmış
olduğu “Havâsın Derinlikleri I,II”[58] [59] isimli kitapları ve
Mustafa Yiğit’in, “Dualar ve Tılsımlar” kitabı,[60]
[61] [62]
Mustafa Ertuğrul’un, “Dua Hazinesi”6 isimli kitaplar da
Türkçe yazılmış olan ve günümüzde rağbet edilen kitaplar arasında
bulunmaktadır.
Ebu
Abdullah Muhyiddin Muhammed b. Ali, İbnü'l-Arabi’nin, “Saatlerin Hazinesi”
ve “Ilm-i Cifir Şerhi ve Havâssı” isimli kitabları tercüme edilmiş kitaplar
arasındadır.
Osmanlıca
yazılmış havâs kitapları arasında ismi bilinen kitaplar el-Hüseynî’nin
kitapları yanında Muhammed Gayur, “Ziyaretçinizi Biliniz’”6
Muhammed Rıza İbn Ebubekr’in, havâs ilmi üzerine yazılmış kitabı “Usûlü’l-Havâs”[63]
ve astroloji, yıldızlar üzerine yazılmış olan Avanzade Mehmed Süleyman’ın, “Ulum-i
Hafiyeden Ayna ile Keşf-i istikbal, Yıldıznâme”si[64]
ve Cafer es-Sadık ve yine Seyyid Süleyman el-Hüseynî tarafından Osmanlıca
yazılmış Yıldıznâmeler bulunmaktadır.
Feridüddin
Attar tarafından farsça kaleme alınan “Esrarname” isimli kitabın ise “Sırlar
Kitabı” olarak tercümeleri yapılmıştır.
Daha çok
Türkçe ve tercümelerin kullanıldığı havâs kitaplarının yanında Arapça olarak
kaleme alınmış ismi duyulmuş havâs kitaplarından bir kaçı ise Ahmed Musa el-
Zerkavi’nin “Mefatihü’l-Gayb” adlı Kahire baskılı eseri[65] ve bunun yanında Gazzali’nin
Arapça ve Farsça yazılmış “El Evfâk”[66] kitabı ve
Abdü’l-Fettâh es-Seyyid el-Tûhi’nin “Zayirçe et-Tûhi’l-Feleki”[67]
ve “Kudretu’l-Hallak fi’l-Ilmi’l-Evfak” ve “el- Kehânü sihru fiHudûri
’l-Cân” ve de “KitâbüMürşidi ’l-însâni ile Ru’yeti ’l-Cân” isimli
kitapları Arapça olmalarına rağmen meşhur olmamakla birlikte isimlerini duyuran
havâs kitapları arasındadır.
Onuncu
yüzyıl botanikçilerinden İbn Vahşiyye’nin “Kitâbü's-Sümûm” (Zehirler Kitabı)”
isimli kitabı zehirlerle ilgili iki ayrı risalenin bir araya
getirilmesiyle oluşturulmuştur.[68]
Muhyiddin
İbnu’l Arabi tarafından yazılan “el-Kibritü’l-Ahmar” isimli kitap ise
vefklere ve tılsımlara yer verilerek her türlü havâs işleriyle ilgili örneklerin
verildiği Kenzü’l-Havâs’ın benzeri bir kitaptır.[69]
Bunların
dışında Ali Ebu Hayyullahu’l Merzukî’nin “el-Cevâhiru’l-Limâati fi îstihdâri
Mülûkü’l-Cinni fil-Vakti ve’s Sâati”, Abdurrahman b. Muhammed b. Ali b.
Ahmed el-Bistâmi’nin “el-Cefrü’l-Câmi' Ve’n-Nûru’l-Lâmi’” ve Ahmed bin
Ali el Bûni’nin “el-Lü'lü vel-Mercanfi TeshiriMülûki’l-Cân” isimli
kitapları bulunmaktadır.
Havâs
kitaplarıyla ilgili Manfred Ullman’ın hazırladığı Yusuf Özbek’in ise çevirisini
yaptığı İslâm Kültür Tarihinde Maji isimli kitapta daha geniş bir literatür
bulunmaktadır.[70] Eserin basım tarihi 1994
olmasına rağmen Yusuf Özbek havâs alanında yapılmış birçok esere ve kısa
bilgilerine veya bazılarının da isimlerine yer vermiştir.
Havâs
kitaplarının çoğu sanki düzenli bir kitap değil de, çalışma yapmış birisinin
not defterine benzemektedirler. Bu notlar halkın elinde el yazısıyla yazılmış
ve pdf formatında sanki bir kitapmış gibi dolaşmaktadır.[71]
Havâs kitaplarının bir çoğunda asla neyin, nasıl yapıldığını anlatan bir kısım
bulunmaz. Sadece eski uygulamalardan oluşan ve mesela Esmâü’l-Hüsnâ gibi
konularda bol bol Allah’ı övüp, yüceltme sözleri bulunmaktadır. Teknik bilgiye
ise hemen hemen hiç yer verilmemiştir.[72]
5.
Batı’daki Büyüsel Çalışmalar
İslâm
dünyasında büyü üzerinde bilimsel çalışma inceleme ve araştırmalar pek
yapılmamıştır. Mevcut çalışmaların daha çok havas işleriyle uğraşan ve
kendilerini havas alimi olarak gören kimseler tarafından hazırlandığı
görülmektedir. Batı’da ise yüzyıllardan beri bu konu üzerinde araştırmalar
yapılmaktadır.
Onikinci
yüzyıldan önce yazılmış Latin yazarlarca ortaya konan eserlerde bilim, büyü ve
gizemli uğraşlar arasında keskin bir ayrım olmamakla birlikte bu eserler büyü
ve astroloji açısından zengin bir içeriğe sahiptir.[73]
[74] [75]
Tabiatın ve
tabii nesnelerin büyüsel uygulamalarda kullanılması ve bu özelliklerin onlara
yüklenmesi üzerine ilk bilgilerin Helenistik dönemde Mısır’da atıldığı da
söylenmektedir. Bu konuda kaleme alındığı bilinen ilk eser Yunan’lı Mendes’li
Bolos’a ait olan Fusikai Dunameis isimli kitabıdır. Zamanla büyüsel bilgiler
Suriye ve Filistin gibi bölgelere, sonrasında da Sasânî dünyasına ve en sonunda
İslâm kültürüne aktarılmıştır. Araplar, okkült havâs üzerine öyle bir literatür
geliştirmişlerdir 74 ki,
bu literatür Yunan aslını aratmamıştır.
Avrupada
kullanılan astral büyünün temeli ise yaklaşık 1250’den 1750’ye kadar Picatrix
aracılığıyla ve onun pratikleri sayesinde atılmıştır.[76]
“Picatrix’in”
yanında “Zohar” isimli kitaplar Rönesans hümanistlerinin dikkatini en
çok çeken kitaplardır. Picatrix’in Endülüslü matematikçi el-Mecritî’nin “Gayet
el-Hakîm” isimli eserinin onikinci yüzyılda Latince’ye uyarlanmış hali
olduğu söylenmektedir. Daha sonra Picatrix’in başka dillere de çevirisi
yapılmıştır. Eser eski çağların büyü ve astrolojisi üzerine kurulmuştur. Eserin
bazı bölümleri Harran Sabitlerinden Cabir b. Hayyan’ın “Kitab el-Baht”
adlı eserinden, bazı bölümleri de Sabit ibn Kurra’nın “imgeler Üzerine”
isimli eserlerinden izler taşımaktadır. Picatrix, Rönesans gizli bilimcileri
olan Heinrich Cornelius Agrippa gibi isimlere kaynaklık etmiştir. Kitapta
tılsım yapma yöntemleri, yıldız adları, büyü yaparken çağrılması gereken ruhsal
güçler, ruhlara ve nesnelere egemen olma gibi bölümler yer almaktadır. Güneşe
etki edebilmek için verilen usûlde Picatrix’te safran, bal, tarçın, gibi
bitkisel maddeler ve altın, zebercet ve kehribardan yapılmış muskalar tavsiye
edilmiştir.[77]
“Gölgeler
Kitabı” ise büyücülükle ilgili bilgilerin yer aldığı “teoloji kitaplarına
ve sembolizme” dayalı bir kitaptır. Tevrat mistisizminin bir parçası olan
Kabala’ya göre, Sefirot adı verilen 10 adet küre bulunmaktadır ve bu küreler
aracılığıyla ilahi güç yeryüzüne ulaşmaktadır. Onuncu kürenin Tanrı’nın
dişiliğini temsil ettiğini söyleyen ortadaki metin Zohar olarak bilinmektedir.[78] Zohar, Yahudi büyücülüğünün
ondördüncü yüzyılda Avrupa’da popüler olan önemli kitapları arasında yer
almaktadır. Kitapta baştan sona kadar iblisler, melekler, ruhlar, cehennemler
ve şeytanlarla ilgili bilgiler yer almaktadır.[79]
Zohar ilk olarak 1558’de Montua’da İbranice olarak basılmış daha sonra 1684’te
Latince’ye çevrilmiştir.[80]
Batı’da
yazılmış olan benzer türdeki kitaplardan Grimurlar, kendin yap türünde olan
büyücülük dersleri veren metinlerdir. Bununla beraber söz konusu kitaplar alt
düzey büyüyü içermesine rağmen Ritüel büyü yapmak için de kullanılan
kitaplardır. Bu çalışmaların çoğu onaltıncı yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar
uzanan süreçte yazılmışlardır.[81] Ruh çağırmayla ilgili gerekli
olan bütün bilgiler büyücü tarafından Grimurlara aktarılmıştır.
En ünlü
Grimurlardan bazıları “The Sworn Book of Honourius the Magician”, “The
Greater Key of Solomon (Süleyman’ın Büyük Anahtarı) ”, “The Lemegeton (or
Little Key) ”, “Calvicle”, “Yüce Honorius’un Grimur’u veya Ruhlar Kitabı”,
“Heptameron”," “Almadel”, “Büyücü Rudolp’un Pansofisi”, “Büyücü
Abra-Melin’in Kutsal Büyü Kitabı”, “Kara Tavuk ve Kırmızı Ejderha”dır. Bu
kitaplara sahipleri tarafından şifreli eklemeler yapılmış ve âvamın formüllere
ulaşması önlenmeye çalışılmıştır.[82] Onun en ünlü parçası, “Goetia”,
“The Grimoire Verum”, “The Grimoire of Armadel”, “The Secret Grimoire of
Turiel”, “The Grand Grimoire” ve “The Sixth and Seventh Book of Moses”
kitaplarıdır. Bunların hepsi büyünün gramer örneklerini içeren kitaplardır.
Üstelik The Magus olarak derlenen kitaplar “The Book of Ceremonial Magic”
veya “The Secret Lore of Magic” de aynı şekilde genellikle Grimur olarak
değerlendirilmektedir. Bu kitaplar basit bir şekilde teorileri ve büyü
sistemlerinin pratiklerini açıklamayı amaçlamaktadır.[83]
Bunlardan
Kral Süleyman majisini içerdiği söylenen Süleyman’ın Anahtarı kitabının
sonradan onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllarda yazılmış olduğu ve bu kitaba
British Museum’da bulunan birkaç el yazmasının kaynaklık ettiği ortaya
çıkmıştır.[84] Toplu olarak adı
Süleymanın Anahtarı olan bu yazmalar iki bölümden oluşmaktadır. Batı’nın en
ünlü büyü kitabı Süleyman’ın Büyük Anahtarıdır. Bu kitabın Süleyman tarafından
veya kontrol altındaki cinler tarafından yazıldığına inanılmıştır.[85] Musa’ya ise dört kitaptan
oluşan “The Book of Moses” veya “Key of Moses” adlı büyüsel
metinler atfedilir.[86]
“Kral
Süleyman’ın Mührü” ve “Musa’nın Anahtarı” adı altında çelitli büyü
kitaplarının varlığına dair efsaneler yer almıştır. Süleyman’ın sahip olduğu
bir yüzüğün olduğuna ve bu yüzüğün tanrı tarafından verildiğine inanılmıştır.
Yine bu yüzükle bütün doğayı, insanları ve ruhları kontrol altına aldığına ve
hayvanların, kuşların dillerini anladığına, gökyüzüne ve denizin derinliklerine
indiğine ve bir halıyla uçtuğuna inanılmıştır.[87]
Diğer bir
kitap olan “Legemeton” isimli kitap, Süleyman’ın Kitapları olarak
bilinen kitaplar arasında ikinci seriyi oluşturmakta ve beş kitaptan
oluşmaktadır, modern büyücüler tarafından rağbet görmüş bir kitaptır.[88] [89]
[90] Özellikle de Goetia-Kral
Süleyman’ın 88
Küçük
Anahtarı, Armadel Kitabı daha fazla ilgi gösterilen kitaplar arasındadır.
Bu serinin birinci kitabı ise Goetia-Kral Süleyman’ın Küçük
Anahtarı’dır. Bu kitapta anlaması ve anlaşılması zor ağır büyüsel uygulamalar
bulunmakta ve melek, kötü ruh tılsımları ve koruyucu tılsımların işlevleri,
özellikleri hakkında bilgiler
vermektedir.
Grimurların
içinde yer yer garip hedeflerin sıra dışı imgelerin ve ifadelerin yer alması bu
kitapların dikkatleri üzerlerine çekmelerini sağlamıştır. Verilen talimatların
uygulanmaları ise oldukça zordur.[91]
Süleymanın
Anahtarı’ndan alıntıların yer aldığı “Grimomium Verum” da Süleyman’a
atfedilmektedir. Kapağında 1517 yılında Mısırlı Alibek tarafından derlenip
Memphis’te basıldığı belirtilse de onsekizinci yüzyılda basıldığı ve çok eski
bir metnin kopyası olduğuna inanılmaktadır.
Samiriyelilere
göre 'İşaretler Kitabı” bütün büyülerin ortaya çıkış kaynağıdır. Âdem’in
cennetten gelirken bu kitabı da yanında getirdiğine inanılmıştır.
Bir diğer
büyü kitabı ise “Raziel’in Kitabı”dır. “Tanrının Sırları” anlamına
gelmektedir. Bu kitap birçok büyü kitabı gibi Davutoğlu Süleyman’a
dayandırılmakta ve kitaptaki bilgiye Nuh’un gemisine binmeden önce Nuh’a teslim
edilmiştir.[92]
Diğer kitap
ise “Enuş’un Kitabı”dır. Kaynağı Süleyman’a ve Musa’ya
dayandırılmaktadır. Enuş’un kitabında büyünün Yahudilere verilmesiyle ilgili
olarak Tanrının, Uzza ve Azazel isimli iki meleğini ölümlülerin zayıf yönlerini
sınamak
amacıyla
gönderdiği söylenmektedir. Uzza Araplarda tanrı (put) ismi iken Azazel, Azrâil
olarak geçmektedir. Ölümlü bir kadına âşık olmalarından dolayı ilahi bir cezaya
çarptırılmış ve meleklerden biri göklerden baş aşağı sallandırılırken, Kara
Dağlar 92
denilen yerde
zincire vurulmuştur.
“Hermes’in*
Kitabı” ise Mısır Tanrısı Thoth’un çalışmalarını anlatmaktadır. Bazıları
tarafından ilahi kaynaklı olduğu düşünülen Yahudi büyücüleri çoğu kez bu 93
kitaptan
yararlanmışlardır.
Diğer bir
kitap olan “The Arbatel of Magic” kitabı, özellikle hermetic etkinin
yeniden canlanmasında etkili olmuştur. Arabatel ismi muhtemelen Gnostik
kaynaklardan türemiştir.[93] [94]
[95]
“KutsalBüyü
Kitabı”nı, (The Book of SacredMagic of Abramalin in the Mage), 1458’lerde
Hıristiyan bir kişinin yazdığı düşünülmektedir. Bu kitapta tılsım yapmak için
gerekli ayrıntılar, ruh çağırma yöntemleri, kayıp eşyaların bulunması, aşk ve
nefret duygularını körükleyen formüller yer almaktadır.[96]
“Papal
Magic” isimli Katolik Kilisesi’ndeki okült pratikler üzerine yazılmış olan
kitapta Kenzü’l-Havâs kitabında yer alan benzeri konular ve pratikler yer
almaktadır. Gizli hazineleri keşfetmek, ruhları görmek, oyunları kazanmak, bir
yangını söndürmek, görünmez olmak, altın veya gümüş elde etmek, çok uzaktaki
birini görmek, bir kimseyi geri getirmek, tırnak veya çiviyle ilgili
uygulamalar, bir kişiyi gece uykusundan uyandırmak, silaha karış koymak, sevgi
kazanma, hastalıkları tedavi, yüksek ateşin tedavisi, kan kaybını durdurmak,
her türlü kötülükten korunmak, bir yanığı iyileştirmek, baş ağrısının tedavisi,
masada yemek yemekten bir kişiyi engellemek, sevgiyi engellemek köpek/yılan
ısırmasından korunmak gibi amaçlarla hazırlanmış[97]
pratiklere yer verilmiştir.
“Notes
on Sinhalese Magic” isimli kitapta da büyüde demirin, altının taşların,
sarımsakın, büyüyle alakalı hayvanların, renklerin, amuletlerin, mumun, çiçeğin
tıpta kullanımı, ağrılar, felç, ani hastalık, idrar kaçırma, kanama, hırsızdan
korunma, hırsızı bulma, uyku bağlama, nazar, çocuk hastalığı, delilik,
epilepsi, uykusuzluk, siğil, hastalıklar, çocukları, evleri, ürünleri, kaleleri
koruma, metalik, hayvansal, bitkisel amuletler, yüzük gibi konulara yer
verilmiştir.[98]
Ondokuzuncu
yüzyıl Fransız okkült yazar olan Eliphas Levi’nin kitapları da Batı da büyü
üzerine yazılmış kitaplar arasında önemli bir yere sahiptir. Bunlardan “The
History of Magic” büyünün tarihi sürecini geniş bir şekilde ele almakta,
okkült bilimler, 98 simya,
büyücüler, batıl inançlar gibi farklı konulara da yer vermektedir.[99]
“Kitab
el-Navamis el-Ekber (Büyük Kurallar Kitabı) ” isimli kitap Platon (İÖ
427-348) ve Galenos (129-199)’tan günümüze ulaşan bilgilerden derlenmiş bir
kitap olarak verilmektedir. Kitapta çeşitli havâs konularına yer verilmiştir.[100]
Romalı din bilimci tam adı Titus Flavius Clemens olan
İskenderiyeli Clemens (yaklaşık olarak 150-215)’te Mısır felsefesi, tıp,
astronomi, simya ve büyü metinleri üzerine 42 eser vermiştir.[101]
İnsan,
yaratılışı gereği inanma ve dua etme ihtiyacı duyar. Dua tanrıya, herhangi bir
tanrısal varlığa veya üstünlüğüne inanılan herhangi bir kimseye sunulan hamd,
şükran, rica ve içerisinde tövbe bulunan yakarışlarla insanın kutsal olana
yönelip ondan istek ve dilekte bulunması, onunla arasında bir köprü ve iletişim
kurması olarak açıklanmıştır.[102] Dua etmek, ibadet ve
tapınmanın bir parçası olmuş ve tüm dinlerde muhteva şekil ve anlatım biçimine
göre çeşitli şekillerde tezahür etmiştir.
Kur’an’da
dua, tanrıya yalvarmak, yakarmak, ibadet etmek,[103]
yardım istemek, bir şeyi sormak, anlamak, istekte bulunmak gibi anlamlarda
kullanılmıştır.[104] Her insanın hayatında zaman
zaman üstesinden gelemeyeceği olaylar, üzüntü ve sıkıntılar olmakta ve insan,
sığınma ve yardım isteme ihtiyacı hissetmektedir.103 [105]
Allah, Lokman Sûresi, 32 ayetinde bunu açıklamakta ve insanın duayı sadece
sıkıntılı anlarda değil her zaman yapmasının gerektiğini hatırlatmaktadır.[106]
Dualar
sözle ve kalple yapılabildiği gibi, davranışlarla da yapılabilmektedir. Sözlü
dualarda, insan kalp ve dil ile Allah’ı anmakta, ona saygı ifade eden cümleler
kurmakta, dünya ve ahiretle ilgili isteklerde bulunmakta, af ve mağfiret
dilemektedir. Dualar, beddualar şeklinde de yapılabilmektedir.[107] Ancak İslâm, bir Müslüman’ın
kendisi veya bir başkası için lanet etmesini, bedduada bulunmasını hoş
karşılamamıştır.[108] Peygamberler de insanlara hep
hayır dua etmişler, mecbur kalmadıkça beddua etmemişlerdir. ‘Ben lanetçi olarak
gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim’ buyurmuştur.[109]
Bunların dışında zulme uğrayan insanın, zâlimin zulmüne meşru yollardan mani
olamıyorsa zâlime beddua edilebileceği de söylenmektedir.[110]
Nitekim
“Mazlumun bedduasından sakının, çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında
perde yoktur, (duası kabul olur)” hadisi de bunu göstermektedir.[111]
Diğer bir
dua çeşiti de fiili duadır. Bu dua ile kişinin mesela çocuk sahibi olmak
isteyenin evlenmesi, sağlık-sıhhat isteyen kimsenin sağlık kurallarına dikkat
etmesi, zengin veya başarılı olmak isteyen kimsenin çok çalışması gibi, gerekli
hazırlıkları yapması gerekmektedir. Bu ifadelere göre evlenmeden, çocuk sahibi
olmayı, sağlık kurallarına uymadan sağlıklı olmayı, çalışmadan zengin olmayı,
hazırlanmadan başarılı olmayı istemek sünnetullaha aykırıdır.[112]
Dolayısıyla
dua eden ve karşılık bekleyen insanın elinden gelen tüm gayretleri gösterdikten
sonra yani istediği şeyin zeminini hazırladıktan sonra, sözlü olarak da
Allah’tan istediği şeyi dilemelidir.[113]
Bunların
dışında İslâm dünyasında şifa amaçlı olarak yapılan “rukyeler”, muskalar
tartışma konusu olmuştur. “Yukarı çıkmak, okuyup üflemek, tedavi etmek, üfürük,
nazarlık, muska” gibi anlamlara gelen[114]
rukye; hastalık veya kötülüklerden korunmak veya kurtulmak amacıyla yapılan
duanın okunarak üflenmesi anlamında kullanılan bir terimdir.[115]
Henüz İslâm
dini Arap yarımadasına gelmeden önce çeşitli hastalıkların tedavisinde rukye
Araplar tarafından kullanılmakta idi. İslâm’ın gelmesinden sonra tamamen
yasaklanan rukye uygulaması daha sonra ihtiyaca göre istisnai bazı durumlar
için sınırlanmıştır. Bir hadis-i şerifte “Muhakkak ki rukyeler, temimeler* ve tivele*
şirktir” buyrulmaktadır. Bunlar Allah’tan başkasından örneğin bir
yazıdan, bir levhadan fayda beklenilmesinden dolayı şirk olarak kabul
edilmiştir. Fakat uygulamalar sırasında Allah’ın isimlerinin kullanılması ve
Allah’tan başkasından yardım dilenmemesi şartıyla makbul sayılmışlardır.[116]
Hadislere
bakıldığı zaman Peygamberimizin rukyeleri yasaklamasına rağmen, içerisinde şirk
bulunmayan uygulamalarda bir sakınca görmediği anlaşılmaktadır.[117] Yasaklanan
rukyeler ise azîmet sahipleri ile cinleri teshir ettikleri iddiasında bulunan
kimselerin kullandıkları hak ve batılın karışmış olduğu rukyelerdir. Allah’ın
isimleri ve kitabının dışındaki sözlerle rukye yapmanın uygun olmadığı
konusunda âlimlerin ittifak 117 ettiği
söylenmektedir.[118]
Hz.
Peygamberin bazı hastalara Kur’an’dan sûreler okuyarak şifa istemesine kadar
çok çeşitli uygulamaları ve tavsiyeleri yer almaktadır. Bütün bu uygulama ve
tavsiyelerin kaynağının Allah’a yönelme ve ondan isteme olduğu açıktır.
Hz. Peygamber
başta olmak üzere rukye yapan hiçbir sahabinin, hakkında dua ettikleri hastanın
ecelini uzatmak, takdir-i ilahi’ye müdahale veya yapılan duanın mutlaka şifa
vereceğine dair bir inancı taşımadıkları da görülür.[119]
Çeşitli
dinlerde resmi ibadetlerin ve uygulamaların yapılacağı bir zaman dilimi
belirlenmiştir. Genelde zaman süreleri kutsal sayılmakla birlikte zamanın
kendisi de kutsal sayılmıştır.[120] İnsanların belli vakitlerde
yapması gereken zorunlu dualar/farzlar, olduğu gibi istediği her zaman
yapabildiği dualar da bulunmaktadır.
Bunlardan
Ramazan Ayı ve Kadir Gecesi, özellikle seher vakitleri duanın yapılması tavsiye
edilen ve bu anların gözetilmesinin duaların kabulü açısından önemli olacağı
söylenilen zaman dilimlerindendir.[121]
Ayrıca dua
ederken belirli bir yöne dönme zorunluluğu aranmakta ve yönler dinlere göre
değişmektedir.
Duanın
kutsal yerlerde yapılması makbul olmakla birlikte bir hadiste “yeryüzünün
tamamı mesciddir, kabirler ve hamamlar müstesna” buyurulmuştur. Buna göre hamamlar
ve kabirlerde namaz kılınmaması istenmekte fakat dua edilmemesiyle ilgili bir
şey bulunmamakta ve her yerin dua için uygun olacağı anlaşılmaktadır.[122]
Büyüde de
belirlenen zamanlar bulunmakta fakat verilen saatlerde yapılması zorunlu
olmakta ve bu saatler astrolojiyle ilişkilendirilmektedir. Yerine göre duadaki
gibi isteğe bağlı bir zamanda yapılması, verilen formülün gerçekleşmesine kesin
olarak sebep olmaktadır.
Bir duanın
kabul olması için bazı usûl, adap ve kurallara riayet etmenin daha efdal olduğu
kabul edilmiştir. Duaya başlamadan önce bir ön hazırlığın yapılması uygun
olmakla birlikte, şart olarak görülmemiştir. Usûllere göre duanın öncesinde
fakirleri, yetimleri sevindirmek ve duadan birkaç gün önce oruç tutmaya
başlamak, abdestle temizlenmek gibi Allah’ın hoşnut olacağı davranışlarda
bulunmak duanın kabul şansını artıracaktır.[123]
Ayrıca
dua’nın meşru şeyler olması ve duanın sünnetullaha uygun olmasına ve dua eden
kimse hakkında duanın kabulünün hayırlı olması ve istenilenin gerçekleşmesi
mümkün olmayan cinsten bir istek olmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir.[124] Dua’da ölçülü
olunmalı, aşırıya gidilmemeli, sadece sıkıntılı zamanlarda değil, her zaman dua
edilmeli, en önemlisi de yalnızca Allah’a dua edilmeli[125]
ve kalpten Allah’tan başka her şeyi çıkararak, kötü dua etmekten
sakınılmalıdır. Kur’an, Allah’tan başkasına ve Allah’la beraber başka bir
varlığa dua etmeyi şirk olarak kabul etmiştir. Kulun, Allah’la arasına aracı
koyarak Allah’a dua veya niyazda bulunması da hoş karşılanmamıştır.[126] Buradaki aracıların salih bir
zât, evliya olmasıyla taştan bir put olması arasında bir fark olmadığı
düşünülmüştür.[127] [128]
Kur’an’da Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yönelik herhangi bir aracı koyma veya
bir formüle ihtiyaç olduğuna dair bir ifade geçmemektedir. Allah’tan başkasına
dua etmek hususunda Kur’an’da Fâtiha Sûresi’’nde “Yalnız sana ibadet eder ve
yalnız senden yardım dileriz” denilmektedir ki Allah’ın, kendisinin
dışındakilerden yardım dilenmesini onaylamadığı görülmektedir.
Bunların
dışında kabul olmayacağına inanılan dualar da bulunmaktadır. Kâfirlerin duası,
gafletle yapılan dualar, Allah’a isyan halinde yapılan dualar, riya karışan
dualar, şirk karışan dualar, günah olan bir fiili işlemek ve bir farzı terk
etmek 127 için yapılan
dualar kabul olunmayacak dualar olarak verilmiştir.
Tabiatta
var olan unsurlarla tabiatüstü âlemin gücünü harekete geçirmeyi ve etkilemeyi
kendisine problem edinen[129] bir yöntem olan büyünün
kökleri tarih öncesi dönemin karanlıklarında kaybolmaktadır. Temelini de bu
dönemin tabiat ve tabiatüstü güçlerinden yararlanma felsefesi oluşturmakta ve
büyü güncel yorumlarıyla günümüze kadar hayatiyetini ve etkilerini
sürdürmektedir.
Büyü
karşılığında Arapça’dan dilimize geçmiş olan kelime tılsım, tdir.[130] Farsça bir kökene sahip olan
efsun, afsun (afsan) kelimesi de büyü, sihir, gözbağcılık ve üfürük
kelimeleriyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır.[131]
Eski Türkçe’deki böğü/bügi kelimesinden gelen büyü ise bu kelimelerin tamamını
kapsayan ve onlara kaynaklık eden genel bir kavramdır.[132]
Kur’an’da geçen sihir kelimesi ise büyü anlamını taşımakla birlikte sihir
büyüden daha kapsamlı bir kavramdır. Sihre bir şeyin aslından başka bir şeye
çevrilmesi olarak anlam verilmiştir. Ayrıca Araplar bu kelimeyi onu büyüledi
yani onu nefretten sevgiye çevirdi anlamında ve çevrilmek, vazgeçmek anlamında
da kullanmışlardır.[133] Fakat büyü kelimesi dilimizde
genellikle Arapça’dan gelen sihir, tılsım ve Farsça’dan gelen efsun/füsun
kelimeleriyle eşanlamlı olarak kullanılmıştır.[134]
Büyü için
kullanılan Yunanca ve Latince kelimeler Mageia ve Magia kelimeleridir.[135] Modern İngilizcede hem büyü
hem de sihir anlamında kullanılan
“magic”
kelimesinin[136] etimolojisine bakıldığı zaman
Yunanca bir kelime olan Magi ile bağlantılı olarak Magik’ten geldiği
anlaşılmaktadır.[137] [138]
Magi kelimesi rahiplerin ya da < < < <<<<<< .137
bilge
kişilerin çalışmaları anlamında da kullanılmıştır.
Hindistan’da
eylem, büyüleme ve büyü yapma “factum” kelimesiyle ifade edilmektedir. Aynı
zamanda ve en üst düzeyde kullanılan “krtya” kelimesidir. Almanca Zauber
kelimesi de aynı etimolojik anlama sahiptir. Farklı dillerde büyüyü ifade etmek
için kökü “yapmak” anlamına gelen kelimeler kullanmışlardır.[139]
Varlığa
tahakküm etme, varlığın üstün güçlerini ele geçirmeye çalışma gibi hedefleri
bulunan büyünün kapsamlı bir tarifini yapmada zorlanılmıştır. Büyünün amacından
hareketle yapılan tarifinde büyü, bir kişi veya grup tarafından doğal güçleri
kontrol etme[140] ve onları kullanma yoluyla
olayların akışına belirli bir yönde etki etme teşebbüsü,[141]
bilinen yollarla ulaşılamayan hedeflere ulaşabilmek amacıyla birine zarar
vermek ya da zarardan korumak için bir takım gizli güçleri kullanarak doğayı ve
doğa yasalarını zorla etkileme[142]ve bazı tabii nesneler
kullanarak, din dışı dua ve hareketler ile ruh üzerine tesir yapma işlemleri
olarak tarif edilmiştir.[143]
Büyüyle
uğraşan kimseler uygulamaları esnasında başka bir dinin dini objelerini,
unsurlarını kullanmaktan çekinmemekle birlikte onlardan yardım dileyerek,
yardımlarını beklemişlerdir.[144]
Büyünün
kullanılmasındaki bir diğer neden de bireysel merakların tatminidir. Dünyanın
yaratılışı, kendi yaratılışı, âlemin ana maddesi, zaman, mekân, varlık, yokluk
gibi konuları merak eden insan bunların bilgisine ulaşabilmek amacıyla bir
taraftan bilimsel yolları kullanmış, bir taraftan da büyücülerin verdiği
bilgilerden yararlanmaya
< . 144
çalışmıştır.
a)
Çoktanrılı Dinlerde Büyü Tasavvurları
Politeist
dinlerdeki büyüsel pratiklerle büyücüler, tanrıları yeryüzü için zorlamayı
amaçlamışlardır.[145] [146]
Mezopotamya’da büyü kesin bir şekilde dinden ayrılmamakla[147]
birlikte büyü ayinleri ile dini ayinler arasında çoğunlukla fark yoktur.[148] Kötü ruhları kovucu
(exorcist) olarak geçen cinci rahiplerin ve din adamlarının (priest) aynı
eğitimi aldıkları, aynı tanrıya hizmet ettikleri ve birbirlerine yasal
uygulayıcı (practitioner) olarak baktıkları ve saygı duydukları bilinmektedir.[149]
Babil
mitolojisinde kötü cinlere, ruhlara karşı mücadele edebilmek amacıyla efsun
duaları, resim büyüsü, cin kovma ritüelleri, muska hazırlanması gibi karşı büyü
geleneği zamanla kendiliğinden oluşturulmuştur.[150]
Büyü antik dönemde olağanüstü doğal kötülüklere karşı bir savunma mekanizması
olarak kullanılmıştır. Bu dönemdeki reçeteler ezberlenerek sonraki dönemlere
aktarılmış ve günümüzde topluma ve kültürlere göre değişerek birçok pratiklerde
ve kitaplarda yer almıştır.[151]
Büyü sadece
profesyoneller değil aynı zamanda krallar, rahipler, tıpçılar ve özel kişiler
tarafından da kullanılmıştır.[152] İlkel kabilelerin hemen
hepsinde vaz geçilmez bir uygulama olan büyüyle ilgili hekime karşılık gelen,
kabileyi saldırılara karşı koruyacağına inanılan bir büyücü bulunmuştur.[153] Büyücüler her dönemde Tanrı
gibi olmak, hatta tanrının yerine geçmek gibi gizli isteklere sahip
olmuşlardır.[154]
Bu dönemde
var olan hastalıkların hepsinin bir sebebinin olduğu düşünülmemiş, çoğu zaman
bunların sebebi olarak insanüstü güçler,[155]
insanın yasalara aykırı davranışlarda bulunması ve büyülü alanla temas
kurulması gösterilmiştir. Hastalığın sebebi her ne olursa olsun onlara yüklenen
ilk nedenler büyüsel düzlemde kalmıştır.[156]
Bunun yanında doğal yollarla hasta olmayan kişinin hastalığının sebebi
ölülerin o insanlardan öç almak istemelerine hastalığın tanrılardan ceza olarak
geldiğine ya da düşmanların yaptığı kötülüklerden veya büyülerden
kaynaklandığına inanılmıştır.[157]
Antik dönem
Babil inancı olan tanrıların yıldız ve gezegenlerin hareketlerinin yeryüzüne
doğrudan yansıması şekli “yukarısı nasılsa aşağısı da öyledir” ilkesinin bir
göstergesi olmuştur.[158]
Babil ve
Asur kültüründe kehanet yasaklanırken, tanrılardan sağlık, uzun yaşam ve sonsuz
kutsallık istemek için kullanılan büyüsel işlemler yasaklanmamış ve bu şekilde
büyüsel formüllerin çoğunluğu korunmuştur. Formüller çoğu zaman “litany”
denilen mukabele ile okunan dualardan oluşturulmuş ve hastalıklara sebep olduğu
düşünülen cinlere, humma gibi ateşli hastalıklara, ölüme, deliliğe ve
sayıklamaya karşı 158 kullanılmışlardır.[159]
Bu nedenle
de Babil hekimleri hastalıkları tedavi edebilmek, hastalıklara sebep olduğu
düşünülen kötü güçleri kovabilmek amacıyla büyülü sözler, tılsımlar, afsunlar
kullanmışlar ve Babil hekimliği bir büyücülük tekniği olmuştur. Hastalıklarla
günah arasında bağ kurularak hastalıklar bir günahın varlığına işaret olarak da
görülmüştür.
Mısırlıların
tıp üzerine bıraktıkları bol materyaller bulunmakla birlikte tıbbi papirüslerin
bazı kısımlarında sihrin varlığından bahsedilmekte ve papirüslerin çoğunda ilmi
tıp ile sihir unsurlarının birbirlerine karışmış olduğu söylenilmektedir.[160]
Mısır’da
büyü, kötü ruhları kovmak veya büyücülüğe karşı koymaktan ziyade iyi ve kötü
güçlerin kontrol altına alınarak istekler doğrultusunda kullanılması şeklinde
kullanım alanı bulmuştur.[161]
Hitit
dininde de Mezopotamya ve Mısır’da olduğu gibi büyü ve din arasındaki ilişki
benzerdir. Büyü sinirli olan tanrıları teskin etmek amacıyla yasal olarak
kullanılmıştır. Hitit metinlerinde de Mezopotamya’da olduğu gibi büyü ve din
tamamen içiçe girmiş durumdadır. Büyü, din adamları ve dinsel törenleri yöneten
kadınlar ve din adamları tarafından sıkı kontrol altına alınarak
sınırlandırılmak istenmiştir.[162] Günümüzde tıp,
psikoloji ve hukuk biliminin ilgi alanına giren neredeyse bütün konular Hitit
toplumsal yapısında “büyü”nün kapsamında yer almıştır.[163]
Büyüyle
ilgili uygulamalarının çoğunu Babillilerden alan[164]
Eski Yunan’da da büyü onların çok tanrılı inanışları içinde oldukça etkili
olmuştur.[165] En tanınmış kehanet
merkezleri Delphoi Tapınağıdır. Eski Yunan’da büyücüler tanrıçası Hekate’dir ve
işlerinde cin ve şeytanlardan yardım gördüğüne inanmışlardır.[166]
Eski
Roma’da ise büyücülükle uğraşanlara ağır cezalar verilmiş hatta İmparator
Augustus M.Ö 63-14 döneminde bir yıl içinde yaklaşık 2000 kadar tılsım
yakılmıştır. Buna rağmen Romalılardan çok sayıda büyü formülü, efsun, dua
içeren metinler günümüze kadar ulaşmıştır.[167]
Romalılar büyüyü, tıp, astroloji ve din üzerine temellendirerek kendi bencil
isteklerine göre doğal olayları ve tanrıları kontrol etmeye çalışmışlardır.[168]
Eski Roma
tarihçisi olarak bilinen Gaius Plinius Secundus (M.S.23-79) büyücülüğün
kurucusunun İranlı Zerdüşt olduğunu söyler. Cinbiliminde “Zerdüştlük”
kelimesine sinek anlamı ve çürüme ve çöküntünün cisimleştiği ve ölümün
beslediği dişi bir cin olarak anlam verilmiştir.[169]
Ortadoğu
büyücülüğünde, İran en ilginç ve en zengin kaynakları ihtiva eden bir bölge
niteliği taşımakta ve Mecusilerin büyü ritüellerinin çok eski çağlara dayandığı
bilinmektedir.[170] Magus ismiyle anılan
Perslerde saygın bir yere sahip olan rahipler sınıfını büyünün mucidi olarak
görenler de bulunmaktadır.[171] Eski İran kültüründe maji,
dinle içiçe girecek kadar birbirine karışmış Mecusilik’te savaş halinde olan
iyilik ve kötülük fenomenlerinde dolayısıyla iyiliğin kötülüğe galip
gelebilmesi için iyi cin ve ruhların yardımı istenerek kötü cin ve ruhların
zararları defedilmeye çalışılmıştır. Bu uygulamaların İslâmî cin büyüsünün
esasını teşkil ettiği düşünülmüştür.[172]
Nitekim
‘maj’ (mage/magi) kelimesi İran’da Zerdüşt rahiplerin unvanı olarak
kullanılmıştır. Öte yandan İran’ın eski dinlerinden sayılan ‘Mecusi’
kelimesinin de bu kelimeden türediği düşünülmektedir.[173]
Pers ve Mecusi rahipler, derin, gizemli bilgelikleri ve olağanüstü güçleriyle
ün salmışlardır. Büyü yani Magi, Mecusi rahipleriyle ilişkilendirilmiş ve
genelde Zerdüşt’ün kendisiyle aynı görülmüştür.[174]
Sabiîlerde
ise rahiplerin görevleri Babilli ve daha sonraki dönemdeki rahiplerin
görevleriyle benzerdir. O zamanki Sabiîlere kadar rahipler bir cin kovucu,
şifacı, astrolog ve kehanetleri gören kişiler olarak bilinmişlerdir. Bir
sorunla karşılaşıldığı zaman kişi sorunları için rahibe gitmiş, rahip de
hastalıkları iyileştirmek için cinleri kovmuş ve hastaya takması için bir muska
vermiştir.[175]
Eski Türklerde büyü, kehanet, falcılık gibi işler; tanrı,
ruhlar ve cinlerle ilişki kurabildiğine inanılan şamanlar aracılığıyla
yapılmıştır.[176] Sadece Türklerde değil, çeşitli toplumlarda şamanlar hastaların
iyileştirilmesi, kâhinlik gibi sosyal görevler üstlenmişlerdir.[177]
b)
Batı’da Büyü ve Büyü Tasavvurları
Avrupa’daki
büyü ritüellerinin çoğu, Süleyman’ın Anahtarı ve Musa’nın Kılıcı kitaplarından
alınarak oluşturulmuştur. Bu kitaplar Yahudi, Asur ve Kildani büyü sistemlerini
içeren kitaplardır.[178] Yahudiler arasında büyü ve
büyücülüğün yaygın olduğu bilinmektedir. Hatta Hz. Süleyman büyücülükle
suçlanmış ve hükümdarlığını büyü ile elde ettiği, hayvanlara ve cinlere de aynı
şekilde büyü ile hükmettiği iddia 178 edilmiştir.[179]
İslâm’da ve
Hıristiyanlık’ta olduğu gibi Yahudilikte de büyüye karşı bir yasaklama söz
konusudur. Eski Ahid’in beşinci kitabında kehanette bulunan herkes; falcı,
gelecekten haber veren, kâhin, muskacı, büyücü, medyum gibi kehanet pratikleri
yapanlar, yasaklanmıştır.[180] [181]
Talmud ve Mişna metinlerinde de büyü haram kabul 180
edilmiş hatta Mişna'da putperestlikle bir tutulmuştur.
Yahudilerin
büyüsel pratiklerinin Yahudi Araplar ve Kenan diyarından/Filistinden miras
kaldığı da söylenmektedir.[182] Arap ritüellerinin Avrupa’ya
geçişi ise Arapların İspanya’yı fetihleriyle gerçekleştirilmiş ve Okkültçülerin
Arap sistemini öğrenmek amacıyla İspanya’da Arapların “okkült üniversitelerine”
gittikleri söylenmektedir. Birbirleriyle ilişki içinde olan Araplar ve
Çinlilerde yaygın olan basılı kaynakların rastgele yakılmaması gerektiğine olan
inanç, uygulamaların sonraki 182
nesillere aktarılmasını kolaylaştırmıştır.[183]
Batı’daki
eserlerden hareketle çoğu politeist geleneklerin daha düşük sınıflar tarafından
yaşatıldığı görülmektedir. Varlığını devam ettiren bu gelenekler büyücülük,
büyü düğümlerine üflemek, her gece büyücülerin yaptığı toplantılar, tılsımlar,
bitkiler, taşlar ve zehirler, sihirli sözlerin formüllerde kullanımı cin ve
şeytan tapıcılığı ve cadılığın daha birçok uygulamaları pasifik ülkelerinde yaygın
olarak görülmektedir.[184] Batı’da dini
inancın zayıfladığı dönemlerde büyücülük işlerine olan rağbet de artmıştır.[185] [186]
Fakat kilise daha başından beri sihre karşı sert önlemler almış ve onu
putperest kavimlerin âdeti olarak kabul etmiştir. Öyle ki Hz. İsa da bu tür
kehanet 185 barındıran
hareketleri onaylamamıştır.
Ortaçağa gelindiğinde kilisenin astrolojiyi ne kabul ettiği ne
de ona karşı düşmanca bir tavır aldığı bilinmektedir. Kilise tarafından kaderin
tanrıdan çok gezegenlere bağlı olması kabul edilmemiştir. Fakat gezegen
tanrılarının varlığı pagan tanrılarındaki gibi yerleşmiş bir inanç şeklindedir
ve bunlar kötü cinler olarak görülmüşlerdir. Çoğu Hıristiyan ise astrolojiye
inanmış ve burçlara saygı duymuştur.[187] Hıristiyanlarda astrolojiyle ilgili bilimsel bilgiler
de verilmiş[188] [189]
fakat Augustus’un MS. 188 11 yılında duyurulan bir
fermanıyla astrologlara başvuru yasaklanmıştır.
c)
İslâm Ülkelerinde Büyü Tasavvurları
Yedinci
yüzyılda Hz. Muhammed gelmeden önce Arap dünyasındaki insanlar büyüyle yatıp
büyüyle kalkıyorlardı. Onlar iyi cinlerle konuşuyorlar ve büyüler yapıyorlar
(charm), mumdan figürler yaparak büyüsel işlerde kullanıyorlardı. Tılsımlar
onlar için güçlü bir koruyucu idi.[190]
Hz. Muhammed geldikten sonra ise yeni inançların yerleşmesiyle insanlar, eski
büyüsel geleneklerinden vazgeçmeyerek içlerine Kur’an ayetlerini de
karıştırarak uygulamalarını devam ettirmişlerdir. Böylece geleneksel büyüyle
dinin gücü bir araya getirilmiş ve formüllerin daha etkili olmaları için çaba
harcanmıştır.
İslâm’ın
ortaya çıkışından önceki dönemde Arapların büyü uygulamaları hakkında pek fazla
bilgisi olmamakla birlikte, Arap geleneğinde Hz. Süleyman’ın büyü formüllerini
öğrencilerine öğrettiği ve formülleri öğrencilerin insanlardan uzakta çöllerde
sakladığına inanılmıştır. İslâm’ın ortaya çıkışından sonra Arap İslâm
büyücülüğünde Arapların gelişme süreciyle beraber bir ilerleme görülmektedir.
Büyü, Ortaçağ Müslümanları tarafından bir ilim, özellikle de bir gizli ilim
dalı olarak görülmüştür.[191]
Harut ve Marut isimli meleklere verilen büyü bilgisini
insanoğluna öğretmesi Arap büyücülüğünün temelini oluşturmuştur.[192] Harut, Marut ismi Arapça olmayıp Keldani isimlerinden iki
kelimedir. Yapı olarak Calut ve Talut isimlerine benzetilmişlerdir. Harut,
Keldanilerde Ay, Marut ise Müşteri yıldızının isimleridir.[193] Bu iki melek ve onların indiriliş sebepleri üzerine
birçok tartışma ve tefsirler yapılmıştır.
Büyü
çeşitleri yapılış şekilleri ve amacına göre farklı sınıflandırmalara ve
gruplandırmalara tabi tutulmuştur. Bazıları büyüyü Ak ve Kara Büyü şeklinde
ayırırken bazıları da etkin ve edilgen büyü olarak gruplamışlardır.[194]
İbn Haldun
ise büyü çeşitlerini dışarıdan bir destek almaksızın yapılan büyü türü olan
“sihir” ve dışarıdan alınan bir yardım sonucunda gerçekleştirilen uygulama
“tılsım” şeklinde ikiye ayırmıştır.[195]
Bunların dışında Frazer’ın gruplandırma şekli ise, teoriksel (sahte bir bilim
olarak büyü) ve pratiksel (sahte bir sanat olarak büyü)[196]
şeklindedir.
Taşköprüzade
ise büyüyü dörde ayırmıştır. 1. Hintlilerin yöntemi olarak ruhun adlandırılması
2. Nabatlıların yöntemi olarak niyet tutulup okunan çeşitli efsunlar, 3.
Yunanlıların yöntemi olarak evrenin ve yıldızların var olduğuna inanılan
ruhanilerinden yararlanarak büyü yapma (teshir), 4. İbrani, Kıpti ve Arapların
yöntemi olarak anlamı belirsiz kimi adları efsun formüllerinde kullanarak
cinler üzerinde etkili olan meleklerin gücü yönünden yararlanma şeklindedir.[197]
Ayrıca
büyüler uygulanışlarına ve çalışma prensiplerine göre de gruplandırılmıştır.
Uygulanışlarına göre; hedefe zarar verme veya kontrol altına alma amacıyla
yapılan hücum uygulamaları (Ofansif Büyü), bir saldırıyı önleme veya ondan
kaçınma amacıyla hazırlanan savunma uygulamaları (Defansif Büyü)[198] ve amacı kısmet açma, zengin
olma, çocuk sahibi olma, gelecekten haber almak gibi masumane bir isteğin
gerçekleştirilmesi olan istekle ilgili uygulamalar[199]
şeklinde ayrılmışlardır.
Büyüsel
işlemlerin çalışma prensiplerine göre yapılan sınıflama şekli ise şu
şekildedir:
1. Ak Büyü,
pozitif bir büyüdür.[200] Ak büyü, yapanın da yapılan
kimsenin de hayrına olacak bir şey için yapıldığına ve insanlara zararının
dokunmadığına inanılan bir büyü çeşititir. Hastalığı, ölümü, felaketleri,
afetleri önlemeyi; evi, hayvanları, çocukları, hamile kadınları v.b. kötü dış
tesirlerden korumayı amaçlamaktadır.[201]
Büyü sadece
iyi ruhlarla bir iyilik için ve masum bir amaç için değil aynı zamanda kötü
ruhlara karşı düşman büyücülerin düzenbazlıklarına karşı da kullanılmaktadır.[202] Ak büyü de melekleri davet
için kullanılmaktadır.[203] Eskiçağ toplumlarında ak büyü
tedavi edici olarak görülmüş ve olumlu işlerde kullunılmış, kara büyünün ise
kötüleştirici olduğuna ve olumsuz işlerde kullanıldığına inanılmıştır. Kara
büyü her zaman ve mekânda mücadele edilmesi gereken bir büyü; kara büyücü de
lanetlenen insan olarak nitelendirilmiştir. Bu zıtlık tarihin bütün
dönemlerinde, “iyi” ile “kötü”nün mücadelesinde birisine “tedavi eden”,
diğerine “çökerten” sıfatları 203
yüklenilerek devam ettirilmiştir.[204]
2.
Kara Büyü ise negatif bir
büyüdür.[205] Kara büyü, insanların hayatına,
sağlığına, evine, bahçe/bostanına, hayvanlarına, malına-mülküne yönelik kötü
amaçlı olarak yapılan büyü çeşititir.[206]
Bu büyü de karşı tarafa açık bir şekilde kötülük yapma düşüncesi yer
almaktadır. Genelde ayrılık, hasta etme hatta kişinin yok edilmesine kadar
uzanan büyüsel uygulamalar yapılmaktadır. [207]
Kara büyü kötü ruhlarla herhangi bir kötü amaç için iletişim kurma amacıyla[208] bazı yönlerden insanlara
üstün oldukları düşünülen cinleri, şeytanları çağırmayla da ilgilenmektedir.[209]
3.
Aktif Büyü, parapsikolojik
güçlerinin olduğuna inanılan kişi tarafından bir takım sözler, tekerlemeler,
dualar, beddualar ve ne anlama geldiği bilinmeyen fakat büyüsel ve etkisel
gücünün olduğuna inanılan bir takım kelimeler kullanarak tabiat olaylarını
denetim altına almayı amaçlayan bir büyü çeşitidir. [210]
4.
Pasif Büyü, savunma ve
korunma amacıyla yapılan bir büyüdür. Bunun içinde muska, nazar boncuğu gibi
bazı koruyucu özelliğinin bulunduğuna inanılan nesneler yer almaktadır.[211]
5.
Allopatik Büyü, bir şeyi
karşıtıyla etkileme şeklinde yapılan büyü çeşititir.[212]
Korkulan veya sevilmeyen bir kimsenin ölümünün istenmesi veya daha hafif
bir cezayla zararsız hale getirilmesi amacıyla yapılan bir büyü çeşititir.
6.
Temas büyüsü, başka bir
çeşidi olan temas büyüsü ise[213] [214]
esas olan parçanın
bütüne
tabi olması ve birbirleri ile ilişkili olan şeylerin fiziki bir temas
bulunmadan dahi birbirlerini etkilemesi düşüncesine dayanmaktadır. Parçadan
kastedilen kişiden alınan bir kıl, tırnak, saç, elbise parçası vs. olmaktadır.
Parçanın bütüne aidiyeti ilkesinden hareketle karşıdaki üzerinde akli, zihni ve
kalbi bir takım etkilerde bulunularak kişiyi kontrol altına alma
amaçlanmaktadır.
7.
Taklit büyüsüne benzerlik
ve analoji büyüsü de denilmektedir.[215]
[216] Bu büyüde ise esas alınan
ilke Frazer’in “benzer, benzerini meydana getirir” ilkesidir. Bir şeyin
taklidinin yapılarak aslına etki etme inancından hareket edilmektedir.
Benzerini 215 yaparken
kullanılan malzemeler resim, mum, bez, sabun vb. maddelerdir.
Bu türde
etkide bulunulacak kimsenin bir taklidinin yapılarak, o kişiye yapılmak
istenilenin taklidine yapılarak gerçekleştirilmesi esas alınmıştır. Bu çeşitin
en fazla bilinen örneği zarar verilecek kişinin benzerinin veya taklidinin bez
bebek veya mumdan yapılmasıdır.[217]
Hitit
büyücülüğünde sıklıkla kullanılan yöntemlerden biri olan taklit büyüsü hem
sözle hem de fiili olarak yapılmakta veya her ikisi de bir arada
yapılabilmektedir. Sembolik olarak yapılan eylemle ve ifade edilen büyülü
sözlerle gerçek olaylar arasında, mesela kötülük yapan kimseler arasında bağ
kurularak gerçekleştirmektedir.[218]
Gerek taklit büyüsü, gerekse temas büyüsünde birbirlerinden
uzak şeylerin gizli bir sempati ile birbirlerini etkilediklerine ve etkinin
birinden diğerine geçebildiğine inanılmış ve bunu ifade etmek için bu iki büyü
çeşitini Sempatik Büyü adı altında gruplandıranlar olmuştur.[219] Frazer da taklit (Homoeopathic) denilen ve temas (Contagious)
denilen büyülerin rahatlıkla sempatik büyünün altında sınıflandırılabileceğini
söylemektedir.
Çalışmamız
açısından dua ve büyüyü birbirinden ayırmak önemli olduğu için dua ile büyü
arasındaki farklılıkları belirlemek gerekmektedir.
Din, bilim
ve büyü her biri teoride birbirinden farklı olmakla birlikte din ibadete, bilim
açıklamaya ve büyü baskıya ve emre yönelten itici güçtür.[220]
Diyanet
İslâm Ansiklopedisi’nin büyü maddesinde yapılan din ve büyü ayrımına göre, din
her şeye gücü yeten bir varlığa, büyü ise tabiattaki bir güce yönelmektedir.
Dinin bir
cemaati, büyücünün ise sadece müşterisi vardır. Dinde günah anlayışı varken;
büyüde yoktur. Dinde açıklık, büyüde kapalılık ve gizlilik, dinde itaat,
bağlanma, büyüde planlı bir menfaat hesabı bulunmaktadır. [221]
Bir büyü
ayini genel ibadet mekânında, tapınakta ya da evdeki dua odasında değil,
genellikle ormanda, evlerden uzakta, gece yarısı veya karanlıkta ya da evin
gizli bir köşesinde ayrı bir yer seçilerek yapılmaktadır. Büyü ayinleri
karabüyü olmasa bile kötü büyüler gibi gizli yapılması tercih edilmiş ve
genellikle hareketleri gizli kapaklı olup söyledikleri tam olarak işitilmeyen
büyücüler halktan uzak durmayı tercih etmişlerdir.[222]
Dua ile
büyü arasında temelde benzerlikler bulunmakla birlikte, duayla kişi ve kutsal
alan arasında özel bir bağ kurulmakta ve orada güç ve etki alanı çizilmektedir.
Bu yüzden duanın işleyişi büyü kelimeleriyle temelde benzerlik göstermektedir.[223]
Dinde
kısmen de olsa duada bulunan, ibadet, ahlak, dayanışma, birlik gibi temel
unsurlar büyüde yer almaz. Büyüde dini uygulamalardaki manevî, ruhanî özden,
derunî inanıştan çok; dış unsurlar, katı şartlar, maddi araçlar ön plana çıkar.
Büyü ilahi otorite ve ahlakî kuralların dışında kalmaktadır. Büyü, Tanrı ve
tanrıların kudretinin üstünde bir şey yapmak veya onları zorlayarak herhangi
bir gayeyi gerçekleştirmek iddiasında bulunmaktadır. Hâlbuki duada Tanrı’ya
itaat etmek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak, gazabından sakınmak, ceza ve
mükâfatına göre tavır almak söz konusudur. Büyünün temel gayesi menfaat temini
olduğu için yerine göre dinde kutsal sayılan şeyleri de kendi gayesi için
kullanarak dini istismar edebilmektedir. Büyüde şahsi, dinde ise hem şahsi hem
de içtimai gaye söz konusudur. Dinin devamlılığına karşılık kişinin bilgi,
yetenek ve imkânı bitince veya gayesini gerçekleştirince büyü olayı sona
ermektedir.”[224]
Bunların
dışında duada Tanrı’dan isteme yer alırken, büyü de tanrı’ya emir verme söz
konusu olmakta ve bu yönüyle de duadan ayrılmaktadır.[225]
İbadet ve dua bir
rica
iken, ruhları, cinleri, melekleri veya Allah’ın dışında herhangi bir şeyi
yardıma çağırmak ‘emir’ ifade etmektedir. Emir formunun ise, büyü de gizemli
bir isimle ilişkili ■i -i -i , -i • 225
olması
gerekmektedir.
Büyüye
başvuran kimse veya büyücü başkalarını etki altına almak, yenmek ve yok etmek
gibi amaçlara sahip olarak rakipsiz kalmayı, isteğini yerine getirmeyi amaçlar.
Diğer taraftan büyü yaptıran kimse veya büyücü kendisini görünen veya
görünmeyen düşmanlara karşı koruma amacı güder. İnsanlar korkuya kapıldıkları
zaman inanacakları ya da dayanacakları bir güç arayışına girmişlerdir. Oysa
duada zor durumda kalan insana ‘sabır ile Allah’tan yardım istemesi’ tavsiye
edilmiştir.
Büyüde
büyücü, doğa güçlerini kontrol edebileceğini varsayarken, din dünyanın
gidişatının dua ve yalvarma yoluyla niyetini değiştirebilecek bilinçli bir
etmen tarafından yönlendirildiğini savunmuştur.[226]
[227]
Büyü
gizemli doğaüstü ajansları kontrol etmeye çalışmakta, niçin ve nasıl
kullanıldığından çok neyle kullanıldığıyla ilgilenmektedir. Büyüde doğru
prosedür takip edilirse sonucun olacağı düşünülmüş veya kesin kabul edilmiştir.
Eğer olmamışsa doğru prosedür takip edilmemiştir. Tarih öncesi dönemlerdeki
mağara resimleri bu rolde büyü örnekleridir. Bazı büyüsel işlerde yapıldığı
gibi avcılık, toplayıcılık, balıkçılık vs. yaşayan insanlar resimlerle
hayvanları kontrol altına almayı amaçlamışlardır.[228]
[229] Duada ise verilen adap ve
erkâna uyularak kabul olması beklenen bir kesinlikten bahsedilmez.
Frazer büyüyü doğa yasalarının gerçek dışı bir
sistemi olarak görür ve ona göre büyü, yanlış bir bilim ve verimsiz bir
sanattır. Zorlayıcıdır, nesneleri ve doğayı öznel bir görüş açısından yorumlar,
kendi çıkarı için kullanır ve çıkış noktası insandır. Olumlu ile olumsuz uçlar
arasında dolaşır ve orta yolu yoktur.
Büyünün
hedefleri özel ve sınırlıdır, üstelik tekniklerinde daha aldatıcıdır. Grupsal
hedeflerden çok bireysel hedefler için yönlendirilir. Grup aktiviteleri değil
özel pratikler daha fazladır.[230] Yalnızlık ve kişinin
kendisini insanlardan tecrit etmesi, büyü ayininin doğasında yer alan bir
özelliktir ve büyü ayini daima bireye has bir olaydır.
Dini pratik
inancın bir parçasıdır, büyü ayini ise inançlar dediğimiz organize sistemlerin
bir parçası değildir.[231] Ayrıca büyü, tekniklerin
yerine getirilmesinde daha hassastır ve bir tanesinin çalışmaması durumunda
başkası denenir. Daha az duygu içerir, pratiği daha az zorlayıcıdır. Potansiyel
olarak daha antisosyaldir çünkü özel zamanlar ve fırsatlarda yerine getirilir.[232]
İslâmî
duanın sonunda söylenilen “âmin” sözcüğü olduğu gibi büyünün sonunda “âmin”
kelimesine benzer bir ifade kullanılmakta[233]
bazen acilen yerine getirilmesini söyleyen cümle ve kelimelere yer
verilmektedir.[234]
Büyücü bir
süre sonra bazı başarılar elde ederek kişinin kendisini tanrı yerine koymasına
bile neden olabilmektedir. Duada ise kul acziyetini ortaya koymakta ve yardım
beklemektedir.
Dualar, dua eden kimse ve kutsal arasında özel bir bağlantı
kurmaktadır. Duada tekrarlar kalbi, ruhu tekrar tekrar temizlemekle, zihne,
kalbe Tanrı inancını yerleştirmeye onun rızasını kazanmaya çalışmaktadır. Büyü
de ise tekrarlar metafizik güçlere baskı ve zorlama amacıyla yapılmaktadır.[235] Amaç, dua edilen cinler ve 1,235 tanrıların gerçek
varlığını sağlamlaştırmaktır.[236]
10.
Büyüde Kullanılan Nesneler/Unsurlar
Kitaptaki
örneklerin hazırlanmasında ve uygulanmaları esnasında yerine getirilmesi
gereken şartların yanında, tedarik edilmesi gereken çeşitli malzemeler,
nesneler ve unsurlar bulunmaktadır.
Bu tür büyü
malzemeleri için farsça bir kelime olan “nirenc” veya “nirenciyat” kelimesi
kullanılmıştır. Kelime hile, düzen, efsun ve büyü gibi anlamlarda[237] kullanılmakta olup
çeşitli konularda sihir yapımı için uzun reçeteli pek çok maddeyi içeren sihir malzemeleri türüne denilmiştir. Bu malzemelerle
büyü alanına giren çoğu işlemin yapılması mümkün olmaktadır.[238]
Büyüsel
uygulamalarda kullanılan en önemli unsurlardan bir tanesi astrolojidir.
Yıldız ve
gezegenler gibi gök cisimlerini inceleyerek insanların kaderi, mevsimler ve
gelecekle ilgili yorumlarda bulunma bilimi olarak görülen Astrolojiyle,
Astronomi (başlangıçta) beraber anılırken, daha sonra birbirinden ayrılmışlardır.
Astronomi bir bilim olurken astroloji eski yüzyılların sahte bilimi olarak
kalmış ve astrologlar tarafından çıkarılan yıldız haritalarına yargıda bulunma
pratiği olarak günümüze kadar gelmiştir, devam etmektedir.[239]
Astrolojinin
başlangıcının kesin tarihini tespit etmek imkânsız olsa da Kaldeliler,
Mısırlılar, Asurlular, Yunanlılar ve Persler tarafından kullanıldığı
bilinmektedir.[240] Astrolojinin Keldanilerden
Mısır’a oradan da Yunanlılara geçtiği şeklinde[241]
ve Mezopotamya’dan ortaya çıkarak Akdeniz dünyasına ve diğer taraftan da Hint
yarımadasına yayıldığı şeklinde farklı görüşler bulunmaktadır.[242]
Yıldızlar
hakkındaki en eski kayıtlar eski Babil dönemine ait astrolojik ve astronomik
olmak üzere iki metnin bulunduğunu ve[243]
[244] diğer taraftan Hammurabi
dönemine kadar tarihlenen tek metnin Ammişeduga’nın Venüs tabletlerinin
olduğunu 243 ve de astrolojinin belirlenebilen ilk kaynağının
Mezopotamya’da Kaldelilerde Kral I. Sargon (yaklaşık M.Ö. 2350) tarafından
yazdırılmış olan Namar-Beli çivi yazılı tabletinin olduğunu kabul edenler
olmuştur.[245]
Astroloji
bilgilerini Sümerlerden ödünç almış olan Babillilerde astroloji işlerinin
başındakiler, yüksek pozisyondaki kişilerdir.[246]
Yöneticiler kendi yararlarına ve ulusların yararları adına astrologları
yanlarında bulundurmuşlardır. Hatta yıldızlara danışılıncaya kadar savaşa,
inşaya başlanmamış, finansal işler yapılmamıştır.[247]
Babilli astrologlar, kâhinler, falcılar daha çok devlet adamı, politikacılar
gibi itibar görmüşlerdir.[248]
Babilli
ruhban sınıfı incelemeleri sonucunda astroloji alanında uzmanlaşmışlar ve bilim
adamı olarak görülmüşlerdir. Astrolojik bilgelik ise orijinal metinleri
araştırmak için diller bilmeyi aynı zamanda matematiksel zekâyı gerektirmiştir.[249]
Yunanlılar
ise bir doğum astrolojisini benimseyerek kişinin doğumu sırasındaki
gezegenlerin konumlarına, harflerin kişinin kaderini belirlediğine inanmışlar
ve kaderci bir astroloji kabul etmişlerdir.[250]
[251]
Harran Sabiîleri (politeistleri)
ise tanrı ile insan arasında kutsal ruhların bulunduğuna ve bu ruhların
heykellerinin olduğuna inanmışlar onlara tapmış, Babil kültürü olan astral
ilahi varlıkların ve Hermetik felsefe geleneğinin Ortaçağ’a aktarılmasında
etkili olmuşlardır.
Hindistan’da
astroloji önemli günleri belirlemede geleneksel Hint eğitimlerinde yardımcı
olması amacıyla kullanılan ve iyi ve kötü sonuçların meydana geldiği
gezegenlerin hareketlerinin incelendiği bir bilim dalı olmuştur.[252] Burada da astroloji bir
zamanlar soylu teoloji incelemesine yardımcı olabilecek en büyük bilim olarak
görülmüştür.[253]
Romalılardan
sonra kaybolan astroloji, Araplar vasıtasıyla Avrupa’da onbirinci ve onikici
yüzyıllarda tekrar ortaya çıkmıştır. Araplar tıp pratiklerini astrolojiyle,
matematikle kombine ederek yeniden hayata geçirmişlerdir.[254]
[255] Özellikle Araplar ve Yahudi
Kabbalistler bu tasavvurların taşıyıcıları olmuştur.
Ortaçağa
gelindiği zaman kilisenin astrolojiyi ne kabul ettiği ne de ona karşı düşmanca
bir tavır aldığı görülmektedir. Çoğu Hıristiyan astrolojiye inanmış ve burçlara
saygı duymuştur.[256] Onüçüncü ve ondördüncü
yüzyıllar da Rönesans’ta astrologlar kralların danışmanlarıdır. Ayrıca
asilzadeler, şehir yöneticileri, kilise mensupları tarafından ve bazı papalar
tarafından danışılan kişiler olmuşlardır. İtalya ve İspanya Üniversitelerinde
astroloji kürsüleri kurulmuştur.[257]
Osmanlı
saraylarında ise Osmanlı padişahlarının rüyalarını yorumlayan ve büyük olaylar
için fala bakan ve bunlarla devlet işlerine yön veren usta müneccimler bulunmuş
ve yıldıznameler yazılmıştır.[258] Benzer örnekleri Türk
astrolojisine baktığımız zaman görmekteyiz.[259]
1.
Burçlara Yüklenen Tanrısal Özellikler
Mezopotamya’daki
sistemin temel tasavvurunda yıldızlar gözle görebilen tanrılar olarak
düşünülmüş ve gezegenlerin tabiatları gereği insanların üzerinde etkilerinin
olduğuna ve yazılmış olan kaderlerin öğrenilmesinde anahtar rollerinin olduğuna
inanılmıştır. Ülkeler, nehirler, kentler, tapınaklar kozmosun birebir
imgesidir. Yıldızların gökkubbede çizdikleri grafiklere göre şehirlerin planı
çizilmiştir.[260]
Yeryüzündeki
yaşamın gökteki yapı ile benzer dinamiği yansıttığına olan inanç, insan
bedeninin kozmosun bir aynası olarak görülmesine insanın uzuvlarını yöneten
gezegenlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.[261]
Babilliler gökteki her değişimde bir belirti, bir işaret aramışlar ve
yıldızların ve gezegenlerin hareketlerine farklı anlamlar yüklemişlerdir.[262] Hiçbir şeyin şansa bağlı
olmadığına ve yıldızların insanlar için iyiye ya da kötülüğe işaret ettiğine
inanılmıştır.[263]
Bu
tasavvura göre Hitit büyüsü makrokozmos (evren) ve mikrokozmos (insan)
benzeşimince belirlenmiştir. İnsanın başı göğe, elleri toprağa, gözleri suya
benzetilmiştir.[264] Ayrıca doğum anında
gezegenlerin hareketleri ve konumlarının kişinin tüm hayatını etkileyeceğine de
inanılmıştır.[265]
Gezegenlere
insanların hayatlarını yönetmede yüklenen görevlere göre; Satürn kemikler,
akciğerler, sağ kulak, idrar bölümünü; Jüpiter, karaciğer, sol kulak ve kaburga
kemikleri; Güneş kalp, karın, sağ göz, beyin, vücudun sağ tarafını; Mars
yaralanma, sağ burun deliği, kas ve sinirleri ve böbrekleri; Venüs et ve
şişmanlığı, yağı, böbrekleri, meni ve özel kısımları; Merkür dil, ağız ve
kasları; Ay sol göz, baş, akciğer, boğaz, rahim ve vücudun sol tarafını
etkilemektedir.[266] Antik dönemde bu inancın
etkisiyle Ay, oğlak burcundayken bir cerrah yaralı bir dizi ameliyat
etmemiştir.[267] Ayrıca insanın 7 döneminin de
gezegenlerin kontrolü altında olduğuna inanılmıştır. Bebeklik Ay; çocukluk
Merkür; yetişkinlik Venüs; olgunluk Güneş; orta yaş Mars; ileri yaş Jupiter ve
ihtiyarlık ile ölüm Satürn’ün kontrolü altındadır.[268]
Yıldızlar
ve gezegenler tanrı ile insan arasına giren tanrısal varlıklar olarak kabul
edilmişlerdir. Tanrısal alana yükselmek için de uygun gezegenlerin alanından
geçmek gerekecektir. Bu tür inançlar Gnostisizm ve Helenizmde yaygın bir
şekilde görülmektedir.[269]
Çoğu antik
ülkelerde, Asurlularda yaygın bir şekilde gezegenler, tanrıların isimleriyle
birleştirilmişlerdir. Her bir gün tanrılara adanmış ve krallar için günlük
kurbanlar sunulmuştur.[270]
Paganlar
ise yıldızları, ırkları, ülkeleri ve kişilerin kaderlerini etkileme yeteneği
bulunan canlı varlıklar olarak görmüşlerdir.[271]
Tanrılarla yıldızlar ve takımyıldızları özdeşleştirilmiş ve gökteki
değişikliklerin insanlara tanrılar tarafından gönderilen uyarılar olduğu
düşünülmüştür. Öyleki yeryüzündeki tanrı kralların yıldızları gökyüzünde parlak
bir şekilde görüldüğü zaman bu, yeryüzü kralının güçlü ve şanslı olacağının bir
işareti olarak kabul edilmiştir.[272]
[273] Gezegenlerin kişilerin
kaderlerini çizen tanrılar olduklarına olan inanç gereği, onların dua ve
kurbanlarla yumuşatılacağına 272
inanılmış ve onlara dualar ve kurbanlar sunulmuştur.
Gezegen
tanrılar, Mezopotamya’dan Yunanlılara oradan da Romalılar kanalıyla dünya
üzerine yayılmışlardır.[274]
Gezegen
tanrılar ve isimleri şöyledir: Marduk-Jüpiter (Perşembe), Nabu-Merkür
(Çarşamba), Nergal-Mars (Salı), Ninurta-Satürn (Cumartesi), İştar-Venüs (Cuma),
Şamaş-Güneş (Pazar), Sin-Ay (Pazartesi) şeklinde sıralanmıştır. Gezegenler ve
tanrılar arasındaki bu ilişki daha sonra Yunan ve Romalılar tarafından da
benimsenmiştir.[275] Buna göre
gezegenlerin etkileri onların ismini aldığı tanrıların özelliğini
yansıtmaktadır.[276] Günümüzdeki yıldız
isimlerinin kaynağı Babillilerdir ve yıldızların hareketlerinin insanların
hareketleriyle yakından alakalı olduğuna inanmışlardır. Her insanın gökyüzünde
bir yıldızının olduğuna inanılmasından dolayı yıldız kayması veya sönmesi bir
kişinin ölümünün işareti sayılmıştır.[277]
Yunan
panteonundaki büyük tanrılardan Zeus, Roma’ya Jupiter olarak, Afrodit Venüs,
Ares Mars, Kronos Satürn, Hermes Merkür, olarak geçmiştir. Bunlar Roma’nın
gezegen tanrılarının isimleri olmakla birlikte halen kullandığımız isimlerdir.[278] En azından iki bin yıl önce
Batı’da kullanılmaya başlayan haftanın günlerinin isimleri neredeyse bütün
dünyaya yayılmıştır.[279]
Satürn’ün
güneşle olan yakınlığından (parlaklığından) dolayı daha sonra bir güneş tanrısı
olan Ninib’le (o Nippur’un güneş tanrısıdır) özdeşleştirilmiş olabileceği de
ileri sürülmektedir. Ninib, neşe ve sevinci getiren ve hayatı düzenleyen bahar,
güneş tanrısı olarak bilinmektedir.[280]
Fakat bu özelliği Satürn’ün özelliklerine benzemektedir. Çünkü Satürn
genellikle olumsuz işlerin yöneticisidir.
Arapça’da
Zuhal olarak isimlendirilen Satürn’ün hareketinin Güneş’inki kadar yavaş ve
sabit olmasından dolayı, ‘gecenin güneşi’ olarak da isimlendirilmiştir.[281] Saturn, antik
dönem İtalyan zamanın tanrısıdır, tarımın ve ürünlerin koruyucusudur. Roma’da o
hazinelerin koruyucusudur ve özellikle parayla özdeşleştirilmiştir.[282] İnsanların
umutlarını kırmayla meşgul olan, ölümü getiren, başarısızlığı, yıkımı, sefaleti
ve genellikle hüznü getiren bir gezegendir. Bu algının sebebi olarak
Romalıların Satürn’ü yanlış tanıması gösterilmektedir.[283]
Cumartesi
gününün yöneticisi olan bu gezegene tarım, miraslar, katılık ve yeryüzünün
işleri, kemikler, dişler, kıkırdaklar, sağ kulak, karaciğerin[284] yönetimi verilmiştir. Ayrıca
üzüntü,[285] yaşlılık, geçmiş, sınırlama,
durgunluk, soyut düşünce ve felsefeyle ilgili durumlar onun yönetimindedir.[286] Lisana, soğuk tabiatlı
olmaya,[287] zamana,[288] sinirliliğe[289] ve fakirliliğe etki
etmektedir.[290]
Kenzü’l-Havâs’ta
Zuhal/Satürn yıldızının yönetiminde bulunan Cumartesi gününde müşterinin
artmasının amaçlanmasının dışında288 289 [291]
sıkıntıya uğratmak,[292] düşmanı zarara
sokmak, ticaretini ve kârını bozmak, zâlime ceza vermek,[293]
zorluğa karşı koymak, zâlimin yok edilmesi,[294]
düşmana üstün gelme gibi yetenekler yüklenmiştir. Satürn için verilen saatler
genelde uğursuz ve iş yapılması tavsiye edilmeyen saatler olarak görülmektedir.
Bu saatte zarar ve kötülükten başka bir şey beklenmez.
Jüpiter
gezegeni ise Arapça’da Müşteri olarak isimlendirilmiştir. Astrolojik sistemde
Jüpiter, Hammurabi döneminden sonra panteonun baş tanrısı olarak gördüğümüz
Marduk’la özdeşleştirilmektedir.[295]
Ülkeyi ve krallığı koruyan tanrıdır.[296]
Marduk başlangıçta bir güneş tanrısı olarak ortaya çıkmıştır.[297] O, yaratıcı tanrıdır, ölümün
habercisi, kaosu durduran tanrıdır ve gökyüzünün yöneticisidir.[298] Başka bir bilgide ise ilk
dönem Nippur’un baş tanrısı olan Enlil’in, Jüpiter’le özdeşleştirildiği
söylenmektedir.[299] Jüpiter, insanoğlunun ve
tanrıların yöneticisidir.[300]
Yunanlılarda
ise Zeus’la özdeşleştirilmiştir. Jüpiter başlangıçta bir ziraat tanrısıdır
fakat zamanla Roma’nın koruyucusu olmuştur.[301]
Greklerde tanrıların kralı Zeus’ken, Babil’de tanrıların kralı Marduk’tur.
Gezegenler içinde en favori olanıdır.[302]
Romalılarda da Jüpiter en büyük tanrıdır.[303]
Gökyüzünün doğal güçleri onun özelliğidir.[304]
Şimşek ve gök gürültüsünün ve kötü havanın
efendisi olarak görülmüştür.[305]
Arapçada
Merih olarak bilinen Mars ise Grek savaş tanrısı Ares’le ve Mezopotamya savaş
tanrısı Nergal’le özdeşleştirilmiştir. Satürn’den sonra ikinci en kötü gezegen
olarak bilinmektedir. Onun etkisi çok sıcak ve çok kurudur.[306]
Nergal, özellikle hastalık, şiddet ve gerginliğin sebep olduğu ölümün tanrısı,
ölüm ülkesinin yer altı tanrısıdır.[307]
Mars gezegeni adını kan ve yangını anımsatan koyu kırmızı renginden almış[308] ve kırmızı Hindularda da
Mars’ın rengi olmuştur.[309]
Başlangıçta
Roma’nın önemli geçim kaynağı olan tarımla ilgili bir tanrı iken Roma genişledikçe
savaş tanrısına dönüşmüştür. O Roma’nın üç koruyucu tanrısı olan Jüpiter,
Quirinius’la birlikte üçüncüsüdür. İlk zamanlar pastoral bir tanrı olan Mars,
tepelerde ve ormanlarda yaşamış ve çiftçilik üzerinde koruyuculuk yapmıştır.
Mars muhtemelen onun kız kardeşi veya eşi olan savaş tanrıçası Bellona’yla
özdeşleştirilmiştir.[310]
Nergal,
yeraltının (en büyüğü değilse de) en büyük tanrılarından biri olmuştur. Mars’ın
en popüler isimlerinden biri Sümerce Salbatânu MULSa-al-ba-tâ-nu
(G360)’dır ve bugüne kadar onun anlamı bilinmeden kalmıştır. Bilim adamları
Sümerce’deki bu heceleri yorumlayarak ve hecelerin içine isimleri zorla
yerleştirerek ismi ‘kendisinde sürekli felaketi bulunduran’ olarak
açıklamışlardır. Bu Mars’ın paralel unvanı Nergal’le uyum içindedir. Nergal
felaketin, savaşın, ölümün ve yeraltının tanrısıdır. Belki bu Mars’a ‘kara
yıldız’ denmesinin sebebidir.[311] Mars ayrıca bulutların ve gök
311 gürültüsünün
tanrısıdır.[312]
Arapçada
Şems olarak isimlendirilen Güneş, Sümerce Utu ve Akadca Samas olan Güneş tanrısı
olarak bilinmektedir.[313] Metinlerde her zaman ikinci
sırada yer almıştır. Kaldeli sisteminde ise Güneş gezegenlerin lideridir.[314] O Ay tanrısının en büyük
oğludur ve Istar’ın kardeşidir. Mısır mitolojisinde Güneş ve Ay sonraları
Osiris ve Isis tanrıları tarafından temsil edilmiştir.[315]
Sol ismiyle de anılan Güneş, Yunanlılarda Helios’la denk sayılmıştır.[316]
Zühre olarak isimlendirilen Venus ise
İştar’dır ve İştar, bir yer tanrıçası, bitkilerin ve bereketin tanrıçasıdır
yani bir toprak ana kişileştirmesidir. Nana ve Uruk da Venüs’le
özdeşleştirilmiştir. Her bir gezegen bir büyük tanrıyla özdeşleştirilmiştir.
Sümer tanrıçası olan İnana, Akadlarda İştar,[317]
[318] İbranilerde Astarte,
Yunanlılarda Afrodit ve Romalılarda Venüs adını almıştır.
Venus, başlangıçta
bahar zamanı, bahçelerle ve ziraatla özdeşleştirilen kaynağı belli olmayan bir
antik dönem tanrıçasıdır. Daha sonra Roma tanrısı Afrodit’le
özdeşleştirilmiştir. Aşk ve verimliliğin tanrıçasıdır.[319]
İştar,
sabah ve akşam yıldızı olan Venüs’e bağlı olmasından dolayı hem gece hem de
gündüz işlerine bakmaktadır.[320]
Utarit/Merkür
ise küçük bir gezegen olmasından dolayı tanrı Nebo ile özdeşleştirilmiştir.
Panteon’da Marduk’un oğludur ve tanrılar meclisinden yazıcı olarak geçmiştir.[321] Nabû’nın kültü yaklaşık olarak
MS. 2’ye kadar devam etmiştir daha sonra o, Hermes ve Apollo’yla
özdeşleştirilir olmuştur.[322]
O ziraatın,
ticaretin patronu ve özellikle yazıcıların ve bilim adamlarının tanrısıdır.
Onun en önemli rolü tanrıların yazıcısı olması ve kader tabletlerinin 322
koruyucusu olmasıdır.
Marduk ve
Nabû’ya ek olarak Merkür, genellikle akşam güneşini temsil eden ve çoğunlukla
Satürn’le ilişkili olan Ninurta’yla da özdeşleştirilmiştir.[323]
[324]
Sümerce
Nanna ve Akadca Sin ise Ay/Kamer tanrısıdır,[325]
genellikle metinlerdeki ilk gezegendir ve Ay tanrısı bilgeliğin tezahürü ve
güneş tanrısı babasıdır. Mezopotamya tarihinin başlangıcından çiviyazısı
kültürünün sonuna kadar Ay tanrısı gezegen tanrılarının en eskisi olmuştur.
“Yıldız tanrıları arasında, ay tanrısı en nazik/anlayışlı ve en güvenilir
olanıdır ve insan ve hayvanın doğurganlık ve verimliliğiyle bağlantısı
kurulmuştur.”[326]
Daha önceki
dönemlerde o, Selene veya Mene’dir. Daha sonra o Apollo’nun ikiz kardeşi,
Artemis olmuştur.[327] [328]
Artemis analığın belirgin bir vasfı olan koruyuculuk ve 327
şevkatle özdeşleştirilmiştir.
Ay,
ormanların, şehirlerin, doğum yapan kadınların ve avcıların koruyucusudur.
Ay’ın insanın yaşam devrelerini simgelediği düşünülmüştür. Önce doğar, sonra
büyür, bir süre ayakta kalır ve nihayet batar gider, yani ölür. Her ay dönemi
sonunda üç gün kaybolur, görünmez sanki ölmüş gibidir. Ay’ın histeri, sara gibi
hastalıklarla bağıntılı olduğu, İngilizce luna’nın Ay, lunacy kelimesinin ise
Ay’ın etkileyiciliğinden esinlenerek delilik, cinnet anlamında kullanıldığı söylenmektedir.
Anadolu Türklerinde de Ay’daki değişmeler sonucunda kimi insanlarda ruhsal
değişmeler meydana geldiğine inanılmıştır. Hindistan’da Ay, tohumun taşıyıcısı
olarak görülmüştür. Çiçero’ya göre dolunay, tohum ekmenin ve evlenmenin en
uygun zamanı sayılmıştır. Özellikle dolunayın âşıkları etkilediği, onlara aşırı
heyecan verdiği ve aşkı körüklediği düşünülmüştür. Ay’ın etkisinde olan kişinin
dengeli olacağı, akşamları daha güçlü ve çalışkan olacağı, kafasının geceleri
çok daha iyi işleyeceğine inanılmıştır. Bu kişilerde biraz da olsa hayalperest
ve tembelliğe karşı bir eğilimin olduğu ifade edilmektedir. Bu kişiler yaratıcı
ve çekicidirler.[329] Ay’ın hafızayı, gözü,
bağırsakları, rahmi, ince zarları[330]
etkilediğine ve değişim, sezgi, doğum, umudun[331]
yöneticisi olduğuna inanılmıştır. Ayrıca Ay, seyahati, deniz yolculuğunu,[332] avlanmayı, balık tutmayı
yönetmektedir.[333]
Genelde
büyü uygulamalarında Ay’ın uygun konumda bulunması önemli görülmüştür. Çünkü
sihirsel uğraşları yöneten Ay’dır. Her gezegenin insanın yaşamının bir yönünü
simgelediğine inanılmıştır.[334]
Ay’ın günü
olan Pazartesi günü, kitapta yapılacak uygulamalarda karşıdakinin sevgisini
kazanma, sözünü dinletme,[335] bol rızık elde etme,[336] fenalıklardan korunma,[337] zâlimin şerrinden
korunma,[338] dileğin yerine gelmesi,[339] mutluluk,[340]
kişiyi sakinleştirme,[341] hastanın iyileşmesi,[342] görünmez olmak,[343] uzaklardan gelmeyen kişiyi
geri getirmek[344] gibi amaçlar yer almakta ve
bugün olumsuzluklar için veya kötülük yapmak amacıyla kullanılmamaktadır.
2.
Yıldızların Uğurlu ve Uğursuz Vakitleri
Bu gezegen
tanrıların haftanın belli bir gününü yönettiğine inanılmış ve gezegenin
yönettiği gün o gezegenin uğurlu zamanı olarak görülmüştür.
İslâm
dünyasında yeni gün güneşin batışıyla başlamıştır. Buna göre Güneş ufukta
kaybolunca saat 12 ya da 0'dır. Bir sonraki güneş batışına kadar geçen süre
2x12 saate ayrılır. Ezâni saat adı verilen bu saatte günün başlangıcı
değişmekte ancak gün boyunca bir saatlik süre aynı kalmaktadır.[345]
Kenzü’l-Havas’ta,
sadece gündüz vaktine ait olan uğurlu ve uğursuz saatler saat saat detaylı bir
şekilde verilmiştir. Geceler okumak, havâs yazmak, vefk ve tılsım hazırlamak
gibi işler için uygun görülmüştür. Havâs ve zikirden faydalanmak isteyenler
için gece yarısı tavsiye edilmiştir.
Büyüsel
sözleri okuma ve yazmada burçlar ve yıldızlar büyük roller oynamışlardır.
Havâssın etkili olabilmesi için o kimselerin yıldız ve burçlarının bulunarak o
burca uygun gün ve saatte havâssın okunup, yazılması gerekmektedir.
Haftanın
her gününün ilk saati o günün yönetici yıldızının saatidir.[346]
Güneş’in doğum anıyla başlamakta ve güneşin battığı anda da gecenin birinci
saati başlamış olmaktadır. Bu saatler 60 dakikalık saatlerden farklı olarak
düzenlenmişlerdir. Mevsimlere göre gün ve gece saatinin uzunlukları devamlı
olarak değişmektedir. Saatlerin bulunuşu ise o günün güneş doğuş saati ile
batış saati ve gecesi için de batış saati ile doğuş saati arasındaki farkın
bulunarak 12’ye bölünmesi şeklindedir. Sonrasında o günün yıldızından
başlayarak sırayla gezegenler yazılmaktadır.[347]
[348] Meleklerin saatleri
yönettiğine ve günü yöneten meleğin günün ilk saatini yönettiğine, ikinci
saatin yöneticisinin ikinciyi, üçüncüsü saatin yöneticisinin de üçüncüyü
yönettiğine inanılmıştır. Bu devrin sonunda yedi gezegen kendi devirlerini
yaparak ilk olana geri dönmektedir. Söz konusu takvimlerde uygulamalar için
bakılan kısımlar güneşin doğuş vakitleri ve akşamın oluşu yani güneşin batış
saatleridir.
Bu tür
kitaplarda kullanılan uydurma bir hesaplama usûlünde ise günümüz saatleri
kullanılmakta ve her gün güneş batarken saat 12 kabul edilmektedir. Her saat 60
dakika sürmekte fakat bu yöntemle hiçbir zaman ertesigünün güneş doğuşu ve
sonraki 347 güneş batışı
12 saat sonraya denk gelmemektedir.
Çalışma
konumuz olan Kenzü’l-Havâs kitabının ilk sayfalarında el-Hüseynî, haftanın yedi
gününün her bir gününü ayrı gezegene tahsis etmiş ve günleri de saatlere
bölerek gezegenler için uğurlu ve uğursuz vakitler tayin etmiştir. Uygulamalara
başlamadan önce uygun zamanın yani o zamanı yöneten gezegenin uğurlu bir
saatinin olup olmadığına bakılması gerekmektedir. Uğursuz bir zamanda
başlanılacak olan bir iş veya yapılacak olan bir formül etkili olmayacaktır.
el-Hüseynî’nin genelde olumlu veya faydalı olduğu düşünülen işler için genelde
o günün uğurlu bir saatini, olumsuz bir iş içinse uğursuz bir saatini tercih
ettiği görülmektedir.
Bunlardan
hareketle yıldızların şerefli vakitleri olarak, Güneş’in, Koç burcunda
bulunduğu zaman, Ay’ın, Boğa burcunda olduğu zaman, Utarit’in, Başak burcunda
bulunduğu zaman, Zühre’nin, Balık burcunda bulunduğu zaman, Merih’in, Oğlak
burcunda bulunduğu zamanlar verilmiştir.[349]
İlk cildin
başlarında verilen haftanın günleri ve saatleri sıralamasında Pazar gününden
başlanılmaktadır. Pazar gününün yöneticisi olan Güneş bu günün ilk saatini de
yönetmektedir. İkinci saat Zühre, üçüncü saat Utarit, dördüncü Ay, beşinci
Zuhal, altıncı Müşteri, yedinci Merih, sekizinci tekrar Güneş tarafından
yönetilmekte dokuzuncu saat Zühre, onuncu Utarit, on birinci Ay, on ikinci
Zuhal[350] şeklinde sıralanarak her
günün yönetici bir gezegeni olduğuna inanılmaktadır. Gün ve yıldızların
eşleştirmeleri astrolojinin yer aldığı hemen hemen her kitapta benzer şekilde
yapılmaktadır.[351]
Haftanın
günlerinin sahibi olan gezegenler 24 saate ayrılan her bir günün bir saatini
sırayla yönetmektedirler. Daha anlaşılır olması açısından Kenzü’l-Havâs’ta
gündüze ait olan 12 saati yöneten gezegenleri tablolaştırmayı uygun gördük:
Pazar |
Pazartesi |
Sah |
Çarşamba |
Perş embe |
Cuma |
C u ma itesi |
Güneş |
Ay |
Merih-Mars |
UtaritMerkür |
Müş teri.
Jüpiter |
ZühreVenüs |
Zuhal' S atüm |
ZühreVenüs |
Zuhal S atimi |
Güneş |
Ay |
Merih-Mars |
UtaritMerkür |
Müşteri
Jüpiter |
UtaritMerkür |
ZühreVenüs |
ZühreVenüs |
Zuhal Satürn |
Güneş |
Ay |
MerihMars |
Ay |
Merih-Mars |
UtaritMerkür |
Müş teri
Jüpiter |
ZühreVenüs |
Zuhal S atüm |
Güneş |
Zuhal S atüm |
Güneş |
Ay |
Merih-Mars |
UtaritMerkür |
Müşteri-Jüpiter |
ZühreVenüs |
Müşteri
Jüpiter |
ZühreVenüs |
Zuhal’Satürn |
Güneş |
Ay |
Güneş |
UtaritMerkür |
Merih-Mars |
UtaritMerkür |
Müşteri-'Jüpiter |
Zühre-Venü s |
Zuhal-' S
atüm |
Zühre-Venü s |
Ay |
Güneş |
Ay |
Merih Mars |
UtaritMerkür |
Müşteri
Jüpiter |
UtaritMerkür |
Zuhal S atüm |
ZühreVenüs |
Zuhal Satürn |
Güneş |
Ay |
Merih-Mars |
Ay |
Müşteri
Jüpiter |
UtaritMerkür |
Müş
teri'Jüpiter |
Zühre-Venü s |
Zuhal-' S
atüm |
Güneş |
Zuhal-'S atüm |
Merih-Mars |
Ay |
Merih-Mars |
UtaritMerkür |
Müşteri
Jüpiter |
ZühreVenüs |
Müşteri-Jüpiter |
Güneş |
Zuhal’Satürn |
Güneş |
Ay |
Merih-Mars |
UtaritMerkür |
MerihMars |
Ay |
Günlerden
12 saat gündüz, 12 saat gece şeklinde iki kısma bölünerek faydalanılacağı
söylenmesine rağmen el-Hüseynî gece saatlerinin de gündüz saatleri gibi
olduğunu ve gündüz saatlerini vermenin yeterli olacağını söylemiştir.
El-Hüseynî gündüz saatlerinin gece saatleriyle denk olduğunu ifade etse de
havâs işlerinde “... bana dua ediniz, kabul edeyim” ayetinden hareketle
pratikler için gece yarısından itibaren güneşin doğduğu vakte kadar ki aralığın
en uygun zaman olduğu düşünülmüştür.[352]
Sabah 12’den akşam 12’ye kadar gündüz ve akşam 1’den sabah 12’ye kadar
gece olarak kabul edilmiştir.[353]
Diğer
medeniyetlerde de günler uğurlu ve uğursuz vakitler olarak belirlenerek bazı
günler felaket günleri sayılmıştır. Yunanlılar bu günlere murdar günler ismini
vermişlerdir. Babil’de, Mısır’da, Çin’de, Hindistan’da, Yunanistan’da Eski Orta
Amerika’da da rahipler, âlimler ve memurlar için astroloji ve fal sanatlarıyla
ilgili günlerin belirlendiği takvimler hazırlanmıştır.[354]
Çin dinlerinde ise memleketin her tarafında uğursuz günler için uğurlu bir yer
bulmak üzere aylarca yıllarca süren araştırmalar yapılmıştır.[355]
Mezopotamya
uygarlıklarından olan Babil’de duayla cinleri kovmak için bazı günler uğurlu
bazı günler ise uğursuz olarak kabul edilmiştir. Wohlstein’de “Nisan’ın birine
geldiysen hemen kaç” denilmektedir. 1 Nisan cinleri kovmak için uğurlu bir gün
olarak görülmüştür. Çünkü bu tarih Babilliler için bir kader anıdır. Mısır
papirüslerinde de yılın bütün günleri büyüsel ritüeller için uğurlu ve uğursuz
günler şeklinde özelliklerine göre ayrılmıştır. Bir Yunan duayla kovma metninde
tanrıya saatlerin gücünün sahibi olan tanrı olarak yalvarılır. Genellikle
tanrıya veya tanrılara veya cinlere resmi yalvarışlar görülmektedir.[356]
Sabiîlerde
de her bir gün bir gezegen tarafından yönetilmiş ve 24 saat 12’şer olarak iki
kısma gece ve gündüz olarak ayrılmıştır.[357]
Batı’nın
sisteminde gün, gün ışınlarıyla başlamakta ve gün batımıyla sonlanmaktadır.
1486-1535 yılları arasında yaşamış Alman bir teolog, astrolog ve büyücü olarak
bilinen Agrippa’nın sisteminde günün ve gecenin saatleri yıla bağlı olarak
farklı uzunluktadır. Günün saatleri birbiri arasında bile eşit değildir.
Agrippa’nın açıklamalarında olduğu gibi çoğu astrologlar günün ve gecenin
aralığını on iki eşit parçaya ayırmaktadır. Fakat büyüsel çalışma için bir
almanak/yıllık kullanılması ve verilen gündeki güneşin doğuşu ve batış zamanını
bulmak için diğer bilgi kaynaklarını kullanılması tavsiye edilmektedir.
Agrippa’nın yönteminin bir benzeri olarak Heptameron’da bir davet planlandığı
zaman uygulayıcının öncelikle güneşin konumlarını bulması gerekmektedir.
Güneşin doğuşu ve batışı arasındaki dakikaların toplam sayısı belirlenir ve
günün on iki saatinin her birindeki dakikaların sayısına ulaşmak için toplam on
ikiye bölünür. On ikinci gezegenle ilgili saatle ve söz konusu günün
saatlerinin yöneticileri belirlendikten sonra uygulayıcı kimse gecenin her bir
eşit saatinde dakikaların sayısını bulmak için günün 120 sayısından her bir
eşit saatinin dakikalarının sayısını eksiltir ve sırasıyla gezegenler
belirlenir.[358] [359]
Gezegenlerin
yeryüzüne olan uzaklıkları dikkate alınarak yapılan sıralama Satürn, Jüpiter,
Mars, Güneş, Venüs, Merkür ve Ay şeklindedir. Antik Kaldelilerin değişmeyen bir
stiline göre gezegenlerin yönettikleri günler ve saatlerin sırası aynı 358 şekildedir. Bu düzen
ortaçağ astrologları tarafından da aynen benimsenmiştir.
Gezegenlerin
sıralanışının Kaideliler ve Mısır’daki şekline bakıldığı zaman da o dönemde
günlerin yirmi dört saate ayrıldığı ve her saatin tanrılarla özdeşleştirilmiş
olan gezegenler tarafından yönetildiği görülmektedir. Günlerin saatlerine ait
gezegenleri belirlerken günlerin 24 saat olduğu göz önüne alınarak mesela ilk
saatin güneşle başlaması durumunda ki Kenzü’l-Havâs kitabında da güneşle
başlamıştır ve gezegenlerin sayısı toplam yedi olmasından dolayı gezegenler
sıralanmış ve bunların üç kez deviniminden sonra toplam 21. saate gelinmiş,
geriye ise 3 saat kalmıştır. Kalan bu saatler de gezegenlerin sırası bozulmadan
sıralanmıştır. Güneş, Venüs, Merkür, Ay, Satürn, Jüpiter ve Mars şeklindeki
sıralanışta 21. saat Mars, 24. saat Merkür olmakta bu durumda ertesi günün
başlangıç gezegeni Ay olmaktadır. Tabloda da görüldüğü üzere Kenzü’l-Havâs
kitabındaki sıralamayla el-Hüseynî, Kaldeliler veya Mısırlılar dönemindeki
sıralamayı devam ettirmektedir.[360] Kaidelilerin gezegen sistemi
bizim genelde Augustus tarafından hazırlanan 7 günlük hafta sistemimizin
kaynağı olmuştur.[361] Talmud’da da gezegenlere ve
yönettikleri saatlerin düzenine yer verilmiştir.[362]
Çeşitli
tütsüler yakıp, nefes ve efsunlar yaparak insanların kaderlerini
yönlendirdiklerine inanılan yıldızların her biri için ayrı ayrı putlar
yapılmıştır. Sonrada yıldızların özelliklerine göre onlardan yardım beklenmiş
ve dualar edilmiştir. Hayır ve iyilikler için Müşteri, savaşta galip gelmek ve
başkalarına zarar vermek istendiğinde Zühal/Satürn, tabiat olaylarında ve
salgın hastalıklarda Merih, adına dikilen heykellere dua edilmiştir.[363]
Tarih
öncesi çağlardan beri insanlar sayı ve rakamlarla, gizli olanı aramışlar ve
sayısal değerler atfedilen tarihlerden, isimlerden veya ibarelerden
faydalanarak gelecek hakkında bilgi elde edebilmek için gayret sarfetmişlerdir.
Sayılar gizemli amaçlar için kullanılmış ve işaret ettikleri doğaüstü güçlerin
anahtarı rolü oynamışlardır.
Sayılarla
yapılan işlemlerin, kullanılan sayılarla bağlantılı olan şeyleri de
etkilediğine bu nedenle de her sayının özel bir karakter ve kendisine ait bir
eser ve özel bir metafizik anlam geliştirdiğine inanmışlardır.[364]
Bağlı
bulunduğu nesneye tabiatüstü güç verdiğine inanılan sayılar ve sayı
sembollerine ilk olarak Babilliler ve Sümerlilerde rastlanmış, bu medeniyetler
diğer eski medeniyet merkezleri olan Hindistan, İran ve Yunanistan’a ölçü
olmuştur.[365] Babilliler kelimelere ve
özellikle kişisel isimlere sayısal değerler atfetmişler sonraları insanlar
nesneler arasında ilişkiler kurmak için sayısal değerlerde oynamalar
yapmışlardır. [366]
Sonraki
dönemlerde bu sistemi Yunanlılar ve Romalılar kullanmışlar, İbrani gizemciler
Kabala’ya uyarlamışlar ve bu sistem Ortaçağ Avrupası’nda numerolojinin Gematria
sisteminin uygulamaları altında ortaya çıkmıştır.[367]
Özellikle de Ortaçağda sayılar mistiği Pisagorcu geleneğin Ortaçağdaki en
önemli gelişimi olarak Yahudi Kabalasının da etkili rolüyle büyük bir önem
kazanmıştır.[368]
Gematria
sisteminde ebced hesabında Arap harflerinin sayısal değerlerinin bulunduğu gibi
İbrani alfabesinin harfleri de sayılara denk gelmektedir. Sayılar simgeseldir
ve belirttikleri şeylerin adla bağlantılı olduğuna inanılmıştır. Bu da her
isimden sayı elde edilebileceğini göstermektedir.[369]
Sayı
sembolizmi başlangıçta semavi olana nüfuz etme gibi görülse de sonraları
tasavvufi ve mistik sırlar bilgisi olmuştur. Sayıların, nesnelerin
özelliklerini etkilediğine ve tanrı ile yeryüzü arasında aracılık ettiğine
inanılmıştır. Özellikle de birli ve tekli sayılar uğurlu sayılmıştır.[370] Çift sayılar cinlere güç
sağladığı için uğrusuz bir haberci gibi görülmüştür.[371]Sayısal
sembolizmin İslâm’da Tasavvuf alanında ve çoğu Şii ekolünde önemli bir yeri
bulunmakta ve Kur’an’ın İşârî tefsir ve tevilinde büyük bir role sahip
olmaktadır.
Sayıların
astrolojiyle bağlantıları kurularak astrolojik sayı değerleri ortaya
çıkarılmıştır.[372] [373]
Bunlar, Satürn 3, Jüpiter 4, Mars 5 , Güneş 6, Venüs 7, Merkür 8, Ay 9’dur.[374]
Burçların
birbiriyle uygunlukları sayılarının arasındaki uyuma da bağlanmıştır. Tek
sayılı burçların tek sayılarla, çift sayılı burçların da çift sayılı burçlarla
uygunluğuna inanılmıştır. Yoksa bu uyum yaratılış bakımından bir uyuşma
değildir.[375]
İslâm
dünyasında ise sayıların gizemli kullanımı Cabir b. Hayyan ile (Ö. 815)
başlamış ve İhvanu’s-Safa ile devam etmiştir. İlk olarak Pisagor’un
felsefesiyle ve Yahudi mistisizmiyle ile girdiği düşünülmektedir. İbn Arabi
tarafından da harfler ve varlıklar arasında sıkı bir ilişki olduğu ileri
sürülmüştür.[376]
Sayı
sembolizmi olarak da isimlendirilen sayı biliminin Kenzü’l-Havâs kitabında yer
aldığı görülmektedir. Sayısal unsurlar eskilerden beri büyüsel formüllerde
kullanılmıştır. Sayılar ve rakamların tekrar amaçlı olarak verildiği yerler
hazırlanan formüllerin amaçlarına göre değişmektedir. Bazı yerlerde hiçbir
nedene dayandırılmaksızın istenildiği miktarda zikir[377]
sayısı ya da dua veya formülü tekrar sayısı belirlenebilirken bazı durumlarda
ayetlerin, isteklerin, esmaların ebced tutarlarına göre bir tekrar sayısı
seçilmektedir. Böylece uygulamayı sonrasında ise uygulamayı yapan kişi yapılma
amacına göre bir beklenti ve bir bekleyiş içersine girmektedir.
Büyüsel
örneklerde kullanılan sayılar ile harfler arasında bir ilişki bulunduğuna ve bunlarla
hazırlanan vefklerin, muskaların sayesinde örneklerin daha etkili olacağına
inanılmıştır.
Bunların
dışında kitapta her hangi bir kurala bağlı kalmaksızın belirlenmiş sayılar ve
az da olsa kendi içinde bir kafiyenin bulunduğu 33333 gibi[378]
küçük ve büyük sayılar da bulunmaktadır. Kullanılan sayılar arasında tek
sayıların ağırlıklı olduğu göze çarpmaktadır. Şanslı olduğuna inanılan sayılar
şanslı olduğu söylenir. Bu tek sayıların daha büyük ve daha güçlü tanrılara
tahsis edilmiştir. Daha küçük tanrılar içinse çift sayılar kullanılmıştır.
Kitapta
daha çok 1, 3, 5, 7, 11, 21, 40, 41, 100, 101, 1000, 1001 gibi fazlaca
kullanılan sayıların yanında 19, 36, 48, 152 gibi tek seferlik yer verilmiş
sayılar da bulunmaktadır.
Benzer şekilde kökleri Babillilere ve hatta daha eskilere uzanan
sayılar bilimiyle bir kişinin adı ve doğum tarihleri bulunarak, kişinin gerçek
karakteri ve gelecekteki durumu hakkında görüşler ileri sürülmeye çalışılmış,
bunun için de genellikle 1, 3, 7, 9, 40, 41
sayılarından faydalanılmış ve bunlarda büyülü, gizli bir güç olduğuna
inanılmıştır.[379] Aslında bir konunun
sınırlarının daraltılmak istenildiği veya düşüncelere kesinlik getirilmek
istenildiği zaman sayıların kullanımlarına yer verilmektedir.[380] Örneklerde de
belirli sayılar verilerek hem sınır konulmak hem de tekrar sayısına göre
uygulamanın gücünün artırılması amaçlanmıştır.
Kitapta
verilen örneklerde kullanılan isimlerin veya söz konusu örneğin kimin adına,
hangi doğum tarihi üzerine ve hangi amaçla hazırlandığının bulunma ihtimalinin
çok düşük olmasından dolayı formüllerde verilen sayıların tercih edilme
nedenlerine ulaşmak da oldukça güçleşmektedir.
Kenzü’l-Havâs’ta
büyüsel formüllerin oluşturulmasında kullanılan rakam yerine harflerin
kullanıldığı sistem olan ebced hesabı yöntemi Yunanlılardan Araplar tarafından
Suriye ve Irak fethedilince alınmış ve sekizinci yüzyılda Yunan harfleri yerine
Araplar kendi harflerini kullanmaya başlamışlardır. Bu harflerle elif, be, cim,
dal Ebced harflerinden oluşan ebced hesabı dediğimiz sistemi kurmuş[381] [382]
ve sonraları sayısal değerler yerine harfler kullanılmaya başlanmıştır.
Ebced,
Arapça’daki her harfe bir sayısal değer vererek çeşitli kelime ve cümlelerin
sayısal değerini hesaplama ve bundan anlamlar çıkarma işi olarak tarif
edilmiştir.[383] Ebced Hesabı, ‘Küçük Ebced
Hesabı’, ‘Büyük Ebced Hesabı’, ‘En Büyük Ebced Hesabı’ ve ‘En Küçük Ebced
Hesabı’ olarak çeşitlere ayrılmıştır.[384]
Eski deyimiyle ebced hesabına “Cümel Hesabı” da denilmektedir.[385]
Ebced
düzeninde sıralama, harflerin akılda daha kolay kalmasını ve Arap alfabesinin
daha kolay öğrenilmesini sağlamak amacıyla hazırlanmış ve ilk kelimenin de
ebcedle başlamasından dolayı ebced hesabı olarak isimlendirilmiştir. Bu
sistemde sırasıyla harflerden ebced, hevvez, hutti, kelemen, sa’fes,
karaşet, sehaz ve dazağ şeklinde anlamı belirsiz kelimeler oluşturulmuştur.
Yapılan sıralamanın Hz. Adem’den itibaren var olduğuna ve sistemin
sıralamasının Hz. Peygamber devrinde de kullanılmasına rağmen Emevi Halifesi
Abdülmelik b. Mervan (685-705) zamanında değiştirildiğine dair rivayetler de
bulunmaktadır.[386]
Oluşturulan
bu kelimelerin Hz. Şuayb döneminde yaşamış ve Arapçanın mucidi olduğu düşünülen
6 Medyen hükümdarının isimlerinin olduğunu söyleyenler bulunmakla birlikte,
altı şeytanın ismi veya günlerin adı, altı dönem ve 6 medyen şahı olduğunu
söyleyenler de bulunmaktadır.[387] İbn Haldun ebcedteki … harflerinden
her harfin sırayla ateş, hava, su ve toprak gibi kâinatı oluşturan dört ana
unsura (Anasır-ı Erbaa), işaret ettiğini söylemiştir.[388]
8 kelimeden
oluşturulan düzenlenmenin sonuna “fetebarekallâhü ahsenü’l- halikin” sözleri
eklenerek uğur olarak kullanılmış ve yüzyıllarca dinsel bir saygı gösterilerek
okullarda okutulmuştur.[389] Ebcedde her hangi bir düzen
veya bir ilke bulunmamaktadır. Sadece harflerin kolay öğrenilmesi için bir
araya getirilmiş harflerden oluşturulmuş anlamı bilinmeyen kelimelerdir.[390]
El-Hüseynî
kısa da olsa kitapta ebced hesabı ve ebced hesabının çeşitleri hakkında bilgi
vermiştir.[391] Buna göre Hesab-ı Kebîr,
bulunan sayı değerinin kendisiyle çarpımının sonucunda elde edilmektedir.
Hesab-ı Kebîr ile okunan azimetlerin çok daha etkili olacağına inanılmıştır.
El-Hüseynî, bazı âlimlerin Hesab-ı Kebîr’i, Sagir Hesabı’nın on katı olarak
aldığını ve bu usûlün çok fazla kabul görmediğini söylemektedir. Bazı
durumlarda seçilen esmâ veya âyetlerin ya da sûrelerin ebced toplamlarından
büyük sayılar çıkabilmekte ve örnekleri oluştururken bunların
nutkedilmelerinden (havâs ilminde sayıların harfe çevrilmesi) çıkan harflerin
bir tek isim olarak okunabilmeleri bazen imkânsız olabilmektedir. Bu durumda
hesaplamalarda veya nutketme kısmında kullanılan ebced tablosunun Ebcedî Kebîr
değil de Ebcedî Sagir olarak alınmasının daha uygun olacağı söylenmiştir.[392]
Hemen her
alfabede eskiden beri harflere rakamsal bir karşılık verilmiş bazen harf yerine
rakamların da kullanıldığı olmuştur. İbranî- Süryanî, Grek, Latin ve Roma
harf-sayı sistemleri sıralaması verilen sayısal değerler açısından birbirine
benzemektedir.
Arap
alfabesinin dizilişiyle sayı değerlerinin verilişinin benzemesinden dolayı bu
sistemin İbranice ve Aramice’nin etkisiyle Nabatce’den Arapça’ya geçtiği kabul
edilmiştir.[393] Ebced hesabıyla yazılmış olan
tılsım ve afsunların kaynağı Kabala olarak da görülmüştür.[394]
Ebced hesabında harflere verilen değerler gibi Greek alfabesinde de harflere
sayısal değerler verilmiştir.[395] İbranca’da da sistem
Greek’teki gibidir, sayılar harflerle belirtilir. Aynı sayısal değere sahip
kelimeler diğerinin yerini alabilmekte ve yeni anlamlara gelebilmektedir.[396]
Arap yazısının menşei
hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Fakat birçok yazılara kaynaklık
eden Fenike yazısının Arami ve Nabati halklara ve Arap yazısına kaynaklık
ettiği kabul edilmiştir. Arap alfabesi başlangıçta Fenike alfabesi gibi ebced
tertibinde bir alfabedir. Fenikelilerin elif ba şeklindeki sistemleşen bütün
alfabelere önderlik ettiği kabul edilmektedir. Fenike yazılarının zaman içinde
Aramî ve Nabatî yazılarında tekamül ederek Arap alfabesine dönüştüğü kabul
edilmektedir.[397] Arapçaya has olan 6 harf ise
(^ te veya £ se, £ cim, j zel, J dal, £ zı,
ve £ ğayın[398] [399]
22 harflik alfabenin sonuna konularak 28 harf elde edilmiştir. Hemzeden K’ya
kadar olan harfler -i -i zvzv 11 1 Azvn -i nzvzv 1-100 son dokuzu da 200-1000
sayılarına işaret etmektedir.
Yapılan
sıralamanın dışında » , açık te ^ ; med-elif 1 de hemze *
elif gibi kabul edilmiştir. Bunların dışında ^ pe, g çe, j
je ve kef & harflerine, ^ £ J ^ harflerine verilen
aynı sayı değerleri verilmiştir.[400]
Bunların
dışında Roma rakamlarında da aynı sayı sisteminin bulunduğu görülmektedir. Roma
rakamındaki sayı sıralaması ebced sistemine benzemekle birlikte kullanılan
simgeler harflerdir. Aslında Arap alfabesinin belki de ters bir mantığı
kullanılmıştır. Arapça ve Roma sisteminde 0 sıfır kullanılmamıştır. Babil’de de
0 bilinmiyordu.[401] Bu da Babil geleneğinin
Roma’ya geçtiğini ortaya koymaktadır. Ebced hesabında da harflere değer
verirken 0 kullanılmamakta ve 1’den başlanarak devam edilmektedir.
Kur’an’ın
Arapça indirilmesinden dolayı bazıları tarafından Arap alfabesinin her harfinin
kutsallığına inanılmıştır. Arap harflerinin formüllere, dualara, reçetelere,
muskalara büyüsel bir güç ve kutsallık kattığı düşünülmüştür.
Ebced
hesabının yoğun olarak kullanıldığı yerlerden ilk sırayı Allah’ın güzel
isimleri olan Esmâü'l-Hüsnâ’ların ebced sayılarının dualarda veya büyüsel
dualarda kullanılması almaktadır. El-Hüseynî genellikle verilen dua
çeşitlerinde geçen Esmaların ebced toplamlarını bularak söz konusu dualar veya
esmaların tekrar ve zikir sayılarını bunlarla belirlemiştir. Ayrıca el-Hüseynî,
Esmâü’l-Hüsnâ’ların ve ebced hesabı toplamlarının yer aldığı sıralamaya da
kitapta yer vermektedir.[402]
Esmaların
ebcedinin belki de hemen hemen her örnekte kullanıldığı alan vefklerdir.
Vefklerin genelinin esmalar üzerine hazırlanmasından dolayı el-Hüseynî daha çok
vefki hazırlanan ismin ebced toplamını tekrar sayısı olarak kullanmayı tercih
etmiştir.
Ebced
hesabıyla belirlenen tekrar sayılarının kullanıldığı diğer yerler de ayetlerin
dualarda kullanıldığı örneklerdir. Örneklerde verilen ayetlerin ebced toplamı
alınarak ayetin bulunduğu sûrenin isminin ebced toplamları esas alınarak tekrar
sayılarını belirlemede kullanıldığı da olmuştur.[403]
Ebced
hesabının kullanıldığı diğer bir yer de hastalığın veya ölümün tespiti
usûlündedir. Kitapta hasta olan bir kimsenin o hastalığından dolayı ölüp
ölmeyeceğine yapılan bir uygulamada o kişiyi ölüm veya şifanın bekleyip
beklemediği bulunmaktadır. Çıkan sayı verilen cetvelden bulunarak o kişi
hakkında bir kanaate varılmaktadır.[404]
Yukarıdaki bahislerde de geçtiği üzere Arabi alfabenin her
hafinin karşılığı olan bir rakam bulunmuş ve bu rakamlarla Allah’ın esmalarının
Kur’an’daki bazı sûrelerin ve ayetlerin salat selamların v.b harfleri rakamlara
çevrilerek toplamları bulunmuş ve bunlarla da çeşitli şekillerde vefkler
oluşturulmuştur. Özellikle de hastalıkları uzaklaştırmak amacıyla hazırlanan
vefkleri yazmanın bir esmayı veya ayetleri kat kat yazmaya veya okumaya eşit
olduğuna inanılmıştır.[405]
Anadolu’da
binlerce yıldan beri şifalı otlar tedavi amacı ile kullanılmakta ve şifalı
otların bir kısmı bilhassa kadınlar tarafından büyü yapmak üzere aktarlardan
satın alınmaktadır. Kenzü’l-Havâs’ta verilen örneklerin hazırlanmasında
bitkiler özellikle tütsü yakımında veya şifa için kullanılmıştır. Benzer
şekilde Hitit tabletlerinde şifalı otlardan reçeteler hazırlanmıştır.[406]
Mezopotamya
insanları ise bitkileri erkek ve kadın olarak ayırmışlar ve büyü amacıyla
kullanmışlardır.[407] Kenzü’l-Havâs’ta da yakılan
tütsüler arasında günlük bulunmakta ve bazen günlük şeklinde bazen de erkek
günlük olarak isimlendirilmektedir. Anlaşılan o ki, bu bitkinin de erkek ve
dişi olanı bulunmaktadır. Bitkilerin kendi içlerinde büyüsel ve tanrısal güçler
barındırdığına inanılmış ve cansız bir nesneye büyüsel bir özellik atfetmek ve
büyüsel erdemler yükleyebilmek için belli bir şeklinin ve renginin olması
yeterli görülmüştür. Romalılar da koruyucu büyülerde mineraller, yiyecekler ve
hayvansal materyaller kullanmışlardır.[408]
Kenzü’l-Havâs’taki
uygulamalarda bitkiler ve özelliklerinden yararlanıldığı görülmektedir.
Bitkiler formülün fonksiyonuna göre güzel kokulu ve kötü kokulu olanlar
şeklinde kullanılmıştır. Haftanın yönetici gezegenlerinin özelliklerine paralel
olarak, olumsuz yönde yapılacak bir uygulama için kötü kokulu bitkiler, olumlu
olanlar içinse güzel kokulu olanlar tercih edilmiştir. Mesela, Zuhal’in
yöneticisi olduğu bir günde yapılacak olan işlerin olumsuz işler olmasından
dolayı kullanılan kokular ve yakılan tütsüler de genellikle kötü kokulu
olmuştur.[409]
Kitapta ki
çeşitli pratiklerde farklı veya benzer amaçlar için kullanılmış çeşitli
türlerde bitkiler bulunmaktadır. Bu listede tarih boyunca büyüsel formüllerde
kullanılan bitkiler de yer almaktadır. Bunlardan soğan, sarımsak, hınıyyet,
hatmi çiçeği yaprağı, kına çiçeği tohumu, pelesenk yağı, kafur, cin tırnağı,
mey’a, çörek otu, karanfil tozu, siyah nohut, arpa, buğday, mersin yaprağı,
kamış, karabiber, defne, menekşe yağı, cin elması kitaptaki örneklerde ismi geçen
bitkiler arasındadır. Eski kavimler, güzel kokunun ilahların hoşuna gideceğine,
onların kabul ve beğenilerini kazanmada etkili olacağına inanmışlardır.[410] Öyleki, güzel kokulu bitkiler
ibadetlerde de kullanılmıştır.[411]
Yiyecekler
arasında ise badem yağı, bal, zeytin, hurma, elma, armut, şeker, şeker benzeri
şeyler, kurabiye, zeytinyağı, yumurta, tuz ve pide gibi malzemeler yer
almaktadır. Yiyecekler işlevine göre ekşi ve tatlı olanlar şeklinde de
kullanılmışlardır.
Kitaptaki
büyüsel örneklerde bitkiler gezegenlerle özdeşleştirilmekte ve her bir
gezegenin bir takım bitkileri yönettiğine inanılmaktadır. Çünkü bitkiler ilgili
oldukları uluhiyyete ait kabul edimiştir.[412]
[413] [414]
Tanrıların sıfatlarıyla mesela mersin ağacı Afrodit’le 412
anılmıştır.
Ortaçağ’da
da gezegenlerle özdeşleştirilmiş bitkiler resmi tıp pratiklerine taşınmıştır.
Onlar periyodik olarak seyreden hastalıklarda veya kadın hastalıklarında
kullanılmışlardır. Bu bitkiler Ay tarafından astrolojik olarak yönetilen
şeylerle ilişkili olarak büyü pratiklerinde kullanılmıştır. Bu ilişkiler
genelde antikçağdan beri bilinen gezegenlerle sınırlıdır. Bu yedi gezegenin
kişinin hayatını ve doğumunu etkilediğine 413
inanılmıştır.
Venüs
sanat, müzik ve tatlı otların yöneticisidir. Nane çekici, temiz ve
ferahlatıcıdır. Nanenin aşk tanrıçasının çekici doğasını yansıttığına
inanılmıştır. Yine Venüs’ün armut, buğday, domates, elma ağacı, fesleğen, incir
ağacı ve kekiği; Güneş’in şeftali, nohut, elma, fasulye, gülü; Jüpiter’in mine
çiçeği, bütün nane türlerini yönettiğine inanılmıştır. Mars/Merkür ise defne,
fesleğen, keten; Jüpiter ve Satürn’ün de her türlü öd ağacı, sarmısak, soğan,
tütün; Ay ise ıhlamur ağacı, söğüt, lahana, mısır, papatya gibi bitkileri
yönettiğine inanılmıştır.[415]
Yunan
büyüsünde ışıklı ve açık bir Ay’ın bulunduğu gece büyüsel ritüeller için
kullanılan bitkileri toplamak için uygun bir zamandır. Özellikle dolunaylı ve
yeni ayın olduğu zamanlar çok daha uygundur. Ayın yeryüzüne yaklaştığı zaman
bitkilere etki ettiği, onlara zehirli bir madde ve bazı bakteriler serptiğine
ve büyüsel bir güç bahşedildiğine inanılmıştır.[416]
Empedokles
bir fragmanda ‘Pharmaka’ kelimesini kullanmaktadır. Bu kelimeye bitkilerden
elde edilen sihirli ilaçlar olarak anlam verilmiştir. Aynı zamanda bu kelimenin
efsun ve tılsım gibi bazı yan anlamları da bulunmaktadır. Fakat bu kelimeyle
sadece bitkilerden elde edilen ilaçların değil, aynı zamanda bu bitkileri
toplarken ve iksir hazırlanırken ezberden söylenen büyüsel
sözlerin de kastedildiği ifade edilir. Bu tür büyü örneklerine en iyi Paris
papirüslerinde rastlanmaktadır.[417]
Havâs
üzerine yapılan çalışmalarda genellikle yakılması tavsiye edilen bir tütsü
bulunmaktadır. Tütsüsünün verilmediği durumlarda da kişinin hoşuna giden bir
tütsüyü yakmasının uygun olacağı söylenmiştir.[418]
Farklı
havâs kitaplarında yıldızların tütsüleri olan listeler hazırlanmıştır: Güneş
için günlük ve sendrus; Ay için günlük ve ağaç sakızı; Merkür için mahleç
kabuğu; Venüs için masteki (Hindistan sakızı); Mars için kıst (toplak otu);
Jüpiter için öd ağacı, kafur; Satürn için yere dökülmüş ıslak nesne
şeklindedir.[419] Başka bir sıralamaya göre de;
Pazar için cavi; Pazartesi için kâfur; Salı için kündür; Çarşamba için meyatü
saile; Perşembe için mastaki; Cuma için ud ve ned; Cumartesi için udu hindi
şeklindedir.[420] Kenzü’l-Havâs’ta
bu şekilde bir tablo verilmemiştir.
Kitapta
tütsülerle ilgili bir liste bulunmamakta fakat verilen formüllerin içerisinde
güzel ve kötü kokular ve yakılması tavsiye edilen tütsülere yer verilmektedir.
Bunlar misk, gülsuyu, öd ağacı, anber, günlük, cin tırnağı, şeytantersi gibi
tütsülerdir. Daha çok cinleri davette kullanılan öd ağacı, günlük, kükürt gibi
tütsülerle ilgili gezegen ve günün hâdiminin, ruhunun, yani semavi varlığının
hoşnutluğu kazanılmaya çalışılmıştır. Tütsülerin yakılması cinleri harekete
geçiren büyünün vazgeçilmez unsuru tanrı isimlerinin yanında ikinci bir önemli
unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Havâs kitaplarında bonzoe tohumu, kişniş
tohumu, beyaz ve kırmızı sanda ağacı, şeker, aloe tohumu, tarçın, kâfur gibi
güzel kokulu şeylerin yakılması da ilave edilir.[421]
Tütsü için,
içinde kömürün yanarak alevleneceği toprak bir kap gerekmektedir. Uygulama
esnasında yardımı dilenen varlığa dualar edilmekte ve yakarış sözleri tekrar
edilmektedir.
Tütsüler
temizlik amacıyla ve güzel kokularıyla hoşnutluk kazandırmak için
kullanılmışlardır. Bazı kokuların kötü ruhları rahatsız ederek,
uzaklaştırdığına inanılmıştır. Bazı güzel kokulu tütsüler ise ilahların ve
ruhların hoşnutluğunu kazanarak onları o mekâna çekmek için yakılmışlardır. Tütsünün
temizleyici özelliği kötü ruhları 421 uzaklaştırarak mekânı temizlemede de kullanılmıştır.
Dinin
temeli ve en değerli ibadetlerinden sayılan kurban sunumunda dinlere göre
mahiyet ve şekil olarak farklılıklar bulunmaktadır. Birine göre kurban sayılan
diğerine göre sayılmamaktadır. Tanrıya sunulan takdimelerden kan akıtılarak
yapılanlara kanlı kurban; meyve, sebze, süt, tütsü v.b gibi kan akıtılmadan
yapılanlara kansız kurban ve ‘saçı’ ismi verilmiştir.[422]
[423] Tütsülerle yerine getirilen
kurban sunumunda ise bir kansız kurban yani saçı örneğinin olduğunu
görmekteyiz.
Bizanslılarda kötülüklerin başlıca sebebi olarak şeytan ve
kötü cinler görülmüş ve bunların muska taşıyarak ve tütsü yakarak
kovulabileceklerine inanılmıştır.[424]
İlk
çağlardan beri mevcut yedi gezegenin gözlemlenerek bunların her birinin yedi
elementle altın, gümüş, civa, bakır, demir, kalay ve kurşun ile ilişkisi
kurulmuş ve bu bağlantılar makrokozmos olan bir ilişki olarak görülmüştür.
Gezegenlerin ilişkilendirildikleri metalleri aydınlattığına ve gezegen
aracılığıyla metallerin göklere aktarıldığına inanılmıştır. Gezegenlerin
astrolojik simgeleri, ilişkili olan metaller için de kullanılmış ve metaller
gezegen isimleriyle anılmıştır. İnanışa göre her bir madde kendi gezegenin etkisi
altında aktif olmaktadır. En değerli iki metalden altın Güneşle, gümüş Ay’la
renklerinden dolayı ilişkilendirilmiş, Merkür en hızlı ve en canlı madde olan
civaya ismini vermiştir. Venüs’le bakır arasındaki bağlantı ise açık değildir.
Fakat Mars’la demir arasındaki ilişki Mars’ın pas kırmızısı rengiyle alakalı
olarak demirin silahlarla ve savaşta dökülen kanla bir bağı kurulmuştur.
Gezegenlerin kralı olarak görülen Jüpiter ise kalayla ilişkilendirilmiştir. Her
ne kadar zamanımızda kalay/teneke değerli sayılmasa da önceki zamanlarda
değerli bir metaldir.[425]
Kitapta
büyüsel uygulamaların yerine getirilmesinde kullanılacak olan malzemeler
arasında altın, gümüş, kurşun, bakır, demir, kükürt, kehribar, kafur, yakut,
mıknatıs, gümüş yüzük, kurşun levha, çivi, cam, kiremit, taş, çamur gibi
maddeler ve metaller de bulunmaktadır.
Metaller
yer altıyla ilişkili olarak görülmüşlerdir. Onlar yeryüzünün deliğinde
uzanmaktadırlar. Astrologlar, metaller ve gezegenler arasında benzerlik
olduğunu düşünmüşlerdir. Kaldeliler için altın Güneş’in; gümüş Ay’ın; kurşun
Satürn’ün; teneke/kalay, Jüpiter’in; demir Mars’ın; bakır Venüs’ün metalidir ve
bugünde aynı şekilde devam etmektedir. Kenzü’l-Havâs’ta da verilen örneklerde
gezegen ve maddeler bu eşleştirmelerdeki gibi verilmektedir.[426] Altın, gümüş ve değerli
taşlar Hititlerde de büyüsel ritüellerde büyük bir rol oynamıştır.[427]
Yine yılın
ilk ayında hüküm süren Enlil, madenler hiyerarşisinde altın ile temsil
edilmiştir. Şamaş Enlil’in yerini alınca altının da efendisi olmuştur. Bir Babil
metninde tanrılar ile madenler arasındaki ilişkiler Enlil- altın, An-gümüş,
Ea-bronz, Ninidni-taş şeklindedir. Gezegenler, tanrılar ile madenler arasındaki
büyülü ilişkilerin, renkler, doğum tarihleri, yazgı vb üzerinde de etkili
olduğuna inanılmıştır.[428]
Ayin ve
ibadetlerde büyülü sözlerin yanında mum, gümüş, altın, bakır gibi malzemelerde
bulunmuştur. Babillilerin yer ve gökte bulunanlar arasındaki ilişki mantığı bu
şeylerin dua ve büyüde kullanılmasındaki düşünceyi de anlamayı mümkün
kılmaktadır. Mesela mum, Ateş Tanrısı Nusku’yu temsil eder. Gümüş, Ay tanrısı
Sin ile ilgilidir. Altın, Güneş tanrısının yerini alır. Bakır, Ea’nın madeni
sayılır. Kurşun büyük tanrıçalardan Ninnah’ın bir suretidir.[429]
Cansız
nesnelerin, taşların, madenlerin insanoğluna benzer bir şekilde doğmuş
olmalarından ve diğer varlıklar gibi büyümelerinden ve insandan daha uzun bir
ömre sahip olmalarından dolayı da bu nesneler büyüsel uygulamalarda
kullanılmışlardır.[430]
Antik
dönemde haftanın yedi günü yedi metal ile ilişkilendirilmiştir. Haftanın yedi
gününün her birinin gezegenlerin ruhlarının yardımı altında olduğuna ve
bunların metal ve renklerini temsil ettiğine inanılmıştır. Buna göre
gezegenler, yönettiği günler ve kimyevî maddeleri şu şekilde gösterilebilir:
Gezegenler |
Haftanın Günleri |
Kimyevî Maddeler |
Güneş----- > |
Pazar ------- > |
Altın |
Ay ----- > |
Pazartesi > |
Gümüş |
Mars ------ > |
Salı ----- > |
Demir |
Merkür |
Çarşamba |
Merküri/Civa |
Jupiter----- > |
Perşembe ----- > |
Kalay |
Venüs----- > |
Cuma ------ > |
Bakır |
Satürn > |
Cumartesi > |
Kurşun[431] |
Bir tılsım
yapılırken onun metali hazırlanacağı zamana uygun olan gezegene göre dikkatli
bir şekilde seçilmelidir çünkü tılsımın gücü gezegenin cininin/tanrısının
gücüyle alakalıdır.
Ayların da değerli taşlarla ilişkileri olduğuna inanılmıştır.
Ocak Garnet; Mayıs Emerald; Eylül Sapphire; Şubat Amethyst; Haziran Agate; Ekim
Opal; Mart Bloodstone; Temmuz Ruby; Kasım Topaz; Nisan Diamond; Ağustos
Sardonyx; Aralık Turquoise şeklidedir.[432]
Gezegenlere
kimyevî maddeler ile ilişkili olarak belli bir renk de tahsis edilmiştir. Buna
göre renkli olan her şey, hayvanlar, bitkiler, taşlar bir gezegenin
etkisindedir.[433]
Bazı
renklerin büyüsel özelliklerinin bulunduğuna inanılmasından dolayı kullanılan
malzemelerin barındırdıkları renkler de önemli görülmüştür. Renklerin
parlaklığı, çarpıcılığı, göz alıcılığı veya donuk olmasının bir anlamı olduğuna
inanılmıştır.[434]
Gerçi her
toplumda renkler faklı anlamlar ifade etmektedir. Renklerden beyaz, Türklerde
ve Çinlilerde batıyı temsil ederken, Hintlilerde doğuyu, Eski Ahid'de güneyi,
Mayalarda kuzeyi temsil etmektedir. Çinde dört mevsimin tanrıları renklerle
ifade edilmiştir. Geleneksel Türk kültüründe ise yeşil hayatiyet, kırmızı
güçlülük, sarı hâkimiyettir. Beyaz ise Tanrıya aittir. Hıristiyanlarda ise
yeşil iman ve ölümsüzlüğün sembolü olarak görülmüştür.[435]
Ayrıca beyaz; ışığın, ahlaki temizliğin, dostluğun ve kudsiyetin rengidir. Eski
İran’da Ahura Mazda’nın rengi de beyazdır. Kırmızı, kanın rengi olmasından
dolayı kutsal bir renk olduğu düşünülmüştür. Büyüsel formüllerde kırmızı
verimlilik amacıyla kullanılmıştır.[436]
Borsippa’daki
tanrı Nebo’nun astronomi kulesi olan Ziggurat’ın her basamağı 7 gezegenin
rengine boyanmış 7 basamaktan oluşturulmuştur.[437]
Tibet mitolojisinde genellikle tanrılar beyaz, cinler kırmızı Avrupada ise
şeytanlar siyah olarak resmedilmişlerdir.[438]
Tarih öncesi
çağlardan Ortaçağa kadar ki dönemde dinsel törenlerde kullanılan renkler,
beyaz, kırmızı, mor, siyah ve yeşildir. Renkler arasında uyumsuz iki rengin
karıştırılması durumunda tıpkı uygun olmayan evlilikler gibi arzu edilmeyen
görüntü ve sonuçların ortaya çıkacağı düşünülmüştür. Akrep Burcu siyah ve koyu
kırmızı, balık burcu mavi ve yeşil, koç ise kırmızı renkleri daha ilgi çekici
bulmaktadır. Ayrıca kırmızı renk, kan rengidir ve asırlar boyunca tehlikenin ve
yıkımların sembolü olmuştur.[439]
Türk
dünyasında yedi seyyarelerden Merkür’ün taşı mavi açık taştır. Bu açık taş
Jüpiter’in aslındandır. Sarı taş Venüs’ün, kara taş Satürn’ün ve sarı, kırmızı
taş Ay’ın esasıdır.[440]
Kitapta geçen renkler ise genelde kırmızı, siyah, beyaz, mavi,
sarı ve yeşildir ve bazı örneklerde gezegenlerin renginin seçilmesine dikkat
edilmiştir. Bazılarında ise formülün amacına göre karabüyü özelliğindeki
örneklerde koyu renkler,[441] akbüyü örneklerinde ise açık renklerin tercih edildiği
görülmektedir.[442] Aynı zamanda buna uymayan örneklerde bulunmaktadır.[443]
Yukarıda
verilenlerin dışında pratiklerde kullanılan ve kitapta isimleri geçen başka
malzemeler de bulunmaktadır. Balmumu, mum, beyaz ipek bez, muşamba, ateş, geyik
derisi, ceylan derisi, tulum, kase, dikiş iğnesi, iplik, saç, tırnak, toprak
tencere, sakız, kerpiç parçası (ateşe konulmamış), kilit, ibrişim, balta,
diken, kadeh, deve kemiği, kiremit parçası, değnek, kâğıt, yüzük, mavi bez,
kap, beyaz mendil, balık ağı, ibrik, toprak testi, tuğla, anahtar, su, yağmur,
nisan yağmuru, süpürge, kuyu, kova, renkli kumaşlar, çarşaf, levha, çivi,
çamur, zemzem, tas, cam, kaynak suyu, kuyu suyu, mürekkep, ateş görmemiş
kerpiç, kuş, saçtan veya çamaşırdan bir parça, bal şerbeti, horoz, hamam suyu,
serçe, mıknatıs, kehribar, mescid toprağı, beyaz keten iplik, pamuk ipliği,
fitil, renksiz cam, kap, yün iplik, bakır boru, ip, mavi yün kumaş, temiz kül,
demirci örsü, karanfil tozu, pamuk ipliği, işkembe, kiriş, ceviz kabuğu, iğne,
kuru bakla, kurşun tozu, mezar toprağı, tarak, şişe, meşin, kezbere gibi
malzemelere yer verilmiştir.
Bu
malzemeler yastık, duvar, eşik, sandık, tarla, anbar, eski mezar gibi yerlere
konulmuş ve uygulamalarda unutkanlık, kulak ağrısı, göz ağrısı, diş ağrısı,
sıtma, çıban, yara-bere, karı-kocanın aralarını iyileştirmek, doğumu
kolaylaştırmak, sıkıntı ve meşakkati defetmek, evliliği kolaylaştırmak, hırsızı
ortaya çıkarmak, rızık ve geçim sağlamak, erkek evlat olması için, zorba ve
zâlimleri yok etmek, kendini sevdirmek veya bir şeyi elde etmek, tutukluyu
kurtarmak, sara hastalığının şifası, mutlu ve uzun ömür, Peygamberimizi rüyada
görmek, itibar kazanmak, belaların defi, meraktan kurtulmak, geçici salgın
hastalıklardan kurtulmak, önemli bir maksadın yerine gelmesi, hastaya şifa,
ticaretin kolaylığı ve kârın artması, hafızanın artması ve unutkanlık, cin ve
şeytan tasallutundan çocuğu korumak, malın ve mülkün korunması, inme (nüzul)
için, kısmetin açılması, kalp sıkıntısı, idrar tıkanıklığı, uykusuzluk, kulunç
ve dalak ağrısı, ümmü sıbyan için, vesveve, hülya ve karasevda için, çocuğu
olmayana, veba, taun ve kolera, çocuk düşürmeye karşı, çiçek hastalığına,
çağırma ve gönderme, muzır hayvanları kovmak için, hafakan ve yürek çarpıntısı,
fazla ihtilam olmaya karşı, ağrı ve sızılar, çıban, sivilce, şiş için ve
benzerlerini tedavi etmek gibi amaçlarla kullanılmışlardır.
Dünyaya bir
mahlûk geldiği zaman ister insan, ister bitki hayvan ne olursa olsun bir
yıldızın tesiri altında ve hükmünde bulunur kaidesi ilmi nücum denilen eski
ilmin esasını teşkil etmektedir.[444]
Astrologlara göre yedi gezegen insanların her an hayatlarını her dakikasını,
saatini, ayını, yılını idare etmektedir.[445]
KENZÜ’L HAVÂS’TA GEÇEN BÜYÜSEL ARAÇLAR
Kenzü’l-Havâs
kitabında da büyüsel formüllerin hazırlanmasında her büyü ve havâs kitabında
yer alan büyüsel araçlar bulunmaktadır. Kitapta yer verilen en önemli
araçlardan biri ise vefklerdir.
1.
Vefkler ve Kullanım Şekilleri
Arapça da
uygun, münasip zamanında, sırasında[446]
Osmanlıca uyma, uygun gelme, uygunluk[447]
gibi anlamlara gelen vefkler beklentilere, umutlara, isteklere cevap vermesi
amacıyla üzerlerine harfler yazılarak veya şekiller çizilerek hazırlanmış bir
muskaya verilen isim olarak tarif edilmektedir.[448]
Tılsımlı kareler, alfabetik kareler ve Latin kareler olarak da bilinen
vefklere, yabancı kaynaklarda “büyü karesi” (magic square) denilmektedir. Vefk
birçok karenin oluşturduğu bir büyük kareden oluşan, içerisine sayılar veya
harflerin yazıldığı aynı anlamı ve aynı toplamı veren tılsımlı karelerdir.
Sayıların bulunduğu karelere sayı vefki, harflerin olduğu karelere de harf
vefki denilmektedir.[449]
İlk kez
Çin’de “Yellow River” nehrinin kenarında İmparator Yaou tarafından M.Ö.
2348’deki büyük selde bir kaplumbağanın sırtında,[450]
bir başkasına göre de Çin İmparatoru Yün tarafından M.Ö. 2200’lerde Hoang-Ho
nehrinden çıkan bir kaplumbağanın sırtında görüldüğü söylenilen büyüsel
karelerin,[451] Avrupa’ya geçişinin
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinin olduğu düşünülmektedir.[452]
İslâm
dünyasında ise okkült yazılarda vefklerin ortaya çıkış zamanıyla ilgili
tartışmalar yapılmakla birlikte, vefkler üzerine çalışmaları olan Amerikalı
antropolog Schuyler Cammann (Ö. 1991), çalışmasında vefklerin en erken
görülmeye başladığı zaman olarak İhvan-ı Safa’nın Risalelerini göstermektedir.[453] Arapların vefklerle, Cabir b.
Hayyan’ın ‘Kitab al-Mavazin’ adlı eserinde (M.S. 900’lü yıllarda) vefklere yer
vermesiyle tanıştıkları ayrıca yedinci yüzyıldan ondördüncü yüzyıla kadar ki
zamanlarda Persliler ve Arap tacirlerinin bir Çin kültürü olan büyü karesini
ülkelerine taşıdıkları da söylenmektedir.[454]
Sabit b. Kurra ve Sabiilere kadar uzanan bir tarih de verilmektedir.[455]
Astrolojinin
temel prensiplerinden olan gezegenlerin insanların hayatlarını etkilediklerine
olan inançlar karelere de aktarılmıştır.[456]
Vefklerle ilgili yapılan büyüsel uygulamalarda, vefklerin gezegenlerle
ilişkilerinin olduğuna inanılmış ve gezegenlerle bağlantıları kurulmaya
çalışılmıştır.[457]
Bu işlerle
uğraşan kimseler her gezegen için farklı vefkler hazırlamışlardır.[458] Vefkler, her
gezegenin mensup olduğuna inanılan madenlerinin veya madalyonlarının üzerlerine
yazılmıştır.[459] Batı’da, gizli ilimlerin
babalarından sayılan gerçek ismi Heinrich Cornelis olan[460]
Cornelius Agrippa (1486-1535), vefkleri yedi gezegenle bağdaştırarak yedi adet
sihirli kare oluşturmuştur. Vefklerin astroloji ve gezegenlerle olan alakasının
kurulmasından sonra zamanımıza kadar konuyla ilgili farklı araştırmalar ortaya
çıkmıştır. İlk bilimsel incelemeler 3/9. yüzyılda yapılmakla birlikte vefkler,
matematiksel bir problem olarak ele alınmıştır.[461]
İslâmî
gelenekler içerisinde yer alan ve günümüzdeki okkült karakterli kitaplara
kaynaklık ettiği düşünülen Şemsü’l-Maârif’in yazarı el- Bûni’nin döneminde
vefklerin gezegenler ve madenlere tahsis edilmesi henüz yaygınlaşmadığı için
Şemsü’l-Maârifin ilk cildinden ziyade ikinci cildi bu konuda daha çok şey
ihtiva etmektedir. Buna rağmen el-Bûni’nin anlattığı şeyler tam değildir. Böyle
bir irtibatlandırma ancak onüçücü ve ondördüncü yüzyıllarda revaç bulmuş ve
İslâm dünyasında vefklerde yer almaya başlamıştır. Gezegenlere göre hazırlanan
mühürlerin yaygın olarak kullanıldığı dönem onyedinci ve onsekizinci
yüzyıllardır.[462]
Başlangıçta mistik ve felsefik bir görünüm arz eden büyü
kareleri büyüsel bir araç ve tılsım olarak kullanılmaya başlanmasıyla duruşunu
değiştirmiş sonraki dönemlerde ritüel büyünün standartları olmuştur.[463]
a)
Vefklerde Ebced Hesabının Kullanılması
Vefklerin
hazırlanmasında havâs kitaplarındaki kilit esaslardan bir tanesi ebced
hesabıdır. Ebced hesabı olmadan İslâmî kökenli vefklerin hazırlanabilmesini
düşünmek oldukça zor görünmektedir.
Büyü
uygulamalarında ve vefklerde harfler sayı değerlerine göre toplanmış ve
toplamın cinler âlemiyle bir bağlantısının olduğu düşünülmüştür.[464] Sayı ile harf arasındaki
ilişkilerle vefklerde bulunduğuna inanılan sırrî sistemler oluşturulmuştur. Bu
sistemde ( 1) Elifden (ğ) ğayın’a kadar her harfe, bir tanrı adı
ve tabii kuvvetlerin tekabül ettiğine inanılmıştır. Benzer bir sistem Ortaçağ
Yahudi kabalasında da görülmektedir.[465]
Vefklerin
hazırlanmasında en uygun zaman diliminin bulunması için vefkin adına
hazırlanacağı kişinin isminin ebced hesabıyla toplamı bulunarak bu toplamın
haftanın günlerinin sayısı olan yediye bölünmesi ve kalan sayının hangi güne
işaret ettiğine bakılması gerekmektedir. Buna göre; 1 kalmışsa Pazar, 2
kalmışsa Pazartesi; 3, Salı; 4, Çarşamba; 5, Perşembe; 6, Cuma; 0, Cumartesi
gününe işaret etmektedir. Vefkin yapılacağı saatin bulunması içinse vefki
yapılacak sayının 24’e bölünmesi gerekmektedir.[466]
1’den 12’ye kadar olan saatler gündüz, 12’den 24’e kadar olanlar da gece
saatlerini vermektedir. Vefkin belirlenen gün ve saatinde hazırlanması
önemlidir.
Fakat
el-Hüseynî vefklerin hazırlanmasıyla ilgili kitabında detaylı bilgi vermemekte,
açıklama yapmamakta hesap yöntemini çözme işini bize bırakmaktadır. Havâs
kitaplarında da zaten sonuca nasıl ulaşıldığı hakkında bilgi verilmemiştir.
Kenzü’l-Havâs’ta
ebced hesabının kullanımıyla ilgili fazlaca örnek bulunmakta özellikle
esmaların vefklerinde ebcedin kullanımına doğrudan yer verilerek satır ve
sütunların toplamları eşitlenmeye çalışılmakta ve bazen hanelere sayıların
yerine harf ve kelimeler yazılmaktadır.
Esmaların
ebced değerlerinden hareketle vefklerinin yapıldığı fakat vefklerde hataların
fazla olduğu dikkatleri çekmektedir. Esmaların dışında âyetlerin, salat ve
selamların da vefklerinin olduğu veya bir amaca göre vefkin hazırlandığı
görülmektedir. Esmaların vefkleri bazen “el” eki yazılarak bazense “el” eki
olmadan hazırlanmıştır.
Kelimelerin
5,7,9 gibi harflerinin toplamının tek sayılı olması durumunda esmaların başına
-el takısının konulabileceği söylenmiştir.[467]
Fakat Kenzü’l-Havâs’ta bu tavsiyeye uymadan -el takısının kullanıldığı
görülmektedir.[468] Kitapta yapılan uygulamalarda
da çift sayıların olumlu veya pozitif, tek sayıların da negatif veya olumsuz
şeylere işaret ettiğine inanılmıştır.
Yıldıznâmalerde
ise uygulamalarda bir dileğin yerine gelip gelmeyeceği konusunda, girişilecek
bir işin adı Arapça olarak yazılmış ve bunun ebced toplamı bulunmuştur. Ebced
hesabına göre bulunan sayı yıldıznâmede yer alan sayılardan hangisine denk
geliyorsa veya sonu hangi sayı ile bitiyorsa işe o sayıya yakın burcun
döneminde başlanmıştır.[469]
Kitapta
metin içinde veya her hangi bir uygulamada hangi tür bir işlemin yapılmış
olduğu tespit edilse bile, orada hangi kelimeyi esas olarak o toplama ulaşıldığını
bulmanın oldukça zor olacağı muhtemeldir. Bu kelimeler ölüm (mevt), mutluluk
(saadet), kâr (kisb), zarar (ziyan), yangın (harik), ayrılık (firkat) benzeri
kelimeler olabileceği gibi, bunların dışında hazırlanılan kişinin ismini de
olmakta ve ismi tahmin etmek oldukça zor olmaktadır.
b)
Vefklerin
Yapılış Usûlleri ve Çeşitleri
Vefkin
yapımına başlamadan önce kişinin, bir vefkin nasıl yapıldığını ve yapılması
gereken hazırlıkların neler olduğunu bilmesi gerekmektedir. Öncelikle
yıldızların/burçların konumlarını, bunların özelliklerini, uğurlu ve uğursuz
saatlerinin zamanlarını, dost ve düşman yıldızları ve bunların yönetici
gezegenlerini ve günlerin gezegenlerini, vefkler hazırlanırken yakılacak olan
tütsü çeşitlerini, vefklerde ebced hesabının kullanımını ve vefkte günlerin ve
gezegenlerin müvekkil meleklerinin nasıl bulunacağını bilmesi gerekmektedir.
Bunların dışında uygulamalar sırasında esmâların, duaların, havâsların, gerekli
okumaların zamanında ve adedince yapılmasına dikkat edilmelidir. Yerine göre kişi
canlı herhangi bir şey veya canlıya ait bir şey yememeli, bitkisel gıdalarla
beslenmelidir.
Hazırlanan
vefklerin her biri bir yıldıza ve bir saate mensuptur. Bu yüzden hazırlanacak
olan vefkin kişinin isteğine uygun olan ve muradının yerine gelmesine yardımcı
olabilecek yıldızla uyumlu olması gerekmektedir. Bir vefk hazırlanırken mensup
olunan burcun, gün ve saatine dikkat edilmesi gerekmektedir.[470] Havâs kitaplarında zamanın
dikkate alınmadığı durumlarda vefklerin çalışmayacağı veya az tesirli olacağına
inanılmıştır.[471]
Vefkleri
yazmada kullanılan malzemeler genellikle mürekkep, gül suyunda ezilmiş misk ve
safrandır. Bunların dışında örneklere göre farklı mürekkep çeşitlerinin de
tavsiye edildiği görülmektedir.[472] Bazı büyüsel uygulamalarda bu
iş için kullanılacak eşyaların veya bir kalemin bile özel olarak hatta kişinin
kendisi tarafından yapılmasının önemine işaret edilmiştir.[473]
Vefkin
yazılmasında tercih edilen malzemelerden en önemlisi kâğıttır.[474] Temiz bir kâğıdın tercih
edilmesinin yanında kimyevî maddeler,[475]
cam,[476] ceylan derisi[477] gibi daha önce kullanılmamış
ve temiz olduğuna inanılan bir çok malzeme de kullanılmıştır.
Hazırlanan
tılsımların işi bittikten sonraki durumu da kutsallığına olan inançtan dolayı
önemli görülmüş ve yakılacaksa önce yakma işlemine niyet edilmiş, duayla
üzerlerindeki enerjiler dağıtılmıştır. Vefk suda silinmişse de ayak basılmayan
bir yere dökülmeli, gömülmeli[478] veya makas, bıçakla
anlaşılmaz bir hal alana kadar parçalara ayrılmalı daha sonra da yakılmalıdır.[479] Buradaki amaç, kâğıtların
doğrudan atılarak veya yakılarak bağlanmış olduğu hâdimlere yapılacak
saygısızlığı ve onların düşmanca bir tavır içine girmelerini önlemektir.[480] Fakat hazırlanan formüllerin
amaca yönelik olarak işlek bir sokağa[481]
ve eşik[482] gibi yerlere döküldüğü de
görülmektedir.
Vefklerde
sayıların yerine harfler ve büyü alfabeleri de kullanılmıştır. Harflerle
hazırlanan yazılı vefklere “Vefki Hurûfî” denilmiştir.[483]
Vefkin hanelerine yazılan her şeyin o vefkin hazırlanmasına sebep olan işle
ilgili olması gerekmektedir. Üstelik zikir veya okumalarda kullanılmayacak her
hangi bir şey de o vefkin içerisinde yer almamalıdır.[484]
Her vefkin
bir hazırlanış usûlü ve amacı bulunmakta olup vefkler, genellikle Allah’ın
isimleriyle, onu hazırlatan kişinin ismine göre ve o kişi için özel olarak
hazırlanabilmektedir. Bunların yanında vefklerde âyetlere, kişi ve şahıs
isimlerine veya konuya, yani istenilen işe göre kelimelere de yer
verilmektedir. Bunları vefk hanelerine yerleştirmek için bazı usûller
kullanılmıştır. Hanelerin nasıl, ne zaman, neye göre ve hangi sırayla
doldurulacakları önemlidir.
Vefklerde
sayıların hanelere yazılma sırası önemli görülmüş ve sıralamada farklı usûller
kullanılmıştır. Sayıları veya harfleri hanelere yerleştirme sıraları vefklere
göre değişmektedir. Dikkat edilmesi gereken kurallardan biri bazı vefklerde,
vefkin karelerini doldururken önceliğin en küçük sayıya verilmesidir.
Hazırlanan vefkin kelime veya harflerden oluşan veya sayı ve harf ya da
kelimelerden oluşan bir vefk olması durumunda da harflerin veya kelimelerin
ebced değerlerinin bulunarak sıralamada en küçük değere sahip olandan başlamak
gerekmektedir. Sayıların yerleştirilmesinden sonra sağdan sola ve köşeden
köşeye toplamlarının eşit olmasına dikkat edilmelidir. Vefklerin hazırlanırken
mutlaka belirlenmiş olan sıra numaralarına göre yazılmaları ve rastgele
sıralanmamaları gerekmektedir.
Bir karenin
vefk olabilmesi için dil,* satır* ve kuturların* toplamlarının birbirlerine eşit olması gerekmektedir. Sayıların
bölümünden artan sayılar da diğer karelere dağıtılmaktadır. Toplamların eşit
olmadığı kareler de Kenzü’l-Havâs’ta vefk kareleri olarak görülmüştür.[485] [486]
Verilen vefklerden birçoğunun toplamları hatalı olmakta ve çoğu toplamlarda
herhangi bir eşitlik bulunmamaktadır.
Havâs
kitaplarında vefkler yapılırken erkek ve kadın için yapılıp yapılmadığına da
dikkat edilmiştir. Vefki hazırlayandan ziyade, vefkin kim için hazırlandığı
önemlidir.485 Buna göre
erkek vefkleri tek sayılarla, kadın vefkleri de çift sayılarla yapılmıştır.
Erkek
vefklerde, vefki yapılacak sayıdan 30 çıkarılarak kalan sayı 4’e bölünmeli ve
hanelere yerleştirilmektedir. Bir kadın için yapılan vefkte ise sayıdan 60
çıkartılarak dörde bölünüp kalan sayı ikişer artırılarak sırayla hanelere
yerleştirilmektedir. Burada erkek vefki için hanelerin tamamen tek sayılı
olmasına değil artırılan sayının birer birer veya üçer üçer artırılmasına
dikkat edilmiştir. Bu durumda kadınlar için hazırlanan vefk ikişer, dörder
şekillerde artırılacaktır. Buradaki 30 ve 60 sayılarının Güneş ve Ay arasındaki
dereceler olduğu söylenmektedir.[487]
Hem havâs
kitaplarında hem de Kenzü’l-Havâs’ta vefk hazırlamada bazı usûllerin
kullanıldığı görülmektedir. Bu usûllerin Kenzü’l-Havâs’ta isimleri bulunmasa da
diğer havâs kitaplarından faydalanarak vefkler de kullanılan usûllerin bazıları
tespit edilmeye çalışılmıştır.
Havâs
ilmine göre bast usûlünün vefklerde kullanılan iki çeşiti bulunmaktadır. Bir
kelimenin harflerinin ayrık olarak yazılması[488]
ve kelimenin harflerinin okunduğu gibi yazılması usûlüdür. Mesela bir “I”
harfinin ^H şeklinde yazılmasıdır. Havâs ilminde bu usûle “Bastı Hurûfî
demişlerdir.[489]
b)
Vefklerde İstintak
(Konuşturmak) Usûlü
Bu usûlde
ise vefki yapılacak olan her hangi bir kelimenin toplam adedi harfle
yazılmaktadır. Çıkan harflerle oluşturulan kelime veya bazen de tek bir harf o
sayının nutku* olmaktadır. Bu yöntemle çıkan rakam ve
kelimeler daha sonra vefklerde kullanılmaktadır. Tabi bu değerler eldeki isme
ve sayıya göre değişmektedir.
c)
Vefklerde Mecz Etme
(Karıştırma) Usûlü
Bu usûlde
de verilen isimler veya kelimeler ilk harften başlamak şartıyla her birinden
birer harf alınarak bir birine karıştırılmaktadır. Mesela, Ayşe ve Ali isimleri
^ <£, J tf, 8 8 şeklinde yazılmakta ve sonrasında vefklerin
hanelerine yerleştirilmektedir. İsimlerden veya kelimelerden birinin harf
sayısının diğerinden az olması durumunda ise az olan kelime, diğer kelime sona
erinceye kadar başa dönülerek tekrar edilmektedir.[490]
Kenzü’l-Havâs’ta
bir vefki hazırlarken kullanılan en önemli usûllerden birinin de teksir usûlü
olduğu görülmektedir. Kitapta bu usûlle yapılmış bir çok örnek bulunmaktadır.
Bu usûlde vefk hazırlanmadan önce bir veya üç gün oruç tutmak ya da riyâzette
bulunmak tavsiye edilmiştir. Üç gün oruç tutulamıyorsa bile riyâzette bulunmak
gerekmektedir.[491]
Teksir
usûlünün de iki çeşiti bulunmaktadır. Birincisinde kelimenin ilk harfi son
harfin altına, son harfi sondan ikinci harfin altına, sondan ikinci harf sondan
üçüncü harfin altına yazılmalı ve bu şekilde sondan başa doğru sırasıyla vefkin
haneleri doldurulmalıdır.[492] Havâs kitabında verilen harf
vefki örneklerinin, çoğunlukla bu usûlle yapıldığı görülmektedir.[493]
İkincisinde
ise yukarıda verdiğimiz usûlün tersinden yazılmaya başlanmalı ve sondaki harf
kendi satırının altına ve sırayla baştan, sondan harfler alarak soldan sağa
doğru sıralanmalıdır.[494]
3’ten 9’a
kadar olan vefkler gezegen vefkleri olarak bilinmektedir.[495]
Bunlar haftanın yedi gününe yani yedi günün sahibi olan yedi gezegene tahsis
edilen vefklerdir. Vefkler yapılırken vefkin yapılış amacına uygun bir yıldız
saati seçilerek o saatin vefki yapılmalı ve yıldıza ait bir de tütsü
yakılmalıdır.
Vefk
çeşitlerinin en ünlüsü ve en eskisi olan üçlü vefk, Kenzü’l-Havâs’ta ve diğer
havâs kitaplarında yaygın olarak kullanılan vefk türüdür ve 9 haneden
oluşmaktadır. Bu vefk en eski vefk türü olup, Çin edebiyatında Lö-sû adıyla
anılan 3’lü bir büyü karesidir.[496] “Satürn karesi” ve “Sülasi
vefk”[497] de denilmektedir.[498] Satürn’ün madeninin kurşun
olması nedeniyle olsa gerek bu vefkin de üzerine yazmak için kullanıldığı maden
kurşundur. [499] Havâs kitaplarında üçlü
vefklerin yıldızı Zühal, günü Cumartesi, ulvî meleği ise Kesfiyâil; arzî
meleği/süflî hâdimi de Meymundur.[500]
Sülâsi vefkin kutsal sayıları 3, 9, 15, 45 olarak verilmiştir.[501]
Kenzü’l-Havâs’ta
3’lü vefklerden sonra en fazla yer alan diğer bir vefk türü de dörtlü vefktir.
Kalay madeni üzerine çizilerek hazırlanan 4x4 haneli vefk, Müşteri (Jüpiter)
karesi olarak geçmektedir.[502] Kutsal sayıları ise 4, 16,
34, 136’dır.[503] Bu vefke “Vefki Rubai” denilmekte
ve dörtlü vefkin ulvî meleği Sarfiyâil, arzi meleği de Şemhûreş olarak
verilmektedir.[504]
Beşli vefk
ise, Mars gezegeninin büyüsel karesidir ve daha çok demir üzerine
yapılmaktadır.[505] Beşli vefklerden Sator karesi
olarak bilinen Hıristiyanlar tarafından hazırlanan harflerden oluşmuş
SATOR-ROTAS vefki ünlü bir vefktir.[506]
Bir güneş
karesi olan altılı vefk ise Kenzü’l-Havâs’ta kullanılmamıştır.[507]
7’li vefk
ise Zühre (Venüs) karesidir[508] ve vefkin hazırlanmasında
bakır kullanılmıştır. Ay içinse 9’lu büyü kareleri hazırlanmıştır.[509]
Vefklerin
başka kaynaklarda çok fazla çeşitleri olmasına rağmen Kenzü’l- Havâs’ta 3’lü,
4’lü, 5’li, 7’li, 8’li, 9’lu, 10’lu, 11’li, 12’li, 13’lü ve hatta 25’li vefk
çeşitlerine yer verilmiştir. Vefkler, sayılarla, harflerle, kelimelerle veya
kelimelerin ve harflerin sayılarla karıştırılmasıyla hazırlanmıştır. Bu
usûllerin dışında havâs kitaplarında herhangi bir usûl verilmemekte fakat
çeşitli vefklerde aynı usûlün kullanıldığı örnekler bulunmaktadır. Bunlar ise
şöyledir; Vefki yapılacak olan âyet veya esmaların vefkin ilk satırına
yazılması ve sonraki satırların o esma veya âyetin ebced değerine ulaşılacak
şekilde hanelere ayrılması şeklidir.[510]
Yazılacak olan şâyet 3 harfli bir vefkse ilk satırın her hanesine birer harf
sıralanmaktadır. Daha fazla harfe sahip ise ilk satıra isteğe göre
dağıtılmaktadır. Bazen de birinci haneye vefk kimin için yapılıyorsa onun ismi
yazılmaktadır. Havâs kitaplarında bunlardan başka daha karmaşık usûllerin
kullanıldığı görülmektedir.
Başka bir
usûlde ise ismin ebced tutarı birer arttırılarak ikinci ve üçüncü hanelere
yazılır. Amaca uyan bir âyet ve esma seçilir ve adedinden 3 çıkartılıp, 3’e
bölünür. Çıkan sayı 4. haneye ve birer arttırılarak 5. ve 6. hanelere yazılır.
Beşinci ve altıncı hanelerdeki sayılar toplanır ve çıkan sayı seçilen âyet veya
esmanın adedinden çıkartılır. Kalan, 7. haneye ve birer arttırılarak sekizinci
ve dokuzuncu hanelere yazılır. 3’e bölünürken artan sayı kalmışsa ve kalan 1’se
7. hanedeki sayıya bir eklenir. Kalan sayı 2 ise yine 7. hanedeki sayıya iki
eklenir ve tarif edildiği şekilde vefk doldurulur.[511]
Kitabın yazarı bu usûl için çok basit ifadesini kullanmaktadır. Her ne
kadar bu usûl hazırlanırken kolay gibi dursa da daha önce hazırlanmış olan bir
vefkin çözümünü yapmanın oldukça zor olduğu görülmektedir.
Vefkler tek
ve çift sayılarla hazırlanmalarından hareketle tekli ve çiftli vefkler olarak
da ayrılmaktadır. Buna göre satır ve sütun sayıları tekli adede sahip olan
vefkler tekli, çiftli adedi olanlar çiftli vefkler olarak kabul edilmektedir.[512] Vefklerde çift sayılar dilek
ve isteklerin iyilik ve hayır amaçlı olması durumunda kullanılırken, kötü
niyetler için tek sayılar kullanılmıştır.[513]
Bazen tek sayıların, vefklerin içine haç şeklinde yerleştirildiği de
görülmektedir.[514] Bu durumda vefklere
yerleştirilen kelimelerden dört harfli olanlar iyilik için beş harfli olanlar
da kötülük için hazırlanmış olacaktır.
Bunların
dışında çapraz şekilde iç içe geçmiş olan biri tek biri çift olacak şekilde iki
vefkten oluşan vefkler hazırlanmıştır. Bu vefklerin haneleri 3/4, 4/5, 5/6,
6/7, 7/8, 8/9 olacak şekilde hazırlanabilmekte ve bunların yazılışlarına ilk
olarak içteki vefkten başlanılmaktadır.[515]
Havâs
kitaplarında vefklerin farklı şekilleri ve vefklerden farklı olarak da tılsımlı
olduğuna inanılan daireleri çizilmiştir. Gezegenlerin de vefklerinin yanında
ayrıca daireleri de yapılmıştır.[516]
Haftanın her günü için çizilen büyüsel daireler de bulunmaktadır.[517] Tılsımlı dairelerde ve
büyüsel uygulamalarda diğer dinlerin dinsel sembollerini ve isimlerini ve her
kültürün kendi izlerini bulmak mümkündür.
El-Hüseynî
de, kitabında tılsımlı olduğuna inandığı bazı daireleri kullanmıştır. Bir
dairenin şekli her zaman aynı değildir. Dairenin şekli çağrılacak ruhların
yeri, zamanı, saatlerine göre değişiklik göstermektedir. Ayrıca yılın, günün,
yıldızın veya yıldızların bulunduğu konumların ve onların fonksiyonlarının
dikkate alınması 517
gerekmektedir.
Bir
dairenin kutsanmasıyla ilgili Asurlularda da örnekler görülmektedir. Asurca bir
tablette bir daire çizilerek tablette burayı hiçbir insanın geçemeyeceği,
hiçbir kötülüğün, kötü ruhun, kötü meleğin, hortlağın, şeytanın, kötü tanrının
geçemeyeceği... ve kötü veba, ateşli hastalıkların ve her türlü hastalıkların
içeriye sızamayacağı anlatılmaktadır.[518]
[519] Kenzü’l-Havâs’ta tılsımlı
dairelerin dışında sembolik olarak çizilen daireler de bulunmaktadır. Annenin
karnına parmağıyla çizdiği daireyle karnındaki bebeğini koruma[520] ve korkunç bir yerde kişinin
etrafına daire çizerek kendisinin korunması[521]
gibi örnekler bunlardandır.
Önceki
dönemlerde daire, tanrının engeli olarak görülmüştür. Eski Türklerde, esmâ
çekilen odanın ortasına bir daire çizilmiş ve içerisinde tütsü yakılarak kötü
ruhların daireyi geçip tecavüzde bulunması önlenmeye çalışılmıştır.[522]
Büyücülerin ruh çağırmak için kullandıkları bu tür büyüsel
dairelerin ilk defa Asur kaynaklarında geçtiği görülmektedir. Uzakdoğu’da da
aynı şekilde ruh çağırma ayinlerinde büyüsel dairelere başvurulmuştur. Eski
Mısır’da Süleyman’ın cinleri çağırmak için kullandığı sözcükler eğitim
kurumlarında öğretilmiş, mum ve kuklalar 522 kullanılarak büyüler
yapılmıştır.[523]
a)
Kutsal Yazılar ve Kutsal İsimlerin
Kullanılması
Kullanılan metinlere
bakıldığı zaman büyücüler arasında herhangi bir din ayrımının yapılmadığı
görülmektedir. Bir büyücü için yabancı din şeklinde bir ayrımdan söz etmek
mümkün değildir. Hazırlanan her hangi bir uygulama ve formülün içerisinde
farklı dinlerden alınmış meleklerin, tanrıların, azizlerin veya kutsal
kitaplardan bölümlerin bulunduğu uygulamalar yer alabilmektedir. Büyücülerin
amaçlarına ulaşabilmek adına, kendisine yardım edebileceğini düşündüğü her
türlü doğaüstü kuvvete ve dinin kutsallarına başvurmaktan kaçınmadıkları görülmektedir.
Kutsal kitaplar, kutsal
isimler, büyüsel amaçlar için kullanılmakta ve büyücüler bu konuda her hangi
bir tereddüt yaşanmaktadır. Bazen kasten bazen farkına bile varılmadan bunlar
büyü formüllerinde kullanılabilmektedir. Büyücü için kullanılan malzemelerin
dini bir unsur taşıyıp taşımadığı önemli değildir ve uygulamalarında kendine
yardımcı olabileceğine inandığı her türden doğaüstü kuvvete de yer vermekten
çekinmemiştir. Büyüsel işlemlerde İslâm’da kutsal metinler olarak Kur’an,
Yahudilik’te Tevrat, Hıristiyanlık’ta da İncil kullanılmıştır.
Büyü, dinin kutsal olarak
tanıdığı, kutsallığına inandığı nesneler ve kutsal olarak gördüklerini
formüllerde kullanarak, formüllerle insanların dikkatlerini çekmeyi ve büyünün
etkisini artırmayı amaçlamıştır.
Kitaptaki formüllerde
okunması veya yazılması için yer verilen formüller arasına âyetlerin yazılması
yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Sadece Kur’an’dan âyetlerin kullanıldığı
bazı duaların yanında dua metni olarak verilen metinlerde âyetlerin bölünerek ve
aralarına bir takım cümleler veya mukatta harfleri eklenerek yazıldıkları
görülmektedir.[524]
Kenzü’l-Havâs’taki
uygulamalarda Kur’an’daki sûre ve âyetler bazen sözlü olarak okunması için
verilmiş, okunduktan sonra ya suya ya üzerinde taşınılacak nesneye (muska) vs
üflenerek ya da sadece okumak suretiyle veya yazılı olarak doğrudan doğruya
kullanılmış çoğu kez ebced hesabıyla ulaşılan toplam kullanılmak suretiyle
uygulamaya gizemli bir hava katılmak istenmiştir. Verilmek istenilen gizemle,
sistemin herkes tarafından anlaşılmaması amaçlanmıştır. Kutsal metinlerin yer
aldığı muskaların amaçlarına göre taşınma yerlerinin değişmesinden dolayı tanrı
sözüne ve ismine saygısızlık etmemeye de dikkat edildiği zamanlar olmuştur.[525]
Yedinci yüzyılda Hz.
Muhammed gelmeden önce Arap dünyasında büyünün oldukça yaygın olduğu göze
çarpmaktadır. Araplar cinlerle konuşarak büyüler yapmışlar, mumdan figürler
kullanmışlardır. Fakat dinin, hayata yerleşmesinden sonra büyücüler tarafından
büyüsel sözlerin arasına bir takım Kur’an âyetleri eklenilerek kendi büyüsel
uygulamalarının çoğunu devam ettirmekte ısrarcı olmuşlardır.[526]
Bazı metinlerde ise dört
kutsal kitaba Kur’an, İncil, Tevrat ve Zebur’un isimlerine sık sık değinilmiş,
bu kutsal kitapların hakkı için isteklerinin yerine getirilmesi istenmiştir.[527] Vahyin kaynağı her ne kadar
ilahî olsa da kullandığı dil ve konuştuğu toplumun beşeri dilini kullanması o
dile kutsallık katmamaktadır.
Örneklerde yer verilen
isimlerin kullanılma nedenlerinden biri isimlerin insanların sosyal kişiliğini
etkilediğine ve majik anlamda bir gücünün olduğuna inanılmasıdır. Çünkü adın
ifade ettiği anlamın ve niteliğin, ismin sahibine aktarıldığına inanılmıştır.
İlkel düşünceye göre bir kimsenin adını bilen bir kişi onu büyüsel bir güçle de
etkileyebilecektir. Çünkü isim kişiden bir cüzdür. Cüzü etkileyen şey bütünü de
etkileyecektir.[528]
Babilliler de isimlerin
gücüne inanmışlardır. Çünkü ismi olan şey, vardır. Bunun için yaratılış
hikâyelerinde şöyle denir. “Yukarıda gök isimlendirilmemişti. Aşağıda yerin
ismi yoktu.” Bu nedenle de Babilli büyücüler ruhların isimlerini öğrenmeye önem
vermişlerdir. Bir kimseye ismi ile hitap edilirse o ona bakar. Çok isim
zikredilirse hepsi ona bakarlar. Ruhlarda aynıdır denilmiştir. Kabala ve Gnosis
bu ilmi daha da geliştirmiş, onlardan da Müslüman büyücüler almışlardır.[529]
Cinleri harekete geçiren
büyünün vazgeçilmez unsuru tanrı isimleridir. Buna güzel kokulu tütsülerin
yakılması da dâhil edilir. Tütsülerin seçiminde astroloji ve kişilerin doğum
günleri büyük bir rol oynamaktadır.[530]
Yapılan bir duada Akadca,
İbranice, Yunanca, Süryanice ve başka dillerden isimlerin bir arada
kullanıldığı görülmektedir. Bir örnekte denilmektedir ki: ‘Sana sesleniyorum
tanrıların yöneticisi, göklerin şiddetli gürültüsü, Zeus, Kral Adonai, efendi
laoouei. Seni Suriye dilinde çağıranım ben büyük tanrı ..., Iphphou, İbranice
adlarını da unutmadım. Ablanthanab, Abrasiola. Çünkü ben Silthakhookh, Lailam,
Blasaloth, ıao, ıeo, Nebouth, Sabiothar, Both, Arbathiao, ıaoth, Sabath,
Patoure, Zagoure, Baroukh, Adonai, Eloai, ıabraam, Barbarauo, Nau, Siph’im.[531] Görüldüğü gibi birçok dilden
tanrı isimleri ve sözcükler bir arada kullanılmıştır.
İrlanda’nın batısında ve
Torres Straits’da insanlar isimlerinin gücü olduğuna inandıkları için kendi
isimlerini başka bir yabancıya söylerken tereddüt etmiş ve karşı çıkmışlardır.
Çünkü onlar isimlerini bir yabancının bilmesi durumunda onların ruhlarını esir
alabileceğinden korkmuşlardır. Mayalar ve Nahua’lar ismin insanın sadece maddi
yönünü değil ruhsal tarafını da ifade ettiğine inanmışlardır.[532]
Frazer kitapta tanrıların
isimlerinin gizli tutulmaya çalışıldığını söyler çünkü diğer tanrılar ve
insanlar tarafından onlara büyü yapılmasından korkulmuştur. Eski Mısır’da ise
tanrı “Ra” bile kendisine anne ve babası tarafından verilen ismini kullanmış
kendi ismiyle büyücülerin büyü yapmalarına izin vermek istememiştir.[533]
Büyüsel örneklerin
bulunduğu bir yer olan ve yazılı büyüye inanılan Mısır’da büyücülerin bazı
Kur’an âyetlerini, tanrı, melek, cin, peygamber ve meşhur evliya isimlerini
bilmeleri lazımdır ki bunları sayılar ve diyagramlar içinde birleştirerek
muskalarında kullanabilsinler. Süryanca söylenen tanrı isimlerinin arasında
bilhassa Şalaş, Sinyuşi Samkin, Sam’akin ve Sam’ukin gibi anlamsız kelimeler
yer alır. Bu yazılar saz ve mısır kamışından kesilmiş olan bir divitle
yazılmalıdır.[534]
Hıristiyan olmadıkları
halde İncil âyetlerine göre İsa ismiyle cin çıkaranlar İsa isminin tersinden
faydalanmaya çalışmışlardır. Yahudilerse İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un
tanrısı Sabaoth, Adonay ve Jao gibi Yahudi tanrı isimlerini kısaltarak
benimsemişlerdir. Bu isimler Yahudiler tarafından Müslüman ve Yahudi büyüleri
ve Mısır büyüsüne de girmiştir. Çeşitli inançlardan derlenen büyüler
ulaştıkları yerlerde Yahudi büyülerini devam ettirmişlerdir.[535] Yahudiler büyü formüllerinde
ya yabancı dinlerde var olan cin ve peri isimlerini ya da eski geleneklerden
gelen isimleri kendi büyüsel unsurlarında kullanmışlardır.[536]
Kenzü’l-Havâs’ta
isimlerin gücünden faydalanmak adına Allah’ın ve Peygamberimizin esmalarına
bunların dışında Peygamberlerin,[537]
meleklerin, halifelerin, sahabeden bazı kimselerin isimlerine,[538] Kur’an veya Tevrat’taki
kıssalarda geçen isimlere[539] cin taifesinden Ebu Yusuf[540] ve Yahudi tanrısı Adonay[541] gibi isimlere yer
verilmiştir.
Geçmiş zamandan günümüze
kadar bütün uygarlıklarda büyüsel işlerde kullanılan bir alfabe (büyü
alfabesi), sayı sistemi, kutsal bir sembol veya çizimler bulunmuştur. Kelimeler
büyünün uygulayıcıları tarafından daha çok simgelerden oluşan bir büyü diliyle
oluşturulmuştur.
Kutsal olanla kutsal
olmayanı ayırma eğilimi, zamanla kutsal dilin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Yaşayan konuşma dilleri zaman içinde değişim gösterirken, ibadet dili gibi büyü
dili de değişmeden yüzyıllar boyu aynı kalmıştır
Büyüde kullanılan her
şeyin büyücünün çağırdığı varlığın gazabından korur özellikte olması gerektiği
için gücünden faydalanmak amacıyla büyü diline önem verilmiştir. Büyücünün
formülü özel bir dille yazması o yazıya ve büyü formülüne verilen önemi
göstermekte ve yazmaya ne kadar özen gösterilirse formülün o kadar güçlü
olacağına inanılmaktadır. Tılsımların üzerine yazılan yazılar için de bu usûl
geçerlidir. Çünkü tılsıma ne kadar güç verilirse o kadar fazla koruyucu
özelliğe sahip olacağı düşünülmüştür. Büyü alfabeleri hem sırları saklamak hem
de yazılan şeye enerji katmak amacıyla kullanılmıştır.674 675 [542] Mesela, Arap alfabesi
havâssın notaları olarak görülmüştür.[543]
[544]
Büyüdeki damgalar ve muskaların
üzerindeki şifreli yazılara “Karakterler” denilmiştir. Eski çağlarda hiyeroglif
yazılar, Araplarda gözlük harfleri denilen çivi yazısı işaretleri ve Avrupa
büyücülüğünde özellikle İbranca ve Davut’un Alfabesi şifreli yazılarda
kullanılmıştır.
Sümerlilerin ayin dilleri
ülkeyi istila eden Samilerin, Babil ve Asurluların kutsal dili, Tanrı dili
olmuş ve büyü dili olarak kullanılmıştır.[545]
Bu dillerde hazırlanmış formüller çağlardan günümüze gelmiş ve hala etkisi olan
formüllerdir. Günümüzde de
Katolikler ve
Yahudiler büyüsel uygulamalarda Latince ve İbranca duaları ezberleyerek ölmüş
dilleri kullanmaktadırlar.[546]
Kabala ve
bu ekoller kendi içlerindeki değişik alt ekollerinden hangisi olursa olsun
İbranî alfabesini, harfleri, harf isimlerini ve hatta şekillerini önemli
görmüşlerdir. Majikal formüller daima Klasik İbranî Alfabesi ile yazıldığı gibi
Tevrat’taki şifrelerin çözümlenmesi gayretlerinde de kullanılan alfabe
olmuştur.
Ortaçağda
kilisenin insanları cadı olarak suçlayıp zulmettikleri dönemin sonunda kiliseye
aykırı bir durumun söz konusu olmadığının düşünüldüğü zamanlarda büyücüler
arasında rekabet ortaya çıkmış, büyücüler emeklerini korumak amacıyla
Grimurların ya da büyü kitaplarının en önemli bölümlerini yazarken kitabın
başka kimselerin eline geçmesi durumunda yazılanların anlaşılmaması amacıyla,
kendilerine has büyülü alfabeler kullanmışlardır. Bu sırları korumak için çok
sayıda büyü alfabesi ortaya çıkmıştır. Bunlar Angelic, Enochian, Malachian (ya
da maji dili) Ogham, Nehri Geçiş ve Theban alfabeleridir. Bunların dışında
Mısır hiyerogliflerindeki gibi resimlerden oluşan alfabeler de kullanılmıştır.[547]
Doğuda ise
büyü kitaplarındaki bazı formüllerin en önemli bölümlerinin yazılmasında aynı
amaçlarla büyülü alfabeler, Tragna Ekolüne ait Tragna alfabesi [548] Arap Alfabesi,
Tisan Alfabesi,[549] Tisan Ebcedi[550] ortaya çıkarılmıştır.
Büyü
alfabeleri hem sırları saklamak hem de yazılan şeye enerji katmak için
kullanılmışlardır. Bu tür alfabeler modern büyücüler tarafından kullanılmakla
birlikte, alfabenin eski kullanım amacı unutulmuş gibidir.[551]
Kenzü’l-Havâs’ın
büyük bir kısmının Şemsü’l-Maârif ve diğer havâs kitaplarından alıntı olması
nedeniyle de olsa gerek kitabın kendisine has bir büyü alfabesi bulunmamakta
fakat formüllerin içerisinde yer alan, anlamları bilinmeyen kelimelerin
zamanında oluşturulmuş büyü alfabelerinin kalıntılarının olabileceği ihtimali
de bulunmaktadır.
Büyüsel
etkinin söz konusu olduğu her kültür, kendi bireyini bu etkilerden kurtarmayı
amaçlamış fakat muska taşıma geleneği diğer büyüsel uygulamalara göre daha
kabul edilebilir olarak karşılanmıştır.[552]
Muskalar genellikle büyüyü engelleme ve büyünün zararlı etkilerinden koruma
amaçlı olarak hazırlanmışlardır. Genellikle de muskaları kullanarak tanrıyı bir
takım işlere zorlama amaçlanmıştır.
Muska,
amulet ve tılsım arasında kullanım amacı ve kullanım yöntemi açısından
benzerlikler bulunmaktadır.[553] İngilizce’de muskanın yerini
karşılayan bir kelime olan amuletler, muska ve uğurlukları içine alan daha
genel bir ifadedir.[554]
Amuletler,
kötü cinler tarafından ortaya çıkarıldığı düşünülen her çeşit hastalıktan,
doğaüstü tehlikelerden korunmak amacıyla yapılmışlardır.[555]
En yaygın
amulet çeşitleri el ve göz biçiminde olanlardır. Gerek amuletler, muskalar
gerekse uğurluklar pasif büyü çeşitine girmekte ve genelde pratik
kullanımlarında birbirinden ayırt edilememektedir.[556]
Muska ve
tılsımların kaynağı fetişler olarak görülmüştür. İlkel insanlar bunları
üzerlerinde bulundurarak nazardan, kaza ve belalardan korunduklarına
inanmışlardır. Sonraları ise dini formüller, bir takım şekillerin yazılıp
çizildiği kâğıt parçaları bunların yerini almıştır.[557]
Büyü ve
muskalardaki harfler, sayı değerlerine göre toplanarak bu toplamların cinler
âlemi ile bir ilişkisinin bulunduğuna inanılmıştır.[558]
Harflerin sayı değerlerinin verilmesinden faydalanılarak bir yandan sayı ve
harf arasındaki ilişkilerden yararlanılarak diğer yandan da tılsımlı olduğuna
inanılan bazı simgeler ve kelimelerin de yardımıyla bu tür uygulamalar büyü ve
muska yapımlarında kullanılmıştır. Bazılarına göre ise ebcedin her harfi bir
tanrı adına veya doğal güçlere karşılık gelmektedir. İnanışa göre muskalarda
yer alan harf, şekil ve yazılardaki bilgiler insanlar için değil, metafizik
âlemdekiler, hüddâmlar ve cinler içindir.
İslâm
büyücülüğü ve muska geleneğinde sıkça rastlanan harf ve resimlerden anlam
çıkarma usûlü olarak rakamlara, adlara dayalı büyülerin kökeninin Eski
Mezopotamya olduğu görülmektedir. Eski Mezopotamya ve Mısır’dan kalma efsun
sözleri ve sihir formülleri içeren pek çok metin günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Akad, Babil ve Asurlular da şeytanlara karşı korunmak için muskalar
yapılmıştır. Özellikle Babillilerde toplum hayatı sihir üzerine kurulmuştur.[559]
Antik
dönemde dualarla kötü ruhları kovma yönteminde en sık kullanılan usûl bir ipe
veya boğaza bağlanarak taşınan küçük taşlar, incilerdir.[560]
Takılan süs eşyalarının gayesi, güzel görünmekten çok belirli bir tesiri
taşımaktadır.
Mısırlılar
ise muskaları bedenin büyü yoluyla korunmasını sağlamak amacıyla kullanmışlar
ve her bir muskanın kendine özgü bir anlamının ve işlevinin olduğunu düşünmüşlerdir.
Mısırlılar için en güçlü muska Horus’un gözüdür.[561]
Çin’de bir
muska yazılırken Kenz’ül-Havâs’taki gibi renk seçimleri yapılmaktadır.
Formüller sarı veya kırmızı kâğıtlara yazılmış mürekkeplerse siyah veya kırmızı
olarak seçilmiştir. Hazırlanan muskalar kapı eşiğine, yatak odasındaki perdenin
üstüne, saçların arasına sıkıştırılmıştır. Kimi zaman da muska yakılarak çayla
veya suyla karıştırılarak, bedene etki etmesi amacıyla içilmiştir.[562] Hemen hemen her evde nazar
değeceğine inanılan yerlerde muska çeşitlerinden sekiz-on tane asılı
bulundurulduğu söylenmektedir. Güneş ve Ay simgelerinin muskaların etkisini
artıracağına da inanılmıştır. Büyücü, Arapların bağlı düğümlere üfürmeleri gibi
Çinlilerde tılsımlara bütün güçleriyle üfürmektedirler. Tılsımın etkisini
artırmanın yolu kalemin ya da kullanılan fırçanın yeni olmasına dikkat
etmektir. En güçlü büyücüler havaya parmaklarıyla muska yazanlardır.[563]
Muskaların
yapımı usûlü hakkında Kenzü’l-Havâs bir bütün halinde bilgi verilmemekle
birlikte, muska örneklerinden hareketle çeşitli metallere, gümüş[564], bakır,[565]
kurşun,[566] demir gibi levhalara,[567] yüzük üzerine,[568] keten, pamuk veya ipek
kumaşlar üzerine,[569] mendil üzerine,[570] ceylan, geyik derisi üzerine[571] ve en fazla tercih edileni
olan kâğıt üzerine yazıldıkları görülmektedir. Aslında muskanın yapımında
kâğıdın, metallerin, kumaşların ve derilerin yanı sıra taşınabilecek her türlü
maddenin kullanılabildiği görülmektedir. Yapılan muskalar üzerinde taşıma,
boyna, üzerine asma, gömme veya iliştirme şekillerinde kullanılmaktadır.
Havâs
kitapları ve Kenzü’l-Havâs’ta genelde tılsım ve muskalar üzerindeki yazılarda
Allah’ın çeşitli adları bulunmakta bunların bela ve kötülükleri uzaklaştırarak
iyilik ve hayrı davet ettiğine inanılmaktadır. Kitapta şifa içerikli veya
sıkıntıları giderdiğine inanılan âyetler, melek isimleri, harflerle ve
sayılarla oluşturulmuş vefkler yer almakta ve yardımın Allah’tan geleceği,
Kur’an’ın ise şifa verici özelliğinin olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır. Genelde
Allahın isimlerinin kullanılarak yapıldığı uygulamalarda Allah’ı etkileme söz
konusu iken, ne anlama geldiği bilinmeyen bazı kelimelerle cinlere ve onların
yardımcılarına tesir etme amaçlanmaktadır.
Kitapta
büyüsel muskaların yapımında renklerine dikkat edilmiş formülün amacına göre
mesela kötü amaçlıysa siyah, iyi amaçlarla hazırlanmışsa da mavi, yeşil, sarı
gibi açık renkler kullanılmıştır. Muskayı yazarken kullanılacak olan kalemin
veya mürekkebin de çeşiti önemli görülmüştür. Bazı uygulamalarda özellikle
mürekkebin kullanılıp kullanılmaması yönünde uyarılar yapılmıştır.
Büyüsel
örnekler hazırlanırken dikkat edilmesi gereken hususlardan bir tanesi de hemen
hemen her büyüsel örnekte olduğu gibi hazırlanacak zamanın tespitidir.
Tılsımlar ancak belirli zamanlarda ve saatlerde yazılabilmekte ve hazırlanabilmektedir.
Kullanılan metallerin ise ruhları kendine çekeceğine ve onları
uzaklaştıracağına inanılmıştır.[572] Muskalarla gezegenler
arasında da ilişkiler kurularak muskaların işlevselliği artırılmaya,
gezegenlerden gelen güçlerle taşınan nesnelerin gücüne güç katılmaya
çalışılmıştır.
Hazırlanan
muskalar başın üzerine,[573] dişin üzerine,[574] parmak,[575]
kol, bazu,[576] karın,[577] boyun[578]
gibi insanların, çocukların, hayvanların üzerlerine[579]
bağlanabilmekte veya buralarda taşınabilmektedir. Bunların dışında muska sadece
canlı olanlara değil, malda, mülkte de bereketin, kârın artması ve koruma için
veya aksine zarar verilmek için de kullanılabilmektedir.[580]
Muskaların
yapımı sırasında safran, öd,[581] gülsuyu, misk, anber, kâfur,[582] cin elması, erkek günlük,[583] sakız gibi herhangi bir tütsünün
yakılması da önemli görülmüştür.
1
Ekmeleddin İhsanoğlu-Ramazan
Şeşen, Osmanlı Astroloji Literatürü Tarihi ve Osmanlı Astronomi Literatürü
Zeyli, İslâm Tarihi, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, İstanbul 2011, c.I,
s. 111.
[2] Çalışmamızda kitabımızın ismini
kullanırken Gizli İlimler ismini benzer kitap isimlerinin bulunması ve bir
karışıklığa meydan vermemek amacıyla kullanılmayarak meşhur isimlerinden olan
Kenzü’l-Havâs ismi tercih edilmiştir.
[3] Ebü'l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali
el-Ensârî İbn Manzur, Lisanü ’l-Arab, Darü’s-Sadır, Beyrut,
1979, c.4, s. 401.
[4] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lûgat, Doğuş Matbaası, Ankara 1978, s. 609.
[5] TDK Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu,
Ankara 1998, c.I, s. 962.
[6] Devellioğlu, a.g.e., s. 409.
[7] Seyyid
Süleyman el-Hüseynî, Kenzü’l-Havâs ve Keyfıyet-i Celb ve Teshir, Cemiyet
Kütübhanesi, İstanbul 1332, c.II, s. 112; c.IV, s. 109.
[8] Ebü'l-Abbas Takıyyüddin Ahmed b. Ali b. Yusuf
el-Kureyşi Buni, Şemsü’l-Maârifü’l-Kübra, el-
Mektebetü's-Sekafiyye, Beyrut, 1291, ty; Mustafa İloğlu, Gizli İlimler,
Çetin Ofset, İstanbul 19691974; el-Hüseynî, Kenzü ’l-Havâs.
[9] Kenz., c.I, s.15.
[10] Kenz., c.I, s. 4.
[11] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Kenzü ’l-Havâs Gizli İlimler
Hazinesi, Ter: Nebil Fazıl Alsan, Sağlam Yayınevi, İstanbul, t.y, c.I, s.
5.
[12] Abdülkadir İnan, Hurafeler ve Menşeleri,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1968.
[13] Kenz. c.I, s. 177.
[14] Kenz., c.I, s. 107.
[15] Kenz., c.I, s. 220.
[16] Kenz., c.II, s. 180; Kenz., c.II, s. 72.
[17] Kenz. c.I, s. 220.
[18] Kenz., c.II, s. 121; Kenz., c.II, s. 190.;
Kenz., c.I, s. 205.
[19] Kenz., c.III, s. 19.
[20] Kenz., c.III, s. 37; Kenz. c.II, s. 36; Kenz.,
c.IV, s. 109.
[21] Kenz., c.II, s. 142; Kenz., c.IV, s. 109.
[22] Kenz., c.II, s. 72.
[23] Kenz. c.I, s. 173.
[24] Kenz. c.I, s. 166.
[25] Kenz., c.IV, s. 85.
[26] Kenz. c.I, s. 223.
[27] Kenz., c.II, s. 116; Kenz., c.IV, s. 24.
[28] Kenz., c.II, s. 216.
[29] Kenz., c.III, s. 38.
[30] Kenz., c.III, s. 48.
[31] Kenz., c.I, s. 218-219.
[32] Kenz., c.II, s. 68.
[33] Kenz., c.IV, s. 10.
[34] Kenz., c.IV, s. 82.
[35] Kenz., c.IV, s. 169.
[36] Ebü'l-Abbas Takıyyüddin Ahmed b. Ali b. Yusuf el-Kureyşi Buni,
Şemsü’l-Maârifü’l-Kübra, el- Mektebetü's-Sekafiyye, Beyrut, 1291,
ty.
[37] Yapılan en bariz hatalar vefklerde
görülmektedir. Özellikle sayıların aktarılmasında bir çok yerde hatalar
yapılmıştır. İmam Ahmed Bin Ali el-Bûnî, Şemsü ’l Maârif, Tercüme:
Selâhattin Alpay, Sedef Yayınları, İstanbul, 1979, c.II, s. 45, 57.
[38] M. Seyfettin Özege, Eski Harflerle Basılmış
Türkçe Eserler Kataloğu, Haz. Ahmet Eryüksel, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
İstanbul 1991, c. 4, s. 1467-1468.
[39] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Vasiyetname-i
Hüseynî, Çavuşoğlu Matbaası, İstanbul, 1333/1917.
[40] Özege, a.g.e., s. 1467-1468.
[41] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Ramazanı Şerife Mahsus Takvimi
Hüseynî, Resimli Kitap Matbaası, İstanbul 1331.
[42] Özege, a.g.e., s. 1467-1468.
[43] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Kenzü ’l-Menam:
Mükemmel ve Mufassal Rüya Tabirnamesi, Kitabhane-i
Sudi, İstanbul, 1340.
[44] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Tefe’ül-name-i
Hüseynî, Kütüphane-i Sudi, İstanbul, s. 1339-1341.
[45] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Ramazanı Şerife Mahsus Takvimi
Hüseynî, Resimli Kitap Matbaası, İstanbul 1331.
[46] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Nuru ’l-Beyan, Kuran-ı Kerim
Tercümesi ve Tefsiri, Amidi Matbaası, İstanbul 1340-1342/1924.
[47] Özege, a.g.e., s. 1467-1468.
[48] Seyyid Süleyman el-Hüseynî, KenzülEsrarfi’l-Havâs-ı
ve ’l-Ezkar, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul
1344/1928.
[49] Kenz., c.II, s. 144; Kenz., c.I, s. 116.
[50] Sedat Veyis Örnek, Sivas ve Çevresinde
Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Batıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin
Etnolojik Tetkiki, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Yayınları, Ankara,
1966, s. 41.
[51] İmam Ahmed Bin Ali el-Bûnî, Şemsü’l Maârif,
Tercüme: Selâhattin Alpay, Sedef Yayınları, İstanbul,
1979, c.I,II.
[52] Fatma Büyükkarcı, Firevsi-i Tavil and His Davet-nâme, Harvard
Üniversitesi, Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü, Harvard Üniversitesi,
1995.
[53] Zeki Tez, Gizli İlimler Serüveni Büyüden Simyaya, Astrolojiden
Fala Kara Sanatlar, Hayykitap, İstanbul 2011, s. 23.
[54] İbn el-Hâcc el-Tilmisâni’l-Mağribî, Şıımûsıı
’l-Envâr ve Kunûzu ’l-Esrarü ’l-Kübra, Dârü’l-Ceyd, Beyrut
H. 737.
[55] Ebu Abdullah Muhyiddin Muhammed b. Ali İbnü’l
Arabi, Tefe’ülname, Ter: Hüseyin Nâfiz, Ankara
1914.
[56] Bedreddin Muhammed b. Abdillah eş-Şibli, Cinlerin
Esrarı, Ter: Muhammed Ferşad, Ferşat Yayınevi,
İstanbul 1974.
[57] İloğlu, Gizli İlimler.
[58] İsmet Zeki Eyuboğlu, Aşk Duaları, Cinler ve
Cinciler, Seçme Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1977.
[59] Bülent Kısa, Havâss ’ın Derinlikleri,
Açıklanamayan Yönleriyle İslâmî Büyü, Vefkler, Esmaül Hüsna, I.
Kitap, Hermes Yayınları, 2005,
[60] Mustafa Yiğit, Dualar ve Tılsımlar,
Demir Kitabevi, İstanbul 2001.
[61] Mustafa Ertuğrul, Dua Hâzinesi, İkinci
Kitap, Toker Matbaası, İstanbul 1972.
[62] Muhammed Gayur, “Ziyaretçinizi Biliniz”,
Türk Matbaası, İstanbul, 1928.
[63] Seyyid Muhammed Rıza, Usulü’l-Havâs,
Hayrat Matbaası, İstanbul, 1324.
[64] Avanzade Mehmed Süleyman, Ulûm-i Hafiyeden Ayna ile Keşf-i
İstikbal, Yıldıznâme, Keteon Matbaası, İstanbul 1330.
[65] Ahmed Musa el-Zerkavi’l-Feleki, Mefatühü
’l-Gâyb, Matbaatü’l-Hilâli, Mısır, 1325.
[66] İmam Gazzali, El-Afâk, Murada Giden Yol,
Dualar, Tılsımlar, Büyüler ve Çözümleri, Çev: H.Mustafa
Varlı, Esma Yayınları, İstanbul
1999.
[67] Abdulfettah es-Seyyid Tûhi, Zayircetü
’t-Tûhi’l-Feleki, el Mektebeti’s Sekafiyye, Beyrut ty.
[69] Seyyid Muhyiddin ibnu’l Arabi, el-Kibritü
’l-Ahmar ve Sırrü ’l-Efkar ve Darü ’l Cevher, y.y, Hicri 636.
[70] Manfred Ullmann, îslâm Kültür Tarihinde Maji, Çev: Yusuf
Özbek, İz Yayıncılık, İstanbul 1994, s. 271-367.
[71] Büyü Notları isimli Türkçe kitap bunlardan bir
tanesi olup sadece kitabın ismi bulunmakta, diğer bilgiler yer almamaktadır. El
yazıyla ve cep kitap boyunda hazırlanmış 109 sayfalık bir not kitabı/defteri
şeklindedir.
[72] Bülent Kısa, Havâss ’ın Derinlikleri,
Açıklanamayan Yönleriyle îslâmi Büyü, Vefkler, Esmaül Hüsna, II.
Kitap, y.y., t.y., s. 16.
[73] Ayşegül Önsöz-Metin Gürbüz Enginer, Elemterefiş, Anadolu’da Büyü
ve İnanışlar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s. 63-69.
[74] Tez, a.g.e., s. 42.
[75] Ullmann, a.g.e., s. 315-317.
[76] David Pingree, “Indian Planetary Images and the
Tradition of Astral Magic”, Journal of the Warburg
and CourtauldInstitutes, 1989, Vol. 52, s. 10-11.
[77] Kahane Henry, Picatrix an the Talismans,
Romance Philology, 19:4, 1966: May., pp. 574-593.
[78] Raymond Buckland, İşaretler, Semboller ve
Alametler (Maji ve Ruhsal Semboller Rehberi), Çev: Derya
Engin, Kozmik Kitaplar, İstanbul
2005, s. 156.
[79] Michael Laitman, Introduction to the Book of
Zohar, Vol: II, Kabbalah Publishers, Canada 2005.
[80] Tez, a.g.e., s. 52.
[81] Dan Burton, David Grandy, Büyü, Gizem ve Bilim, Batı
Uygarlığında Okült, Varlık Yay., Çev: Yasemin Tokatlı, İstanbul 2004, s.
68.
[82] Buckland, a.g.e., s. 160.
[83] Joseph C. Lisiewski, Cremonical
Magic&the Power of Evocation, Introduced by, Christopher S. Hyatt,
& Jason Black, New Falcon
Publications Las Vegas, USA, 2004, s. 28.
[84] Thomas Karlsson, Qabalah, Qliphoth and
Goetic Magic, Published by: Ajna, USA 2004, s. 162; Halil,
Gökhan, Günlük Hayatımızı, Dünyamızı Değiştiren, Etkileyen,
Belirleyen, Yön Veren Semboller, Dharma Yayınları, İstanbul, 2009, s. 434.
[85] The Key of Solomon, Translated from Ancient Manuscripts in
the British Museum, Emperor Norton Books, Cincinnati, Ohio 1999.
[86] Lisiewski, a.g.t., s. 28.
[87] Cavendish, R. A History of Magic,
Arkana, London, 1990, s. 56-57.
[88] Mitch Henson, Lemegeton, The Complete Lesser Key of Solomon,
Metatron Books, Somewhere Beyond the Tanarian Hills, 1999.E.V.
[89] Gökhan, a.g.e., s. 436.
[90] Aleister Crowley, The Book of the Goetia of
Solomon the King, Celephais Press, 2003.
[91] Burton-Grandy, a.g.e., s. 68.
[92] İdris Şah, Doğu Büyüsü, Çev: Osman
Yener, Gizem Yay., İstanbul 1996, 152, s. 28.
[93] Şah, a.g.e., s. 29.
* Hermes, Eski
Mısır’da tanrı Thoth ile, Yahudi dininde Hanok, Zerdüştlük’te Hûşeng,
Hıristiyanlıkta Enoch ile, Eski Roma’da Merkür’le özdeşleştirilmişter. Eski
Yunan’da da Hermes olmuş; büyücülerin, ruh çağıncılann, simyacıların ve
astrologların piri sayılmıştır. (Bilgi için Bkz: Tez, a.g.e.,s. 23.)
[94] Şah, a.g.e., s. 29.
[95] Robert Turner, Arbatel of Magick, London
1999; Lisiewski, a.g.e., s. 52.
[96] John M. Watkins, The SacredMagic of
Abramelin the Mage, Translated by S.L. Mac Gregor Mathers,
London 1999.
[97] Simon, Papal Magic, Occult Practices Within
the Catholic Church, Harper Collins, y.y, t.y.
[98] W. L. Hildburgh, “Notes on Sinhalese Magic,” The
Journal of the Royal Anthropological Institute of
GreatBritain andIreland, Vol. 38 (Jan. - Jun.,
1908), pp. 148-206, s. 149.
[99] Eliphas Levi, The History of Magic,
Translated by A.E. Waite, Rider&Company, London 1977.
[100] Tez, a.g.e., s. 22.
[101] Tez, a.g.e., s. 24.
[102] Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü,
Ankara 1998, s. 102.
[103] Mehmet Soysaldı, Kur ’an ’da Dua, Şule
Yayınları, İstanbul, 1999, s. 57-66.
[106] Lokman 31/32.
[108] Müslim, Zühd, 74.
[109] Müslim, Birr, 87.
[110] Nisa 4/148; İbn Ebi Şeybe, Dua, 68.
[111] İbn Ebi Şeybe, Dua, 37.
[114] Lisanü’l-Arab, c.14, 331.
[115] İlyas Çelebi, “Rukye”, DİA, s. 219.
*
Temime: Cahiliyye
Araplannın başlarına taktıkları ve afet ve belaları önlediklerine inandıkları
muska
ve takılara
denilmektedir.
*
Tivele: Kadının,
kocasının sevgisini celbetmek amacıyla kullandığı büyüsel bir objedir.
[116] Ullmann, a.g.e., s. 202.
[117] Müslim, Selam, 21, No: 2195; Buhari, Tıb, 35,2,
1427.
[118] Ullmann, a.g.e., s. 207.
[119] Veli Atmaca, Hadislerde Rukye, Hz. Peygamber ve Sahabenin
Uygulamaları Işığında Şifa Hadisleri, Rağbet Yay., İstanbul 2010, 53.
[120] Ekrem Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, Dinlerin Mahiyeti ve
Tezahür Şekilleri, Fakülte Kitabevi, Isparta 2011, s. 76.
[121] İmam Ebu Hamid Muhammed el-Gazzali, İhyau
Ulumiddin Tercümesi, Ter: Ahmed Serdaroğlu, Bedir
Yayınevi, İstanbul, s. 877-887; Süleyman Ateş, Açıklamalı
Büyük Dua Mecmuası, Kılıç Kitabevi Yayınları, Ankara 1973, s. 13-15;
Soysaldı, a.g.e., s. 30-33.
[122] Cemal Sofuoğlu, Açıklamalı Büyük Dua Kitabı,
T.D.V. Yayınları, Ankara 1997, s. 44-45.
[123] Sofuoğlu, a.g.e., s. 22-32.
[124] Soysaldı, a.g.e., s. 35.
[125] İlmihal I, İman ve İbadetler,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2004, s. 70-100.
[126] Zümer 39/3; Ra’d 13/4; Fatır 35/14.
[127] Fahreddin Râzi, et-Tefsirü ’l Kebîr
(Mefâtihü ’l Gayb), Darul Fikr, Beyrut, 1981, XXVII, s. 231.
[128] Diyanet İlmihali I, s. 126-130.
[129] J. Gordon Melton, Encyclopedia of
Occultism&Parapsychology, Gale Group, USA 2001, s. 956, v. 2.
[130] Devellioğlu, a.g.e., s.1333.
[131] Devellioğlu, a.g.e., s. 246.
[132] Cağfer Karadaş, “Büyü ve Din, İslâmî Nokta-i
Nazardan Bir Değerlendirme”, Usul-İslâm Araştırmaları, Sayı: 1,
Ocak-Haziran 2004, ss. 111-135, s. 116; Haydar Akın, OrtaçağAvrupası’nda
Cadılar ve Cadı Avı, Phonenix Yayınevi, Ankara 2011, s. 43.
[133] Lisanü’l-Arab, c.4, s. 348.
[134] Akın, a.g.e., s. 31.
[135] Cavendish, a.g.e., s. 11.
[136] Burton-Grandy, a.g.e., s. 50.
[137] Edwin M. Yamauchi, “Magic in the Biblical
World,” Tyndale Bulletin 34 (1983), pp.169-200, s. 174.
[138] W.B. Crow, Büyünün, Cadılığın ve Okkültizmin
Tarihi, Dharma, çev: Fulya Yavuz, İstanbul 2002, s.
12.
[139] Marcel Mauss, Sosyoloji ve Antropoloji,
Çev: Özcan Doğan, Doğu-Batı Yayınları, Ankara 2011, s. 67.
[140] Philip Babcock Gove, Webster’s Third New
International Dictionary, Merriam Company, USA 1961,
s. 1358.
[141] Eric J. Sharpe, Dinler Tarihinde 50 Anahtar
Kavram, Arasta Yay., Bursa 2000, s. 7.
[142] Sedat Veyis Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat,
Efsane, Gerçek Yay., İstanbul 1971, s. 135; Yusuf Çakar, Gizli İlimler,
Yedirenk, İstanbul 2005, s. 63.
[143] Çakar, a.g.e., s. 63.
[144] Cemal Anadol, Tarihten Günümüze Kadar Doğu ve Batı Kültürlerinde Halk
İnanışları Büyü, Sihir, Tılsım, Cin Çarpması, Devlet Yayın Dağıtım,
İstanbul t.y, s. 40.
[145] Karadaş, a.g.m., s. 127-129.
[146] Leslie Cornelius Cox, “The Artistic Use of the
Love Charm, in Greek and Latin Literature”, Submitted
to the Board of University Studies of the
Johns Hopkins University in Partial Fulfillment of the Requirements for the
Degree of Doctor of Philosophy, 1917, s. 46.
[147] Lester J. Mess, “Astrology and Judaism is Late
Antiquity”, PhD., Miami University, Oxford, Ohio
1990, s. 108.
[148] Mauss, a.g.e., s. 70-71.
[149] Shawna Dolansky Overton, “Now You See It, Now You Dont’t, Biblical
Perspectives on the Relationship Between Magic and Religion”, Ph.D.,
Overton, Shawna Dolansky, 2002, 22-38.
[150] Akın, a.g.e., s. 369.
[151] Joshua Trachtenbarg, Jewish Magic and Superstition (A Study in
Folk Religion), A Temple Book, Atheneum, New York, 1979, s. 25.
[152] Cavendish, a.g.e., s .7.
[153] Tez, a.g.e., s. 9.
[154] Burton-Grandy, a.g.e., s. 66.
[155] Timothy Joseph Collins, “Natural Illnes in
Babylonian Medical Incantations”, Volume One, Doctor of Philosophy,
Chicago, Illinois, June 1999, s. 1.
[156] Mircea Eliade, Babil Simyası ve
Kozmolojisi(Babil), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002, s. 74,75.
[157] Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik,
Astronomi ve Tıp, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1982, s. 130.
[158] Burton-Grandy, a.g.e., s. 66.
[159] A. S. Carrier, “Tiele on Babylonian-Assyrian Culture III, The Old
Testament Student”, The University of Chicago Press,
Vol. 8, No. 7 (May 1889), pp. 335-341, s. 268.
[160] Sayılı, a.g.e., s. 115.
[161] Akın, a.g.e., s. 66.
[162] Overton, a.g.t., s. 22-38.
[163] Esma Reyhan, “Eski Anadolu Kültüründe Büyü ve Büyücülük”, Akademik
Bakış, Cilt 2, Sayı 3, Kış 2008, ss. 227-242, s. 230.
[164] Buckland, a.g.e., s. 226.
[165] Ullmann, a.g.e., s. 54.
[166] Tez, a.g.e., s. 13.
[167] Akın, a.g.e., s. 361.
[168] Eugene Tavenner, Studies in Magic from Latin
Literatüre, Columbia University Press, 1916, s. 7.
[169] Tez, a.g.e., s. 14.
[170] Jean Bottero, Mezopotamya, Yazı, Akıl ve Tanrılar, Çev.
Mehmet Emin Özcan-Ayten Er, Ankara Dost Kitabevi Yayınları, 2003, s. 161.
[171] Akın, a.g.e., s. 66.
[172] Ullmann, a.g.e., s. 54.
[173] Karadaş, a.g.m., s. 112.
[174] Cavendish, a.g.e., s. 11.
[175] E.S. Drower, “White and Black Magic of the
Mandeans”, Taylor-Francis, Ltd., Folklore, Vol. 44, no.
4, (1933), pp. 368-378, s. 372.
[176] Ullmann, a.g.e., s. 54.
[177] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 124.
[178] Şah, a.g.e., s. 230; The Key of
Solomon, Translated from Ancient Manuscripts in the British Museum, Emperor
Norton Books, Cincinnati, Ohio 1999; M. Gaster, The Sword of Moses, An
Ancient Hebrew/Aramaic Book of Magic, 1896.
[179] Çakar, a.g.e., s. 47.
[180] Tesniye 17:10.
[181] Ullmann, a.g.e., s. 55.
[182] James A. Montgomery, Aramaic Incantation
Texts from Nippur, Published by the University Museum,
Philaderphia 1913, s. 106.
[183] Şah, a.g.e., s. 230.
[184] Kurt Seligmann, The History of Magic,
Pantheon Books, İstanbul 1970, s. 192.
[185] Sharpe, a.g.e., s. 10.
[186] Cavendish, a.g.e., s. 55.
[187]Cavendish, a.g.e., s.
65-66.
[188] Scott Noegel, vd., Prayer, Magic, and the Stars in the Ancient
and Late Antique World, The Pennsylvania State University Pressi University
Park, Pennsylvania, 2003, s. 210.
[189] Erik Hornung, EzoterikMısır, Kırmızı
Kedi Yayınları, Çev: Yunus Soner, İstanbul 2009, s. 46-47.
[190] Seligmann, a.g.e., s. 193.
[191] Bottero, a.g.e., s. 121-122.
[192] Bottero, a.g.e., s. 123.
[193] Ullmann, a.g.e., s. 106.
[194] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 18.
[195] Karadaş, a.g.m., s. 111.
[196] J. G. Frazer, Lectures on the Early History
of the Kingship, Macmillan and Co, Limited New york: The Macmillan Company,
London 1905, s. 50.
[197] Tez, a.g.e., s. 21.
[198] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 52-54.
[199] Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, s.
141; Çakar, a.g.e., s. 64; Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 52-54;
Anadol, a.g.e., s. 89.
[200] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 53-54.
[201] Çakar, a.g.e., s. 73-76; Önsöz-Enginer, a.g.e.,
s. 52-54; Anadol, a.g.e., s. 34.
[202] Montgomery, a.g.e., s. 83.
[203] H. Stanley Redgrove, Bygone Beliefs, Being a Series of
Excursions in the Byways of Thought, Paternoster Row, E.c.4, London, 1920,
s. 95-96.
[204] Reyhan, a.g.e., s. 230.
[205] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 53-54.
[206] Anadol, a.g.e., s. 37-38.
[207] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 52-54; Çakar, a.g.e.,
s. 73-76.
[208] Arthur Edward Waite, The Book of
CeremonialMagic, London, 1913, 14; Anadol, a.g.e., s. 37-38.
[209] Redgrove, a.g.e., s. 95-96.
[210] Çakar, a.g.e., s. 76; Önsöz-Enginer, a.g.e.,
s. 52-54.
[211] Çakar, a.g.e., s. 73-76; Önsöz-Enginer, a.g.e.,
s. 52-54.
[212] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 52-54.
[213] Alfred C. Haddon, Magic and Fetishism,
Archibald Constable, James Street Haymarket, London 1906,
s. 14-15; Önsöz-Enginer, a.g.e.,
s. 52-54.
[214] Çakar, a.g.e., s. 73-76.
[215] Çakar, a.g.e., s. 73-76; Haddon, a.g.e.,
s. 15.
[216] Haddon, a.g.e., s. 14-15; Önsöz-Enginer,
a.g.e., s. 73-76.
[217] Burton-Grandy, a.g.e., s. 71.
[218] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 26-30.
[219] Nurettin Şazi Kösemihal, “Büyü ve Din Probleminin Bugünkü Durumu”, Sosyoloji
Dergisi, Sayı: 7, İ.Ü.E.F. Yay., İstanbul 1952.
[220] Cavendish, a.g.e., s. 1.
[221] Hikmet Tanyu, “Büyü”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1992, c. 6, 502.
[222] Mauss, a.g.e., s. 68.
[223] Matthias Klinghardt, “Prayer Formularies for Public Recitation,
Their Use and Function in Ancient Religion”, Numen, Vol. 46, No. 1
(1999), pp. 1-52, s. 14.
[224] Tanyu, Büyü”, DİA, c.6, s. 502.
[225] Yamauchi, a.g.m., s. 176.
[226] Akın, a.g.e., s. 35.
[227] Stanley Jeyaraja Tambiah, Büyü, Bilim, Din
ve Akılcılığın Kapsamı, Dost Kitabevi, Ankara 2002, s.
37.
[228] Cavendish, a.g.e., s. 2.
[229] Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü,
Sanat, Efsane, s. 134.
[230] Malcolm Hamilton, The Sociology of Religion,
Routledge, New York 2001, s. 39-40.
[231] Mauss, a.g.e., s. 68.
[232] Hamilton, a.g.e., s. 39-40.
[233] Klinghardt, a.g.m., s.22.
[234] Kenz., c.I, s. 33.
[235] Klinghardt, a.g.m., s.14.
[236] Cox, a.g.t., s. 4.
[237] Devellioğlu, a.g.e., s.1005.
[238] Tez, a.g.e., s. 22.
[239] Burton-Grandy, a.g.e., s. 123.
[240] Seligmann, a.g.e., s. 366.
[241] Titus Burckhardt, Astroloji ve Simya,
çev: Mehmet Temelli, Verka Yay., İstanbul 1999, s. 217, 218.
[242] Sharpe, a.g.e., s. 3.
[243] Enn Kasak-Raul Veede, “Understanding Planets in
Ancient Mesopotamia”, Electronic Journal of Folklore, Vol. 16, Tartu
2001, pp. 7-33, s. 9.
[244] L. Van der Waerden, “Babylonian Astronomy II. The Thirty-Six Stars”,
Journal of Near Eastern Studies, Vol. 8, No. 1 (1949), pp. 6-26, s. 11.
[245] Burckhardt, a.g.e., s. 217, 218.
[246] Reginald Campbell Thompson, The Reports of
the Magicians and Astrologers of Nineveh And Babylon
in the British Museum, Luzac and co. Vol.
II., London, 1900, s. XIX.
[247] Seligmann, a.g.e., s. 369.
[248] Thompson, The Reports of the Magicians and
Astrologers of Nineveh, s. XV.
[249] Seligmann, a.g.e., s, 369.
[250] Burton-Grandy, a.g.e., s. 126.
[251] Tez, a.g.e., s. 21.
[252] Sharpe, a.g.e., s. 5.
[253] Burton-Grandy, a.g.e., s. 111.
[254] Michel Gauquelin, The Scientific Basis of Astology Myth or
Reality, Stein and Day, New York, 1975,
s. 112, 113; İbrahim Sarıçam-Seyfettin Erşahin, İslâm
Medeniyeti Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2008, s. 163.
[255] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 33.
[256] Cavendish, a.g.e., s. 66.
[257] Cavendish, a.g.e., s. 67.
[258] Giovanni Scognamillo, Astroloji ve Yıldız
Bilimi, Karizma Yayınları, İstanbul 1999, s. 40-41.
[259] Türk Astrolojisi (Culduzlama), Sofi Tram-Semen, Kesit tanıtım
ltd. şti., 24 Eylül - 21 Aralık, Ankara 2004, 54.
[260] Eliade, Babil, s. 22.
[261] Eliade, Babil, s. 40-41.
[262] Burton-Grandy, a.g.e., s. 124.
[263] Jr. Morris Jastrow, “Aspects of Religious Belief and Practice in
Babylonia and Assyria”, Ph.D., New York and London 1911, 208.
[264] Eliade, Babil, s. 40-41.
[265] Sharpe, a.g.e., s. 5.
[266] Gauquelin, a.g.e., s. 117; SolomomicMagic,
20.
[267] Cavendish, a.g.e., s. 66.
[268] Manly P. Hall, The Secret Teachings of all
Ages an Encyclopedic Outline of Masonic, Hermetic, Qabbalistic and Rosicrucian
Symbolical Philosophy Being an Interpretation of the Secret Teachings Concealed
Within the Rituals, Allegories, andMysteries of all Ages, San Francisco,
1928, s.56.
[269] Sharpe, a.g.e., s. 4.
[270] Carrier, a.g.e., s. 269.
[271] Hall, The Secret Teachings of all Ages,
H.S. Crocker Company, San Francisco, 1928, s. 53.
[272] Carrier, a.g.e., s. 269.
[273] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 33.
[274] Kasak-Veede, a.g.m., 7; Thompson, The
Reports of the Magicians andAstrologers of Nineveh, s. XIV.
[275] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s.
25-26.
[276] Richard Cavendish, The Black Arts, Pan
Books, London 1967, s. 210.
[277] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 33.
[278] Gauquelin, a.g.e., s. 109.
[279] Cecil H. Brown, “Naming the Days of the Week: A
Cross-Language Study of Lexical Acculturation”,
CurrentAnthropology, Vol. 30, No. 4 (Aug. - Oct.,
1989), pp. 536-550, s. 536.
[280] Jastrow, a.g.t., s. 217-231.
[281] Kasak-Veede, a.g.m., s. 25.
[282] Mike Dixon-Kennedy, Encyclopedia of
Greco-Roman Mythology, USA 1998, s. 275.
[283] Cavendish, The Black Arts, s. 211.
[284] Avanzade Mehmed Süleyman, Ulum-i Hafyeden Yıldızname, A.
Asaduryan ve Mahdumları Şirket-i Mürettibiye Matbaası, İstanbul 1330, s. 41,42.
[285] John Michael Greer, Circles of Power Ritual Magic in the Western
Tradition, Llewellyn Publications,
St.Paul, Minnesota, USA 1997, s. 122; Daniel
J. Driscoll, The Sworn Book of Honourius the Magician, Heptangle Books,
New Jersey, 1983, s. 69; Süleyman, a.g.e., s. 19,20.
[286] Greer, a.g.e., s. 122.
[287] Süleyman, a.g.e., s. 19,20.
[288] Colin D. Campbell, The Magic Seal of John Dee, The Sigillium
Dei Aemeth, The Teitan Press, 2009, s. 2.
[289] Driscoll, a.g.e., s. 69.
[290] Aryeh Kaplan, Sefer Yetzirah, The Book of
Creation, Samuel Weiser, York Beach Maine, t.y., 180.
[291] Kenz., c.I, s. 45.
[292] Kenz., c.I, s. 76.
[293] Kenz., c.II, s. 52-53.
[294] Kenz. c.I, s. 144.
[295] Jastrow, a.g.t., s. 217-231.
[296] Kasak-Veede, a.g.m., s. 20.
[297] Jastrow, a.g.t., s. 217-231.
[298] Kasak-Veede, a.g.m., s. 18-19.
[299] Jastrow, a.g.t., s. 218.
[300] Greer, a.g.e., s. 122.
[301] Arthur Cotterell, Encyclopedia of Mythology-
Norse, Classical, Celtic, Hermes House, China 2006, s.
181-182.
[302] Mess, a.g.t., s. 86-90.
[303] Gerhard Fink, Antik Mitolojide Kim Kimdir?,
Çev: Ümit Öztürk, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1995, s.
161; Annemarie Schimmel, Dinler Tarihi, Kırkambar
Kitaplığı, İstanbul, 2007, s. 72-75.
[304] Cotterell, a.g.e., s. 181-182.
[305] Fink, a.g.e., s. 161; Schimmel, a.g.e.,
s. 72, 75.
[306] Mess, a.g.t., s. 86-90.
[307] Mess, a.g.t., s. 6-12.
[308] Fink, a.g.e., s. 204-205; Schimmel, a.g.e.,
s. 72, 75.
[309] L.W. de Laurence, The Great Book of Magical
Art, Hindu Magic and Fast Indian Occultism, The Book of Secret Hindu,
Ceremonial, and Talismanic Magic, The de Laurence Company, Chicago, ILL.
USA, 1914, s. 565.
[310] Dixon-Kennedy, a.g.e., s. 198.
[311] Kasak-Veede, a.g.m., s. 27.
[312] G. Kasten Tallmadge, “On the Influence of the
Stars on Human Birth”, Bulletin of the History of Medicine, 13 (1943),
pp. 251- 267, s. 260.
[313] Kasak-Veede, a.g.m., s. 11.
[314] Mess, a.g.t., s. 86-90.
[315] Richd. A. Proctor, The Jewish and Astrology, D. Appleton and
Company, New York, 1876, s. 310311.
[316] Mike Dixon-Kennedy, a.g.e., s. 282;
Mess, a.g.t., s. 86-90.
[317] Jastrow, a.g.t., s. 217-231.
[318] Akın, a.g.e., s. 368; Mess, a.g.t.,
s. 86-90.
[319] Mike Dixon-Kennedy, a.g.e., s. 318-319.
[320] Schimmel, a.g.e., s. 50.
[321] Jastrow, a.g.t., s. 217-231; Mess, a.g.t.,
s. 6-12.
[322] Kasak-Veede, a.g.m., s. 24; Mess, a.g.t.,
s. 86-90; Cotterell, a.g.e., s. 205.
[323] Mess, a.g.t., s. 6-12; Fink, a.g.e.,
s. 214.
[324] Kasak-Veede, a.g.m., s. 25.
[325] Kasak-Veede, a.g.m., s. 11.
[326] Kasak-Veede, a.g.m., s. 17.
[327] Mess, a.g.t., s. 86-90.
[328] Necmeddin Ersoy, Semboller ve Yorumlarla
Görünenden Görünmeyene, İstanbul 1990, s. 59-64.
[329] Ersoy, a.g.e., s. 59-64.
[330] Süleyman, a.g.e., s. 41,42.
[331] Campbell, a.g.e., s. 2.
[332] S. Liddell MacGregor Mathers, The Greater
Key of Solomon, Emperor Norton Books, Ohio, 1999, s.
13-14.
[333] Greer, a.g.e., s. 122; Campbell, a.g.e.,
s. 2.
[334] Jonathan Cainer, Carl Rider, Modern
Büyücülük El Kitabı, Çev: Giovanni Scognamillo, Gizem Dizisi,
Say Yay., İstanbul 1996, s. 34.
[335] Kenz., c.I, s. 51; Kenz., c.I, s. 83.
[336] Kenz., c.I, s. 21. ; Kenz., c.I, s. 56. ;
Kenz., c.I, s. 113.
[337] Kenz., c.I, s. 21. Kenz., c.I, s. 58.
[338] Kenz., c.III, s. 26., Kenz., c.I, s. 57.
[339] Kenz., c.IV, s. 22.; Kenz., c.IV, s. 26.
[340] Kenz., c.I, s. 21.
[341] Kenz., c.I, s. 98.
[342] Kenz. c.I, s. 172.
[343] Kenz. c.II, s. 29.
[344] Kenz., c.IV, s. 36.
[345] Kazım Çeçen, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Doruğu 16. Yüzyıl Teknolojisi, Omaş ofset A.Ş. İstanbul
1999.
[346] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 51.
[347] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 56-59.
[348] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 60-61.
[349] Kenz., c.I, s. 180.
[350] Kenz., c.I, s. 187; İmam Ahmed bin Ali el-Bûni,
Şemsü’l-Maârif, Ter: Selahattin Alpay, Sedef Yay., İstanbul 1979, s.
280-281; E. Sibly, The New and Complete Illustration of the Celestial
Science of Astrology, Printed for, and Sold by ST. Paul’s London, 1826, s.
173.
[351] Proctor, a.g.e., s. 305-307; Redgrove, a.g.e.,
s. 63; Mathers, a.g.e., s. 13; Kaplan, Sefer Yetzirah, s.
168,169; Pat Zalewski, Golden Dawn Enochian Magic,
Llewellyn Publications, St. Paul, Minnesota, U.S.A, t.y., s. 10-16; Johann
Scheible, "The Sixth and Seventh Books of Moses”, 1880, s. 118.
[352] Kenz., c.IV, s. 191.
[353] Kenz., c.IV, s. 192.
[354] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 79.
[355] Ali Erbaş, Melekler Alemi (İlahi Dinlerde
Melek İnancı), Nun Yayıncılık, İstanbul 1998, s. 60-61.
[356] Montgomery, a.g.e., s. 56.
[357] E. S. Drower, The Mandaeans of Iraq and
Iran, Their Cults, Customs, Magic Legends, and Folklore,
Oxford: at the Claredon Press, London 1937, s. 74-76.
[358] Lisiewski, a.g.e., s. 139-140.
[359] Redgrove, a.g.e., s. 63.
[360] Proctor, a.g.e., s. 86-90.
[361] Mess, a.g.t., s. 87..
[362] Scheible, a.g.e., s. 118.
[363] Abidin Zeynel Tambağ, Cin, Sihir, Büyü,
Alioğlu Yay., İstanbul 2004, s. 37.
[364] Ayhan Yalçın, Numeroloji, Rakamlar Ne
Diyor?, Geçit Kitabevi, İstanbul 2000, s. 24.
[365] Annemarie Schimmel, Sayıların Esrarı, Ter:
Mehmed Temelli, Verka Yayınları, İstanbul 1997, s. 16.
[366] Frank J., Swetz, Legacy of the Luoshu, A
K Peters Limited, Kanada, 2008, s. 79.
[367] Swetz, a.g.e., s. 80.
[368] Yalçın, a.g.e., s. 24.
[369] Crow, a.g.e., s. 348.
[370] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 83.
[371] Scheible, a.g.e., s. 118.
[372] Bayram Ali Çetinkaya, Sayıların Gizemi ve
Tasavvufun Dinamikleri, İhvan-ı Safa Modeli, İnsan Yay.,
İstanbul 2008, s. 54.
[373] Marina Costelloe, The Complete Guide to
Crystal Astrology, Findhorn Press, UK 2007, s. 21-24.
[374] Greer, a.g.e., s. 103.
[375] Eyüboğlu, a.g.e., s. 304.
[376] Yalçın, a.g.e., s. 26.
[377] Zikir (Allah’a anma), teşbih (Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih
etmek) gibi anlamlara gelmektedir. (Bilgi için Bkz: Diyanet İlmihali I, s. 31.)
[378] Kenz., c.I, s. 200.
[379] Tez, a.g.e., s. 203-204.
[380] Burton-Grandy, a.g.e., s. 83.
[381] Tez, a.g.e., s. 123.
[382] Cammann Schuyler, “Islamic and Indian Magic Squares, Part I”,
History of Religions, 8:3 (1969:Feb) p.181-209, s. 190.
[383] Şinasi Gündüz, “Din ve İnanç Sözlüğü”, s. 105; Mercanlıgil, a.g.e.,
s. 23; Uzun, “Ebced”, DİA, c.10, s. 68.
[384] Yalçın, a.g.e., s. 164-165.
[385] Mercanlıgil, a.g.e., s. 23.
[386] Uzun, “Ebced”, DİA, c.10, s. 68.
[387] İsmail Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih
Düşürme, Ötüken Yayınları, İstanbul 2003, s. 27.
[388] Uzun, “Ebced”, DİA, c. 10, s. 68.
[389] Mercanlıgil, a.g.e., s. 17.
[390] Mercanlıgil, a.g.e., s. 18-19.
[391] Kenz., c.I, s. 80.
[392] Kenz., c.III, s. 213-214.; Kısa, Havâss’ın
Derinlikleri, II. Kitap, s. 22-23.
[393] Uzun, “Ebced”, DİA, c.10, s. 68.
[394] İnan, a.g.e., s. 58.
[395] Campbell, a.g.e., s. 132.
[396] Seligmann, a.g.e., s. 347.
[397] Cahid Baltacı, İslâm Medeniyetinde Yazının
Gelişmesi, Diyanet Dergisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, c. 19,
Sayı 4, 1983, s. 36.
[398] Mercanlıgil, a.g.e., s. 20.
[399] Mustafa Sarıca, Eliften Alfa ’ya Yazının Yolculuğu,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Kuran
ve Dil, Dilbilim ve Hermenötik Sempozyumu, 2001, s.
246-253.
[400] Uzun, “Ebced”, DİA, c.10, s. 69.
[401] Kathleen Martin, The Book of Symbols Refections on Archetypal
Images, Taschen, London, 2010, s. 708.
[402] Kenz., c.IV, s. 214-215.
[403] Kenz., c.I, s. 18.
[404] Kenz., c.IV, s. 180.
[405] Kenz., c.I, s. 22.
[406] Ersoy, a.g.e., s. 518.
[407] Eliade, Babil, s. 63.
[408] Tavenner, a.g.e., s. 96-98.
[409] Kenz., c.II, s. 53.
[410] Ersoy, a.g.e., s. 437.
[411] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 40.
[412] Ernst Zbinden, İslâm’da ve Eski Ortadoğuda Cin ve Ruh İnançları
(İslâm), Ter: Ekrem Sarıkçıoğlu, Yeni Ufuklar Neşriyat, Samsun 1994, s.
126.
[413] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 40.
[414] Drajen Mickaharic, Practice of Magic,
Samuel Weiser, ınc., York Beach Maine, USA 1995, s.125.
[415] Cainer-Rider, a.g.e., s. 295.
[416] Cox, a.g.t., s. 49-50.
[417] Peter Kingsley, Antik Felsefe Gizem ve Büyü,
Kabalcı, İstanbul 2002, s. 219-220.
[418] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 36.
[419] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 201.
[420] İdris Çelebi, Usülül Bast fı Sirril Evfak
vel Havâs, ( y.y.), 2004, s. 498.
[421] Zbinden, a.g.e., s. 73.
[422] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s.
95-96.
[423] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 111.
[424] Tez, a.g.e., s. 42.
[425] Burton-Grandy, a.g.e., s. 100-101.
[426] Seligmann, a.g.e., s. 31.
[427] Ahmet Ünal, The Hittite Rituel of Hantitassu
from the City of Hurma Against Troublesome Years, Türk Tarih Kurumu, Ankara
1996, s. 47.
[428] Eliade, Babil, s. 38.
[429] Zbinden, a.g.e., s. 126.
[430] Eliade, Babil, s. 62.
[431] Jay Kinney, TheInner West, Jeremy P.
Tarcher/Penguin, New York, 128; Redgrove, a.g.e., s. 63.
[432] Redgrove, a.g.e., s. 59.
[433] Eliade, Babil, s. 38.
[434] Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü,
Sanat, Efsane, s. 148.
[435] Soner Gündüzöz, “Kuran'da Renklerin Büyülü Gücü, Semiotik bir
İnceleme”, EKEVAkademi Dergisi, Yıl:7, Sayı:16, Yaz 2003, ss. 43-85, s.
75.
[436] Sarıkçıoğlu, Din Fenomenolojisi, s. 62.
[437] Manly P. Hall, Tüm Çağların Gizli
Öğretileri, Ter: Murat Sağlam, Mitra Yayınları, İstanbul 2008, s.
248.
[438] Hall, Tüm Çağların Gizli Öğretileri, s.
249.
[439] Ersoy, a.g.e., s. 440-444.
[440] İsmail Taş, İslâm öncesi, Türk Düşüncesinde Kozmogoni Kozmoloji,
Kömen Yay., Konya 2002, s. 162.
[441] Kenz., c.IV, s. 46; Kenz., c.II, s. 98.
[442] Kenz., c.I, s. 44; Kenz., c.II, s. 59.
[443] Kenz., c.II, s. 206.
[444] Süleyman, a.g.e., s. 27.
[445] Tallmadge, a.g.e., s. 251, 260.
[446] Lisanü’l-Arab, c.4, s. 382.
[447] Devellioğlu, a.g.e., s. 1143.
[448] Meydan Lasousse, “Vefk”, Büyük Lugat
Ansiklopedisi, İstanbul 1960-1973, c. 12, s. 553.
[449] Anadol, a.g.e., s. 93.
[450] Swetz, a.g.e., s. 84.
[451] J. Ruska, “Vefk”, İA, MEB Basımevi, İstanbul
1986, c.13, s. 256.
[452] Buckland, a.g.e. s. 62.
[453] Edgar Walter Francis IV, Islamic Symbols and
Sufi Rituals for Protection and Healing, Religion and Magic in tne Writings of
Ahmad ibn al-Buni (d.622/1225), Doktor of Philosophy in Islamic Studies, USA
2005, s. 130; Schuyler, a.g.e., s. 190.
[454] Schuyler, a.g.e., s. 189-190.
[455] Ruska, “Vefk” İA, c. 13, s. 256-25T.
[456] Schuyler, a.g.e., s. 20T-208.
[457] Ruska, “Vefk” İA, c.13, s. 258.
[458] Greer, a.g.e., s. 104-106.
[459] Ertuğrul, a.g.e., s. 49.
[460] Helmut Werner, Ezoterik Sözlük, Çev: Bülent Atatanır, Murat
Batmankaya, Derya Demirbaş, Uğur Önver, Omega Yayınları, İstanbul, 2005, s. 26.
[461] Francis IV, a.g.e., s. 130.
[462] Ruska, “Vefk”, İA, c.13, s. 258.
[463] Schuyler, a.g.e., s. 207-208.
[464] Anadol, a.g.e., s. 95.
[465] Weil, “Ebced”, İA, c.4, 3; Anadol, a.g.e.,
s. 95.
[466] Çakar, a.g.e., s. 252.
[467] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 113-126.
[468] Kenz., c.I, s. 156; Kenz., c.I, s. 52.
[469] Eyüboğlu, a.g.e., s. 263.
[470] İloğlu, a.g.e., c. V, s. 172.
[471] İloğlu, a.g.e., c. V, s. 167; Kısa, Havâss’ın
Derinlikleri, I. Kitap, s. 208-214.
[472] Kenz., c.II, s. 176.
[473] Zalewski, a.g.e., s. 10-16; Kısa,
Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap, s. 34.
[474] Kenz., c.II, s. 202.
[475] Kenz., c.IV, s. 31.
[476] Kenz., c.I, s. 67.
[477] Kenz. c.II, s. 37.
[478] Kenz., c.II, s. 170; Kenz., c.II, s. 214.
[479] Kenz., c.IV, s. 147; Kenz. c.II, s. 34.
[480] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 174-178.
[481] Kenz., c.II, s. 213; Kenz., c.IV, s. 145.
[482] Kenz., c.I, s. 32.
[483] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 134.
[484] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 228.
* Vefkte,
yukarıdan aşağıya doğru olan hanelerdir.
*
Vefkte, soldan sağa doğru
olan hanelerdir.
*
Vefkte, karşılıklı köşeleri
birleştiren hanelere denilmiştir.
[485] Kenz., c.I, s. 145; Kenz., c.I, s. 158.
[486] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 151-153.
[487] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 154-164.
[488] Kenz., c.IV, s. 115; Kısa, Havâss’ın
Derinlikleri, I. Kitap,s. 96.
[489] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap, s. 96; Kenz. c.I, s.
174.
* Nutketme: Sayısal değerlerin ebced
hesabında karşılık gelen harflere dönüştürülmesi işlemidir.
[490] Kenz. c.I, s. 126; Kısa, Havâss’ın
Derinlikleri, I. Kitap, s. 98.
[491] Kenz, c.I, s.30; Kısa, Havâss’ın
Derinlikleri, I. Kitap, s. 108.
[492] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 118.
[493] Kenz., c.II, s. 145.
[494] Kenz., c.IV, s. 99.
[495] Şemsü’l-Maârif, c.I, s. 280; Schuyler, a.g.e.,
s. 190.
[496] Ruska “Vefk”, İA, c. 13, s. 256-257.
[497] Devellioğlu, a.g.e., s. 1143.
[498] Paul Foster Case, Esoteric Secrets of Meditation and Magic,
Volume 2: The Early Writings, y.y, tarih yok, s. 115-24.
[499] Greer, a.g.e., s. 104-106; Ertuğrul, a.g.e., 40-49;
Christopher I. Lehrich, The Language of Demons and Angels,
CorneliusAgrippa’s OccultPhilosophy, Leiden-Boston, 2003, s. 102-109.
[500] İloğlu, a.g.e., c.III, s. 13; Kısa,
Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap, s. 207; Lewis de Claremont, The Ancient’s
Book of Magic, an Historical Record of the Secret Procedures and Practices of
the Ancient Masters andAdepts, by Oracle Publishing Co., ınc., New York
1936, s. 126-138.
[501] H. Henry Spoer, “Arabic Magic Medicinal Bowls”,
Journal of the American Oriental Society, Vol. 55, No. 3 (Sep., 1935),
pp. 237-256, s. 247-248; Aryeh Kaplan, Meditation and Kabbalah, Samuel
Weiser, York Beach, Maine, 1982, s. 162,163.
[502] Greer, a.g.e., s. 104-106; Ertuğrul, a.g.e.,
40-49; Lehrich, a.g.e., s. 102-109.
[503] Spoer, a.g.m., s. 247-248.
[504] İloğlu, a.g.e., c.III, s. 13;
Devellioğlu, a.g.e., s. 1143.
[505] Ruska, “Vefk”, İA, c.13, s. 258. 40-49; Lehrich, a.g.e., s.
102-109.
SATOR AREPO TENET OPERA
[506] Ünlü Sator karesi 7 c 7 7
şeklindedir. Bu kare bir palindrome (testten de aynı okunabilen bir
kelimedir.) Bilgi için Bkz. Yamauchi, a.g.m., s.
199.
[507] Ruska, “Vefk”, İA, c.13, s. 258; Greer, a.g.e.,
s. 104-106; Ertuğrul, a.g.e., 40-49; Lehrich, a.g.e., s.
102-109.
[508] Greer, a.g.e., s. 104-106; Ertuğrul, a.g.e.,
40-49; Lehrich, a.g.e., s. 102-109.
[509] Schuyler, a.g.e., s. 207-208.
[510] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 218.
[511] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 218.
[512] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 135.
[513] Anadol, a.g.e., s. 92.
[514] Şirin Yılmaz Özkarslı, “Türk Kültüründe Tılsımlı Objeler”,
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi,
Ankara 2000, s. 13; Kenz., c.IV, s. 32.
[515] Kenz., c.I, s. 163; Kenz., c.I, s. 131; Kısa, Havâss’ın
Derinlikleri, I. Kitap, s. 321.
[516] The Key of Solomon, s. 60-79.
[517] Simon, a.g.e., s. 111-120.
[518] Claremont, a.g.e., s. 110-113.
[519] Şah, a.g.e., s. 152.
[520] Kenz., c.IV, s. 126.
[521] Kenz. c.II, s. 21.
[522] Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar,
Hazırlayan: Cemal Kurnaz, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992, s.
151,152.
[523] Şah, a.g.e., s. 22.
[524] Kenz., c.IV, s. 16.
[525] Örnek, Sivas, s. 47.
[526] Seligmann, a.g.e., s. 193.
[527] Kenz., c.III, s. 28; Kenz., c.II, s. 171.
[528] Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü,
Sanat, Efsane, s. 147.
[529] Zbinden, a.g.e., s. 126.
[530] Zbinden, a.g.e., s. 73.
[531] Bottero, a.g.e., s. 150-151.
[532] Haddon, a.g.e., s. 22-23.
[533] Haddon, a.g.e., s. 24.
[534] Zbinden, a.g.e., s. 16.
[535] Zbinden, a.g.e., s. 151.
[536] Anadol, a.g.e., s. 30.
[537] Kenz., c.IV, s. 59.
[538] Kenz., c.II, s. 185.
[539] Kenz., c.II, s. 23.
[540] Kenz., c.III, s. 78.
[541] Kenz., c.I, s. 43; Kenz., c.IV, s. 21.
[542] Buckland, a.g.e. s. 62.
[543] Kısa, Havâss’ın Derinlikleri, I. Kitap,
s. 42.
[544] Werner, a.g.e., s. 429.
[545] Seligmann, a.g.e., s., 28-30.
[546] Seligmann, a.g.e., s. 25.
[547] Buckland, a.g.e., s. 61-62.
[548] Bülent Kısa, Kbılantor Zkiruklam,
İstanbul, t.y., s. 31.
[549] Kısa, Kbılantor Zkiruklam, s. 36.
[550] Kısa, Kbılantor Zkiruklam, s. 37.
[551] Buckland, a.g.e., s. 62.
[552] Önsöz-Enginer, a.g.e., s. 204.
[553] Richard Kieckhefer, Ortaçağda Büyü, Çev:
Zarife Biliz, Alkım Yay., İstanbul 2003, s. 123.
[554] Örnek, Sivas, s. 47.
[555] Abigail Susan Limmer, “The Social Functions and
Ritual Signifıcance of Jewelry in the Iron Age II
Southern Levant”, PhD, The
University of Arizona, USA, 2007, s. 34.
[556] Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü,
Sanat, Efsane, s. 149-150.
[557] İnan, a.g.e., s. 43.
[558] Mercanlıgil, a.g.e., s. 30.
[559] Ullmann, a.g.e., s. 53.
[560] Montgomery, a.g.e., s. 87.
[561] Burton-Grandy, a.g.e., s. 37.
[562] Justus Doalittle, Social Life of the Chinese,
New York 1865, V. II, s. 340.
[563] Şah, a.g.e., s. 236.
[564] Kenz., c.IV, s. 56.
[565] Kenz., c.IV, s. 14.
[566] Kenz. c.I, s. 68.
[567] Kenz., c.IV, s. 39.
[568] Kenz. c.I, s. 127.
[569] Kenz. c.I, s. 45; Kenz. c.I, s. 115.
[570] Kenz., c.IV, s. 144.
[571] Kenz. c.II, s. 37.
[572] Bottero, a.g.e., s. 125
[573] Kenz. c.I, s. 136-137.
[574] Kenz., c.IV, s. 885.
[575] Kenz., c.IV, s. 52.
[576] Kenz., c.II, s. 212.
[577] Kenz., c.II, s. 209.
[578] Kenz., c.IV, s. 102.
[579] Kenz., c.IV, s. 65; Kenz., c.II, s. 188; Kenz.,
c.II, s. 176; Kenz., c.IV, s. 52.
[580] Kenz., c.IV, s. 52.
[581] Kenz. c.II, s. 34.
[582] Kenz., c.IV, s. 94..
[583] Kenz. c.II, s. 34.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar