HAYATIMIN NOTLARI- İSMET İNÖNÜ
(İngiliz’in
entrika masasında oyuna gelmemek kolay değildir. Birçok siyasetçide bunu
başaramamıştır. 2. Dünya savaşında Türkiye’nin dış siyasetinde İsmet Paşa’nın
taktiklerini takdir etmemiz gerekiyor.)
26 Ocak 1943:
Mühimce ve uzunca bir hastalığın nekahetindeyim.
Sokağa yeni çıkmağa başladım. Bugün de çıkacağım esnada Başvekilin beni görmek
istediğini söylediler. Ehemmiyetli bir mesele manasını aldım. Doğru Başvekâlete
gittim. Saraçoğlu, İngiliz sefiriniz kendisine verdiği haberi anlattı ve
bıraktığı yazıyı gösterdi. Mr. Çörçil benimle, hiç olmazsa Başvekille, bir
yerde buluşmak istiyor. Kıbrısı teklif ediyor. Türkiye’yi şimdi bol
mikyasta imal ettikleri en modern silahlarla teçhiz etmek ve Türkiye’nin umumî
ve tedafiî emniyetine taalluk eden meseleleri görüşmek istiyor. Bu vesileden
istifade ederek dostça umumî vaziyet üzerine de konuşacağımızı söylüyor. Kendi
genelkurmay başkanlarının Mareşal Çakmak ile buluşmasını teklif ediyor. Mühim
bir nokta olarak ta, hem kendi tarafından hem Amerika reisicumhurundan vazife
alarak geldiğini bildiriyor. Mülakatın son derece gizliliğinde çok
ısrar ediyor. Haber bundan ibarettir.
Bu sırada, Amerika Sefiri de Saraçoğlundan
randevu istedi. Onun söyleyeceğini de dinlemesi için Başvekilden, bu kadar
mühim bir görüşmeden çekinmek bizim için doğru olmayacağı hakkında birkaç
kelime konuştuktan sonra ayrıldım ve Çankaya’ya döndüm.
Amerika Sefirinin söyledikleri muhtasar. Yalnız
Çörçilin mülakat talebini kabul etmemde ısrar manası var. Sefir, Rozveltin bu
mesajını bana kendisi vermek için talimat aldığını da söylemiş ve benim
kendisini kabul etmemi istemiş.
Saraçoğlu ile beraber yemek yedik. Meseleyi
etraflıca tetkik ettikten sonra görüşülecek mevzuları tekrar ederek buluşmayı
kabul ettiğimizi derhal cevap olarak bildirmek kararını verdik. Benim
Memleketten dışarı çıkmam mümkün değil. Çörçil Memleketin herhangi bir yerine
gelirse memnun olacağım. Gelemezse, Başvekil Mareşalle beraber Kıbrıs’a
gidecek. Bu mealde cevab vereceğiz.
Cevabımızdan İngiliz ve Amerika sefirleri memnun
olmuşlar. Amerika Sefirini saat 17 de kabul ettiğim vakit o memnunluğu ben de
üzerinde görüyordum. Sefirin, konuşması arasında Stalin’den bahsederken sarf
ettiği şu cümle enteresandır:
“Harp sonunda bu adam dünyanın hürmet ve
itibarına mı (respectabilite) ehemmiyet verecek, yoksa bu kıymetler hiç umurumda
değil mi diyecek? Bütün meçhul burada”.
Biz zaten, sefirlerin halinde ve bir müddetten
beri Hariciye ile konuşmaların havasında umumî ve müphem olarak şu manayı
sezer gibi oluyoruz: Anglo-Saksonlar, artık muhakkak gibi görünen
muzafferiyetlerinde Rusların vaziyetini ciddî olarak düşünüyorlar. O zaman için
Türkiye’nin kuvvetli olarak kendileri ile beraber bulunmasını arzu ediyorlar.
Bu mülakatta bazı şeyler anlayacağız. Bizi teçhiz etmek sözleri ciddî ise
bundan bizim için yalnız iyilik ve kuvvet çıkar diye düşünüyoruz. Eğer bütün müsait mukaddimeler altında bize
müsait olmayan fikirler saklı ise, onları keşif etmenin çareside yine buluşmak
olacaktır. Bunlar bizim bu
esnadaki mülahazalarımızdır.
Bu akşam İcra Vekillerini ve Meclis Reisini evde
topladım. Daveti, cevabımızı, Başvekil tafsilatı ile anlattı. Her kes buluşma
teklifinin kabulünü doğru buldu. Maksatlar ve ihtimaller üzerine müspet,
menfi birçok şey görüşüldü. İhtimaller, büyük mikyasta, menfi müspet üç maksat
üzerinde toplanıyordu. Strate vaziyetin kendilerine elverişli olmasını
söyleyerek veya söylemeyerek Türkiye’nin artık kendileriyle beraber harbe
girmesi talep etmeleri. Yahut, teşebbüsün, sadece bizim ile Almanların
arasını tamamen emniyetsiz bir hale getirmeyi istemesi. Yahut yazdıkları gibi,
sadece Türkiye’nin bir an evvel teçhiz edilme esas tutmuş olmaları. İşte
ihtimaller, başlıca bu üç noktalarda toplanıyordu.
Bugün Başvekil, Mareşalle uzun uzadıya
görüştüğünü ve her hususta kendisiyle mutabık kaldığını söyledi.
***
27 Ocak 1943:
Casablanca'da İngiltere ve Amerika’nın
konferansı netice olarak neşir olunan tebliğ, bugünün havadisidir.
Hasımlarından şartsız teslimiyet istiyorlar ve harbi şiddetlendirme
tedbirlerini görüştüklerini ilan ediyorlar.
***
Başvekil haber verdi. Çörçil’den cevap gelmiş.
Resmî ve gizli ziyaret yapmak üzere Adana ya gelecek. Yanında büyük generaller
bulunacak. En az 24 saat kalacak. Müspet cevabımdan pek memnun olduğunu
hararetli olarak bildiriyor. Ayın 30 u için Adana civarındaki bu mülakatın
tertibleri ve teferrüatı hazırlanmaya başlandı.
Meseleyi konuştuğumuz arkadaşlardan Hilmi Uran, Memduh Şevket Esendal ve Rana
Tarhan, karşımızdakilerin maksatları daha ziyade bizi
tazyik ederek harbe sürüklemek olacağını zannediyorlar. Herhalde konuşmanın faydalı bir fırsat
olduğunu düşünüyorlar. Meclis reisi Renda, bizim gibi her iki ihtimali
düşünüyor.
Bugün öğleden sonra saat 14’te Adana tayyare
meydanına inecekler. Bekliyoruz. Ankara’dan beraber getirdiğimiz İngiliz
sefiriyle Başvekil ve Hariciye Vekilinin dünkü konuşmalarından fazla bir şey
anlaşılmadı. Fakat dikkat değer bir nokta şu ki İngiliz sefiri, ne tahmin
ettiğine dair Başvekile cevap verirken, bir malumatı olmadığını, Çörçil’in her
meseleyi mevzui bahis edebileceğini, fakat Türkiye’den harbe girmesini talep
edeceğini zan etmediğini, çünkü teklifinde zikir ettiği konuşma mevzuları
içine böyle bir talebin sığdırılamayacağım söylemiş.
Saat 14 e doğru Çörçil Adana tayyare meydanına
indi. Başvekil ve Hariciye Vekili karşıladılar, tirene aldılar, beraber yemek
yediler. Saat 16:30'da Yenice civarında hususî trenimde misafirleri kabul
ettim.
Daracık salonda karşılıklı takdimler, neşeli
olarak epeyice sürdü. Sonra yalnız kaldık. Ben, Saraçoğlu, Menemencioğlu,
Churchill, Cadogan, Knatchbull-Hugesson. Çörçil:
“Türkiye’nin şimdiye kadar takib ettiği
hareket hattını tamamıyla anlıyoruz” diye söze başladı ve ben de bundan dolayı
kendisine memnunluğumu ifade ettim. Bundan sonra Çörçil, Türkiye’yi
teçhiz etmek için konuşmağa geldiğini, bir taahhüt talep etmediğini, Türkiye
kendisini kuvvetli gördükten sonra kararını ileride gene kendisi vereceğini
söyledi. Vaziyet hakkında umumî sözler konuşuldu. Sonra hep beraber
askerlerin toplandığı büyük salona gittik.
Orada umumî içtima yapılmış oldu. Celseyi açtım
ve sözü Çörçile verdim. Çörçil bu ikinci toplantıda da söze başlarken,
Türkiye’nin şimdiye kadarki siyasetini anladıklarına dair birinci toplantıdaki
sözlerini umumî olarak tekrar etti. Sonra, evvelden hazırladıkları uzun bir
muhtırayı fransızcaya terceme ederek okudu. Burada, Ordumuzun
silahlandırılmasına dair meselelerin teferrüatı, tafsilatıyla anlatılıyor.
Şimdiye kadar gelmiş, yola çıkıp ta gelmemiş, henüz yola çıkmamış olan malzeme;
yeni taleplerimiz; taşıma vasıtaları, Memleketin yollarının taşıma
kabiliyetinin artırılması; yeni silahların talimi için karşılıklı tedbirlerin
görüşüleceği tasrih ediliyor. Siyasî olarak fazla bir şey yok. Yalnız,
Almanların petrole olan ihtiyaçlarının tatmini için gelecek yaz Anadoludan
geçmek teşebbüsünde bulunabileceklerini ve Almanların Bulgarları teslih
ettiklerini Müttefikler göz önüne alarak Türkiyeyi silahlandırmak istedikleri,
baştaraflarda söyleniyor. Sonra, gene bu muhtırada, Türkiye’nin
Balkanlarda anarşi çıkmak ihtimaline karşı kuvvetçe hazır olmasından,
bahsediliyor. Askerî meseleler konuşulmak üzere bizim tekrar ayrılmamız ve
askerî meseleleri generallerimize bırakmamız evvelce kararlaşmıştı. Ben
Çörçil'in beyanatına cevap verdim. Anladığıma göre, Türkiye’nin bir an evvel
silahlandırılması işi konuşulacağını, Türkiye’nin şimdiye kadar olduğu gibi bitaraflık politikasını takip edeceğini,
Türkiye’nin ileride menfaatleri veya etrafında anarşi çıkması gibi sebeplerle
harekete geçmesi icab ederse buna da müstakil olarak kendisi karar vereceğini
murad ettiklerini söyledim. Çörçil anlayışımı tasdik etti. Umumî toplantıyı
askerlere bırakarak çekildik. Tekrar benim küçük salona geldik.
Bu ikinci konuşmada Rus-Alman muharebesinin
vaziyeti tetkik olundu. Çörçil, gerek Almanya ile İtalya’nın ve gerek bunları
müttefiklerinin sarsıntılarını ve iç vaziyetlerinin zorluklarını anlatıyor.
Muharebenin ne kadar süreciğini bilmediklerini söylüyor. On sekiz aya kadar
rakamlar zikir ediyor. Hep kendi zihninde
tasarladığı esas noktalara bağlı kalmağa çalışıyor. Başka mevzuları hem güç
anlıyor, hem ters anlıyor.
Bir aralık Çörçil, birden bire hatırlayarak
Kraldan mesaj olduğunu söyledi ve arkadaşlarından mesajı aradı. Sonra ayağa
kalktı, vaziyetine ağırlık ve resmilik vererek Kiralının mesajını bana takdim
etmekle şeref kazandığını söyledi. Ben de ayakta kâğıdı elinden aldım,
gözlüğümü takarak okudum, Kralın çok dostane ve lütufkârane mesajından memnun
olduğumu hararetli sözlerle söyleyerek kendisine ayrıca cevap vereceğimi
bildirdim ve oturdum.
Söz arasında ben, Rus-Alman cephesindeki
muharebenin henüz mahiyeti kati bir şekil almadığını, Almanların Kafkasya’da,
Stalingrad'da durarak kışı geçirmek planlarının suya düştüğünü, şimdi yeni bir
hatta çekilip toplanmak kararını verdiklerini; fakat bu yeni hattaki çarpışma
neticesi ne olacağının bilinmediğini söyledim. Bu netice, bir taraf için ağır
bir darbe ve yahut dalgalanmadan sonra karar bulup durulma şeklinde olabilir
dedim. Bu mevzuda Çörçil, bir defa, hararet ve tehalükle (İstekle atılma.
Tehlikeye aldırış etmeden, birbirini çiğneyecek gibi koşuşma) söze karıştı.
Ruslarla Almanlar arasında bir anlaşma (accord) ihtimali olmadığını uzun uzun
anlatmağa başladı. Saraçoğlu müdahale ederek benim sözlerimde bir (accord)'a
ima olmadığını söyledi ve kendi adamları da kendisine bir iki kelime
söylediler. Bir de, Rus-Alman cephesinin istikrar bulmasından bahsolunurken
Çörçil söze karışarak belki de kati netice hasıl olacağını söyledi. Ruslara
sadık olmak ve onlara karşı bir şüphe göstermemek noktası zihninde en çok yer
etmiş görünüyordu. Bir aralık ta, Molotofun Londrada iken Baltık devletlerini
istediğini ve bu memleketler evvelce Rusya’ya aid oldukları halde bile talebi
kabul etmeyerek Atlantik Paktı hükümleri içinde kaldığını hikâye etti, ve hemen
konuştuklarının kati olarak mahrem kalmasını işaret etti.
Ben, Rusya ile müttefikleri arasındaki
münasebetleri her hangi bir surette bulandırmak arzusunun bizim fikrimizden
tamamıyla uzak olduğunu, muharebe vaziyetinin icarlarını iyice kavradığımızı,
bizimle bugün konuşurken bu esas noktalarda bir birimize emniyetimiz olmazsa
serbest konuşmak mümkün olmayacağını söyledim. Sükûnet ve istirahat his ettiği
aşikâr bir surette görünüyordu. Bundan sora Rusya ile münasebetlerimizin
safhalarını kendisine anlattım. İngilizlerle ittifak muahedemize nasıl taraftar
iken Almanlarla anlaştıktan sonra İngilizlerle ittifak etmiş olan Türkiye’nin
kendileriyle bir alakası kalmadığını söylediklerini, Fransa 1940'ta düştükten
sonra telaş ederek bize sokulduklarını, fakat Almanlar Molotofu Berline çağırır
çağırmaz tekrar tamamıyla uzak bir vaziyet aldıklarını ve Bulgaristan’a
Türkiye aleyhinde ittifak teklif ettiklerini ve Bulgarlar bunu kabul ederse
kendilerinin de tripartit muahedesine, yani İngiltere aleyhine, harbe
gireceklerini söylediklerini anlattım.
“Almanya ile Rusya arasındaki muharebenin
sebebi, şarki Avrupa’nın taksiminde uyuşamamazlıktır. Ruslar, Balkanlar dâhil
olarak, şarkî Avrupa’yı kendileri istediler ve Almanlara İngiltere ve
Amerika’nın elinden Okyanusları almasını teklif ettiler. İhtilafın temeli
budur. Bir noktayı daha söyleyeyim. Şimdi ittifak halindesiniz (Çörçil: “Harbi kazanmak İttifakı" diye bir tabir söylemekten kendini alamadı).
Harptan sora Rusya’nın sizlerle ve bütün dünya ile insanca ve makul münasebetler
muhafaza etmesi için bütün sebepler vardır. Hep temennimiz budur. Ümidimiz de
kuvvetlidir. Fakat bu kadar tecrübeden sonra her ihtimali düşünmemiz ve
tedbirli olmamız bizim için lazımdır”, diye sözü bitirdim.
Çörçil, rahat ve aşikâr bir tehalükle: “Tedbirli, elbette” diye cevap
verdi.
Bir aralık sözü, bir iki defa yaptığı gibi, yine
Rozvelt e nakil ederek konuşmalarımızdan çok memnun olacağını tekrarladı ve
ona benim tarafımdan bir mesaj yazılmasını teklif etti. Müsbet cevap verdim.
Benim konuştuğum mevzulardan biri de şudur.
Dedim ki: “Bize silah vermeyi
teklif ediyorsunuz, ne miktar istersek vereceğiz diyorsunuz. Fiyatı nedir.
Nasıl ödenecektir? Bunlara dair hiç bir şey söylemiyorsunuz. Bize bu emniyetin
sebebi nedir?”
Çörçil şaşırdı. Cevap bulmaya çalışıyordu.
Cadogan ile Sefir kendisine yardım ettiler. Ben de şu suretle yardım
ettim:
“Aramızdaki emniyette yeni bir merhale
görüyorum. Bizim için, Büyük Britanya ile bu harp esnasında ve harpten sonra
emniyet ve itimad içinde yaşamak kanaatimizin esasıdır. Şimdi sizin
hareketinizde bir itimad tekâmülü vardır. Bunun sebebini bilmek istiyorum”.
Çörçilin şaşkınlığı dağıldı, fakat gene
açılmaksızın umumî hatlar üzerinde kendisini izah etmeye çalıştı. “Türkiye’nin kuvvetli olmasını istiyoruz.
Türkiye’nin silahlarını hiç bir zaman bize çevirmeyeceğine inanıyoruz. Türkiye
yolları kapıyor. Kuvvetli olarak bu kapama işine devam etmesini istiyoruz” gibi deliller saydı. Ben
de bu kadarla bıraktım. Bu kadarı da, benim beklediğim delilleri açıkça
söylemekle beraber, gene iyi idi.
“Almanya’nın mahvini düşünüyormusunuz?” diye sordum. Çörçil, hararetle, Almanya’nın
elbet mahvedileceğim, silahlarının kâmilen elinden alınacağını, bir daha
fenalık yapamayacak hale getirileceğini anlattı. Herhalde sualimi iyi anlamamıştı.
Nitekim, ertesi gün Alman milletinin mahvedilmeyeceğini yazıyla da söylüyordu.
Alman milletinin mahvı meselesi ile bugünkü Almanya’nın mağlup edilip
edilemeyeceğini bir birine karıştırmıştı.
Bir sulh muahedesi düşünmüyorlar. Avrupa’da uzun
bir mütareke devri kuracaklar. Avrupa’da teşkilat ve yeni devletlerin teessüsü
ve işe başlamasını fiilî olarak tahakkuk ettirecekler. Umumî olarak
anlaşılanlar bunlar.
Türkiye’nin silahlanmasına bugün üç muhtelif
sebep söylendi. Birisi, Almanlar Bulgarları silahlandırıyorlar. Türkiyeci
bunun karşısında zayıf bırakmak istemiyorlar. İkinci sebep, Türkiye kuvvetli
olmalı ki Bulgaristan’da veya Balkanlarda çıkacak anarşiye karşı hazır
bulunsun. Üçüncü sebep olarak ta deniliyor ki Almanlar şimalde Rusya’da ve cenupta
Afrika’da muvaffak olamadılar. Şimdi merkezden bir ileri hareket teşebbüsleri
beklenebilir. Onun için Türkiyeci kuvvetli bulundurmak lazımdır.
Konuşmaya nihayet verirken: “Yarın Avrupa
organizasyonunu konuşuruz" dedim. Bir az telaşlı olarak cevap vermek
gayretini gösterdi. Sonra bıraktı.
Vakit geç. Yemeğe gittik. Gayet neşeli ve şen
bir hava içindeyiz. Mareşal de generallerle görüşmüştü. İntibalar hep müspet.
Sözlerinde, bizim harbe girmemizi talep etmeksizin silahlanmamızı istiyorlar
gibi inanılmayacak derecede iyi bir mana var.
Yemek pek neşeli geçiyor. Çörçil çok konuşuyor,
çok nükte yapıyordu. Başvekille, kendi arkadaşlarla hakikaten tatlı olan
şakaları, meclise neşe veriyordu. Hitler, kendisine
sarhoş ve generallerine ahmak diyormuş. Şimdi, Hitlere o fikir gelecek ki harbi kazanmak için sarhoş ve
ahmak olmak lazım imiş. Arada bana, Hitlerin mülakatımızı işittiği zaman ne
düşüneceğini ve ne yapacağını merak ettiğini söylüyor, ve geniş ve rahat
edalarla gülüyordu. Geç vakte kadar sofrayı hakikaten şenlendirdi. Ertesi günü
gene misafirimiz kalacağını ve pazartesi günü (1 Şubat) geri döneceğini
söyledi. Saat 11'de buluşmak üzere ayrıldık.
Biz hep sükûnet bulmuş halde ve iyi tesir içinde
bulunuyoruz. Menemencioğlu, benim Rozvelte mesajımı ve ihtiyatlı olmak için bir
tebliğ suretini hazırlamıştı. Hem mesajı konuşmak: hem sabahleyin ilk teması
yapmak üzere İngilizlerin yanına gitti. Bir az sonra dönerek düşündüğümüz
mesajı beğendiklerini ve bugün öğleden sora avdet etmek fikrinde olduklarını haber
verdi. Gerçekten, bu konferansta yapılması mümkün olan işler bitmek üzere
olduğu için bugün avdet etmelerini az çok tabii bulduk. Saat 11.30 a doğru
Çörçil, yine dünkü gibi, iki arkadaşı ile geldi, ve dördüncü toplantımızı
yaptık. Çörçilin elinde kâğıtlar vardı. Söze başlayarak bundan sonraki münasebetlerimizin
üç safhası olacağını sayıyordu.
Birincisi, bizim
silahlanmamız ve bitaraflık devri olacak.
İkincisi, bitaraflığın
liberal bir surette tefsiri devri diyordu. Bu devirde tayyarelerle gidip
Romanya petrollerini dövmeyi ve yahut Boğazlardan istifade etmeyi misal gibi
zikir ediyordu.
Üçüncü devir,
Türkiye’nin kendileriyle beraber hareket etme zamanı olacaktı.
Saraçoğlu ile münakaşeye tutuldular. Bizim
Başvekil, bu dediklerinin otomatik olarak harbe sebep olacağını izah ediyordu.
Çörçil: “Boğazlardan istifade meselesine bırakalım, o çok sonraki iş gibi
bir tavır aldı, ve tayyare işi için de İsviçre üzerinden nasıl geçtiklerini ve
İsviçrenin protestolarını hikâye etti. Esaslı ve saklı emri vaki maksatları
olduğunu zanettirecek bu safha, tekrar sükûnet buldu ve zamanı gelip biz
müstakillen karar verinceye kadar birinci safha devam edecek gibi bir mana
ortaya yayıldı.
Bundan sora Çörçil, 24 Kasım 1942 tarihi ile
kendisinin Staline yazdığı bir telgrafı bana gösterdi. Bunda, Amerika reisi
cumhuru ile hemfikir olarak Türkiye’nin artık kendi yanlarında harbe iştirak
etmesi zamanı geldiği ve Türkiye’ye teminat vermek icab ettiği yazılıyor, ve
Türkiye’ye yardım için kendi 9uncu ve 10 uncu ordularından meydana getirilecek
büyük bir ordunun yakında Suriye’de toplanacağı söyleniyordu. Stalin, 28 Kasım 1942
tarihli kısa cevabında, Türkiye’nin kendi yanlarında muharebeye girmesi için
düşünülen tertiplerle tamamıyla mutabık olduğunu ve bu meseleye kıymet
verdiğini söylüyordu. İngilizce olan bu vesikaları arkadaşlarıma hemen verdim.
Süreyya Anderiman kendilerine terceme etmeye başladı. Çörçil suretlerinin
alınmasından, hele Stalin'in telgrafının suretinin alınmasından sakınıyordu ve
telgrafın kendisine ait olmadığını söylüyordu. Bugünkü konuşmalar, bana iyi
tesir etmiyordu. Çörçil açık yürekle her şeyi bana gösterdiğini söylüyordu.
Ben: “Haberimiz olmadan
arkamızdan plan yapmışsınız. Bu nasıl şeydir?” diye sordum. İyi
anlamadı. Kendisine anlattılar. Bunda fena bir şey olmadığını ve açık yürekle
bana her şeyi gösterdiğini izah etmeye çalışıyordu. Bu münakaşayı uzatmayarak
önümüzde bulunan diğer uzun bir vesikayı süratle okumaya başladım.
Bu vesikanın ilk maddelerinde, Almanya ile
İtalya’nın kayıtsız ve şartsız tesliminden sonra, iki Anglo-Sakson devletinin
bütün kuvvetlerini Japonya’ya karşı çevirecekleri; ahdî bir anlaşma olmamakla
beraber Rusya’nın da bu hususta kendilerine iltihak etmesinin muhtemel olduğu;
“mücrim” milletlerin silahları alınmakla beraber bunları mahvetmek veya
hayatlarını kazanmaktan ve şerefli ve namuslu bir hayat sürmekten menetmek için
hiç bir teşebbüste bulunulmayacağı; mağlubların harp ceremesini
ödeyemeyecekleri tecrübe ile anlaşıldığından harap Avrupanın ve bilhassa
Rusya’nın yeniden yapılması işinin galiplere düşeceği ve bu işin uzun seneler
devam edeceği söyleniyordu.
Sonra Türkiye’nin ne şekilde harbe
sürüklenebileceği anlatılıyordu. Buna göre Türkiye, Almanlar tarafından tecavüze
uğraması yahut Balkanlarda çıkacak anarşiyi önlemeye yardım için müdahale
etmesi ve yahut ta kendisi hisleri Atlantik Beyannamesindeki yüksek fikirlerle
ahenkli olduğundan dolayı harbe girebilirdi. Fakat bunu hemen takib eden
satırlarda, Türkiye’nin kendisini bir felakete sürükleyecek şekilde muharebeye
girmekten sakınması sarih olarak isteniyordu. Bununla hem hazırlık, hem
münasip zaman murad edildiği anlatılıyordu. (Bir konuşmamız esnasında da
Çörçil; “Siz bugün hemen muharebeye girelim deseniz ben dizlerinize
kapanarak sizi vaz geçirmek isterim, zamanı değildir derim” demişti).
Münasip zaman olarak Almanların tehlikeli halden
çıkması, uzaklaşması; Balkanların anarşiye düşmesi gibi misaller ayrı bir
maddede öyle zikir ediliyordu ki Türkiye’nin harbe girmesini, ancak en son
safha için göz önüne aldıkları gösteriliyordu.
Türkiye’nin emniyeti için Onun galipler arasında
sulh işinde bulunması lüzumundan bahsolunuyordu.
Bir yerinde, harpten sonra bazen olduğu gibi,
galipler arasında kavga mı çıkacak, yoksa galipler aheng içinde mi yürüyecekler
bilinmezse de ahengin muhafaza ihtimalinin kuvvetli olduğu söyleniyordu. Diğer
bir yerinde, Rusya’nın harpten birçok tahribatla çıkacağı ve İngiltere ile
Amerika kendisine yardım edecekleri cihetle dostluğun devam eyleyeceği
anlatılmak isteniyordu. Avrupa teşkilatı olarak büyük devletler, küçük
devlet grupları ve Küçük Asya devleti gibi bir sayı gösteriliyordu.
Vesikadaki tafsilattan bu noktalar derhal
gözümüze çarptı ve bizi teskin etti. Vesika bize iyi tesir etmişti. Çörçil
bundan çok memnun oldu. Vesikanın üzerine bir ad takmak için (Pensees
Matinales) ser lavhasını koydu. Ben Çörçil’e: "Umumî istikamet takriben
budur, ve siz bu tarzda hareket ederseniz her şeyi istihsal edersiniz” dedim.
Bundan sora, Çörçil ve arkadaşlarıyla benim
arkadaşlarım arasında resmî tebliğin mütalaasına başlandı. Karşılıklı iki
projenin üzerinde uzunca konuşularak tafsilatlı ve pek gösterişli bir tebliğ
meydana çıktı. Tebliğ maddelerinin münakaşası esnasında Çörçil bir aralık
hararetlenerek: "Dün Reisi cumhur
bana: “Bize bu kadar şey veriyorsunuz, sebebi nedir?” diye sormuştu. Şimdi Avam
Kamarasında bana aynı suali soracaklar, ne cevap vereceğim? Bu tebliğde bir kaç
müphem cümle bulunursa, bunları göstereceğim. Bunları elimden almayınız” diye sızlandı. Bizim Başvekille de görüşerek
anlaştılar ki Avam Kamarasında Çörçil beyanat yaparken bizden bir taahhüd
istemediğini ve bizim de bir taahhüd almadığımızı ifade edecektir.
Bizim Başvekil de aynı mealde beyanatta bulunacaktır. Tebliğin bir mühim
noktası, bizim şimdiye kadar takip ettiğimiz politikanın İngiltere tarafından
sempati ve anlayışla telâkki edildiğinin zikir edilmesidir. Bununla biz,
ittifak muahedesine rağmen harbe girmemek ve vaziyeti bugüne kadar idare etmek
için geçirdiğimiz tatlı, acı ve bazen pek sıkıntılı ve buhranlı çekişmelerde
haklı olduğumuzu Çörçil’e tasdik ettirmiş olduk. O Çörçil ki İtalya’nın
harbe girmesinde, İtalyan-Yunan harbinde ve en nihayet Almanların Balkanlarda
ilerleyişinde harbe girmemiz için pek ziyade Israr etmiş ve bu şüphelerinden
hiç bir zaman vaz geçmemişti.
Umumî bir toplantı yaparak askerlerin mutabık
kaldıkları bir vesika ile resmî tebliğ suretinin kabul edilmesini istiyordu.
Yemek yerken bunu yapmış olduk. Öğle yemeği, İngiliz heyetini Adana meydanına
götürürken yendi. Sofra pek neşeli idi. Çörçil, bizimle konuşup anlaşmanın
kolay olduğunu söylüyordu. Memnun görünüyordu. Yemekte resmî ve gösterişli tost
yaptı, Türkiye’den iyi dileklerle bahsetti, rahmetli Atatürk’ün evvela muarızı [karşı,
zıd, ters], sonra hayranı olduklarını anlattı. Benim için ve Türk
Milleti için iyi dileklerde bulundu. Tosta ben cevap verdim. Kendisini,
idealin, vatanseverliğin ve enerjinin şahıslanmış timsali olarak takdir ettim.
İngiltere Kiralının, İngiliz Milletinin ve misafirimiz olan büyük askerlerin
sıhhatlerini temenni ettim. Sonra vedalaştık.
Kaynak:
İsmet İnönü Hayatımın
Notları, Cogito Sayı 29 Selçuklular, Yapı Kredi Yayınları | 2010, sh: 297-310
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar