Ümmi Sinan
161
6+5=11
Kanı bir mürşid-i kâmil isteyen
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinana[1]
Kalbüm marazından kurtulam diyen
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a
Gerçi her köşede şeyhim dir çoktur
Binde birinin (kim) irfanı yoktur
Mürşid-i kâmilim tarîki Hakk’dır
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a
Allah fillâh irşâd yoluna durmuş
Yolıla ehlinden usûlün almış
Sinesi nûr ile eyle(ce) dolmuş
Eriş Elmalı’da Ümmi Sinana
Âyetin hadîsin sırrın anlayan
Dâ’im tevhid ile gönlün eyleyen
Bîçâre Mısrînin sözün dinleyen
Eriş Elmalıda Ümmi Sinana
Kanı bir mürşid-i kâmil isteyen
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinana
Hani bir mürşid-i kâmil isteyen
Tarîkat ve hakîkatin rehberi olan Ümmî Sinan'ın asıl adı Yusuf tur. "Ümmî Sinan" veya "Sinan Ümmî" lakabıyla tanınmıştır.
Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Bazı ipuçlarından hareket ederek doğduğu seneyi tahminî olarak tesbit etmek mümkündür. Şöyle ki, XVII. yüzyıl mutasavvıf şairlerinden Niyâzî-i Mısrî, Ümmî Sinan tarafından yetiştirilmiştir. O, bazı eserlerinde mürşidinden de bahsetmiştir. Bunlardan birisi kendi el yazısıyla mevcut olan "Hâtırât"ı [3]diğeri de, "İrfan Sofraları" [4]adlı eseridir. Niyâzî-i Mısrî nin, şeyhinin vefatına düştüğü tarih şiirinden anlaşılacağı üzere, Ümmî Sinan 1067/1657 senesinde Hakk’a yürümüştür. Bu tarihte Niyâzî-i Mısrî kırk yaşında, üstadı ise doksan yaşın üzerindedir. Doğum tarihini bulmak için Hakk’a yürüyüş tarihi olan 1657'den en az doksan sene geri gitmemiz gerekmektedir. Bu da bize 1567 tarihini verir.
Ümmî Sinan, Halvetî erkânı büyüklerinden Eroğlu Nuri'ye mensuptur. Eroğlu, 1603 senesinde Hakk’a yürümüştür. Bu erkânda yetişen mürşidler posta geçtiklerinde en az kırk yaşında olmak zorundadırlar. Ümmî Sinan irşâd postuna oturduğunda 40 yaşından daha küçük olamayacağından dolayı, 1603 tarihinden 40 sene evveline gidildiğinde 1-563 tarihi karşımıza çıkar. Bu iki ipucuna dayanarak, Ümmî Sinan'ın 1563-1567 yılları arasında, büyük bir ihtimalle 1567 senesinde doğduğu söylenebilir.
Ümmî Sinan'ın ailesi hakkında bilgiler sınırlıdır. Ancak, onun oğullarından ikisi bilinmektedir. Süleyman Hakirî ve Selâmî Halil isimlerindeki her iki oğlu da, babalan tarafından eğitilmişlerdir. Süleyman Efendi şiirlerinde "Hakîrî" Selâmî Halil Efendi de, "Selâmî" mahlasıyla şiirler yazmıştır.
Elmalı'yı manevî şahsında temsil edecek kadar şöhret sahibi olan Ümmî Sinan, Mustafa Lutfî'nin;
Zahirde dırahşân u bâtında cevâhirdân
Elmalı deyip geçmez bir dil ki ola insân
beytinde belirttiği üzere, gerçekten de, devrinde geniş bir kitleyi tesiri altına almış, ilmi ve faziletiyle pek çok kişinin gönlünde taht kurmuştur. Bu büyük mutasavvıfın şöhretine oranla hayatı hakkında bildiklerimiz oldukça azdır.
Ümmî Sinan, Halveti erkânının büyüklerinden Eroğlu Nuri'ye mensuptur. Şeyhi Eroğlu Nuri 1603 tarihinde Hakk’a yürüyünce, onun yerine irşâd postuna geçmiştir. Bu arada sadece tasavvufî eğitimle meşgul olmayıp, bugüne kadar gelen ve kendi adıyla anılan medresede zahirî ilimlerle ilgili dersler de vermiştir.
Ümmî Sinan, 10. 04. 1657 tarihinde Elmalı'da Hakk’a yürümüştür. Bu tarihle ilgili belgeler mevcuttur. Bunlardan birincisi, Niyâzî-i Mısrî'ye ait tarih manzumesidir. Elmalı İlçe Halk Kütüphanesi'ndeki bir Mecmua içinde (Nu: 43/2, s. 400) bulunan şiir, "Velehu Mersiyye-i Târîh-i Şeyh Ümmî Sinan k.s." başlığıyla kayıtlıdır:
Uğradı can yine matem üstüne
Olmaya bir nâle nâlem üstüne
Cân u dil meksûf u mahsûf oldular
Kara gün doğdu bu hanem üstüne
Feyzimin suyu yerinden od çıkar
Yaraşır bana ki yanam üstüne
Yıkılıp meyhane hiç mey kalmadı
Bir eşik bulam mı yatam üstüne
Geldi şeyhimin Niyâzî târihi
San kıyamet kopdu âlem üstüne
Sene: 1067 (M. 1657)
Ümmî Sinan'ın Hakk’a yürüyüşü ile ilgili ikinci belge, yine aynı Mecmûa'da (s. 36) bulunmaktadır. Ümmî Sinan'ın oğlu Süleyman Efendi tarafından yazılan bu bilgiler şöyledir:
"Merhum ve magfûrunleh Ümmî Sinan Efendi ismuhu Yusuf Efendi. Dâr-ı dünyâdan dâr-ı âhirete intikâl etdiği sene seb'a sittîn ü elf. Medfûn fî Elmalı. Sene 1067.
Fîşehr-i Cemâziye'l-âhirin yigirmi besinci gecesi vâki olup dünyâdan âhirete intikâl edip salı günü dahve-i kübrâdan hâk-i siyaha tapşırıldı.
Nevverallahu merkadehu ve rahmetullahi ve kuddise sırrehu."
Süleyman Efendinin bu kaydından, Ümmî Sinan'ın Hakk’a yürüyüş tarihi 10 Nisan 1657, Salı olduğu anlaşılıyor.
Yine Hakk’a yürüyüş tarihi ilgili bir diğer belge Müstakimzâde Süleyman Sadettin'in "Mecelletü'n-Nisâb"ındaki kayıttır:
"Sinan Ümmî, eş-şeyh Yûsuf Sinâneddin el-Elmalı, şeyhü'l Mısrî Muhammed Niyâzî ve mürşiduhu Tuvuffiye kable'l-mie ba'del elfi ve huve gayru'ş-Şeyh Ümmî Sinan ve huve kadîmün minhu bi-mieti sene ev ezyed." [5]
Müstakim-zâde'nin bu kaydında, Hakk’a yürüyüş tarihini 1100/ M.1688 şeklinde tesbit etmesi doğru değildir.
Yusuf Ümmî Sinan el-Halvetî'nin doğum yeri, erkânı, Hakk’a yürüyüş tarihi ve kabri saadeti bilinmekte, ailesi ve öğrenim hayatı ile ilgili bilgiler yetersiz kalmaktadır.
Elmalı'daki kabri saadeti ve dergâhı, günümüze kadar bir ziyaret yeri olmuştur. Kendi adıyla anılan caminin duvarına bitişik olan eski 1926 da yıktırılmış, yeni türbe, camiye bitişik olarak 1959 da yapılmıştır.
ERKÂNI VE SİLSİLESİ
Ümmî Sinan, Halvetiyye erkânının Ahmediyye şubesine mensup bir sûfidir. Silsilesi Eroğlu Nuri ve Vâhib Ümmî vasıtasıyla Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme kadar gitmektedir. Bunu, yazdığı manzum silsilename anlatmaktadır. Ümmî Sinan, dîvânında, mürşidi Eroğlu'ndan şöyle söz eder:
Bu sırra erdiğim hâlim sorarsan
Baş kodum bir zaman yollar içinde
Ümmî Sinan eydür Eroğlu derler
İsmini şeyhimin iller içinde
*
Yâ İlâhî sen meded eyle ki bu Ümmî Sinan
Aldanıp düşmeye tâ kim bunda mekr ile âla
Piri hem azizidir Eroğlu hürmetine kıl nazar
Tâ varıp dergâhına ol zâtını âsân bula
Ümmî Sinan, Eroğlu'na mensup olmakla birlikte, -Niyâzî-i Mısrî'nin İrfan Sofralarını yazan öğrencisi Kârî-i Mısrî Mustafa Efendi'nin kaydettiği bir nottan öğrendiğimize göre- yedi ismi Eroğlu'ndan tamamladıktan sonra, hilafet makamını (esmâsını) Vâhib Ümmî'nin Denizlili halifesi Mazhar Sultan'dan almıştır Kâri-i Mısrî'nin verdiği bilgi şöyledir:
"Ümmî Sinan Elmalılı kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz hazretlerinin oğlu Murtaza Çelebi'den işittiğime göre Ümmî Sinan kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz yedi usûl-i esmayı önce Sultan Eroğlu kaddese’llâhü sırrahu’l-azizden almış, onun vefatından sonra da fürû'-ı esmâ-i İlâhiyyeyi de Abdülvehhâb Sultanın halifesi Mazhar Sultan'dan terakki eylemiştir. Müellif Hazretleri (Niyâzî-i Mısrî) ise, esmayı Şeyhi Ümmî Sinan Elmalılı kaddese’llâhü sırrahu’l-azizden almış. Onun vefatından sonra da, iki ismi Ümmî Sinan'ın halifesi Kütahyalı Müslihüddin Efendi'den terakki eylemiştir. ". (Niyâzî-i Mısrî,A.g.e.,s. 95).
Ümmî Sinan hilafet makamlarını tekmil ettiği Şeyh Ömer Mazharî (Vâhib Ümmî) ile ilgili biri medhiye diğeri mersiye iki şiir kaleme almıştır. Matlaları şöyledir:
Eyâ canlar içinde cân fedadır yoluna cân baş
Be-hakk-ı âyet-i Kur'ân fedadır yoluna cân baş
Gönüller derdine derman fedadır yoluna cân baş
Efendim Mazharî Sultân fedadır yoluna cân baş
*
Arzûlayıp geldim yine kapına
Efendim Mazharî Sultân kandasın
Yüz sürmek isteriz senin tapına
Efendim Mazharî Sultân kandasın
ESERLERİ
Edebiyat tarihimiz içinde, Ümmî Sinan mahlas ve lakabıyla şöhret bulan iki mutasavvıf şair vardır. Bu iki şair, birbiriyle karıştırıla gelmiştir. Bunlardan biride Ümmî Sinan'ın asıl adı İbrahim'dir. Halvetî okulunun Sinâniyye koluna mensuptur. Karaman veya Bursa'da doğmuş, 1568 tarihinde İstanbul'da Hakk’a yürümüştür. Bu mutasavvıfın, şiirlerini ihtiva eden bir mecmuası bulunmaktadır. Söz konusu şiirler, Yunus Emre tarzıyla yazılmıştır ve Yusuf Ümmî Sinan'ın şiirleriyle karışacak kadar benzerlik göstermektedir.
Yusuf Ümmî Sinan'ın iki eseri vardır:
Kutbü'l-Maânî: İnsanî hakikatin tenezzül ve tekâmülünü, yani devir konusunu anlatan tasavvufi mensur bir eserdir. Müellif hattı Elmalı'da mevcut iken kaybolmuştur. Bilinen tek nüshası İzmir Millî Kütüphanesi'ndedir (bkz. Nu: 2011; vr. 63b-74a). Yazmada, Sinan Ümmî'nin mürşidi Eroğlu'nun da tasavvufi bir risalesi mevcuttur. Son varakta, Sinan b. İbrahim kaydı vardır.
Eser, salât u selâmdan sonra "Amma ba'd: Şöyle ma'lûm ola ki, bu risale insanın âlem-i ervâhdan âlem-i suflîye ne tarîkle nüzul edip ve ne tarîkle urûc edeceğin beyân eder." şeklinde devam etmektedir.
Ümmî Sinan'a göre Allah Teâlâ önce Muhammedî nuru yaratmış, ona usûl-i esmayı telkin etmiştir. Bu tevhidin ve esmanın nuruyla da bütün âlemleri yaratmış(yaratmakta)dır. Müellif, eserinde insanî hakikatin, nüzulünü ve urûcunu yani iniş ve yükseliş mertebelerini bir bütün olarak semâ kavramıyla açıklamaktadır.
Eserde nüzul sırası şöyle verilmiştir:
1-Hakîkat-i Muhammediyye,
2-Hakâyık-ı İnsân,
3-Âlem-i Lâhût,
4-Âlem-i Ceberut,
5-Âlem-i Melekût,
6-Arş,
7-Kürsî,
8-Yedi Gök,
9-Heyûla.
10-Tabâyi'-hâne ve meni.
11-Ana rahmi,
12-Cenin ve Çocuk.
Semâ kelimesini "devr" anlamında kullanan Ümmî Sinan, bu kavramı üç bölüme ayırmakta, her bölümü ayrıca kendi içinde üçer kısımda değerlendirmektedir. Semâ ın tamamı böylece dokuz bölüm olmaktadır:
1-Semâ-i ulâ:
Bu semâ insanın âlem-i ervahtaki semâ ıdır.
a-Hakîkat-i Muhammediyye'nin semâı,
b-Hakâyık-ı insânın (ayân-ı sabitelerin) semâı,
c-Hakâyık-ı insânın melekût alemindeki semâı.
2-Semâ-i vustâ:
Bu semâ, insanın mülk alemindeki semâı dır.
a-Nefsânî ve Şeytanî semâ,
b-Cismânî ve nûrânî semâ,
c-Müridlere has, ruhanî ve insanî sırrın rücuuyla ilgili semâ.
3-Semâ-i uhrâ:
Bu semâ, insanın âhiret alemindeki semâı dır.
a-Nefsî insanın âhiretteki cezaya dayalı semâı,
b-Talip ve ariflerin âhiretteki mükafata dayalı semâı,
c-İnsanî sırlarına (ayân-ı sabiteye) dönen Hakk dostlarının "Hazîre-i kuds"te (Allah Teâlâ'nın dostlarının ruhlarının toplanacakları mahalde) zât tecellîsiyle yapacakları semâ.
2. Dîvân-ı İlahiyat: Ümmî Sinan'ın ilâhîleri mürettep bir dîvânda toplanmış ve Yalvaçlı Şeyh Süleyman Efendi tarafından eski harflerle bastırılmıştır. Kütüphanelerimizde 10'a yakın yazma nüshası bulunmaktadır.
Yusuf Ümmî Sinan'ın edebiyat tarihimiz içinde adını duyuran eseri, şüphesiz Dîvân-ı İlâhiyat'ıdır. Divândaki şiirler, elif-be ile tertip edilmiştir. Bu eserde, iki yüz kadar ilâhî ve nutuk mevcuttur. İçinde az da olsa, tasavvufi muhtevalı tevhîd, münâcât, iştişfâ, na't, devriyye, hayvânnâme türlerinde şiir bulunmaktadır;
Ümmî Sinan, şiirlerinin büyük bir bölümünü aruz vezniyle çok azını heceyle yazmıştır. Bu şiirlerde O, Ümmî Sinan veya Sinan Ümmî mahlasını kullanmaktadır. Mutasavvıf, tıpkı kendisini yetiştiren Eroğlu ve Vâhib Ümmî gibi, Yunus Emre üslubuyla kaleme aldığı ilâhîlerde genel olarak Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem sevgisini, hakîkî aşkı, nefis terbiyesini, ilâhî mertebeleri ve insan-ı kâmilin özelliklerini dile getirmektedir. Diğer vahdet-i vücûd mensuplarında görüldüğü gibi Ümmî Sinan'da da, derin bir Allah Teâlâ, varlık ve insan şuuru vardır. O, bu anlayışını âşıkane bir üslupla aktarmaktadır. Şiirler, sade sayılabilecek bir Türkçe ile kaleme alınmakla birlikte, basit değildir. Mahallî motifler ve tasavvufî ıstılahlar, ilâhîlerdeki sadeliği derinlik ve edebîlik kazandırmaktadır.
Ümmî Sinan, şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla -aynı zamanda-nükte ve mizahtan hoşlanan bir halk adamıdır. Şiirlerindeki mizahî unsurlar, halk deyimleri, tevriyeli ve cinaslı ifadeler Onun, insanlardaki olumsuz yönleri ve toplumsal zaafları ortaya koyarken müracaat ettiği ifadeler, güçlü bir üslupçu olduğunu göstermektedir. Mesela, tasavvufî ve derin incelikler taşıdığına inandığımız aşağıdaki şathiyye, gerçekleri mizah yoluyla dile getirmektedir. Bu şiir aynı zamanda Yunus Emre'nin "Çıkdım erik dalına" mısraıyla başlayan meşhur şathiyesinin naziresi niteliğindedir:
Leylek binâ yapmağa, cem eylemiş camın
Kurna düzer kabaktan, hammâmcılık zamîri
Kartal kadılık almış, saksağan muhzır olmuş
Kurbağa yeşil giymiş, eydür benem emîri
Kuzgun karpuz eylemiş, bir ardıcın başına
Çıkmış bir su boğası uğurlayıp kemiri
Derdik kavak yaprağın, kaftan edip giymeğe
Un yoğurdun samradan, etmek edip satmağa
Key sakın, ekşitirsin, gafil olma hamın
Kuyumcusun kalpazan usta-gersin iş bozan
Altun gümüş satarsın, bakır ile demiri
Ümmî Sinan bu sözün, manâsını anlayan
İbrahim'in putunu bulsa, yıkar yemiri [6]
Tasavvuf edebiyatımızın güçlü temsilcilerinden olan şairimizin tesiri özellikle Elmalı ve çevresinde, Afyon, Denizli, Uşak ve Kütahya gibi şehirlerde yoğunluk kazanmaktadır. Ümmî Sinan'ın şöhreti daha sonra öğrencisi Niyâzî-i Mısrî'nin va'z ve sohbetlerinin etkisiyle saray çevresine kadar ulaşmıştır. Ümmî Sinan, devlet ricalinin isteği üzerine, oğullarından birini Mısrî'yle beraber bir defa İstanbul'a göndermiştir.
Saray çevresine kadar uzanan bu tesirin dışında meclislerde okunan bestelenmiş ilâhîleriyle, olağanüstü halleriyle, ahlâk ve faziletiyle, yetiştirdiği sanatkâr sûfi şairleriyle O, edebiyat tarihimizin dikkate değer şahsiyetlerinden birisidir.
Ümmî Sinan'ın önemli bir özelliği de, müderris olmasıdır. O, gündüzleri kendi adıyla anılan medresede dersler vermiş; geceleri de kendi evinde tasavvufî sohbetleriyle sûfileri eğitmiştir.
Ümmî Sinan'ın bütün bu özelliklerinin yanında, anılması gereken bir başka özelliği daha vardır. O da, çağında, toplumdan, toplumun dertlerinden kendini sorumlu tutması ve sorumluluk şuuruyla hareket etmesidir. Ümmî Sinan, bütün kâmil mutasavvıflarda görüldüğü üzere, hayatın içinde yaşayan ve topluma önemli tesirler bırakan sûfîlerden birisidir. O, gerek yaşayışıyla ve gerekse şiirleriyle tasavvufî dünya görüşünü ortaya koyarken, aynı zamanda çağını eleştirmekten de geri kalmamıştır. Şu şiir, onun Divân'ı içinde bu tür eleştirilerinin en dikkati çekenlerinden birisidir:
Ey gönül bak kâinata gör cihanın hâlini
Ahir olmuşdur zamanın va'desi gözle bunu.
Zira çok dürlü alâmet zahir oldu bir birin
Maşrık u mağrib arası geydi cehlin zulmünü
Fakirin hâlin sorarsan pür-şikâyet Tanrı'dan
Hırs u nefsin iğvâsıyla şeytân almış sabrını
Hubb-ı dünyâ balçığıyla yapdı hayrın kapısın
Kaplamışdır hırs u gaflet ağniyânın gönlini
Âlimin ilmin sorarsan şöyledir bahsi müdâm
Ebced öğrense bir oğlan satmak ister ilmini
Hırs-ı dünyânın elinden bak müridin çengine
Açmak isterler meşâyıh perdesinden sırrını
Pirlerin gönlünde yokdur hergiz ölüm korkusu
Sanki şol hubb-ı zamandır gözler isen kavlini
Ne hatunlarda hayâ var ne kız-oğlanda edeb
Ne yiğitlerde kemâlât var göreler fi'lini
Mescidin kapılarına yapdı evler ankebût
Çün cemâat yok imâmın te'sîr eylemez ünü
Pâdişâhlar dürdü adlin defterin yakdı oda
Saçdılar beğler hâkimler halka zulmün odunu
Zulm ü gafletden cihan uş tutuşup par par yanar
Gussasından kimse bilmez kimsenin ahvâlini
Zulm ü gafletden cihan uş tutuşup par par yanar
Gussasından kimse bilmez kimsenin ahvâlini
Arif olan bildi iblis çerisinin çengini
Her kişinin üstüne kıldı havale cehlini
Fâil-i mutlakdır ol Hak kün fe kân emrindedir
Her ne isterse kılar ol kimse yıkmaz hükmünü
Lutf anındır kahr anındır derd anın derman anın
Lutf içün kıldı havale kullarına kahrını
Ey Sinan Ümmî nazar kıl olma tevhîdden cüda
Pâdişâhlar pâdişâhı pek bilir ef âlini
ÖĞRENCİLERİ
Ümmî Sinan, kendinden sonra, tasavvufî eğitime yetkili önemli sûfiler yetiştirmiştir.
Bunlardan biri Kütahyalı Gülaboğlu Askerî (hyt. 1693, Afyon)'dir. Tasavvufî bir dîvânı, bir mesnevîsi ve Sülûku's Sâlikîn fi Beyânı Esrâri'l-Ârifîn adlı mensur bir eseri vardır.
Ümmî Sinan'ın bir başka öğrencisi, Mehmed Efendi'dir. Mehmed Efendi Uşaklıdır. Ümmî Sinan, 1647 senesinde Uşak'ta onu ziyaret etmiştir. Niyâzî-i Mısrî'nin Ümmî Sinan'a, bu ziyaret sırasında biat ettiğini biliyoruz. Niyâzî, 1078/1682 senesinde vefat eden Mehmed Efendi için bir tarih düşürmüştür:
Hüsn-i hâtemine Niyâzî dedi târihin anın
Allah Allah dedi vü kıldı bekaya irtihâl
Ümmî Sinan'ın bir başka öğrencisi Muslihüddin Mustafa Uşşâkî'dir. Hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur. Elmalı'daki 43 numaralı Mecmûa'nın 218-307 sayfaları arasında mürettep bir dîvânı bulunmaktadır. Bu dîvândaki şecereden öğrendiğimiz kadarıyla Muslihüddin Mustafa'nın soyu Hz. Ebubekir radiyallâhü anha dayanmaktadır. Şiirlerinde "Şeyhî" mahlasını kullanmıştır.
Ümmî Sinan'ın öğrencilerinden Ahmed Efendi de, Matlaî mahlasıyla aruz ve heceyle ilâhîler yazan bir şairdir. Elmalı'daki 43 numaralı Mecmua'da elli bir şiiri bulunmaktadır.
Müftî Dervîş veya Müftî Şeyh olarak bilinen Çavdaroğlu Ahmed Efendi de, Ümmî Sinan'ın yetiştirdiği sofilerdendir. Meşhur mutasavvıf şair Gaybî Sun'ullah babasıdır. Gaybî, Mes'ele-i Sülük adlı risalenin dibacesinde babası hakkında şunları söyler:
"Mezkûr Sun'ullah Efendi Müftî Derviş denmekle maruf eş-Şeyh Ahmed Efendi ibn eş-Şeyh Beşir Efendinin oğludur. Mezbûr Şeyh Ahmed Efendi Medine-i Kütahya'ya on sekiz yıl müftî olup ba'dehu müftiliği terk edip Elmalılı Ümmî Sinan Efendi Hazretlerinden bey'at eyleyip teslim-i küllî olmuşdur Âhirü'l-emr irşâd olup tarîk-i halvetiyyede kâmil mürşid oldu. Amma evvel müftî iken gayet münkirinden idi. inkârdan geçip ikrara geldiği kıssa-i dırâzdır. Bu mahalde zikr olması mümkin değildir. Fe-fehm." (Bkz. AÜ„ İlahiyat Fak. Ktp. Yz. Nu: 1468).
Müftî Dervîş'in içinde aruz ve heceyle yazdığı içinde 172 şiir bulunan dîvân-ı ilahiyatı vardır.[7] Şiirlerinde Müftî, Müftî Dervîş ve az da olsa Çavdaroğlu, Çavdaroğlu Ahmed mahlaslarını kullanmıştır. Çavdaroğlu, dîvânından öğrendiğimize göre, Fusûs, Fütuhat, İhya, Nefehât gibi eserleri okumuştur. Esasen Elmalılı Halvetîlerin tamamı bu eserlerden haberdârdır. Müftî Derviş'in Mezarı Kütahya Kabristanı (Mûsalla)'nda bulunmaktadır. Manevî silsilesini anlattığı şiirinde mürşidi Ümmî Sinan'dan şu şekilde söz eder:
Hepisinin feyzi gelsin isteyen şeyhinde bulsun
Ümmî Sinan himmet kılsın bizi onlardan ayırma
Ümmî Sinan'ın en şöhretli öğrencisi Niyâzî-i Mısrî'dir. Niyazi'nin Mısır'da tahsilde bulunduğu ve Bursa'da ikamet ettiği günlerde gördüğü rüyalarla hayatı değişmiş, nihayet bir vesile ile Elmalılı Ümmî Sinan'a Uşak'ta intisap etmiştir.
Mısrî, Ümmî Sinan'ın yetiştirdiği içinde kendisinin de bulunduğu beş kişiyi, "beş er" diye niteler:
Mısrî, bir şiirinde, bütün bilgi ve kabiliyetinin üstadından kaynaklandığını, elde ettiği her türlü bilgi ve sırrın kendisine onun tarafından verildiğini anlatır. O, "Eylesin Allah çok tahiyyâtı" matla mısraıyla başlayan şiirini başından geçen şöyle bir olay vesilesiyle söylemiştir.
Mısrî, sülûkunu tamamlamak üzere olduğu günlerden birinde, bir cuma günü mürşidinin isteği üzerine halka nasihat etmek üzere kürsüye çıkar. Va'za başlayacağı sırada dili tutulur ve konuşamaz. Bu halin Ümmî Sinan'dan kaynaklandığını anlar ve tevazuyla yüzüne bakar. Bu esnada dili çözülür ve konuşmaya başlar. Bunun üzerine va'z sırasında doğaçlama olarak şu şiiri söyler:
Eylesin Allah çok tahiyyâtı
Ana kim verdi ilm-i gâyâtı
Gizli sultândır sırr-ı Sübhân'dır
Mürşid-i candır hep makâlâtı
Kutb-ı halayık bahr-ı hakâyık
Ferd-i câmi'dir hep makâmâtı
Ey nice canlar yarını bekler
Bulmadık derler bunda lezzâtı
Biz beş er idik çıkdık bir demde yola girdik
Kırk yılda pîre erdik bu sohbete erince
Niyâzî-i Mısrî, gerek İrfan Sofraları'nda, gerekse ilâhîlerinde Ümmî Sinan'a mensubiyetinden çeşitli vesilelerle bahseder. Ümmî Sinan'a biati vesilesiyle şu gazelini kaleme almıştır:
Aşkın meyine ben kana geldim
Şevkin oduna hoş yana geldim
Şem'-i tevhîdi gördüm yakılmış
Gitdi karârım pervane geldim
Halka-i zikri kurmuş âşıklar
Ben de sahnında cevlâna geldim
Mecnûn'um bugün Leylî derdinden
N'eylerim aklı dîvâne geldim
Derdi cananın açdı yareler
Bağrım üstünde dermana geldim
Ümmî Sinan'ın hâk-i pâyine
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim
Yaremi bildim yârimden imiş
Bunda Niyâzî Lokmân'a geldim
Bir ara şeyhinin oğullarından biriyle İstanbul'a giden Mısrî, geri döndüğünde Elmalı göründüğünde bu beldenin maddî çehresiyle Yusuf Ümmî Sinan'ın manevî şahsiyetini özdeşleştirerek irticalen şu beyitleri söylemiştir:
Dost illerinin menzili key âlî göründü
Derd-i dile derman olan Elmalı göründü
Ten Ya’kûb’unun gözleri açılsa aceb mi?
Can Yûsuf unun gül yüzünün hâli göründü
Bu şiirini Hâtırat'ına da kaydeden Niyâzî-i Mısrî, "Azizim Ümmî Sinan Hazretlerini ziyarete giderken Elmalı göründükde tulü etmiş idi bu şiir" [8]diye bir açıklamada bulunur.
Niyâzî-i Mısrî, Ümmî Sinan'a 1647 senesinde intisap etmiş, dokuz sene süren eğitimden sonra 1656 senesinde irşada mezun olmuştur.
Arayıp bulan kulluğun kılan
Telkînin alan buldu hâlâtı
Şehri Elmalı canda bulmalı
Ümmî Sinan'dır şöhret-i zâtı
Şeyhini Hak bil ey Niyâzî kim
Pîr yüzündendir Hak hidâyâtı
Niyâzî-i Mısrî, Hâtırât'ında da zaman zaman Ümmî Sinan'dan söz eder. Bu anekdotlardan birisi şöyledir:
"Bizim azizimiz kendi şeyhi (Denizlili Mazhar Efendi)'nin oğlu Zuhuri Efendi derler idi. Elmalı'ya geliyor haberin işidince karşı çıkmışlar, uzaktan birbirlerini görünce atlarından inmişler yüz üstüne düşmüşler. Sürüne sürüne kavuşup iki tarafdan olan dervişler bir garrâ koparmışlar. Gûyâ kıyametden bir gün olmuş..." [9]
Bu satırlardan Ümmî Sinan'ın son derece mütevazı bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.
Niyâzî-i Mısrî, Şeyh’ul-Ekber'e benzeyen fikirleriyle, yazmış olduğu otuzdan fazla tasavvufî eseri ve bilhassa Yûnus Emre üslubuyla kaleme aldığı dîvânıyla insanlar üzerinde büyük tesirler bırakan mektep bir mutasavvıftır.
Ümmî Sinan'ın yetiştirdiği öğrencilerinden birisi de Şair Askerî'dir. Askerî, aslen Kütahyalıdır. Ancak irşâd göreviyle Afyon'a gönderilmiş ve burada yaşamıştır. Askerî'nin Divanında da, Ümmî Sinan ile ilgili bazı şiirler bulunmaktadır.
Kütahya yakınlarındaki Aslan'da oturan Subhî mahlaslı bir sûfi şair de, Ümmî Sinan tarafından yetiştirilmiştir.[10]
Kalbüm marazından kurtulam diyen
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a
Kalbim hastalığından kurtulsam diyen
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a
Gerçi her köşede şeyhim dir çoktur
Binde birinin (kim) irfanı yoktur
Gerçi her köşede şeyhim diyen çoktur
Binde birinin (kim) irfanı yoktur.
Mürşid-i kâmilim tarîki Hakk’dır
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a
Mürşid-i kâmilim tarîki Hakk’dır
Yetiş Elmalı’da Ümmi Sinan’a
Allah fillâh irşâd yoluna durmuş
Yolıla ehlinden usûlün almış
Allah fillâh irşâd yoluna durmuş
Yoluyla ehlinden usûlün almış
Sinesi nûr ile eyle(ce) dolmuş
Eriş Elmalı’da Ümmi Sinana
Sinesi nûr ile öyle(ce) dolmuş
Ulaş Elmalı’da Ümmi Sinana
Âyetin hadîsin sırrın anlayan
Dâ’im tevhid ile gönlün eyleyen
Âyetin hadîsin sırrın anlayan
Dâima tevhid ile gönlünü işleyen
Ayetlerin sırrını anlamak için tevhidin ışığına ihtiyaç vardır. Mesela:
“Onlardan, karı ile kocanın arasını ayıran şeyleri öğreniyorlardı”[11] buyurulmuştur. Zahir ehli, tefsir ederken, erkekle kadının arasını ayırırlar demişlerdir. Hakikat ehlince canla bedenin arasını ayırırlar demektir. Çünkü canın, Önüne ön olmayan ebedî çifti, gerçeklik durağıdır. Onun çifti, onu çiftlikten ayırıp birliğe ulaştıran, dertten kurtarıp tek edendir.
Bütün âlemde çifti olmayan o tek, Kuluyla uyuştu da tek mi- çift mi oyunu oynamaya koyuldu. Derken bana, tek mi istersin, çift mi dedi;
Seninle çift olmak isterim dedim, fakat bu âlemden tek olmak.
Her şey, bir başka şeyle dost oldu mu, iki olur. Fakat bu gerçek, şaşılacak bir gerçektir ki sen, onunla beraber oldun mu bir olursun; onsuz kaldın mı, iki-iki olursun; üç-üç olursun, dört-dört olursun. Bunun benzeri canla bedendir. Can, bedende oldukça, bütün birbirine aykırı olan parça buçuklar bir soluk haline gelirler, birleşirler, fakat can, bedenden ayrıldı mı, bu bir şey yüzbin şey olur. Göz bir yana gider; kulak bir yanı tutar; kemik bir yanı çeker; eti de, her dalayan, yiyen hayvan kaplar, didiklemeye koyulur. Neden Dağıldı bu parça-buçuklar; tek değil miydi, bir değil miydi? Toprak oldu mu da bir parçasını testi yaparlar o toprağın; bir parçasından testi düzerler; bir kısmından küp yaparlar. Her biri, kendi başına bir şey olur; birbirine yabancı kesilir-giderler. Biz birdik derler, neden yabancı olduk? Canın sohbetiyle birleşmiştik, bir olmuştuk. [12]
Bîçâre Mısrînin sözün dinleyen
Eriş Elmalıda Ümmi Sinana
Bîçâre Mısrînin sözün dinleyen
Kavuş Elmalıda Ümmi Sinana
[1] Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânı’nın Tenkitli Metni, Ankara, 1998, s.182
[2] (TATÇI, 2007), s. 93-132, kısaltılarak alınmıştır.
[3] bkz. Kelîmat-ı Kudsiyye, Bursa İl Halk Ktp. Orhan Gazi Bl. Nu: 690)
[4] (ATEŞ, 1971)
[5] Bu ibarenin çevirisi şöyledir: Şeyh Yûsuf Sinânüddin Elmalı, Mısrî Muhammed Niyazi'nin şeyhi ve mürşidi 1100/M.1688 yılında vefat etti. Bu Şeyh Ümmî Sinan'dan ayrıdır. Ümmî Sinan, bundan yüz yıl ya da daha çok eskidir.) (Müstakîmzâde, Mecelletü'n-Nisâb, Vr. 260a).
[6] (Şiirin yorumu için bkz. Ahmet Ögke, Vâhib-i Ümmî'den Niyâzî-i Mısrî'ye Türk Tasavvuf Düşüncesinde Metaforik Anlatım, Van 2005.).
[7] (Bkz. M. Tatcı, C. Kurnaz, Çavdaroğlu Müfti Derviş, Ankara 1999)
[8] (Kelimât-ı Kudsiyye, vr. 90b)
[9] (bkz. Kelîmat-ı Kudsiyye, vr. 40a).
[10] (TATÇI, 2007), s. 93-132, kısaltılarak alınmıştır.
[11] “Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kâfir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kâfir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi “Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkâr etmek” demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Hâlbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın ahiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!” (Bakara, 102)
[12] (MEVLANA, et al., 1965), I. Meclis
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar