Print Friendly and PDF

Şimdiden Sonra


165





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Nevbahar erişti bi-dâr olayım şimdengerû,
Andelip-i bağ-ı gülzâr olayım şimdengerû.
 





“Dünya vü ukba hevâsından geçüp abdâl-veş,
Kâşif-i cilbend-i esrâr olayım şimdengerû”. 





Çaluben Mansûr gibi tabl-ı “Enel-Hak” nevbetin,
Gireyim meydâna berdâr olayım şimdengerû.





Dükeli dâr u diyârın raht u bahtın terk edüp,
İbn-i Edhem gibi deyyâr olayım şimdengerû. 





Dolanayım Hızır-veş âlem gözünden bir zamân,
Mutlak olup sırr-ı settâr olayım şimdengerû. 





Nice bir bu ten zemininde karar edüp kalam,
Çıkayım göklere devvâr olayım şimden gerû. 





Bu izâfât u kuyûdât illerin edüp harâb,
Lâmekân ilinde seyyâr olayım şimdengerû. 





Mürg-i cânı bu kafesten uçurup şâd edeyim,
Ol âdem şehrine tayyâr olayım şimdengerû. 





Bir beden kaldı bana mensûb olan bunda hemân,
Yok edip anı dahî var olayım şimden gerû. 





Kalmasın varlıkta Mısrî’nin vücûdu zerrece,
Kurtulayım vasl-ı dildâr olayım şimdengerû. 





Nevbahar erişti bi-dâr olayım şimdengerû,
Andelip-i bağ-ı gülzâr olayım şimdengerû. 





İlkbahar erişti yurtsuz olayım şimdiden sonra,
Gül bahçesi bağının bülbül olayım şimdiden sonra. 





Bahardan murad edilen ilahi vücûddur. Öüm gelse artık gam yemem demektir. 





“Dünya vü ukba hevâsından geçüp abdâl-veş,
Kâşif-i cilbend-i esrâr olayım şimdengerû”. 





“Dünya ve ahiret hevesinden geçip abdâl gibi,
sırlar kutusunun kâşifi olayım şimdiden sonra”. 





“Abdâlveş” şunlara derler: Üçyüzler vardır,  her biri bir Nebi meşrebindendir. Bunlar Üçyüzonüç ricaldir.   Kırklar vardır,  yediler vardır. Üçyüzlerin Kırkı Âdem aleyhisselâm meşrebinde,  yani yaradılışındadır.  İşte bu kırk kişiye Abdâl tabir olunur.   Üçyüzlerin Yetmişi Nuh aleyhisselâm meşrebindendir, bunlara da Nakibler tabir olunur.  Bunlardan yedisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin meşrebindedir.  Bu Yedilerden Dördüne Evtâd,  ikisine İmamân ve birine de “Gavs” tabir olunur. 





Çaluben Mansûr gibi tabl-ı “Enel-Hak” nevbetin [1]
Gireyim meydâna berdâr
[2] olayım şimdengerû.





Mansûr gibi “Enel-Hak” davulunu çalma nöbetine
Gireyim meydâna asılmış olayım şimdiden sonra.





Mansûr gibi “Enel-Hak” diyerek meydana girip berdâr olayım demesi,  ihtiyâri ölümle ölmeğe işarettir.   Çünkü Mansûr “Ene =ben” demekle vücûdunda Hakk’ı kayıd ettiğinden Kur'an-ı Kerim’in âyetleri,  onun katline hükmetti,  Hak kayıddan münezzehtir. 





Dükeli dâr u diyârın raht u bahtın terk edüp,
İbn-i Edhem gibi deyyâr
[3] olayım şimdengerû. 





İki dünyanın ve diyârın rahat ve bahtın terk edüp,
İbn-i Edhem gibi ruhban olayım şimdiden sonra. 





Dolanayım Hızır-veş âlem gözünden bir zamân,
Mutlak olup sırr-ı settâr olayım şimdengerû. 





Dolanayım Hızır gibi âlem gözünden bir zamân,
Mutlak olup settâr sırrı olayım şimdiden sonra. 





Nice bir bu ten zemininde karar edüp kalam,
Çıkayım göklere devvâr
[4] olayım şimdengerû. 





Nice bir bu ten yerinde karar edip kalam,
Çıkayım göklere devreden olayım şimdiden sonra. 





Bu izâfât u kuyûdât illerin edüp harâb,
Lâmekân ilinde seyyâr
[5] olayım şimdengerû. 





Bu bağıntı ve kayıt illerini harâb edip,
Mekânsızlık ilinde gezegen olayım şimdiden sonra. 





Mürg-i cânı bu kafesten uçurup şâd edeyim,
Ol adem şehrine tayyâr olayım şimdengerû. 





Cân kuşu bu kafesten uçurup mutlu edeyim,
O âdem şehrine uçak olayım şimdiden sonra. 





Bir beden kaldı bana mensûb olan bunda hemân,
Yok edip anı dahî var olayım şimdengerû. 





Bunda hemen bir beden kaldı bana nisbeti olan,
Yok edip anı dahî var olayım şimdiden sonra. 





Varolmak Tecrübesi





Zamansızlığı ve mekânsızlığı Allah Teâlâ’nın en temel niteliklerinde birisi olarak tespit edip, tarihin dışına iten düşüncenin de terkedilmesi demektir. Hem Batın hem Zahir, hem Evvel hem Ahir oluşuyla her türlü hayat şeklini kuşatan ve bu birbirine zıt durumlarla yarattıklarından ayrılan Allah Teâlâ’yı tecrübe eden insan, Allah Teâlâ’a ait kullandığı dili artık uzaktaki bir nesneyi, bir eşyayı tanımlar gibi kullanmanın getirdiği gelişigüzellikten; haşyetin, sevginin, saygının, neşenin verdiği bilinçle muttaki olacaktır.





İnsan bir yandan varoluş felsefesinin ‘yalnızlık’, ‘bulantı’, ‘yabancılaşma’ gibi kavramlar ile ilahi mesajın varoluşunun yorumuna zemin hazırlayacaktır. İnsanın yalnızlık acısı ile bulanması ve etrafına, kendine ve Allah Teâlâ’ya yabancılaşması acısıyla olgunlaşır. Neticede uzlaşmak için gayret gösterir ve uzlaşarak varlığını bulmuş olur. Paul Tillich, üç parçalı bir yabancılaşmadan bahseder: [6]





1. Başkalarından yabancılaşma: Güvensiz ve ben-merkezli olduğumuz zaman başka insanlardan ayrılırız. Gerçek duygularımızı gizler ve egolarımızı tatmin etmek için ‘maske’lerimizi takar ve ‘rol’lerimizi oynarız. Bıraktığımız izlenim konusunda endişelerimiz vardır, bu yüzden de statümüzü inşa etmek için dışa dönük yüzler takarız; Sevgisizlik ve yalnızlık birbirini takip eder.





2. Kendi gerçek benliğimizden yabancılaşma: Bizler, çatışan amaçlar tarafından farklı yönlere çekilen parçalanmış bireyleriz. Kendimizi belli bir potansiyele ve sınırlılığa sahip olduğumuzu yani kendimizi olduğumuz gibi kabul edemeyecek kadar aciz ve suçlu hissederiz ve kendimizi anlamayız.





3. Allah Teâlâ’dan, anlam zemininden yabancılaşma: Nihai güvensizlik, hayatın anlamsız olabileceği yönündeki (en önemli) tehdittir. Modern insan çoğu zaman bir boşluk ve amaçsızlık, arasıra korku ve değersizlik, bazen de ümitsizlik içine düşer.





Bunları yaşayan insanın tecrübesinin temel dini bir tecrübeye dönüşmesi, yabancılaşmadan kurtulup bir uzlaşmaya yönelme süreci de şöyle devam eder:





1. Allah Teâlâ ile Uzlaşma: Bu uzlaşmanın temeli Allah Teâlâ ’nın bizi olduğumuz gibi kabul ettiği gerçeğine dayanır, O’nun sevgisini kazanacak bir şey yaptığımız için değil. Allah Teâlâ ’nın merhameti, ondan kopmamızı engellemektedir. Allah Teâlâ’nın yardım edeceği deneyimi Tillich’in şu sözleri ile karanlığımızı bazen bir ışık dalgası yarar ve sanki bir ses şunları söyler:





“Kabul edildin. Senden daha büyük olan ve adını bilmediğin tarafından kabul edildin. Bu adı şimdi sorma; belki sonra öğrenirsin. Şimdi bir şey yapmaya çalışma; belki daha sonra çok şey yaparsın. Bir şeyi araştırma; bir şey eda etmeye çalışma. Sadece kabul edildiğin gerçeğini kabul et!” [7] Böylece anlamsızlığın tehdidi ile ilgili korkunun üstesinden gelinmiş olur; burada yeni bir güven ve anlam merkezi oluşur.





2. Gerçek benliğimizle uzlaşma: Allah Teâlâ tarafından kabul edilmenin getirdiği güven içinde kendimize daha dürüst bir şekilde bakabilme özgürlüğüne sahip olmuşuzdur. Allah Teâlâ bizi kabul ettiği için, biz de kendimizi kabul edebiliriz. Allah Teâlâ’nın huzurunda maskelerimizi çıkarırız, savunma mekanizmalarımızı ve hilelerimizi bir kenara atarız. Pişmanlık ve bağış tecrübesinde, bir yanda suçtan ve kendimize olan nefretimizden, diğer yandan da gururdan kurtuluruz. Kendimizi anlamamız ve iç bütünlüğümüzü yakalamamız, içimizde çatışan ideallerin ve iç bölünmelerin yerini alır. Gerçek kendini gerçekleştirme, bu yönelimde yatar.





3. Başkalarıyla uzlaşma: Allah Teâlâ ile yeni ilişki biçimimiz başkalarını sevmemizi sağlar. Bir insan ancak aşırı çıkarcılığından ve ben-merkezciliğinden özgürleştiği zaman, kendini bir an unutabilir, başkalarını da oldukları gibi kabul edebilir; zira Allah Teâlâ ’nın onu olduğu gibi kabul ettiğini hatırlar.[8]





“Bunda hemen bir beden kaldı bana nisbeti olan” yani sâlik efâlini Hakk’da fenâ eder,  sıfatlarını fenâ eder,  zâtını fenâ eder.   Sonra Cem makâmında önce Hakk’ın zâtını giyer,  Hazret-ül Cemde Hakk’ın sıfatlarını giyer,  Cem-ül Cem makâmında Hakk’ın ef’âlini giyer,  var olur.  Zirâ “Varlık” Hakk’ındır.   Hakk’ın vâriyeti ile ancak insan var olur,  yani vâriyetin Hakk’ın olduğuna vâkıf olur demektir.   Bu sebepten de Niyâzî: “Kalmasın varlıkta Mısrînin vücûdu zerrece” diyerek şiirine son vermektedir. 





Kalmasın varlıkta Mısrî’nin vücûdu zerrece,
Kurtulayım vasl-ı dildâr olayım şimdengerû. 





Kalmasın varlıkta Mısrî’nin vücûdu zerrece,
Kurtulayım sevgili vaslı olayım şimdiden sonra. 





Gabriel Marcel 8 Kasım 1932'de günlüğüne şu notu dü­şer:





"Bir dükkânın önüne yatan bir köpeğe baktığım sırada dilimin ucuna bir tümce takıldı kaldı: Bir şey var ki, adına yaşamak denir; yeni bir şey daha var ki, buna da varolmak (exister) adı verilir: Ben varolmayı seçtim."





Peki, bu varolmak nedir? "Günlük"ün yazarı, Ben ve Başkası adlı konferansında, kişiliğin yaratıcı ayrıcalığını açıklarken bunu bize anlatmaya çalışır:





Kişi için varolmak, kendini aşarak kendini yaratmaktır.[9]










[1] Nevbet: Mehter. Nöbet, sıra. Sıra ile görülen iş.





[2] Berdar: f. Asılmış, yukarı kaldırılmış.  Tutucu. İtaat edici ve ettirici.   Meyveli. Meyve verici olan





[3] Deyyar: Bir kimse. Ehad.   Yurt sahibi birisi.   Manastır sahibi





[4] Devvar: Durmayıp dönen, devreden. Devredip gezen.   Gerdân.   Kâbe-i Muazzama’nın bir adı.   Haremden alıp beraber tavaf edilen taş.





[5] Seyyar(e): Bir yerde durmayıp yer değiştiren.   Gökte veyâ güneş etrâfında dolaşan yıldız. Gezegen.   Kervan, kafile.   Otomobil





[6] Paul Tillich, Systematic Theology (London: Nisbet, 1957).





[7] Paul Tillich, The Shaking of the Foundations (London: SCM, 1949)





[8] (DÜZGÜN, 2: 1 2004), s. 40-43 makalesinden faydalanılmıştır.





[9] (FOULGUİNE, 1998), s.104


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar