Niall Ferguson / İmparatorluk -Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi
Kendisini özgür sayan bir
halk nasıl oldu da dünyanın büyük bir bölümünü boyunduruğu altına alma
noktasına vardı? Özgür insanlardan oluşan bir imparatorluk, kölelerden oluşan
bir imparatorluğa nasıl dönüştü? Gücünün doruğunda olduğu 1918'de dünya
nüfusunun ve yüzölçümünün dörtte birini kapsayan Britanya İmparatorluğu'nun
muazzam zenginliğinin baskı ve sömürüye dayandığı herkes tarafından bilinen bir
gerçek. Bugün dünyada işgücü, sermaye ve mal dağılımının önündeki başlıca
engeller; bir yandan Sahra altı Afrika'da ve Asya'nın bazı kesimlerinde birçok
ülkeyi yıllarca yoksulluğa mahkûm etmiş olan iç savaşlar ve hukuk tanımaz,
yozlaşmış hükûmetlerle birlikte, ABD ve müttefiklerinin serbest ticareti
öğütlemeleri, uygulamada veya geniş kaynaklarının cüzi bir kısmından fazlasını
ekonomik yardım programlarına ayırmada isteksiz oluşlarından kaynaklanmaktadır.
Bugün ABD'nin uyguladığı dünyayı dizayn etmeye yönelik projelerinin köklerinde
devraldıkları Britanya İmparatorluğu mirasının izlerini görebilmekteyiz.
İmparatorluğun Temelleri: Korsanlık
Papa'nın 1493'te Amerika
ticaretini İspanya'ya, Asya ticaretini de Portekiz'e bırakan fermanı
yayımlamasından sonra diğer Avrupa ülkeleri de yıllardan beri altın ve gümüş
ile o dönemin geçerli ticareti olan şeker, baharat ve köle ticaretinin
hayallerini kurmaya başladılar.
İngilizlerin öteden beri
hayalini kurdukları imparatorluklarını hayata geçirebilmeleri için dünyanın
zenginliklerine olan istekleri her geçen gün daha da artıyordu. Reform
hareketinden sonra imparatorluğun temellerini oluşturacak, Katolik İspanya ve
Portekizlilere karşı dinî bir vecibe olarak Protestanlığı hayata geçirmeye
karar verdiler. İmparatorluğun emperyal egemenliğini nerede kuracaklardı? Bu
soruya cevap aramak için 1480'lerden başlayarak İspanya ve Portekiz
hâkimiyetinde olmayan yakın ve uzak birçok kıyı bölgesine çıkarma yaptılar.
Buralardan istedikleri sonuçları alamayan Britanyalılar kestirme bir yoldan
hedeflerine ulaşmak için yeni bir yol tuttular: Korsanlık. Henry Morgan adlı
Galli, İspanyollara ait Gran Grenada'ya baskın düzenleyerek 17. yüzyıldaki en
büyük korsanlık faaliyetlerinden birini gerçekleştirerek korsanlığın önünü
açıyordu.
Britanyalılar, İspanya ve
Portekizlilere karşı yürütülen uzun süreli kapkaç ve korsanlıktan elde edilen
sermayeyle Afrika'nın verimli bölgelerinden emlak satın aldılar. Refah
seviyesinin yükselmeye başlamasıyla birlikte şeker, çay, kahve, tütün,
uyuşturucu, alkol vb. bağımlılık yapan ürünlerin yanında kadınların da
kullanılarak giyim kuşamın ve özel mekânların özendirilip reklamlarının
yapılarak tüketim kültürü de yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Tüketim arttıkça
ticaret yaygınlaşıyor, ticaret yaygınlaşınca da toplumun gelir düzeyi
yükseliyordu. Bu durum Britanya yöneticileri ve tüccarlarını yeni yerler ve
yeni ürünler keşfetmeye yöneltiyordu.
1700'lü yıllarda
Britanya'nın yirmi katı nüfusa sahip olan Hindistan, aynı zamanda Britanya'nın
toplam dünya üretimindeki yüzde 3 olan payına karşılık yüzde 24'lük paya sahip
bulunmaktaydı. Yapılan ticaretin büyümesiyle birlikte yavaş yavaş Hindistan'a
yerleşen Britanyalılar buralarda kendilerine özgü yerleşim birimleri de
oluşturmaya başladılar. Doğu Hint Kumpanyası'nı kurarak Hindistan'da ticaretle
birlikte hem ekonomik hem de siyasal alanda etkin olmaya başlayan
Britanyalılar, buraları yerel halklara karşı varlıklarını koruyacak Avrupa
silahlarıyla donatarak güvenlik birimleri oluşturdular. Emperyal emellerine
ulaşmak için Hindistan'daki zenginliklere sahip olmak arzusu, Britanyalıların
bölgede fitne tohumlarını ekerek karışıklıklardan faydalanmalarını sağladı.
Doğu Hint Kumpanyası'nın Hindistan'da varlığını sürdürebilmesi için uzun süre
devam eden şiddetli siyasi ve askerî çarpışmalardan sonra 1800'lere
gelindiğinde Hindistan yavaş yavaş Britanya egemenliğine giriyordu. Kumpanya
artık isminin çok ötesinde bir kurum olarak faaliyetlerini sürdürüyordu. Genel
Vali'de Hintli yöneticilerin yerini alarak fiilen bölgenin imparatoru oluyordu.
Britanyalılar geçmişte İspanyol ve Portekizlileri soymuş, Avrupalı birçok
rakibini bertaraf etmiş, Hindistan'ı yağmalamış; şimdi de emperyal emellerini
dünyanın diğer bölgelerinde sürdürmek isteyen üstün bir güç hâline gelmişti.
Beyaz Adam Göçü
1600'lerden başlayarak üç
yüz yıl boyunca 20 milyonu aşkın insan Britanya adalarından ayrılarak yeni bir
hayat kurmak için okyanuslar aşarak dünyanın farklı bölgelerine gittiler.
Bunlardan çok azı hariç diğerleri geri dönmedi. Bu göçler dünya haritasının
büyük bir bölümünü beyaza boyadı. Altın ve gümüş arayışı olarak başlayan bu
göçlerin tarımsal boyut kazanmasıyla birlikte, tarımsal ürünlerin ve evcil
hayvanların da okyanuslar ötesine taşınmasını beraberinde getirdi. Bu yer değiştirmeler
sonucunda bulaşıcı hastalıkların taşınmasıyla azalan iş gücüne ihtiyaç duyulur
hâle gelindi. İş gücünü karşılamak için de yine kıtalar arasında insan ticareti
için gemiler gidip gelmeye başladı. Özgürlük ve ucuz toprak vaadiyle Yeni
Dünya'da yerli halkın nüfusu hızla azalırken, yabancı nüfus hızla artmaya
başladı. 1600'lerden başlayarak iki yüz yıl içinde üç buçuk milyon Afrikalı
İngiliz gemileriyle Yeni Dünya'ya taşındı.
Britanyalıları Asya'ya
çeken ticaret, Amerika'ya çeken ise toprak olmuştu. Hindistan'a ticaretle
yerleşip iktidarı ele geçiren emperyal Britanyalı güçler, Yeni Dünya'da aynı
başarıyı gösteremeyeceklerdir. Avrupa ve Afrika'dan Yeni Dünya'ya İngiliz
gemileriyle taşınan insanlar, kendilerini yönetmeye çalışan Beyaz Adam'a karşı
şiddetli çarpışmalar sonucunda kendi yönetimlerini kurmayı başardılar. 18.
yüzyılın sonlarına doğru Yeni Dünya'daki etkinliğini yavaş yavaş kaybeden
Britanyalılar kendilerine yeni araziler bulmak için okyanusları aşmak zorunda
kaldılar. Bu da okyanuslar ötesine gemilerle yeni insan göçünü ve insan
ticaretini beraberinde getirdi.
Diyet Ödeme Dönemi:
Özgürleştirme
Dünyanın büyük bir
bölümüne ulaşmış, okyanuslardaki ticareti büyük oranda ele geçirmiş ve elde
etmiş olduğu zenginliklerle kendi refah seviyesini yükseltmiş bulunan
Britanyalılar artık dünyayı sadece hükümranlıkları altına almayı değil, aynı
zamanda doğru yola da getirmeyi hayal ediyorlardı. Artık sömürmek yeterli
değildi, amaç onları ilerletmekti de. Yerli halklar sömürülmekten kurtulacak;
yalnız batıl, geri, putperest kültürleri de ortadan kaldırılacaktı. Bu özlemle
yeni hedeflerden birisi Kara Kıta idi. Yeni amaçlar doğrultusunda sömürgeciliği
geri plana itip, öncelikle Hıristiyan karaktere sahip, çalışkanlığa ve
tutumluluğa yönelik Kuzey Avrupa yaşam tarzı olan "uygarlık"ı
Afrika'ya bir an önce ulaştırmaktı. Britanyalıları daha yakın zamana kadar
emperyal amaçlarla sömürme ve köleleştirme rolünden onları dünyanın önde gelen
"özgürlük"çüsü ve "iyilik meleği" yapan yeni yeni
keşfetmeye başladıkları dinî uyanıştı.
Bu amaçla kölelik yavaş
yavaş isim değiştirerek iş gücü ismini aldı ve milyonlarca insan yeni isimle
tekrar okyanuslar ötesine taşınmaya başladı. Britanya mallarını, sermayesini ve
insanlarını ihraç ettikten sonra yeni yeni kurulan misyoner derneklerle
birlikte Britanya'da yetiştirilmiş misyonerler, şimdi de Britanya kültürünü
geri ve batıl inançlı bölgelere ihraç etmenin peşine düştü. Projenin anlamı
basitti: Misyoner merkezleri, Afrikalıları Hıristiyanlaştırırken aynı zamanda
uygarlaştıracak, yani hem dinlerini hem de kültürlerini değiştirecekti.
Bu proje süreç içerisinde
Afrika'da amacına ulaşacaktı. Yalnız Hindistan gibi kadim din ve kültüre sahip
topluluklar karşısında kolay başarılabilecek bir şey gibi görünmüyordu.
Buralarda çok daha fazla uğraş gerekecekti. Sırf ticaret yapıp kâr elde etmek
için değil, uzun süre karanlığa, kötülüğe ve sefalete gömülmüş olan Hindistan
ve bölge sakinlerine "Hakikat"in aydınlık etkilerini getirmeye
geldiklerinde de "uygarlık" çatışması yaşanacaktı. Hindistan'a "hakikat"
ve "uygarlık" getirmek isteyen Britanyalıların projeleri tutmamış;
sonuçta kendilerini barbarlaşmaya sevk etmişti. İsyanların çıkmasının ve bu
isyanların bastırılamamasının sebepleri arasında, Hıristiyanlaştırmanın
yeterince hızlı yapılamaması ve gerekli tepkilerin verilmemesi yatıyordu.
Hindistan'da tökezleyen
Britanyalılar, 1800'lü yılların sonlarına yaklaşıldığında Afrika'da 360 farklı
dernek ve daha başka kuruluşlarca temsil edilen 12 binden fazla misyonerle
faaliyet gösterir hâle geldi. İncil'in gücüyle kaba güce de inanan
Britanyalıların Afrika'da hedefledikleri yeni şey kıtayı istedikleri şekilde
bölmekti. Bunu da yeni fetihlerle başaracaklardı.
Üstünlük Düşüncesinin Sonucu: Irkçılık
18. yüzyılın sonlarından
itibaren yeni teknolojilerin bir öncüsü olarak rakipleriyle arasındaki farkı
açan Britanyalılar güç dengesini dönüştürmek için buhar ve demir gücünün
kullanıldığı Sanayi Devrimi'nin ön saflarında yer alıyordu. Artık varlıklarını
sürdürdükleri bölgelere ve okyanuslar ötesine ulaşmak için süre kısalmış,
gemilerin tonajları artırılarak çok daha fazla yük taşınır hâle gelmiştir.
Ellerinde tuttukları yerleri bırakmamak ve buralarda iktidarlarını
sürdürebilmeleri için Sanayi Devrimi'nin teknolojik nimetlerini bu yerlere
götürmeleri gerekiyordu. Dünyayı küçülten ve denetimi kolaylaştıran telgraf
kablo hattı, buharlı gemi güzergâhı ve demiryolu ağını eş zamanlı olarak bu
yerlere götürdüler. Götürülen bu hizmetler yeni pazar ekonomisini, yeni iş
gücünü ve zenginleşmeyi de beraberinde getirdi. Oluşturulan bu şebeke ekonomik
olduğu kadar stratejikti de.
Londra'dan gönderilen
idareciler bulundukları bölgelerde yerli elitlerle iş görmek zorundaydılar.
Bundan başka alternatifleri de yoktu. Yalnız bu durumu da bir türlü içlerine
sindiremiyorlardı. Sahadaki insanlar yerlileri gerektiğinde zorlayabilir, ama
asla içlerine almazlardı. Bu davranış, onları aşağı konumda tutmayı tercih
etmelerine sebep oldu. Şimdi Britanya etkisi altındaki bölgeler bu emperyal
ikilemle karşı karşıyaydı. Bu yeni ikilem sonucunda Hindistan'da karşılaşılan
sorun bu defa Afrika'da baş göstermeye başladı: İsyan. İngiltere yönetmeye
çalıştığı halkları sosyal bakımdan geliştirmeye, siyasal bakımdan eğitmeye,
maddi refah, eğitim ve ahlak bakımından daha ileriye götürmeye çalışırken, kendisini
boyun eğdirenlere nefret besleyen ezilmiş durumdaki ırklar üzerinde istikrarsız
bir iktidarı sürdürmeyi de amaçlamaktaydı.
Britanyalılar bulundukları
bölgelerde Anglikanlaşmış elit yönetici sınıfları bir taraftan uzaklaştırmaya
çalışırken, diğer taraftan yavaş yavaş kendi suretlerinde yetiştirdikleri
canavara benzeyen yerli işbirlikçileri bunların yerlerine yerleştirmeye
başladılar. Bu manevra yerli halklar tarafından kendilerine duyulmaya başlayan
kinin ve nefretin bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Milliyetçiliği ateşleyen
şey ise çoğunluğun yoksulluğu değil, ayrıcalıklı azınlığa yönelik tepkinin bir
sonucuydu.
Bu bakımdan yeni yüzyıla
girilirken İngiliz emperyal gücünün temel unsuru olarak dünyanın başka
yerlerinde imparatorluğun ayakta kalması, yeni yüzyılın güçlüklerine ayak
uydurması için yeni hedeflerle genişlemesi gerektiğine inanan insanların
oluşturduğu yeni bir emperyalistler kuşağı yetiştirmekti. Bu yüzden yeni
pazarlara sızmalı, yeni sömürgeler edinmeli ve gerektiğinde yeni savaşlara
girmeliydi.
Aşk, Gurur ve Heyecan
20. yüzyıla girilirken
emperyalizmin gurur duyabileceği bir tablo vardı ortada. Britanya İmparatorluğu
dünyanın hem polisi hem de bankeri olarak benzeri olmayan coğrafi bir genişliğe
ulaşmıştı. Ekonomik üstünlük olarak da rakiplerinin ulaşamayacağı bir seviyedeydi.
"Biz dünyadaki en iyi
ırkız ve dünyanın ne kadar geniş bir kesiminde barınırsak, bu insan soyu için o
ölçüde iyi olur." düşüncesiyle hâlen kontrolündeki toprakları bırakmamak
ve kaybetmiş olduğu toprakları da tekrar kazanmak için harekete geçti. Devreye
Almanya gibi yeni aktörler çıksa da İngilizler Hindistan'da gerçekleştirmiş
oldukları –geleneksel yönetimleri yıkarak kukla hâline getirilmiş yöneticilerle
İngiliz varlığını sürdürme– siyasal değişiklikleri Mısır'dan başlayarak bütün
Afrika kıtasında ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kaybetmiş olduğu diğer bölgelerde
uygulama yoluna giriştiler. Kabile şefleri kandırıldı, kabileler yurtlarından
edildi, miraslar bir parmak damgasıyla ya da çarpı işaretiyle insanların
elinden alındı ve her türlü direniş teknolojiyle yok edilmeye çalışılarak
Afrika toplumları birbiri ardına boyunduruk altına alındı.
Mısır'da Urabi Paşa,
Sudan'da Mehdi, Afrika'nın içlerinde Matabeleler, en güneyinde Boerler ve diğer
direniş gruplarıyla plan akamete uğrar gibi olsa da sonuçta on bine varan
Afrika kabile krallığı, 36'sı doğrudan Avrupa denetimi altında olan 40 devlete
bölündü. Çok kötü bir biçimde yeniden çizilen Afrika Kapışması'nda aslan payı
Britanya'ya düşmüştü.
Britanyalılar gayriresmî
imparatorluklarını yalnızca yatırım yaparak genişletmediler. Ticari pazarlıklar
da dünya ekonomisinin geniş kesimlerini serbest ticareti benimsemeye yöneltti.
Emperyalizmin rağbet görebilmesi için sırf para kazandırması şart değildi.
Birçok insan için heyecan verici olması yeterliydi. Bu amaca yönelik
"harika Britanya malları" birbiri ardına piyasada yerlerini aldı.
Devasa fuar alanları oluşturularak ve bu fuar alanlarında fantezi gösteriler
sunularak toplumların heyecanları artırılmaya çalışıldı. Afrika ormanlarında av
ve silah turizmi ticareti geliştirilerek zengin Avrupalılara heyecan verici
yeni alanlar açıldı. Geniş kitlelerin rahatlıkla yapabileceği bir spor
olmasından dolayı futbol, spor ihracının başını çekti. Kurallarını kendilerinin
belirlediği, dünyanın birçok bölgesine yapılan turlarla futbol ve kriket
sporlarıyla takım ruhu ön plana çıkartılarak galibiyet sevinçleriyle heyecan
yaygınlaştırılmaya çalışıldı.
İngilizler Tanrı'nın
dünyaya hükmetme hakkını bahşettiği efendi ırk olduklarına göre, bunun
mantıksal sonucu da mücadele ettikleri insanların doğuştan aşağı konumda
olmalarıydı. Gittikçe böyle konularda nihai otorite saydıkları Anglosaksonları
en üste, geri kalanları da en alta yerleştiriyorlardı. Emperyalist gurur
yaşanıp bitmiş, yerini de yavaş yavaş korkuya bırakmaya başlamıştı. İmparatorluğun
gençlik ve orta yaşlılık dönemlerini geride bırakarak yaşlanmaya başladığı bu
dönemde yaklaşmakta olan ve akıbetini belirleyecek son bir kapışma daha vardı:
Avrupa kapışması.
Sona Doğru
İngiliz İmparatorluğu'nun
gelmiş olduğu nokta başta Avrupa devletleri olmak üzere, Rusya ve Pasifik
ötesinde ABD'yi ve okyanuslar ötesinde Japonya'yı de pastaya ortak olmaya itti.
Bu yeni emperyal durum Rusları Orta Asya'ya hâkim olup sıcak denizlere inmeye
zorluyordu. Almanlar öteden beri Rusya ve Fransa'yı yenip topraklarını her iki
yöne doğru da genişletmek istiyordu. Bu da yavaş yavaş Avrupa merkezli bir
dünya savaşının başlangıcı demekti. Herkes kendi plan ve hedeflerine göre
ittifaklar kurarak savaşa girildi. Taraflardan Almanlar İngiliz emperyalizmine
karşı İslam topraklarında bir "İslami cihadı" desteklemeyi
amaçlayarak Osmanlı Hilafeti'ni de yanına alarak savaşı lehine çevirmeye
çalıştı. İngiliz yönetimindeki diğer taraf ise "Araplar son esmer
sömürgemiz değil, ilk esmer dominyonumuz olmalıdır." düşüncesiyle Arap
kabilelerini Mekke Şerifi Hüseyin önderliğinde Osmanlı yönetimine karşı
ayaklanmaya kışkırtarak savaşı galip bitirmeyi başardı.
Akıtılan onca kan, yakılıp
yıkılan şehirler, talan edilen ülkeler ve harcanan paralar sonucunda
"Ganimetler galiplerindir." mantığıyla yapılan antlaşmalarla bu durum
"ahlaki bir örtü"yle kapatıldı. İngilizlerin verdiği sözlere rağmen
Osmanlı'dan geriye kalan Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da birçok ülke
"manda" haline getirildi ya da doğrudan Britanya nüfuzuna girdi. Britanya
İmparatorluğu'nun en geniş nüfuza sahip olduğu Dünya Savaşı sonunda, savaş ve
savaş sonrası nüfuz alanındaki harcamalarla ekonomi sendelemeye başladı.
Ekonomiyle boğuşmalar ve ekonomik krizlerle geçen çalkantılı dönemin ardından
İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğine gelindi. Bu dönemde "Tek Kral, Tek Bayrak,
Tek Donanma, Tek İmparatorluk" parolasıyla Nazi Almanyasının başında
Hitler de yavaş yavaş yeni bir dünya savaşına hazırlanıyordu. Savaşın büyük bir
bölümünde üstün olan Almanya yine savaşın sonuna yaklaşırken, Birinci Dünya
Savaşı'nın aksine bu dünya savaşına aktif olarak katılan Amerika'nın da
yardımıyla bu dünya savaşından da mağlup olarak ayrılıyordu. Japonların Pearl
Harbor'da Amerikalılara saldırmasından sonra Churchill'in "Hepimiz artık
aynı gemideyiz" sözü durumu özetler mahiyetteydi. Savaştan mağlup ayrılan
bir başka ülke ise Japonya idi.
İkinci Dünya Savaşı'ndan
sonra tamamen iflas etmiş olan Britanya İmparatorluğu'nun nüfuz alanındaki
yönetimler alacaklarına karşılık Amerika'ya bırakılıyordu. Artık yeni patron
Amerika idi. Yeni patron yeni bir taktikle sahnedeki yerini alıyordu.
Emperyalizm çağının sona erdiğini bildiren yeni patron, yeni planını da ortaya
koyuyordu: Sömürgecilik yerine görmek istediğimiz şey, bütün Avrupa
devletlerinin sömürgeleri için bağımsızlığa geçiş zemini hazırlayacak geçici
"vesayet" yönetimlerine dayalı yeni bir sistem kurmak.
Sonuç
İmparatorluğun sona erişi
halklarını sömürge yönetiminin boyunduruğundan kurtarmak üzere Dublin'den
Delhi'ye oradan da Afrika kıtasının en güneyine kadar uzanan bölge açısından
bir zafer olarak görülmeli mutlaka. Bunun yanında imparatorluğu sona erdiren en
büyük amil Britanya İmparatorluğu'nu tehdit eden diğer imparatorluklardı
kuşkusuz. Britanya İmparatorluğu sömürmüş olduğu ülkelerde başta İncil'e
inanmaya zorlanmış topluluklarla, dünya nüfusunun her yedi kişisinden birinin
İngilizce konuştuğu, düşünsel, siyasal ve kültürel olumlu olumsuz birçok miras
bırakarak tarih sahnesindeki rolünü halefine devrediyordu. Halef de bu mirası
koruyup devam ettirebilmek için benzer yöntemlerle bu erki devam ettirmeye
çalışıyor.
Her insanın ve her
milletin tarihi olduğu gibi her insanın ve milletin de bir tarih anlayışı
vardır. Bu minval üzere Niall Ferguson'un tarihî perspektifinden ve tarih
algısından son üç yüz yıllık dönemde Britanya İmparatorluğu etrafından dönen
olaylara bakma açısından önemli bilgiler içeriyor kitap. Ayrıca hem geçmişi,
hem yakın tarihimizi, hem de son zamanlarda Kuzey Afrika ile birlikte Orta
Doğu'da yaşanan ayaklanmaları anlamamıza yardımcı olabilecek ipuçları veriyor
bizlere.
Niall Ferguson
/ İmparatorluk/Britanya'nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi
(Çeviren: Nurettin Elhüseyni, YKY, İstanbul,
Mart 2011)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar