KÜRT “KİM”LİĞİ
İLERİ YAYINLARI
1. Baskı 2006
246 Sayfa
Prof. Dr. Şener
Üşümezsoy
Kürtler kimdir sorusunun cevabını, Pankürdizmi savunan Izady’den
bir alıntı ile ele alalım: “Kürtler Dımıli, Bahdinani, Soran ve Goran gibi
farklı kimlikler ile karşımıza çıkar. Bu farklı kimliklerin dilleri arasındaki
ilişki, Fransızca ile İtalyanca arasındaki ilişki ya da daha kesin biçimde
söylersek Fransızca ile Romence arasındaki ilişkiye benzer. Tıpkı Fransızca ve
İtalyanca gibi artık aynı dilin lehçeleri olarak sınıflandırılmayacak kadar
birbirlerinden kopuktur.”
Kürt kimliği ile bütünleştirilmesi hedeflenen gruplardan
‘Dımıliler’ Kurmanclar tarafından “Zazalar” olarak adlandırılırlar. Dımıliler
Kurmanclardan “Herewere” olarak söz ederler. Buna karşılık Soranlar Kurmanclara
“Zebabu” derler. Goranlar Soranlardan “Korkora” ve “Wawa” diye söz ederken,
Soranlar Goranları “Maco Maco” olarak adlandırmaktadırlar.
Izady’den aldığımız bu bölümde görüldüğü gibi, Fransızca ve
İtalyanca veya Fransızca ve Romence gibi birbirinden farklı dilleri konuşan
grupların birbirlerine karşı hiç de dost olmadıkları, taktıkları lakaplardan
anlaşılmaktadır.
Izady “Bunlar hiçbir zaman kendilerini Kürt, dillerini de Kürtçe
olarak nitelendirmemişlerdir. Ta ki, yakın zamanda Kurmanc yüksek sınıfının
kendilerini Kürt, dillerini de Kürtçe olarak nitelendirilmesini sağlayan
aydınlar ve dışarıdakiler (Batılılar) tarafından teşvik edilinceye kadar…”
diyerek Kürt isminin Batılılarca ileri sürüldüğünü bir “Kürt bilgini’ olarak
itiraf eder.
Avrasya bozkırındaki düzgün zeminde, kaypak zeminde bir uçtan diğer
uca göçen mobil toplulukların kendi aralarında bir araya gelerek kabileler
federasyonu ve erken devletler oluşturduğunu ve bunun ordalar biçiminde
uluslaşmanın ilk adımı olarak karşımıza çıktığını gördük. Bu ordaların tarih
boyunca Anadolu’ya, İran’a ve onun güneyindeki “Bereketli Hilal, Verimli Hilal”
dediğimiz Mezopotamya’ya akınlar yaptığını gördük. Bunları basitçe
incelediğimizde Hititlerin, Kimerlerin, Mitannilerin, Medlerin, Hunların, İskitlerin,
Sakaların, Selçukluların, ondan sonra da Tatarların sürekli olarak bu uygar
alanı zaptederek uygar alandaki toplumsal çelişkileri çözdüğünü ve toplumsal
devrimlerle yeni toplumların geliştiğini gördük.
Bu süreçte etnik yapıların birbirini ardalayan tarzda sürekli
değiştiğini; kuzeyden gelen göçebe, barbar, kolektif aksiyonlu, kan- kardeş
toplulukların oluşturdukları orda düzenli erken devletle mobilite ve aktivite
nedeniyle daima yerleşik uygar toplulukları zapt ettiklerini ve buradaki
etnileri kendilerine bağımlı serfler, köleler haline getirerek toplumsal
formasyonlarını bozduğunu gördük. Bu süreçte etniler sürekli yenilenmekte ve
eski etninin yerini hemen başka bir yeni etni almaktadır.
Kürt tarihini anlatan ilk kitap olduğu ileri sürülen Şerefhan’ın Şerefname’sinin
aslında Osmanlı Devleti’nin Kızılbaş Türkmen grupları buradan sürebilmek için
oluşturduğu bir sürecin tarihini yazdığını göreceğiz.
Şerefname’de Osmanlı’nın ideolojik yapısıyla uyumlu ve Osmanlı
sultanlarının övgüsüne dayanan bir tarih söz konusudur. Gerçekte ise bu kitapta
Kürt kavramı geçmemekte, Arapların, Abbasilerin, Emevilerin “Ekrad” dedikleri,
Mezopotamya çevresindeki dağlık bölgelerde yaşayan göçebe halkların tarihi
anlatılmaktaydı. Bu tarihi incelediğimiz zaman, buradaki toplulukların
kökenlerinin doğal olarak Türkmen ve Arap olarak karşımıza çıkması tarihsel bir
çelişki değil, Şerefhan’ın yazdığı
tarih kitabındaki somut gerçeklikten
kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Şerefhan, Arap ve Türkmenlerden
farklı bir Kürt kimliğini değil, bu dönemde burada bulunan Şafii
göçebe toplulukların tarihini yazmaktaydı ama bir Kürt devleti kurma çabasında
olan Kürt tarih yazıcıları bu konuyu çarpıtarak ekseninden çıkarmıştır.
1920’lerde ise Nikitin
ve Minorsky gibi tarih yazıcıların Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da Ermeni-Kürt devleti kurmak amacıyla
bir tarih yazmaya çalıştıklarını görüyoruz. … Aynı zamanda bu tezde Kürtlerin komünal yapıda topluluklar olduğu da vurgulanmaktaydı.
Bu dönemde esas olan bir Ermeni
devleti oluşturmaktı. Bu nedenle Kürtler konusundaki bir tarih yazımı ikincil önemli olarak kalmaktaydı. 70’li yıllarda Bois, Bruchen gibi tarihçiler tarafından yazılan tarih tezlerinde ise artık sorun, Kürtlerin bu bölgenin
yerleşik halkı olduğunu ve 7000 yıldan beri bu bölgede
olduklarını kanıtlamaktı Daha önce Ermeniler için ileri sürülen bu tezler artık Güneydoğu
ve Doğu Anadolu’da bir Kürt devleti oluşturmak
amacıyla Kürtler için kullanılmaktaydı.
2000’li yıllara gelindiği zaman ise Irak’taki Amerikan operasyonundan sonra gelişen tarih yazımında ise, Orta Kürdistan diyerek Musul-Kerkük
bölgesini kapsayan Kuzey Irak, Güney Kürdistan diyerek petrol yataklarının
devamı olan Luristan ve Bahtiyari bölgesi, Doğu Kürdistan diyerek İran, Batı
Kürdistan olarak da Akdeniz’e ulaşmak için Suriye’den geçen bir bölgeyi kapsayan bir “Büyük
Kürdistan” hedeflemektedir. Kuzey Kürdistan olarak Ermenistan ve Gürcistan ile bağlantı kuran coğrafi bir alan, Kuzeybatı
Kürdistan olarak Doğu Anadolu, Uzak batı
olarak da Toroslar’a yönelen bir Kürdistan stratejik süreçte hedeflenen alanlardır.
Etnik, süperetnos oluşum tarihini, uygarlık tarihiyle toplumların
gelişim biçimi tarihi ile bir araya aldığımızda, Orta Asya’dan Anadolu’ya, İran’a ve Afganistan’a akınlar tarihi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu süreç, Türk olarak tanımlanan Hunlar ile değil, daha önce İskit gibi, Saka gibi, Med gibi, Kimer gibi Turan alanındaki komünal toplulukların
akınları ile başlayan ve inkar edilemeyecek olan tarihsel bir olgudur.
“Kürt Tarih Tezi”ni Eleştirisel Okuma
Bugünkü Kürt topluluklarının dil bileşimine baktığımız zaman
bütünüyle Farsi olduğu görülmektedir. Gorani, Kurmanci, Sorani gibi diller
Tacikçe’ye yakın dillerdir.
Med toplulukları gibi Mitanni toplulukları da, Asurların,
Babillerin, Hititlerin yazıtlarında vardır. Fakat bugün hiç kimse “biz
Hititlerden geliyoruz, biz Babillilerden geliyoruz” veya “Asurlulardan
geliyoruz” diye söyleyebilir mi? Süryanilerin “Asurlardan geliyoruz” demesi de,
en az Kürt tezi kadar tutarsızlığı olan bir tezdir.
Hititlerin etnik olarak yeryüzünden kalkması tarihsel bir olgudur.
Ortadoğu, Mezopotamya gibi uygarlıkların hiç durmadan sürekli bir şekilde
değiştiği bir bölgeye Turan bölgesinden akınların sürdüğü bir dönemde etnik
topluluklar çok kısa dönemde sönümlenmekte ve yeni etniler ortaya çıkmaktadır.
Bu gerçeği göz önüne getirdiğimiz zaman, Aramilerden, Hurrilerden kalma
Kürtlerin varlığını ileri sürmek, yalnız tarih bilimiyle değil, en basit
düşünceyle bile çelişmektedir.
Asurluların, Babillilerin, Hititlerin kalmadığı günümüzde,
Medlerden kalma Kürtlerin olduğunu savunmak da aynı çelişkidir. Bu noktada II.
Kuşak dediğimiz Kürt tarihini yazan, esas olarak Rusya’nın görevli memurları
olarak görev amacıyla bu bölgede bulunan Minorsky ve Nikitin, finalist bir
tarih yazmayla görevli olarak, bir Kürt kimliği, Ermeni kimliği oluşturma
amacıyla hareket etmişlerdir. … Kendileri de inanmadıkları halde, güdümlü
oldukları için burada Med kökünü ileri sürmektedirler.
Şerefname, Yavuz Sultan Selim’in Kızılbaş Türkmenleri ve Safevileri Çaldıran
Savaşının ardından Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan kovduktan sonra bu
bölgedeki Türkmen kabilelerini temizlemek için buraya Şafii Müslüman
topluluklarını tımar ve zeametle düzenli olarak yerleştirme çabalarının sürdüğü
bir dönemde, yani 16. yüzyılda yazılmış bir metindir. (Şerefhan)
Burada var olmalarının sebebi, Kızılbaş
Türkmenlerin, Akkoyunluların, Karakoyunluların ve Safevilerin buradan uzaklaştırılması olduğu için, Şafii Müslüman kimlikleri ve Şafii
Arap kimlikleri ön plana çıkarılmıştır. (Şerefhan)
Türkistan Hükümdarı, efsanevi hükümdar Oğuz Han soyundan gelen Buğduz’un (Oğuz Han Destanı’nda adı geçen bir Türk Beyidir) Kürt kökenli
olması, başka bir ifadeyle Kürtlerin Türkistan kökenli olması
altı çizilecek bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şerefhan’ın tarihinde Kürt devleti olarak bahsedilen Mervanoğulları Devleti’nin orijinal kaynağı olarak yazıldığı
söylenen İbn’ül Ezrak’ın metninde Kürt sözü, başlıkta da, içeride de geçmemektedir. Bu metin, Emevi-Abbasi soyunun tarihini anlatmak için yazılmıştır.
Abul Farac Tarihi’ne göre, 1200’lü
yıllarda Maade Dağlarından indiği ileri sürülen kabilenin kadınlarının
çok eşli olduğu ileri sürülmektedir. Bu veri doğru tespit edildiğinde,
1200’lü yıllarda Maade Dağları’nda yaşayan ve Kürt olduğu ileri sürülen
toplulukların anaerkil aşamada, komünal toplumun en alt aşamasında,
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Selahaddin’in iktidarından sonra Kölemenler olarak bilinen Kıpçak
ve Çerkez köleleri iktidara gelerek
Memluklular adını
almışlardır.
İbni Haldun’un Mukaddime’sinde
çok küçük bir bölümde bir cümle halinde Qurimiye Dağları’nda Kürtlerin var olduğunu yazmaktadır. Qurimiye, Zap Suyu’nun kuzeyindeki dağlık bir gruptur. İbni Haldun, coğrafya kitabı
olarak 13. yüzyılda yazdığı Mukaddime’de Sudan’daki zencileri, kuzey enlemdeki Slavları anlattığı gibi, Uygur, Hazar,
Alan, Yecüc Mecüc,
İdil boyunda Peçenek, Pomak, Başkırt, Bulgar, Kuman, Kıpçak,
Sogut, Guz, Türkeş, Kalaç gibi tüm Türk kabilelerini en ince ayrıntılarıyla Sibirya’dan Anadolu’ya
kadar, Harzem’e kadar tekrar tekrar anlatmıştır. Kürtlerden ise … Qurimiye’deki dağda bir Kürt bölgesi olarak bahsedilmekte ve bu anlamda esas olarak bir etnik kimlikten mi,
yoksa Arapların metinde yazdığı gibi Ceber’deki göçerlerden
mi bahsedildiği muğlak kalmaktadır.
Keza İbni Haldun Malatya’yı,
Maraş’ı, Marre’yi Ermeni vilayeti olarak
saymakta; El Cezire, Diyarbakır, Rakka, Harran, Suruç, Nusaybin, Amed gibi bölgeleri sayarken ise bunların hiçbirinde Kürtlerden bahsetmemektedir. Yani bu anlamda somut olan tarihi verilerden hareket ettiğimiz zaman, “Burası Kürt
bölgesidir, o halde burada yaşamış bütün uygarlıklar
Kürtlerindir ve dolayısıyla Kürtler bunların
torunlarıdır” gibi Nikitin’in bile çok eleştirel bir biçimde baktığı
tezler kimsenin ciddiye alabileceği tarih yazımı
değildir.
Asurluların Babil’i zaptı, Mitannilerin Asur’u zaptı, Medlerin, Mitannilerin
üzerine Perslerin gelmesiyle etnik bir homojenleşmeden sonra karşımıza bir Akameniş
iktidarı ve Pers etnosu çıkmaktadır Ama Persler de … Büyük İskender Makedonları da bunların üzerine gelmektedir.
Büyük İskender’in oluşturduğu Afganistan, Hindistan,
İran ve Türkistan’dan
hiçbir etni günümüze kalmamıştır. Keza MÖ VI. yüzyılda tarihten silinen Medlerin etnik olarak hayatta kalabildiğini düşünmek, tarih ve etnisitenin canlılığını bilmemektir.
Göktürkleri takip eden dönemde Selçuklu Türkmenleri girmiş,
İran’ı ve Anadolu’yu Türkleştirmiş ve ismini Cohen’in de söylediği gibi “Türkia”ya
çevirmiştir.
l000’li yıllardaki bu akından sonra Türkmenlerin
iktidarı zayıfladığı zaman, doğuda Harzemler, batıda Rum Selçuklularının
oluşturduğu noktada Araplar, Batı tarihçileri tarafından Moğol diye çevrilen ama Abul Farac’ın
anlattığı gibi Tatarları ve Bayındır, Bayat gibi başlıca Türk kabilelerini Orta Asya’dan Anadolu’ya getirmişlerdir. … Bu da yeni bir Türk etnisini bu bölgede
oluşturmuştur. Keza Selçukluların iktidara gelmesi ile Araplardan alınan Diyarbakır bölgesi, Cezire bölgesi Selçuklu düzenine göre tertip edilerek Selçuklu
yönetimi altına alınmıştır.
Selçuklulardan sonra İlhanlılar aynı bölgeyi 100 yıl boyunca aynı tarzda yönetmiştir.
İlhanlılardan sonra Abul Farac
tarihinde Akhun ve Karahun kabileleri olarak geçen Karakoyunlu ve Akkoyunlu kabileleri
gelmiştir. Bunlardan meşhur Akkoyunlu Uzun Hasan’ın
başkenti ve sarayı Diyarbakır’da yer almaktadır. Ve Akkoyunluların
döneminden hemen sonra Timur burayı zapt etmiş, Timur’un buradaki egemenliğinin sona ermesinden sonra
yeniden Akkoyunlular egemen olmuş ve Akkoyunluların yıkılmasından sonra da Safeviler bu bölgeye egemen olmuşlardır.
İran ve Doğu Anadolu bölgelerinin
tamamı Türkmen kabilesi olan Akkoyunluların egemenliğindedir. Daha sonra bu bölgede
Safeviler iktidar olmuştur. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i Çaldıran’da yendikten sonra Uzun Hasan’ın Diyarbakır’daki sarayı Tebriz’e taşınmış ve ülke Tebriz’den idare edilirken Diyarbakır Valilik durumuna gelmiştir.
Kürt tarih yazıcılarının söylediğinin aksine, Osmanlı buradaki Kürt Beylerini resmi olarak tanımak zorunda kaldığı için değil, tam tersi burada varlığını sürdüren Türkmen Beyliklerinin ve
kabilelerinin bu bölgeden
sürülebilmesi için bu bölgeye yerleştirilen göçebe Kürt
aşiretlerinin kayıt altına alınmasını amaçlamaktadır. Keza Doğu Anadolu’daki bir çok Kürt kabilesi (Zilanlar) buldukları bölgeye, Van kuzeyine Sultan Selim’in döneminde yerleştirilmiştir. Bu yerleştirme, Şah İsmail’in Türkmen kabilelerinin bu bölgeye geri dönüp yerleşmelerini engellemeyi amaçlamaktadır.
Bu süreçte Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da kalan Türkmenler kimliklerini değiştirerek Kürt kimliği ile varlıklarını
sürdürmüşler ve Kürtleşmişlerdir.
Yine Tori’den aldığımız kaynaklarda Türkmen
Ustaç Bey’in kovulmasından sonra Diyarbakır’ın taksiminin daha da detaylandırılmış olduğunu görmekteyiz. Buna göre Diyarbakır
şu sancaklara ayrılmıştır: Amid, Kemah, Harput,
Arapkir, Ergani, İspir,
Bayburt, Kiğı. Aynı zamanda Diyarbakır Beylerbeyliği’ne bağlı 28 sancak oluşturulmuştur
… Bunların Beyleri ve bu Beylerin
oluşturdukları araziler deftere yazılarak Osmanlı’nın vergi topladığı tımarlar olarak ortaya çıkmıştır.
Bir başka ifade ile Kurmanc
etnik oluşumunun
başlangıçı olarak, ilkel komünal toplulukların Osmanlı feodal düzenine göre
yerleştirilmesini alabiliriz.
Sanıldığı gibi Osmanlı, Kürt Beylerinin varlığını kabul etmiş değildi. Tam tersine, Kızılbaş
Türkmenlerin bu bölgeden çıkarılması için bu bölgeye Şafii
Müslümanlar yerleştirilmiştir. Kızılbaş Türkmenler katliamlar ile bu bölgeden uzaklaştırılırken, Osmanlılar tarafından Kürt etnisi dediğimiz yapı bu bölgede
oluşturulmaya başlanmıştır. Daha evvel Arap kökenden gelen topluluklar Osmanlı tarafından Müslüman olarak deftere yazılmış ve bu anlamda Türkmen
olmanın Kızılbaş olmayla eşit olduğu noktada İdris Bitlisi’nin ve Şerefhan’ın
tarihinde kaleme aldığı gibi bölgeden
Türkmenlerin tasfiyesini amaçlayan bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu da bize göstermektedir ki “Burası Kürt
bölgesiydi ve burada yaşayan topluluklar Kürt’tü”
tezinin bir temel dayanağı bulunmamaktadır. Keza Şerefhan bile Diyarbakır’ı,
Meyyafarkın’ı Kürdistan içinde saymaz.
“Kürtler Cinlerin Çocuklarıdır”
Kürt sözcüğü, bu bölgede göçer çoban kabileleri ifade eder. Arapça “Ekrad” sözcüğünden gelir. Bu veriler yorumlandığında, Kürt toplumsal yapısının farklı etniler, farklı statü ve sınıflar
şeklinde bir araya gelişini anlamlandırabiliriz.
Çünkü Kurmanc olgusu Şerefhan’dan sonra, yani Osmanlı’nın
Kızılbaşları buradan çıkarmasından sonra ortaya çıkmıştır.
Keza Karakoyunlu Beyliği içinde yer alan Musul bölgesindeki
bazı Kürt kabileleri ile Karakoyunlular
buraya yerleşmiştir. Bu Kürt kabileleri de İlhanlıların
önünden kaçan Bayat boyları ile gelen kabilelerdir. Burada da dil, 18. yüzyılda geçen Sorani olmuştur. Ve bu anlamda Kurmanclarla Soranlar birbirleri ile anlaşamamaktadırlar.
Kürt Tarih Çarpıtması Devam Ediyor
Tanrı ismi toplulukların kültürel kökeninde
önemlidir. Arapların Allah ismine rağmen, Kürtlerin, Türkmenlerin ve Tatarların Huday-Khuday ismini otantik olarak kullanması önemlidir. Keza bugün Soranlar Kadiri, Kurmanclar ise Nakşibendi tarikatlarındandır. Geçmişte Kadiri olan Kurmanclar günümüzde Nakşibendi olmuştur. (Bulut).
Nakşibendilik Orta Asya’da yayılmış, Bahaddin Nakşibendi’nin sufi yoludur (Togan). Kafkasya ve İran’a Türkistan kafileleri ile yayılmıştır.
Bu olgu da, Kürt Beylerinin Türkistan ile ilişkisine
işaret eder. Diğer
taraftan Kurmanc-Goran
farklılaşmasının
dilsel, dinsel, etnisel, sınıfsal karşıtlığı, Kürt etnileri farklılığından
çok, fetheden ile fethedilen olarak bir araya gelen iki kimliğin aynı süreçte farklı
gelişimleridir.
Türkmenler ve Kürtler birbirlerini yok eden antagonist topluluklardır.
Bunlarda kullanılan Zaza dilinin, yani Gorani'nin nedeni, Harzemşahlar'da hem Türkçe hem Gorani kullanılmasıdır.
Zazaca'yı Türkmen olduklarını saklamak ve
katledilmelerini önlemek
için kullanmışlardır. Ama gerek dinsel
ayinlerinde gerek ozanlarının
şiirlerinde Türkçe kullanmışlardır. Bu iki dillilik Türk toplulukları içinde hep söz konusu olmuştur. Keza tüm Alevi ozanların da şiirleri
Türkçe’dir.
Etnik yapıya baktığımız zaman Kürtlerin
İranlı, Fars, Türk ve hatta Ermenilerden oluşmuş bir topluluk olduğunu Nikitin söylemektedir.
Diğer taraftan da dil olarak Gorani, Helvani, Zazaki gibi
dillerin Orta İran’da ve kuzeydeki topluluklar içinde yer alan, ama Türkiye’ye Cengiz Han döneminde
geldiğini gördüğümüz topluluklarda olduğunu görmekteyiz.
Yüzyılın başındaki Wilsonculuk, tarihsel
ulusal devletlerin yani Marx’ın deyimiyle büyük uluslar olan Türklerin,
Rusların parçalanmasını sağlayan, küçük ulusları yaratan bir tavırdır.
İdeolojik olan bu yaklaşımın, bir etni oluşturmak, hedef seçilen
bölgeyle o etniyi özleştirmek ve orada bir devleti oluşturmak çabasının ürünü olduğu görülmektedir. Batılı devletlerin bu tarzdaki çabasının nedenleri nedir, Kürdoloji enstitülerinin son dönemlerdeki ciddiyetten uzak ama ciddi gibi gösterilmeye çalışılan bu çabalarının nedenleri nedir sorusunun yanıtını Hobsbawm’dan alalım: “Tarih de milliyetçi, etnik, şeriatçı ideolojilerin hammaddesidir. Geçmiş bu ideolojilerin belki
de asıl öğesidir. Eğer
amaca uygun bir geçmiş yoksa her zaman yeniden icat edilmelidir.”
Eric Hobsbawm’ın söyledikleri, Kürt tarihi yaratımının
bugünkü gerekçelerini vermektedir. Yani ebediliği olmadığı gibi tarihsel bir tabanı da yoktur. Ama bugün yaratılmak istenen bir fenomen için geçmiş arama çabasının olduğunu görüyoruz. Etnik milliyetçiliğin
yaratılması için ideolojik bir tarih
yaratmak ve fenomen olan bir tarihi oluşturmak, olmuyorsa zorla oluşturmak gibi bir olgu söz konusudur. 1000 yıldan
beri kesintisiz Türk yönetiminde olan İran, Türkiye ve Türkistan’da bir dizi yeni etni yaratılması çabasını da bundan dolayı görmekteyiz.
Ve bu sürece bakıldığı zaman Kürt etnisi dediğimiz gruplar, Türkmenlerin Anadolu’ya girmesiyle burada var olan Iran unsurlarını kendi yapılarına
almalarıyla oluşmuş bir yapı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Egemen soylular, gulam
askerler, Goran köylüler
olarak biçimlendirilen bu üçlü yapıyı, Kürtleri Kurmanclar ve Goranlar diye ayırma çabaları izleyecektir.
Aslında Kurmanclar ve Goranlar
diye bir ayrım yoktur. Tersine, Kurmanclar Osmanlı’nın oluşturduğu bir etnidir. Büyük olasılıkla da Ermenice bir sözcükten
o dönemde üretilmiş bir yapıdır. Şah İsmail’e karşı
kullanılan Kurmanclar, komünal yapının Osmanlı aristokrasisi tarafından
feodalleştirilmesidir.
Bu yapılar komünal yapıdaki topluluklar üzerinedir.
Emir ve Bey aşiretler üstü merkezi yapının temsilcisidir ve feodaller zamanla Kürtleşmişlerdir. (Nikitin)
Diğer taraftan tarihi gelişimi esas aldığımız zaman, komünal
yapıların oluşturduğu kuzeyli Kürtler ile yani çoban halindeki Bitlis ve bunun kuzeyi Kürtlerle, Diyarbakır, Silvan, Urfa ve
Mardin’de yaşayan toprağa
yerleşmiş feodal yapılar arasında tarihsel bir bütünlük
de yoktur. Çünkü güney, tamamen feodalleşmiş, toprağa yerleşmiş,
ağalardan oluşmuş yapıdadır. Ama diğer taraftan, Nikitin’in de söylediği gibi Kürtler komünal yapıya aşamamış haldedir. Ve Kürtlerin
ilk defa feodal yapıya geçişini Yavuz Sultan Selim’in İdris Bitlisi’ye gönderdiği fermanda detaylarıyla
görmekteyiz. Fermanda bu bölgedeki bütün tımar dağılımlarını elinde tutan ve bölgenin
gelirini, vergilerini toplayan Diyarbakır Beylerbeyini görmekteyiz.
Ve bu Diyarbakır Beylerbeyi İran sınırından Musul’a kadar kalan bütün bölgedeki eyaletlerden vergileri
toplayarak bu ilkel komünal
durumda bulunan yapıları feodal bir yapıya
dönüştürmüştür. Bu, komünal yapıdaki Kürtlerin içsel bir gelişmeyle kendi kendilerine feodal yapıya geçişi değil, Osmanlı ve ondan evvelki Selçuklu Türklerinin tarihsel devrimi ile olmuştur. Yani Osmanlı ve Selçuklu
Türkleri oradaki yerleşik alanı zaptederek kendi yapılarının rönesansını oluşturmuşlardır. Yapılan Türk akınları, oradaki yerleşikleri culduk-reaya haline getirerek feodalleşmelerini sağlamıştır. Yoksa Kürtlerin aktör olduğu bir gelişmeyi tarih boyunca görmemekteyiz.
Şerefhan, Kürtlüğü Müslüman kimliğiyle ortaya çıkarmakta ve yazdığı kitapta Arapların tarihini anlatmaktadırlar.
Yani bize Şerefname’de Kürt tarihi diye Arapların tarihi anlatılmaktadır.
Daha sonraki Kürt tarihi döneminde Safevilerin, Akkoyunluların,
Karakoyunluların savaşları, ondan sonra da Kaçarların tarihi anlatılmaktadır.
Ve böylelikle on binlerce sayfa da yazılsa esas olarak Kürtlerin
aktör olarak var olabildiği tek bir tarih söz konusu değildir.
Bu boyutuyla bakıldığı zaman Kürt tarihi olarak anlatılabilecek
Kürtlerin oluşturduğu bir devlet, Kürtlerin oluşturduğu bir aktivite, bir kolektif aksiyon söz konusu değildir. Buna en tipik örnek
olarak bugün Kürtlerin başkent olarak ileri sürdükleri Diyarbakır’ı
gösterebiliriz. 1500’lü yıllarda Türkmenlerden alınması için Yavuz’un Kürt denilen unsurlara “Gidin orayı alın:” dediği zaman “Biz alamayız. Siz alın bize verin.” konumunda kalmışlardır. Bu da göstermektedir ki, bu kabilelerin kolektif bir aksiyonu tarih boyunca olmamıştır. Ne bundan önce ne bundan sonra görülmüş
bir olay değildir. Ve bu da Nikitin’in açıkça söylediği “Kürtler ilkel komünal yapıda bir topluluktur, komünal yapıdan çıkmadıkça ulus devlet olamaz.”
tezini doğrulamaktadır.
Ama bugünkü Kürdoloji Enstitüleri,
Kürtlerin prensleri, kralları ve hanedanları
olduğunu ileri sürerek, kabile yerine klan sözcüğünü kullanarak bunu sağlayabileceklerini düşünmekte ve hatta bir taraftan kimliklerinin, kökenlerinin, dillerinin ne olduğu bilinmeyen Hurrilerin Kürt olduğunu söylerken, Hint- Avrupa dili konuştukları ve Aryen olduğunu
söyledikleri Medlerin, Mitannilerin
de Kürt olduğunu
söyleyerek kendi içlerinde çelişkili bir duruma düşmektedirler.
Farsların egemen olduğu yerde Kürtçe’nin
Farsça’dan başka bir biçim olmadığı gerçeğinin ortaya çıkması
karşısında bütün söylediklerinin bilimsel olmadığı noktasına gelmektedirler.
Yeni Kürt tezlerine göre, bütün Anadolu’nun antik tarihini Kürtler oluşturmaktadır. Romalılar Kürtleri bu bölgeden
sürdüklerinden, Türkmenler Anadolu’ya geldiği zaman Kürtleri orada bulamamışlardır.
Kürtlerin olmaması nedeniyle Selçuklular Anadolu’ya rahatça
girmiştir. Izady’nin şu itirafı Antik tarih tezini bütünüyle çürütür: “Bizanslıların boşaltılan bölgelere yeniden nüfus
yerleştirme girişimlerine rağmen yüz yıldan daha az bir süre sonra Malazgirt Savaşı’nın ardından büyük bir Türki göçebe seli Anadolu’ya girdiğinde söz konusu bölgeler neredeyse tümüyle boştu; Türki göçebeler Bizanslıların boşalttığı bölgeleri neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan çabucak kendi denetimleri altına aldılar. Ermeni yerleşimciler ancak Yukarı
Ceyhan ve Seyhan Nehirlerinde Zeytun dolaylarındaki Kilikya yaylalarına
çekilebilirken, Aramiler kırsal bölgeyi, geldikleri zamanki gibi boş bırakıp bölge şehirlerine (örneğin Adıyaman, Antep, Urfa) çekilerek büyük ölçüde ortadan kaybolmuşlardı. Kendilerine dokunulmayan daha önceki Kürt sakinler doğal olarak işgale
karşı direnecek ve bölge, orada olağanüstü
çoğalarak en sonunda Bizans
Devleti’ni ele geçiren bu göçebeler için kolay lokma olmayacaktı. Kürtler yüzlerce yıl süren ayrılıktan sonra ancak şimdi barışçıl ve organik bir şekilde bu bölgelere
yerleşmeye başlıyorlar.”
Ermenileri, Gürcüleri ve Nasturiler gibi unsurları Kürtler dışında tutan ikinci kuşak tarihçilerin yerini, “Süryaniler de Kürt’tü, Kapadokya da Kürt’tü, Ermeniler de Kürt’tü” deme noktasına
gelmekte olan bugünkü kuşak tarihçiler
almaktadır.” (Izady)
“Bizanslılar kısa bir süre içinde neredeyse tamamen Kürt olan ve Hıristiyan olmayan nüfusunu
acımasızca göç ettirmeye ve
katletmeye giriştiler.
Bizanslılar Fırat’ın batısındaki bölgelerde, Yukarı Kızılırmak havzasında ve Doğu Toroslar'da, Commanege, Kapadokya, Doğu Pontus ve bir ölçüde Cezire bölgelerinin
antik dönem Kürt sakinlerini köklerinden sökmeyi başarmışlardı.
Bizanslılar onların yerine, İmparator Nicephorus Phocas döneminden başlayarak Eski Kürt topraklarına Hıristiyan Aramileri ve Ermenileri yerleştirmek gibi bir program başlatmışlardı.” (Izady)
Etni canlı bir olgudur. Uygarlıkların,
devletlerin, halkların sürekli yok olması gibi yeniden doğması
da bir olgudur.
Keza, Kürtlerin kadim tarihsel başkenti
olduğu ileri sürülen Diyarbakır’ın 16. yüzyılda bile Türkmen şehri
olduğu, Akkoyunlulara başkentlik yaptığı, İlhanlılar ve Selçukluların bir şehri olduğu
gerçeği göz ardı edilir.
III. Kuşak yazarlar Medlerden de geri gider, kökeni ve dilini bilmedikleri
Hurrilerin, Guttilerin Kürt olduğunu, Avrupalıların, Avrupa’ya göçen bu ilk Kürtlerin
torunları olduğunu, geride kalanların ise günümüz
Kürtlerini oluşturduğunu yazarlar.
Tarih atlasını önüne alıp Kürdistan
olduğunu varsaydıkları coğrafyada tarih boyunca yer almış devletlerin Kürt
Devleti olduğunu yazarlar. Ama bu
devletlerin dilini de, etnik bileşimlerini de bilmeksizin Kürt sayarlar. Oysa günümüze
kalmış ne bir Kürt parası, ne bir Kürt yazılı anıtı, ne de Kürtçe bir alfabenin olmayışını
sorgulamazlar.
Kaldı ki Kürtlerin antropolojik olarak ilkel komünal yapılarını geçen yüzyılda bile koruduğu Minorsky tarafından
belirtildiği halde, Kommenega Hanedanlığı’nın, Ermeni Hanedanlığı’nın
ve Süryanilerin Kürt olduğu şeklinde bir tez ileri sürerler.
Daha sonra tüm antik tarihin ve bu hanedanların tarihini Kürt tarihi olarak yazarlar. Safevilerin Kürt olduğunu, Kaçarların Kürt olduğunu yazacak kadar tarihten koparlar. Kürt’le hiçbir ilgisi olmayan
etnilerin, devletlerin, ulusların, uygarlıkların tarihini anlatan
binlerce sayfalık
çarpıtılmış tarih, Kürt tarih yazımı olamaz.
Ekrad Kimliği
Yavuz Sultan Selim’in örgütlediği ve günümüzde Kurmanc ve Soran kimliği ile öne çıkan toplulukların Sultan Selim öncesi
kimlikleri nelerdir?
Izady’nin vurguladığı gibi Doğu Anadolu’daki Abbasiler sonrası tüm Müslümanlar, Ekradlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Romalılar
tarafından sürülmüştür. Ermenistan bölgesinde 16. yüzyılda Sorani dilinin ve Kurmancinin yayılım aşamalarını Izady’nin haritalarında gördüğümüzde, Urumiye Gölü ve Van Gölü arasında 12. yüzyılda yer almaya başlayan
Kurmancların 13. ve 14. yüzyılda Bitlis’e doğru göç
ettiğini, 15, 16 ve 17. yüzyılda ise Güneydoğu Anadolu’ya uzandığını
görmekteyiz. Bu yayılım ile Selçuklunun Anadolu’yu Bizanslılardan
alması sürecinde bu bölgeye yerleşen Türkmen kabilelerle beraber Kurmancların bu bölgede görülmeye başlaması anlamlı bir beraberliği
gösterir. Akkoyunlular ve Karakoyunlular döneminde Anadolu’ya doğru ilerleme göze çarpar. Keza Yavuz sonrası 16. yüzyılda
Güneydoğu Anadolu’ya ilerlediklerini görmekteyiz. Bu boyutuyla bakıldığında
Kurmancların bu bölgede görülme dönemi ve dilinin gelişmesi ile Türklerin bu bölgede
yerleşmesi arasında birebir ilişki vardır. Bu ilişki de Türkmenlerle birlikte Anadolu’ya gelmiş, daha sonra Osmanlılar tarafından Müslüman
olduğu için korunmuş olan bir etninin gelişimi tarihini Izady’nin dil yayılım haritasında Kurmanci ve Sorani’nin
yayılımını
görmekteyiz. … Bu kabilelerin Kızılbaş oldukları için bölgeden
çıkarılmasından sonra bu bölgeye, dağlık bölgeden gelen Kurmancların,
Soranların yerleştirildiğini ve bunların dilinin geliştiğini
görmekteyiz. Bu dilin de Sultan Murat’ın Bağdat’ı almasıyla birlikte gelişmeye
başladığını görmekteyiz.
Bu haritaya bakıldığında Osmanlının bu bölgedeki
egemenliği süresince Müslüman bir etniyi geliştirmesi sürecini açıkça
görmekteyiz.
Sahte Belge İle Tarih Yazımı
Kürtlerin Aryen olduğu iddiası ile ortaya çıkan Kürt tarih yazıcıları, Aryenlerin dinlerinin Zerdüşt olduğundan hareketle, Kürtlerin İslam öncesi dinlerinin Zerdüşt
olduğunu ileri sürerler.
Kürtlerin Musul’dan tehciri
konusundaki uydurma hikaye, günümüzdeki Kürt hareketinin Musul’u ve
Kerkük’ü işgali
için yoktan var edilmiş, uydurulmuş bir tarihtir. Gerçekte ise Kürtler, Kuzey Irak’ta ilk kez Karakoyunlu Türkmenleri ile birlikte 14. yüzyılda görülür. … Soranlar Sultan Murat’ın Bağdat’ı Safevi Türkmenlerinden alması ile bu bölgeye
yerleşmiş ve gelişmişlerdir.
Somut Verilerle Tarih Yazımı
Kurmanc ve Soran kimliği gelişimi öncesi, yani Abbasiler döneminde
“Ekrad dediğimiz kabileler kimlerdir?”
sorusunu açıklıkla
tartıştığımızda burada Goran, Lur,
Kelhur, gibi İranileri
görmekteyiz. Goranlar Kürtler tarafından Yezitler, Yezdaniler olarak dışlanmış İrani bir topluluktur.
Kurmanc kabileler tarafından
reaya olarak köleleştirilmiş toprağa yerleşik gruplardır. Bu anlamda Kurmancların soylu
aşirler olarak üst tabaka şeklinde bu topluluklar üzerine
yerleşmesi, Kurmanc Beylerinin kökenlerinin de Türkmen veya Arap olması olgusunu karşımıza
çıkarır.
Yezdani ya da Alevi Türkmenler olarak Doğu Anadolu’da gördüğümüz Zazalar, esas olarak Harzemşahların, Selçukluların, Akkoyunluların Anadolu’ya gelmesiyle Anadolu’da gözükürler. Doğu Anadolu ve Irak’taki göçebe aşiretler Akkoyunlu Hanlığı’na
dönüşerek Osmanlı’yla rekabet eden bir
imparatorluk oluşmuştur.
Osmanlı’yla savaşa giren Akkoyunlu Uzun Hasan’ın savaşı kaybetmesi sonrası
başkent, Diyarbakır’dan Tebriz’e taşınmıştır. Şah İsmail’in
Türkmenlere dayanarak bu bölgede egemenlik kurması, Yavuz’la Şah İsmail
arasında bölgedeki ticareti kontrol etmek
ve dünya ticaret sisteminde egemenlik için önemli bir çatışma noktası oluşturmuştur. … Kürt tarih yazıcıları ise buradan ileri giderek Safevileri de Kürt devleti olarak tanımlamak
gibi bir saçmalığa düşmektedir. Bu tutarsızlığın temel nedeni de Şafii
Kurmancların Kızılbaş Safevileri bu bölgeden çıkartmak ve Anadolu’daki egemenliklerine son vermek ereği ile Osmanlı
tarafından bu bölgeye yerleştirmiş olmaları
gerçeğini gizleme çabasıdır.
Açıkça bilinmektedir ki,
Safeviler Türkmenliğin en açık
konumlarından birini oluşturmaktadırlar. Dinsel olarak da baktığımız zaman Safevilerin Kızılbaşlaşması ile Alevi Türklerinin
Kızılbaşlaşması aynı sürece denk düşmektedir. Akkoyunlu’da Sünni
olan Türkmen Beylikleri ve Zazalar Şah İsmail’le beraber Kızılbaşlığa
geçmişlerdir. Buna karşılık Yezidi olan bazı
Kürt kabileleri (Goraniler gibi) Osmanlı’yla beraber Sünniliğe daha doğrusu
Şafiiliğe geçmiştir.
İmamı Şafii’nin ideolojisi 9. ve 10. yüzyılda İmam Hanefi’yle beraber ortaya çıkmasına karşılık, gelişimini Selçuklu veziri Nizam-ül
Mülk’ün Şafii olmasıyla sağlamıştır. Nizam-ül Mülk Şafii medreseler açarak Şafii mezhebinin gelişmesini ve daha fazla yaygınlaşmasını
sağlamıştır. Bu da göstermektedir ki güneydoğudaki
Şafii Kurmanc kabilelerin kökeni İran’dan gelmektedir. İran’daki
bu kabileler Türkmenlerle beraber sürüklenerek Anadolu’ya gelmişlerdir.
Selçuklular sonrası Anadolu’ya gelen Türkmen kabilelerin Şafii
kimliğinin ön plana çıkmış olması ve bu kabilelerin Şafii oldukları için Yavuz tarafından Kızılbaşlara karşı
kullanılması etnik yapılarının gelişmesine yol açmıştır.
Keza Gorani olarak gördüğümüz Lorlara geçen, oradan da Lok ve Lorlara geçen eski Pahlevice dili konuşan gruplar ile yeni Farsi dili Tacikçe’yi konuşan Kurmanc ve Soranlar aynı Tacikler gibi İran’ı
zapt etmesinden sonra eski Farsça’nın değişerek yerine geçen yeni Farsça’nın
konuşulduğu topluluklardır. Bu dil Türkistan’da Tacikçe’dir, Afganistan’da Tacikçe’dir
ama İran’da ve Anadolu’da Kurmanci
ve Sorani olarak gelişmiştir.
Bu haliyle bakıldığı zaman yeni Farsça’nın dilleri olarak Orta Farsça İran’da, Tacikçe Afganistan, Horasan ve
Orta Asya’da, Kurmanci Güneydoğu Anadolu’da Sorani ise Kuzey
Irak’ta gelişmiştir.
Kürtlük ile bağlantısı olmayan, eski sönümlenen
İrani topluluklar olarak tanımlanan Goraniler ise diğer
Kürt gruplar tarafından reddedilmektedir.
Toplum Bilimlerinin Gelişimi ve Tarihi Devrimler
Şafii-Yezit ilişkisi efendi-köle ilişkisi biçiminde Süleymaniye ve güneyinde devam eden bir ilişkidir.
Bu ilişkiye bakıldığı zaman Kurmanclar-Dımıliler, Soranlar-Goranlar şeklinde ikili bir toplumsal
formasyon oluşmuştur.
Arapların İran’ı işgali ile yeni Farsça, Tacikçe olarak ortaya çıkmış,
Kurmanci ve Soranice yeni bir dil olarak Osmanlı döneminde gelişmiştir.
Kürt Kimliği, Millet ve Milliyet
Gerçekte Kürtler millet, milliyet aşamasına hiçbir zaman ulaşamamış,
Türk süperetnosu içinde kalıntı kimera etniler olarak varlığını sürdürmüştür. Bir grup ise Osmanlı’nın
onlara sağladığı imkanlar ile Kurmanc
ve Soran olarak gelişmiştir.
Goranların ve Dımılilerin kalıntı kimlikleri yok olup tükenirken, Kurmanclar ve Soranlar
kendilerine sağlanan olanaklarla kimliklerini geliştirmişlerdir.
Türk Kimliği Bir Süperetnostur
Arapların kullandığı Ekrad sözcüğü de esas olarak Kürt
etnik kimliğini değil dağlık bölgedeki “El Cebel” göçebeleri
tanımlamaktadır. Bir anlamda Araplaşmış Farslıları temsil etmektedir.
Türkmenlerle beraber gelmiş olan Farsi dil konuşan
egemen gruplar (aşirler), Akkoyunlu Hanlığı’nda federasyonlar içinde
açıkça görülen İrani etniler yerli bir yapı olmayıp Anadolu’ya ve İran’a
Türklerle birlikte gelmişlerdir. Keza benzer şekilde
Kürt tarihçiler “Kürtler buranın yerli ırkıydı, etnisiydi.” derken
aynı çelişkiye düşmektedir. … Kürt tarihçilerinin ata olarak gördükleri Hurriler ve Gutiler fetihçi Mitanniler tarafından köleleştirilmişlerdir.
Bu açıdan bakıldığı zaman bölgede
yerleşik devamlı bir etni, bırakınız 7000 yılı 700 yıl bile kalamamaktadır.
Bunların sebebi açlık, katliam, mikrop, salgın hastalıklar, kılıç ve oktur. Zapteden
kabile zapt edileni ya topluca öldürür ya topluca köle yapar. Köle yaptığında
da hadım ederek o ırkın etnik olarak varlığını
sürdürmesine izin vermez.
Diğer taraftan tarih boyunca
bu bölgedeki
açlıklar yaygın bir olaydır. Günümüzde bile bu bölgedeki insanlar açlıktan
kırılmaktadır. Tapınaklar açlık düzenini korumak için tahıl deposu olarak kurulmuştur.
Günümüzdeki dinsel grupların yardımı da dinsel oruçlarda bu eski tapınaklardan yetersiz gıda stokunun kullanımını
düzenleyen kurallardan gelmektedir.
Bu sürece tarihsel devrim açısından
bakıldığı zaman Kürt olduğu ileri sürülen topluluklardaki komünal
yapının feodalleşmesi de içsel bir dinamikle olmayıp
aynı şekilde Osmanlı’nın bu bölgedeki kurduğu düzenle
sağlanmıştır.
Tarihsel olarak bu bölgede var olan krallıklarla,
hanedanlıklarla bugünkü Kürt kabilelerinin ilişkisini kurmak, 7000 yıldan
5000 yıldan bu yana hiçbir değişiklik olmamış gibi bunları bulmaya çalışmak tarihsel bir çalışma
olmayıp politikadan başka bir şey değildir. … Tarih yazımına
baktığımızda özet olarak Kürt diye bir kimlik olmadığını
ama Türk süperetnosu içinde Türkmenlerle gelmiş Orta Asyalı-İrani topluluklar olduğunu
görmekteyiz. … İslam olgusunun bütünleyici
rolü Arap süperetnosunun oluşumunda olmuştur. Türk süperetnosunun önünde ise bir engel oluşturmuştur.
Sünni ve Alevi bölünmesi Türklüğü, İran-Doğu Anadolu Türklüğü ve Osmanlı
Türklüğü olarak ikiye bölmüştür. Keza Türkistan
Türklüğü ile İran Türklüğü Sünni-Şii ayrımı ile bölünmüştür.
Tarih Tezi ve Kürt Tezinin Eleştirisi
Kürt tarih tezi aslında teritoryal ulus yaratma projesinde ulusun önemli öğesi olan etni, dil, din yerelliği, esas olarak da tarih yazımıdır.
Vulgar (kaba) bir
yorumla, “uluslar 20. yüzyılda kapitalizm ile
birlikte ortaya çıkmış, ulusal pazarlar için oluşmuş birliklerdir” tezini eleştiren Antony Smith, aslında
ulusların etnik kökeninin tarihsel bir süreç
içinden geldiğini ve ulusların tarihin bir süreci
olarak karşımıza çıktığını vurgulamaktadır. Bu anlamda tarihi materyalist bir yorumla baktığımız zaman Marx’ın da vurguladığı gibi gerçekten tarihsel uluslar vardır. Bu uluslar Türk, Arap, Alman ve Fransız
ulusu gibi tarihsel süreçlerin sonucu olarak karşımıza
çıkmıştır. Bu anlamda da tarihi büyük uluslar, etnik kökenlerindeki
homojenleşme ve bütünleşme dillerindeki bütünleşme,
kültürel ve dinsel bütünleşme ile bir coğrafi
bölgedeki kalıcılıkları ile tarihsel süreçte oluşurlar.
Daha sonra binlerce
etnili dünya sistemine göre büyük
ulusların parçalanması amacına giden Wilson
prensipleri uyarınca etnilerden ulusçuklar ve devletçikler
oluşturma politikası gündeme gelmiştir. Bu boyutu ile bakıldığında bu etnilerden devletçikler
oluşturma politikası nedeniyle çarpıtılmış, yapay tarih kullanılmıştır.
Bu anlamda örnek olarak Tacik ulusu yaratan Stalin, Taciklere, Taciklerle hiçbir ilgisi olmayan Samani Devleti’nin tarihini Tacik tarihi olarak esas aldırmıştır. Benzer şekilde
Özbeklerin tarihini Altınordu- Çağatay Tatarlarından koparmak için Timur temelli bir tarih almış ve Türk tarih bütününden koparma yolunda ilerlemiştir.
Kazaklar, tarihi kökleri olan Altınordu
Tatarlarından koparılmaya çalışılmış, Azerilere kökleri olan Selçuklulardan,
İlhanlılardan, Çağataylardan, Akkoyunlardan,
Safevilerden, Afşarlardan ve Kaçarlardan kopuk, Türk tarihi bütünlüğünden ve kesiksiz tarihsel bütünlüğünden ayrı yapay bir Azeri ulusu oluşturulmaya çalışılmıştır.
1000 yıldan beri Türkleşmiş bir bölge olan İran içinden bir Fars devleti çıkarabilmek için Sasani öncesi bir Fars kimliğinin diriltilmesi çabasıyla
bir tarih yaratımına girilmiştir. Bunun ilk adımı Türk isminin yerine Azeri isminin ön plana çıkarılması olmuştur. Bu boyutuyla bakıldığında
günümüzde İran Türklüğünün bir parçasını oluşturan Azerbaycan Türklerinden Azerbaycan ulusu gibi ayrı bir ulus yaratılması çabası bu tip yapay tarih yaratımına bir örnektir. Azerbaycan tarihi Türkmenlerin Anadolu’ya gelmesi ile
oluşmaya başlayan bir tarihtir.
Sovyetlerin etkisi ile yaratılan Azeri ulusu deyimine Türkçüler baştan beri karşı çıkmış, Azerbaycan Türklüğü, Kafkas Türklüğü, İran
Türklüğü veya Kafkasya-İran Tatarlığı adlarını
kullanmıştır. Resulzade’nin karşı çıktığı gibi “Azeri” ismi Ruslar tarafından ortaya sürülmüştür. Bugün ise bazı Azeri milliyetçileri Azerilerin burada 10.000 yıldan beri var olduğunu öne sürdükleri bir tez ile Rus tarih tezi doğrultusunda yeni bir tarih yaratma
uğraşısına girmeye başlamışlardır.
Bunun çok daha tipik olanı Kürt tarihi yapımında
kullanılan tezlerdir. Kürt tarih tezinin esas öğesi Kürt tarihinin birinci dönem orijinal yazarı olan Şerefhan, Yavuz Sultan Selim döneminde Şah İsmail’e karşı bu bölgedeki (Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak) Akkoyunlu Beyliği’nin devamı olan Safevi iktidarındaki Türkmenlerin bölgeden
Kızılbaş olarak kovulmasını amaçlayan bir politikanın
ürünü. Bu bölgede daha önce Abbasiler dönemindeki Arap kökenli
Müslüman etnik kimliğin öne çıkarılması
politikasıyla Kurmanc etniği oluşturulmuştur. Kurmanc etnisinin oluşturulması için Osmanlı Devleti buradaki
kabileleri toprağa
yerleştirmiş ve bunlara Osmanlı toprak düzenine göre
tımar ve zeametler vererek sancak ve livalara göre düzenlemiştir. Diyarbakır
Beylerbeyliği’ne bağlı olarak ataması ve Diyarbakır
Beylerbeyliği’nin Cezire’den Kuzey
Irak’a kadar devam eden egemenliği bölgesi olarak Osmanlı’ya bağlı olması temelinde bir tarih yazımıdır.
Ekrad = Kürt!!!
Şerefhan’ın Şerefname’de bahsettiği “Ekrad”lar, Arapça’da
Mezopotamya çevresindeki dağlık bölgelerde (El Cıbar) yaşayan göçer kabilelere verilen bir isimdir. Fakat Ekradlar bu tarih yazımında Kürtler olarak çevrilmiştir. Oysa Ekrad’la Kürtlük
arasındaki bir bağ yoktur. Günümüz Kurmanc ve Soranları ile Şerefname’deki kabileler arasında bir süreklilik yoktur. Tersine Ekradlar, Abbasiler döneminde İran veya Anadolu bölgesindeki dağlık bölgede yer alan kabilelerden, Araplaşmış İranlılardan, Anadolu’da Müslümanlaştırılmış topluluklardan oluşmaktadır.
Bu anlamda bir Kürt kimliği ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur, çünkü Ekrad kelimesi dağlık bölgelerdeki göçebe kabilelere verilen bir isimdir.
Abul Farac’da da
Ekradlar, Maade Dağı’ndaki
ilkel komünal ana hanlık topluluklar olarak küçük bir bölümde geçmektedir. Kurmanc ve Soranların
Osmanlı etnisi olması dışında günümüzde tarihsel bir kaynak söz konusu değildir.
Somut tarihi kökleri olmayan Kürt etnisi üzerine tarih yazımı giderek bu bölgedeki
toplulukların arkeolojik gelişmeler ışığında bölgede görülen Persler için de Medlerin varlığı
ve Medleri Kürt olarak yorumlama anlayışı gündeme gelmiştir. Oysa Persler ve Medler Akameniş iktidarı döneminde bir etnos olarak bütünleşmiş, Med ve Pers diye ayıramayacağımız bir topluluk olmuştur. Bunun ötesinde Medlerden daha da geriye giderek Hint-Avrupa kökenli olan Medlerin yanında,
Mezopotamya çevresindeki dağları kapsayan bölgede yaşayan ve Aramice konuşan Hurrilerin ve bunların
devamı Gutilerin Kürt olduğu ileri sürülmüştür. Ama Hurrilerdeki “H” harfini “K”ye çevirerek çıkan bir Kürt kavramı keza Guti’dcki “G” harfini “K” yaparak bir Kürt anlamında yorumlamaktan öteye
gitmeyen bu kavramla Kürt kavramı yaratılmaya
çalışılmaktadır.
Yani … Kürt coğrafyası olarak tespit edilmiş
bölgedeki tüm devletleri, tüm etnileri, krallıkları,
hanedanlıkları Kürt kabul eden bir anlayışla Kürtlerin ne olduğunu gizleyen, gerçekten Kürt etnisinin kimliğini bulmak istemeyen bir tarih yazımı ortaya çıkmıştır.
Tarihi Çarpıtmanın Gerçek Nedeni
Orta Kürdistan, Güney Kürdistan, Batı
Kürdistan, Uzak Batı Kürdistan, Kuzey Kürdistan gibi su, petrol, gaz ve benzeri stratejik kaynaklara ve stratejik alanlara
sahip olan bölgeler
Kürdistan olarak belirlenmiş, bu bölgede yaşamış
halkların da Kürt olduğunu savunan stratejik hedefe göre tarih yazımına geçilmiştir. Bu da olmayan bir tarihi, olmayan bir etniyi yaratma çabası yani en azından
uluslararası sözde bilimsel camiada veya
politik camiada bir Kürt
ulusu ve Kürt devleti yaratma çabasının bir ürünü olarak yüzyılımızda emperyalist hedefli bir tarih yazımıdır. Bu aslında, Kürt kimliği yerine Türkiye’nin
Irak’ın bölgelerinde bir devlet oluşturma çabasının ürünüdür.
Geçmişte İran için uygulanan bu
emperyalist strateji sayesinde bin yıl kesintisiz süren Türk egemenliği altında
Türkleşen İran’da Batılılar yapay bir Farsi kimlik
yaratarak İran petrolleri üzerine egemenlik
kurmuştur. Bugün de Türkiye ile Iran arasına bir kama gibi sokulan Kürdistan yaratma projesi aynı ereği taşımaktadır.
Zaza “Kim”liği
ve Alevilik
Diyarbakır, Hakkari ve İmadiye bölgesinde Sultan Selim tarafından
Şafii Kurmancların yerleştirilmesi, Kurmanc oluşumunu başlatmıştır. Keza Soran oluşumu Musul, Süleymaniye’de daha sonraki dönemde
Sultan Murat’ın Bağdat’ı almasıyla gelişmeye başlamıştır.
Diyarbakır, İlhanlı Devleti’nin bölgedeki başkentidir. Keza Akkoyunlular da Diyarbakır’ı başkent yapmıştır. Safevi Hanedanlığının Akkoyunlu İmparatorluğu’ndan
iktidarı devralması sonucu bu bölgede Türkmen federasyonlarının
oluşumu değişmeksizin Safevi Devleti’ne geçmiştir. Yavuz’un Safevi Devleti’nin kontrolü altındaki Güneydoğu Anadolu’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan ticaret hattında Osmanlı egemenliğini kurmak için başlattığı doğu seferi, bu bölgeden Alevi Türkmenleri
sürmüş, yerlerine Şafii Kurmanc ve Soranları
yerleştirmiştir.
Zazaların gelişim süreci
Diğer Ekrad kabilelerinin de
Arap kökenli kabileler olduğu yine Şerefhan
tarafından vurgulanmaktadır ki burada da bazıların iddia ettiği gibi bir çelişki
bulunduğu söylenemez. Çünkü Şerefhan, Ekradları bir etnisite olarak değil farklı dönemlerde bölgeye gelmiş göçer kabileler olarak vurgulamaktadır.
Akkoyunlu hanedanı yerine Safevi hanedanı
geçince, Akkoyunlu hanedanına bağlı Sünni Türkmenler olan bütün bu kabileler, daha sonra Safevilerin Kızılbaşlığı Türkmenlerin devrimci ve merkezi otoriteye
karşı isyancı ideolojisi olarak Osmanlı’ya karşı devreye sokmasıyla Sünniliği terk etmiştir.
Türkmen Kabilelerinde Aleviliğin Gelişimi
Safevi Kızılbaş etkisiyle bu bölgelerdeki
kabileler Türkmen kabileleriyle birlikte
Alevi kimliğine
geçmişlerdir. Uzun Hasan’ın Fatih Sultan Mehmet ile çatışması ve Otlukbeli Savaşı, onu takip eden Sultan Yavuz’un Şah İsmail ile çatışması, Doğu Anadolu ve İran’daki
Türklük ile Osmanlı Türklüğü arasındaki tarihsel çatışma olarak karşımıza
çıkmıştır. 16. yy’da Türkmenler gibi bazı etnilerin Osmanlılar
tarafından yok edilirken, Kurmanclar gibi bazı etnilerin geliştirilip
güçlendirilmesi açıklıkla görülmektedir. Başka bir bölgede ise Akkoyunlu ve Safevi devletinin ana unsuru olan Türkmenlerin yanında yer alan Ekradlar Türkmenlerle birlikte davranarak Kızılbaşlığa geçmişlerdir.
Alevi Türkmenlere Karşı Osmanlı
Politikası: Kurmanc Olgusunun Yaratılması
Yavuz ile Şah İsmail arasındaki mücadelede güç
dengelerine bağlı olarak güneydeki Ekrad kabilelerin sürekli saf değiştirmeleri olgusu, Şah İsmail’in yenilmesi sonucu bu kabilelerin Şafii kimliğini öne çıkarak Yavuz’a yanaşmalarıyla sonuçlanmıştır.
Türkmenlere karşı Osmanlıların tarafına geçen Ekrad taifelerinin tarihini Şerefname ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Bu süreçte dağlara sığınan Türkmen kabileleri katliamlardan kurtulmak için; federasyonlarında yer alan, Çemişkezekler ve Pazukiler gibi aslında Türkmen olan, Selçuklularla İran’dan gelen çift dilli ve Türkçe’nin yanı
sıra eski Pehlevice lehçesini kullanan Celaleddin Harzemşahlıların bir kolu olan kabileler gibi eski Harzemce ve eski Partça lehçelerine dönmüşlerdir.
Türk topluluklarında iki dillilik hep görülmüştür. İşte Osmanlı’nın
Türkmen katliamından kurtulmak için pek çok Türkmen kabilesinin günlük
hayatta Türkçe’yi kullanmayı bırakmaları, ama Kızılbaşlığın dinsel ritüellerinde
Türkçe’yi kullanmaya devam etmeleri buradan
kaynaklanmaktadır.
Bu bölgedeki Türkmen kabileleri ve bunların
içindeki Çemişkezekler, Pazukiler gibi bugün Erzincan bölgesinde
yaşayan Zaza olduğunu öne sürdüğümüz kabileler, aslında eski Harzem dili olan bugünkü Zaza dilini, dışarıya karşı katliamlardan kurtulmak için kullanmışlardır. Sultan Murat zamanında devam eden Türkmen
katliamlarından kurtulma çabası olarak da bu dilsel gizlenme yolu seçilmiştir Bu kabilelerin Selçuklular ile birlikte İran
üzerinden geldiği ve Melikşah’a bağlı kabileler olduğu
Şerefhan’da da açıkça vurgulanmıştır.
Zazaca Konuşanlar Türkmen Topluluklarıdır
Günümüzde Tunceli, Erzincan ve
Varto’da Zazaca konuşanlar
aslında kuzey Türkmen topluluklardır.
Alevilerin Türkmen kimliğine karşın, Alevileri Zaza, Zazaları
da Kürt sayma çabası, Kürtçülerin en eski çarpıtmalarındandır.
… Şafii Kurmanclar ile Alevi
Zazalar veya Zazaca konuşan
Türkmenler arasında tarihsel olarak da güncel olarak da antagonist olarak birbirini yok eden, birbiriyle çelişen topluluklardır. … Bu çelişkiyi yok sayarak Kurmanclar ile Alevileri aynı Kürt milleti içinde saymak, aslında artı ve eksinin birbirini yok etmesi gibi Kürt bütününü yok edecek bir tezdir.
Dersimli … oymaklar
veya uşaklar isimlerini ilk dedeleri veya geldikleri yerden alırlar. Bu aslında Türkmen
oymaklarının isimlendirilmesinde geçerli olan genel kuraldır. Ocaklar ise pirlerin, dedelerin ve babaların isimlerine göre ayrılırlar.
Zazalık Türkmenlerin Eski Farsça Konuşması Olgusudur
“Zazalık” Türkmenlerin eskiden beri içlerinde yer alan bazı
toplulukların eski Farsi dilini konuşmaya başlaması olgusudur. Bu Alevi topluluklar Safevilerle birlikte Sünnilikten çıkarak Kızılbaşlığa
dönen Türkmen ve onlara bağlı Farsi gruplardır.
Bunların Arap Aleviliği veya Sasani Yezdaniliği
ile hiçbir ilişkisi yoktur.
Bu grupların eski mezar taşlarında
görülen koç çizimleri kökensel olarak Akkoyunlu ve Karakoyunluları işaret etmektedir. Aslında
Koyunlular Ak yani batı ve Kara yani kuzey-doğu
başlığıyla ayrılan Türkmen boylarıdır. … Kızılbaş Türkmenlerin Zazalaşmasının
tek nedeni Yavuz Sultan’ın Doğu Anadolu’da egemen olmasından sonra hayatta
kalabilmek mücadelesidir.
Anadolu Türkmen Aleviliği ve Yol Ayrımları
Şah İsmail’in Şia fıkhı ile devletleşmeye başlamasıyla birlikte bu Türkmenler
Şah İsmail ile de çelişmeye başlamıştır. Esas olarak Osmanlı
ordusunun, yeniçerilerin ideolojisi olan Hacı Bektaşi Veli’nin yolu ile Safevi Şiiliği ve Türkmen Şahkulu yolu arasında Alevi kitleler sıkışmaya
ve yol ayrımına gelmeye başlamıştır.
Başlangıçta Türkmen ağırlıklı olan Osmanlı ordusunda Bektaşilik
yeniçerilerin ideolojisini oluştururken, Şah İsmail’in Şiiliği
seçmesiyle Türkmenler iki kutup arasında kalmıştır. Osmanlı ile Türkmenler
arasındaki geleneksel çelişki giderek Şah İsmail ile Osmanlı
çelişkisine eklemlenmiştir. Oysa Safevi ve Osmanlı çelişkisi dini ve mezhepsel değil aslında daha çok ekonomik nedenlidir ve dünya sisteminin en önemli ticaret yollarından birine ve Basra Körfezi’ne
sahip çıkma mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Anadolu Aleviliğinin yol ayrımı
Şahkulu’nun Şah İsmail tarafından öldürülmesi ve Şah İsmail’in
İran Şia fıkhına geçmesiyle derinleşmiştir.
Alevilik Ayrı Bir Etnik Kimlik Değildir; “Alevi Milleti” ve Kimliği Uydurmadır
Anadolu Aleviliği Şafii Kurmanclar ve Anadolu Sünni Türklüğüyle de yolunu ayırdığı için sanki bir kimlik gibi belirmiştir. Oysa Alevilik ayrı bir etnos olmayıp sadece buradaki Türkmen
gruplarının iki farklı devlet arasında
kalmasından kaynaklanan bir olgudur. Bu
nedenle “Alevi milleti” gibi bir olguyu savunmak, hem Türkler hem de Şafii Kurmanclar tarafından
eleştirilmektedir. ABD ve AB’nin
emperyalizmin bölüp
parçalayarak kimlik yaratma politikası çerçevesinde Alevi etnik kimliği,
“Alevi milleti” veya “Zaza milleti” kimliğini yaratma çabalarına sadece Türkler değil,
Kürt kimliği yaratarak Zazaları ve Alevileri de bu kimlik içinde eritmek isteyen Kürtçüler de karşı
çıkmaktadır.
Esas olarak tarih
boyunca Zazalar veya Zazaların esasını oluşturan başat Türkmen kabileleri ile Kurmanclar arasındaki çelişki sabittir. Birbirini
yok eden bu iki topluluk ve kimlik günümüz politikasında “Kürt” kimliği altında birlikte kullanılmaya
çalışılması PKK’nın yeni bir tavrı ve stratejisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Emperyalistlerin ve PKK’nın Aleviler ve Zazalar Üzerine Kürtleştirme Politikası
Zazalar ve Kurmanclar
hem dilleri, hem dinleri hem de ırkları birbirinden tamamen farklı iki topluluk olmalarına
rağmen günümüzde bu gerçeklikler yok sayılarak ayrı bir Kürt kimliği
altında kaynaştırılmak
istenmektedir. Burada
ABD ve AB emperyalistlerinin ve onların stratejileriyle güdümlü olarak çalışan Kürtçü
akımın ve PKK’nın Zazalar ve Aleviler üzerindeki yeni politikalarının
önemli bir yeri vardır.
Kızılbaş Türkmenler ile Şafii Kurmanclar arasındaki tarihsel çelişki antagonisttir ve modem dönemde de şiddetle devam etmiştir.
Melikşah soyundan gelen Çemişgezek Melkisileri Şah
İsmail’in tarafında yer aldıklarından dolayı Yavuz Sultan Selim tarafından şiddetle cezalandırılmış, tüm Melkisi soyu katledilmiştir.
Bu katliamdan kurtulmayı başaran bir Melkisi Beyi daha
sonra Yavuz Sultan Selim’e bağlılığını bildirmiş ve bunun karşılığında Yavuz Sultan Selim’den Çemişgezek ve Pertek çevresindeki livaları almıştır.
Böylece bu bölgedeki tımar ve zeametlere yerleşenler
Zazalar oluşmuştur.
Türkmen kökenli bu kabileler dinlerini
değiştirmeden
(aslında saklayarak) sadece dillerini
Zazaca'ya çevirmeleri Yavuz Sultan Selim tarafından affedilmeleri için yeterli olmuştur.
Çemişkezekliler günümüzde Lolan, Balaban,
Hormeki gibi oymaklara dönüşmüştür. Zazalar ile Şafii Kurmanclar arasındaki
çelişki Hamidiye Alayları’ndaki Milli aşiretinin reisi Milli İbrahim
Paşa’nın yüzyılın başında bu Alevi oymakları katletmesi ile de izlenebilir. Şeyh Sait İsyanında askeri rol alan Cibranlı
Halil’in Cumhuriyet Kuvvetlerine karşı ayaklanması, Alevi Lolan, Hormeki, Balaban oymaklarının Şafii Kurmanc Cibranlılara saldırması ile bastırılabilmiştir.
Bu tarihsel çelişkiyi görmeyen Nuri Dersimi bu karşı
çıkışı ihanet olarak yorumlar, Kürdün Kürdü kırması olarak görür. Alevi Zazaların Kürt
olmadığı gerçeğini görmek istemez.
Şeyh Sait İsyanı gibi isyanlar karşısında
Kemalist Türkiye’nin yanında yer alan Aleviler,
daha sonra Dersim ve Koçgiri ayaklanmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti ile bir çelişkiye girmişlerdir. 70’li yıllarda halk savaşını savunan Mao’cu TİKKO
gibi gruplar savaş alanı olarak kırı seçmiş, Alevilerin Osmanlı ile olan çelişkisinden kaynaklanan ve Cumhuriyet döneminde Dersim ve Koçgiri ayaklanmaları ile süren
çelişkileri kullanarak taban olarak Alevi
kitlesini seçmiştir. Bu hareket iktidar ve Kemalizm’le çatışırken Kürtlüğü öne çıkarmış, Alevilere Kürt kimliğini vermeye çabalayan bir politik hareket olarak karşımıza çıkmıştır.
Geçmişte Alevi Türkmenler “Türk” kavramını Sünnilik
anlamında algılamaya zorlandıklarından, farklarını vurgulamak için kendilerine batıda
Türkmen, doğuda ise Kürt Alevi’si yakıştırmasını
yapmışlardır. Bu yakıştırma aslında Sünniliğin
Türklük olarak algılandığı noktada bir farklılaşmayı
vurgulamak içindir.
Alevi Türkmenler Sünni Osmanlıya “Türk” derken kendilerine “Kürt” demiş ama Şafii Kurmanclara “Kürt”
derken kendilerine “Alevi” demiştir. Şah İsmail’in oluşturduğu
Şia’ya karşı da kendilerini
“Anadolu Aleviliği” olarak tanımlamışlardır.
Mahir’lerin parti ve
cephe hareketinde Kürt,
Alevi, Türk gibi topluluklar tek
bir devrimci Türk partisi içindeyken,
Türk-Alevi temelli TİKKO, kurtarılmış bölge
politikasını savunmuştur. TİKKO’nun Alevi- Türkmen topluluğu tarafından reddedilmesinden sonraki süreçte, Kurmanclara dayanan ve
Kürtlerin ayrı olarak örgütlenmesini savunan Rızgari, Kawa, Tevger gibi gruplar yüzeyde kalırken, Kürtlük temasını esas alarak örgütlenen
PKK bunların içinden sıyrılarak ön plana çıkmıştır. PKK’nın Kuzey Irak’taki uluslararası
destekli, uzun ömürlü mücadelesi sürecinde Tunceli, Erzincan gibi
bölgelerdeki
grupların tasfiyesi sonrası buradaki Alevi Zazaları
Kürt kabul eden İbrahim Kaypakkaya’nın görüşünü Apo benimsemiş, “devrimci” bir anlayışla
Şafii Kurmanclar, Alevi Türkmenler ve Zazalar arasındaki
çelişkiyi aşarak PKK bünyesinde bunları birleştirme yoluna gitmiştir. Bu süreçte bunlara karşı Zaza politikasını savunan ve Alevi politikasını savunan Tekoşin gibi gruplar da fiziki olarak yok edilmiştir.
Kimliğin geliştirilmesi için Apo, Türkmenler ile Kürtlerin birlikte olduğu,
Türkmenlerin alt tabakaları ile Kürtlerin
birleştiği, Türkmenlerin Kürtleştiği, Kürtlerin Türkmenleştiği tezini kullanmıştır.
Türk-Kürt kardeşliği tezini kullanırken, Alevi Zazaların
kökenlerindeki Türkmenliği ve geçmişte Şafii Kurmanclar ile yaşadıkları
çelişkileri unutmalarından faydalanılmıştır.
Büyük şehirlerde muhalefet grupları temsil eden Alevi unsurların tümünü PKK ile bütünleştirmenin yanında Kürtleri de, Türkmenleri de PKK’ya entegre etme teorisi oluşturulmuştur. Demokratik, legal
görünümlü Kürt hareketlerinin “biz Türkiye partisiyiz” derken bahsettikleri olgu aslında budur. Bu süreçte başlangıçta Kürtlerin ayrı örgütlenmesini
savunarak her olayın başında “Kürdistan” sözünü söyleyen hareketler daha sonra Kuzey Irak’ta gelişen Barzani ve Talabani’ye
bağımlı, soylu Kürt
aşiretlerine bağlı olduğunu söyleyen hareketlere karşı aşiretlere bağlı olmayan, aşiret
kimliğini kaybeden, büyük şehirlerde Kürt kimliğini
kaybetmiş, büyük şehirlerde Alevi kimliğini entegre etmiş unsurlara ve diğer
unsurlara politik bir Kürt aşısı yaparak “biz Kürdüz”
deme noktasına gelen bir politika izlenmiştir.
Bu politika tarihsel gerçeklerden değil, solun 1970’lerdeki yenilgisi sonrası PKK’nın kuyruğuna takılmasıyla başlayan bir sürecin aşama
aşama gelişmesiyle oluşmuştur. Solun 70’lerde
yenilmesinden sonra, “Biz Türkiye Halk Kurtuluş Partisiyiz, Cephesiyiz” diyen ve tüm Türkiye’yi emperyalizmden
koparmaya çalışan sol örgütlerin yerini “Biz Kemalizm’e karşıyız” diyen ve Alevi kimliğini öne çıkaran TIKKO gibi örgütler
almıştır. Kendilerine Kürt kimliği vererek ilk defa Kürtlerin ayrı örgütlenmesi aslında Aleviler için
istenmiştir. Daha sonra PKK gibi Kürtçü hareketler aşiretlerden
farklı yapısı ile Alevililere ve şehirde kimliğini kaybetmiş unsurlara Kürt kimliği
aşılayarak kendine taban oluşturmaya çalışmıştır. PKK’nın bu çalışmaları,
bugün sistem içinde yer alan sağcı Kürtçü unsurların “Biz ayrılmak istiyoruz” diyen politikasını anlamamızı sağlar.
Kuzey Irak’taki yeni
bir merkeze yönelen, daha önce Türkiye ile bütünleşmiş olan bu sağcı Kürtçü hareketlere karşılık
bugün, “Türkiye’nin bütünlüğünü savunuyoruz” veya “Türk-Kürt kardeşliğini savunuyoruz” diyen, ayrılıkçılığa karşı çıkan PKK noktasına gelinmiştir. Biz Zazalar ile Kurmanclar arasındaki tarihsel çelişkiyi ve süreci anlamazsak bu olguyu kavramamız çok zor olur.
Günümüzdeki sol gruplar “doğuda salt bir Kürt hareketi olabilir, belki bir Kürt partisi olabilir ama batıda salt bir Kürt partisi olamaz” tezini ileri sürerken, “Burada Kürdü, Çerkez’i vardır” diyerek Türkiyelilik tezinin ilk tohumlarının
atıldığı noktaya gelmişlerdir. Fakat özellikle Abdullah Öcalan’ın
yakalanıp, PKK’nın emperyalist işbirlikçiliğinin ortaya çıkmasıyla birlikte sol gruplar bu kadar açık bir kuyrukçuluğa takılamadıklarından
dolayı aralarında sürtüşmeler olmuştur. Bunun en tipik örneğini de Dev-Sol ile PKK’nın
yurtdışındaki çatışmalarında görmekteyiz. Türk kimliğinin sol tarafından
dışlanmış olması sayesinde Kürtlerin bu şekilde dominant olması ve Kürtlerin “tüm
Türkiye’nin partisiyiz” diyerek örgütlenmeye çalışan yapısına karşı
doğan tepkiler karşımıza çıkmıştır.
Günümüzdeki yeni süreçte ise Avrupa’daki Aleviler çok kültürlü ayrı bir grup olduklarını vurgulamaktadırlar.
Kürtleri, Pontusları ayırma politikasının ürünü olarak yeni Soros'çu
politikalarla çök kültürlülükle, Türkiyelilik kavramı ile karşımıza çıkma
noktasındadır. 70’lerde sol hareketler
Türkiye’nin
bütünlüğünü ve sistemden kopmasını savunurken, günümüzde
etnik yapıları öne çıkarıp ulusun tarihsel bütünlüğünü parçalamaya çalışan bir yapıya
dönüşmüşlerdir.
Bu boyutuyla bakıldığında 300 yıllık bir Soran kimliği, 400 yıllık bir Kurmanc kimliği
ayrı bir etnos yaratmamıştır. Bunlar Türk süperetnosundan, Türk ulusundan alt etnos olarak koparılmak, ayrılmak istenen topluluklardır. Herhangi bir politika yapmaya kalktığında PKK’nın da Türk-Kürt kardeşliği noktasına gelmesi taktiksel de olsa, ama bu, Türkiye’deki bütünleşmenin ürünüdür. Ama tarihin ters bir akışında bütünüyle Türk kimliği içinde yer alan 70’lerdeki grupların “biz Kürdüz, biz Aleviyiz, biz Zazayız, biz Çerkeziz” deme gibi bir parçalama
süreci gelmiştir. Bunlar alt etnoslardır ya da yeni deyimle sub- etnoslardır ama bunlardan yeni bir
etnojenez yaratılamaz.
Etnojenez, Selçuklu Kınık kabilesinin bütün
Türkmenleri, kabileleri birleştirmesidir. Etnojenez Osmanlı Kayı boyunun bütün kabileleri birleştirmesi ile oluşur ama bu bütünleşmiş
yapıların dağılması ile yeni etnoslar çıkmaz.
Gerçek Kürt Tarihi
Yerel toplum biçimleri, ilkel komünal
yapılardan yerleşik tarımsal topluma, tarım toplumundan kent toplumuna, kent toplumundan devlete, devletten ise uygarlığa geçiş sürecini ele almaktadır.
Diğer boyutu ise bunun tam zıttı bir bölgede İran, Hazar ve Karadeniz kuzeyindeki bozkır bölgesindeki topluluklarda gelişen komünal yapıların birbirleriyle kabileler federasyonu biçiminde bir araya
gelişlerini, belirli bir bölgeye yerleşimlerini ve kolektif aksiyonlar olarak ordalar oluşturmalarını ve ordaların uygar alan dediğimiz İran,
Anadolu ve daha sonra Mezopotamya alanına yaptığı fetih akınları ele almaktadır.
Yeni Araştırmaların Işığında Yeni Yorum
Yüzyılımızda özelikle Orta Asya’da ve
gerekse Afganistan’daki çatışmaları çözümlediğimizde toplumsal çelişkileri sınıfsal olarak açıklamak,
gerçeği yansıtmamıştır. Bu anlamda da etnik çelişkilerin günümüzde sınıfsız
sınıf mücadelesi yerine geçtiğini görmekteyiz.
Sümerlerin Ur ve Urug yerleşimlerinin ardından Sümer kent devleti biçiminde
yerleşik bir devlete ve uygarlığa, sınıflı topluma geçiş sürecini izledik. Bu süreç, komünal yapıdan tarımsal komünal yapıya geçişi ve tarımsal
komünal yapıdan devlete geçişi izlediğimiz bir süreçtir. Devlete geçişte ise, tanrının
dünyadaki temsilcisi olan egemen kral, onun
rahipleri, askerler ve en altta köle köylülerin oluşturduğu bir katlı yapıyla ilk uygarlık ve devlet yapısı
karşımıza çıkmaktadır.
Romalıların Cermen ve Hunlar tarafından fethedilmesiyle Roma’daki toprak düzeninin ve Roma’daki üretim tarzının sınıfsal
çelişkilerinin çözüldüğü daha ileri bir toplum biçimi olan Avrupa’da feodaliteye geçilir. … Asurluların bu akını sonrası
bölgeye Turan’dan gelen Hint-Aryen
Mitannilerin girdiğini ve Hurrileri yenerek köleleştirdiği, kendilerinin de
Mitanni Krallığı’nı
oluşturduğu bir toplum biçimi görüyoruz.
Hem Mitanniler hem
Hurriler Kürt’tür tezinde birbirleri arasında fatih ve fethedilen,
yerli ve Turanlı
efendi-köle ilişkisinde Hurri katleden Mitanni
efendileri söz konusudur. Mallory’nin sınıflandırmasına göre Hint-Aryen topluluklarının ilk örneğini
oluşturan Mitanniler Turan bozkırlarından gelmiştir. Bu boyutuyla bakıldığında
Mezopotamya verimli hilali bölgesindeki ilk uygarlıklar
devletleşip, sınıflı toplumsal yapılarıyla ortaya çıktıktan sonra daha komünal yapıda,
kolektif aksiyonu yüksek Asurlu fatihler Babil’i fethederek ilk uygar devleti yıkmışlardır. Asurlu toplulukların hemen çevresinde yer alan Suriye’den başlayıp Güneydoğu Anadolu’ya devam eden
Hurriler, Zagros’a devam eden Gutiler esas olarak Hint-Avrupa dili olmayan ve
yerli Mezopotamya dili olan Aramice yani Sami dili konuşan yerleşik topluluklar da Turan’dan gelen göçebe ordaların tarihsel devrimi ile köleleştirilmiştir. Buna örnek olarak da Mitannilerin yaygın at kullanması, kılıç kullanması ve atlı arabalar kullanmasıyla
savaşçı kabileler olarak burada köylü Hurrileri fethetmiş
olduğu tarihsel devrimdir. (Mallory)
Atlı Kültür ve Mobilite
Kabilelerin bulduğumuz kültürleri atlı kültürün ve savaşçı
kültürün bulunduğu bu bölgede doğal olarak kolektif aksiyonu yüksek Mezopotamya çevresindeki dağlılardan farklı olarak, İran ve Anadolu dağlarından
farklı olarak düz bir zeminde bir uçtan diğer bir uca akan akıncı
fatih ordaları oluşturan toplulukları oluşturan toplulukların yaşadığı bir bölgeyi
görmekteyiz. (Deluluze-Guatry). Turan Yaylası, Avrasya veya Türk
alanı dediğimiz bu bölgede ırmakların dışında batıya
akını engelleyen bir coğrafi engel olmadığı gibi, bu bölgede
gelişmiş atçılık ve atlı arabalar ile Macaristan’dan Çin’e kadar uzanan Avrasya ekümenik alanında bir kuşakta birkaç kez gidip gelebilen hızlı, hareketli ordaları görmekteyiz. … Toprağa
yerleşmenin erken aşamasında olan Turan’daki ordalar erken devlet formunda örgütlenerek uygar devletleri fethetmişlerdir. Bu akınların ilk örneği de Hititlerin, Kimerlerin, Mitannilerin, İskitlerin, Medlerin, Friglerin yapmış olduğu akınlardır. Bu akınlar ile Hititler ve Kimerler Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Batılı moda deyişle Hint-Avrupa dili konuştuğu ileri sürülen bu topluluklar aslında
Turani topluluklardır. Hint-Avrupalıların Turan’da kalanları Sakalar, İskitler, Hunlar gibi Türk
süperetnosunu oluşturmuşlardır.
Hititlerin Mitannileri
yok etmesi ile burada Urartu dediğimiz ve yine Hint-Avrupa
dili konuşmayan Hurrilerin devamı sayılan bir dil konuşan bir etnos gelişmiştir. Friglerin Urartular üzerine egemen olması ile yeni bir etni olan Ermeniler oluşmuştur. Urartular sonrası bölgeye gelen Medler Doğu
Anadolu’daki Asur üzerinde egemenlik kurduktan sonra Babil’i zaptederek Babil üzerinde egemenlik kurmuştur. Medlerin kökeninin
Hint-Avrupalı olduğunu söylemek ve Medleri Kürtlerin ataları olarak yorumlamak tarih tezinin ana çelişkilerinden birini oluşturmuştur. Minorsky’nin belirttiği
gibi Medler Turani yayladan gelen ve İskitlerle beraber hareket eden bir topluluktur. Bu anlamda Medler Hint-Avrupalı değil, Saka Türklerinin
devamı bir topluluk olan İskitlerle beraber hareket eden gruplardır. O zaman Atatürk’ün de savunduğu gibi Medlerin Turani kökenini gösteren bir etnos oluşmaktadır. Bu noktadan sonra Hint-
Aryenlerin güneyden gelen bir kolu mu yoksa kuzeyden gelen bir kolu mu olduğunu bilemediğimiz Persler bütün İran’da egemen olmuş; Med, Urartu ve diğer
kalık etnosları Pers süperetnosu, Pers uygarlığı, Pers devleti altında
birleştirilmiştir. Sulamalı tarım yapılan vadilerde, İran’da, Anadolu’da bu kalık
etnileri Akameniş hanedanı köleleştirerek toprağa yerleştirmiş ve Persleştirmiştir.
Kurius’un temsil ettiği Akameniş hanedanı, Anadolu’yu boydan boya zapt eden daha sonra Kambis’in Mısır’a doğru yöneldiği ondan sonra Dara’nın
da kuzeyde Türkistan ve Hazar Denizi’ne yönelen Pers imparatorluğu Pers kültürü dışında
diğer etnileri de içinde eriten Persleşmiş bir imparatorluk kurmuşlardır.
Dünya Sistemi
Pers İmparatorluğu dünya sistemi açısından
önemli bir başlangıçtır. … Akameniş İmparatorluğu’nun Pers ulusu MÖ 500 ile MS 300 arasında
yaşamış bir uygarlıktır. Bundan sonra da Med etnosu Pers süperetnosu içinde eriyerek yok olmuştur.
Persler gerek Mısır’a gerek Anadolu’ya gerekse kuzeye yani Türkistan’a doğru fetihleri ile o dönemin dünya sisteminde ticaretin kurulduğu Hindistan, Çin, Avrupa ile Akdeniz arasındaki üç yolu kontrol eden ekümenik bir imparatorluk oluşturmuştur. Bu imparatorluk köleci tarzda sulamaya dayanan merkezi yapısı nedeniyle sulama
sistemini oluşturmak için
de emeğin sistematik biçimde örgütlendiği köleli bir toplum ortaya çıkarmıştır. Bu köleci toplum yapısında da fethedilen etnoslar köleleştirilerek alt sınıfları oluşturarak Persleştiği bir toplumsal yapıyı
görüyoruz. (Wiesenhofen). Burada karşımızda etnilerin yeniden silindiği tarihsel bir süreç söz konusudur. Pers süperetnosu
da bir fatih tarafından tarihten silinmiştir. Bölgede Makedonların
geliştirdiği İskender akınları, fetihleri başlar. Büyük İskender Babil’i ve İran’ı zaptederek buradaki etnik yapıları bütünüyle değiştirmiş, Perslik etnosunu ve Akameniş hanedanını tarihten silerek yok etmiş, dağıtmıştır.
İskenderun-Bağdat-Basra ve İskenderiye- Kızıldeniz yolu üzerine egemenlik kurarak ekümen ticaret sistemini
kontrol eden devletler oluşturmuştur. Bu süreçte Türkler Çin ile Akdeniz arasındaki
ticari ilişkiyi kuran alanı tarih boyunca kontrol etmiştir.
Tarih Tezi ve Etnisite
Tarihin gelişimine dünya sistemi açısından
baktığımız zaman Büyük İskender’in burayı
hegemonlaştırması ile beraber yeni bir
tarihsel süreç karşımıza
çıkıyor. Yine İskenderiye-Kızıldeniz,
İskenderun-Basra Körfezi ve kuzeyden Çin’e giden üç yolu İskender
İmparatorluğu’nun tuttuğunu görüyoruz. Bu anlamda dünya sisteminde antik çağdan beri devam eden, Çin ile Avrupa arasındaki ticareti kontrol eden yolların belli imparatorluklar tarafından tutulması söz konusu. … Örneğin
İskender geldikten sonra ne Perspolis’te
ne Babil’de ne İran’da ne de Baktiriyan’da Hindistan’a kadar giden bölgede Perslere ait hiçbir
iktidar, hiçbir aile kalmıyor. Bu arada bütünüyle
Makedonların oluşturduğu melez bir etni ile karşımıza Greko-Baktiriyan, Greko-İran topluluklar çıkmaktadır.
Bu süreci takip ettiğimiz zaman Antik Yunan’dan Friglere ve Ermenilere geçiş gösterdikten, Med ve Perslerin İran’ı Farslaştırmasından sonra burası İskender’in Makedonları ile yeni bir etniye dönüşmektedir. Her etnik dönüşüm yeni bir tarihsel devrimi yaratmakta ve bu devrim yalnızca toplumun krallarını
değil tüm üretim tarzındaki müdafi bölgeleri etkilemektedir. Bu bölgelerde tarımın yeniden örgütlenmesi, verginin yeniden kurulması ve etnilerin yeniden köleleştirilmesi ile yeni bir düzen
ortaya çıkar. Bu düzene baktığımızda İskender’in
oluşturduğu düzenden sonra Selevkoslar Mezopotamya’nın çevresindeki bu bölgede yer alıyor. Diğer taraftan ise İran’ın
ana gövdesi üzerine Turan bölgesinden bugünkü Türkmenlerin
ataları olan Partlar gelip İran’ı zapt ederler. Bugün
İran’daki Orta Farsça denilen Pahlevice'nin kurucusu Pan, Parta, Partlardır. … Nedense tarihçiler bu Part dönemini es geçerek yok saymaktadır. Oysaki Partlar İranlıların
üzerine aynı Selçukluların yönettiği gibi 500 yıllık bir iktidar kurmuştur.
Bu iktidar döneminde Partlar İran’ı Turanlaştırırken batıda ise Anadolu’daki Frigleri ve onların kalıntıları olan Likyalıları Romalılar
Rumlaştırmışlardır.
Etniler Sönümlenerek Sürekli Birbirini İzler
Bu sürece baktığımızda ne İran’daki Pers’ten bir etnos kalmıştır ne de Anadolu’daki
Yunan kolonilerinden kalan bir etnos vardır. Yunan kolonileri
Makedonlar tarafından yok edildikten sonra arkasından tekrar Frigler de
Anadolu etnoslarını
sönümlendirmiş, arkasından Romalılar gelerek Anadolu’daki etnosları Rumlaştırmıştır. … Tarihsel olarak bu savaşların nedeni dünya sisteminde İskenderun-Bağdat’taki
ticaret yolunu kontrol etmek için yapılmış bir savaştır.
Batıdaki Roma ile doğudaki Çin arasındaki ticaretin ana yolu olan İpek Yolu yanında Hindistan ile Roma arasındaki
ticarette ana yol olan
Basra Körfezi ile İskenderun
Körfezi arasındaki yola egemen olmak
Avrasya ekümeninde egemen olmaktır.
Batıdaki Rumlaşmış Roma ile doğudaki Partlaşmış İran, daha sonra Sasanileşmiş
İran arasındaki bu çelişki sürekli tarihsel bir süreç
olarak gelmiştir ama etnilerin gelişimine baktığımız zaman artık kültürel,
dilsel, etnisel olarak ne kadar çok perdenin kapanıp ne kadar çok perdenin açıldığını
gördüğümüz bir süreç yaşanmıştır.
Aramilerin Babil'i zapt
etmesi sürecinin antik tarihte yaşanmış
olması gibi, Arapların Mezopotamya’yı, İran’ı ve Türkistan’ı fethetmesiyle yeni bir tarihsel devrim süreci Ortaçağ’da başlamıştır Araplar bu bölgeleri Müslümanlaştırırken buradaki toplulukları eski dinlerinden ayırdığı gibi dillerinden de ayırarak yeni Farsça ve Arapça konuşan bir topluluk Fars etnosunu oluşturmuştur. Tacik ismi buradan kalmıştır. Farsça konuşan Araplar anlamına gelmektedir. Aynı
zamanda tüm İranlılar için de Tacik ismi Türkler tarafından kullanılmıştır. Tacik ismi Arap kabilesi olan Taylardan gelen bir ifadedir ve Farsça konuşan Arap anlamındadır. Taciklerin oluşturduğu bu dönemden daha sonra paralı asker olarak gulamların
kurduğu Gazneli Devleti ortaya çıkmıştır.
Samanilerde köle olarak bulunan Türkler
Samani iktidarını ele geçirerek Gazneliler Devleti’ni ortaya çıkarmış ve Gazneliler İran’da Büyütler üzerinde egemen olarak Sünniliği
geliştirmiştir.
Kuzeyden büyük Türk akını yaparak gelen Oğuzlar
Gazneli Devleti’ni zapt etmiş ve Gaznelilerin Tacik olarak tanımladığı topluluklar üzerine Türkmen Beyleri Selçuklu
şahları olmuştur.
İran’daki sulamalı tarım yapılan yerlerde bu tarımın
devam edebilmesi, vergi toplanması, devletin gelirinin artması ancak tarımda yapılan gelişmeyle olanaklı
olduğu için de Selçuklu Sultanları ve vezirleri daima İrani vezirler olmuştur. Bu vezirler vergi toplama işini yapmış ve bu vergi toplama işi ile sultana Taciklerden hassa ordusu oluşturmuştur. Bu gulam ordusunun bakılması ve beslenmesi için
vergi giderek artmış yerleşik etniler serfleşmiştir. Yerleşik olan köylülerin
aşırı sömürülmesi yerine başlangıçta komünal yapının
getirdiği eşitlik nedeniyle tarımsal üretim artırılmıştır.
Oğuz’dan Selçukluya geçiş sürecinde İran’da yerleşen Selçukluların
Tacikleştiğini ileri süren Karahanlılar bunları hor görmüştür. İşte
bu noktada Selçuklular doğuda Roma ve Ermeni topraklarını, batıda ise Arapların
bulunduğu Abbasi Devleti’ne kadar olan bölgeyi f fethetmiştir.
Sınıfların Oluşumu ve Etnisite
Tarihi materyalizm açısından burada görülen yapıya
baktığımız zaman, Selçuklu tarihsel devrimindeki egemen Beyler yerleşik düzene geçtiğinde, o yerleşik düzendeki köle köylüleri kendilerine reaya yapıyor ve onları reaya yaptıktan sonra bu köylülerin
üzerinde efendi olarak köle-reaya ilişkisini kuruyorlar. … Zaman içinde uygarlığa geçen fatih toplumun hanedanların tüketimleri artmakta, gulam ordusunun mevcudu artmakta ve bunun üzerine reaya köylüler giderek köleleşmektedir.
Buradaki toprak düzenine baktığımız zaman Selçuklular belli toprakları Türkmen
Beylerinin yönetiminde hanedana bağlanmış Selçuklu miri toprak yapısı
karşımıza çıkmıştır. Selçukluların Anadolu’ya girdiği noktada gerek Diyarbakır’ı
gerek Cezire’yi ayrı Beylikler olarak iktalara bölmüştür. Bu iktalarda “Hulus”
sistemi dediğimiz bir sistem oluşmuştur.
Bu sisteme göre Beyler kendi oğullarına
ve kardeşlerine belli yurtlar dağıtmakta ve bu yurtların vergilerini de bunlardan toparlamaktadır. Bunlar da kendilerine bağlı kabileleri buralara yerleştirmektedir. Bu kabileler de bu bölgedeki göçer eski İrani topluluklara veya diğer Ermeni ve Rum
topluluklar üzerine egemenliklerini kurmuşlardır.
Bu yapı üzerine daha sonra Timur (Çağatay) egemenliğini kurmuş, Timur’dan sonra tekrar
Akkoyunlular İmparatorluğu
Doğu Anadolu, Irak ve İran’da egemenleşmiştir ve en sonunda doğuda
Şah İsmail ve batıda Osmanlı’nın oluşturduğu
bildiğimiz yapıya sıra gelmiştir.
Toplum Biçimlerinin Oluşumu
Çoban topluluklar, Engels’in
Morgan’dan aldığı aşağı
barbarlık yani avcı toplayıcılar, daha sonra köye yerleşmiş
tarımcı barbarlar. Tarımcı barbarlar kendi iç dinamikleri ile kente ve Sümer’de olduğu gibi devlete geçmektedir. Diğer taraftan ise çoban
barbarlar kabileler federasyonu askeri
demokrasilerini kurarak Turan biçimindeki erken devlet yapısını, ordaları, ulusları
oluşturmaktadır.
Turan biçimindeki erken devlet yapısı
kabilelerinin oluşturduğu ordalar, akınları ile İran-Anadolu
uygarlıklarını fethetmişlerdir. 4000-5000 yıllık tarihi Hititlerden beri sürekli Turandan gelen akınlarla yazılmıştır. Bu bölgedeki
yerleşik toplumlar kendi iç dinamikleri ile toprağa
yerleşmiş tarımcı toplulukların kendi sınıfsal çelişkileri nedeni ile devletin gerilediği dönemlerde Turani göçebe ordaların akınları ile yıkılarak yeni uygarlıkların, devletlerin, ulusların
ve etnosların oluşturulduğu ordaların tarihsel devrimler tarihidir.
İbn-i Haldun’un Yaklaşımı
İbn-i Haldun Marks’tan ve
Engels’ten de önce “iki kabile bir araya geldiğinde iki kabileden biri diğerini ya öldürür ya o kabile onunla birleşir” der. İki güçlü kabile federasyonu karşı karşıya geldiği zaman bir kabile
federasyonu savaşta
öldürülür, sağ kalanlar ise köle olur ve göçebeler
şehirleri fetheder. Müslümanlığı da Bedevi Muhammed ordularının medeniler üzerine bir fethi olarak yorumlar. Aynı şekilde devletler bir araya geldiğinde egemen devlet diğer
devleti yıkar, devletlerin egemenliğini kaldırır, mağlup devletin hanedanlarını ve egemenlerini yok eder. Bu noktada Engels’in de tanımladığı gibi barbar kabileler diğer kabileyi yendiğinde ya öldürür ya da kendine kan kardeş alır, uygarlığa geçmiş ise köleleştirir. Köleleştirdiği zaman hadımlaştırır. Ermenilerin Kürtlere
“Hadım” demesi de burada daha çok anlaşılır olmaktadır.
Selçuklular Anadolu ya girerek
Anadolu’daki İran’daki
toplulukları tekrardan birleştirmiştir. Selçukluların
dağılması sonrası tekrar Batı Selçuklular, Doğu Selçuklular, Orta Selçuklular gibi devletler oluşmuş
diğer taraftan da Selçuklu Atabeyleri dediğimiz Selçukluların oğullarının
eğiticilerinin devletleri çıkmıştır. Bunlardan bir tanesi de Zengi Atabeyliği’dir. Zengi Atabeyliği’nde köle Ekrad olarak bulunan Selahaddin’in, Nurettin Zengi öldükten sonra 15-20 yıl iktidarda kalması, Zengi Atabeyliği’nin
Kürt tarih yazıcıları tarafından Kürt devleti gibi yorumlanmasına yol açmıştır. Oysaki Eyyubiler ve Memluklular, Kölemenler olarak adlandırılan Kıpçak Türklerinin
oluşturduğu bir iktidardır.
Ermeni Kaynaklara Göre
Tarih boyunca Ermeni kaynaklarında ve Nasturi kaynaklarında gerek Tatarlara gerek Türkmenlere Hun veya İskit denilmiştir. Ermeniler “Kürtlerin
kökeni İskitlerle Medlerin melezleşmesinden oluşmuştur.” derken İskitler dediği
11. yüzyılda gelen Selçuklulardır. Medler ve Persler dediği ise İranlılardır.
Batıda Roma ile Çin arasında Batı ile Doğu arasındaki
ticareti bağlayan Türk bölgesi sürekli bu ekonomik gelişmeyle ilerlemekte daha sonra dünya ticaret sisteminin gerilediği dönemde Türk coğrafi
alanındaki bütünleşmiş devlet parçalanmaktadır.
Şimdi bu boyutuyla bakıldığı zaman kabilelerin ulusa geçişi bir başka ifade ile ulus kavramı,
orda, yasa, devletle oluşan bir süreçtir. Yani gerek İskitlerde gerekse Hunlarda, Selçuklularda ve İlhanlılarda ortak yapı orda yani onlar, yüzler, binlerden oluşmuş sağ ve sol kollu ana gövdeli ordu düzenidir. Bu kavram “Order”dan geliyor. Bu düzende oluşan savaş makinesi bütün kabileler belli bir numara ile kodlanıyor ve orda aynı zamanda bir yasayla yönetiliyor. Bu Tatarlarda
orda-yasa ile Türklerde orda- oklarla yani töre ile düzenlenmektedir. Dikkat edersek, Üçoklar,
Bozoklar, Dokuzoklar hep orda kollarını ifade etmektedir, kabile isimlerini değil. Bunlar ordu düzeninin isimleridir. Bu boyutuyla bakıldığı zaman töre ve orda düzeninin
oluşturduğu toplumsal yapı ve yasa İslam ve Romalı dünyaya girmeden önceki Türk toplumunun yasasıdır.
Yavaş yavaş “Hanlık” düzeninden “Şahlık” düzenine geçildiğinde toplumda Turani yapı
değişmektedir.
Etnik Kalıntılar
Türk süperetnosunun egemen kabileleri yerleşik uygar topluma dönüşürken,
ilkel komünal yapılarını sürdüren Türkmen ve Kırmanc kabileleri de çobanlıklarını
sürdüren yapılar halinde kalmışlardır. … Bugün kimse Hititli, Asurlu olamadığı gibi kimse Medli ya da
Urartulu olamamaktadır.
Yüz yıl öncesine kadar Anadolu’da var
olan Rumlardan bahsedemediğimiz
gibi vaktiyle Anadolu’da var olan Ermenilerden de bugün bahsedemeyiz. Etnosların
ömrü devletlerin ömründen daha uzun değildir.
Türkmenlerin çok olduğu Güneydoğu, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta bugün Kürtler çoğunluktadır. Burada kabilelerin
tarihsel olarak komünal
yapılarını aşabilmeleri ancak kolektif aksiyonlarıyla, ulus
olmalarıyla mümkündür. O halde ulus kavramı sanıldığı gibi etnilerin bir araya gelmesi ile değil, tersine, dünya sisteminde ticari ve askeri olarak rol alması ile ortaya çıkar. Bunun günümüzde
yaratılan bir süreç olmadığını, birkaç bin yılda tarihsel devrimlerle etnilerin yok olup yeniden ortaya çıkmasıyla devam eden bir dil ve kültürel birlik olarak ortaya çıktığını görmekteyiz.
Türk Ulusu içinde yer alan etnik gruplardan İran’da bir Fars ulusu çıkarılması zorlama olduğu gibi, Türklerin
içinde komünal yapılar halinde kalan, günümüzde bile komünalliğini
sürdüren Kürtlerin ulus olmasının olanağı yoktur. Tarih boyunca tarihsel aksiyonu olmayan bu topluluklar kendilerini geliştirememiş, kolektif aksiyonlar oluşturamamış, Osmanlı, Selçuklu, İlhanlı efendilerin serf, köle olarak toprağa yerleştirmesiyle belli bir bölgede yer alabilmiş, yeni bir efendinin eski efendiyi yenmesiyle yerleri değiştirilmiştir.
Uygarlık Kolektif Aksiyon ile Doğar
Aynı olay Ermeniler için de geçerlidir. Ermeniler de Kürtler
gibi aynı tezi zaman zaman paylaşmaktadır. Yani Ermeniler de “Biz buranın yerli halkıyız, buradaki ilk Kafkasyalı,
Hint-Avrupa ulusu biziz, Avrupalılar buradan gittikten sonra geride bizler kaldık.” tezini ileri sürmektedir. Oysa Ermeniler de Friglerle beraber 1000’li yıllarda buraya gelmişlerdir. l000’li yıllardan sonra Ermeni-Frig birlikteliği olmuştur. Yoksa Hurri, Urartu,
Ermeni beraberliği söz
konusu değildir. Hurri, Urartu, Ermeni sürekliliğini savunan tezlerin karşısındaki Ermenilerin de Kürt olduğunu, Hurrilerin, Urartuların,
Gutilerin de Kürt olduğunu ileri süren tezler, Kürtler ile Ermenileri karşı
karşıya getirir. Zaten Güneydoğuda ilk Kürt incelemeleri yapanların
gerçek amacı Büyük Ermenistan için bir tarih tezi oluşturmak
olsa da yan ürünü Kürtlerdi. Daha sonra Ermenilerin
bu bölgeden
çekilmesiyle aynı tarih tezinin konusu Kürtlere dönüşmüştür. 1920’lerdeki tarihçilerle
2000’li yıllardaki tarihçilerin farklılığı buradan kaynaklanmaktadır.
1920’lerdeki tarihçiler Büyük Ermenistan için araştırma yaptıklarından bu bölgedeki
Kürtlerin Ermenilerden dönüştüğünü vurgularken, günümüzdeki
Kürt tarihçileri Ermeni Kral Tikran’ın da Kürt olduğunu, Ermenilerin de Kürt
olduğunu, Kommenega’nın Kürt olduğunu ileri sürmektedirler. … Toplum biçimlerinin
gelişimi tek yönlüdür. … uygar bir topluluk tarihten silinir ama geriye ilkel komünal toplum biçimine
dönmez.
Türkmen kabilelere dayanan Şah İsmail, Safevi tarikatındaki risalelere şia fıkıhı
yerleştirerek İranlı bir devlet yapısına dönüşmüş, Türkmenlerle
araları kopma noktasına gelmesine karşın
Türkmenler İran’ı Afşarlar ve Kaçarlar olarak 1925’e kadar kesintisiz yönetmişlerdir. (Tapper)
Bu boyutu ile bakıldığı zaman İran Türklüğü ile Anadolu Türklüğünün
bir bütün oluşturduğunu ve Türkmenistan’da, Çin Türkistan’ında,
Afgan Türkistan’ında bu sürecin kesintisiz sürdüğünü ve buradaki İrani
unsurların aslında Orta Asya’daki Türkler içindeki topluluklar olduğu
ve İran’daki yerleşik unsurlar olmadığı açıkça ortaya çıkarmaktadır. Bu boyutuyla Türk
toplumunun Türk-Tatar ve Aryen ayrımı, Batılıların Türk Ulusu’nun İran ve Anadolu’daki egemenliğini
silmek için yarattığı yapay bir ayrımdır. Aynı olaya baktığımız zaman Kürtler kendilerinin Aryen, dinlerinin Zerdüşt olduğunu söyleyerek İslam öncesi kimlikle eski, parlak bir tarih yaratma çabasındadır. Ama Aryen kavramını uyduran Hitler, Aryenleri inceledikten sonra en saf Aryenlerin
Macaristan’daki Çingeneler
olduğunu gördükten sonra Aryen kavramını terk ederek Cermen ırkına dönüş yapmıştır.
Kürtler ise kendilerini İranlılıktan ayırabilmek için Aryen veya Hint-Avrupalı
kavramını kullanmışlardır. Oysa bugün Kurmanci dediğimiz, Sorani dediğimiz dil, Araplaşmış
Farsça’nın (Tacikçe) en son biçimidir.
İranlılar da bu Türk etnisi içinde yer almaktadır.
Bugünkü İran’ın büyük nüfusu Azeri olarak ayrılmaktadır. Oysa “Azeri” kavramı
da “Kürt” kavramı gibi dışarıdan sokulmuş bir kavram olup Türk
bütünlüğünü bölme amacına gütmektedir. İran Azerileri, Kuzey Azerileri lafı yerine etnojenezin adının da “İran Türklüğü”
olduğunu söylemek bugün her Azeri’nin boynunun
borcudur. Azerileri ayırmak,
Kürtleri ayırmak, Farsları ayırmak gibi olguların hepsi, dışarıdan
dayatılmış, Türk kimliğini bölmeyi amaçlayan süreçlerdir. … Etnik temel olarak Kürt kimliğine baktığımız zaman da bu kimliğin Türklerin ayrılmaz bir parçası olduğu
noktasıdır.
Etnojenesis, Türkler
ve Kürtler
Ulusların etnik kimliği ve kökeni günümüz
küreselci politikaların temel öğesi olmuştur. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı kavramının devrimci içeriği boşaltılarak, merkezi devletlerin mutlak güdümünde “yeni uluslar ve
devletler oluşturma”
hakkına dönüştürülmüştür. … Birinci Dünya Savaşı sonrası ABD Başkanı Wilson tarafından ileri sürülen proje ile merkezi devletler dışındaki devletlerin, imparatorlukların parçalanması projesine dönüşmüştür.
Türkleşmiş Zagros ve Mezopotamya kuşağındaki petrol yatakları
üzerinde bulunan Türk imparatorluğu parçalanarak Fars etnisi, Kürt
etnileri canlandırılarak ulus devletlere temel oluşturma projeleri yaşama geçirilmiştir.
Bu süreçte Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da Ermenilerin yönetiminde Birleşik Ermeni-Kürt Devleti oluşturmayı
amaçlayan emperyalist proje ve Sevr, Kurtuluş Savaşının kazanılması, Ermeni ve Kürtlerin
isyanlarının bastırılması ile sonuca ulaşamamıştır.
Ermeni-Kürt Birleşik Devleti
Bugün stratejik olarak
birlikte organize olan Ermeni ve Kürtler, aynı bölgede egemen olmak ve İngilizlerle Amerikalılara bölgenin esas Aryen etnisi olduğunu gösterme çabası ile tarihsel süreç içinde birbirlerini kırmışlardır.
Kürtlerin ve Ermenilerin aynı kökenden geldiği tezi bizzat Kürt
Teali Cemiyeti Başkanı Şeyh Abdülkadir tarafından reddedilmiş, kendilerinin Ermeniler ile aynı Aryen soyundan
gelmediklerini ve Pehlevi soyundan gelmiş olduklarını söylemiştir.
Osmanlı’nın Güneydoğu Anadolu ve Irak’ı fethetmesi ile buradaki Ekrad kabilelerinin egemenlerini bölgeden sürerek Osmanlı’ya tabi Ekradları Şafii
kimlikleri ile bölgeye yerleştirmesi sonucu olmuştur. Akkoyunlu Çemişkezeklilerin
Türklüğü, Şerefhan tarafından altı çizilerek belirtilir.
Şah İsmail bu bölgede Melikşah soyundan gelen aşiretlerin
yöneticilerinin tümünü katletmiş, katliamdan kaçıp Osmanlı’ya sığınan bir Beyin Osmanlı’ya tabi olmasıyla
Çemişgezek ve Pertek çevresinde günümüzdeki Alevi aşiretleri
oluşmuştur.
Etnojenez ve Tarihsel
Devrim
Tarihsel devrimin yapısı gereği, fethedilen yerdeki yerleşikler üzerine fatih Türkmen, Tatar Bey ve Mirzaları
yönetiminde egemen olan aşiretler soylu Beyleri oluştururlar.
Bu soylu Beylerin silahlı adamlarına “noker” ya da “gulam” adı verilmektedir.
Aşiretten Ulusa
Gumilyev tarafından kabileden aşirete, etnostan süperetnosa,
süperetnostan parçalanmaya ve subetnosa giden
etnojenez süreçleri şema olarak çizilmiştir. Bu süreç İbni Haldun tarafından kabileden aşirete,
aşiretten devlete ve halifeliğe, kabileden kavmiyete ilerleme şeklinde tanımlanmıştır. Engels, çoban kabilelerin askeri demokratik federasyon yapısının imparatorlukları yıkarak yeni feodal devletleri oluşturduğu bir süreci belirtmektedir. Kıvılcımlı
ise askeri demokratik ordaların sınıf çelişkilerini
aşamayan devletleri yıktığını, yerleşik düzen üzerine askeri demokratik göçer toplulukların egemenleştiği yeni Rönesans ve yeni devlet tipi oluşumunu vurgular. Bunlar Osmanlı’nın, Selçuklunun toplumsal yapısını
açıklar.
Toplumsal yapının en tipik gelişimi Cengiz Tatarlarında
görülmektedir. İlk olarak küçük bir oba, küçük bir kabile diğer kabileler ile birleşerek
veya onları savaşta yenerek yeni bir
“urug”a dönüşür. Uruglar diğer urugları
fethettiği zaman fetheden uruga “altın urug”, diğerlerine ise “iregen urug” veya “unagan bogul” ismi verilir. “Altın urug” ile “iregen urug” kavramları egemen olan urugun diğer urugları yapısına almasını
tanımlar. Bu süreçte ise ordalaşma
başlar. Orda, farklı urugların birleşmesiyle oluşmuş
etnosun ilk çekirdeğini oluşturur. Cengiz’in taycıyut ve mankırtları
altın urugu oluşturur. … Bu etnos genişleme sürecinde çevredeki
Uygurları, Karlukları, Harzemleri ve diğer çevre urugları fethettikten sonra bunları “ötele bogul” ismiyle orduya yerleştirir. Ordu bir savaş makinesidir. Merkezi örgütlenmenin yanlarında sağ ve sol kol örgütlenmeler biçiminde yayılımı ile coğrafyada yer alır. Burada uruglardan ayrılan savaşçılar toplanarak onlar, yüzler, binler ve tümenler
şeklinde örgütlenirler. Bu biçimiyle ilk urug yapısı yerine bütün toplumu bütünleştiren bir süperetnos
yapısı ortaya çıkar.
Süperetnos ve Ulus
İbni Haldun’un da belirttiği gibi devletlerin de gençlik, ihtiyarlık ve yaşlılık dönemleri söz konusudur. Yaşlılık
dönemleri ölüm ile sonuçlanır. Keza etnojenez de bu diyalektiğin ürünüdür. Hiçbir etni sonsuz değildir. Genç bir etnos devletler gibi giderek gelişir ve süperetnosa dönüşür, süperetnos da parçalanarak
sönümlenir.
Genç süperetnos orda, eski, yıpranmış, sınıf çelişkileri ile zayıflamış uygar alandaki devletleri fethederek bunların ölümlerini gerçekleştirir. Bu fetihçi süper etnosun fethettiği ve sonlandırdığı devletlerdeki eski etnoslar ile fetheden etnos arasında yeni bir süreç başlar. Bu süreç etnojenez biliminin temel konusudur. Tarihsel devrim ile başlayan süreç sınıfsal, etnik, toplumsal yapıyı yeniden şekillendirir. Bu diyalektik etkileşim
sonucu eski devletin egemen kalıntıları yok edilir. Bu yok ediş fiziksel olarak ya da
iktidardan uzaklaştırma
biçiminde gerçekleşir.
Merkezi Devletin Oluşumu
Selçuklu İran’ın etnik yapısını tümüyle değiştirirken, kendileri de “bey” ve “yabgu” unvanları yerine “Sultan” ve “Şah” unvanlarını kullanmaya başlarlar. … Özgür Türkmen
savaşçılardan oluşan orda yapısının yerini Sultan ve Şahın gulam ordusu alır. Sultana bağlı gulam ordusunun ve diğer devlet masraflarının karşılanabilmesi için toplumdaki sömürü giderek artar. Devletin ortaya çıkması ile savaşçıların, din adamlarının
yaşamlarını üretmeden sürdürmelerini sağlayacak tahıl ve gıda stoku reaya ve köylülerden
karşılanır. Bu ise toplumun demokratik askeri
yapısı yerine eski uygar devletin sınıflarının oluşturduğu yapıyı doğurur.
Başlangıçtaki han yasasına, han töresine, Cengiz yasasına göre egemen toplum gerek töreye gerekse yasaya göre düzenini kurar. Vergi yasaya göre toplanır. Yargı ise yasaya göre yargucularca uygulanır.
Buradaki orda da Orta Asya Türkmen ordasının bir benzeridir. Fethedilen ülkenin bürokrasisinin dilinin kullanılması ve dininin benimsenmesi zaman içinde din ve şeriatın egemenleştiği bir toplum yapısını ortaya çıkarır ve ordanın
yıkılması aşamasıyla karşı karşıya gelinir. Vergi şeriata göre toplanır, yargıda ise yargucunun yerine kadı geçer. Ordanın yıkılması, gelişen süper etnosun alt etnoslara parçalanmasına ve daha evvel sönümlendirilmiş olan eski etniklerin kültürel kimlikleriyle yeniden
ortaya çıkmasına neden olur. Selçuklunun
Farslaşması ve Selçuklu içinde Harzemşahlar, Atabeyler gibi topluluklarda Türkçe yerine Selçuklu Farsça’sının egemenleşmesi ile kendini gösterir.
Selçuklunun oluşturduğu Türkmen aşısının, Türk süperetnosu
oluşumunun gerilemeye başladığı dönemde yeni Türk
akınlarıyla bu süreç tazelenir. Bu sayede Türklük olgusu, İran’da bin yıllık süreç
içinde yinelenen tarihsel devrimlerle geri dönülmez bir süreç içinde
yerleşmeye başlar.
Kurmancların Şafiileşmesi Selçuklu veziri Nizam-ül
Mülk’ün medreselerinde yetişmiş Şafii mollaların yerel Selçuklu
Türkmen Beyleri üzerinde etkinlik göstermesi ile olur. Farsça, Kurmanci konuşan Şafii mezhepli aşirler, Mirzalar ve bunlara bağımlı Gurlar Türkleşerek Kurmanclaşırlar.
Osmanlının Egemenleşmesi
Osmanlılaşma Türkleşmenin en ileri aşamasıdır. Bu nedenle Osmanlı “Türk
İmparatorluğu” olarak Hamidiye Alayları’nın Ruslara ve Ermenilere karşı örgütlenmesinde görürüz. Bu yapı sözde İslami temele dayanmasına
karşılık Türkleştirmeyi amaçlamıştır. Hamidiye Alayları Rusların saldırısına karşı
kurulmuştur. Bu yapı Kurmanc kabilelerinin Türkleşmesinin en ileri aşamasını göstermektedir.
Soranların etnik olarak Araplaşmış olduğunu İngiliz subayı Noel açıkça belirtmektedir. İngilizler
Süleymaniye’yi Araplara bağlamak ve Kürtleri kurulacak Ermeni devleti içine yerel özerklikler vererek yerleştirmeyi
planlanmaktadır.
Ulus ve Süperetnos
Ulusal bir hareket oluşturmak için uluslaşmak,
aşiretten ordaya, ordadan süperetnosa geçmek gerekir. Süperetnos
içinde ordalaşan yapının uygar alandaki eski
devleti fethetmesiyle beraber ulus oluşmaya başlar. … Bu uluslaşma süreci tarihsel olarak tekrarlanarak ancak pekişebilir. Yoksa süper etnosun kimliği, egemen olduğu eski devletin etnosu tarafından silinebilir.
Kurmanc ve Soran Şafii kimliği, Osmanlı toprak düzeni siyasi yapılanmasıyla
kalıntı etnik yapılarını korumuştur.
İran Topluluklarının Etnik Gelişimi
Kürt kimliği ve Kürt ulusu yaratmak için
bölgeye gelen Nikitin ve Soane gibi istihbaratçılar Gur ve Lurların Kürt
olmadığını açıkça vurgulamak zorunda kalır. Günümüzde bu etnileri Kürt
olarak kabul etme çabaları ise politik amaçlıdır.
Abbasi Devleti’nin ihtiyarlaması ile ortaya çıkan Samani, Buyıt, Mervanid gibi yerel iktidar yapılarının çözümlenmesi Türkler öncesi İran ve Irak’ın etnik yapısını
açıklamamızda anahtar olacaktır.
Mervanidler
Mervanoğulların kökeni Arap olan Mervan Bin
Kek’e dayanır ve Kürtlükle bir ilgisi yoktur. … Arap göçebe kabillerine Maadi adı verilir. Dağlı göçebe kabilelere ise Ekrad adı verilir.
Kurmanc ve Soran
isimleri ise daha sonradan geliştirilmiş isimlerdir. Bu aşiretler hiçbir zaman kolektif bir aksiyona girmemiştir. Tarihlerindeki ilk
kolektif aksiyon Hamidiye Alayları zamanında görülmüştür.
Oysaki kolektif
aksiyona girmeyen, ordalaşmayan
bir topluluk uluslaşamaz ve etnojenez kanununa göre bir etnik oluşturamaz, ancak kabile düzeyinde
komünal topluluklar şeklinde kalır.
İslam Tarihsel Devrimi
İslamiyet Bedevi kabilelerini oluşturan aşiretler federasyonudur. Bedeviler uygar şehir devletlerini
fethederek toplumsal kimlik kazanmışlardır (Kıvılcımlı, İbni Haldun)… Arap etnojenezi İslam tarihsel devrimi ile başlamıştır. Bedevilerden ve
medenilerin kaynaşmasından Arap süperetnosu, Arap ulusu veya Arap kavmi ortaya çıkmıştır. Etnojenez yasasına göre bir kavmin, bir ulusun oluşabilmesi için bu tarihsel devrim sürecinde ordalaşma ve ortak dilin gelişmesi
gerekmektedir. Bunun dışında uzun vadeli ticaret sürecinde gelişen bir ticaret dili de ordalaşmanın oluşturduğu dilin yanında ikinci ortak dilin oluşmasına yol açar.
Tacik Kavramı
Arap kavimleri İslamiyet ile kazandığı
fetihçi dinamizm ile Sasani İran’ı, Suriye’yi Doğu Anadolu’yu fethederek bu bölgelerdeki halkları İslamlaştırmıştır. Zerdüşt dinine bağlı ve Pehlevice konuşan
Sasanilerin oluşturduğu köleci toplum düzeni yıkılarak Arap kabileleri yönetiminde
yeni Fars toplumu ve yeni Farsça oluşturulmuştur. Araplar askerlerini Horasan’da, Türkistan’da Müslüman köylülere dönüşen halktan sağlamıştır. Tacik ismi bu Müslümanlaşan
Farsi halka verilmiştir. Türkistanlı Türklerin verdiği bir isimdir. Başlangıçta
Farsça konuşan Arap anlamındadır. Araplar da göçebe, dağlı
Türklere Zagroslar’daki halka verdiği gibi Ekrad adını
vermiştir.
Türklerin Müslümanlaşması ile Türk gulamlar Arap ordularındaki
ana askeri topluluğu ve gücü oluşturmuşlardır. Emevi Kureyş ailesine karşı Horasan’da başlayan Abbasi ayaklanması sonucu Mervani Hanedanlığı
yıkılarak Abbasi Hanedanı iktidara gelmiş ve halifeliği
Bağdat’a taşımıştır. Abbasiler döneminde Doğu Anadolu’yu fetheden orduyu bütünüyle Türk gulamları oluşturur. Rum hududu boyunca ordularını Türk gulamların oluşturduğu emirlikler yer alır.
Abbasi Devleti’nin çökmesiyle Türkistan’da ve Horasan’da Sünni
Samanidlerin, İran’da ise Şii Buyıtların egemenliği söz konusudur. Güneydoğu Anadolu’daki Mervanidler de, Musul’daki Hamanidler de yerel iktidarlardır. Bağdat Halifeliği’ne
bağlı olan bu yerel iktidarlar Kürt tarih tezi savunucularına
göre Kürt iktidarları ve devletleri olarak tanımlansa da o dönemde Kürt
kimliği oluşmadığı gibi bu devletlerin
egemenleri Araplardan ve orduları da onlara bağlı Türk gulamlarından
oluşmaktadır.
Kürt tarih tezini
savunanlar Azerilerin de, Şah İsmail’in de Kürt olduğunu ileri sürmektedirler.
Buna dayanak olarak Abbasi Devleti’nin yıkılması sonucu Kafkasya’da ortaya çıkan Şeddadilerin Kürt olduğundan, Arranların, Revadilerin Kürt
olduğundan hareket etmektedirler. … “Arran”ın Aryen isminden kaynaklandığı,
Kürtler de Aryen olduğuna göre Arranların da Kürt olduğu gibi düz bir mantıkla
Arranların Kürt olduğuna hükmedilir. Arranlar Şeyh İbni Sumbat isimli Kafkasyalı
bir kökenden gelir. Şeddadiler ise Muhammed Bin Şeddad Bin Kartu soyundan
gelir. Burada Kartu’nun “Kürt” demek olduğunu ileri sürerek
Şeddadileri Kürt ilan ederler (Bedirhan).
Kartu, Ermenilerin Gürcülere
verdiği bir isimdir (Nikitin). Bu
kavmin yöneticileri de Kartulardan gelmektedir.
Gurların Kökeni
Tarihsel devrimler sürecinde orda ile bütünleşmiş fatih etnos ile fethedilen etnosun karşılıklı etkileşimi ile ulus oluşur. Fethedilen toplumun dini ve dili, yerleşik toplumun düzeni, üretim tarzı, fethede süperetnos
tarafından benimsenir ve fetheden süper etnosun egemenleri bu toplumun yeni egemenleri olarak kendi devlet yapılarını kurarlar. Fethedilen toplumdaki eski etnos yöneticileri ve halkı fatihler tarafından yeniden biçimlendirilir.
Bu süreçte bazen fetih sürecine direnen şehirlerin tüm
halkı katledilir. Daha sonraki süreçte ise yerleşiklerin
bürokrasisinde yer alan bürokratla yeni egemenlerin oluşturduğu devlete bürokratik olarak hizmet etmeye başlarlar. Bu süreçte eski etnos yeni egemen süperetnos ile kaynaşarak tarihten silinir. Bu süreçte en alt sınıfı oluşturan köylü yerleşik
köleler tarımsal üretimin gerilemesi ile göçebe çoban topluluklara dönüşür.
Eski toplumun egemenleri, hanedanları yok edilirken eski toplumdaki hanedanlara hizmet eden bürokratlar ve din adamları yeni efendileri olan fetheden toplumun egemenlerini hizmetine girerek bu
yeni süper etnosla kaynaşırlar. Buna karşılık köle veya serf konumundaki topluluklar ise ya yeni toplumdaki yerel yöneticilerin emrine girerek serfleşir,
köylüleşir ya da tarımsal üretimin gerilemesi ile çoban
toplumlara dönüşerek yeni egemen fetihçilerin göçebe çoban kabileleriyle bütünleşmiş
alt unagan bogullara dönüşür. Göçebe Kurmanc aşiretlerine Goran köylülerinin eklemlenmesi örneği
ile gördüğümüz bu olgu çok daha geniş bir olgu olarak tüm
İran ve Anadolu’da görülmektedir.
Kabileden aşirete geçiş, oradan ordaya geçiş
süreci ise farklı bir süreçtir. Bu bir etnos oluşum
sürecidir. Bu etnos giderek süperetnosa dönüşür. Bu süreç Araplarda Türkmenlerde, Araplarda açıklıkla
görülen ve süper etnoslar oluşturan tarihsel devrimlerdir. Bu süreçte iki kabile karşı karşıya geldiği zaman birleşirler ya da galip kabile diğer kabileyi yok eder.
Galip kabile “altın urug” ismini alırken
fethedilen kabile ise “iregen urug” adını alır. Ordalaşan topluluğun
diğer kabileleri fethetmesi ile “unagan bogul” Veya “ötele bogul” dediğimiz kabileler, kabileler federasyonu içinde yer alır. Bu kabileler federasyonu da ordalaşarak “süper etnos”a geçer.
Süperetnos ordasının uygar devleti fethedip
bu coğrafyayı
yurtlaştırması, uygar devletteki süper etnosla diyalektik ilişkiye girmesi veya kendine
entegre etmesiyle ulus ortaya çıkar. Yani Anadolu ve İran’ın Türk ulusu ile uluslaşması bu sürecin
ürünüdür.
Arapların İran’ı bir kez zapt etmesine karşılık, Türkler, Turanlılar Antik Çağ ve Ortaçağ tarihi boyunca sürekli
yaptıkları akınlarla bu bölgeyi Türkleştirmişlerdir.
Medlerin Tarihi
80’li yıllardaki Kürtçülerden daha ileri giden günümüz Kürtçüleri, Kürtlerin bölgenin yerleşik halkı olduğu, Aryen kökenli bu halkın 7000 yıldır bu bölgede
bulunduğu, Doğu Anadolu’da yer alan bu
Aryen halkın bölgeden
göçen Avrupalıların ataları olduğu gibi bir tezi savunmaktadırlar.
Bu tezin ilk savunucuları ise Kürtler olmayıp
Ermenilerdir. Onlara göre Ermeniler Hurrilerin devamı olan ve bölgenin yerleşik halkıdır. 7000 yıldan beri Ermeniler bu bölgede yaşamaktadır. Kürtçülerin Hurrilerin, Guttilerin, Kasitlerin, Mitannilerin, Medlerin Kürt olduğunu ileri süren tezleri Ermeni tarih tezinin kötü bir kopyasıdır.
Ermenilerin Kökeni
Ermenilerin,
Hurrilerin ve Urartuların
devamı olarak gelmiş bir etnos olduklarını, yerli bir Aryen ulusu olduklarını söylemek tarih dışıdır. Ermeniler MS 1. yüzyılda
Trakya’dan Anadolu’ya giren Friglerin Doğu Anadolu’daki kolonilerinden kalan bir halktır. … Ermenilerin ve Kürtlerin aynı uygarlıklara sahip çıkmaya
kalkmaları, bu bölgede egemen politik güç olma ereğiyle
İngilizlerin ve Amerikalıların Ermenilere bu bölgenin
yerli halkı olduğunu kabul ettirme çabalarından başka bir şey değildir. Bu olgu günümüzde
Kürtler için de geçerlidir.
Etnosların Ömrü
Büyük açlıkları, büyük savaşlardaki büyük katliamları, mikropların tarihte yaptığı büyük
kırımlara yol açtığını göz önüne aldığımızda,
bırakınız 7000’i, 1000 yıl bile bir etnosun sürebilmesinin mümkün olmadığını görmekteyiz. Kaldı ki etnos yalnızca biyolojik bir olgu değil sosyal, askercil bir
olgudur. Etnosu oluşturan
en önemli öğe Orta Asya’da gördüğümüz süperetnosu oluşturan
savaş makineleri
ordalardır. Buradan ulusa geçiş ise belli bir mekanda yurtlanmadır. Belli bir mekanı zapt ediş ve kimliğinin buradaki devletle, toplumsal biçimle bütünleştirmedir.
Kurmanclar ve Kürtler
Kurmanc, Gur, Miskin
gibi etnik topluluklar sınıfsal bir içeriği de kapsayarak, fethedilen halkların isimlerini oluşturmaktadır.
Selçuklular, Artuklular, Harzemşahlar, Dilmaçlar, Çubuklular,
Saltuklular, Mengücükler, Danişmendler gibi Türkmen kabileleri, Türkmen
egemenleri geri dönmemek üzere Doğu Anadolu, Irak ve Güneydoğu Anadolu’da bölgelerine yerleşmişlerdir. Bu süreçte Izady’nin de belirttiği
gibi bu bölgede Kürt ya da Ekrad toplulukları yoktur. Doğu Anadolu’da Ermeniler, Güneydoğu Anadolu’da Süryaniler, Urfa ve Diyarbakır
bölgesinde ise Mervani Arapları ve Rumlar yer almaktadır.
12-
yüzyılın toplumsal bir gerçeği olarak Güneydoğu Anadolu, Irak ve Doğu Anadolu Türkmenler tarafından bütünüyle
Türkleştirilmiş. Türkmen yurdu olmuştur. Mervaniler, Emevi hanedanının devamı olarak Rum, Ermeni,
Nasturi halkı dışında bu Abbasi fatihleri olarak yer almaktadır. Türkmenlerin yurt olarak bu bölgeye yerleşmesi ve bu bölgenin
“Türkiya” ismini alması Cohen tarafından altı
çizilmiştir. Cohen Osmanlılar Öncesi Anadolu kitabında bu bölgenin 12. yüzyılda Türk
bölgesi olarak bilindiğini vurgulamaktadır.
Mervaniler Amid,
Bitlis, Erzurum, Van ve Musul’da yerleşmişlerdir. Bu bölgelerdeki Mervani Arap iktidarı
Selçuklu Türkmenleri tarafından yıkılmış, yukarıda sayılan Türkmen Beylikler bu bölgelere
yerleşmiştir. Kürt tarih yazıcılarının Kürtlerin binlerce yıldan beri bu bölgede
bulunduğunu ileri sürmelerine karşın, Şerefname’de
Ekrad tarihinin Türkmenlerin gelişi sonrası, yani 12. yüzyılda
gelişmeye başladığı, esas olarak da
Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri ile başladığı yazmaktadır.
Mervanoğulları tarihinde sözcük olarak geçen
Ekradların günümüzdeki Kurmanclar ile hiçbir ilgisi olmayıp, bu sözcük dağlı
göçebe kabileleri tanımlamaktadır.
Kürt tarih yazıcıları Kürt hakimleri olarak kullandıkları melik, emir, Mirza,
han unvanları
gösterir ki farklı devletlerin, süper
etnosların kullandıkları statülerdir. Şerefname’de Emir Şeref
Ekradların kökenini daha sonra Abbasilere
ya da Mervanilere bağlanır.
Günümüz Kürt tarihçilerinin Kürtlerin kökenini Hurriler, Mitanniler, Medler gibi antik tarihteki bir köke bağlaması gibi, Şerefhan’da Şerefname’yi
yazdığı dönemdeki İslami bakışı ile kökenlerini Emevilere, Abbasilere bağlamaktadır.
Selçukluları takip eden dönemdeki İlhanlı-Çağatay Tatarları ve Akkoyunlu Mirzaları,
Kurmanc toplumunun tarihinin başlangıcındaki efendiler olarak Şerefhan tarafından Şerefname’de anlatılmaktadır.
Selçukluların yıkılması ile ortaya çıkan Zengi Atabeyliği ve Harzemşahlar
döneminde Mardin, Hasankeyf’te egemen olan Selçuklu atabeyleri Zengilerin yönetimindedir.
Zengiler Türkmen Beyliği olduğu halde, daha sonra Eyyubi ve Memlukluların yönetime geçmesiyle buradaki yöneticiler Melik unvanını
alırlar. Meliklerin Kurmanclarla hiçbir ilişkisi olmadığı halde Selahaddin Eyyübi’nin Kürt olduğu ileri sürülmektedir. … Osmanlıların
bölgeyi ele geçirmesiyle Osmanlı egemenliğinde eski Mirza unvanları yerine Paşa ve Bey unvanlarını
kullanır. … Kurmanc kimliğini Mirzalar ile simgelemektedir.
Bu bölgeye yerleşik Kurmanclar ise Cengiz yasasına göre cüldük kabileler olarak tanımlanır. Cüldük Kurmanclar boyeri ve Mirzalara tabi reaya, serf yerleşik ya da çoban
topluluklardır. … Kurmanclar Selçuklu Türkmenleri ile birlikte ötele
bogullar yani tabi uruglar olarak bölgeye gelmiştir. Bölgeye gelişleri
sürecinde gerek Selçukluların gerekse bu toplulukların
konuştuğu yeni Farsça Tacikçe ve Zendce gibi bir dildir. Esas gelişimini Osmanlı tabiyetinde gerçekleştiren bu dil Kurmanci olarak isimlendirilir. Türkmen kabilelerine tabi olan
Kurmanclar Irak’ta ise farklı bir statüye sahiptir. Irak bölgesinde
reaya ve köle sınıf olarak Goranları, bunların aşirleri
Mirzaları olarak Kurmancları görmekteyiz.
Selçuklularla daha doğrusu Akkoyunlular ve Purnaklı
aşireti ile birlikte Irak’a gelen
Kurmanc kabileleri
egemen Purnaklı
aşiretinin Kızılbaş olup Safevilere katılması nedeniyle Osmanlı Devleti tarafından
bölgeden çıkarılmasıyla Soran, Baban gibi
kabileler üzerine Kurmanclar egemen kabileler ve aşirler olmuştur. Güneydoğu Anadolu’da aşirler Türkmenler iken Kurmanclar reaya iken, Kuzey Irak’ta Süleymaniye çevresinde Goranlar köylü reaya, Kurmanclar ise bunların yöneticileri konumundadır. Bu bölgedeki
Kurmancların konuştuğu dil Sorani, Sultan
Murat döneminden sonra 17. yüzyılda
gelişmeye başlamıştır.
Soranların Gelişimi
Nikitin ve Soane’ye göre Goranlar köylüyü, Kurmanclar ise efendileri, aşirleri oluşturmaktadır. Bunlar arasında iki farklı etnik yapı ortaya çıkmaktadır. Bu bölgede Osmanlı
egemenliği sonrası gelişen yapılanmada Sorani adında yeni bir Farsi dil gelişirken Osmanlı’ya bağlı Musul ve Bağdat arasındaki tımar ve zeametlere yerleşmiş,
Osmanlı sancaklarına bağlı bir topluluk gelişmiştir.
Kürtlük Zorlaması
Kurmanc kimliği günümüzde bir Kürt kimliği yaratmak için esas alınan,
alınması istenen bir kimlik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kuzey Irak’ta
Kurmanclar ise Goran köylüleri üzerinde egemenliklerini aşirler olarak sürdürmektedir.
Barzaniler, Babanlar gibi aşiretler Kurmanc kimliklerini Goranlarla birleştirerek Soran kimliği ile ortaya çıkmıştır. Daha sonraki politik süreçte ise Zazaları ve Goranları
Kurmançlık altında birleştirerek bir Kürt kimliği oluşturulmaya
çalışılmaktadır. İngilizler ile işbirliği yapan Babanlar ve Bedirhanlılar gibi Kurmanc kökenlerinden gelen aşirler Osmanlı
Devleti’nin inisiyatifinde gelişmiş bir topluluk olduğu
için Osmanlı’ya tabi olmuşlardır.
Şafii Zazalar ile Alevi
Zazalar Osmanlı-Safevi
ilişkileri sonucu siyasi kimlikler olarak
dinsel bir kimlikte oluşturulmuştur.
Günümüzdeki Kürtçüler ise Pankürdik bir yaklaşımla
Kürtlüğünü kaybetmiş Gurları, Lurları, güneydeki petrol bölgelerine
yakın Bahtiyarileri Kürtlüğe ilave etmektedir. Aynı şekilde Kürtler ile ilişkisini tamamen kesmiş olan ve hiçbir zaman Kürt olmayan Alevi Zazaları
da Kürt kimliği içinde sayma amacındadırlar.
Kürt Politik Kimliği
Günümüzde Türkiyelilik kavramını kullanmanın arkasındaki olgu, Kürtlere politik bir kimlik oluşturma çabasıdır. Kurtuluş Savaşı öncesi yıllarda Wilson Prensiplerine dayanılarak Osmanlılık kimliği altında yeni etnilerin yaratılması
sürecinde Kürt politik kimliği ileri sürülmüştür.
Kürt Teali Cemiyetinin Türk entelektüel çevresinde tanınmış
kişileri, Pankürdik bir birleşmeyi savunan tezler ile Sevr masasına oturma noktasında hareket etmişlerdir.
Şerif Paşa tarafından Fransa’daki Sevr tartışmalarına katılmak için
gönderilen kişiler Kürt Teali Cemiyetinin görüşleri doğrultusunda Doğu Anadolu, Kafkasya ve Irak’ta bir Kürt devletinin oluşturulması tezini kabullenmişlerdir.
Bu tezin arkasındaki olgu ise, Hamidiye Alayları ile Abdülhamit’in geliştirdiği askeri kimliği, Kürt politik kimliğine
dönüştürme çabasıdır. Günümüzde bu olgu Türkiyelilik kavramı ile gündeme
getirilmiştir. “Türkiye halkları” kavramından yola çıkılarak “Kürt
milliyeti” ve “Kürt milleti” kavramları türetilmiştir. Oradan da “Kürt milletinin ayrılma hakkı”
adı altında, Leninist teze karşı çıkan ya da Türkiye’nin kendi ulusal gerçeğine
aykırı Batıcı, emperyalist bir tez
olarak ayrılıkçı
Kürtçülük söz konusu olmuştur.
Kürt ve Kürtçülük Kavramları
Geçmişte Osmanlılık kavramı Türklüğe karşı kullanılan bir kavram olduğu gibi, günümüzde de Türkiyelilik
kavramı Türklüğe karşı kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kürtlerin bu Türk devletleri içindeki konumunu incelediğimizde
gerek Orta Asya’dan gerekse Horasan’dan Anadolu’ya
gelen ve Türkçe’nin
yanında Farsi dilde konuşan Türk kabilelerine kabul edilmiş topluluklar olarak
Anadolu’ya girdiklerini göreceğiz.
Bu gerçeği reddetmek tarihsel olarak da, verisel olarak da mümkün değildir. Keza Izady de “Türkler
Anadolu’ya geldiği zaman bu bölgelerde Kürtler olmadığı için çok
rahat boydan boya geçmişlerdir, bir direniş
olmamıştır.” demek zorunda kalmıştır.
Böylece Abdullah Öcalan’ın “Kılıçlı Türkler
geldiğinde onlara çiçek uzatan Med çocukları vardı.” ifadelerinin hiçbir tarihsel tabanı olmadığı
görülecektir.
Kürt tarih yazıcıları, Kürtlerin Osmanlı’ya bir anlaşma sonucu tabi olduğunu
fakat Osmanlı’nın bu anlaşmaya uymadığı tezini ileri sürmektedirler.
Onlara göre Osmanlı’yla beraber Şah İsmail’e karşı savaşmışlar ve büyük destek vermişlerdir. Bu, tarihi gerçeklerin
saptırılmasından başka bir şey değildir.
Kurmanc Kimliğinin Oluşumu
Osmanlı, ağır topları ile İstanbul’dan yola çıkıp
Çaldıran’a gelme sürecinde Sivas’tan başlayarak yolu üzerindeki
bütün Türkmen kabilelerini
katlederek ilerlemiştir.
Osmanlı, Şah İsmail ile savaşa girdiğinde Şah İsmail’in ordusunda esas gücü
Türkmen kabileleri oluşturmuştur. … Yavuz Sultan Selim’in esas hedefi bu bölge olmasına karşılık Çaldıran Savaşından sonra bile bu bölgede
egemenlik kuramamıştır. Bu bölgede Türkmen Beylikleri egemenliklerini sürdürmüştür.
Türkmen Beylerinin bu bölgeden çıkarılması stratejik hedefine ulaşmak için Yavuz Sultan Selim savaşmayı bu bölgede
sürdürmüştür. …Türkmen Beylerini bu bölgeden çıkarttıktan sonra tımar ve zeamet ile Kürtleri
eski düzenlerinden farklı olarak Osmanlı’ya tabi, yarı serf topluluklar olarak buraya yerleştirmiştir. Hiçbir şekilde Kürtler ile yapılan bir anlaşma söz konusu değildir. … Ama daha sonra bu kabilelerin tümü, oluşturulan yeni yapı nedeniyle Osmanlılaştırılmakta,
bir yerde Türkleştirilmiştir. Bu süreç 20. yüzyıla kadar sürmüş,
Şafiileştirilmiş ve Türkmenleştirilmiş bir Kurmanc kimliği
ortaya çıkmıştır. Keza Kurmanc dilinin
16. yüzyıldan sonra gelişmeye
başlamış olduğu, Izady’nin dil gelişim haritasında da açıkça
görülmektedir.
Zaza Kimliğinin Oluşumu
Alevilik ise Osmanlı ile çatışan ve çatıştığı için katledilen bir Türkmen
kimliğidir. … Bu Türkmen kabileler Farsça’yı (Zazaca) Osmanlı’nın yapmakta olduğu katliamlardan korunmak için kullanmışlardır. Bu tarihsel bir olgu
olarak Kürt politik kimliğinin
önündeki bir gerçektir. … Yavuz Sultan Selim’in emri ile bu bölgedeki Osmanlı Beylerbeyine bağlı livalar ve sancaklar oluşturması sürecinde Kurmanc topluluklarının işlevleri, Alevilerin ve Kızılbaş
Türkmenlerin bu bölgeden sürülmesi veya Sünnileştirilmesi
olmuştur.
Buna direnen gerek
kuzeydeki Türkmen
aşiretleri ve Türkmen Beylikleri gerek Erzurum, Erzincan, Tunceli, Varto, Hınıs bölgesindeki Türkmen
aşiretleri Alevi kimlikleriyle kalmışlardır. Ama, Kurmanclar tarafından
katledildikleri kanlı bir tarih yaşamak zorunda kalmışlardır. Keza Yavuz sonrası Sultan Süleyman ve Sultan Murat zamanında
da Musul ve Kerkük, yani Irak, Türkmenlerin elinde olduğu için bu süre içinde
bölgede Soran kimliği gelişememiştir. Oysa bu bölgeler
Türkmenlerden alındıktan sonra Soranlar Şafii kimliği ile gelişmiş ve bu bölgedeki
Türkmen kabileleri içindeki Lur ve Gurlar tasfiye olmuştur.
Gur ve Lurlar bir başka yaklaşıma göre Yezidi dininde olan Kürtler olarak tanımlanmaktadır. Gurlar ve Lurların tasfiyesi ile Goranlar tarih sahnesine çıkmıştır. Bu olgu da 17. yüzyıldan sonra gelişmiştir. Bunu sağlayan olay ise Osmanlı’nın bu bölgeyi zapt etmesi ve Purnaklı
aşiretini bu bölgeden çıkarmasıdır.
Hamidiye Alayları ve Şafii Kurmanclar
Günümüze doğru geldiğimizde Osmanlı’nın, Kurmancları Kafkaslardaki ve Doğu Anadolu’daki
Ermenilere karşı bir milis gücü olarak örgütlemesiyle Hamidiye Alayları olgusu karşımıza
çıkmıştır. Hamidiye Alayları ile bu bölgedeki tüm
Şafii kabileler örgütlenmiş ve bu örgütlenme sonucu Milan ve Zilan aşiretlerinden … 36 alay oluşturulmuştur. Her alayda 200 kişi
bulunmaktadır. Böylece 7200 kişilik bir askeri yapı
oluşmuştur.
Hamidiye Alayları’ndaki Paşalar herhangi bir eğitim
almamıştır. Bunlara bağlı olarak her aşiretten
yüzbaşı ve teğmenlerin bulunduğu bir yapı
oluşturulmuştur. İngiliz istihbaratında “Kürt subayları” olarak geçen kavram da bu Hamidiye Alaylarından kalan Hamidiye Paşalarıdır. Yani “alaylı”
dediğimiz kavram buradan kaynak1anan bir olaydır. Hamidiye Alayları’nın
gerçekleştirmiş olduğu en önemli işlerden biri de Alevileri açıkça kırmak olmuştur.
Şeyh Said İsyanında ayaklanmayı Cibranlı Halil’in örgütlediğini ve Sünni-Alevi
çatışmasının ön plana çıktığını İngiliz istihbaratının
raporlarında görmekteyiz. Cibranlı Halil, Hörmeki ve Balabanlara sığınmış
bir Şafii aşiretin reisidir ve Cibranlılar Hamidiye Alaylarında
görev almış bir topluluktur. Şeyh Sait İsyanının
İngiliz istihbaratının bilgisinde ve
inisiyatifinde olduğu
kanıtlanmıştır. Burada da gene Şeyh Said İsyanına karşı olan Balabanlar, Lolanlar ve Hörmekiler Türkiye Cumhuriyeti
kuvvetlerinin yanında yer alarak Şeyh Said’in yenilmesine yardımcı olmuştur. Bunu Nuri Dersimi
ihanet olarak gösterirken, bu olgu aslında Kurmanclar ile Alevi Zazalar arasındaki çelişkiyi vurgulamaktadır. Cumhuriyeti coşku
içinde destekleyen Alevi Zazalara karşılık Abdülhamit rejimini özleyen Şafii
Kurmancların politik kimliklerinin gereğini yapmaları 21. yüzyılda bile süren bir olaydır.
Günümüzde de PKK, Tunceli ve diğer bölgelerdeki Zaza aşiretlerinin
örgütlerini fiziki olarak katlederek
kendisine tabi kılmayı
amaçlayan bir yapıyı oluşturmaya çalışmaktadır.
İngiliz Belgelerinde Kürtçülük
1958 tarihli bir İngiliz istihbarat raporunda, Türkiye’de toplam nüfusun 28 milyon olduğu ve bunun içinde 2 milyon Kürt olduğu,
İran’da toplam nüfusun 20 milyon olduğu ve yaklaşık 1 milyon Kürt olduğu, Irak’ta yaklaşık
nüfusun 5 milyon olduğu, 1 milyon Kürt olduğu, Suriye’de ise 4 milyonluk nüfusa karşılık 150.000 Kürt olduğu yazmaktadır. Sovyetler Birliği, yani Ermenistan’da ise 100 bin Kürt olduğu gösterilmektedir. … Yani bu bölgedeki toplam 60 milyon nüfus içinde Kürtler 15’e 1 gibi bir oran oluşturmaktadır.
Avrupa Birliği Kürtlerin azınlık olduğunu ileri sürerken
aslında bu gerçeği görerek söylemektedir.
Kürtler ise buna bile razı olmayarak, “Hayır biz azınlık
değiliz. Cumhuriyetin kurucusuyuz.” demektedir.
Süleymaniye bölgesindeki isyanlarda Şeyh Mahmut, Irak’taki ve kuzeydoğuda isyanlarda ise Molla
Barzani söz konusudur. Fakat bu iki ayaklanma da esas olarak yerel ayaklanmadır ve ulusal nitelikleri söz konusu değildir.
Günümüzde Irak’ta Kurmanc
Barzani aşireti ile Soran Talabani çatışması gibi, 1920’lerde
Zebari aşireti ile Barzani aşireti
çatışması …
Ermeniler ve Kürtler
Yüzbaşı Noel, 1914 yılında Ermeni katliamı
yaptıkları varsayımı ile Kürtlerin bundan çok
korktuklarını ve İngilizlerin bu bölgeye gelerek Kürtlere karşı bir misilleme yapacağı
korkusu içinde olduklarını belirtmiştir.
İngilizlerin bu bölgede Pankürdik bir devlet değil, farklı
aşiretlerin egemenliğinde bölgeler oluşturmaya ama esas olarak da Kürt aşiretlerden bir devlet oluşturmadan uzak durduğunu ve Ermenilerle birleştirmeye
çalıştığını görmekteyiz (Esas olarak da Ermeni
devleti içinde küçük
özerk Beylikler).
İngilizlerin Mısır Kuvvetleri Karargahından gelen gizli bir raporda şöyle yazmaktadır: “Hemen hemen tüm görevlilerin raporları Ermeni ve Kürtlerin
birçok yerde öylesine karışmış olduğunu göstermektedir ki, mevcut durumda iki farklı ve ayrı oluşturmak adaletsizliğe,
karışıklıklara, kan dökülmesine yol açacaktır.
Binbaşı Noel tarafından önerildiği gibi Kürdistan ve Ermenistan arasındaki
coğrafi ilişkinin belirlenmesinin
sonraki bir tarihe bırakılması
ve tüm bölgenin geçici olarak tek bir mandacı gücün ve aynı idari sistemin kontrolüne
bırakılması daha iyi olacaktır.”
Kürt Teali Cemiyeti ve İngilizler
Kürt aydınları olarak ortaya çıkan Kürt Teali Cemiyetinin ve ona bağlı grupların İngilizlere yazdıkları mektuplarda verdikleri sözler ibret alınması gereken bir mandacı
düşünce yapısını bize göstermektedir. Keza aynı dönemde
Türkiye’de de Amerikan mandasını savunan Türk aydınları
söz konusu olmuştur.
Kürtler İngiliz mandasını Amerikan mandasına tercih ettiklerini vurgulamaktadır.
Kürt Askeri Gücü
Kurtuluş Savaşı’nda Türklerle birlikte Kürtlerin de savaştığı ve savaşın birlikte kazanıldığı sık
sık vurgulanır. İngiliz raporlarına göre 1958 yılında 2 milyon nüfusa sahip olan Kürtlerin
Abdülhamit dönemindeki
Hamidiye Alayları için çıkarabildikleri asker sayısı ancak 8.000 dolaylarındadır.
Bu olgu “Kürtler azınlık değil, kurucu uluslardan
biridir.” ifadesinin geçersizliğini ortaya koyar.
1926 yılında Kürtlerin hazırladığı bu raporda tüm Kürt nüfusu
1926 yılında 13 milyon olarak gösterilirken 1958 yılında İngiliz
istihbaratının hazırladığı gizli bir raporda tüm Kürtlerin nüfusunun yaklaşık 4.5 milyon olduğu belirtilmektedir. 1928 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı ilk nüfus sayımında
bile tüm Türkiye’nin nüfusu 13 milyon dolaylarındadır. … Buradaki Türkiye
aşiretleri dediğimiz 670 kabilenin her
birinin 1000 kişi olduğunu
varsaydığımız zaman toplam nüfus 670.000 yapmaktadır. Her 100 kişiden birini de asker yaptığımız
zaman 6.000-7.000 silahlı adam ortaya çıkmaktadır.
Bu boyutuyla bakıldığı zaman ise 1926 yılında Türkiye’de 500.000 ile 600.000 arasında bir Kürt nüfusunun olduğu ortaya çıkmaktadır. Keza Kars, Kağızman, Ardahan bölgelerindeki 150 kabile de eklendiğinde
en fazla 700 ila 800.000 arasında nüfus olduğu görülmektedir.
Buna karşılık 13.000.000 gibi bir sayı son derece hayali olmaktadır.
Günümüzde Izady bile Kürtlerin toplam nüfusunun 26 milyon olduğunu yazmaktayken, 90’lı
yıllardaki Kürt Konferansında Kürt nüfusunun 12-15 milyon olduğu
kabul ettirilmeye çalışılırken 1926 yılında Kürtler
ya sayı saymayı bilmiyorlardı ya da şimdi yaptıkları gibi gerçekle hiçbir
ilgisi olmayan bir tarih tezi yaratmaya çalışıyorlardı.
Başlangıçla İngiliz istihbaratı ile çalışmaya
gönüllü olan Kürt Teali Cemiyeti üyeleri,
İngilizlerin Kürtleri Ermeni devletinde
neredeyse ikinci sınıf
yurttaş durumuna getireceğini görür ve Kuvayı Milliye’nin gelişmesiyle
beraber yön değiştirerek Türk kuvvetlerin tarafına geçer. Hıristiyanlara karşı
yapılanlar yüzünden kurulacak bir
Ermenistan devletinde Kürtlere karşı bir misilleme yapılacağı korkusuyla tavırları 180 derece tersine dönmüş ve bu nedenle de İngiliz istihbaratı bunları ilk önce İttihat ve Terakki’nin adamları
ve daha sonra da Mustafa Kemal’in adamları olarak suçlamıştır.
Özdemir Bey’in Musul Seferi
l920’lerde Misak-ı Milli sınırlarında
mücadele etmek için Mustafa Kemal’den görev alan Özdemir Bey, 200 kişilik kuvvetiyle İngilizleri Musul’a kadar sürüklemiştir.
Türkiyelilik-Türklük
Bugünkü Türkiyelilik kavramı altında bir Kürt kimliği arama çabasının tarihsel, politik ve askeri tabanı olmadığı açıkça görülmektedir. Geçmişteki Osmanlılık kavramı
nasıl Türklüğe karşı idiyse bugünkü Türkiyelilik kavramı da Türklüğe
karşıdır. … Arap ve Rus tarihçiler Selçuklulara karşı
Selçukluların Türk kimliğini değil İslam kimliğini ön plana çıkararak
Türklüğünü saklamaya çalışmaktadırlar. Türk kimliği
günümüzde oluşmuş bir kimlik değil 1000 yıllık bir sürecin içinde
gelişmiş bir kimliktir ve Zaza, Soran,
Kurmanc gibi unsurlar Türk kimliği içinde kalık etniler olarak gelmişlerdir.
Tarihi biraz
inceleyerek geçmişe
baktığımız zaman gerek Zilan gerek Milan aşiretlerinin bizzat bu Ermeni olaylarında fiili aktörler olarak yer aldıklarını
göreceğiz. Bu nedenle de Kurtuluş Savaşına katılmalarını veya Kurtuluş
Savaşına karşı İngilizlerin yanında yer almamaların nedeni, İngilizlerin Ermeni devletini kurduğu zaman bunları cezalandıracağı korkusudur. Bu tarihsel çelişki bugün tersyüz edilmiştir. “Kürtler ve Ermeniler Aryen ırktan gelmektedir” teziyle çocuk kandırır gibi Kürtler
kandırılmaya çalışılmaktadır. Oysa en Kürtçü olan Abdülkadir bile “Biz Pehlevi ırktan geliyoruz. Kesinlikle
Ermenilerle bir ilgimiz yoktur ve Pehlevi ırkı Türkler ile bütünleşmiştir.” demektedir. Başlangıçta
Kürt Teali Cemiyetinin Başkanı olarak İngilizlere
yanaşan Abdülkadir daha sonradan Türk işbirlikçiliği ile suçlanmıştır.
Aynı şekilde Baban ailesi de suçlanmaktadır.
Türkiyelilik kavramı ile geçmişte Osmanlılık kavramının
çıkardığı Ermenilik ve Rumluk kavramı gibi Kürtlük kavramı
ortaya çıkarılmak istenmektedir ama Kürtlük olgusu Türklükten
hiçbir şekilde ayrılamayacak tarihi bir sürecin ürünü olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu dönemde PKK bile “Türk ve Kürtlerin partisiyim.” diyerek Türkiye’nin partisi olduğu savını ileri sürmektedir.
İslam olgusu Türklerin büyük bir çoğunluğu olan İran Türklüğünü
Türklük dışına atmış, buna karşılık Türklük içinde olan Kurmancları
ayrı bir etni olarak öne çıkartmıştır. Oysa etnik olarak tarihsel bir sürecin içinde bu etniler Türklük yapısı içinde oluşturmuştur.
Günümüz Kürt Politikasının Çözümlenmesi
20-
yüzyıl başında, dünya devrimlerinin getirdiği değişen dünya
koşullarında, emperyalistlerin kurmak istedikleri “Yeni Dünya Düzeni”nde etnik
kimliklerin öne çıkarıldığını, dünya sistemine bağlı yeni küçük devletlerin
oluşturulması uygulamasını görmeliyiz. Bu anlamda bakıldığında dünya solunun ve
emperyalist sistemin bu politikasına ulusların kendi kaderini tayin hakkı tezi
ileri sürülmüştür. Wilson ve Lenin’in bu konuda iki farklı yorumu
bulunmaktadır. Güncel politik taktikler olarak yazılmış metinleri ele
aldığımızda Wilson’un savunduğu “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nın
arkasındaki gerçek, Amerika’nın Avrupa’daki imparatorlukları dağıtarak küçük
ulus devletler olarak kendine bağlama projesi olarak karşımıza çıkmaktaydı.
Osmanlı’nın Sevr ile dağıtılmasındaki amaç Ermenistan, İran, Arap
ve Kürdistan gibi bağımlı devletçikleri, özellikle de petrol bölgesinde zayıf
devletler oluşturma politikası olarak gündeme gelmiştir. Bu politika ile Arap
bölgesindeki tarihsel Arap ulusunu parçalayıp İsrail’i de bu bölgeye taşıyarak
Ürdün, Irak, Suudi Arabistan ve emirlikler gibi bir dizi küçük devletler
oluşturulmuştur. Bunun yanında İran’ı, İran Türklüğünden arındırarak bir Fars
devleti, kuzeyde de İran Türklüğünden ayrı bir Azerbaycan oluşturulmaya
çalışılmaktadır.
Galiyev’in Cengiz Han öncesi Tataristan olarak bir bütün oluşturan
Özbekistan, Kazakistan, Tataristan, Başkırdistan gibi tüm Türk dünyasını
birleştiren tek ve bütün İdil-Ural-Türkistan projesinin hayata geçirilmesi için
yola çıkılmıştır. Ama sonra Stalin bu bölgedeki farklı gruplara “Başkırlar
ayrıdır, Tatarlar ayrıdır, Kazaklar ayrıdır.” sloganıyla yapay tarihler ve
yapay etnojenezler oluşturan bir tarih bilimi geliştirmiştir. Bu tarih bilimi
aslında Olivier Roy’un söylediği gibi ulus yaratma, Rusların bu yapay Türk
devletlerini egemenlikleri altına almak istemesi nedeniyle yaratılan yapay bir
tarihtir.
Aynı şekilde yapay ulus yaratma projesi, 1920’lerde emperyalistler
tarafından Ermenistan ve Kürdistan yaratmak için kullanılmıştır. Misak-ı Milli
sınırları içerisinde yer alan Musul-Kerkük konusunda yapılacak halkoylamasına,
Musul-Kerkük halklarını oluşturan Kurmanc ve Soranların Türk-Osmanlı Devleti
ile bütünlüğünü bilen Lord Curzon karşı çıkmış, ulusların kendi kaderini tayin
hakkı kavramının Kürtler için uygulanamayacağı söyleyerek bu bölgeyi
İngiltere’ye bağımlı Irak’a vererek Türkiye’den ayırmıştır. Kürt milliyetçileri
olarak günümüzde emperyalizmin güdümüne giren gruplardan farklı olarak o
dönemde Türk kimliği içinde yer alan, farklı bir kimlik gözetmeyen Soran ve
Kurmanc unsurlar Türkiye ile bütünleşmeyi savunmuşlardır.
Cumhuriyetin kurulması sonrası hepimizin de bildiği gibi Musul
Sorunu sürecinde Şeyh Said İsyanı, Hoybun İsyanı, Koçgiri İsyanı gibi isyanlar
emperyalizmin yeni politikaları olarak gündeme gelmiştir. Yavuz Sultan Selim
döneminde İdris Bitlisi’nin örgütlediği Diyarbakır Beyine bağlı Yavuz Alayları
diyebileceğimiz Farslaşmış Arap kabileleri Ekrad-Şafii olarak ortaya çıkacak ve
bu yapı Türkmenlere karşı kullanılacaktır. 19. yüzyılın sonunda ise o bölgede
yaşayan Hıristiyan, Nasturi ve Ermenilere karşı, Hamidiye Alayları, örgütlenmiş
yapı olarak karşımıza çıkacaktır. Bu yapı Cumhuriyeti kuruluş yıllarında da
İngilizlerin bu bölgeyi işgal etmesinin karşısında olmasına karşın daha sonra
bütünüyle emperyalist İngilizlerin hizmetine girecektir.
Günümüzde ise ABD inisiyatifinde “Bush Alayları” olarak Barzani ve
Talabani’nin kabilelerini görmekteyiz. Kürt politikası açısından değişen bir
şey yoktur. 16. yüzyılda Yavuz Alayları, 19. yüzyılda Sultan Abdülhamit
Alayları, 21. yüzyılda ise Bush Alayları olarak en güçlünün işbirlikçiliğini
yapmak bu politikanın temelidir.
Tarihsel olarak bu ara bölgede yer alan Kürt topluluğunun politik
yapısını incelediğimiz zaman gördüğümüz olgu, Kürt Beylerinin Akkoyunluların
yanında yer almış olduğu ama Akkoyunlular Şah İsmail tarafından yenilince de
Şah İsmail tarafına geçmiş olduklarıdır. Bu geçişte Türkmenler de Şah İsmail
tarafına geçmiştir.
Fakat Şah İsmail’in tarafına geçiş sürecinde Sünni olan Türkmenler
Aleviliğe geçerken, Kürtler Şafii kimliği ile Türkmenlerle sürtüşmeye
başlamışlar ve Yavuz’un yanında yer almışlardır. … Yavuz bu bölgelerden
Türkmenleri çıkarmak için var olan dinsel farkı etni farkına dönüştürmüştür.
Yavuz Sultan
Selim’in Diyarbakır Beylerbeyine verdiği
emirle bu bölgeye yerleştirilen Kürt diye tanımladığımız Ekrad kabilelerinden olan birçok Bey zaman zaman Osmanlı’yla çelişince İran’a
yönelmiş, İran’la çelişince de Osmanlı’ya yönelmiştir. Bu şekilde iki iktidar arasında
güçlüden yana olan bir siyaset izlemiştir.
Aynı olayı Osmanlı’nın güçlü olduğu zamanlarda, özellikle
Sultan Yavuz, Sultan Süleyman ve Sultan Murat zamanında
görmekteyiz. Daha sonra ise Osmanlı’nın bütünleştirmesiyle Kurmanc ve Soranların
Şafii kimliğinin geliştiği bir süreci görmekteyiz. Yani Kürt politikasını
belirleyen olgu güçlünün yanında yer almaktır.
İngilizler Azerbaycan Türklüğünü, İran Türklüğünü bölerek,
Bakü ve civarındaki petrol için Ruslarla anlaşmış, kuzey bölgesinde Azeri isminde bir etni yaratma politikasına girmiştir. … Bu, Türk ekseninde gerek İran
petrolleri, gerek Azerbaycan petrolleri, gerekse
Irak petrolleri için
Wilson İlkelerindeki “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, ulusların
parçalanıp, üç ayrı küçük devletçik olarak emperyalist
sisteme bağlanması olarak işlemiştir.
1960’lı yıllara gelindiğinde sol, devrimci bir bağımsızlık savaşı tezi ile Türkiye’de anti emperyalist, anti feodal bir mücadeleyi savunmuştur. “Milli Demokratik
Devrim” ya da “Demokratik Devrim” olarak savunulan tezle “Kürtler de Türkiye’nin
Türklerle beraber sömürülen bir halkıdır ve Türkiye
halkının bir parçasıdır.” olgusu savunulmuştur.
İşte bu noktada gerek sol, gerek sağ her hareket içinde
yer alan gruplar Türk Solu içinde kimlikleri öne çıkaran bir politika ile yer almış ve sol giderek “Türkiye halkı” yerine “Türkiye
halkları” kavramını ve “Türkiye halkları”ndan sonra da “Kürt milliyeti” ve “Kürt
milleti” kavramlarını kullanmaya başlamıştır.
Burada gerek Mahir’in
gerekse THKO’nun tezlerinde Türk ve Kürt milliyetçiliğinin milliyetçi
akımlar olduğu ve bu anlamda Türk milliyetçiliği gibi Kürt
milliyetçiliğinin de Türk Solu’nda yer bulamayacağını,
Kürtlerin ayrı örgütlenmesinin, Kürtlerin ayrı mücadelesinin Türkiye’nin emperyalist sistemden kopmasının ve bağımsızlığının önünde engel olacağı gerekçesiyle
dürüst bir devrimci tavır ile reddedilmiştir.
Hikmet Kıvılcımlı’nın … Solun içine sızan
Kürtçülüğün arkasında CIA’nın olduğunu daha o yıllarda açıkça ortaya koyduğu tespitlerinde gün
ışığına çıkacaktır. “Türkiye halkları” lafı altında açık seçik provokasyon yattığını
son nefesine kadar haykıran Hikmet Kıvılcımlı’nın
aşağıdaki alıntıların, günümüz Kürt politikasını açıkça vurguladığı
görülecektir. “… CIA’nın bütün gücü ve marifeti, hüneri burada: Uykuda gezer kuklalarını göz göre göre çektiği iplerle dilediği
oyuna kaldırır da, bu kuklalar kimin
elinde bulunduklarını
akıllarından geçiremezler. Geçirtmez ki eloğlu. Geçirtmemek için CIA her yıl 3060 milyar dolar harcayarak bu işleri tezgahlamaktadır. Görünürde iz, toz bırakır
mı?
Ancak Türkiye’de Kürtçülük meselesini kimlerin hangi “sosyalist”lere niçin işlettirdikleri ara sıra başka
amaçlarla ortaya atılan yazılarda sırıtmaktan geri kalamazdı
ve kalamıyor. Türkiye’de Kürtlük meselesi, para babaları kumpaslarıyla başlıca iki kast güdülerek
50 yıldan beri işletilmektedir:
1-
Türkiye’de hiçbir zaman en pis burjuvaca
demokrasiye soluk aldırtmamak.
2-
Bunun için daima: a) Komünizm, b) Kürtçülük korkuluklarını her an her yerde çan çalarak dolaştırmak.”
Devrimci hareketlerin
tasfiyesi sonrası emperyalist sistemin geliştirdiği tezler ışığında Kürt olgusu yani Türkiye’nin
Kürdistan’ı sömürdüğü tezi 80’li yıllarda öne çıkmıştır. Daha önceki yıllarda
Türkiye’nin emperyalizme yarı bağımlı, feodal bir ülke olduğu
söyleyen tezden, Türkiye’nin emperyalist bir ülke
olduğu, alt-emperyalist olduğu o halde Kürdistan’ın
sömürge olduğu ve Türkiye’nin kopmasının devrimci bir çizgi
olacağı tezine gelinmiştir.
Lenin’in “Emperyalist
sistemden emperyalist bir devlete dayanarak kopulamayacağı, bir başka ifade ile bir ulusun emperyalizmin çıkarları ile uzlaşarak bağımsız olamayacağı ve işbirlikçi
olacağı” tezini gizlemek için,
“Türkiye’nin emperyalist bir sistem
olduğunu, Kürt hareketinin ise devrimci olduğunu” savunan bir tez ortaya
sürülmüştür. Burada birçok hareket tasfiye edildikten sonra PKK öne çıkmıştır.
Bu noktada PKK’nın uluslararası bir destekle halk savaşı tarzında bir örgütlenmeyi savunan çizisi ve Kuzey Irak’a yerleşmesi
sol tarafından desteklenmiştir. Marx’ın “Anavatandaki sistemin ancak sömürge ülkedeki devrimle çözülebileceği, İrlanda Devrimi İngiltere’deki
Devrimi getirdi” tezini destek
alarak, Kürtlerin ayrılmasının Türkiye’de devrim getireceği teziyle sol hareket PKK’nın kuyruğuna takılmıştır. Bu şekilde, bu sol çizgi, emperyalist sistemin politikasına bağlanmıştır. … “Türkiye’den bir karış toprak veremeyiz” diyen Milli
Demokratik Devrim tezinin ardından, Kürdistan’ın bağımsızlığını, Kürt hareketinin bütünleşmesini,
5 parçalı Kürdistan’ın ortaya çıkmasını isteyen tezler solda egemen olmuştur.
Irak’ta BAAS hareketi
Sovyetlerin desteği ile Amerika’ya karşı
korunduğu için Amerika bu bölgede İran destekli bir Barzani hareketini kullanmaktadır. Türkiye’deki hareket ise esasen sol
bir hareket gibi gözüküp
sonunda işbirlikçi bir harekete dönüşmüştür. Türkiye’deki PKK hareketi ise aşiretler dışında şehirlerde yaşayan Kürt gençlerinin oluşturduğu bir yapılanmanın
kır gerillası biçimine dönüşmesidir.
Geçmişte ‘Barzani’nin ve
Talabani’nin PKK ile çatışması veya Talabani ile
Barzani’nin birbirleriyle çatışmalarında hareket edip
birbirlerinin arasındaki
çelişkileri kullanmak için gerek Türkiye’de gerek Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani desteklenmiştir. Bu noktada hareketi belirleyen genel olarak paranın gücüdür. Aşiret bloklarından
ortada kalanlar taraf değiştirebilmektedir. Bu çizgiye
baktığımız zaman Türkiye belli maddi koşulların
yardımıyla bu aşiretler arasındaki farklılıkları kullanarak taraf kazanma politikası gütmüştür. Neticede Sovyetlerin yıkılması sonrası Kuzey Irak’taki Kürtlerin
desteği ile Amerika’nın bölgede oluşturacağı proje 90’lı yıllarda ileri sürülmüştür.
O yıllarda Türkiye Barzani hareketini PKK’ya karşı desteklerken, Barzani
hareketi kendisini örgütlemeyi,
aşiret yapısından yavaş yavaş parti yapısına doğru geçmeyi başarmış, Talabani ile arasındaki
çelişkiler de geçici olarak ikinci plana atılma noktasına gelmiştir. Amerika bu bölgede olan Çekiç Güç’ün
yardımıyla PKK’nın Kuzey Irak’ta üslenmesine yardım etmiş, Kuzey Irak’a yapılan
operasyonlarla birçok PKK grubu teslim alındığı halde bunlar Talabani ve Barzani’ye teslim edilerek Türk Ordusu’nun buradaki başarısı başarısızlığa çevrilmiştir.
Bu gelgitler sürecinden sonra, Türkiye’deki
aşiretler dışı, daha modern sayılabilecek, lümpen proletarya temelinde örgütlenen PKK, zamanla Kürt burjuvazisi oluşturma
yolunu seçmiş, narkotik kaçakçılarının da yardımıyla bir grup oluşturmuş ve Avrupa’da diasporik olarak dağılmanın verdiği imkanla da bu ticareti
elinde tutan bir güç haline gelmiş ve önemli miktarda parayı kontrol etmiştir. Barzani ise bu dönemde
Türkiye’nin desteğini arkasına alarak, dine bağlı Nakşibendi mollalarıyla, medreseleriyle olan bağlantısını sürdürerek varlığını sürdürmüştür.
Günümüzde Barzani çizgisini savunan politikacılar, o dönemde
Türkiye’deki sağ partiler içinde yer alarak Ankara Hükümeti ile bağlantılarını sürdürüp Kürtlerin
çıkarlarını koruma yolunda yararlanmakta ve
bu anlamda da PKK’ya karşı bir işbirliği yapıyorlarmış gibi bir takıyye içinde
bulunmaktaydılar.
Aynı zamanda Barzani ve
Talabani, Türkiye’deki
uzanımları olan Soran ve Kurmanc aşiret yapılarıyla devamlı olarak süren bağlar sayesinde Türkiye’de inisiyatif geliştirmişlerdir.
Aslında Mezopotamya kıvrımları denilen çizgisel sırtta
Kerkük’ten başlayarak Süleymaniye’ye oradan da Kermanşah ve Körfez’e giden hat boyunca 2.5 trilyon varillik dünya petrolünün 500 milyar varili yer almaktadır.
Bu anlamda bakıldığı zaman Orta, Kuzey, Güney ayrımında Güney Kürdistan içinde yer alan ve geçmişte
Yezidi olduklarından dolayı Kürt kabul etmedikleri Soranları, Lor ve Bahtiyari gibi İranlı unsurları da Kürt içinde saymalarını nedeni, bu petrol bölgelerinde hak iddia edebilmek için geliştirilen politikanın sonucudur.
“Artık bu mücadele sona ersin, kardeşlik başlasın ve burada Güneyle Kuzey arasındaki
işbirliğini kuralım, ticaretimizi geliştirelim. Biz de Güneyin
imkanlarından yararlanalım.” diyen politikadaki amaç, tarih boyunca bir araya gelemeyen ve bütünleşemeyen Kürt gruplarını birleştirme çabasıdır.
Osmanlı’nın oluşturduğu etnileri, ufak
gruplardan oluşan
topluluğu milliyet ve oradan da ulus yapma görevi bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’ne verilmeye çalışılmaktadır.
Cambridge’de Kürdoloji enstitülerinin desteği ile bu tezleri yaratan ve Bush’un danışmanı olarak görev yapan Izady’nin ileri sürdüğü bir diğer tez de şudur: “Türkiye’deki Kürtlerin yarıya yakını İstanbul.Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde oturmaktadır. Bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması halinde bunların tümünden vaz geçilmesi gerekecektir Ekonomik olarak zayıf olan bağımsız bir Kürdistan ise kimseye çekici gelmeyecektir. Bundan dolayı buralarda yaşamlarını sürdürmeli ve kurulacak Kürdistan’a ekonomik olarak destek vermelidirler.”
Büyük şehirlerde Kürt burjuvazisi oluşturma çabasının nedeni … Kürdistan’ın ekonomik olarak yaşayabilmesinin
başka bir yolu olmadığındandır. Ne kadar Amerikan yardımı olursa da, limanı olmayan ve ekonomisi akış içinde bulunamayan bir ülkenin devlet olabilmesi mümkün değildir. Keza dışarıdan ne kadar destek gelirse gelsin buradaki kabilelerin yapısının bir devlet oluşturmaktan ne kadar uzak olduğu
bizzat PKK tarafından vurgulanmaktadır. Apo, Batılılara “Talabani ve Barzani aşiretlerdir. Bunlardan bırakın devlet olmayı
parti bile olamaz. Kürdistan’ın başkenti Amed’dir. O zaman bizim ile işbirliği yapın.” diyerek mesaj göndermektedir.
Pankürdik tezler Kürtlerin bu beş parçasının zaten birleşeceğini, Mersin, Kuşadası, Bodrum, Ayvalık,
İskenderun, Antalya, Ayvalık, İstanbul gibi bölgelerdeki
Kürt topluluklarının kültürel haklarını, çifte vatandaşlıklarını ve nihayetinde çift
etnili devlet biçiminde yani federasyon biçimini savunmaktadır. Geçmişteki federasyon kavramı Türkiye
ile Güneydoğu arasındaki bir federasyon gibi algılanırken bugün, “Güneydoğu zaten Kürdistan’ın
bir bölgesidir. O halde federasyon tüm Türkiye’deki gruplar içindir,
iç içe geçmiş Türk-Kürt beraberliği içindir.” olarak algılanmaktadır.
Türk kimliğinin diğer kimlikler düzeyine indirilerek Rum kimliğinin,
Ermeni kimliğini ve Çerkez kimliğinin öne çıkarılması
Türkiye’yi çok kültürlü ve Türk olmayan bir bölgeye
çevirme planının bir parçasıdır.
“‘Demokratik
Cumhuriyet’ tezi Barzani’nin ayrılma tezinden iyidir.” diyenlerle “Barzani’nin işbirliği tezi PKK’nın savaş tezinden iyidir.” diyenlerin bilmesi
gereken, bunların aynı stratejinin farklı
taktikleri olduğu, birleşmiş Pankürdik devlete Türkiye’nin büyük şehirlerini “demokratik” olarak entegre etme tezi olduğudur. Pankürdik devletin büyük şehirlerdeki destek olmadan yaşayamayacağının
bilincinde oldukları gibi Kürdistan dedikleri tüm yerler birleşse de limanlar ve bu limanlardaki ağ olmadan dünya sisteminde yaşayamayacaklarının
ve bu ağ olmadan petrolleri
kullanma inisiyatiflerinin olmadıklarının da bilincindeler.
Her halükarda, petrolün kullanımı kendi inisiyatiflerindeki olmadığı gibi, “Güneyde büyük imkanlar var. Türkiye’deki Kürt nüfusu yılda 400 dolar kazanıyor, Güneyde ise 4000 dolar” söylemleri de propagandadan öteye gitmemektedir.
“Türk-Kürt Federasyonu” Üzerine
Gerçekliğin Arkasındaki Gerçek
Türk-Kürt Federasyonu kavramı, Türkiye’nin üniter yapısı ve Kemalist Devrim ilkeleriyle çelişeceğinden dolayı, Türkiye tarafından reddedilen ve Türkiye’deki
Kürtlerin de kabul etmeyeceği bir olgudur. Bu tez, dönüşüm geçirerek, Kuzey Irak’taki Musul-Kerkük petrollerini de içerecek
şekilde bir Kürt devletinin Türkiye’ye entegre olması
Türkiye’deki Kürt bölgeleri ile bu devletin bütünleştirilerek bir Kürt merkezli devletin oluşturulması ve bunun da Türkiye’yle Türk-Kürt kardeşliği denkleminde bir federasyona gitmesi şeklini almıştır.
Bu tezi ileri süren yeni Amerikancı stratejistler, Kuzey Irak’taki bir iç savaştan sonra Kürtlerin buradan yenilgiyle çıkacağı veya ayakta
durabilmesi için
Türkiye’yle entegre olması gerektiği görüşünü ileri sürmekteler. Ve bu anlamda, Türkiye’nin,
günümüzde biçimlenen Kuzey Irak’taki
devlete karşı tavır almak yerine, geçmişte
yaptığı gibi bölgedeki Kürt unsurları desteklemesi ve onların
devletleşme sürecine destek olması, formülün ilk adımı olarak görülmektedir. Ve bunun ilk adımı
olarak da, Kuzey Irak’ta Türk şirketlerinin petrol aramalarını,
Türkiye’den geçen platformlar ile orada
petrol sondajları
yapılmasını ve son olarak da özel havayollarının buraya uçuş
yapmalarını görmekteyiz.
Türk Ordusu Eliyle Kürt Ulusu Yaratmak
Amerika tarafından desteklendiği söylenen bu projenin arkasındaki
gerçek ise tamamen farklıdır. Ortadoğu’da Şii Irak ile Şii İran’ın birleşmesi Amerika’nın
tüylerini nasıl diken diken ediyorsa, Türkiye ve
Kuzey Irak’taki coğrafyada Türk-Kürt Federasyonu’nun kurulması
gerçeği aynı şekilde en az bunun kadar Amerikalıların tüylerini diken diken edecektir.
1920’li yıllarda … Mustafa Kemal, Misak-ı Milli sınırları içerisindeki Musul ve Kerkük’ü almak isteyince Türkleri
petrol bölgelerinden uzaklaştırmak isteyen İngiltere, yapılacak bir halk oylamasını,
Kürtlerin Osmanlı’dan dolayı Türkiye’ye olan temayüllerini bildiğinden dolayı, “Kürtler
okuma-yazma bilmiyor, onlar halk oylaması yapamayacak bir topluluk” diyerek engellemiştir.
Kızılbaş Türkmenlerin Kökünün Kazınması, Yavuz Sultan Selim’in Stratejisidir
Bu bölgeye Kürtlerin yerleştirilmesi ise 1500’lü
yıllarda Diyarbakır’a egemen olan Kızılbaş Türkmenlerin çıkarılarak yerine Şafii
Müslümanların getirilmesi projesi
ile olmuştur. Çünkü
Türkmenler Kızılbaş olduklarından Osmanlı tarafından mahkum edilmiş ve 10. yüzyıl ile 16. yüzyıl arasında
mutlak Türkleşmiş bölgeden Türkmenler uzaklaştırılarak burada bugün Kürt
dediğimiz etni etnos geliştirilmiştir.
Bu Kurmanc-Şafii topluluğunun
geliştirilmesine, Yavuz Sultan Selim’in fermanı ile bölgeden
Türkmenlerin çıkarılarak, Abbasiler döneminden kalma Kuzey Irak’taki Araplaşmış Farslı grupların yerleştirilmesi biçiminde başlanmıştır.
Gerek Kuzey Irak’ta gerekse Türkiye’de, Osmanlı feodalitesine bağlı
toprağa yerleştirilmiş, belli bir feodal yapıya ulaşmış bir etnisite oluşturmuştur.
Bunun ürünü olarak da Kurmanc dediğimiz etni Hakkari ve Cezire
dolaylarında
tımar ve zeamet düzeni ile ortaya çıkmıştır. Görüldüğü gibi bu bölge aslında
Türkmenlerin bu bölgeden çıkarılması ile oluşturulmuş bir yapıdır.
Günümüzde bunun çok tipik bir örneğini Musul-Kerkük
gerçeğinde görmekteyiz. Hiçbir şekilde tartışmasız Türkmen kenti olan bölgeden
Türkmenler arındırılmış ve bu bölge Kürt bölgesi haline getirilmiştir.
Aynı olay 1500’lü yıllarda Diyarbakır’da, Türkmen kimliğine karşı Zagroslar’dan getirilen Araplaşmış Farsi (Tacik) kökenli kabilelerin Kürt
kimliği ile ortaya çıkarılması sonucunda gerçekleştirilmiştir.
İran Türklüğü ile Osmanlı arasındaki çelişmeler nedeniyle İran Türklüğüne
karşı Müslüman kimlikle ortaya çıkarılan Kürt Beylikleri Osmanlı
tarafından feodal yapıya geçirilmiş, kendi inisiyatifleri ile bir birlik oluşturmaktan uzak ve birbirleriyle çelişen gruplardır. Çünkü tarihsel kolektif bir beraberliği olmayan bu gruplar aslında köken olarak da farklı
gruplardı.
Apo: Parti Bile
Olamayacak Kabilelerdir
Günümüzde ise Kuzey Iraktaki
kabilelerin yani Talabani’nin kabilesi Soranlar ile onun kuzeyinde Kurmanc
kabilesi olan Barzani’nin devlet oluşturmalarının mümkün olmadığını bizzat Abdullah Öcalan
“Onlar bırakın devlet olmayı, parti bile olamayacak kabilelerdir.” diyerek vurgulamaktadır.
Kendi iç dinamikleri ile ayakta duramayan Kuzey Irak’taki Kürt topluluklarının Arap saldırısı
karşısında korunması için ya da tarihsel olarak
bir birlik oluşturmamış
grupları Türkiye ile birleştirme ve Türkiye’deki
Kürtlerle birlikte bir bütünlük oluşturmasının Türkiye eli ile yapılması için
Türk-Kürt Federasyonu projesi öne çıkarılmaktadır.
Amaç, Türk Birliğinin Önüne Ermeni-Kürt Seddi Çekmek
1980’li yıllardan başlayarak günümüze kadar gelen süreçte
Türk-Kürt Federasyonu adı altında bir Kürt ulusunun yaratılması
Türkiye’den istenmektedir. Geçmişte Türklerin petrol bölgelerini
almaması için çaba gösterenlerin, bugün bu bölgeleri Türkiye’ye vermek istemeleri gerçek niyetleri olamaz.
Buradaki amaç, Türkiye’nin desteği ile İsrail’in
Ortadoğu politikalarını belirleyeceği Pankürdik bir bölge
oluşturmaktır. Bu, 1980’lerde belirlenmiş bir çizgidir. Burada bir Kürdistan
yaratılamayacağı günden güne belirginleşmeye başlayınca, Türk-Kürt Federasyonu gündeme
gelmeye başlamıştır. Buradaki amaç Musul ve Kerkük’ün
Türkiye’ye bağlanması değil, Türkiye’nin güneydoğusunun Kuzey Irak’a bağlanmasıdır.
Bu proje ile Kuzey Irak’tan Gürcistan-Ermenistan noktasına kadar uzanacak bir çizgi ile Türkiye ve İran Türkleri
arasındaki sınırın koparılması amaçlanmaktadır. Keza Gürcistan’a, Ermenistan’a ve Sovyetler Birliği’ne Kürtlerin yerleştirilmesi bu politikanın
ürünüdür. Ruslar da Türkistan Türkleri ile İran Türkleri
arasına Tacikleri koyarak tarihsel bütünlüğü bölmektedir. Keza Türkiye ile İran Azerbaycan Türklüğü
arasındaki birlikteliğin Ermeni-Kürt alanı ile bölünmesi tarihsel bir sürecin
planıdır.
Kürt Komprador Burjuvazisi Oluşturma Operasyonu
Komprador burjuvazi, bilindiği gibi limanlarda üslenen
ve emperyalist metropolle kara arasındaki bağlantıyı üstlenen
işbirlikçi burjuvazinin diğer adıdır. Kuzey Irak’taki Kürt
devletini oluşturma çabaları tarihten gelen bu kavramın yardımıyla açıklanabilir ve Kürt komprador burjuvazisinin oluşumunun geç kalmış bir örneğidir.
Kürt Devletinin Liman ve
Burjuvazi İhtiyacı
l980’lere kadar sol içinde egemen fikir, Kürt
ve Türk halklarının birlikte mücadele etmesiydi. Türkiye için tek bir parti ve birleşik bir devrimci mücadele düşünülmekteydi. Fakat 80’lerde emperyalist merkezlerde üretilen fikirler doğrultusunda Türkiye’nin emperyalist bir devlet olduğu ve Kürt bölgelerini sömürdüğü,
Kürtlerin ayrılma hakkını savunmak gerektiği tezinden hareketle ayrılıkçılar devrimci bir hareket
olarak değerlendirildi.
Oysa ki Kürt ayrılıkçı hareketleri Mustafa
Kemal döneminde
İngilizlere, İtalyanlara, daha sonra günümüzde de Amerikalılara, Almanlara, Fransızlara
dayandılar. Bir emperyaliste dayanılarak yürütülen sözde
bağımsızlık savaşı aslında emperyalist
devletlerin o bölgedeki
işbirlikçilini temsil eder ve ulusal
devlete karşı saldırı
aracıdır. Kürt grupların Kemalist ideolojiye ve
devlete karşı
saldırılarının bu temelde işbirlikçi bir işlevi vardır.
Kürtlerin Değişen Stratejisi
Mersin, İzmir, Bodrum, İstanbul gibi yerlerde narko-dolardan beslenen grupların yanında yeni grupların da türeyerek bir Kürt burjuvazisi oluşturma
çabalarının ilk adımı sokağın ele geçirilmesi
taktiğidir.
Kuzey Irak’ta oluşturulan fakat limanı ve burjuvazisi olmayan devletin ancak Türkiye’nin büyük şehirlerinde oluşturulan bir liman ağı
aracılığıyla kendisine dayanak
olabilecek bir Kürt burjuvazisi yaratmayı
planlamaktadır.
Kürt burjuvazisinin
talepleri bu yüzden artık
Güneydoğu’nun Türkiye’den ayrılması değil, Türkiye’nin büyük şehirlerinde ve limanlarında ekonomik, siyasi haklar ve daha da ileri gidersek Kürt burjuvazisinin buralardaki egemenliğidir. Galbraith’in de belirttiği gibi burjuvazinin oluşturulması ve ekonomik yapılanma tarih boyunca güç ve zor ile beraber gitmektedir. Güneydoğu’daki çatışmalarda gerek PKK’nın gerek devletin yanında
olan Kürt güçlerinin bu liman bölgelerini ele geçirmesi ve turistik alanlara doğru yayılması, buralarda köşe başlarını tutması da bu şekilde
gerçekleşmektedir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar