Print Friendly and PDF

Resmine Aşık Olunmaz mı...Vâmık u Azrâ

Bunlarada Bakarsınız

 


Vâmık u Azrâ çift kahramanlı bir aşk hikâyesi olup Lami’î tarafından, Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine yazılmış büyük bir mesnevidir.

Özet:

 “Çin'de, gece gündüz yemesi ve içmesiyle ün yapmış çok zengin Taymus adında bir hükümdar vardır. Adaletinden herkes memnundur; fakat mutluluğunu gölgeleyen bir derdi vardır. Birkaç kere evlendiği halde bir çocuğu olmaz. Nihayet derdini dâniş erbâbına açıklar. Onlar da yeniden evlenmesini salık vererek evleneceği kızın tarifini yaparlar.

Bu ülkenin Beşîr adlı çok meşhur bir ressamı vardır. Horasan, Iran ve Turan illerini dolaşarak peri yüzlülerin resmini yapar ve bu resimleri zaman zaman seyredip üzüntüsünü giderir. Taymus hanın üzüntüsünü gidermek için de kendisine bunları sunar. Taymus Han, dâniş erbâbının öne sürdükleri şartları, Turan Hanı’nın kızının resminde görür. Çeşitli hediyeler hazırlayarak bir mektupla Turan hanından kızını ister.

Turan hakanının kızı, büyük bir çeyizle gelir. Çin hakanı Taymus Han'la muhteşem bir düğünden sonra, Zühal ile güneşin "kırân"ında evlenirler. Bu evlenmeden Taymus Han'ın, güzelliği dillere destan olan bir oğlu Vâmık dünyaya gelir. Vâmık, cihanın sırrına vâkıf, iş bilen, nükte sahibi bir feylesoftan ilim öğrenir. Ok atmayı, ata binmeyi tâlim ederek "safları yaran" hızlı bir süvari olur. Bilgi ve kültürde de üstündür: Yazdığı şiirler elden ele dolaşır.

Gazneyn ülkesinde, adaletiyle yeryüzünü bayındır hale getirmiş, fikriyle cihanı süslemiş, cömertlikte eşi bulunmayan bir şâh vardır. Bu şâhın güneş gibi parlak, yıldız kadar vefalı, gözleri ceylân, saçları misk, parlaklığı gül, boyu servi gibi olan Azrâ adında bir kızı vardır.

Azrâ bir gün kendisi gibi güzel olan arkadaşlarıyla köşkünde sohbet ederken Vâmık'ın güzelliğinin ününü işitir. Ona âşık olur. Rengi sararır, ağlamaktan gözünden yaş yerine kan gelir. Dâye ’si bu halinin sebebini sorunca Azrâ ona utanarak sırrını açar ve yardım ister. Ona bu yardımı vaat eder Dâye, Azrâ'ya sabretmesini, her derdin bir çaresinin bulunduğunu söyler ve ülkedeki ressamların en meşhurunu bularak Azrâ'nın "ipekler" üzerine resmini çizdirir. Bu resim kervanlar vasıtasıyla dünyanın dört bir tarafına gönderilir. Azrâ'nın resmini görenler hayran olurlar.

Bir gün Vâmık, güzel yüzünün aksini su yüzünde görüp gurura kapılır. Bu kendini beğenmişlik içinde, ava çıkıp dolaşırken derya kenarında bir tüccar grubuna rastlar. Onlarla sohbet eder. ipek parçası üzerinde Azrâ'nın resmini görüp kendinden geçer. Aşkının tesirini azaltmak için avlanır. Av dönüşü, Kişmir'e, Huten'e, oradan da Yemen'e gideceklerini söyleyen gemicilerle karşılaşır. Vâmık, çadır kurdurup onlara ziyafetler verir. Büyük ihsanlarda bulunarak uğurlar ve sarâyına döner. Azrâ’nın resminin bulunduğu ipek parçalarını açar, resmi görür görmez kendinden geçer. Yemeyi içmeyi unutur. Gamı, kederi, üzüntüyü dost edinip gece gündüz şiirler söyleyerek “mihnet-nâmeler” yazar.

Çin Hakanı Taymus, sevgili oğlunun aşka kapıldığını görünce ona öğütlerde bulunur. Vâmık babasının öğütlerini dinler; ama bunlara uyamayacağını, sevgilisini bulmak için çıkmasına izin verilmezse ya kılıcıyla bağrını parçalayacağını veya zehir içip kendini öldüreceğini söyler. Onun üzerine Çin hakanı, beylerini toplar ve onlara danışır. Nihayet Vâmık’ın yolculuğa çıkmasına karar verilir. Taymus, ordusundan bin askeri, altına ve gümüşe gark ederek oğlunun yanına katar. Ayrıca, Taymus’un vezirinin oğlu ve Vâmık'la aynı zamanda doğan, Vâmık'ın yakın arkadaşı

Behmen de birlikte gönderilir. Çin denizi sahiline doğru yola çıkan kafile, geceyi bir dağ eteğinde geçirip sabahleyin cehennem gibi bir vadiden geçerek çöle çıkar. Çölde bir damla su bulamazlar. Hepsi ölmek üzereyken Vâmık'ın Allah'a yalvarışı kabul olunur. Uzaktan bir ağaç görünür. Yanına varınca, bal gibi suyu olan bir çeşmeyle karşılaşırlar. Şükredip toprağa yüzlerini sürerek dinlenmeye çekilirler; lâkin Vâmık, derdi ile baş başa kalır.

Bu çeşme başı, Lâhicân adlı bir peri şâhının makamıdır. Peri şâhı, makamının insanlarla dolduğunu görünce hayret eder. Biraz ilerleyince, bitkin bir halde gazel okuyan Vâmık'ı görür. Okuduğu gazelden aşk elinde esir olduğu anlaşılan Vâmık'ın derdiyle dertlenir. insan görünümüne girip Vâmık'ın önünde eğilir. Ona ihsanlarda bulunup hizmetinde olduğunu söyleyerek sarâyına davet eder.

Lâhicân, sarâyında Vâmık'ın şerefine ziyafetler verir; fakat ikisi de çok üzgündürler. Ziyafet anında kendilerini kaybedip akılları başlarına gelince birbirine kendilerini tanıtırlar. Lâhicân da çeşme başında su içinde gördüğü Kaf Dağı'nın pâdişâhının kızı Ferî'ye âşıktır. Onun için bu çeşme başından ayrılamamaktadır. Birkaç defa savaştığı halde, sevgilisinin babası Kaf sultanını razı edemez. Vâmık da başından geçenleri anlatırken Kaf Dağı sultanının kızı Feri, emrindeki perilerle ziyafet meclisini basar. Lâhicân, Vâmık'a bunun Feri olduğunu bildirerek Elburz'a asker toplamaya gider; fakat Vâmık askerleriyle Feri'yi bozguna uğratır. Feri bozguna uğrayan askerlerini toplayıp Kaf’a dönerken, yenilmiş olarak dönmenin ayıp olacağını düşünüp tekrar saldırır. Vâmık'ın ordusu gaflette iken Vâmık'ı kaçırmak ister. Vâmık, aşk ıstırabını dile getiren gazel söylemektedir. Bu inleyişi duyan Feri, düşmanlığını unutup sevgi ve şefkatle insan şekline girip barış ister. Elburz'dan dönen Lâhicân, Vâmık'ın yanında sevgilisi Feri'yi görünce şaşırır ve Vâmık iki sevgiliyi barıştırır. Yeniden ziyafetler düzenlenir. Vâmık gene üzgündür. Lâhicân'dan Vâmık'ın hikâyesini öğrenen Feri, ona yardım etmek için kanat açıp sevgilisiyle birlikte Azrâ'yı aramağa çıkarlar.

Vâmık ile arkadaşı Behmen, yolculuklarına devam ederler. Güçlükler içinde süren bu yolculuk esnasında bol avı bulunan bir ovaya ulaşırlar. Vâmık burada avlanmak ister; fakat avlağın sahibi, kan dökücü bir zâlim olan Erdeşîr'dir. Erdeşîr, Vâmık'ın avlanmasına kızıp üzerine saldırır. Müthiş bir savaş olur. Vâmık'ın askerlerinden birçoğu şehit düşer. Sonunda Vâmık, Erdeşîr'i yakalayıp bağlar. Erdeşîr, kurtulmak için bir hile düşünerek Vâmık'a yalvarır; affını diler, onu kasrına davet eder. Vâmık, yaralıdır. Erdeşîr, Pir adlı tabibe, Vâmık'ın yaralarını iyileştirmek için merhem süreceği yerde zehir koydurur. Zehir etkisini gösterir, Vâmık kendinden geçer. Behmen, hileyi anlayıp, Erdeşîr’i yakalayarak bağlar. Erdeşîr'in kızı Dilpezir, babasını Behmen'in elinden kurtarmak için çeşitli hediye­lerle gelir ve babasının bağışlanmasını diler. Vâmık'ı iyileştirmek için de tekrar Pîr'i buldurur. Pîr'in Vâmık'ı iyileştirmek için istediği ilâcı bulmağa Dilpezir'le Behmen, Dilküşâ Kalesi'ne giderler. Kaleyi fethedip istenilen ilâcı Pîr'e ulaştırınca o da Vâmık'ın yarasını temizleyip sağlığına kavuşmasını sağlar.

Bu arada Belh sultanı Tûr, Erdeşîr'in yardımına gelir. Dilpezîr'den Vâmık ile Behmen'i ister. Dilpezîr bu isteğe karşı koyunca Kale halkı ve Behmen, Tûr'la savaşırlar. Behmen esir düşer. Bunun üzerine Dilpezîr, Vâmık'ı Pîr'in yardımıyla Nahşivan kalesinden kaçırarak Dilküşâ Kalesi'ne götürür. Vâmık'ı, yorgun düşen Pîr'e teslim edip Tûr'a karşı savaş hazırlığına başlar.

Azrâ'yı aramağa çıkan Lâhicân ile Feri, Dilküşâ Kalesi'nde Vâmık'ı hasta görünce onu alıp Kaf Dağı'na götürürler. Pîr, uyandığında Vâmık'ı bulamaz. Dilpezîr, bunun bir peri işi olduğunu, daha önce Behmen'in anlattıklarından hatırlar ve Pîr ile birlikte Vâmık'ı aramağa çıkarlar.

Diğer taraftan Azrâ; Vâmık'ın aşkıyla sararıp solmaktadır. Devamlı Dâye ’sini sıkıştırıp yardımım istemektedir. Dâye, Azrâ'yı hamama götürmek bahanesiyle Gazne sultanından izin alır. Hamamdan çıkınca hava almak üzere gözlerden uzaklaşırlar. On gün süren yorucu bir yolculuktan sonra bir şehre ulaşırlar. Azrâ, gördüğü bir yaşlı kadından yardım ister. Pîrezen onlara konukseverlik gösterir. Geceyi orada geçiren Azrâ, derdinin baskısıyla sabaha kadar Allah'a yalvarır. Vâmık'ı aramağa çıkan Dilpezîr ile Pîr de Pîrezen'in evine gelirler. Başlarından geçenleri birbirlerine anlatırlar. Dilpezîr, Vâmık'ın aşkından, Perî ve Lâhicân'dan, Tûr ile Erdeşîr'in hücumundan da haberler verir. Hep beraber Elburz'a gitmeyi kararlaştırırlar.

Azrâ, Dilpezîr, Dâye ve Pîr; Umman deryasına ulaşınca harekete hazır bir gemi görürler. Kendilerinin tüccar olduğunu; fakat Çin eşkıyalarının mallarını çaldığını söyleyip gemicilerin kendilerine yardımlarını sağlarlar. Gemi ile denize açılan Azrâ, Dilpezîr bitkin bir durumdadırlar. Dâye ve Pîr ise onlara yardım edememenin çaresizliği içindedirler. Gemidekiler onların bu halini, eşkıyaların mallarını alıp götürmelerine bağlarlar.

Lâhicân'la Feri tarafından Kaf Dağı'na götürülen Vâmık, özenli bir bakımdan sonra iyileşir; fakat Azrâ'nın aşkını hatırladıkça yıldız gibi gözyaşları saçmakta, Dilpezîr'le Behmen'i hatırladıkça gönlü, cânı ateşte yanmaktadır.

Lâhicân, Vâmık'a yardım için, onun sevgilisini ve dostlarını aramağa devam eder. Bu aramaların birinde, kanat açıp giden bir gemiye rastlar. Geminin içinde Azrâ ve Dilpezîr iniltilerine devam etmektedirler.

Lâhicân, gemiyi çeşit çeşit kuşların ve meyvelerin bulunduğu gül bahçesine benzer bir adaya çeker. Gemidekiler, böyle bir yerde konaklamaktan çok memnundurlar. Lâhicân onlarla sohbet ederek Azrâ ile Dilpezîr'in üzüntülerinin sebebini sorduğunda onlar da bildikleri kadarıyla, üzüntü sebebinin kaybettikleri mallar olduğunu söylerler.

Lâhicân gerçeği Azrâ ile Dilpezir'den öğrenir. Onlara Vâmık'ın iyi haberini anlatınca Azrâ bu defa sevincinden kendini kaybeder. Lâhicân onları sarâyına götürür, çeşit çeşit yemekler hazırlatıp ziyafetler verir, çalgılar çalınır, şiirler söylenerek aşktan duyulan ıstırap dile getirilir. Bilâhare Lâhicân, Azrâ, Dilpezîr, Dâye ve Pîr'i, Vâmık'ın bulunduğu Kaf Dağı'na uçurur. Vâmık Azrâ'yı gökte karşılar. Azrâ'yı özel bir sûrette döşenmiş bir sarâya kondururlar. Feri gelip Azrâ'yı kucaklar. Her taraf sevinçle dolar. Ancak Dilpezîr çok üzgündür. Pîr bu üzüntüyü iki şarkı ile dile getirir. Bunun üzerine Vâmık ile Azrâ, Behmen'siz eğlenmenin mümkün olamayacağını söyleyerek Lâhicân’dan kendilerini Tûr’un yanma götürmesini isterler.

Lâhicân onları "Nerrelere" bindirerek Tûr'un bulunduğu Belh şehrine getirir. Şiddetli bir savaştan sonra Tûr yenilir ve kaçarak Firenk Anton'a sığınır. Vâmık Behmen'i zindandan çıkarıp ziyafetler düzenler. Bu esnada Tûr ile Anton'un saldırısına uğrarlar. Tekrar yenilen Anton ve Tûr hileye başvurup meydanda kuyular kızdırarak üzerlerini kapatırlar. Ertesi gün Vâmık, hücum esnasında bu kuyulardan birisine düşer. Behmen, Azrâ, Pîr, Dilpezîr ve Dâye de bu savaşta bitkin düşmüşlerdir.

Azrâ'nın resimlerinden biri de Tus ülkesinin şehriyarı Mîzbân'ın eline geçer. Mîzbân da resminden Azrâ'ya âşık olur. Onu her yerde aratır; fakat kaybolduğuna dair aldığı haberler üzerine ordusuyla birlikte aramağa çıkar. işte bu sırada Azrâ, Dilpezîr, Behmen, Dâye ve Pîr grubu da Vâmık'ın esir düşmesiyle perişan bir halde Cenab-ı Hakk'a yalvarmaktadırlar. Duaları kabul olmuş ve Mîzbân yardıma gelmiştir. Mîzban'ın ordusu karşısında Tûr ile Anton yenilerek çareyi Vâmık'ı yanlarına alıp Anton'un adalarından birine kaçmakta bulurlar.

Mîzbân savaştan sonra Azrâ'yı görüp kendini kaybeder. Azrâ'ya olan sevgisini dile getirir. Azrâ da perişandır; çünkü Vâmık'a âşıktır. Bunu Mîzbân'a anlatınca Mîzbân, Azrâ'yı kardeşi kabul ettiğini ve Vâmık'ı kurtarmak için elinden geleni yapacağına dair söz verir. Vedalaşıp ayrılırlar.

Tûr ile Anton ise yanlarında Vâmık olduğu halde, adaya gitmek için bir gemiye binerler. Gemi fırtınaya tutularak yön değiştirir. Hind gemileriyle karşılaşınca aralarında savaş olur. Tûr ile Anton yenilerek boyunlarına zincir takılır. Vâmık'ı da Hindular, onlardan sanıp ateşe atarlar; fakat ateş, Hz. İbrahim gibi onu yakmaz; gül bahçesi olur. Bunun üzerine Hindular, mabutlarının Vâmık’ı bağışladığına ve Siyâvuş derecesine erdiğine inanarak ona bağlanırlar. Anton ile Tûr ise cezalarını bulur.

Vâmık, Hind ülkesinde kalmaz. Dağlar, çöller aşarak Azrâ'yı aramağa devam eder. Diğer taraftan Azrâ da Belh şehrinde birkaç gün dinlendikten sonra, arkadaşlarıyla Vâmık'ı aramağa çıkarlar. Huten tüccarlarının kervanına katılıp Hint sınırlarına varınca Hint Zengîleri ’nin hücumuna uğrayarak esir düşerler. Zincire vurulurlar. Zengî şâhı Helhelân, esirlerin boynunun vurulmasını emreder. Soyduklarının ikisinin kadın olduklarını görür ve cezayı bir iki gün erteler. Helhelân Azrâ'ya sahip olmak ister. Azrâ reddedince Helhelân zorla isteğine kavuşmaya çalışır. Azrâ bir yumrukla devler padişâhının ağzından kanlar akıtır. Bunun üzerine Azrâ ve Dilpezîr kollarından astırılır. Azrâ, gece boyunca seyyarelere derdini döküp yardım isteyerek Allah'a yalvarır. Duası kabul edilir. Helhelân'ın kaçırdığı Kişmir sultanının kızından olma Hümâ adlı bir kızı vardır. Hümâ, Azrâ'yı darda asılmış görünce yardıma gelip iplerini çözer ve maceralarını öğrenir. Onlara yardım edeceğini söylerse de Azrâ, gördüğü bir rüyayı anlatarak burada Vâmık'ı beklemenin doğru olacağını, onun kendilerini aramaya geleceğini söyleyerek kabul etmez. Vâmık'ın geleceği ümidiyle, gündüzleri darağacında asılı, geceleri ise Hümâ ile birlikte yedi gün yedi gece beklerler.

Vâmık Azrâ'yı aramaya devam eder. Mecnûn gibi vahşi hayvanlarla sohbet ederken çölde Nahşivan'a gitmekte olan bir kervana rastlar. Bu kervanla birlikte yoluna koyulur. Kervan halkı önce Vâmık'a önem vermezler; fakat Vâmık ansızın yollarına çıkan iki aslanın hücumuna karşı koyarak bir vuruşta ikisini de yere serer. Artık kervan halkı Vâmık'a değer verip onun başından geçenleri dinleyerek içlerinden bir tanesi Behmen'i tanıdığını ve Behmen'in yanındaki beş kişiyle birlikte yolculuk ettiklerini ve onların Vâmık adlı şehriyârı ararken Zengilere esir düştüklerini, kendilerinin zor belâ kurtulduklarını söyler. Kervan halkı da Vâmık'la beraber oraya gitmeye karar verirler. Uzun ve tehlikeli bu yolculuk sırasında Vâmık, yolları vahşi hayvanlardan temizler. Helhelân'ın ülkesine vararak onun kavmini perişan eder, Helhelân, kalesine sığınırsa da Vâmık'tan kurtuluş olmadığını anlayınca, Azrâ ile Dilpezîr'i darağacından indirip bir çula sararak atın üzerine bağlar ve kalenin gizli kapısından kaçar. Mîzbân'a sığınarak onun yardımını diler. Dilpezîr ile Azrâ'yı da peşkeş verir; fakat Mîzbân, karşısında Azrâ'yı görünce çılgına döner. Helhelân'm onlara yaptıklarını öğrenince onu zindana atar.

Diğer taraftan Mîzbân, Vâmık ve Behmen'e haber gönderir. Bu arada Vâmık, Azrâ'dan haber soruşturmaktadır. Hümâ, Vâmık'ı teselli ederken Mîzbân'dan haberi gelir. Çok sevinirler. Yanlarına Hümâ'yı da alarak Vâmık ve Behmen Tûs'a varırlar. Mîzbân onları büyük bir törenle karşılar. Vâmık Hümâ'yı Mîzbân'la tanıştırır. Hümâ'nın güzelliği karşısındaMîzbân'ın aklı başından gider.

Mîzbân konuklarına ziyafetler düzenler. Âşıkların aşklarının derecesini anlamak için onları imtihana çeker. Neticede aşklarının "pâk" olduğunu görüp düğün hazırlıklarına başlamak ister. Behmen'le Vâmık da aralarında anlaşırlar. Vâmık, Behmen'i, Mîzbân'a göndererek memleketlerine dönmek için izin diler. Mîzbân ise yolculuğun zorluğunu ve mevsimin kış olması dolayısıyla yolların kapalı oluşunu ileri sürer. Düğün haberini vermek üzere, Gazne sultanına Dâye'yi, Erdeşîr'e ise Pîr'i göndermeyi ve düğünün Tûs'ta olmasını Behmen vasıtasıyla Vâmık'a teklif eder. Bunu uygun bulunca, karar ziyafetlerle kutlanır. Behmen'i Çin hakanına, Dâye'yi Gazne sultanına, Pîr'i de Erdeşîr'e göndedirler. Vâmık bu rahatlık içinde ava çıkar. Ansızın perilerle karşılaşıp Lâhicân'ın geldiğini zannederek sevinir; fakat periler matem içindedirler. Karalar giymişlerdir. Vâmık'ın önünde eğilip : "Lâhicân ile Ferî'nin, Gur adlı şeytanın eline esir düştüklerini ve Kaf sulta­nının bu durumdan çok üzüntülü olduğunu ve kendisinden yardım beklediğini söylerler. Vâmık bu durumu Mîzbân'a ve Azrâ'ya anlatarak bir "'nerre"ye binip Kaf Dağı'na uçar. Kaf sultanı onu görünce çok sevinir ve birlikte Gur'un bulunduğu yöne giderler. Kaf sultanı Vâmık'ın vücuduna bir yağ sürüp ağzına da bir cevher vererek ateş ve buz deryasından zarar görmeden geçmesini sağlar. Nerrelerle karşılaşıp kıyasıya savaşırlarsa da Vâmık ok ve kılıçla devi yenemeyeceğini anlayınca yumruğuyla saldırır. Bunun da kâfi gelmemesi üzerine duâ eder ve Allah ’ın adının tesiriyle dev, elma gibi parçalanır. Periler salâvat getirirler her taraf tekbir ile dolar. Bu arada Lâhicân ile Ferî'nin sağlık haberi gelir. Vâmık onları ararken, İskender devrinden kalma bir mezarla karşılaşır. Mezar yedi başlı bir cânavar tara­fından yedi defa sarılmıştır. Vâmık onu öldürmek isterse de Kaf sultanı : "bunun bir sihir olduğunu ancak ism-i a'zamla yok edilebileceğini” söyleyerek onu uyarır. Vâmık ism-i a'zamı okuyunca cânavar yok olur ve "Dahme" fethedilir. Dahme'de gümüş bir taht üzeninde bir altın tabut vardır. Vâmık, tabutun, üzerindeki yazılardan Tahmûres şâha ait olduğunu anlayıp ona rahmet diler. Sonra inlemeler duyulan kapıya yönelerek zincirlere vurulmuş Lâhicân ile Ferî'yi kurtarır. Devin hazinesine el koyup Tûs şâhına verilmek üzere birkaç hediyelik alarak gerisini askerinin yağmasına bırakır.

Biri iki gün dinlenildikten sonra hep birlikte Kaf sultanının nâdir hediyeleriyle Tûs'a hareket ederler. Mîzbân, onları büyük bir törenle karşılar ve Kaf sultanının özel bahçesine kondurur. Erdeşîr'le Pîr de Tûs yakınlarında görününce Vâmık onları karşılar. Dilpezir babasının elini öper. Daha sonra Gazneyn şâhı, Vâmık, Erdeşîr ve Mîzbân tarafından karşılanarak konuk edilir. Azrâ, babasının ayağına öpücükler kondurup başından geçenleri anlatırken sözlerinin başında Vâmık'ın övgüsünü yapmaktan çekinmez. Nihayet Çin hakanı beklenir. Karşılanması için büyük hazırlıklar yapılır. Çin hakanı da ağır hediyelerle gelir ve oğlunun etrafında perileri görünce, "hakkın lütfüyle Süleyman peygamber derecesine yükseldiğini" anlar.

Düğün hazırlıkları devam eder. Tûs ülkesi "işret-âbâd" olur. Herkes zevk ve neşe içindeyken Hümâ üzgündür. Onun bu durumunu gören Azrâ, Dâye ve Dilpezîr bir gece toplanarak kendi zevklerine daldıkları için Mîzbân' ın aşkını, Hümâ'nın derdini unuttuklarını söyleyip Dâye'yi Vâmık'a gönderirler. Durumu öğrenen Vâmık, Dâye'nin Mîzbân'a gitmesini uygun bulur. Dâye, Mîzbân'dan, kimsenin bulunmadığı bir anda, Helhelân'ın affını isteyip Hümâ'nın güzelliğini dile getirerek Helhelân'ın bağışlanmasını sağlar. Zaten Mîzbân, Hümâ'yı için için sevmektedir. Onun hatırı için de babasına izzet ve ikramda bulunur.

Düğün şenlikleri başlarken her taraf çînî kâselerle dolup altın ve abanoz tahtlar kurulur. Altın tahta oturtulan Çin hakanının sağ yanına oğlu Vâmık, Lâhicân ve Behmen, sol tarafına da Kaf şâhı, Gazne sultanı ve Erdeşîr yerleşir. Karşıda ise Helhelân ile Pîr yer alır. Düğün şenlikleri arasında "cânbazlar ipte oynarlar, pehlivanlar güreşirler, kâse oyuncuları hünerlerini gösterirken mevzunbazların oyunları ve pehlivanların güç gösterisi" devam eder. Yeme içme faslı başlayarak akşam ve gece şenlikleri birbirini kovalar. "Mey ziyâfeti"ne geçilir. Mûsikî faslı içinde "ateş-bazlar" hünerlerini gösterirler. Ziyafet sona erdikten sonra Mîzbân, bilginleri bir araya toplayarak nikâh için "uğurlu saati" buldurulur. Nikâh akdinin hutbesini okuyup ilkin Vâmık ve Azrâ için "din ve âyin üzere" nikâhın değeri tespit edilir. Altınlar, inci ve cevherler saçılıp sıra ile Ferî ile Lâhîcân'ın, Dilpezîr ile Behmen'in, Mîzbân ile Hümâ'nın, Dâye ile Pîr'in aynı minval üzre nikâhları kıyılır.

Vâmık, Behmen, Lâhicân için "gerdek evi" hazırlanır. Azrâ'yı ve düğün alayını Çin hakanı Taymus, yollarına gevherler saçarak karşılar. Azrâ, cevher ve inciye gark olur. Hıta ülkesi kendisine yüz görümlüğü olarak verilir. Aynı tören Ferî, Dilpezîr ve Hümâ'ya da yapılır. Kendileri için hazırlanan sarâylara yerleşirler.

Mihr ile Müşteri'nin bir burçta birleşmeleri gibi Vâmık ile Azrâ'nın ve diğer çiftlerin zifafları gerçekleşir. Bundan sonra Mîzbân'dan izin alınarak şâhlar ülkelerine dönerler. ”[1]

Kaynak: Sabahattin DERMAN, Mesnevilerde Şehzadelerin Resmi Görüp Âşık Olma

 

 



[1]  Lami’î, Vâmık u Azrâ(Haz.:GönülAyan), İnceleme Metin, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1998, 19-26.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar