SAFİYE MİTHAT...KADIN RUHU
SAFİYE
MİTHAT
O
(Kemal) doğmasaydı, biz bu
Kemale
ermeden yok olurduk
Mukaddeme
Mariz olan
içtimaiyatımızla öteden beri çok yakından alâkadar olduğumu bilen muhterem
dostlarım intihalarımı yazmaklığım için beni teşvik ettiler. Bu eseri teşvikle
müfrit milliyetperver coşkun ruhumun tesellisini bu satırlarda bulurum ümidile
okuyucularıma müfit olacağımı zannettiğim bir, iki mevzu üzerine naçizane
fikirlerimi hülâsaten yazmağa karar verdim. Bana bu hususta daha çok cesaret
veren kanaatim şudur: Şimdiye kadar çok geri kalmış olan memleketimizi Vatan ve
Milletini seven her fert menafii umumiyeyi temin eden şeyleri iktidarı
nisbetinde yapacak olursa müstakbel emellerimizin husulüne yaklaşmış oluruz. Bu
gün artık Cumhuriyet devrindeyiz. Hükümet münevverlere geniş bir faaliyet
sahası açmıştır. Bu serbesti ve salâhiyet Milletin tenvir ve terakkisi içindir.
Demokrasi hükümetlere malik olan Milletlerin terakki ve tereddisi yalnız o
memleketin idare adamlarına raci değildir. Milletlerin tekâmülü, cemaatların
müşterek faaliyeti ve yardımile mümkündür. Biliyoruz ki memleketimizin
terakkisini atalette bırakan gayri mütekâmil bir unsur keseriyeti teşkil
etmektedir. Bunlârı tenvir ve irşat etmek erbabı kaleme terettüp eden bir
vazifedir. Fakat memleketimizin muhtaç olduğu bu fedakârlığa bilmeliyiz ki; bu
muhterem zevat neden bu kadar lâkayt ve derin bir sükûn içindedirler. Fen
tekâmül devrini semalarda cihana ilân ederken biz hâlâ her şeyi Hükümetten ve
yahut ta yeni nesilden beklersek bir az daha geç kalmış olmaz mıyız? Hem
nesli hazırı medenî hayatın talep ve mefhumlarına göre hazırlamazsak acaba yeni
nesilden ne kadar hizmet bekleyebiliriz?
Medeniyet ilmin
kucağında paydar olur. Bu kıymetli zamanlarımızı boş geçirmeyelim zira
inkılâbımızdan bu ane kadar millete millî mefkureyi tanıtacak, halkı tenvir ve
irşat edecek hiç bir faydalı esere tesadüf etmedik. Medenî milletler gibi biz
de el birliğile memleketimizin ıslahına ve terakkiyatına çalışalım. Kendini
milleti uğruna feda eden bir Mustafa Kemal daha bulamayız. Altıyüz senede
vatanımıza doğan bu güneşin kudretli ve azametli varlığından istifade edelim.
Sağlam temellere istinat eden faaliyetler gösterelim ki zamanın mantıki bu
asarı yıkmasın.
O adamlar ve
mucizeli el
Bin bir milletin kanile
Türk seciyesini benliğinde çürüterek Türklükten çıkmış olan o adamlar yalnız
kendi menfaati şahsiyeleri için vatanımızı cahalete boğdular. Saltanatlarınının
ibkası için Türk milletinin gözlerine Din namile siyah bir perde çektiler. Tam
altı yüz sene efsaneli masallarla uyuttular. Niçin uyuduk ? Çünkü Din
kitabımızı kendi dilimizle okuyamadığımız için Dinin evamiri deye kim ne
söylediyse inandık. Dinin mahiyeti hakikiyesini bilmeden körü körüne itaat
ettik. Biz camilerde ağlarken onlar da zevku sefa etti. Tâki; O mucizeli el
bu gafleti yırtarak Türk milletini şimdiye kadar uyutmuş olan sergerdelerin
ellerini kırdı. O menhus siyah perdeyi parçaladı. İrfan ile iman teklif eden
(Levha-i Dini) gösterdi. İşte o sergerde taçdarlar olmasaydı ilk medeniyet
nişanelerini cihana tanıtan Türkler hiç şüphe yok ki bu gün bütün milletlerden
daha müterakki ve mütemeddin bir millet olacaktı. Halbuki cehaletin ağır
kâbusundan uyandığımız zaman medenî ihtiyaçların hepsini birden hissettik.
Şimdi bu boşluğu doldurmak için içtimaiyatımızı sarsan baş döndürücü bir
süratle koşuyoruz. Vatan ve millet mefhumu şahsında temerküz etmiş olan
harikalar timsali mücessemi Büyük Rehberimiz bu süratle bizi bir an evvel
medeniyet güneşine isal edecektir. Türkler ezelî kahraman ve medeniyet âşıkı
olmasaydı; 0 büyük Kemal ondan doğmazdı.
O
Kemal ki; doğmasaydı biz bu
Kemale
ermeden yok olacaktık.
Mesai ve
Gaye
Sây ve gaye hayatın
namütenahiliğidir. İnsanı en evvel faaliyete sevk eden maddî ve manevî
ihtiyaçlardır. İnsanlar için faaliyet gaye ve mesai yalnız ihtiyaçları temin ve
tatmin etmekle kalmaz, tabiatın tahmil ettiği ıztırapları da izale eder. Ve
hayatın hiçliğini düşünmeğe zaman bırakmaz. Mesai ve gaye olmasaydı, hayatta
zevk te olmazdı. Bunu çok güzel takdir eden mütemeddin milletlerde milyoner
ve lord evlâtları dahi fabrikalara gidip çalışıyorlar. Zaten onlar
sâylarının semeresiledir ki; milyoner olmuşlar bu idrak ve servetle medeniyeti
bu günkü mevkiine isal etmişlelerdir. Sâ’y-u gayret ve gaye, husulü gayri
mümkün gibi görünen dileklere bile erişmiş ve mümkün kılmıştır. İşte o zaman
insanlar kendilerine has yaratıcı ruhlarının eserlerine kendileri de hayret
etmişlerdir. Yoksa tabiat ihtiyacı yalnız beşer değil; bir kuş ta açlık
hisseder. Onun da karnını doyurmak yavrularına bakmak sevki tabiîsinde var. Hayatı
beşerin asıl fazilet ve meziyeti faaliyetlerinin şümullü ve içtimaiyata faydalı
olmasıdır. Onun için umumun menafiini düşünerek faaliyete geçmiş olan
milletler hedef ve gayelerine daha evvel vasıl olmuşlardır. İleri gitmek
için şuurlu bir faaliyet ve çevik olmak lâzımdır. Bu bariz hakikatlerin
karşısında biz de artık kolumuzu bağlayan hükümdarlar zamanındaki süflî
zihniyetlerden ve o zaman işsizlik içinde okuduğumuz hiç faydası olmayan hayalî
romanlardan vazgeçelim. Hayatı hakikîyenin medeniyet kahramanlarından ilham
ve intiba alalım hiç olmazsa nümunesi meydanda olan asarı medeniyeyi bir an
evvel imale çalışalım. Bu gün edebiyatın mübalağalarına zaman hasretmeğe değmez
ve esasen ona lüzum kalmamıştır. Medenî hayatın asarından biri olan sinemalar
daha bariz daha canlı bir şekilde ve kısa bir zamanda bizi daha çok enteresan
edecek bir surette ihtiyacımızı tatmin ediyor. Fakat bizim için asıl düşünecek
mes’ele bu değildir. Bunlara milyonlarca döktüğümüz parayı düşünelim. En
basit iş olan filimciliği bile şimdiye kadar memleketimizde ihya edemedik.
Bunu ıslah ve ihya etmek için bilgi ve servet lâzım. Birinin bilgisi diğerinin
serveti birleşecek olursa muvaffakiyet kolaylaşır. Fakat bunu da fakir
tiyatroculara tahmil edersek başka memleketleri değil: bizi bile enteresan
etmeyen henüz canlı tarihi olduğumuz vakayii tarif ve tasvir eden filimler imal
ve irae edilir. Vatanımızın mütefekkirlerine, zenginlerine, münevverlerine
hitap ediyorum. Sükût insanlara hiç bir şey öğretmemiştir. Türklüğe yakışmayan
bu lâkaydi ve ataletten kendimizi kurtarmak zamanı gelmiştir. Zamana uymayan
milletlerin akıbet cezaları, inkırazdır.
Tembel olan cemaatler
fertler küçük sıska ruhlarından ıztırap çeken zavallılardır. Biliyoruz ki
tembel bir adam seviye itibarile yüksek de olsa cinayete, sirkate, ahlâksızlığa
müsteittir ve faal olanların esiridir. İnsanlığa yakışan şuurlu ve şümullü
faaliyetler; cemaatları ve milletleri terakki ve tekâmüle götürür. Fertler
bundan mütevellit haklı bir gurur ve sevinç duyarlar.
Teksiri
Nüfus (Nüfus Çokluğu)
Teksiri nüfus, yalınız
kalabalık bir camaatın lüzumlu veya işe yarayacağı zannetmek tabiî doğru
değildir. Yalınız cemaatların faydalı bir unsur olaması lâzımdır. Meselâ
biliyoruz ki Osmanlı devleti yirmi milyon nüfusla ne yapabilmişti? Tabiî
hiç, çünkü fertler faydalı bir uzuv olmak için yetiştirilmemişti. Ancak
Cumhuriyet hükümetimizin, tesisinden beri tevsii irfana gayret edilmiştir. Bizi
bu gün müteessir ve münkesir eden mevcut nüfusumuzun azlığı, daha mübrem
ihtiyacımız olan ilm-ü irfan noksandır. Fakir bir babanın iaşelerini temin
edemeyecek kadar çocukları fazla olursa sefalet ve mahrumiyet o masumları
sirkate, cinayete dilenciliğe sevkeder ve seciyeleri bozularak beşeriyete muzir
bir şahsiyet olurlar. Bir babanın beş tane hayırsız evlâdı olacağına bir
tane hayırlı evlâdı olması müreccahtır. Vatanda bir aile ocağı demektir,
faydasız ve muzır böyle teksiri nüfus istemiyoruz. Hayatı medeniyeye hadım
faal dimağlar faal pazular istiyoruz ki Türk medeniyetini ihya ve itmam etsin.
Bunun için de evvelâ ilim ve fikir sahasında yükselmiş münevver bir halk
yetiştirmek ve memleketimize refah, servet temin edecek muazzam fabrikalar
vücude getirmektir. Biz de mütemeddin milletler gibi tayyare, otomobil ve
hayatı medeniyeye lâzım olan her şeyi imal etmek isteriz hedef ve gayemiz işte
bu devri tekâmüldür ki medeniyetin bu mevkiine vasıl olduktan sonra nüfusun
tezyidini düşünürüz, Zaten nesli, memleketin refah ve serveti teksir edecektir,
Hangi medenî memleket nüfus ihtiyacını düşünmüştür?
Zengin
Memleketler ve Tasarruf Cereyanlarımız
Son günlerde iktisadiyatımıza
ehemmiyet veriliyor. Kahveye bilhassa çaya bir nevi boykot yapıldı. Millî
galyanı tahrik ve teşvik için birer rop veya kostümlük tedarik edildi. Fakat
iktisat meselesi âzami ehemmiyet verilmesi lâzım gelen memleketimizin en hassas
bir noktasıdır. Onun için iktisadiyatımızı yükseltmeye bu kadarcık rağbet ve
fedakârlık kâfi değildir. Hepimiz biliyoruz ki memleketimizin servetini
kemiren lüks fantezi ve sefahattir. Yüzlerce hattâ binlerce liralık
kürk manto ve kostüm tuvaletler barlarda şampanya şişeleri patlarsa bu zararı
bir bardak ihlamurla telâfi edemeyiz.
İsrafkâr bir ailenin
kapısında sefalet bekler. İsraf bir memleketi felâket ve inkıraza sürekler
Faziletkâr Türk kadınları beheri yüzlerce liraya mal olan tuvaletleri vatana
tercih etmemeli, onlar ki bütün milletlerin kadınlarından daha vatanperver
olduklarını İstiklâl mücadelesinde ispat etmişlerdir.
Bu mücadelemiz de onun
kadar lâzım ve mühimdir. Fuzulî masraf olan vahşi hayvan derilerini, şampanya
şişelerini ve buna mümasil olanları geldiği yere göndermeli. Türkiye pazarında
bunlara mevki verilmemelidir. Fakat bu yalnız kadınların hal ve temin edeceği
bir şey değildir. Hükümet ve bil-ûmum erkekler de el birliğiyle
iktisadiyatımızı yükseltmeğe çalışalım. Bize şimdiye kadar iktisat ve tasarruf kaideleri
öğretilmemiştir. Memleketimiz cahaletin istilâsında iken düstur bir lokma bir
hırka idi. Cahalet bir ferdi olduğu gibi bir memleketi de ya sefalete veya
sefahate sevk eder. Artık bu ifrat ve tefritten kendimizi kurtaralım. Hayatta
olanlar için gaye yalnız karın doyurmak veya sefahat değildir. Milletleri
medeniyete ve refaha götüren kuvvet servettir, serveti temin etmek te millî
varlığı ihya etmek ve tasarruf kaidelerine riayet etmekle mümkündür. İşte o
medenî zengin milletler bu suretle memleketlerini refaha isal etmişlerdi.
Yalnız hayatlarını kazanmak için değil vatanlarına servet taşımak için
memleketimize gelen ecnebilerin tarzı hayatlarını bir defa tetkik ediniz. Muazzam
ve muhteşem Darülfünunlar da yetişen dört hattâ sekiz yüz lira maaş alıyorlar
da evlerin de mobilye olarak nüfus başına birer
tahta sandalye ile iktifa ediyorlar, seneler devam eden bu hayattan şikâyet
etmek hatırlarına bile gelmez, çünkü gayeleri sefahat eğlence değil
memleketlerine servet ve refah götürmektir. İşte tasarruf kaideleri, işte
medenî müreffeh memleketlerin servet katarları böyledir.
Kadının
ifrat derecesindeki fanteziye düşkünlüğü nedir?
Kadını israfa sevk eden
yalnız güzel olmak için fıtrî temayüllerinden maada başka saiklerde var. Yoksa
kadın isterse az bir masrafla kendini yalnız bediî zevki ve görüşüyle pek güzel
süslemeğe muvaffak olur. Fanteziye israf derecesinde ehemmiyet veren kadın
ya düşüncesizdir ki kendi aleyhine olan bu zararlı hareketlerinin farkına
varmaz yahut ta mes’ut olmayan ve mes’ut edilmiyen kadındır. Fakat
tuhaftır ki bunu birçok kadınlar bilerek yapmıyor. Meselâ düşüncesizlikten
israf eden kadına sorulsa zevki için yaptığını söyler. Diğeri mevki icabı
olduğuna kanidir. Bilerek, bilmiyerek ve her ne fikir ve maksatla olursa
olsun israf erkeklerden ziyade kadınlar için tehlikeli bir eğlencedir,
israfkâr, idaresiz olanlar için vukuu melhuz felâketleri ve sefaletleri kadın
hiç bir zaman unutmamalıdır. Düşünmelidir ki, sefil bir kadın sokakta bile
barınamaz. Kadın o zaman çok feci, çek elim bir vaziyete düşer. Seviye
itibariyle yüksekte olmasa müdebbire bir kadın kendini daha faydalı sahalarda
avutmalıdır. Hiç bir iş yapamasa yuvasının noksan ve tanzimine çocuklarının
terbiyesine itina eder. Boş zamanlarında nafi eserler okur. Dostlarının,
zevcinin muhabbet ve takdirlerini kazanır, muhitinde temayüz eder. Herkese bir
nümune-i imtisal olur. Bu hem kendi menfaati hem de vatanına büyük bir hizmet
etmiş olur.
Mes’ul
kimdir?
İtaat öğretilmemiş
terbiye-i esasiye almamış başı boş bırakılan genç kızlarımız muhabbet testileri
ellerinde çığırından çıkmış hepsi birer hakikî roman kahramanı olmak
sevdasındadır. Âşık rolüne girmiş bu küçük aktörlere her sokak başı
birer sahnedir. Gençliğin hırçın dalgalarında boğulan bu zavallı gençler
gayri şuurî hareketlerinin kendilerine hazırladığı karanlık istikbali
hissedemiyorlar. Bilmiyorlar ki avareliğe alıştırdıkları ruhları onlara hiç bir
yerde hiç bir zaman ne rahat bir yuva ne de parlak bir istikbal temin
edemeyecektir. Hâlbuki müstakbel bir valide bir ev kadını veya bir memur
olacaklardır, bu vazifeleri başaramayacaklardır her gün tesadüf edilen aile
faciaları ve küçük sefileler, bariz bir delildir. Fakat en büyük mes’uliyet
lakayt ve müsamahakâr davranan ebeveynlere racidir. Ebeveynler evlâtlarının
ne yaptığına, nereye gittiğine dikkat ve itina etmezse inkişaf etmemiş dimağlar
uzakları göremediğinden her yere girer çıkar, netice itibarile ahlâkı ve
seciyesi bozulur istikbali söner, sefil olur. Bu faciaların ve sükûtun
önünü almak için hükümet on sekiz yaşına kadar ahlâksızlık eden yaramazları
idraksiz ve lâkayt ebeveynlerle beraber tecziye etmelidir. Bu mecburî itaat ve
terbiye şimdilik memleketimiz için çok lâzımdır.
İntihar
salgını
Ben ne bir içtimaiyatçı
ne de bir asabiye mütahassısı sıfatile bu hususta söz söylemeğe salâhiyettar
değilim. Yalnız vaziyetin şekli zahirini tetkik ederek fikirlerimi yazmakla
iktifa edeceğim. Temenni ederim ki salâhiyettar olanları halkı daha iyi tenvir
etmeleri için tahrik ve teşvik etmiş olayım. Gazetelerde gün ve hafta geçmiyor
ki aramızdan sağlam bir kurban gittiğini okumayalım. Bunların sebebi
intiharları alelâde sebepler olarak gösteriliyor. Hâlbuki bu gibi yeis ve
teessürler insanı ölüme götüren bir vasıta olaydı kısa bir zamanda beşeriyetten
eser kalmazdı. Beşerin sinesi açık bir oltadır. Bu gün ıztırap yarın neş’e
dolar. Bunu bile bile kimse ölüme gitmez. Bundan iki sene evvel gazetenin
birinde bir zatın şöyle bir mütalâası vardı.
“İntiharlar İçtimaî
bir marazdır. Bu günün içtimaiyatına tahammül edemeyen zaif iradeler sararmış
bir hezan yaprağı gibi dökülüp aramızdan gidecektir. Bunun önüne geçmek mümkün
değildir,” demişti. Başka memleketler için belki böyledir. Her memleketin
içtimaiyatı başka, başka sebeplerle intihar hadiselerini doğurabilir. Fakat biz
kendi memleketimizi nazarı dikkate alalım. Uzun seneler temadi eden facia ve
zaruretlerle sinesi ezilmiş felâketzede fakir bir milletiz. Eğer bir istatistik
yapılacak olursa şüphesiz memleketimizin üçte ikisi bu İçtimaî marazla
malüldür. Hem bu maraz öyle elim bir marazdır ki hayatta kalanları işe yaramaz
bir şekle koyar. Memleketi atalette bırakan bu sürekli afatın önünde
kollarımızı kavuşturacak olursak bu zararı ne ile telâfi edeceğiz ve
içtimaiyatçı asabiye mutahassısları bundan daha faydalı bir işe mi yarayacak?
Bu iki meslek müntesiplerinin alâka ve yardımlarının hiç bir tesiri olmaz mı
acaba; Cümle-i asabiyesinde buhranların tevalisiyle bedbin, hayattan müşteki
hiç bir şeyden zevk almaz, yalnız ölüm diye haykıran zavallı bedbahtlar için
selâmeti memleket namına alınacak hiç bir tedbir yok mudur?
Kadın iş
hayatında
Kadını iş bayatına
içtimai zaruretlerden başka onu her zaman tehdit ve tahrip eden sefalet ve
esareti hayatiyesi sevketmiştir. Tabiatın ona bahşettiği cazibe kuvveti
silâhtan ziyade bir belâyı saiktir. Onun için kadın kendi varlığından doğan
sağlam bir istinada muhtaçtı. Bu da ancak maddî kuvvetine müracaat etmekle
mümkündü. Kadın istediği gibi muvaffakiyetli bir varlık göstermiştir. Fakat
Kadın ne zaman çalışmalıdır?
Çalışan ve çalışmayan
kadınların haleti ruhiyelerini tetkik edelim.
Maişet derdiyle uzun
müddet çalışan kadınlar tabiatıyla iş hayatından memnun olamaz. Ancak kısa bir
zaman ve keyf için hafif vazifelerde bulunan hanımlar iş hayatından zevk
almakta ve bundan dolayı bütün kadınların çalışması taraftarıdır.
Çalışmayan bir ev kadını
ise: eğer hayat arkadaşını kusurlu intihap etmemişse hiç bir kadın yoktur ki;
yalnız yuvasının kadını olmaktan memnun olmasın. Çünkü kadın yuvasını
süslemek ve tanzim etmekten aldığı zevki hiç bir şeyden alamaz. Ev kadınına
has olan bir temayül ve haslettir. Ne çare ki, bu günün içtimaiyatı kadına çok
müşkül ve ağır bir yük tahmil etmiştir.
Hayat kadından iki
mühim vazife bekler. İş ve ev kadını her ikisini de bilmek, her ikisini de
hazırlamak zaruretindedir. İkisi ile onun için mühim ve hayatî bir mesele
teşkil eder. Kadın bunlardan hiç birini diğerine tercih edemez. Her hangi
birinin ihmali onu bedbaht eder. Uzun müddet mecburî vazifenin ağırlığı kadını
yorar kadının hassas ruhu bu ağır vazifeye mütehammil olmadığından yorgunluk
onu kadınlık hislerinden tecrit eder. Kadın hislerinden uzaklaştığı anda
hayattan bezgin ve bihuzurdur. Artık o canlı bir iş makinesinden hiç farkı
yoktur. Fakat zaman geçmiş bunun telâfisi gayri mümkün ve asap yorgunluğu,
bedbin ve müşkülpesent etmiştir. Bütün arzularına rağmen tarzı hayatını
değiştirememesi itiyadında her şeye hâkim olmasıdır. İşte kadının iş hayatında
bu dönüm yeri pek fecidir. Bununla beraber bizde iş hayatına atılmamış olan bir
kadını nazarı dikkate alalım.
Hayata atılmayan
kadın hayatı anlamıysan kadındır. Hiç şüphe yok ki: böyle tufeyli bir genç
hayat arkadaşını da kusurlu olarak intihap eder. Daha doğrusu görmeden,
bilmeden izdivaç bir gaye diye lâaalettayin bir numara çekmiş olur. Taliine iyi
çıkmayacak olursa bu istinatsız kadın sönük ve ıztıraplı bir hayat geçirir.
Aile saadeti mahvolur. Şu halde genç kızlarımız hem bu iki elim vaziyetten hiç
birine maruz kalmamak hem de yuvasına vatanına müfit olacak bir tarzda
yetinmelidir.
Havaî ve hayalî şeylerle
iştigal edeceklerine faydalı bir uzuv olmağa çalışsınlar bir taraftan
istikbalini temin ederken yarının bir ev kadını, müstakbel bir valide yuvasının
ondan saadet bekleyeceğini unutmasınlar. Zira bu günün kadını bu iki evsafı
şahsında tecemmü ettirmesi şarttır. Buna hazırlandıktan sonra maişeti temin
edilmiş ve mes’ut bir yuvası olursa mecbur olmadıkça çalışmamalıdır. Çünkü;
kadın yuvanın zevkidir. Onun infikâki muvakkat ta olsa aile saadetini ihlâl
eder ve kadın iş hayatından ziyade yuvasını sevmelidir. İzdivaç kadın için
imtiyazlı bir istikbaldir. Bazı hanımlar yalnız iş hayatında olanların
hürriyetinden bahseder. Halbuki; vazifesini müdrik olan
her ve kadını hürdür. Bahusus zamanımızda istediği gibi hareket
etmekte serbest bir ev kadını Ahmet beyin zevcesi olmakta bir esaret duyar da
Mehmet beyin maiyyetinde sabahtan akşama kadar lâyenkatı (kesintisiz)
çalışmakta nasıl bir hürriyet hissedebilir. Ben bunda hürriyeti ifade eden
bir tarz göremiyorum. Öyle dahi olsa istikbali, bunun faydasız bir hürriyet
olduğunu düşünmek lâzım gelir. Bazıları da zevcine minnettar vaziyette kalmamak
için çalıştığını söyler. Bir baba yetişmiş evlâdına ( Sana bakıyorum diye )
söyleyebilir. Fakat bir zevç için bu hiç bir zaman varit olamaz. Çünkü bu
vazifeyi ifaya kanunen mükelleftir ve refikai hayatının da mukabil vazifesi
var. Aile yuvasının saadetini kadının dahilî vazifesi itmam eder. Kadın
istirahat bahşeden yuvanın ziynetidir, istikbalini temin etmiş hayatı anlamış
bir genç kız bu vazife ağır gelecek olan bir adamı her halde zevç olarak
intihap etmez. Genç kızlarımız bilmelidir ki zaman ve hayatın istediği gibi
hareket ederlerse mes’ut olurlar.
İzdivacın
faydaları
İzdivaç lehinden ziyade
aleyhine söz söylenen bir mesele olmuştur. Hattâ, bir ecnebi profesörü bu
hususta daha ileri giderek (zifaf odasının cehenneme açılmış bir pencere)
olduğunu söylemiştir. Bu profesörün aile hayatını hangi cihetten tetkik ederek
bunu söylediğini bilmiyoruz. Yalnız her zaman tesadüf edilen aile facialarını,
şikâyetleri, talâkları nazarı dikkate alacak olursak profesöre hak vermek lâzım
gelir. Fakat bu beşeriyet için zaruridir. İzdivaç olmasaydı harimi İsmet
olmaz, temiz aile yuvaları yerine o menfur yerler kaim olur ve beşeriyet
sönerdi: Her şeyden evvel izdivaç beşeriyetin istirahat bahseden nezih bir
melceidir. Ve beşeriyetin teksiri ve selâmeti gibi mühim bir mesele var ki;
İnsan neslinin güç neşvünema bulması muhtaç olduğu fedakârlığa bir valide
şefkat ve ihtimamı kâfi gelmeyeceği saniyen fertler arasında bir ahenk tesisi temizlik
ve İçtimaî faydalarına binaen bir esasa rapt edilmiştir.
Şu halde şimdi bu
faydalı müesseseye ıztırap veren ve bunu ıztıraplı bir şekle koyan amilleri
arayalım. Bu pürüzlerin zuhuruna mahal bırakmayalım ki; cehenneme dönmesin.
İzdivaçta en çok şayanı dikkat olan şey her hangi bir gafletle seciye, seviye
farkları gözetilmeden servet, mevki, güzellik cazibesine aldanıp hissiyata
kapılarak vuku bulan izdivaçların umumiyetle neticesi hüsrandır. Bu yuva er
geç, yıkılmağa mahkûmdur. Gerçi, izdivaç için bir mertebei kabiliyet olmaz,
insan ne kadar dûrendiş (ilerisi için kaygılanan) ve müdekkik olursa olsun
izdivaç bütün bekârlar için bir muamma teşkil eder. O hayata katıldıktan
sonradır ki: o muammanın içinde evvelâ kendi kusur ve noksanım bulur. Fakat bu çok
acı bir tecrübe olur. Çok defa muvakkat bir zevk için bütün ömründe ıztırap
çekmek zaruretinde kalır. Onun için izdivaca evvelden hazırlanmak lâzımdır. En
mühim olan esasları tespit ederek şeraiti hayatiyesine uygun gelecek ve maddî
manevî iktidarı ne evsafta bir hayat arkadaşım mes'ut etmeğe kafi geleceğini
düşünmelidir. Bilhassa bu noktaya çok dikkat etmelidir; bile, bile fedakârlık
dahi her ikisinin aleyhine çıkar. Her hususta etraf ile düşünmek ve teennile
hareket etmek lâzımdır ki; bilâhara nedamet ve bedbahtiyi mucip olmasın. Böyle
ciddî işlerde hislerimizi değil kafamızı dinleyelim. Her ne olursa olsun şuurla
bina edilen her şey güzel ve sağlamdır. Şuurla tesis edilen aile yuvaları da
mes’ut bir netice verir. İnsan kanunen mükellef olduğu vazifeyi ifa ederken
ruhu bir eza değil büyük bir zevk duyar. Yeter ki; müessisler vazifelerine
müdrik olsunlar.
Aile yuvası denince
müzikli, varyeteli gazino gibi bir eğlence yeri değil temizlik, istirahat,
samimiyet sadık bir arkadaş arzeden bir müessesedir. Zaten insanlara da
lâzım olan budur. Yoksa eğlence yerlerinin insanın sıhhat ve servetini
kemirmekten başka ne faydası vardır?
Menfaatları icabı olan
böyle faydalı müessesenin haricinde kalmak isteyenler hem kendi nefsinin hem de
insaniyetin düşmanıdır.
Kadın Ruhu
Naçizane fikirlerimi
ihtiva eden bu küçük Kitaba ( Kadın Ruhu ) ismini niçin verdim?
Kadın olmaklığım
hasebile kalemi elime aldığım dakikada ilk düşündüğüm şey kadınlık ve
kadınlardı. Hem cinslerimin ruhî evsaflarına çok kıymet verdiklerini bildiğim
için bilhassa Vatanımın kadınlarının istifadesini mutazammın naçizane fikir ve
intibaalarımı muhtevi satırlar üzerine alâkadaranı uyandırmak için Kadın ruhu
ismini verdim. Gerçi; bütün kadınlar benim için mukaddestir. Hattâ
yavrularına kanat çırpan bir dişi kuş dahi şefkatin timsalidir. Hassas, ince,
müşfik olan kadınlar ise kürrei arzın en faydalı bir ziynetidir. Bununla
beraber kadın kelimesini telâffuz ederken bile kadınlığın husulpezir (meydana
gelen) olmayan ince duygularının altında hem cinslerimle beraber ezildiğimi
hissediyorum. Hassasiyetin, inceliğin, şefkatin timsali demek olan kadın ne
yazık ki; hinlerinin ezelî ve ebedî masum bir katilidir. Evet masumdur
kadın, ne hain ne de cani değildir. Kadını bu ve bütün hunharlıklara kadın
ruhunu anlamadığını kadın bir muammadır demekle isbat eden ona muarız olan cins
sevketmiştir. Kadın ruhunun bir kitap olduğunu söylediler. Fakat bu varakı
mihrivefayı ne okuyan ne anlayan olmadı. Kadının kendi varlığından yükselen
ince duyguları her zaman âdemle karşılaştı. O yalnız hodgâm (Kendi keyfini
düşünen-Kendini beğenmiş) ve hodbin (kendini beğenen, enâniyetli, bencil,
kibirli) ellerde hırpalandı. Bu tabiat nasıl bir tabiattır ki; şefkati zulme
ezdirdi.
İşte bu kara düşüncede
iken diyorum ki; teşkili beşere hâkim olaydım, zalimleri yok ederdim. Fakat
kadınlığım hayır diye cevap veriyor. Benim kollarım ve teşkilâtı bedeniyem
hislerim kadar ince ve nahiftir. Eğer dünyada yalınız kalmış olaydım sevkı
tabiîsinde uçmuş olan kanatsız bir kuş olacaktım. Bu gördüğümüz muazzam asarı
hep o vücude getirdi. O bunları benim için yaptı. Ben olmasaydım yapmazdı.
Bunca asarı fedakâri affa değmez mi diyor.
Vecizeler
Türklüğü hakir görenler medeniyetin mepde-i ve temelini
kuran Türkler olduğunu bilmeyenlerdir.
Tekâmül etmemiş bir
millet çocuğa benzediği için kelâm hakkı verilmez.
İçtimaiyatımızın inkişafına mani olan amillerden biri de
tesettürdü.
Büyük adamların küçük
sözleri dimağının yorgun zamanına tesadüfe der.
Alil (Hasta. İlletli) olmayan dilenciye verdiğiniz para
taliini değiştirmez seciyesini bozar.
Başkalarının
hislerine hürmet etmesini bilmeyen hürmet beklemesin.
Yalnız kendini düşünenlere rahatlık müyesser olmaz.
Hodbin kendini
metheder kusurlarını görmediği için
İsrafkârın kapısında
sefalet bekler.
Sefahat zaif iradelerin mıknatısıdır.
Beyanı
itizar
Yeni harfleri nazarı
dikkatte alarak mevzuların müsait olmasına rağmen çok muhtasar yazdım. Bununla
beraber birçok kusur ve noksanlarım olabilir. Evvelden böyle eser yazmak
niyetinde olaydım okuyucularıma daha faideli olacak bir tarzda hazırlanırdım.
Bu gün yalnız Türk Cumhurunun o Muazzam [Şulesinin] akislerinden ilham alarak
bu küçük eseri vücude getirdim. Bunun maddî menfaate müsteniden yapılmamış
olmasını bir dakika mülâhaza etmek vaki olan kusurlarımı örtmek ümidile
müteselli oluyorum.
Yazan:
Safiye MİTHAT
24.01.1930
AKŞAM Matbaası,
Cebeci /Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar