Sinemada Dövüş Sanatları
Hazırlayan:
Mehmet Kaya HAKYEMEZ
Dövüş Sanatları:
Öldürücü bir Silah mı, Etkileyici bir Gösteri Sanatı mı?
Yumruklar ve tekmeler zarar vericidirler, öldürücü dahi
olabilirler. Bununla birlikte, dövüş sanatları ustalarının neredeyse hepsi
şiddete karşıdır. Özellikle hayatlarının Uzakdoğu sporlarında yetkinlşmeye
adayanlar, Doğu’nun gizemli ve insancıl dinlerini ya benimser ya da bunlara sempati
ile yaklaşır. Bu ustalar, yazdıkları kitaplarda, yaptıkları konuşmalarda,
verdikleri ropörtajlarda yılmak bilmeden, Uzak Doğu dövüş sanatlarının yalnızca
dövüş olmadığını, bir yaşam tarzı olduğunu anlatırlar. Anlattıkları bu yaşam
tarzı, insanlara ve dünyaya daha saygılı yaklaşma, kişinin kendini tanıması,
disiplinli ve sağlıklı yaşama, sabırlı olma gibi öğeleri içerir.
Bu açıdan bakıldığında “dövüş” ile “sanat” sözcüklerinin bir arada
kullanılışı şaşırt ıcı olmaktan uzakt ır. Elbette “sanat” dediğimizde
kastettiğimiz, temelinde “zanaat” tır.[1] Bir dövüş türünde
yetkinleşme, çoğunlukla, küçük yaşlardan itiraben çok disiplinli bir çalışma
gerektirir. Nasıl bir çömlek ustası ellerinin kullanımını, en güzel çömlekleri
en ustalıklı şekilde yaratmak üzere yetkinleştirdiyse, dövüş sanatları ustası
da tüm bedenini yetkinleştirir.
Öte yandan, kökeninde zanaat anlamını taşısa da “dövüş sanatları”
gittikçe bir zanaatten öte sanat olma yolunda ilerler gözükmektedir.
Sokaklardan ziyade turnuvalarda, çeşitli gösterilerde ve elbette sinemada
karşımıza çıkar. Dövüş sanatlarının, sinemada özellikle son dönemlerdeki
kullanımı, bu önermeyi destekler niteliktedir.
Bununla birlikte, dövüş sanatlarının, özellikle de Kung-fu’nun,
sanatla yakın bağı yalnızca son döneme ilişkin bir gelişme olmaktan uzaktır.
Kung-fu’nun
Kökeni ve Yayılması
Kung-fu’nun beşiği, temelde, “Çin’in Ortaçağ’ı”dır. Soylu
rahiplerin silahıdır Kung- fu. Köylüleri, serfleri kontrol altında tutmanın bir
aracıdır. Ülkemizde de gösterilen diziler aracılığıyla belki daha yakından
tanıdığımız Japon samuraylarınınkine benzer bir öyküsü vardır Çinli Kung-fu
ustalarının. Nasıl Japonya’da kılıç, yalnızca soyluların sahip olabileceği bir
silahsa, Kung-fu’nun da köylülere öğretilmesi yasaktır.
Ortaçağ’dan çıkış, söz konusu yerde hangi dönemde yaşanırsa
yaşansın, dünyanın her köşesinde sancılı olmuştur. Ortaçağ, temelde, pek çok
yerel iktidar odağı ve kendi içine kapalı ekonomik birim anlamına gelir.
Ortaçağ’da insanlar küçük topluluklar halinde, kendi küçük topluluklarının
ihtiyaçlarını karşılayacak denli üretim yapacak biçimde yaşarlardı. Toplumsal
düzene katı bir hiyerarşi damgasını vurmuştu. Toprak sahipleri olan
derebeyleri, topraklarında sertleri çalıştırır, onların ürettiklerinin bir
kısmına el koyarlardı. Ortaçağ’ın soylu sınıfını da işte bu toprak sahipleri
ile din adamları oluştururdu. Avrupa’da kilise adamları ekilebilir Avrupa
topraklarının üçte birine sahipti. Pazarların gelişmesi ile üretim ihtiyacının
artması sertler üzeinde daha fazla baskı uygulanması, eski üretim biçiminin ve
bunun işlemesini sağlayan toplumsal düzenin yıkılması anlamına geliyordu.
Ticaret ve üretimle zenginleşmeye ve güçlenmeye başlayan yeni
sınıf burjuvazi, eski düzenin ayrıcalıklı kesimlerini, toprak sahipleri ile din
adamlarını karşısında alıyordu. Üretimi kısıtlatayan yasaların kalkmasını, her
türlü derebeyinin kendi isteğince uyguladığı vergilere bir son verilmesini,
kendi mahkemeleri ve yasalarını istiyorlardı. Yerel ve keyfi iktidarlar yerine
tüm ülkede ve herkes için geçerli olacak yasalar ve güvenceler istiyorlardı.
Böylece mutlak krallıklar tarih sahnesine Ortaçağ soylu sınıfına vurulan büyük
bir darbe olarak ortaya çıktı.
Mutlak krallık, iktidarın tek elde toplanması demekti. Bu da yerel
iktidarların gücünü ortadan kaldırmak, en azından törpülemek anlamına
geliyordu. Böylelikle Ortaçağ sonu, farklı dönemlerde yaşanmış da olsa,
dünyanın her köşesinde soylulara ve din adamlarına karşı verilen savaşımla
belirlenir. Kanlı bir dönemdir bu. Mutlak kral, orduları, zaman ilerledikçe
bizzat burjuvazi, serfler, köylüler ve mülksüzler soylulara karşı savaşır.
Soylular ayrıcalıklarını kaybetmeye ve tarih sahnesinden çekilmeye yazgılıdır.
Çin’deki soylu rahipler de bu yazgıyı paylaşmışlardır. Hintli
Budist rahip Bodidharma’nın kurduğu Shaolin tapınağının öyküsü bu yazgıyı
simgeselleştirir. Shaolin tapınağı’nda Bodidharma’nın çizgisi takip edilerek
Hint Kenpo’su ile o dönemlerdeki, nispeten ilkel Çin Kung-fusu’nu birleştiren
ve bugünkü Kung-fu stillerinin temelini oluşturan bir dövüş stilinde ustalar
yetiştirilir. Ancak Shaolin tapınağı imparatorun tek erki elinde toplama çabası
sonunda saldırıya uğrar, kung-fu ustası pek çok rahip öldürülür; tapınak
kapatılır. Bu saldırıdan yalnızca beş rahip kaçabilmiş, hayatlarını
kurtarabilmiştir. Bu rahipler ve öğretileri günümüzün temel kung-fu dallarının
çıkış noktasını oluşturur.
İmparatorun saldırısından kaçan bu rahipler, hem saklanabilmek,
hem imparatora karşı hareketler örgütleyebilmek, hem de kung-fu’nun tarihe
karışmasını engellemek için sanatlarını başkalarına öğretmeye başladılar. Ve
Kung-fu’nun ikinci yuvası Pekin operası oldu.
Kung-fu
ve Pekin Operası
Kung-fu soyluların mülkiyetinden ve tapınakların sınırlarından
çıkar. 1760’a gelindiğinde Kung-fu artık aynı zamanda bir gösteri sanatıdır
adeta.
Shaolin Tapınağı’ndan kaçmayı başaran rahiplerden biri
Zhi-Shan’dir. Kung-fu’yu Pekin Operası’nın vazgeçilmez bir parçası yapan da
Zhi-Shan olur. Zhi-Shan’in öğrettiği Kung-fu ile donanımlı Pekin Operası çıktığı
turnelerle Kung-fu sanatının yayılmasında önemli bir rol oynar.
Fakat Pekin Operası yalnızca bir gösteri sanatları topluluğu
olmaktan uzaktır. Zhi- Shan’in burayı seçme nedenlerinden biri de tiyatro ve
operaların imparatora karşı duruşlarıdır. Zhi-Shan Kung-fu’nun aynı zamanda
imparatora karşı bir silah olarak da kullanılabileceği inancındadır. Böylece
Kung-fu opera sahnesinde bir gösteri sanatı, sahne arkasında siyasal bir silah
olur.
1850’de tiyatro ve operacılar imparatora karşı ayaklanır. Ayaklanmanın
başarısızlığa uğramasının ardından tüm tiyatro ve operalar imparator emriyle
kapatılır, yasaklanır.
20 yıl sonra tekrar açılma iznini alıncaya kadar tiyatro ve
operalar, bu arada Kung-fu, yeraltına çekilir.
Ama Kung-fu artık, bir daha hiç ayrılmamak üzere, gösteri
sanatlarının içine girmiştir.
Erken
Dönem Çin Sineması
Erken Dönem Çin Sineması’na dair söylenebilecek en çarpıcı
şeylerden biri, onun toplum içinde en aşağı sanat biçimi olarak görüldüğüdür.
Bu o kadar öyledir ki, sinema filmlerinin yapılmaya başlanması bu filmlerde
oynayacak oyuncular bulmayı gerektirdiğinde, oyunculuk yapacak erkek bulmakta
zorlanılır.
Pekin Operası’nda kadın rollerini erkekler oynarken, bu erkekler
sinema filmlerinde oynamaya tenezzül etmezler. Böylece beyaz ekrandaki ilk
dövüş sanatları kahramanlarını kadınlar oluşturur. Bu kadınlar önceleri hep
erkek kahraman rolünü oynarlar. Bunların arasında Fen Jufuha, Tam Zau-shen, ve
daha sonra yapımcılık da yapan Chin Shi-ang bulunur.
Aktörlüğün saygın bir meslek olarak görülmemesi, Çin sinemasının
sessiz döneminin seyircileri tarafından takdir toplamadığı anlamına gelmez.
Hiçbiri Asya dışına çıkmamış olmasına rağmen bu dönem çekilen filmler son
derece popülerdir. Özellikle 1928 tarihinde çekilen The Burning of Red Lotus
Monastery 27 filme çıkış kaynağı oluşturur. Ne yazık ki bu filmlerin
hiçbiri günümüze kalmamıştır.
Söz konusu dönemde çekilen filmlerdeki dövüş teknikleri, bugünkü
tekniklerle karşılaştırıldığında biraz ilkel kalır. Ne göz kamaştırıcı bir hız,
ne de bugün olduğu denli gösterişli ve süslü hareketler vardır. Gene de o
dönemde kullanılan pek çok teknik, bugün sergilenenlerin temelini oluşturur.
Bugün izlediğimiz filmlerde sıklıkla kullanılan bazı öğeler, örneğin
merdivenler ya da basamaklar üzerinde dövüşler, yüksekten atlayışlar, denge
kurmanın güç olduğu yerlerde dövüşler, bu dönemde çekilen filmlerden kalmadır.
Ayrıca bugünkü dövüş filmlerinde karşılaştığımız büyüye inanç,
doğaüstü güçler ve hareketler de bu dönem filmlerinde sıkça kullanılan
unsurlardır. Bu unsurların popülerliğinin kökenlerini Çin inanış ve
geleneklerinde ve bunları yansıtan Pekin Operası geleneğinde bulmak
olanaklıdır.
Hong
Kong Sineması
Çin’de sinema sektörü gelişir. Bununla birlikte, sektörün
gelişmesiyle birlikte alınan bir karar Çin sinemasının kan kaybetmesine yol
açacaktır.
Çin’de ulusal birliği güçlendirme çabasına paralel olarak bir süre
sonra, filmlerin Mandarin lehçesi dışındaki lehçelerde çekilmesi yasaklanır.
Devletin aldığı bu karar pek çok sektör çalışanının, bu gibi katı
kurallarla kısıtlanmayan Hong Kong’a taşınmasına neden olur. Bu tarihten sonra
dövüş sanatlar ı filmlerinin kalbi Hong Kong’da atacaktır.
Gene de dövüş sanatları filmleri sektörü beklendiği kadar hızlı
ilerleyemez. 2. Dünya savaşının patlak vermesi ve Japonya’nın Hong Kong’u işgal
etmesi film endüstrisine ikinci büyük darbeyi vurur.
Dövüş sanatları filmleri bu zor dönemlerden, Çin halk kahramanı
Wong Fei Hung’un filmleriyle çıkar. Wong Fei Hung, oynadığı iyi kalpli ve
yurtsever kahraman rolüyle bugün dövüş sanatları filmleri çeken en başarılı
yönetmenleri ve oyuncuları etkilemiştir.
Wong Fei Hung filmlerinin yönetmeni Wu Pang, Pekin Operası
koreografları yerine gerçek dövüş sanatları ustalarını kullanır. Bu filmler
Hung stili boksun yayılmasında önemli rol oynar.
İlerleyen yıllarda Wong Fei Hung beyaz perdeye bir kez daha geri
döner. Bu kez, bir başka oyuncu, bir opera oyuncusu, Kwan Tak Hing, Wong Fei
Hung’u oynamaktadır. Kwan Tak Hing, Wong Fei Hung filmlerinde oynamaya
başladığında gerçek bir dövüş ustası değildir. Bununla birlikte, bu filmlerdeki
rolü için, gerçek ustalarla uzun yıllar çalışır ve sonraki yıllarda da
çalışmalarını devam ettirir. Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde Kwan Tak
Hing’in kendisi de artık, Jackie Chan ve Jet Li gibi büyük isimlerin saygıyla andığı
ve çok etkeilendiklerini belirttikleri Wong Fei Hung gibi bir dövüş sanatları
ustası ve bir beyaz perde efsanesidir.
Wong Fei Hung ve Kwan Tak Hing gibi büyük isimler, dövüş sanatları
filmleri sektörüne kendi damgalarını vurmuş olsa da 1950’li yıllarda bu
sektörde ön planda olan, hala kadınlardır. Pei Pei Chang, Josephine Siao, Suet
Nei, Chan Po Chu, beyaz perdede dönemin büyük dövüş sanatları kahramanları
olarak karşımıza çıkar.
1950’li yıllarda ve 1960’lı yılların başında iki önemli yapım
şirketinden söz etmek durumundayız: Cathay Film Şirketi ile Shaw Brothers.
Özellikle Shaw Brothers, sektörün kalbi durumundadır. Shaw Brothers, kent
dışında son derece büyük bir stüdyoya sahiptir ve bu stüdyo kendi başına bir
kasabayı andırır. Yerleşim merkezlerinden oldukça uzakta kurulmu ş olan bu
stüdyo, kameramanlardan ışıkçılara, yönetmenlerden set görevlilerine, makyaj
sanatçılarından oyunculara tüm film çalışanlarının sabah akşam kaldıkları,
yaşadıkları yerdir.
Shaw Brothers’ın bir başka tipik özelliği, Çin kökenli olmalarına
ve çektikleri filmlerde Çin dövüş sanatı Kung-fu’yu temel almalarına karşın,
Japon dövüş sanatlarını, özellikle kılıç sanat ını ve Japon sinemasını yakından
takip etmeleridir.
Bunun nedenlerinden biri, Japon filmlerinin o dönem iyi gişe hasılat
ı yapmalarıdır. Ama tek neden bu değildir. Akiro Kurusawa gibi isimler, Shaw
Brothers çalışanlarının gözünde, gerçekçi kılıç savaşları ile güçlü bir dramın
bir arada olabileceğini gösteren birer örnektir.
Shaw Brothers’ın üç yönetmeni, King Hu, Chang Che, Lau Kar Leung
dövüş sanatları filmlerinin çehresini değiştirecekti.
King Hu’nun dövüş sanatları filmlerindeki stili değiştirdiği
söylenir. Hu’dan önce dövüş sanatları filmleri hep Pekin Operası temeline
dayanır, Pekin Operası’na hakim olan stillerin damgasını taşır. Hu’nun
yönettiği Come Drink With Me ile başlamak üzere dövüş sanatları filmleri
aksiyon filmelerine dönüşür.
King Hu’nun filmlerinde aşk ve romantizmin sıkça işlendiği
görülür. Chang Che’nin filmlerinde ise ne kadın kahramanlara, ne aşk öykülerine
yer vardır. Chang Che, erkek kahramanların hak arayışlarını işler. One Armed
Swordsman, kadın kahramanların egemenliğindeki bir dünyada nadir rastlanan
etkileyici bir erkek kahramandır.
Chang Che, Amerikan sinemasından etkilendiğini gizlemez. Özellikle
Bonnie and Clyde’dak ağırlaştırılmış gösterim öğelerini sıkça kullanır.
Öyle ki, Che’nin bazı filmleri ile Bonnie and Clyde arasındaki
paralellik kolaylıkla görülebilir.
Lau Kar Leung’sa film konusu açısından önemli bir yeniliğe
imzasını atmıştır. Sinema izleyicisi aşk öykülerini sever, kahramanların yapıp
etmelerini heyecanla izler. Lau Kar Leung’sa rahipler üzerine bir film çekme
kararındadır. Böyle bir filmde yakışıklı erkeklere, güzel kadınlara, etkileyici
kahramanlara yer yoktur. Böyle bir filmde bir aşk öyküsü anlatılamaz çünkü
rahipler aşık olamaz. The 36 Chambers of Shaolin, rahiplerin
çalışmalarının, ustalaşmalarının, yetkinleşmelerinin öyküsünü anlat ır. Projeyi
ilk işitenlerin bir avuç kel adamla ilgili nasıl ilginç bir öykü yarat ılıp
yaratılamayacağı yolundaki kuşkularına rağmen, The 36 Chambers of Shaolin klasikler
arasında yerini alır.
Bu arada, Amerika’da televizyon hızla yayılmaktadır. Hong Kong’da
da benzer bir gelişme beklentisi içinde olan Shaw Brothers, çok daha küçük bir
kadroyla, daha küçük bütçelerle filmler yapma kararı alır. Bunun üzerine Shaw
Brothars çalışanı Raymond Chow, Shaw Brothers’dan ayrılır ve Leonard Ho ile
kendi şirketlerini kurarlar. Bu şirket, Golden Harvest’tır.
Raymond Chow, Golden Harvest çatısı altında Bruce Lee ile
çekimlere başlar.
Bruce
Lee Efsanesi
Dövüş sanatları filmleri denince ilka akla gelen isim hiç kuşkusuz
Bruce Lee’dir.
San-francisco doğumlu Bruce Lee, ailesiyle birlikte erken yaşta
anavatanları olan Hong Kong’a taşınır ve Bruce burada reklam filmlerinde
oynamaya başlar. Dövüş sanatları eğitimi almaya başlaması bundan sonraya denk
düşer.
Amerika’ya döndüğünde restoranlarda garson, aşçı olarak çalışan
Bruce Lee üniversiteye giderken okul harcını karşılamak üzere diğer öğrencilere
dövüş dersleri vermeye başlar.
Bruce Lee bir Kung-fu türü olan Wing Chun eğitimi ile başladığı
dövüş sanatları eğitiminde tek bir sisteme bağlı kalmamayı tercih eder. Dövüş
sanatları, ister Çin, ister Japon, ister Kore vb. kökenli olsun, genelde, kendi
içine kapalı sistemlerdir. Değişime ve uyarlamaya çok da açık değildirler.
Kurallar ve hareketler bütünü vardır. Sistemler arası geçişlilikten söz
edilemez. Bunun önemli nedenlerinden biri her sistemin kendine özgü bir mant ık
üzerine kurulmuş olmasıdır. Sistemler içindeki hafif değişiklikler kendilerini
aynı sistemin alt dalları olarak ifade biçimi bulsalar da farklı sistemler iç
içe geçmez. Gelenek korunur ve eklektizmden uzak durulur.
Bruce Lee, hayranlarının neredeyse sözcüğü sözcüğüne ezberlediği
ünlü ve etkileyici bir söyleşisinde, ve elbette yazdığı The Tao of Jeet Kun
Do kitabında sistemleri kısıtlayıcı bulduğunu anlatır. Yıllar süren dövüş
sanatları eğitiminin üzerinde üniversite yıllarında Jeet Kun Do’yu geliştirir.
Jeet Kun Do, büyük ölçüde Kung-fu ve Wing Chun’u temel alır; bununla birlikte
kendi başına bir sistem oluşturmaz. Bugün binlerce Jeet Kun Do okulu
bulunmasına rağmen, Bruce Lee Jeet Kun Do’yu insanın kendini özgürce ifade
etmesi olarak tanımlar. Herkesin bedeni ve yetileri farklıdır. Bruce Lee
insanın dövüş sanatlarını kendi bedeni ve yetileri doğrultusunda
yetkinleştirmesi gereğine inanır.
Bruce Lee, kendi dövüş tekniğini sergilemek üzere gösteriler
yapar. Bu gösterilerde
Wing Chun’dan aldığı “one inch punch”ı[2], artık ünlü olan iki parmak
üzerinde çektiği şınavları vb. sergiler. Bu gösterilerin çoğu filme de alınır.
Bu kayıtlardan birini izleyen bir televizyon yapımcısı, William Dozier, Bruce
Lee’ye televizyon dizisi Green Hornette Kato rolünü verir.
Lee’nin rolü, ikincil bir roldür, ama bu onun dizinin gerçek
yıldızı olarak parlamasını engellemez. Çekimler sırasında Lee’nin dövüş
sahnelerinde fazla hızlı hareket ettiği için uyarılar aldığı söylenir.
Bruce Lee’nin ne denli büyük bir yetenek olduğunu gören Dozier,
Lee’yi başrole taşıyacak bir dizinin, Kung-fu’nun çalışmalarına başlar.
Bununla birlikte kanal yöneticileri başrolde bir Asyalı’nın oynaması fikrini ho
ş karşılamazlar ve dizinin başrolü, bugün hala her şeyden çok bu dizideki
rolüyle hatırlanan David Carradine’a verilir.
Green Hornet Amerika’da fazla başarılı olamaz ve bir yıl sonra
yayından kaldırılır. Bununla birlikte, Hong Kong’da dizi parlamıştır. Yapımcı
Raymond Chow, Bruce Lee ile irtibata geçerek onu Hong Kong’a çağırır.
Bruce Lee, Golden Harvest çatısı altında önce The Big Boss’da
(Fists of Fury), hemen ardından da Fist of Fury’de (The Chinese
Connection) oynar. Yaklaşık bir yıl içinde Asya’nın en büyük starı haline
gelir. Bu iki filmin çok büyük bir gişe hasılatı getirmesi üzerine Bruce Lee
kendi yapım şirketi olan Concord Productions’ı kurar. Bu, özellikle Hong
Kong’da pek de alışılmış bir adım değildir. Ünlü yönetmen ve aktörler Asya’da
genellikle bir stüdyoyla sözleşmeli olarak çalışırlar. Ama Bruce Lee yalnızca
dövüş sanatları alanında bir yenilikçi değildir.
Lee’nin yenilikçi damarı kendini dövüş sanatları filmlerine
yaklaşımında da gösterir. Raymond Chow, Martial Arts in Motion Picture
adlı belgeselde kendisiyle yapılan söyleşide, Lee ile çektiği ilk filmde
yaşadıkları bir sorunu anlat ır.
Yönetmen çekimin daha ilk günlerinde Raymond Chow’u arayarak
filmde Bruce Lee’yi oynatamayacaklarını çünkü Bruce Lee’nin dövüşmeyi
bilmediğini söyler. Bunu duymak elbette Chow için çok şaşırtıcıdır çünkü burada
sözünü ettikleri adam, dizi çekimlerinde fazla hızlı olduğu için dizi
yönetmeninin ricayla daha yavaş hareket etmesini istediği adamdır. Filmin
yönetmeni sette Lee’nin adının “üç tekme”ye çıktığını çünkü Lee’nin üst üste
yalnızca üç tekme atabildiğini söyler. Chow, şaşkınlık içinde Bruce Lee’yi
arayarak hikayeyi bir de onun ağzından dinlemek ister.
Bruce Lee’nin yanıtı şudur: Bu yönetmenle hiçbir şey yapılmaz.
Sahnede bana saldıran adamlar, dövüşmeyi doğru dürüst bilmeyen sıradan
askerler. Karakterim bunları dövmek için beş dakikadan fazla harcarsa gerçek
düşmanlarıyla dövüştüğünde ne yapacak? Ayrıca, attığım o üç tekme öyle güçlü
tekmeler ki bunların yiyenin ayakta kalması düşünülemez bile.
Sonuçta işten çıkartılan yönetmen olur. Raymond Chow Bruce Lee ile
çalışmaya devam eder.
Bununla birlikte, bu öykü, içinde dövüş sanatları filmlerinin
nasıl olması gerektiğine dair yeni bir yaklaşımı barındırır. Çin filmlerinin
de, Hong Kong filmlerinin de, Çin kültür ve geleneğine de uygun olarak,
doğaüstü hareketlere fazlaca yer verdiğinde yukarıda söz edildi. Bruce Lee işte
böyle bir ortamda gerçekçi dövüş sahneleri çekmede ısrar eder.
Bruce Lee’nin üçüncü filmi The Way of the Dragon da büyük
bir başarı elde edince, o döneme dek Kung-fu filmlerinin Bat ılı izleyicinin
ilgisini çekmeyeceğini düşünen Batılı film stüdyoları da Bruce Lee ile
ilgilenmeye başlar.
Lee, son filmi olacak Game of Death üzerinde çalışırken,
Warner Bros. Stüdyolarından Enter the Dragon"da oynaması için bir
teklif alır. Büyük bir bütçeyle çekilen ve uluslararası bir kastla çekilen film
gösterime girer girmez büyük bir başarı getirir.
Bununla birlikte, Bruce Lee bu başarıya tanık olamaz. Enter the
Dragoriun prömiyerine az bir zaman kala beyin tümöründen ölür. Game of
Death, eksik kalan sahnelerin Lee yerine bir dublör kullanarak çekilmesiyle
tamamlanır.
Bruce Lee, ardında yalnızca beş film bırakmış da olsa, hem dövüş
tekniği, hem de dövüş sanatları filmlerine yaklaşımıyla kendisinden sonra
gelecekler için büyük bir ilham kaynağı ve örnek oluşturmuştur.
Öğrencileri arasında Steve McQueen, Karim Abdulcabbar, James
Coburn ve Don İnosanto da bulunur.
Dövüş
Sanatları Filmlerinin Sahneye Dönüşü
Bruce Lee’nin ölümü dövüş sanatları filmleri endüstrisinde büyük
bir boşluğa neden olur. Özellikle Hong Kong’da, Bruce Li, Bruce Lie ya da Bruce
Lay adını kullanarak Lee’yi taklit etmeye çalışan oyuncuların filmleri çıkar,
ama bunların hiçbiri seyircinin ilgisini çekmez.
Sektör hala yeni bir Bruce Lee yaratma peşindedir.
1970’li yılların sonlarında parlayan Jackie Chan’den yeni Bruce
Lee olması beklenir.
Jackie Chan bunu kabul etmez ve kendi yolundan gider. Böylece
dövüş sanatları filmleri sektörü de, eski dostu Pekin Operası ve komedi ile,
yeni bir canlılık kazanmış olur.
Jackie Chan, Sammo Hung, Yuen Biao ve Corey Yuen’le birlikte bu
gelenek içinde yetişmiştir. Daha sonra çekilen Painted Faces adlı
biyografik film bu dörtlünün yetiştiriliş koşullarını, bugün sergiledikleri
yetileri edinebilmek için ne denli zorlu ve acımasız bir eğitimden geçtiklerini
anlat ır.
Jackie Chan’i yeni Bruce Lee olarak pazarlamaya çalışan filmlerin
hepsi başarısızlığa uğrarken, Chan’in kendi tarzını kullanmaktan çekinmediği
filmler büyük başarı yakalar. Snake in the Eagle’s Shadow, Drunken Master
gibi filmler, Jackie Chan’in yalnızca kendine uyarladığı dövüş tekniklerini
değil aynı zamanda onun kendine özgü mimiklerini ve espri anlayışını da
uyguladığı hit filmler olur.
Asya’nın yeni yıldızı Jackie Chan, erken dönem Amerikan
sinemasından etkilenir. Buster Keaton ve Harold Lloyd gibi isimler, Jackie Chan
filmlerine de damgasını vurur.
Jackie Chan ve Pekin Operası geleneğinden gelen diğerlerinin dövüş
sanatları filmlerine getirdiği yeni soluğu Hong Kong uluslararası film
festivalinin düzenlenmesi izler. Böyle bir festivalin düzenlenmesi sektör
çalışanlarını daha deneysel çalışmalar yapma yolunda teşvik ederken, Jackie
Chan ve Corey Yuen’in de dahil olduğu yeni bir filmciler dalgasından söz
etmemize de olanak tanır. Bu isimler arasında Tsui Hark, John Woo, Yuen Woo
Ping, Jet Li sayılabilir.
1980’li Yıllardan Günümüze Dövüş Sanatları Filmleri
Vietnam doğumlu Tsui Hark, 1977’de Hong Kong’da çektiği Zu:
Warriors from the Magic Mountain ile Hong Kong sinemasında ilk büyük özel
efekt filmini çeker. 1984’te kendi şirketi, Film Workshop’ı kuran Hark,
komediden drama, bilim kurgudan romantik komediye her türlü türü ve her türlü
yeni teknolojiyi dener. Özellikle en yeni enolojileri kullanma çabası Tsui
Hark’ın kung-fu ve kılıç filmlerinin modernleştiricisi olarak anılmasına neden
olur.
Buna ek olarak Tsui Hark, aynı zamanda pek çok yeni yetenekle
birlikte çalışır. Once Upon A Time in China dizisinin yıldızı olarak Jet
Li’yi seçer.
Jet Li, Amerika’da parlamadan önce otuzu aşkın film çevirmiş bir
aktördür. Ama Hong Kong’un en önde gelen dövüş sanatları starı olarak adını
ancak bu diziyle duyurur. 1994’te Fist of Fury’nin yeniden çekiminde
akla ilk gelen isim olur. Ardından Cehennem Silahı 4’te oynadığı kötü
adam rolüyle Bat ılı izleyicilere de kendini tanıtır. Romeo Ölmeli, Ejderin
Öpücüğü, Kızıl Ejder, Beşikten Mezara, Kahraman, Kır Zincirlerini ve son
olarak Korkusuz"la karşımıza çıkar Jet Li.
1980’li ve 1990’lı yıllar, aynı zamanda dövüş sanatları
filmlerinin Amerikan sinamasında da kendi başına bir tür olarak kabul gördüğü
yıllardır. Kung-fu’nun dışındaki dövüş türleri de, bu film türünün genel kabul
görmesiyle, beyaz ekranda kendi yerlerini alırlar. Karate Kid, kick box
şampiyonu Jean Claude Van Damme’ın filmleri, Wing Chun eğitimi almış da olsa
temelde aikidocu olarak değerlendirilmesi gereken Steven Seagal sinemanın yeni
kahramanlarıdır artık.
Bunlara ek olarak, 1980’li yıllar, kadınların yeniden sahneye
çıktığı yıllar olur. Kadın dövüş sanatları ustalarıyla çalışan yönetmen ve
yapımcıların amacı, yeni kabul gören bu tür içinde kadınların hareketlerindeki
güzelliği ve etkileyiciliği yakalamaktır. Michelle Yeoh ve kendine Jackie
Chan’i örnek alan Cynthia Rothrock, vatkalı ceketleri ve makyajlarıyla
kadınların da bu alanda iddialı olduklarını bir kez daha kanıtlarlar.
Yeni yeteneklerle çalışmakla ün yapan Tsui Hark’ın, Once Upon A
Time in China’’ da çalıştığı isimlerden biri, daha sonra Matrix’te
çalışacak olan koreograf Yuen Woo Ping’dir.
Ping de kendi alanında bir öncüdür. Akrobatik hareketleri ön plana
çıkarır. Babası Pekin Operası eğitimi aldığından Ping dövüş sanatları ile gösteri
sanatlarının buluştuğu bir ortamda yetişen Ping yaratıcıdır. Dövüş sahnelerinde
sahnede bulunan çeşitli nesneleri, tahta sandalyeleri, bankları vb. kullanır.
Yönetmen John Woo, son dönem Amerikan sineması aksiyon filmlerinde
aranan isimlerden biridir. Face Off,Mission Impossible gibi filmler
gerçek anlamda dövüş sanatları filmleri olmasa da, John Woo bu filmlerde
içinden geldiği gelenekten yararlanır. Bu filmlerde karakterler silahlar ını
kılıç gibi kullanır. Çift kılıcın yerini çoğunlukla çift silah alır. Duruşlar,
pozlar, kılıç ustalarınınkini andırır.
1990’lı yılların sonlarında dövüş sanatları filmlerinin kendi
başına bir tür olarak Batı’da bu denli kabul görmesine rağmen, bu türün uzun
yıllardır yuvası olan Hong Kong’da dönem filmlerine bir dönüş gözlemlenir.
Bu dönüşü siyasal gelişmelere bağlamak yerindedir. 1997 yılında
İngiltere Hong Kong’u Çin’e teslim eder. Hong Kong seyircisinin artık
anavatanın tanıdık ve zengin tarihiyle yeniden tanışmasının vakti gelmiştir.
Hong Kong bunu en iyi şekilde filmleri aracılığıyla gerçekleştirecektir.
Hong Kong’un dönem filmlerine dönüşü, dövüş sanatları filmlerinin
yeniden bir kısır döngüye girdiği anlamına gelmez. Matrix, Rush Hour,
Charlie ’nin Melekleri gibi başarılı filmler bu önermeyi kuşkusuz
destekleyecektir.
Dövüş sanatları filmlerinin Amerika’da bir tür olarak kabul
gördüğünün ve dönem filmlerine dönüşün sektörün bir kısır döngüye girdiğinin
göstergesi olmadığının en büyük göstergesi belki de Ang Lee’nin Crouching
Tiger, Hidden Dragon filminin Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı’nı
kazanmasıdır.
Crouching Tiger, Hidden Dragon gene bir dönem filmidir ama filmin konusu son derece çağdaştır.
Filmede bir genç kızın büyüme sancıları ve yasak bir aşk anlatılır. Bu film,
dövüş sanatları filmlerinin yalnızca dövüş ustalarının sonu gelmez
kavgalarından ibaret olmak zorunda olmadığını, evrensel hikayeler
sunabileceğini bir kez daha kanıtlar.
Görsel açıdan Crouching Tiger, Hidden Dragon kadar
etkileyici bulunabilecek bir başka yakın tarihli film gene bir dönem filmidir ve
gene sıradan dövüş sanatları filmleri kategorisine sokulması imkansız gibidir.
Yimou Zhang’in çektiği Hero, bir dönem filmi olmasına rağmen, hem bir
yandan, dövüş sanatlarının beşiği olan ve tüm dövüş sanatları filmlerinin
sahiplendiği Ortaçağ’a sırtını dönerek modernizmi kucaklar, hem de iktidar
üzerine evrensel bir öykü anlatır. Öykünün evrenselliği, bir dönem filminin
ruhuna fazla aykırı düşmemesine özen gösterilmesine rağmen kostümlerin masalsı
ve zaman dışı bir atmosfer yaratmasının amaçlanmasıyla da vurgulanmaya
çalışılmıştır. Yönetmen Yimou Zhang, sonraki filmi House of the Flying
Daggers' da da benzer bir yaklaşım sergiler.
Son dönemde çekilen dövüş sanatları filmlerinin geçmiş örneklere
göre katetmiş olduğu mesafe ortadadır. Seçilen öyküler, bu öykülerin işleniş
tarzları, görsellik açısından bu filmler mandarin filmleriyle
karşılaştırılamayacak kadar gelişmiştirler. Bununla birlikte, bu filmlerin
mandarin filmleriyle payla ştıkları önemli bir nokta vardır. Fantastik öğelerin
ve hareketlerin, uçan kahramanların, gerçeküstü dövüşlerin egemenliği, son
dönem filmlerde, teknolojinin de yardımıyla, mandarin filmlerinde olduğundan
çok daha fazla ön plandadır.
Wing Tzun
Wing Tzun temelde bir Kung-fu türüdür. Shaolin manastırından kaçan
ustalardan biri, rahibe Nig Mui’nin geliştirmiş olduğu bu Kung-fu türünün ilk
hali Wing Chun adıyla anılır. Wing Tsun ya da Wing Tzun, bu türün modernize
edilmiş halidir. Wing Tzun’un diğer Kung-fu türlerinden en büyük farkı, içinde
gösterişli ve süslü hareketler barındırmamasıdır; etkili olmayı amaçladığından
uçan tekmelere, pozlara yer vermez. Hızlıdır, doğrudan hedefe ilerler ve vakit
kaybetmez.
Wing Tzun, dövüş sanatlarının vazgeçilmez bir öğesi olan “gösteri
anlayışına” uygun değildir. Bir gösteri olarak düşünüldüğünde Wing Tzun: Birkaç
saniyelik hızlı darbeler sonucunda yenik düşen bir rakip; başka bir deyişle
erken biten bir gösteri demektir. Bu nedenlerle Wing Tzun, gösteri dövüşlerinde
de, sinemada da çok ender olarak karşımıza çıkar. Wing Tzun’la yapılan bir
dövüşün çok kısa sürmesi ve görsel açıdan diğer dövüş türleri kadar malzeme
sunmaması, Wing Tzun’un gösteri malzemesi olarak kullanılmamasını açıklar.
“Wing Tzun - Kısa Bir Dövüş” filmi
“Wing Tzun - Kısa Bir Dövüş” filminde; gerçekçi bir dövüş koreografisini, kısa sürmesine
rağmen, görsel açıdan doyurucu kılabilmek amaçlandı. Bu nedenle dövüş anı;
yakın planlar, geniş açı objektif, yüksek ritimli kamera kurgu ve müzik,
kullanılarak vurgulanmaya çalışıldı. Senaryo ve koreografi aşamalarında
benimsenen yaklaşım; filmin gerçek hayattakine yakın olması ve gerçekçi
algılanabilmesi üzerineydi. Wing Tzun’un doğrudan hedefe yönelik dövüş
anlayışına uygun bir dramatik yapı yaratabilmek için de dövü şün kısalığı
özellikle ön planda tutulmaya çalışıldı.
Dövüş koreografisi gerçeğe uygun olması amacıyla Wing Tzun
eğitmenleri tarafından yapıldı. Çekim öncesinde; storyboard, pilot çekim ve
pilot montaj çalışmaları yapıldı. İlgili görüntüler ayrı bir cd içerisinde tez
dosyasına eklenmiştir.
Kaynakça
Kitap:
Hammond, Stefan ve Mike
Wilkins, Sex and Zen and a Bullet in the Head: The
Essential Guide to Hong Kong’s
Mind Bending Films, Fireside, 1996
Lee, Bruce, The Tao of Jeet Kun
Do, Ohara Publications, 1975.
Logan, Ben, Hong Kong Action
Cinema, Overlook TP, 1996.
Meyers, Richard, Great Martial
Arts Movies, Citadel Press, 2000.
Thomas, Brian, Videohound’s
Dragon, Asian Action and Cult Flicks, Visible
Ink Press, 2003.
Belgesel:
Clarke, Keith R., The Art of
Action: Martial Arts in Motion Picture, 2002.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar