Print Friendly and PDF

Halveti ve Celveti

Bunlarada Bakarsınız


162





4+4=8





Âlem ahvâlime hayran





Eylemez dil hâlin iz’ân
Hiç bilemem bu ne seyrân
[1]





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Gören ibret eder bana
Nice haber verem sana
Tatmayanlar ermez buna





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Dil ahvâlin arif bilür
Âşık hâli maruf olur
Bu dil lutfa cevlân kılur





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Âşıkın Hakk’dır naşiri
Oldum dervişler hakiri
Mısrî Hakk’ın dil esiri





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Âlem ahvâlime hayran





Eylemez dil hâlin iz’ân[2]
Hiç bilemem bu ne seyrân





Âlem hallerime hayran





Gönül hâlin basiret eylemez
Hiç bilemem bu ne seyrân





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Bazan Halveti Bazan Celvetî





Ara sıra Kâdirî dirler bana





 





KADİRİLİK





(Kadiriye), Abdulkadir Geylanî olarak ünlenmiş Muhyiddin Ebû Muhammed b. Ebû Salih b. Zengi-Dost (d. 1077 Geylan-hyt. 1165 Bağdat)'u öncü kabul eden tarikat.





Bağlılarınca Gavsu'l-Azam, Kutub, Bâzullah, Sultanu'l-Evliya, Ayetullah gibi lakablarla anılan Abdulkadir Geylânî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz, öğrenimini tamamladıktan sonra başladığı ders ve vaazlarını kesip yirmi beş yıl kadar süren uzlet hayatı sürdüğü bilinen bir husustur. Tasavvuf alanındaki mürşidi Ebu Saîd el-Mübarek b. Ali el-Mahzûmî idi. Tarikat silsilesi el-Mahzûmî, Ebu'l Hasan Ali İbn Muhammed b.Yusuf el-Kureşi, Ebu'l-Ferec Yusuf el-Tarsusî, Abdu'l-Aziz et-Temimî, Ebubekr Şiblî, Cüneyd Bağdâdî, Sırriyü's-Sakatî ve Maruf el-Kerhî aracılığı ile Ehl-i Beyt imamlarından Ali el-Rıza'ya, ondan da Mûsa el-Kâzım, Cafer es-Sâdık, Muhammed el-Bâkır, Zeyne'l-Abidin ve Hüseyin b. Ali aracılığı ile Hz. Ali kerreme’llâhü vecheye dayanır.





Kadirilik'e göre tasavvuf seha, rıza, sabır, işaret, gurbet, seyahat, fakr ve suf (yün elbise) giyinmek üzerine kuruludur. Geylani'ye göre bir mürid önce bir çile dönemi yaşayarak zâhitliğe tamamıyla alışmalı, sonra uzaklaştığı dünyaya yeniden dönerek haz ve nasibini ala ala başkalarını irşad etmeli, aydınlatmalıdır. Ancak dünya ve ahiret nimetlerinin insan ile Allah Teâlâ arasında bir perde olduğu unutulmamalı, mutasavvıf bu nimetleri değil, Allah Teâlâ'nın zatını kendine amaç edinmelidir. Bunun için üç konuya özen gösterilmelidir:





Allah Teâlâ'nın emirlerini yapmalı, yasaklarından kaçınmalı ve kadere boyun eğmelidir. Mürid öncelikle farz görevlerini yerine getirmeli, bunları bitirdikten sonra vacib ve sünnetleri yapmalı, daha sonra da nafile ibadetlerle uğraşmalıdır. Nafile ibadetlerin en önemlisi ise zikirdir.





Kadirilik'e giriş "Mübayaa" denilen bir törenle gerçekleşir. Bu tören sırasında şeyh önce üç kere Fatiha'yı, arkasından mübayaa âyetini okur ve üç kere "Estağfirullah el-azim ve etubü ileyh" der. Sağ eliyle adayın sağ elini tutar ve "Ben Allah'a, meleklerine, peygamberine şehadet ederim. Şüphesiz ben Allah ve Rasûlüne bütün günahlarımdan dolayı tevbe ve Rasûlünün emirlerine imtisal, yasaklarından ictinabla Hakk'a ibadete gayret ediciyim. Takatım nisbetinde fakir ve düşkünlerin hizmetine koşmanın en büyük vazife olduğuna inancım tamdır. Abdulkadir Geylanî Hazretleri dünya ve ahirette bizim şeyhimiz olsun. Bu ikrarımıza Cenab-ı Hakk şahittir" diyerek telkinde bulunur. Telkinin son bölümü bir ahitleşmedir:





"El şeyhimizin elidir. Sizin örnek tutacağınız zat Seyyid Şeyh Muhyiddin Abdulkadir Geylanî'dir. Ahid Allah ve Rasûlü iledir." Bu sırada mürid dizleri üzerine çöker ve gözlerini kapar. Şeyh üç kere kelime-i tevhidi tekrar eder, mürid de onu takip eder. Daha sonra bir makas getirilerek müridin alnından bir miktar saç kesilir. Bu, müridin masiva ile kalbî bağlarının kesildiğini simgeler. Daha sonra hep birlikte kıbleye yönelerek üç kere tekbir getirirler. Tören şeyhin duası, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ve selam ve bütün nebilerin, ashabın, geçmiş velilerin, Abdulkadir Geylanî'nin ve tarikat büyüklerinin ruhlarına okunan Fatiha ile sona erer.





Kadirilik'te zikir açık olarak ve çok defa topluca yapılır. Zikir sırasında oturulabileceği gibi ayakta da durulabilir. Zikir ayakta yapılacaksa halka biçiminde dizilen müridler ellerini birbirlerinin omuzları üzerine koyarak hep bir ağızdan zikre başlarlar. Genellikle "Hu" diyerek yapılan zikir sırasında gözler kapatılır; baş, kelime-i tevhidi temsil edecek biçimde sağa-sola sallanır. Kadirilerin ayrıca her sabah namazından sonra ya da günün uygun bir vaktinde okumak zorunda oldukları virdleri vardır. Allah Teâlâ'ya hamd, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ve selam ile dualardan oluşan bu virdler Arapça olarak okunur.





Kadiriye tarikatı İslam dünyasında en yaygın tarikattır. Tarikat merkezi Bağdat'taki dergâhtır ve halen Geylânî'nin soyundan geldiği kabul edilen birisi tarafından yönetilir. Kadirilik'i Anadolu'ya ilk getiren kişi Eşrefoğlu Rûmî'dir (hyt. 1469). Eşrefoğlu Rûmî'nin kurduğu Eşrefiye kolu, Kadirilik'in tanınmasında önemli bir rol oynamıştır. Eşrefiye'nin daha çok Bursa ve çevresinde yayılmasına karşılık, Kadirilik'i İstanbul'da tanıtan İsmailiye ya da Rûmiye denilen kol olmuştur. Bu kolun kurucusu İsmail Rûmî (hyt. 1631) Anadolu ve Rumeli'de kırk kadar Kadiri tekkesi açmıştır. Anadolu Kadiriliğinin merkezi de İsmail Rûmî'nin İstanbul Tophane'de yaptırdığı Kadirihane'dir.





Fas'tan Endonezya'ya kadar çok sayıda üyesi bulunan Kadirilik, kendisinden sonra çok sayıdaki kollar aracılığı ile güç ve etkinliğini arttırmıştır. Bu kolların başlıcaları Esediye, İseviye, Yafiiye, Hilaliye, Garibiye, Halisiye, Eşrefiye ve Rûmiye'dir. Kadiriler, mühr-i Kadiri denilen bir külah (sikke), çok süslü bir tac, değerli kumaşlardan yapılan kolları geniş ve belden bir kuşakla bağlanan haydariye ya da cübbe ve şalvardan oluşan özel giysileriyle diğer insanlardan ve tarikat üyelerinden ayrılırlardı. Türkiye'de varlığını günümüzde de sürdüren Kadirilik, üyelerinin "burhan gösterme" adını verdikleri şiş saplama, kızgın fırına girme, ateşle oynama gibi gösterileri bugün de büyük ilgi çekmektedir. [3]





CELVETİYYE





 Bayramiyye tarikatının bir şûbesi. Ünlü mutasavvıf Azîz Mahmud Hüdai kaddese’llâhü sırrahu’l-azize nisbet edilen bir tarikat.





Arapça'da yerini, yurdunu, terk etmek mânâsına gelen celvet kelimesi, tasavvuf ıstılahı olarak, kulun, Allah Teâlâ sıfatları ile halvetten çıkışı ve Allah Teâlâ'nın varlığında fanî oluşu anlamını taşır.





Celvetiyye, celvete mensup olanlara verilen isimdir. Celvet, halvetten çıkmaktır. Bu da itibarî olan her şeyi çıkarmak, hakikat libâsını giymek demektir. Halvet ile celvet arasında anlam ve imlâ açısından alt ve üstteki noktadan başka bir fark yoktur.





Celvet ve halvet kelimeleri, başlangıçta bir makam ve meşreb ifade ederken daha sonraları iki ayrı tarikatın adı olmuştur. Celvetiyye tarikatının ilk kurucusu olarak değişik isimler ileri sürülür. Bu değişik rivayetleri te'lif eden İsmâil Hakkı Bursevî der ki:





"Celvetiyye tarikatı İbrahim Zâhid Gilânî (hyt. 700/1300) devrinde hilâl; Üftâde (hyt. 988/1580) zamanında yarım ay; Hüdai (hyt. 1038/1628) asrında ise dolunay durumundadır."





Aziz Mahmud Hüdâî, 948/1552-1038/1628 tarihleri arasında yaşamış bir Türk mutasavvıfıdır. İyi bir medrese tahsili gördükten sonra sûfiyye mesleğine sülûk ederek Bursalı M.Muhyiddin Üftâde kaddese’llâhü sırrahu’l-azize mürid olmuş ve kısa zamanda onun yanında hilâfet alarak irşâda mezun olmuştu. Şeyhinin vefatından sonra İstanbul'a gelerek irşâda başlayan Hüdâyî, ilmi ve mânevî nüfûzu sayesinde halkın her kesiminden binlerce insanın sempatisini kazanmış, özellikle devlet adamları ve sultanların hürmetine mazhar olmuştu. Onun eserleri Celvetiyye tarikatının teşekkülünü ve sistemleşmesini sağlamıştır. Hüdâyî'nin "Vakıât", "Tarîkatnâme," "et-Tarîkatü'l-Muhammediyye" ve "Câmiu'l-Fazâil" gibi eserleri, tarikatın temel kaynakları arasında sayılabilir.





Aziz Mahmud Hüdâî, "Şakâyık zeyli"ne göre, Seferhisarlı'dır. Gülşen Efendi, "Külliyât-ı Hüdâî" de Sivrihisarlı olduğunu kaydediyor. Başkaları da onun Konya Koçhisar'ından olduğunu söylemektedirler. İstanbul' da okuyan, Edirne'de Sultan Selim medresesinde muitlik, Şam ve Mısır' da nâiplik eden, Mısır'da Kerimü'ddin Halvetî adlı birisine intisap edip Halvetî olan Mahmud Hüdâî, nihâyet Bursa'da Ferhâdiye medresesine müderris ve Cami-i Atik mahkemesine nâip oluyor. Bu sırada, bir gece, rüyasında, cennetlik olduklarını zannettiği birçok kimseyi Cehennem'de, Cehennem'lik zannettiklerini Cennet'te görüyor. Bunun üzerine ertesi sabah derhal Uftâde'ye gidip teslim oluyor.





Mahmud Hüdâî zamanında büyük bir hürmete mazhar olmuştur.





"Silsilenâme-i Celvetiyyân", şeyhin bu teveccühe uğrayışına Sultan 1. Ahmed'in bir rüyasını kerâmetle tâbir etmesini, sebep olarak gösteriyor. Peçevî, Rumeli Kazaskeri Sunullah'ın tesiri ile vezir Ferhat Paşa tarafından Fatih Camii'ne vaiz tayin edildiğini kaydetmekte ve şöhretinin bu suretle başladığına işaret etmektedir (İbrahim Peçevî, Tarih, II, 36).





Mahmud Hüdaî üç kere hac etmiştir. Mihrimah Sultan'ın kızı Ayşe Sultan ile evli olduğu rivayet edilmektedir. Şeyhin tatlı dilli ve güzel söz söyleyen, sakallı ve orta boylu olduğu kaydedilir.





Aziz Mahmud Hüdâî, vahdet-i vücüdu, şerîat hudutlarını taşmamak üzere kabul eden ve her hususta zahitlik yolunu tutan tam sünnî bir şeyhtir. Hatta o, tasavvufta taşkınlık gösteren yahut biraı serbest fikri olan sofilere bile karşıdır. Celvetiye'de sülûk, esmâ iledir. Esmâ-i seb'a yani Allah Teâlâ'nın yedi adı "usûl-i esma" adını alır. Celvetîlikte bunlardan başka beş ad daha kabul edilmiştir ki bunlara da "furû-i esmâ" denilir.





Celvetiyye Tarikatı, Bayramiyye'nin; Bayramiyye de Safeviyye ve Halvetiyye'nin bir kolu sayılmaktadır. Celvetiyye, Hz. Ali kanalıyla gelen bir tarikat olması itibarıyla cehrî zikri esas olan, nefs tezkiyesine önem veren bir tarikattır. Harîrîzâde M. Kemâleddin, Tibyânu vesâili'l-hakâik adlı eserinde Celvetiyye'nin esaslarının tezkiye, tasfiye ve tecliye olduğunu belirtir.





"Tezkiye" dünya sevgisini terkederek nefsi mâsivânın şerrinden korumak; "tasfiye", kalbi her türlü kirden temizleyerek ilâhî iradenin aksedeceği bir hâle getirmektir. "Tecliye" ise, zât-ı İlâhî'nin yine kendisi için zuhûru demektir. Sâlikin, bu âlemi, Hakk'ın zuhûr mahalli olarak görmesidir.





Her çeşit ibadet ve zikirden gaye, insanı gerçek kulluğa erdirmek, kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesiyle kemâle ulaştırmaktır. Celvetiyye tarikatının temel esasları, yine Celvetîler'in kabul ettiği usûle göre, "zikir" ile "manevî ve sürî mücâhede" sûretiyle gerçekleşebilir. Kısaca "kelime-i tevhîd" zikri denilen tevhid zikri, bu tarikatın farklı bir özelliği olarak kabûl edilebilir.





Celvetiyye'de sülûkün dört mertebesi vardır: Tabiat, nefs, rûh ve sırr. Tabiat mertebesinde sâlik tabiatın gereği olan yeme, içme ve cinsî münâsebetten mücâhede yoluyla uzaklaşmaya çalışır. Zaruret ölçüsünde yer, içer ve belli bir süre evlenmez. Nefs mertebesinde nefsten kaynaklanan kötü huy ve sıfatlarını mücâhede yoluyla terk etmeye çalışır. Nefsin kötü fiilleri iki türlüdür. Bir grubu kendi irâdesi ile işlediği günahlar; diğerleri iyice yerleşmiş kötü huy ve alışkanlıklardır. Bunların her iki grubunda ancak riyâzat ve mücâhede ile ıslah edilebilir. Nefs, belli şekillerde ıslah edilip kontrol altına alınınca rûh ve sırr mertebelerine yol açılmış olur. Ruh mertebesinde sâlik, nefsin kötü huylarının tasallutundan kurtulup rûhu ile irtibata geçmiş sayılır. Ruhun bozuk tarafı, marifet-i ilâhiyyeden mahrûmiyyettir. Bu yüzden rûhun terbiyesi ancak marifet-i ilâhiyye ile olur. Rûh mertebesinde ilm-i ledün sırları zâhir olmaya başladığında sâlike "keşf" vâki olmaya başlar. Tabiat ve nefs mertebelerinde keşf yoktur. Sâlik rûh mertebesinde mârifet ve ilâhî aşkı elde ettikten sonra, sırr mertebesine yükselir. Bu mertebenin gereği mâsivâdan ilgiyi kesmek, Hakk'tan başkasına gönül vermemektir. Bu makam, mahv fena ve tecellî nürlarının zuhûr ettiği vuslat makamıdır.





Bu dört makamın her biri, ayrı ayrı renklerle temsil edilmiştir: Tabiatta renk "toprak" alâmeti olarak siyahtır. Nefs kan rengindedir ve bu "hevâ" alâmeti sayılır. Rûhta renk sarıdır ve "ateş"in sembolüdür. Sırr renksizdir ve "su" yu temsil eder. Böylece anâsır-ı erbaa tamamlanmış olur. Bu dört makamın sonunda Celvetî sâliki hilâfete ehil hâle gelerek mürşidi tarafından halife tayin edilir.





Celvetiyye'nin; İsmâil Hakkı Bursevî tarafından kurulmuş olan Hakkıyye, Selâmi Ali Efendi'ye nisbet edilen Selâmiyye, Kütahyalı Ali Fenâi Efendi'nin temsil ettiği Fenâiyye ve M. Hâşim Baba tarafından kurulmuş olan Hâşimiyye olmak üzere dört kolu vardır. İstanbul'da tarikat ve tekke faaliyetlerinin serbest olduğu dönemlerde, hemen hemen otuza yakın celveti tekkesi vardı.





Celvetiyye tarikatında diğer tarikatlardan farklı olarak dizler üstüne kalkılıp yarı-kıyam hâlinde icra edilen bir zikir tarzı vardır ki buna "nısf-ı kıyâm" ya da "hızır kıyâmı" denilir.





Celvetî mensuplarının giydiği Celvetî tacının tepesinde onüç; dilim ve bu dilimleri birleştiren bir düğme bulunur. Tarikatın merkez tekkesi, İstanbul-Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdâî'nin medfûn bulunduğu âsitânedir. Tarikat, İstanbul ve Bursa'nın dışında Balkanlar'da da yayılma istidadı göstermişti.[4]





Gören ibret eder bana
Nice haber verem sana
Tatmayanlar ermez buna





Gören ibret eder bana
Nice haber verem sana
Tatmayanlar ermez buna





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Bazan Halveti Bazan Celvetî





Ara sıra Kâdirî dirler bana





Dil ahvâlin arif bilür
Âşık hâli maruf olur
Bu dil lutfa cevlân
[5] kılur





Gönül hallerini arif bilir
Âşık hâli bilinenlerden olur
Bu gönül lutfa duramaz kalır





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Bazan Halveti Bazan Celvetî





Ara sıra Kâdirî dirler bana





Âşıkın Hakk’dır naşiri
Oldum dervişler hakiri
Mısrî Hakk’ın dil esiri





Hakk’dır âşıkın yayıcısı
Oldum dervişler önemsizi
Mısrî Hakk’ın dil esiri





Geh Halveti geh Celvetî





Geh Kâdirî dirler bana





Bazan Halveti Bazan Celvetî





Ara sıra Kâdirî dirler bana














[1] Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânı’nın Tenkitli Metni, Ankara, 1998, s.183





[2] iz’an: basîret, anlayış, teslim olup itaat etmek, inanç, idrak, akıl, zekâ.





[3] Şamil Ansiklopedisi





[4] Şamil Ansiklopedisi (Geniş bilgi için bk. H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hudâî ve Celvetiyye Tarikatı, İstanbul 1982)





[5] Cevelân: yerinde durmayıp gezme, dolaşma, kaynaşma.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar