Print Friendly and PDF

Riyazat


     ص       S





93





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Bu tabiat zulmetinden bulmak istersen halâs,
Gel riyâzetle arıt bu cism u cânı çün rasâs





Nice mecruh eylediyse rûhunu emmâre nefs,
Sen de gürz-i zikrile dön başına eyle kısâs. 





Her ne vaktin gâlip olsa kes gıdâsın zâlimin,
Gece gündüz cünne-i tevhidi kıl sana menâs. 





Uzlet-i halk ihtiyâr et sen sana gel ey gönül,
Tâ bulasın uzletiyle Hakk katında ihtisâs. 





Ey Niyâzî bu riyâzât yoluna kim gittiyse,





Buldular şol zevki kim buldu anı ancak havâs





Bu tabiat zulmetinden bulmak istersen halâs,
Gel riyâzetle arıt bu cism u cânı çün rasâs





Bu tabiat karanlığından kurtuluş bulmak istersen,
Gel bu cisim ve cân kalaylamak için riyâzetle arıt





Niyazî-i Mısrî'nin mekruh şeyler konusunda da farklı iki yaklaşımı olduğunu görüyoruz.





Bursa'da cami kürsisinde veya makamlarındaki va'zları esnasında haziruna hitaben





“Ey talib-i rah-ı hakikat olanlar duhan isti'malinden sizi men' ü zecr-i şedid ile def iderim. Ekser 'ibadata mani'i kavidir. Bi hasebi'z-zahir kubhi bari ü hüveyda olduğundan ma'ada bi-hasebi'l-bâtın dahi ilhâm-ı Huda ni'met-i celilesinden dahi mü'min ve muvahhidi mahrum ider. Pes bu sebepten haramdır.”   deyüp “Ku enfusekum” ayeti kerimesini okuyup nasihat ettiği ve bu sebeple sigarayı bırakan olduğu halde bunların bir kısmının sigarayı terkden dolayı rahatsızlanmaları üzerine def-i illet olacak' mikdar kullanılmasına müüsaade etmişlerdir. Bu sırada bir mikdar bendeleriyle Bursa dışında bir yere giderken yolları bir şehre uğrar ki pazarlarında rengi güzel rayihası pak duhanlar görmüşler. Bendelerinden biri bir tarik-i inbisat-ı mutayabe “Sultanım sizlerin haramdır deyu buyurdığmız da aya bu güzel ve matbu' u şirin duhanlar dahi dahil mi ola” dedikde “Sufı eya didik bu eyu duhanlar kavlimizden haricdir. Bunlara sözümüz yoktur şeklinde cevap buyurmuşlardır.[1]





Acaba buradan, tütün kokusu hafifletilmiş veya farklı kokular katılmış sigaraların içilmesinin, “ibadetlere mani ve ilham-ı Hûda'dan mü'mini mahrum etmediği düşüncesine ulaşılabilir mi? Bu anlamda Uftadezade İbrahim Efendi'nin de sigara içtiğini ancak satın alınan tütünün, ûd ve anber ile terbiye ve ta'biye olunduktan sonra içtiklerin haber veriliyor.[2]





“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun, Allah Teâlâ sizi bir araya toplar. Allah Teâlâ şüphesiz her şeye kadirdir.”   [3]





Nice mecruh eylediyse rûhunu emmâre nefs,
Sen de gürz-i zikrile dön başına eyle kısâs. 





Çok kere kötülüğü emreden nefsin rûhunu yaralasada, 
Sen de zikr tokmağı ile dön başına kısâs et. 





Tabiat zulmetinden kurtulmak için yedi makâm vardır.   Bunlar:





1) Tabiat, 2) Nefs, 3) Kalb, 4) Sır, 5) Hafi, 6) Ahfâ, 7) Nefsi Natıka dır. 





Tabiat: Tabiat sâhibi kimse şerîat bilmez,  haram bilmez,  helal bilmez,  zarar bilmez,  fayda nedir bilmez. İşte tabiat makâmında olanlar bunlardır.   Adetâ hayvan gibi,  hayvandan bile aşağıdır. Hayvan yine bir dereceye kadar zarar ve faydayı hisseder.   İşte bir insan,  zamanında gelen bir Nebî veyahut bir Resûle tâbi olduğu vakit tabiât makâmından nefs makâmına terakki eder,  yani yükselir. 





Nefs de yedidir:





1 -Nefs-i emmâre, 2 -Nefs-i levvâme, 3 -Nefs-i mutmainne, 4 -Nefs-i mülheme, 5 -Nefs-i râziyye, 6 -Nefs-i mardıyye 7 -Nefs-i sâfiyyedir.  





Eğer bir kimse nefsinin emriyle hareket eder ve nefsinin istediğini yaparsa,  o kimse nefs-i emmâre sâhibidir. Şayet nefsin istediğini,  yapıp da sonradan pişman olarak kendini paylarsa, o kimse nefs-i levvâme sâhibidir.   Nefs ile ruhun farkı şudur: Kişi Hakk’la olursa rûh,  Hakk’la olmazsa nefs denilir,  fark bu kadardır, denilmektedir.





Her ne vaktin gâlip olsa kes gıdâsın zâlimin,
Gece gündüz cünne-i tevhidi kıl sana menâs. 





Her ne vaktin gâlip olursa zâlim nefsin gıdâsını kes,
Gece gündüz tevhid örtüsünü sana sığınacak yer kıl. 





Riyâzat de iki kısımdır: Biri yemez,  içmez,  bu şerîatte yoktur. Bu riyâzeti kâfirler de yapar.  Keşişler dağlarda gıdalarını riyâzetle bir hurmaya kadar indirirler.   Esasen riyâzet perhiz yapmak demektir. Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem: “Dinde ruhbanlık (keşişlik,  papazlık) yoktur” buyurmuştur. Öyle arpa ekmeğiyle filan şeyle riyâzat olmaz. Asıl riyâzat,  yani şerîatteki riyâzat mü’minlerin orucudur.   Bu ise bir ay Ramazanda oruç tutmakla olur.





İnsan aşkının eseri üzerine borç olmayanı vacip kılar. Bu bir psikolojik durumdur. Bu belki Allah Teâlâ’nın kuluna acıdığından dolayı başarılı olanda fazla olmaz. Çünkü fıtratın mükellifiyetinin en güzel biçimde tayin tesbiti zatına mahsus olduğu bilinmektedir.





Sehl İbnu Ebî Ümâme (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Sehl ve babası beraberce Hz. Enes (radıyallahu anh)'in yanına girerler. Enes'i yolcu namazı kılıyormuşcasına çok hafif bir namaz kılıyor bulurlar. Selam verip namazdan çıkınca: “Allah Teâlâ sana mağfiret buyursun bu kıldığın namaz farz mı yoksa nafile miydi? dedik. “Farz namazdı. Bu (eksiksiz). Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin namaz tarzıdır. Bilerek hiç bir değişiklik de yapmadım” dedi ve ilave etti: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:





(Yıl orucu, her gece teheccüt, kadınları terk gibi kararlarla) kendinize zorluk çıkarmayın, zorluğa uğrarsınız. Zira (geçmişte) bir kavim (bir kısım zahmetli işlere azmederek) kendisini zora attı. Allah Teâlâ’da zorluklarını artırdı. Manastır ve kiliselerdekiler bunların bekâyasıdır. “Onlar, üzerlerine, bizim farz kılmadığımız, fakat güya Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmak için kendilerinin koydukları ruhbaniyete bile gereği gibi riâyet etmediler.”   [4]





Muhyiddin ibn Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz şu açıklamaları yapmaktadır: “Belirli bir emirle sınırlı olmayan mutlak korkuya gelince; bu, kulun ister ilâhî olarak meşru veya hükmen meşru bir hükmün hududuna uyamama korkusudur. Nitekim Allah Teâlâ “İcad ettikleri ruhbâniyet.”  [5] buyurmaktadır. Yani, onlar kendileri için, başlangıçta bizim vacip kılmadığımız bir ruhbaniyet icat ettiler demektir. Cenâb-ı Hakk, onlara ruhbaniyeti vacip kılmadığı halde, bunu kabul ederek, hakkına riayet edemeyenleri cezalandırmıştır. Âyetin devamındaki; “Bunu Allah Teâlâ rızası niyetiyle icad ettiler.”   ifadesi; iyi niyet ve kasıdları nedeniyle, hakkına riâyet edenleri övdüğünü göstermektedir. Bu âyette, takdim ve tehir vardır. Dolayısıyla, sanki “Allah rızası hariç, ona da hakkıyla riâyet edemediler” denilmektedir. Bu ruhbaniyetin bizim şerîatımızdaki bir benzeri; “Kim iyi bir çığır açarsa,” [6] hadisidir. Bu da, yeni bir şey icad etmenin aynısıdır. Nitekim Hz. Ömer radiyallâhü anh Ubeyy'i radiyallâhü anhı teravih namazı için görevlendirdiğinde; “Bu ne güzel bir bid'attır.”  demiştir.[7] Ve bunu bir bid'at olarak isimlendirmiştir. O günden bu güne sünnet, bu şekilde devam etmiştir. Fakat böyle bir icad, meşru olan amellere katıldığında, adak gibi, hakkını yerine getirmek vacip olur. Bu nedenle de mükellef korkmaya başlar ve içine bir korku düşer. Bu hal içerisinde hududa riayet ettiğinden, kendisine râhib denilir. Böyle bir şerîat'a da, ruhbâniyet denilir. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kitabında, râhibleri övmektedir.”   (Futûhât, 2, 533. Ayrıca bak: Futûhât, 2, 562.)[8]





Uzlet-i halk ihtiyâr et sen sana gel ey gönül,
Tâ bulasın uzletiyle Hakk katında ihtisâs. 





Ey gönül halktan uzleti ihtiyâr et sen sana gel,
Bu uzlet ile Hakk katında bulasın ihtisâs. 





Birinci beyitte geçen “Uzlet-i halk ihtiyâr et” den maksat seyr-i sülûk ile bir insan “Tevhid-i zât” makâmına vâsıl olanın nazarında halk varmı,  yoktur.  İşte o kimsenin halk nazarında olmayınca elbette uzlettedir.   (yani Hak iledir,  Hakk katındadır,  yoksa bir kenâra çekilip halktan ayrılmak demek değildir. 





Ey Niyâzî bu riyâzât yoluna kim gittiyse,





Buldular şol zevki kim buldu anı ancak havâs





Ey Niyâzî bu riyâzât yoluna kim gittiyse,





Bu zevki bulmak istersen, bunu ancak havâs ehli buldu.





Yine bir gün Sultan Veled nakletti ki: Babam daima:





“Ben beş yaşında iken nefsim öl­müştü’ derdi. Gençlik ve orta yaşlılık zamanında tam bir ciddiyetle riyazet eder, gece sabahlara kadar ibadetle meşgul olurdu ve riyazette çok mübalâğa ederdi.”   Ben kendisine:





“Siz bir gün bana böyle buyurmuştunuz. Bugün nasılsınız? Gece ve gündüz hiç durmuyor, hâlâ riyazete devam ediyorsunuz” dedim. Bunun üzerine Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz “Bahaeddin! Nefis, kuvvetli bir hilekârdır. Allah Teâlâ et­mesin birden bire onun yine dirilip akıl şücâeddin'ini (= din yiğidini) mağlup ve harabetmesinden korkuyorum” buyurdu.[9]





“Buldular şol zevki kim buldu anı ancak havâs” da geçen havas makâmları beştir:





1-Havâs ki,  Cem makâmıdır.





2-Havâs-ıl havâs ki Hazret-il cem makâmıdır.





3-Hülâset-i havâsıl havâs ki,  Cem-ül cem makâmıdır.





4-Nihâyet Hülâseti havâssıl-havâs ki,  Ahadiyyet makâmıdır.





5-En sonunda Velâyet makâmı ki,  bu aynı zamanda Sıddıkiyyet makâmı ve Kurbet (yaklaşma) makâmıdır. 










[1] Ahmed Gazzi dergâhına gelen kişilere sigara içmesine kesinlikle izin verilmezdi. Şayet misafir bir derviş sigara içmek isterse komşulardan birinin evine gitmek suretiyle bu işi halleder ve dönerken de dişlerini misvakla temizlerdi. Ayrıca dergâha pekmezin de getirilmesine müsaade edilmezdi. Kahve içmeye gelince, kendileri günde bir veya iki fincan kahve içtikleri için cemaata da müsaade ederlerdi. (TEKELİ, 1991), s. 46





[2] Kerim KARA, Vâkıât-ı Niyâzî-i Mısrî, Ankara, 1997, Yüksek Lisans Tezi, s.XXVII





[3] Bakara, 148





[4] Ebu Dâvud, Edeb 52, (4904)





[5] Hadid, 27





[6] Müslim, Zekât 69. İlim 15, 16; Tirmizî, İlim 15, (V, 43 no. 2675)





[7] Buhârî, Terâvîh (32), 1.





[8] (KURT, 1997), s. 564





[9] (Ahm95), s. 301


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar