Print Friendly and PDF

Nefesim Sensin


     ك       K





106





7+7=14





Hak yolunun rehberi nefesidir Kâmilin,
Dil tahtının serveri nefesidir Kâmilin.
 





Nefsini mat eyleyen def-i memat eyleyen,
Nefh-i hayat eyleyen nefesidir Kâmilin. 





İsteyü git Âdemi Âdemde bul Âdemi,
Sırr-ı “nefahtü” dem-i nefesidir kâmilin.





Sûre-i Necm-i oku gel anla vahy-i Hakk’ı,
Bilesin sen ol mantıkı nefesidir Kâmilin. 





Rûhu’l-kudüs demini Âdemde iste anı,
Ol imiş gönlün cânı nefesidir Kâmilin. 





Mâye-i zât denilen feyz-i necât denilen,
Âb-ı hayât denilen nefesidir Kâmilin. 





Diri kılan tenleri zinde eden canları,
Kaldıran ölenleri nefesidir Kâmilin. 





Mevtâya etse nefes her yandan gelse ses,
Hasr eden ey hak-şinâs nefesidir Kâmilin.





Niyâzî’yi cân eden zerresini kân eden,
Katresîn ummân eden nefesidir Kâmilin.





Hak yolunun rehberi nefesidir[1] Kâmilin,
Dil tahtının serveri nefesidir Kâmilin. 





Hak yolunun rehberi nefesidir Kâmilin,
Dil tahtının önderi nefesidir Kâmilin. 





Tüm eski dillerde, nefes için kullanılan kelime ile ruh veya can için kullanılan kelimeler aynıdır. Latince'de “spirare” nefes almak, “spiritus” ruh demektir. Aynı kökü, “inspiration” kelimesinde de bulabiliriz. Bu kelimenin anlamı can katmak, ilham vermektir ve nefes almak, içeri almak ile ayrılamaz bir biçim­de bağlantılıdır.





Yunanca'da, “psyche” kelimesi hem nefes hem de ruh anlamına gelir. Hintçe'de, “atman” kelimesi var­dır ve Almanca'daki “atmen” (nefes almak) sözcüğü ile akra­ba olduğu kolayca anlaşılmaktadır.





Yine Hintçe'de, evrimini tamamlayarak bütünlüğe ulaşmış insanlara “Mahatma” de­nir ve “büyük ruh” ya da “büyük nefes” demektir. Hint öğre­tisinden, nefesin, Hintlilerin “prana” olarak adlandırdıkları, gerçek yaşam gücünün taşıyıcısı olduğunu öğreniyoruz.





Bu tarifler bize, maddî bedenimize, yani biçimsel gö­rüntüye yaratılıştan kaynaklanan bir şeyin, ilâhî nefesin üf­lendiğini çok güzel bir şekilde gösterir. Bu noktada nefesin sır­rına oldukça yakınlaşırız. Nefes, bize ait değildir, ama yine de bizimdir. Nefes, bizim içimizde değildir, tersine biz nefesin içinde yaşarız. Nefes aracılığıyla, bir yönüyle yaratan, bir yö­nüyle şekil olan bir şeyle sürekli bağlantı kurarız. Nefes, meta­fizik boyutla olan bu bağlantımızın kopmamasını sağlar (me­tafiziğin kelime anlamı “doğanın ötesinde olan”dır). Bizler, ne­fesin içindeyken, küçük sınırlı varoluşumuzun çok ötesine uzanan bir rahim yatağında yaşıyor gibiyizdir. Burası, yaşamın kendisi, insanın açıklayamadığı, tanımlayamadığı son ve bü­yük sırdır. İnsan bu sırrı ancak, kendini ona açarak ve onu ken­di içinden akıtarak öğrenebilir. Nefes, bu yaşamın bize doğru aktığı göbek bağıdır ve bu bağlantıyı korumamızı sağlar.





Nefesin anlamı, insanın kendini kapatmasını, “ben”in sınırla­rının geçilmez hale gelmesini önlemektir. Nefes, kendini ego­suna hapsedenleri, “ben-olmayan (dış varlık) ile bağlantıda kalmaya zorlar. Böylece düşmanımızın soluduğu havayla aynı havayı içimize çektiğimizi anlarız. Hayvanlar bitkiler aynı havayı solurlar. Nefes bizim “her şey” ile sürekli bağlantımızı sağlar ve istesek de, istemesek de hepimizi birbirimi­ze ve (Allah Teâlâ’ya) bağlar. Sonuç olarak nefes, “temas” ve “ilişki” ile ilgilidir. [2]





İnsanın nefsi ve nefesi yani ruhu tevhid yoluna delildir,  çünkü Kâmilin ruhu ahadiyyetin ve zâtın mazharıdır.  Nefes ölmez,  bir yerden bir yere intikâl eder.





Nefsini mat eyleyen def-i memat eyleyen,
Nefh-i hayat eyleyen nefesidir Kâmilin. 





Nefsini öldüren ölümü def eden,
Üfürüşü hayat veren nefesidir Kâmilin. 





İsteyü git Âdemi Âdemde bul Âdemi,
Sırr-ı “nefahtü” dem-i nefesidir kâmilin.





İsteyi git Âdemi Âdemde bul Âdemi,
Sırr-ı “nefahtü” dem-i nefesidir kâmilin.





“Âdemi Âdemde bul”,  yani her gördüğün Âdem değildir velâkin Âdem Âdemîlerin içindedir.  Hazreti Âdem aleyhisselâmın cesedi:





  فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِى فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ   “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”[3] âyeti mucibince kalıbı,  yani cesedinin tesviyesi kemâl bulunca ruh oldu,  çünkü istidâdı tam oldu.  Âdem aleyhisselâmın istidâdı böylece tam olunca da ruh tecellî olundu. 





Buradan “büyük insan” ile “büyük adam” ara­sındaki farkın meydana çıktığını ifadeyle büyük insanın manevî varlığını geliştirerek insanlığı kendi nefsinde feda ederek gerçekleşen insan olduğunu, belirtir. Büyük insan, iman yaratışı kudreti ile gelişen insanlığın sembolüdür, Peygamberler, veliler, hâkimler, kahramanlar, büyük fikir ve ideal şahsiyetler gibi. “Büyük adam”, iman gücünden mahrum olmakla beraber tabiat güçlerinin, içgüdülerinin, zekâ ve kurnazlığının, kaba enerjinin kudreti ile başarı, ka­zanmış insandır. Tarihi büyük insanlar geliştirir. Büyük adamlar, insanlığın üzerinden geçen fırtınalar, kasırgalar gibidir. Kütleleri yerinden oynatır, iradeleriyle olaylara hükmeder görünürler. Fakat kasırga geçince her şey eski haline döner; yalnız onların tamiri çok güç olan tahribat­ları kalır. Eğer tarih boyunca insanlık aşkın varlıktan al­dığı kuvvetle fasılasız büyük insanları yitirmemiş olsaydı, bu ikincilerin tahribatlarını düzeltmek imkânsız olurdu.[4]





“Zatın nuru sıfatların nurudur.”   Yani görünüşte farklı olsalar da, şüphesiz zatın nuru sıfatların nurudur. Hakikatte onlar tektir, birleşiktir. Çünkü sıfatların nuru, zatın nurunun aksidir; ayın nuru gibi. Şüphesiz ayın nuru güneşin nurundan istifade etmiştir. O hakikattir, ancak görünmek bakımından aydınlıktır ve ışıklar, kuvvet ve zaaf bakımından farklılık arz etmiştir. Ruhun nuruyla beraber kalbin nuru, arşın nuru, kürsinin nuru O’nun benzeridir. Şüphesiz arş, ruh gibi basitliğe en yakındır. Aynı şekilde insani ruhla birlikte hayvani ruh da O’nun benzeridir. Şüphesiz o, hayvani ruh, insani ruhun ışıklarından bir ışıktır. Cibril’in nefesinden İsâ ve Meryem’in nefsinde hâsıl olan sıfatların nuru da, aynı şekilde O’nun benzeridir. Buradaki nefes, Hakk’ın vasıtalı nefhasıdır. Allah onu kendi nefsine izafe etmiştir.





“Ona ruhumuzdan nefha üfledik.”   [5] Bu nefhanın batını, zati hayatı ortaya çıkarır; zahiri de sıfati hayatı ortaya çıkarır. Sonra da sıfati hayattan başka, bir hayat inşa edilir ki, o da hayvani ruhun eseridir. Bunlar üç tane ruhtur.[6]





Sûre-i Necm-i oku gel anla vahy-i Hakk’ı,
Bilesin sen ol mantıkı nefesidir Kâmilin. 





Necm Sûre’sini oku gel anla vahy-ı Hakk’ı,
Bilesin sen ol söyleşi nefesidir Kâmilin.





Hz. Muhyiddin-i Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz “Meleklerin Ruh âleminden Maddî Âlemine İnişi[7] İnsan hakkında indi­rilen Necm süresindeki, anlamların ve nedenlerin, yüce Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin o ulvi menzillere nasıl eriştiğini, Necm suresi­nin, ayetlerini tek tek okuyarak, cevaplarını, aynı anlam ve esrarını açıklamış ve buyurmuştur ki:





“Şüphe yoktur ki ben ayetleri ilahi tartı ve ölçüyü aşmadan okuyup cevap vereceğimden, key­fiyet ve mahiyet itibariyle Allah Teâlâ katında sorumlu tutulmaya­cağım.”





Necm suresinin tilavetini sizlere iki türlü okunuşunun açıklaması.





  1. İlahi hitab dili ile
  2. İnsani hitab dili ile




İlahi konuşma dili ile şöyledir:





 AyetManasıHz. Muhyiddin-i Arabî'nin bu ayete cevabı Cevabın anlamı
1وَالنَّجْمِ اِذَا هَوَىBatmakta olan yıldıza and olsun ki,fi kalbin taarra anil hevaBaşıboşluktan uzak bir kalpte çıkınca
2مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىArkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır.Ve lakin şeribe fertevaFakat o doyuncaya kadar içti, susuzluğunu giderdi.
3وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَىO, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.Li hurucihi an kürretil havaBaşı boşluktanuzaklaşıp, çıktığı için, anlamsız konuşmaz
4اِنْ هُوَ اِلا وَحْىٌ يُوحَىOnun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir.Enzelnahü aleyhi bila vasilaten keşfen ve telvihanBiz ona hayrımızı açıklıkla aracısız bildirdik
5عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَىBu vahyi O'na müthiş güçleri olan Cebrail öğretti.Bi Hadretil istivaYücelere yükselmiş olanın huzurunda ona öğretildi
6ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى(Ki o) akıl ve görüşünde kuvvetli (bir melek)dir. Hemen (gerçek meleklik şekliyle) doğruldu.Bima eyyedehü bihi minel kuvaOna yeterli güç ve yetkiyi vermiş oldu.
7وَهُوَ بِاْلاُفُقِ اْلاَعْلَىVe o en yüksek ufukta idiAleyhi meratib ruhaniyyetül UlaÜzerinde ruhani ulu mertebeler taşıyordu.
8ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىSonra yaklaşmış ve inmiştir.Alel makamil EceliMühlet ve ecel makamına sarkmış oldu.
9فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنَىOnunla arasındaki mesafe, iki yay kadar, yahut daha az kaldı.Minel makamil Esna halfe hicabil izzetil ahmerO güçlü kırmızı örtü gerisindeki ululuk makamına yaklaşmıştı.
10فَاَوْحَى اِلَى عَبْدِهِ مَا اَوْحَىO da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti.Fema emsa aleyhi yevmin ve la adhaBu yolculuğun üzerinden ne bir akşam ve ne de bir gün geçmişti.
11مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَاَىGözün gördüğüne kalp yalan demedi.Min hüsnü rüyaÇünkü gördükleri unutulmayacak kadar güzeldi
12اَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَىEy inkarcılar! Onun gördüğü şey hakkında kendisi ile tartışır mısınız?Ve hüve bi haysü la yeraGörmediğine göre mi böyle davranıyorsunuz?
13وَلَقَدْ رَاَهُ نَزْلَةً اُخْرَىO, Cebrail'i bir başka inişinde de görmüştü.Inde-s'sayhatül kübraBüyük çağırışında dahi.
14عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَىEn uçtaki ağacın (Sidret- ül Münteha'nın) yanında.Müstakallil Hüsni vel, BehaPaha biçilmez kararlı bir güzellik içinde idi.
15عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوَىKi Cennetü'l- Me'vâ onun yanındadır.El mahfufeti bil Belva Hadret irtifail şekva el münteceti linnecvaO cennet ki bela ve zahmetlerle çevrilmiş Allah'a yapılan şikâyetlerin sonuç verdiği yerdir.
16اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَىO dem ki Sidre’yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu...Fe ya dimül Basiru ye yazharül AğşaGöreni kör eder, görmeyenin gözünü açar.
17مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَىMuhammed'in gözü ne yana kaydı ve ne de öteye geçtiVe lev tağâ la sefil, velev zağa ma irtakaKaymış olsaydı, aniden alçalırdı. Bu ulu makama çıkmamış olurdu.[8]




Hz. Muhyiddin-i Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-azizin Şimdi açıklanan ayetlerin cismanî insanî ruhanî bir şekilde açıklamasını şu şekilde yapmaktadır. İyi anlamak gerekir.





AyetManasıCismanı insani ruhani bir şekilde anlamları
1وَالنَّجْمِ اِذَا هَوَىBatmakta olan yıldıza and olsun ki,İnsanın taşımakta olduğu gizliliklerin kemale gelmesi için Rabbani bir makam ve yerde gerçekleşeceği
2مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىArkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır.Dostunuzun isteği doğrulandı, sevgiliye erişildi.
3وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَىO, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.O boşuna rastgele konuşmaz, zira o telifden, terkibden, tertibden, tedbir¬den uzak ve temizdir.
4اِنْ هُوَ اِلا وَحْىٌ يُوحَىOnun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir.Nasıl ki gaybe inanan bir kimseye ilâhi gizliliği kalb yolu ile elde etmiş diyorsak, bu ayetteki anlamda Allah'dan Rabbe anlamına gelir.
5عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَىBu vahyi O'na müthiş güçleri olan Cebrail öğretti.Onun çıkabildiği ve erişebileceği en üst kat anlamındadır.
6ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى(Ki o) akıl ve görüşünde kuvvetli (bir melek)dir. Hemen (gerçek meleklik şekliyle) doğruldu.Göğün en yüksek katında bulunan, Cebbar, Kahhar olan en güçlü varlığın yanına vardığı anlamına gelir.
7وَهُوَ بِاْلاُفُقِ اْلاَعْلَىVe o en yüksek ufukta idiOnun izlerini taşıyan gök katının üstünde olduğu anlamına gelir.
8ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىSonra yaklaşmış ve inmiştir.O ilahi varlık kendini ona gösterdiği vakit, o zaten sevgilisine yaklaşmış ve sokulmuştu..
9فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنَىOnunla arasındaki mesafe, iki yay kadar yahut daha az kaldı.Aralarındaki uzaklık, aşağıda bulunan insandaki atar damara yakınlığı gibi bir yakınlık bulunuyordu.
10فَاَوْحَى اِلَى عَبْدِهِ مَا اَوْحَىO da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti.Otururken menfaatlarıyla başbaşa özgür kalınca, bu nedenlerle uykusundan kalkmış oldu.
11مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَاَىGözün gördüğüne kalp yalan demedi.Bu cümledeki ilk kısım ilahi izler topluluğu ikinci kısmı da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gördüğü insani gerçeklerdir
12اَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَىEy inkârcılar! Onun gördüğü şey hakkında kendisi ile tartışır mısınız?Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gördüklerinin gerçek olduğudur.
13وَلَقَدْ رَاَهُ نَزْلَةً اُخْرَىO, Cebrail'i bir başka inişinde de görmüştü.Hiç bir kimsenin görmediğini o ikinci kez görmüştür
14عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَىEn uçtaki ağacın (Sidret- ül Münteha'nın) yanında.Sonsuzluğu olmayanın huzurunda bulunmasıdır.
15عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوَىKi Cennetü'l- Me'vâ onun yanındadır.Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin o ulu düzeye vardığı anlamına gelir. (O düzeye çıktığının isbatı da, Allah'ın yanıbaşında bulunan cenneti görmüş olmasıdır).
16اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَىO dem ki Sidre’yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu...Bu da öğle ve yatsı zamanlarındaki durumdur. Bu anlamda (sidreyi neler örtmüştü neler) anlamından çıkmaktadır.
17مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَىMuhammed'in gözü ne yana kaydı ve ne de öteye geçtiEfendimizin gözlerininin bir yere kaymamamış olması Rabbinin bulunduğu düzeye varmış olmasındandır.[9]




Rûhu’l-kudüs demini Âdemde iste anı,
Ol imiş gönlün cânı nefesidir Kâmilin. 





Rûhu’l-kudüs soluğunu Âdem’de iste,
O imiş gönlün cânı nefesidir Kâmilin. 





Rûh-ul-Kuds:
1. Cebrâil aleyhisselâm.
2. Allah Teâlâ’nın İsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet.
3. Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur.
4. İsm-i âzam.
5. İncil.
6. Allah Teâlâ’nın hayat verici, koruyucu manasına gelen sıfatları.





Mâye-i zât denilen feyz-i necât denilen,
Âb-ı hayât denilen nefesidir Kâmilin. 





Zâtın özü denilen, kurtuluş feyzi denilen,
Ölümsüzlük suyu denilen nefesidir Kâmilin. 





Diri kılan tenleri zinde eden canları,
Kaldıran ölenleri nefesidir Kâmilin. 





Diri kılan tenleri zinde eden canları,
Kaldıran ölenleri nefesidir Kâmilin. 





Mevtâya etse nefes her yandan gelse ses,
Hasr eden ey hak-şinâs nefesidir Kâmilin.





Ölüye etse nefes her yandan gelse ses,
Ey keşf eden Hakk-ı bilen nefesidir Kâmilin.





Niyâzî’yi cân eden zerresini kân eden,
Katresîn ummân eden nefesidir Kâmilin.





Niyâzî’yi cân eden zerresini kân eden,
Katresin derya eden nefesidir Kâmilin.










[1] Yalnız bir nüshada “Nefsi dürür” yazılmıştır.





[2] (DAHLKE, 2002), s.123





[3] Hicr, 29





[4] (SANAY, 1986), s. 91: Felsefeye Giriş, 2. kitap, s. 27





[5] Enbiya, 91





[6] (ÇETİN, 1999), s.132; (BURSEVİ), v.119a, 84. Varidat





[7] Muhyiddin-i Arabî trc Salaheddin ALPAY Meleklerin Ruh âleminden Maddî Âlemine İnişi - İstanbul : Esma, 1996.





[8] (Muhyiddin-i Arabî, 1996), s. 155-156





[9] (Muhyiddin-i Arabî, 1996), s. 159


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar