Abélard ve Héloise Mektupları
Filozof ve
şair Pierre Abélard ile öğrencisi Héloise arasındaki dramatik aşk öyküsü,
Fransa tarihinin en iç burkucu sayfalarından biridir. Gizlice evlenen çiftin
bir çocukları olunca, gayrı meşru sayılan bu olay nedeniyle, Héloise'in dayısı,
Abélard'ı zor kullanarak hadım ettirir; bu olaydan sonra iki sevgili birer
küçük manastıra sığınır. Manastırdayken birbirlerine yazdıkları mektuplar, 12.
yüzyıldan bu yana, birçok sanatçıya esin kaynağı olmuştur. Çiftin mektupları ve
yaşam öykülerinden hazırlanmış olan oyun, bu olağanüstü öyküyü en duyarlı
yansıtan bir çalışma kabul edilmektedir.
Héloise'den
Abélard'a
Elin... Elin değmiş bu mektuba.
Teşekkür ederim; bana yazmamışsın ama...
Elbette tanıdım yazını; değişmemiş hiç.
Değişen bir şey olmadı zaten, acı bile aynı
acı.
Bana gönderilmemiş ama, mektubu ben okudum.
Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim.
Suskun geçen bunca yıldan sonra, hesap verecek
değildim. Şimdi de vermeyeceğim.
Elin değmiş bu mektuba!
Aşık olduğum elin. O aşka susamışım.
Hakkım var o elin yazdığı mektubu açmaya.
Merakım cezasını buldu işte.
Nerden'bilirdim her satırda adımı okuyacağımı?
Uzun bahtsızlığımızın kısa hikayesini
yazdığını nasıl tahmin ederdim?
Düşünüyordum, hatta korkuyordum,
uzun süren suskunluğun ya benden çalınmış
huzursa,
ya beni unutacak kadar güçlenmişsen...
Oysa ancak anılara teslim olmayacak kadardı
benim gücüm
On yıldır dökemediğim gözyaşlarımdır delilim.
Nasıl bilebilirdim,
senin de hala acı çektiğini, tıpkı benim gibi?
Erkeksin sen, akıllı, nitelikli.
Tüm Hıristiyanlık bir leşse, dolduramaz
yerini.
Kendimi avutuyordum: O bir erkek diyordum.
Senden beklememeliydim, bendeki duygusallığı.
Biliyor musun, başım göğe ererdi sana
bakarken.
Sanki bende olmayan her şey sende vardı.
Sanıyordum ki, tüm acıları geride bırakacak
kadar güçlüsün.
Yanılmışım... Zayıflıktan değil acıların.
Öylesine güçlüsün ki, göz göze yaşıyorsun
acılarla. Sakınmıyorsun, gözlerini kaçırmıyorsun onlardan.
Istırabın duruyor önümde satır satır, hem de el
yazınla.
-Ah, Abélard! Dokunuşlarını bana taşıyan o
kâğıdı, o mürekkebi nasıl seviyorum... - O kör yıllar boyunca sakladığım acı
çıkıyor yüreğimden, karşıma dikiliyor; bakıyorum:
Aynı yaşlardayız onunla, boyumuzbosumuz aynı.
Tepeden tırnağa ben'im bu acı.
Artık saklayamıyorsam onu kendimden, nasıl
saklarım, bir zamanlar bütün varlığımla teslim olduğum senden?
-Bir zamanlar... nasıl iç burkuyor bu
sözler... - Bir zamanlar, gövdesini gövdeme kattığım birine, rol mü yapayım,
ketum mu davranayım?
Gecenin doruklarında dört nala koşturmuştuk
bedenlerimizi, daha da doruklara çıkmıştık doğan güneşlerle.
Biliyorum,
böyle yazmasa gerek benim gibi bir rahibe. Özür
diliyorum, ama yazan rahibe değil.
Örtüldük tepeden tırnağa, ama kadınız biz.
Bu örtünün altındaki de Héloise; her dişiden
daha fazla dişi.
Ve aşk... Ona bir Abélard öğretisi.
Yalnızca kendime acımıyorum; tüm varlığım
acıdan kıvransa da, merhametim biraz da sana.
Hiçbir şey unutturamaz bana yazıların yüzünden
çektiklerini.
Nasıl da zalim bu anılar...
Unutamıyorum dehanın nasıl ödüllendirildiğini?
Hasetle ve kötülükle!
Unutamıyorum çalışmalarının lanetlenişini,
yakılarakalevler içinde...
Mısralarının
kafasız kafalarca nasıl aşağılandığını, nasıl da kâfir denildiğini sana...
unutabilir miyim? Sonunda fırlatıp attılar seni dünyanın
dışına.
Küçücük bir manastır kurdun kadınlara, adını
"Sığınak" koydun
Ne iğrenç lekeler sürdüler amacına...
Huzur ararken kendin de manastıra kapanınca,
nasıl attılar seni aralarından, kardeş deyip bağrına
Atarlar elbette!
Sıradan olduklarını hatırlıyorlardı, seni her
gördüklerinde. Mektubun bütün bunları bir daha yaşattı bana.
Okurken gözyaşları döktüm senin için.
Ah, keşke-hiç yazmasaydın...
Nicedir içimde topladığım bir damlacık güç
kayboldu işte Her yazdığını bizi tüketen ağıraksak ölümü yaşayarakokudum.
Sevdalılar gözleriyle tadarlar ıstırapları.
Ben de gözlerimle kavramıştım acını.
Dayım yok ettirdikten sonra erkekliğini, hani,
çekip gittin ya...
Peşine taktım gözlerimi.
Beni burada bıraktığında da öyle.
Şimdi aynı gözlerle satır satır acını
okuyorum.
O gözlerin yaş dökmesi garip mi?
Yanılma, merhamet değil istediğim.
Belki
yazarsın bana diye yazıyorum yalnızca.
Zulmetme bana, reddetme beni.
Senden
başka kimselerin veremeyeceği dermanı yolla:
Bir
mektup... Bu kez senden bana.
Bırak, sana
ait her şeye, sadakatle üzüleyim. Bahtsızlık da olsa, her şeyi bileyim.
İç
çekişlerim karışırsa seninkilere.
Belki ikimizin de acısını hafifleyecektir. Ne
dersin?
İçimden hiç gelmiyor ama, sen istersen,
mektubumu şöyle de bitirebilirim:
Sonsuza kadar, elveda...
Abélard'dan
Héloise'e
Keşke hiç yazmasaydın.
Keşke ölüp gitseydi aşkın.
Ölüp gitseydi de zaman alıp götürseydi
benimkini de birlikte.
Biricik umudumuz bu.
Ne beyhude,
ne nafile arar dururlar aşkı, erkeklerle kadınlar.
Sanırlar ki, huzura kavuşacaklar, mutlu
olacaklar bulduklarında, ya da haz duyacaklar. Oysa biz bulmuştuk onu,
yakaladık; ama nasıl da farklıyız.
Sen de
biliyorsun, ben de: Böyle bir aşk kaynağıdır acılarımızın.
Böylesine yaşanmazsa aşk, aşk değildir.
Öykünmedir,
özentidir.
Yapay bir güldür ancak.
Öylece yaşayıp gider çoğu.
Belki yaşayabilmelerinin tek yolu bu...
Zira bizim aşk diye bildiğimiz aşk, çekilmesi
çok zor bir acı. Peki, amacı ne?
Bazen düşünüyorum da, aşk varlığımızın doğum
sancısı değil mi?
Ağına düşürdüğü biz sefil yaratıklar,
ya acılar içinde tükeneceğiz,
ya da insana olan aşkımızı Tanrı'ya
yönelteceğiz.
Az kişiye nasip olmuş bir yeniden doğuş bu.
Böyle doğmak isterdim, çünkü aşkım ölümüm oldu
benim.
Şairlik taslamıyorum.
Gerçek bu: Sen olmayan her şey için ölüyüm
ben.
Halini anlat diyorsun.
İşte anlattım.
Aslında biliyorum neyi merak ettiğini.
Nerede yaşıyorum?
Çalışıyor muyum?
Yazıyor muyum?
Artık Aziz Gildas Manastırının başrahibi
diyorlar bana. Biliyorsun, manastır yalçın kayalıklarda.
Hücremden dalgalar görünüyor, bakarsam.
Bakıyorum, ama görmüyorum.
Boğalar gibi saldırıyor azgın dalgalar,
serpintileri kadirşinas kumsala vuruyor.
Güneş doğudan yükseliyor umutsuzca ve boynu
bükük, çekip gidiyor batıdan.
Bulamıyorum... Güzellik canımı sıkıyor.
Doğa avutmayı beceremiyor.
Okurken
seni düşünüyorum.
Yalnızken sana dalıyor düşüncelerim.
Dualarda bile aklım sende kalıyor.
İşte halim böyle. Öyle abes ki, saklıyorum
herkesten.
Sen açığa çıkardın işte.
Sebebi sen olduğuna göre, başka kime
dökecektim içimi?
Düşmanımsın; kaçıyorum senden.
And içtim,
unutacağım seni.
Bu aşkın sonunu getiremeyeceğiz, anladım.
Bu denli değerli bir şey solup gideceğine
ellerimde, en iyisi kestirip atmak dedim kendi kendime. Birbirimize
veremediğimiz teselliyi, felsefede, dinde arıyorum şimdi.
Sana duyarlı olan yüreğimi yatıştırmaktı
niyetim.
Ama beceremedim.
Tam tersi
oldu: ayrılık, boşluk ve sofuluk, tutkuya daha da yaklaştırdı beni.
Her gün seni unutacağım diye yeminler
ediyorum, sonra seni düşünürken kendime yakalanıyorum. Zaaflarıma kızıp
köpürüyorum, sonra iyi ki zayıfım diye şükürler ediyorum.
Aşkımın mayalandığı yerin bir erdem yuvası
olması, ne amansız bir çelişki, değil mi?
Uzun, ıssız saatlerde sesleniyorsun bana.
O yalnızlık, yapayalnızlık, seni tuttuğu gibi
yanı başıma getiriyor.
Diyorum sana; düşmanımsın!
Gaddarlığına sığındığım, merhametsiz
düşmanım... Nefret ediyorum senden, sana aşığım.
Senden soğumak için bütün yakarışlarım.
Çünkü biliyorum ki aşkımız için umut kalmadı.
Oysa aşabiliriz tutkularımızı.
Tanrı'ya yöneltebiliriz umutlarımızı.
Nasıl da cılız, ahlaksız, üstelik budalayız,
sevdamızı adayamazsak inancımıza.
Yalnız o inanç koruyabilir bizi.
Biz ki, sıradan bir yazgının -ve insanoğlunun-
bir darbesiyle savrulmuşuz, kopmuşuz, inançtan başka kim birleştirir ikimizi?
Şimdi iki efendin var oysa.
Bense ne kadar teslim olduysam da sana, anılar
bırakmıyor peşimi, senin kadar sadık bir metres gibi
"Efendim" diyordun bana.
Kafanın içini işe yaramaz laflarla, lüzumsuz
sayılarla doldurduğum, o saatleri hatırlıyor musun?
Ne sen söylediklerimi dinledin, ne ben
hissettiklerimi söyledim.
Nasıl öğrettin öğretmenine gözlerinle dersini,
nasıl da hızlı öğrendi öğrencin, dudaklarınla
birleşmeyi.
Sen saflığınla, bense özgürlüğümle,
ödedik işte o derslerin bedelini,
benden intikam alınca dayın.
Ha... Dayın diyorsam da gerçekten dayın mı
bilmem. Ama, bana öyle geliyor ki, kıskançlığı kan bağından değildi Elde etmek
istiyordu seni.
Şu aşkın kudreti kaybolsa birden, vuslatın
tadını ansızın kaybettiğim gibi.
Nasıl bir huzur, nasıl bir sükun olurdu, o
kasabın bana bağışladığı.
Gel gör ki, iktidarsızlığım ihtirasımı
kamçılayıp duruyor. Gövdem reddediyor arzularımı,
Aklımsa hiçbir işe yaramıyor.
Yalnızca işkence ediyor anılarınla.
Hele bana ilk teslim oluşunu hatırladığımda,
mahvoluyorum...
Giyindiğim, kuşandığım, takındığım, taşıdığım,
her şey maskaralık!
Biliyorum; Tanrı da şahidimdir:
De ki, kendimizi de başkalarını da aldattık,
Tanrı'yı nasıl kandırırız? Miserere Nobis. ..
Bitmişim ben!
Merhametine sığınıyoruz.
Héloise'den
Abélard'a
Yanıtlamadım mektubunu.
Yapamadım. öyle perişandım ki...
Perişanlık değil de, utanç içindeydim.
Fark ettim ki, duygularımı açmasaydım sana,
bırakmayacaktın kendini.
Her zaman üstündün benden, hele duygularda...
lsdırabının da böyle olacağını düşünmeliydim.
Sana yazmakla, yazmam istemekle hata ettim.
Kabahatliyim.
Hâlâ da mektubuna yanıt değil bu yazdıklarım.
Mektup denemezdi ki ona, bir hıçkırıktı. Erkek
kadının karşısında ağladığında, babası, kardeşi, sevgilisi... kim olursa olsun,
çocuğu gibi oluverir kadının gözünde.
Ah! Seni rahatlatmak için ne yapabilirim?
Yüregimdeki acı kalktı bağrıma çöreklendi.
Utanç içindeyim,
asla yok olmayacağını bildiğim bir utanç.
Beni bağışlamanı dileyemem senden.
Sevdana kuşkunun gölgesi düşer, istemem.
Bir haftadır, yedi gündür, mektubunu yanımda
taşıyorum, her götürdüğüm yerde suçluyor beni, sanki sensin taşıdığım.
Artık yazmamak gerek diye düşünmüştüm Şimdi
diyorum ki, gaddarlıktır, aptallıktır bu.
Olan oldu ikimize de.
Açtığımız
gibi iyileştirelim yaralarımızı. Mektup yazalım. Seni böyle rahatlatırım ancak.
Beni böyle rahatlatırsın ancak.
Elimizde kalan azıcık mutluluğu yitirmeyelim.
Hayattmızı
mahvettiler, ama karışamazlar mektuplarımıza, onlara dokunamazlar. Satırlarında
kocam olduğunu okuyacağım , karın olarak sesleneceğim sana.
Kağıt
üzerinde daha da yakınlaşırız,
daha
yumuşak, daha sıcak sesleniriz birbirimize.
Mutluymuş gibi yaşayan, önce teklifsizleşen,
ardından gaddarlaşan, sonunda kayıtsız kalan bir sürü insandan daha mutlu
oluruz.
İnkar etme beni, kendini, ya da bizi.
Yaz bana, gizli düşüncelerini öğreneyim.
Yanımda
gezdireyim mektuplarını, onları seni öptüğüm gibi öpeyim.
Kıskanmaya
gücün varsa, tek rakibin, öptüğüm mektupları kıskan.
Özensizce,
düşünmeden, çekinmeden yaz bana.
Beynini değil yüreğini dinlemek istiyorum,
Kadınca... Beni sevdiğini duymadan yaşayamam' artık.
Aşkın can damarı oldu hayatımın.
Küçücük bir kuş gibiyim.
Havam
sensin, es üstüme.
Küçücük bir balık gibiyim.
Suyum
sensin, ak üstüme.
Suskunluğun çöl olur bana.
Suskunluğunda boğulurum.
Görevimin başına dönüyorum şimdi.
İçim rahat gidiyorum, sayende.
Buraya sen gönderdin beni.
Bana 'Ana'
diyorlar.
Senin anan
olamam ki.
Karım demelisin bana.
Ben senin karınım.
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Abélard'dan
Héloise’e
Pek az insana nasip olmuştur, sevdiğimiz gibi
sevmek. Pek azına nasip olmuştur...
Istırap içindeysem de müteşekkirim.
Acı içinde olmasam da şükran duyacaktım,
acımın sebebine sarılacaktım.
Ayrılık, sevdanın türbesidir derler.
Derler ki,
uzun ayrılıklarda ölür gidermiş sevdanın sıcaklığı.
Madem öyle,
neden azalmadı aşkımız, bir nebze bile?
Yokluğun durup dinlenmeden sevdamı
hatırlatıyor sadece
Düşünmüştüm ki, seni görmezsem eğer, bir anı
olursun, canım istedikçe belleğimde canlanan.
O da canım isterse...
Ama ne oldu?
Anılarıma gömdüm kendimi, teslim aldın
benliğimi. Düşünmüştüm ki, oruç tutarım, çok çalışırım, küçülür gidersin
anılarımda.
Oruçlar tuttum, gece gündüz çalıştım, durdum.
Ne fayda! Yalnızca senin gözlerini okuyorum
kitaplarımda.
Bu saplantı canımı sıkıyor, itiraf ediyorum.
Sana rastlamadan önce yaptıklarıma döneyim
diyorum. Aristo'yla kavgaya tutuşuyorum. öğrencilerle noktanın virgülün
tartışmasını yapıyorum. Şimdi de oturmuş güya St. Paul hakkında yazıyorum.
Hepsi beyhude... Hiçbir yararı yok!
Ne dualar, ne ağıtlar yardım edebilir, erkeğin
kaybettiği erkekliğini geri getirmeye.
Ah! Ruhumun kırılgan kâsesi, zavallı
bedenim...
Neden 'ilk Günah' denen o bağnazlıkla
sakatlandı gitti?
Böylesine sadık olup hüznümü artırma.
Gövden yapamaz belki ama, bari düşüncelerinde
ihanet et bana.
Ben artık Abélard değilim ki...
Sen de
Héloise olma.
Gücendir
beni. Bırak yabancılaşayım.
Tanrım!
Nasıl da gıpta ediyorum, sevgisi bizim gibi olmayanların mutluluğuna.
Nedir şu tutkulu halim benim?
Delikanlı heyecanıyla oturmuş yazıyorum.
İnsanın insana aşkı doruğuna vardığında, kıskanç, yırtıcı, kibirli, gaddar
olmaz mı aslında? Yanılmıyorum, eminim böyle olduğuna.
Kim yaşamışsa bu yoğun çılgınlık dakikalarını,
kim bu hain girdaba girip çıkmışsa,
dönüp durmuşsa kendi etrafında,
kim kimdir, ne nedir, unutuncaya kadar...
o aşağılık duygu kaplamışsa her yanını, etleri
kasılmışsa ölecek gibi,
gözleri yaşarmışsa heyecandan,
bilsin ki, aşkın hazzıyla kıvranmaktadır.
Yine de tiksiniyorum bedensel aşktan.
Tedavi olmuş değilim henüz.
Aklım reddediyor onu, yüreğimse bağışlıyor.
Nasıl da uğraştım kendimce sana kara
çalmaya... Aklımdan tüm kusurlarını tekrarladım, durdum. Yalan söylemiştin,
hatırladım.
Bir
keresinde epeyce kabaydı davranışın...
Bu da işe
yaramadı.
Hatalarında da sen vardın.
Onları hatırlarken erdemlerin geliyordu
aklıma,
güzelliğin canlamyordu gözlerimde.
Daha acısı, boynundaki o minicik beni
hatırlıyordum...
Adım filozofa çıkmıştır benim.
Kendi tutkularını dizginleyemeyen şu koca
filozofa da bakın!
Sen de çevreni n en akıllı, en iyi yetişmiş
kızlarından birisin, değil mi?
Kilisenin demiyorum, dikkat et.
İkimiz de duygularımızın merhametine sığındık
işte.
Kafamızı çalıştıramıyoruz,
Paçavraya dönen ruhlanmıza sahip çıkamıyoruz.
Kalan azıcık aklımızı da kullanamıyoruz.
Durup bir soluk almalı mıydık,
o girdaplara dalıp apaçık felakete
sürüklenmeden önce?
Bir erkek gibi konuşacağım şimdi; anlamaya
çalış beni: Gözyaşlarını bir yana koy, üstüne benimkileri de ekle.
Bütün endişelerimizi, ürpertilerimizi kat
hepsine. Kıskançlığı, üzüntüyü hesaplamayı unutma.
Güvensizliği, korkuyu da kat o hesaba.
Şimdi topla bakalım hepsini, ne ediyor?
Aşkın kısacık hazzıyla karşılaştır. Değiyor
mu?
Aptallar iflasını isterdi bu hesapla.
Peki biz ne demeye direndik, elimize asla
geçmeyecek bir şeyin hastalıklı bedelini
ödemekte?
Sıkıldın, değil mi? Bakkal gibi yaptım hesabı.
Ama gördüğün gibi, öğrenmeye çalışıyorum ben
de, bir zamanlar sana öğrettiklerimi.
Geleceğim eserlerimde yatıyor, sen ise
geçmişimsin. Benim için durum apaçık böyle.
Seni de özgürleştiriyor bu durum. Acı veriyor,
değil mi? Doğum da acı verir.
Yine de... neden rahat edemiyorum ben?
Yeni hayat yok: Hiçlik, ölüm bu!
Bakımsız bir mezarın üstündeki taşlar gibi.
Benim geleceğim yok mu yani?
Yani, ben yazdığım bütün şiirleri, yazdığım
her şeyi, senin tırnağın kadar değersiz mi görüyorum?
Hem şairim, hem filozofum ben; mesele burada.
Filozof dediğin, lafın tek gerçeğinin yine laf
olduğunu iyi bilir.
Edebiyatın en iyisi bile küçücük bir yaprak
kadar hayat dolu değildir.
O zaman soruyorum kendime :
Bizimki
gibi bir aşkın amacı ne?
İnandığımız gibi, Tanrı'nın bir hikmeti varsa
işin içinde, her şeyi tüketen aşkımızdan öte,
O'na bağlılığımızın sapması da mı bu hesabın içinde?'
Nedir bu aşkın amacı?
Seni kendi
ruhumun yansıması gibi mi seviyorum?
Seni
severek, kendi ruhuma, sonra Tanrı'ya mı ulaşacağım? Tanrı'nın habercileri
miyiz birbirimize?
Dizlerimin
üstünde yakarıyorum Tanrı'ya da, sana da. Utanmadan, lanetlemeden, dua
ediyorum:
Seni bana versin, tut elimden, sen götür beni
O'na. İhtiyacım sonsuz sana.
Senden mahrum kalırsam, ruhum da Tanrısız
kalacak. İşte bir elimle özgür bıraktım seni, ötekiyle bağlıyorum. İyi de,
nedir ki özgürlük?
Sevdanın zulmü!
Yazmayacağım
artık. Artık hiçbir şey bilmiyorum, ihtiyacımın bu sonsuzluğundan başka.
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Héloise
'den Abélard 'a
Nasıl rahatlatmıştı beni mektubun, anla tamam.
Son satırlara gelince irkildim. Hain bir satır
gibi keskindi o tek satır.
"Yazmayacağım
artık. Artık hiçbir şey bilmiyorum,"
diyorsun.
Mektup yazmaktan mı vazgeçiyorsun, yoksa,
korktuğum gibi, artık hiç mi yazmayacaksın?
Bu satırları yazarak beni inciten elinden
nefret ediyorum şimdi.
Ya da, onu demek istemediysen, zalim
belirsizlikler taşıyan sözcüklerden nefret ediyorum. Kuşkuların yuvalandığı
sevda öyle kırılgan yapıyor ki insanı,
yara almaktan korkar oluyor.
Deseydin ki, "Şimdilik
yazmayacağını," kutsayacaktım "şimdilik" sözcüğünü.
Ümidim o sözcük olacaktı, ama yok ki
yerinde...
"Artık" diyorsun; "asla"
mı demek bu?
Sözcükler çınlayıp duruyor beynimde.
Bu gece sevdam hüzünlendi işte.
"Asla" olamaz, değil mi? Olmamalı!
Kendine acıdığın için yazmayacaksan, görevini
bil de, sarıl kaleme.
Bu manastırı sen kurmuştun, unuttun mu?
Hemşireleriniz biz, hepimiz evladın gibiyiz
senin.
En acemimiz bile kendini sana adadı.
Bu duvarlar, şu kilise, ellerinle yapıldı.
Bir zamanlar hırsızlara yataklık eden bu
yapıyı, sen değiştirdin, dualar evi yaptın.
Önderlik borçlusun bize, görmüyor musun?
Rahibeler için yapıldı ama, aslında sen de
burada oturuyorsun.
İtibarınla yapıldı burası, öğütlerinle hayat
buluyor.
Beni buraya sadece senin adın bağlıyor.
Bana yazmak istemiyorsan, yalvarırım bize yaz.
Kutsal yeminler etmiş olsak da, kutsal değiliz
hiçbirimiz. Kurallar, duvarlar, çilehaneler... korumuyor bizi, hiç!
Bize destek olmak senin görevin.
Senin
bağının asmalarıyız biz,
ısırganlara
boğulduğumuzu görmek ister miydin?
Erdem sadece aşıl andı bize; bahçıvanımız
sendin.
Aşının tutması doğamıza bağlı.
Ve biz kadınız.
En tembel
adam bile bir tohum ekebilir, marifet bakmakta ektiğin tohuma.
Bize bakacak olan sensin, yönlendir bizi.
Yalvarmak zorunda mıyım sana, kendi evlatların
adına? Razı etmek için, mecbur muyum başkalarının dualarını
kullanmaya?
Ama... ne yapacağımı söylemezsen, nasıl
yardımcı olurum ben başkalarına?
Ah! Keşke bir alet icat edilse de, konuşsan
içine,
ben de sesini dinlesem. Aramızdaki uzaklık yok
oluverse,
İcat edilmediğine göre, yaz bana, bize yaz.
Ne de olsa karınım senin.
Evlilik meşru kılar yazışmamızı.
Neden bunu yapıp sevindirmiyorsun beni?
Hem de göze batmadan, yeminlerini bozmadan...
Madem bu manastıra kapandım,
kendimi duaya adamaya inandır, ikna et beni.
İkna olmaya ihtiyacım var.
Hatırlasana...
unutabilir misin,
bir lokma
ekmek dilenen köpekler gibi,
senden bir
parça bilgi edinmek için geçirdiğim günleri?
Yokluğunda sana iki satır yazabilmek için
dünyadan elimi eteğimi çektiğimi...
Hatırlamazsın tabii. Haberin olmadı ki
bunlardan.
Seni
görebilmek için neler yaptığımdan da haberin yok. Birlikteyken kitaplarını
saklardım,
onları geri
vermek bahanesiyle yeniden göreyim diye seni.
Hastalanmış gibi yapardım,
sırf odamda yalnız kalayım diye seninle.
Biz kadınlar mahkumuz böyle numaralar yapmaya.
Başkalarının malıysak eğer tutkunun aracı oluruz da, asla dillendiremeyiz onu.
Seni seviyorum. Sakat kaldığına memnunum.
Dayım -öyle olduğundan kuşkulansam da- sandı
ki, tatmin olamayınca ihtiraslarım, seni sevmekten vazgeçeceğim.
Kadınlık zaaflarımı düşünüp bu kanıya kapıldı.
Bir insanı değil, erkekleri sevdiğimi sandı.
Cürmü yardım etmedi amacına.
Şimdi daha
da fazla seviyorum seni.
Ruhumun bütün sıcaklığıyla, son nefesime
kadar, hep böyle seveceğim.
Dayımdan intikamım böyle olacak.
Ama sevgimin sebebi intikam olmayacak.
Hem akıl hem gövde hizmet ediyordu
zevklerimize.
Hep
söyledim sana; yüreğine sahip olmak daha keyifliydi; Erkekliğin değer verdiğim
en son şeydi.
İnanmalısın bana. Hatırlasana:
Karın diye tanınmanın ne büyük şeref
ne kutsal bir ünvan olduğunu bildiğim halde,
istemedim seninle evlenmeyi...
Metresin olmak benim için daha çekiciydi.
Çünkü özgürlüktü.
Evlilik bağları ticari bir anlaşma gibi,
gereksiz yere bağlıyor insanları.
"Karı"
lafından nefret ediyordum, metresin olarak pekâlâ da yaşar, giderdim. Köpeğe
tasma takmasan da, sadakati bağlar onu sana.
Bilirsin ki isteyerek kalmaktadır yanında.
İşte ben de bu özgürlüğü istiyordum.
Beni seçtiğini, sana olmasa bile, tüm dünyaya
hem de kendime kanıtlamaktı dileğim.
Bugün artık
sana yazmayacağım sevgilim. Yarın yazarım yine.
-Bak, benim kadar korkmasan da belirsizlik
ten, kuşkulu sözler söylemiyorum.- Şimdi tek başıma kalacağım.
Aşkımı
anlatmaya sözcükler yetmeyince, sessizliğin anlamı artıyor.
Sessizliğim
kucaklasın seni, benim kucakladığım gibi.
Abélard'dan Héloise’e
Bir
cambaza, bacağı kesildikten sonra, sakatlığını hatırlatmak, bir ressama,
gözleri görmez olduktan sonra, bir zamanlar güzel resim yaptıgını söylemek, hiç
de hoş degil...
Böyle bir şey bana yaptığın.
Benden önderlik istiyorsun .
Bunu istediğinde anlıyorum ki, yolumu iyice
yitirmişim ben.
"Ömrümün
yarısında kayboldum karanlık ormanlarda"
Yolumu görecek gözlerim yok, yolumu yoklayacak ellerim yok. ..
O manastırı kurduğum için size
yazmalıymışım...
Ben
kurmadım o manastırı, Abélard kurdu.
Yıllar önce
öldü o.
Yüce
sıfatlar yükleme bana, şimdiki cüceliğimi hatırlatıyorsun.
Artık ben senin tanıdığın adam değilim.
Saygı duyulacak biri değilim.
Kendim de saygı duymuyorum kendime.
İnsanlar iyimser define avcıları gibidirler,
ruhlarında mücevher keşfeder dururlar.
Oysa çakıl taşlarından başka bir şey değildir
mücevher dedikleri.
Doğru. Bir zamanlar okul gibiydim tek başıma.
Tüm Paris Notre Dame'a koşardı,
benim yalın ama çarpıcı yorumlarımı duymaya.
Bir sürü sorunun yanıtını biliyormuş gibiydim.
Çünkü henüz o esas soruyla karşılaşmamıştım:
Kendimle. Tartışmalarda mat ettiğim Champeaux'lu Guillaume'la
ötekiler,
şu mantık yoksunu, akıl yoksulu, düşkün halimi
görseler,
ne derlerdi?
Yalnızca erkekliğim olmadı beni terk eden.
Beni seçkinleştiren ruh da harcandı gitti.
Yaşlı Anselm çok sevinirdi,
duygularım yüzünden yerlerde süründüğümü
seyretseydi Düşürdüğüm, yitirdiğim, harcayıp bitirdiğim benliğimi
arıyorum.
Yoksa bizzat ihanetettiğim... mi demeliyiz?
Köşeye sıkışmış şu halim le sana önderlik
edebilecek
adam mıyım ben?
Yoo, hayır! Bırak Tanrı'nın bana bahşettiği,
değerini bilmeden bir köşeye attığım, ne kaldıysa içimde, onlara döneyim yine.
Kendi hayat yolumun hendeğinde bir dilenci
gibi eli böğründe, kalakaldım.
Hayatımın küstah günleri yanımdan dört nala
geçti gitti. Kendime daha şevkatlı davranabilseydim, sana da biraz merhamet
duyabilirdim belki.
Ama şimdi beni bana bırak
Seni sevmemi isteme sakın.
Bunu yapmamaya çalışıyorum.
O giysiyle kutsallaşan gölgeni Tanrı ile
ilişkime bıçak gibi saplayıp,
dualarımla arama giren aşılmaz duvar olmak
ister miydin?
Oysa yalnızca anıların bile görünmez engeller
oluşturmaya yetiyordu ibadetlerimde.
İç çekişlerinle düşlerin yetmiyor mu ki sana,
Tanrı'ya edeceğim kısacık bir duayı bile çok
görüyorsun?
Sonsuz huzura kavuşmamı istemez miydin, yoksa
ani bir kargaşaya mı kapılsın ruhum?
Kimden yanasın sen?
Ellerindeyim senin, bir arp gibi.
Ellerindeyim. istediğin gibi çalabilirsin beni.
Huzurun sessiz müziği de olurum
tutkunun, coşkunun gürültüleri de çıkar
benden.
Hepsi senin elinde.
Ama selametimi istiyorsan, vazgeç benden,
çekil git!
Beni seviyorsan da gösterme bana.
Bana ettiğin tüm yeminlerden azat ediyorum
seni.
Git, tümüyle Tanrı'ya ada kendini .
Seni kaybedip kendimi Tanrı'da bulmak içindir
artık dualarım.
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Héloise'den Abélard'a
Demek vazgeçmemi istiyorsun!
Vazgeçmeyeceğim. Ben böyle bir şey yapmam.
Elimden gelseydi bile vazgeçmezdim.
Sana olan aşkımı göstermemeliymişim, çünkü
umudun kalmamış bizden.
Sevdalılar için umut yoktur ki zaten.
Umut istemiyorum ben, aşk istiyorum.
Sanki duygularımız dizginlenip denetlenebilir
şeylermiş gibi yazmışsın; neden?
Dizginleyebilseydik, duygu denmezdi onlara.
Düşünce denirdi.
Duygularımıza neden aramak Tanrı'nın varlığını
sorgulamaktan farksız değil mi? Bilirsin ki pek zayıftır mantığım, din bilgim
ondan beter. Yine de söyleyeceklerim inkâr edilemez:
Özde var olan neyse, kendi varlığından öte, ne
sebep gerektirir ne mazeret.
Aşk ya
aşktır, ya değildir.
Ne amaca gerek duyar, ne hedefe.
Ama kendi kendine doğar; kendi kendine yeter
Ne umuda yeri var, ne gerekçeye.
Acı çekmek aşkın bir parçasıysa eğer,
'acı çektiğim için mutluyum ben.
Istırabının nedenini biliyorum.
Doğana
boyun eğmeni gururun engelliyor.
Oysa doğa
da Tanrı'nın bir parçası değil mi?
Neden aşkını kabullenip acısına
katlanmıyorsun, sevgilim? Sana değil, dualara sadık kalayım istiyorsun.
Korkarım, karşılığını vermediğin bir tutkunun
nesnesi olduğun için suçluluk duyuyorsun.
Bana karşı soğuk davranışını maskelemek için
dindarlığı kullanmıyor musun?
Sana bağımlı olmazsam bilincin aydınlanacak mı
acaba? Böyle bir şey yapmam ben!
Ruhunu
kurtarmak istediğini söylüyorsun.
itiraf
ederim ki ben yalnızca aşkımızı kurtarmak istiyorum
Kadın için
ikisi de aynı şeydir...
Sevmek günahsa eğer, günahkarım ben; tövbe de
etmem. Daha da kötüsü: Günahkarlığı iyi becerdiğim için şükürler
ediyorum.
Sen
yazmadın mı kitabında, ilahi iradenin dışında kalan tek şeyin kötülük olduğunu?
O zaman sevabın da günahın da amacı ortak olmalı, değil mi?
Hem bedende
hem ruhta...
Demek filozofun kafası karıştı...
Gerçeğimi, yaradılışımı görmezden gelip başka
bir şeymişim gibi davranıyor bana!
Aşkımı
unutuyor; oysa o aşk ben'im, o aşk sen'sin. Yazıklar
olsun sana!
Ne biçim bir Tanrı bu tapındığımız?
Hem bir bütün
olarak yaratmış bizi, hem de bir parçamızla yetinmemizi istiyor...
Deli bir
Tanrı değil mi bu Tanrı?
Hem kadın
olarak yaratmış beni,
hem de
dayatıyor yaradılışımı inkar edeyim diye.
Senin de inkâra çalıştığın gibi...
Öncelikle seni sevmeme izin vermezse,
O'nu sevmeyi de öğrenemem ben.
Tanrı
bölünebilir değilse eğer, aşk da bölünmez.
Dualarını
kabul edip tutkunu reddeden, bir Tanrı'ya inanmamı nasıl beklersin benden?
O kıskanç
Tanrı seni benden almak istiyorsa, nefret ediyorum O'ndan!
Benim Tanrı'm değil O!
Kulak ver bana; O'nun sevgisi bu kadarsa eğer,
baş edebilirim O'nunla.
Şimdi dinle küfürümü:
Pişmanlık duymadan itiraf ediyorum.
Ben
yalnızca seni seviyorum.
Bu sözü
yazan benim elim,
Elimi
yöneten de kanıyla, canıyla ben'im.
İlk kez senin olduğumda onyedi yaşındaydım.
-Ah, nasıl da akıp gitmiş zaman...-
Genç bir kızdım o sırada; aşkın kadınlığıma
kavuşturdu beni.
Yavaş, yavaş, acılar içinde açıldım,
olgunlaştım.
Acılara bile teşekkür ederim.
Şimdi olgunluğumu sana geri veriyorum.
Bir gelincik gibi tut onu elinde.
Bu kadın sevmeyi nasıl öğrendiyse, sen de
öğren.
Sırt çevirme o çiçeğe,
kendi ellerinle yarattığın yapraklarını yolma.
Ben böyle seviyorum işte:
Zarafetini gaddarlığını, inceliğini
kabalığını, olduğun şairi, olmadığın erkeği seviyorum.
Bir zamanlar
çocuk olduğun
ve bir gün
ceset olacağın için seviyorum.
Hem gövdeni, hem aklını seviyorum.
Yalnızca boynunun düzgün çizgilerini değil,
koltuk altının terini de seviyorum.
Kanımı tutuşturan gücünü de,
çocuk gibi elinden tutma isteği uyandıran
güçsüzlüğünü
de seviyorum.
Tanrı böyle
sevemiyorsa, ben seviyorum!
Birlikte daha kutsal olacağız; inanıyorum.
Tanrı böyle
sevemiyorsa, ben de sevgimi Tanrı yaparım. Hayır, vazgeçmeyeceğim!
Görüyorsun, yırtık bu mektup.
Bazen alçakgönüllü olmaya çalışmadan yazmışım.
Utanmamışım. Onları sakladım.
Sana yolladığım yerleri, gördüğün gibi,
öfkeyle kaleme alındı, kıskançlıkla yazıldı.
Öfkemin, kıskançlığımın armağanını sunuyorum
sana. Onlar sevdamın kanatları.
Açıyorum ve uçuyorum sana.
Kaynak: Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald
Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Héloise'den Abélard'a
Ne zalimdir şu erkekler!
Bize aşkı öğretirler, sonra çeker giderler.
Biz ise hâlâ ... Zalimsin sen de!
Yazmıyorsun bana.
Üç haftadır bekliyorum.
İlk hafta her gün yeni bir umut yarattım,
ertesi gün mektup gelecek diye.
Her bugünün bir yarım vardı, yarın mektubun
gelmesi kesindi.
Düş kırıklığım bu kesinliğe yenildi.
İkinci hafta ise yaraladı beni.
İyi olduğun haberini almıştım ve anladım ki,
suskunluğu.O bilerek isteyerek sürmekteydi.
Önce gücünü denediğini sanarak avundum.
Aldanıyordum: Güç gösterisi değildi'bu, kayıtsızlıktı! Nasıl beklediğimi
biliyor olmalıydın...
Şu son
hafta hayaller içinde geçti.
Çünkü
gerçek dayanılacak gibi değildi.
Yanımda
olduğunu hayal ediyordum.
Seninle konuşuyordum.
Karşımdaymış gibi sesleniyordum sana.
Hücremde tatlı tatlı konuştuk.
Bahçede tartıştık, kavga ettik, gülüştük.
Kilisede fısıldaştık.
Seninle rahatça söyleşince,
düşüncelerimi kağıda dökmek gülünç geliyor
bana.
Sen bana yazmazsan, ben sana yazarım.
Suskunluk boğucu! Soluk alacağım biraz,
elimdeki şu kalemle.
Çok
gücendim sana.
Neden mi?
Dinle !
Bütün erkekler kulak versin söyleyeceklerime.
Aşkı
öğretir, sonra sırtlarını çevirirler bize.
Kendine
aşık etmek için nasıl da yalvarmıştın bana ... Hemen teslim oldum sana.
Hiç
zorlanmadan kazandın kalbimi.
Aynı
kolaylıkla terk ediyorsun beni.
Şimdi de
vazgeçmemi istiyorsun.
Tıpkı aşkımı istediğin gibi, ısrarla ikna
etmeye uğraşıyorsun. Bir zamanlar kollarına atılmam için yalvardın, şimdi çekip
gitmemi emrediyor gibisin.
Ama gitmeyeceğim. Gidemem.
Tutkuma
katlanmak zorundasın.
Sen
yarattın onu, o senin eserin.
Seni kalbimden söküp atmamı isteyemezsin,
seninkinden de beni atamayacağın gibi.
Biz birbirimize ait değil miyiz?
Bana çektirdiğin acıları affettirebilirsin;
birlikte olmamızı sağlayarak!
Buraya gelirsin, görürüm seni...
-Başka neye yarar ki gözlerim?
- Salt benim için gelemiyorsan da, dediğim
gibi, bir görevin var senin.
Manastırı bizim için ziyaret etmelisin.
Olanaksız değil bu istediğim.
Tekrar
ediyorum: Karınım senin. ..
Hepimiz
senin evlatlarınız.
Bir zamanlar benden yalvararak istediğin şeyi
istemiyorum senden.
Mümkün değil bu. İstemek ayıp olurdu...
Artık istesek de yeminlerimize ihanet
edemeyiz. İradelerimiz bir bıçak darbesiyle keskinleştirildi.
Bütün
istediğim seni bir kerecik görmek...
Göremezsem
gözlerim kör olacak sanki.
Gözüm kapalıyken gördüklerimi açıkken neden
görmeyecekmişim?
Yaptığımız bahçe duvarını göstereceğim sana.
Küçük kiliseye de götüreceğim seni, bir
meşenin gövdesinden yapılan Meryem Ana heykelini gör diye.
Modelliğini yoksul bir kız yaptı.
Dudakları kiraz kırmızısı, gözlerinde
masumiyet çiçekleri açmıştı.
Sonra bahçede yürürüz birlikte, şeftali
ağaçlarının gölgesinde.
Sana bakarım; şeftalinin balı akar
dudaklarından.
Yine de... umutsuzca yazıyorum bunları.
Ne zalimsin!
Gereksiz yere artırıyorsun çektiğim acıları.
(Sessiz geçen bir ara)
Artık gerçeği saklamaya gerek yok, anlamaya
hiç yanaşmasan da...
Bu örtüye
büründüğümde, hiç de dinsel, yüce bir şey değildi niyetim.
Tek nedeni
sana sevdalı olmamdı.
Tüm yeminleri yalnızca senin olmak için ettim.
Yalnızca sen burada kalmamı istediğin için
kendimi o sözleri vermeye zorladım.
Ama artık sevgini yitirdiysem, ne işe yarıyor
mahkûmiyetim?
Girmişim bu örtülerin altına, kavruluyorum.
Boş yere, umarsızca çabalıyorum.
Çevremdekilerin
hepsi Tanrı'yla evli...
Yalnızca
ben bir erkeğin hizmetindeyim.
Kendimi Abélard'a adadım ben.
Dahası, günahlarım için değil gözyaşlarım,
sevgilim için ağlıyorum.
(Sessiz geçen bir ara)
Aklıma geldi de. .. önce benim yeminlerimi
tutmamı istedin Nedendi bu? Yok, yok, cevap verme. Cevabını biliyorum.
(Sessiz geçen bir ara)
Çok uğraştım, Tanrı'm...Öyle uğraştım ki seni
unutmak için Çok sıkıntılı geçen bir gün, birkaç dakikalığına unutmayı
becerdim
Ama geceler uzun, geceler bizim...
İtiraf ediyorum: Sen yanıma uzanmadan
yatmıyorum. Uyuyabiliyorsam, tek nedeni başımı omuzuna yaslıyor
olmam.
Düş görmüşsem, uyandırıyorum seni, düşümü
anlatıyorum Zaten düşlerimde yalnızca seni görüyorum.
Sonra okşuyorsun beni...
Biraz dayanıyorum, çabucak teslim oluyorum
sana.
İşte halim.
Burada kalmam doğru mu acaba?
Gelip beni ikna etmezsen kendimi görevlerime
adamaya, O zaman ben de...
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Abélard'dan Héloise’e
Elbette yazdım sana.
Ama yazdığım mektupları yollamadım.
Bu mektubu da göndermek niyetinde değilim.
Gözlerimiz dilsiz olsalar da aşkın dilini konuşuyorlar. Dudaklarımızla
ellerimiz geveze, ama telaffuz etmeyi bilmiyorlar.
Hissettiklerimiz ancak sessizlikte
anlatılabilir.
Bana nasıl kayıtsız dersin?
(Sessiz geçen bir ara)
Gelip seni görmemi istiyorsun.
Bu istek korkutuyor beni.
Sana ve kardeşlerine karşı görevim olduğunu
söylüyorsun Şu "görev" sözcüğünden kuşku duyarım, talep olarak
söylendiğinde...
Canım!
Görmüyor musun?
Benim başrahip, senin de başrahibe gibi
davranmamız mümkün değil.
Tehlikesi çok büyük.
Tehlikeli olmasa sen böylesine istemezdin,
ben de isteklerimi dizginleyen şu korkuya
kapılmazdım.
Birbirimizi sevebiliriz, sanırım nefret de
edebiliriz.
Ama kayıtsızlığı asla beceremeyiz.
Gelmeyeceğim.
(Sessiz geçen bir ara)
Zalim diyorsun bana… öyleyim.
Öyle olmak zorundayım.
Kimi zaman zalimliğin ne kadar hayırlı
olduğunu hemen anlamayız.
(Sessiz geçen bir ara)
Bir kez daha söylüyorum sana:
Benim değil
Tanrı'nın önünde eğil.
Çünkü
insana duyulan tutku huzur verici değil.
Tek huzur Tanrı sevgisindedir.
Seni bir erkek gibi seviyorum ben.
Yeterli değil bu.
Senin iyiliğin için yalvarıyorum sana:
Dön O'na...
Hakiki sevgili O.
Bense, yarım erkekliğimle sıradan bir
sevgiliyim.
Bunları yazarken, okurken dökeceğin yaşları
görüyorum. Kurut o gözyaşlarını, bu mektubu defalarca oku.
Çünkü son mektubum bu. İsa yolundaki sevgili
kocan.
Peter
Abélard.
(Mektubu imzalar, bağırarak kalemi fırlatır)
Hayır! Yırt, at o mektubu!
Sana yazmadıklarımı oku!
Yazdığım hiçbir şeyi okuma!
Şiirlerim okunmamalı benim.
Şarkılarım söylenmemeli.
Kitaplarımı yakmakta haklıydılar.
Dürüst olmayan bir şair, sahte bir filozof
kadar alçaktır! Yoo... Yırtmalısın o yazdığım mektubu.
Şimdi kendime bile söylemediğim gerçeği dinle.
Yüreğim
sağır olmuştu, çünkü ruhum dilsizdi.
Sönmüş yanardağ kıpkızıl bir öfkeyle patlıyor
artık.
Şimdi yüreğimin yangını ruhumun çayırlarını
tutuşturuyor Yalnızca küller kalsın.
Bir soru sormuşsun bana.
Cevabını bildiğini yazıyorsun.
Yine de ben vereceğim o cevabı.
Gerçeğin acısı da andır.
Acının gerçeğinin gerçekliği gibi.
Ve gerçek şu:
On yıl önce, yeminlerini tutmanı istediğimde
-Evet, üstelik ben tutmadan önce- ve hayatını Tanrı'ya adamanı öğütlediğimde,
niyetim sana iyilik etmek değildi,
Tanrı'ya yaranmak da değildi.
-işte yanardağ lavlarını püskürtmeye başladı-
Gerçek şu: Örtünmeni istedim, çünkü erkekliğimi yok etmişlerdi.
Her açıdan iktidarsızdım, ama kıskançlıkta
değil.
İsa'nın karısı olmanı istedim.
Benim ya da senin ona olan sevgimiz değildi
nedeni. Korkuyordum ben.
bir gün başka bir erkeğin karısı olacağından.
Oysa ben yarım erkektim...
Gerçek böyle ve işte burada ateş kavuruyor ..
Tanrı'ya olan sevgime ihanet ettim ben!
Yeminler ediyordun ve hepsi benim içindi;
biliyordum. Yalnızca bana sadık olacaktın.
Saçlarını kazıdıkları zaman sevinçler
içindeydim.
Başka hiçbir erkek saçlarının güzelliğini
bilmeyecekti. Kutsal giysilerini bekâret kemeri gibi gördüm ben!
İsa'ya ihanet etmene aldırmadım,
çünkü ben ihanete uğramaya katlanamazdım.
Gerçek şu: Seni sadece bir erkeğin
sevebileceği gibi
sevmiş değilim ben.
Böylesi bana yetmedi...
Gerçek şu ki, ben sevmedim.
Gerçek şu ki, gerçeğim yok benim.
Yalnızca küller kalır. Elveda.
Burada ölürsem, vasiyet edeceğim, bedenim
kaldığın
manastıra gönderilsin.
O halimle gör beni.
Gözyaşı dökmeni istediğimden değil.
- Zaten
artık çok geç olacak ağlamak için.
- Şimdi
dök de o gözyaşlarını, söndür beni tüketen yangını. Cesedimi gör de, ölümün
dehşeti kamçılasın dindarlığını. Neye benzediğim o zaman çıkar ortaya.
Solucanlar sana anlatırlar erkek diye sevdiğin
şeyin neye benzediğini.
Umarım öldüğünde yanıma gömülmek istersin.
Toprağa karışmış kolların uzanır, kucaklar
seni. Requiescamus in nomine Domini.
(In nomine domini./ İyi ve kötüyü bileceksiniz,
Tanrı gibi olacaksınız)
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Héloise'den Abélard'a
Nasıl cüret edersin bana böyle şeyler yazmaya!
Mektubunun beni nasıl etkileyeceğini sanmıştın ki?
Bunu bile düşünmemiş olmalısın.
Kendine yazıp da bana yollamış olmayasın...
Bilmediğim bir şey yok yazdıklarında.
Üstelik kederimi avutmaya hiç yaramadı.
Zalimliğini hafife almışım meğer.
Beni görmeye gelmeni rica etmiştim senden.
Beni rahatlatacağın yerde hüznün derinlerine
itiyorsun. Ruhumun huzura kavuşması için bütün yardımın, durup dururken
öleceğini söyleyip beni korkutmak, rahatımı kaçırmaksa, kendimi dine vermeyi
nasıl becerebilirim?
Öldün diye
sana olan sevgimin azalacağını düşünecek kadar saf mısın?
Ölümlü bir erkek olduğunu bilmediğimi mi
sanıyorsun? Solucanlar göz çukurlarında yuvalansa da, dilin dişlerinin
arasından çıkıp sallansa da, tiksinmeyeceğim senden, vazgeçmeyeceğim!
Etin
kemiğin ne ilgisi var bizimle?
Bir parçanı
kesip alan o kasap,
sana olan aşkımı biraz olsun azaltabildi mi?
Taptığım, özüne indirgese de seni, ölüm bile
azaltamaz sevgimi.
Tam tersine, zalimliğin azalır da, daha fazla
benim olursun.
Anlamıyor musun? Örtünmem için beni kandırmaya
çalıştığında,
Biliyordum ki, kabul ettiğimde çifte
sorumluluk
yüklenecekti üstüne.
İsteksizliğimin belasını da sen çekecektin ...
Elbette biliyordum niyetlerini.
Korkuların için de seviyordum seni.
Seni rahatlatacağını bilseydim,
suratımın parçalanmasına bile razı
gelebilirdim.
Ne işime yarıyor ki güzellik?
Seni bana kazandırdı, yeter...
Bir de şimdi görsen yüzümü!
Hiç de güzel bulmazsın.
Vahşi atlar koşuşuyor gözbebeklerimde.
Dudaklarım ısırılmaktan parçalandı, burnum
kızardı. Alnımın yazısı senin ellerinde...
Ne yazılı olduğuna bakmaya korkuyor musun?
Bırak, ben okuyayım.
Bir şiir o. Senin ellerinde...
Ne tuhaf! Bunları yazarken bir ses duyuyorum.
Bahçıvanlardan biri türkü söylüyor.
Sevgiliyi baştan çıkarmak için bir türkü.
Kalbimin
gülü,
Al bu gülü
eline.
Aşkın
çiçeği bu.
Yaprakları
hasretimle dolu.
Senin gibi
incecik kokusu.
Kalbimin
gülü
Al bu gülü
eline.
Hemen solsa
bile,
Aşkımız
yaşayacak.
Çünkü
güller sonsuza kadar açacak.
Benim için yazmıştın bu şiiri.
Bana yazdığın şiirleri başka dudaklardan ne de
çok dinledim.
Sanırım anlamalıyım artık sana ilham
vermediğimi. Sanırım dehanı ortaya çıkarmak için bir araçtım ben.
Yine de teselli ediyorum kendimi.
Bana yazılmış şiirlerin henüz dünyaya gelmemiş
kim bilir ne çok kadını,
benim tadamadığım zevkleri tatmaya itecek.
Düşündüğümde ateş basıyor.
Senin yanında nasıl da hoppalıklar etmişim...
Çalışmaya uğraşırken sen,
çıplaklığımı gözlerinin önünde nasıl da
sergilerdim. Olmadık yerlerde senden ne biçim şeyler yapmanı
isterdim...
Ama... Paris'in tüm kadınlarının âşık olduğu
bir şairdi yanımdaki.
Alçakgönüllü olursam seni kaybederim diye
korkuyordum
Şimdi de hoppa olmalıyım, ama iyice yitirmişim
o niteliğimi.
Duygularım nasıl da hastalıklı bir hale soktu
beni.
Hala utanmıyorum.
Bana armağan ettiğin gümüş haçın yanı başında,
bunları yazarken bile utanç duymuyorum.
Tanrı'ya adanmış bir çatının altında, aşkın
filizlenlenmesi tuhaf değil mi?
Aşkın cinsine bağlıdır, diyorsun.
Merak
ediyorum: Cinsi mi vardır aşkın?
Yoksa
yalnızca derecesi mi?
Aşkta
şehvetin yeri yok derlerdi. Var ya da yok...
Yine de merak ediyorum: Tövbe etmeyi
gerektiren bir şey, Tanrı'ya giden yolun başı olabilir mi?
Bazen bana öyle geliyor ki, adaleti dışında
tüm sıfatları doğru Tanrı'nın.
Şehvete kapılmışken biz, her fırsatta günah
işlemedik mi? Ben senin gönüllü metresin, sen benim sabırsız âşığımdın.
Çocuklar gibi mutluyduk o zaman.
Ne zaman ki
evlendik, ödülümüz hadım edilmen oldu.
Ne zaman ki
kendimizi Tanrı'ya adadık, işkenceler başladı.
Günah işlediysem, birde yalancılığı ekleyemem
günahıma. Zevklerimizin cezasını çekeceksem, hatırlarım onları. Anılarım
cezalarımdır.
Hayal gücümle herkesten çok işkence edebilirim
kendime. Hayal gücüm yakarışlarıma kulak vermez.
Uykudaysa
hiç kaçamıyorum senden.
Gözlerimi
yumuyorum, seninle açıyorum.
Düşlerimde
birbirimizin oluyoruz.
Sonra uyanıyorum, gerçek denen o kabus çıkıyor
karşıma Sen olmayan hiçbir şey gerçek değil.
Sevgilim, aşkımla bezdiriyor muyum seni? öyle
olsa de, katlan bana.
Unutma ki, o kasap sana yardım etti . ama,
bana etmedi.... Hâlâ kadınım ben: senin kadının.
Tanrı başka
bir şey olmamı isiyorsa, neden beni böyle yarattı o zaman?
Vazgeçmeyeceğim! Asla!
(Kendi kendine, beste yapar gibi)
Vel
confossus pariter
morerer
feliciter cum,
quid amor
faciat,
maius hoc
non habeat,
et me post
te vivere
mori sit
assidue,
nec ad vi
tam anıma
satis sit dimidia. ...
Mezara gömülmüşüm, seninle kucak kucağa
yatıyorum. Aşkım böyle olmasını isterdi.
Senden sonra yaşamak ölümdür zaten.
Yarım kalmış ruhun yaşamı olur mu?
Kandıracağım o zaman,
yaşam zaten ucuz bir kandırmaca,
bizi birleştirdiği gibi,
bizden alıp götürebilir birbirimizi.
Seninle bir mezarı paylaşmak seninle yaşamak
gibi bana kalırsa.
Birlikte uzanırsak mezara, ölümü yeneriz, biz
asla ölmeyiz.
Sus artık dili tutuk çalgım, tellerin kırık
senin.
Bırak yüreğimin telleri çalsın hüzünlü
türkülerimi.
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Héloise'den Abélard'a
Sevgili Abélard,
Bu kadar korkmana hiç gerek yok.
Mektubumu yanıtlamasan da, tek kelime yazmasan
da, şikayet etmeyeceğim.
Bana yazmadığın için memnunum.
Kendime bile söylemekte zorlandığım şeyi
açıklamamı kolaylaştırıyorsun.
Bir zamanlar nasıl tutkuyla yazdıysam sana,
şimdi de aynı dürüstlükle yazacağım.
Ama bunları yazmak daha zor.
Zaten iki kez yırtıp attım mektubu.
Yeniden başladım.
Mesele şu:
-Hem
dürüst, hem nazik... nasıl olunur?
Anlaşıldı, mümkün degil! - Abélard, mesele şu:
Héloise'i
sonsuza kadar kaybettin.
inanılması zor, degil mi? Bence de...
Geciktirdim bunları sana yazmayı.
Duygularımı zamana bıraktım.
Zaman doğruladı onları.
Gerçek bu: Sana âşık değilim artık.
Bu satın okuyorum, içimden bir şey okuduğuna
inanamıyor.
Ama ben yazdım onu ve doğru.
Sana aşık
değilim artık.
İşte! Bir kere daha yazdım!
Nihayet her şeyini elde etmek isteyen,
her şeyini tüketen boğucu aşkımdan kurtuldun!
Ben de öyle. .. Ben de kurtuldum.
Artık o ahlaksız düşünceler adının çevresinde
dolanıp
kaçırmayacak huzurumu.
Artık o yoğun düşlerimde çıplaklığımı örten
bedenin
yormayacak beni.
Dudaklarımı yastığa bastırmış olarak
uyanmayacağım artık
Dualarımda yalnızca adının geçtiğini hissedip
irkilmekten kurtuldum.
Kurtuldum bir zalimden, ya da zalim bir
aşktan.
Kadınların dengesizliğini bildiğine göre,
kolayca tahmin edebilirsin ki,
Bir sevgiliyi terk ediyorsam, başka bir
sevgili aklımı çeldiği içindir...
Artık onun
oldum ben.
Bir zamanlar senin olduğum gibi.
Şu hoppa halim dünyaya anlatmalı ki,
kadınların tek sabit yanı sebatsızlıklarıdır.
Sadık
kalmayı beceremeyiz biz.
Sadakatimizi
yalnızca sadakatsizliğe gösteririz .
Ama canım, sakın kıskanma.
Héloise'i
senden çalan sadece Tanrı.
Bunu sen de çok istemiştin zaten.
Ben de uğraştım, çabaladım, beceremeyeceğimden
korktum Ama işte O'nu buldum.
Şimdi beni nasıl elde ettiğini merak
ediyorsun.
Bunca yıl Tanrı'nın evinde kalıp,
O'nun yüzüğünü taşıdım, yine kayıtsız kaldım
da, ne oldu birden, diyorsun.
Sana yazdığım son mektuptan sonra çok
hastalandım ben. Doktorlar öleceğimden korktular.
Tedavi etmek için çırpındılar, durdular.
Sendin hastalığım.
Elde edemeyinceseni, ölmeye yatmıştım.
Dört hafta boyunca tek kelime etmeden, öylece
yattım. Umarsızlığıma sarılmıştım.
Sarkabileceğim bir tek o kalmıştı.
Sonra ansızın, bir sabah uyandım ki,
gitmişsin!
Yanı başımda başka bir erkek duruyordu.
Senden daha nazik, daha sevecendi üstelik.
inançsızlığımı bildiği için bana kendi
inancını verdi. Pişman değildi bakışları, yumuşacıktı.
Sitemsiz, sıcacıktı.
Öyle bir âşıktı ki, bana teslim olup elde etti
beni.
Tutkusu vardı ama şiddetli değildi.
Her şeyiyle benimdi, ama kıskanmıyordu beni.
Müşfik bir babaydı, hem de yasaklamıyordu.
Uysal bir evlattı, hem de talepkâr değildi.
Seni onun yüzünden neden terk ettigimi anlıyor
musun? Bir sevgi mucizesiydi.
Bir şükran armağanıydı.
Senin sevginin en büyük yanı, seninkinden de
büyük bir sevgi olabileceğini bilmendir. Beni senden vazgeçirip O'na yöneltmeye
çalıştın bu yüzden Başardım işte. İlgilenme artık benimle.
Emin ol ki, en azından ikimiz için de yıkıcı
olan tutkulardan uzaksın şimdi.
Bazen yaz bize.
Aristo okuyorum yine; düşüncelerini öğrenmek
isterim.
Artık benim yüzümden çıkacak tehlikeleri
bekleyerek endişe etme.
Gerçek
böyle: Ne metresinim senin, ne de karın.
Bu
sözcükleri de son kez kullanıyorum.
Artık seni ne kocam ne de sevgilim gibi düşleyeceğim.
Bana yazmasan da üzülmeyeceğim.
Nasılsa
Tanrı'nın bir parçası oldun, artık hep benimlesin.
O'nu
bularak iyice içime aldım seni.
O'nun içinden sana ulaştım.
İnsanlar Tanrı aşkından söz eder.
Boş bir laf sanki bu...
Ama şimdi benim için anlamı kesin.
Senin elin kadar gerçek.
Elini
tutuyormuş gibi sahibim ona; aslında o benim sahibim.
Bütününe
kavuştum benliğimin.
Sınırlarını O çizdi.
Ama tuhaf değil mi, sınırları sınırlamıyor
beni, tam tersine, açıyor, ferahlatıyor.
fildişi bir sunaktaki ak bir manolya gibi.
Huzurum akşam alacasına yayılıyor, suskun
boşlukta dalgalanıyor.
Felaketlerimizi pişmanlık duymadan
hatırlıyorum şimdi. Şimdi yalnız kalabiliyorum, yalnızlık duymadan.
Düş görmeden uyuyabiliyorum.
Hatta seninle olmadığım için kahrolmadan seni
düşünebiliyorum.
Abélard! Özgürsün!
Daha az değil, daha çok sevdiğim için.
Artık
rüzgârın sevdiği gibi seviyorum.
Kendimi
dalgalar gibi hissediyorum.
Varlığımın kozasından çıktım artık O'nun
sevgisi benliğim oldu.
Bunları yazarken pencereme bir kırlangıç geldi.
Şükran dolu kanat vuruşlarını seyrettim.
Bir ay önce bunu göremezdim.
Senden başka bir şey görmezdi gözlerim.
Ama şimdi, evrende yaratılmış ne varsa, şu
kuşun kanatlarıyla, hepsi uçuyor bana.
İlk kez canlıyım ben.
Kendim için öldüm madem, senin için de
ölebilirim. Onlar için de ölürüm.
Herşey için ölürüm.
işte bunları keşfettim.
Hala düşünüyorum: Nasıl oldu da becerdim!
İnsan bizim sevdiğimiz gibi sevmişse,
sonra da sevgisini yitirdiğini, ya da
değiştiğini görmüşse,
o kayıp duygusuyla kendini de anlayamaz,
sevgiyi de.
Önce sevmiş olduğundan kuşkulanabilir..
Sonra da merak eder: Bir daha sevebilecek
midir?
Oysa değişebilen aşk, aşk değildir,
ihtiyaçtır, kendini beğenmektir.
İhtiyaçlar
değişebilir, aşk ise değişmez.
Bize böyle
olmadı.
Bir şey kaybetmedik biz.
Kendimizi O'nda bulduk.
Sana sevgili derdim.
Yine de derim.
Ama bu kez sözcüğü farklı söylerim:.
Sevgili, ol, sevgi dolu, özgürleş.
Başkasını buldum.
Artık ihtiyacım yok sana.
Doğru söylüyorum. Özgürsün.
(Kalem elinden düşer. Elleri boşluğa uzanır.
Hissetmediği şeyleri yazmış olmanın, özverinin bitkinliği içindedir)
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Abélard'dan Héloise’e
Yazma bana artık Héloise.
Yalvarırım, artık bana yazma!
Aramızdaki son yazışma bu olsun.
Gerek yok artık mektuplaşmaya.
Sana veremediğim huzuru buldun.
Yine de, senden bana, ya da benden sana ulaşan
tek bir sözcük bile kaçırabilir o huzuru.
Bir türlü bitmeyen şeyin sonu olsun bu.
Sana veremediğim gibi kendim de bulamamıştım o
bulduğun huzuru.
Ne kadar mutluyum!..
Yine de itiraf ederim ki beni sevmediğini,
başka birini bulduğunu okuduğumda, kıskandım, yaralandım.
Rakibimin bir erkek olmadığını tahmin
edemedim. böyle olsa bile bağışlamaya çabaladım seni.
Önce benim yüzümden düştüğün hali düşündüm.
Sonra sana nasıl davrandığımı hatırladım
Boşunaydı. Bağışlamayı istemek başka şey, başarmak ise bambaşka.
Bağışlamayı beceremedim.
Mektubunun ilk sayfası kalakaldı elimde.
Seni benden çalan o adamdan nefret ediyordum!
Gözlerimi yumdum ki, işleyeceğim cinayeti
görmeyeyim. Kıskançlığının bana aşkının armağanı olduğunu yazmıştın.
Şimdi sana iade ediyorum armağanını...
Nefret
ettiğimiz kişinin kendimiz olduğunu fark etmek kolay değil.
Benden önce hiç kimse böyle kıskanmamıştır!
işte o anda anladım asla dürüst
davranmadığımı.
Tarih beni bir şair, bir filozof olarak değil,
bir sevgili, senin sevgilin olarak hatırlayacak.
Ve ben sevmeyi bilmiyorum!
Sevgi hakkında ne çok konuştum, ne çok
yazdım...
Unut bütün söylediklerimi. Yazdığım hiçbir
şeyi okuma!
Ondan mahrum kalmadan anlamıyoruz sevginin
kıymetini
Çünkü sevmek dediğin aşk oyunlarıyla olmaz.
Şiir yazarak olur, çiçek toplayarak olur. ..
Yeminler ederek, antlar içerek, sözler vererek
sürer.
Sevgi verdiklerimizde değil, alabilme
yeteneğimizde gizlidir.
Güvenimizle büyür; oysa kendi gerçeğimize
güvenmiyorsak güvenemeyiz kimselere.
Sevgili diyorsun bana, sevilmemi istiyorsun.
Uğraşacağım...
O kıskançlık dakikaları, ömrüm boyunca
öğrenemediğim
şeyleri öğretti bana .
Aşkın mülkiyetçi olmaması gerektiğini
söylerdim. Olmamalı... yapmamalı...
Bir filozof nasıl böyle bir şey söyler?
Filozof dediğin. sahip olduğu şeylerin
gerçeğiyle kendi arasında
doğru ilişki kurmak zorunda değil midir? işine
geldiği gibi konuşabilir mi?
"Aşk
mülkiyetçi olmamalı" diyordum, çünkü aşkın mülkiyetini
kullanıyordum.
Seni tanıdıktan ve sevdikten sonra bile,
itiraf ederim ki,
ihanet ettim sana.
Bilmiyordun bunu.
Şimdi de sana iyilik olsun diye söylemiyorum,
işime geliyor
İhanet ettim sana, çünkü başkasını seviyordum:
Çünkü kendimi seviyordum.
İnsan aşkı hep mülkiyetçidir.
Ne yazık ki apaçık görüyorum şimdi.
Belki Tanrı'nınki de böyledir ..
O yüzden yazma bana.
O'nu kıskandırmayalım bari beni kıskandırdığın gibi.
Yüreğindeki iffeti koru.
Aşktan kaçınmak değildir bu.
Sınırlamaz hiçbir şeyi, hatta biçimler.
Aşkın ölçülerinden bindir.
Bütünüyle sevsek bile ölçüsüz olmak istemeyiz.
Teslim alınmışsak da ölçüye gerek yoktur.
Artık O'nun sevgisi var yanında.
Benimkine ihtiyacın kalmadı.
Seni nasıl seveceğini bilmeyen âşığına tercih
ettiğin yeni sevgiline dikkat et: O senin ruhunu istiyor!
Unutma ki
artık İsa'yla evlisin sen.
Beni tümüyle sök at yüreğinden.
O'nun bulmuşsun madem, O'nda dinlen.
Sonsuz ihtiyacımın cevabını ben de O'nda
arayacağım. Git sevgili, bir gelin gibi, O'na git.
Bu sözlerle özgür kılıyorum seni, beni
bıraktığın gibi. O'nu kıskanmıyorum.
(Masaya bir yumruk atar. Eli çaresizlikle
boşluğa, Héloise’nin olduğu tarafa uzanır.
Işıklar hafifler, iki el üzerinde yoğunlaşır)
SON
Kaynak:
Abélard ve Héloise/ Oyunlaştıran:Ronald Duncan/Türkçesi: Zeynep Avcı
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar