Print Friendly and PDF

Hz. Mevlana Hakkında Dediler ki

 


 

AHMET KABAKLI

Küçük bir kitap içerisine Mevlana’yı değil görüntüsünün bile sığdırabilmenin çok zor olduğunu belirtmek istiyorum. Onu anlatmaya çalışmak,bir okyanus içine bir kovayı daldırıp uzaklara taşıdıktan sonra “Alın, Okyanus budur!” demeğe benzer. O kovadaki su , evet, hem Mevlana‘dır, hem de asla o değildir. Lkin şunu da söyleyelim:

ASAF HALET ÇELEBİ

Tennûre giymiş ağaçlar

Aşk niyaz eder, Mevlânâ.

İçimdeki nigâr başka bir nigârdır,

İçimdeki semâ’a

Nice yıldızlar akar,

Ben dönerim,

Gökler döner..

Benzimde güller açar

Güneşli bahçelerde ağaçlar.

“Halaka-s semavati-vel’ard”

Yılanlar ney havalarını dinler

Tennûre giymiş ağaçlar

Çemen çocuları mahmûr

Caaan...

Seni çağırıyorlar

Yolunu kaybeden güneşlere

Bakıp gülümserim

Ben uçarım,

Gökler Uçar...

ARİF NİHAT ASYA

Yıldız kümelerinin, güneş manzumelerinin düzenine uyarak dönerler; döndükçe -derecelerine göre- ya ağırlıklarından, ya ağırlıklarını kaybederler, bir tüy hafifliği duyarlardı. Bu alışıklıkla semâ’ dışında da taşı, toprağı basamağı ve yeryüzünü- yine hafif- leyebilme derecelerine göre- ağırlıklarıyla rahatsız etmeden yahut bastıkları yere ağırlıklarını duyurmadan gezerlerdi... Hayatta da böyleydiler. Belki yeryüzünde hâlâ böyle yaşayanlar vardır.

MUHAMMED İKBAL

Allah, önümüze bir merdiven koydu. Onu basamak basamak çıkmak gerekir.

Allah’ın nimetine, lütfûna şükretmeye çalışmak,irade-i cûziyedir.

Senin cebriliğin ise, o lütfu inkârdır.

Onun verdiği nimete şükretmek kudretini artırır

Cebir ise, Allah’ın nimetini elinden alır.

Bizim dininmizde iş, cihadda ve mücalededir. İsa dini ise dağa ve mağaraya çekilmedir.

İnsan, kıyamete kadar sınanmaktadır.

İnsan nohut misalidir; pişmelidir ki gıda olsun, Kuvvet olsun, ormanlarda arslan kesilsin.

“Allah kalple tecelli ettiği müddetçe vücûd atıl kalmaz

İnsan ağacı hiçbir zaman hareketsiz değildir

Her an dünya yenilenir; fakat biz dünyayı daima durur gördüğümüzden sürekli değişmeden haberdar olmayız.

Hayat tıpkı su gibidir; yeniden yeniye hep akıp gider.

SAMİHA AYVERDİ

İnsanoğlu, yediyüz senedir Mevlânâ Celaleddin Rumî’yi bir tanrı mirası gibi benimseyip, görünen ve görünmeyen her cephesinden söz etmiştir.Değil bir yedi asır, O’nun vasfında kelâmını, merâmını kıyamete kadar seferber etse, gene de bu hakîm, şâir, âlim ve bilhassa Hakkın yüce velîsi Mevlana’yı söylemeye kanamıyacak, doyamıyacak, şevkini, zevkini, hayranlığını terennüm etmekle tüketemiyecektir.

NİHAD SAMİ BANARLI

Bugünkü bilgimize göre Anadolu’ da Türkçe şiir söyleyen ilk şairlerden biri de Mevlâna’dır.

“Gele sen bunda sanâ nen garazum yok işidürsen

Kala sen anda yavuzdur yalunuz kande kalur sen Çelebîdür kamu dirlik Çalab’ â gel ne gezer sen Çelebî kulların ister çelebîyî ne sanur sen Ne oğurdur ne oğurdur Çalab ağzında kığırmak Kulağın aç kulağın aç bola kim anda dolar sen”

“Buraya gel ! Sana hiçbir kötü niyetim yok, işitiyor musun ? Orda kalman fenadır, yalnız nerede kalacaksın ?”

“Bütün hayat tarikat şeyhidir. Allah’a gel, ne geziyorsun ? Şeyh kullarını istiyor, Şeyhi sen ne sanıyorsun ?”

“Ne saadettir ne saadet, Tanrı ağzından çağırmak... Kulağını aç ! Kulağını aç ! Olur ki ondan dolarsın.”

ŞEFİK CAN

Mevlânâ’nın mübarek dudaklarından dökülen şiir yazılmasaydı biz Mevlânâ’yı tanımayacaktır. Bu sebeple Mevlânâ’yı bulmak isteyen şiirlerinin içine girsin. O’nun aşkı, imânı, heyecanı, duyguları, düşünceleri hep şiirlerindedir. Bu yüzdendir ki, “Mesnevî-i Şerif” ve “Divan-ı Kebir” olmasaydı Mevlânâ da olmayacaktı.

DOÇ. DR. HİKMET CELKAN

Mevlânâ bütün eserlerinde ve vahdet-i vü- cud felsefesinde insanları hep sevgi çemberinde birleşerek kaynaşmaya çağırmış; taassuptan, dogmatiklikten uzak, insanı ve âlemi geniş boyutlu bir inanç ve tefekkür zemininde inceleyerek, ferdin kendi kendini ıslah etmesini isteyen bir ahlâk sistemi geliştirmiş ve her türlü dinlerin, inançların, düşüncelerin üstüne çıkarak akıl ve gönül sentezine ulaşmış büyük bir düşünür ve o kadar da büyük bir eğitimcidir. O’nun sistemiyle vücud bulmuş. Mevlevîlik, aynı geleneği devam ettirmiş bünyesinde

III.      Selim, II. Mahmut, Sultan Abdülmecid gibi padişahları; Dede Efendi, Hafız Post, Mustafa Itrî Efendi gibi büyük bestekârları barındırarak Klasik Türk Musikisi ve Şiirine feyz veren bir terbiye ocağı olmuş, Türk kültür ve eğitimine asırlarca hizmet etmiştir.

AHMET ŞEREF CERAN

Hz. Mevlâna’nın tasavvufi sistemi, babası Bahaüddin Veled yoluyla Hz. Peygamber’e kadar ulaşır. Sohbeti de Seyyid Burhaneddin’e dayanır. Sisteminde Hz. Peygamber ’in meşrebinin feyzinden faydalanmıştır. Tevhide dayanan özünü şu sözleriyle ifade etmektedir: “Tevhidde arayan (talib) ile aranan (matlub) ın sıfatlarını ayrı gören ne arayan ne aranandır. Ululuğu görenin temiz nazarında iki alem (dünya ve ahiret) horozun önündeki tane gibidir.

ABDULLAH CİZRE

Ömrü boyunca Mevlânâ, ilim ve tasavvuf ile uğraşmış ve bu alanda dünya çapında bir şöhret kazanmıştır.Türk Tasavvuf Tarihinin altın sayfalarında yer almış bulunan bu seçkin sima,bu din ve bilim insanı bizim için her zaman bir övünme vesilesi, çalışma örneğidir.

Mevlânâ’nın gönül ehlince “Âşıkların Kâbesi” sayılan Konya’daki türbesi “Yeşil Türbe” -ki kapısında bu ibare Farsça olarakyazılıdır- yalnız ölüm yıldönümlerinde değil, yılın her mevsiminde ve özellikle turizm aylarında binlerce yerli ve yabancı tarafından ziyaret edilmektedir.

MESERRET DİRİÖZ

Mevlânâ... Mânâsı: Efendimiz ... Bu şimdiye kadar milyonlarca büyük insana hitâb edilen umûmî tabir, bir hamlede,o büyük dahi’ye âlem oldu. Artık, Mevlânâ deyince, 604 Hicret senesinde, Mübarek kudumiyle dünyayı şereflendiren, Sultanül-ülemâ Bahaeddin Veled’in oğlu, Muhammed Celâleddîn Rûmî hatıra gelir.Bir nazım şekli olan “Mesnevî”nin, O’nun büyük eserine âlem olması gibi...

Umûmi’yi husûsî, ağyârı yâr ve küfrü, iman yapan adam... O, bir ömür boyunca, sonsuz gerçeği nihâyetsiz zamanlara anlattı. Böyle bir kimseyi, şu anda, dakikalara, hattâ saatlere sığdırmak mümkün mümüdür? Vefatından bugüne kadar, Şarkta-Garpta, Kürre-i Arzın dört bucağında, O’nun hakkında yazılmayan ve söylenmeyen bir şey kalmadı.Nâmına bir tarikat teşekkül etti. Hattâ, tahta, cülüs eden Âl-i Osman padişahları, O’nun sülâlesinden gelen “Çelebi”ler eliyle kılıç kuşandılar. Mevlevî zaviyeleri, her tarafta, ilim, irfan, şiir ve musiki merkezleri oldu. Eflâkî’ler, Ankaravî’ler, Sarı Abdullah Efendi’ler, Fasîh’ler, Sineçâk’ler, Şeyh Galib’ler, hep bu mektebin yetiştirdiği binlerce isimden, ilk hamlede hatıra gelen birkaç tanesidir.

NECDET EKİCİ

Mevlâna maddeden önce insanın; insandaki o büyük mana aleminin keşfinden yanadır:

“Bir can var canında o canı ara

Beden dağındaki gizli mücevheri ara

Ey yürüyüp giden dost bütün gücünle ara

Ama dışarda değil, aradığını kendi içinde ara.”

PROF. DR. BİROL EMİL

Büyük milletlerin tarihini yapan sadece askeri ve siyasi zaferler değildir. Vasfı kazandıran başka zaferler de vardır. Bunlar manevi gücün ve maneviyat adamlarının vücuda getirdiği büyük kültür ve medeniyet eserleridir. Maddi kudretine (La force brutale) manevi kudretine (La force sprituelle) katabilen millet büyüktür ve onun bugünkü zaafları ne olursa olsun tarihin derinliklerinde büyüklüğünün yanında yeşerecek tohumları daima mevcuttur.

Niçin övünmeyelim ? Dünya tarihinin en büyük hadisesi olan Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma tarihi bizimdir. Biz onu hem Alpaslan gibi askeri ve siyasi dehalarımıza, hem de Mevlâna ve Yunus gibi yeni bir ruh ve iman hamlesi yaratan büyük inanmışlara, gönül adamlarımıza borçluyuz.

SEYFETTİN ERŞAHİN

Mevlâna’nın etkisi bütün Anadolu’yu hatta komşu ülkeleri bile kaplamıştır. Komşu ülkelerde oturan din adamlarından bir kısmı da büyük mürşidin manevi nüfuzuyla İslamiyet’e girmişlerdir. Bunu örnek alarak İstanbul yakınlarında bir manastırda rahiplik yapan Hıristiyan’ın daha Mevlâna’yı göremeden İslam’ı din olarak seçerek O’na mürid olduğunu zikredebiliriz.

Mevlâna’nın yerli Hıristiyan halk üzerindeki etkisini görmek için O’nun cenaze törenine iştirak edenlere bakmak yeterlidir. Müslümanlar kendisine ekmek, su kadar ihtiyaç duydukları büyük pîrlerinin tabutunu eller üzerinde taşırlarken cenaze alayına Hıristiyan halkın da akın akın katılmakta olduğunu görürler. Bu durumu engellemek isteyen Müslüman- lara, Hıristiyanların ve Yahudilerin cevabı şu olur:

“Siz Müslümanlar Mevlâna’yı bu devirde Hz. Muhammed’in temsilcisi kabul ediyorsanız biz de O’nu Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın temsilcisi olarak biliyoruz.” Diyerek törene sonuna kadar iştirak etmişlerdir.

(HAVVA) EVA DE VİTRAYMEYEROVİC FEYZİ HALICI

Mevlâna her ne kadar şiiri bir araç olarak kullandığını söylerse de o onüçüncü yüzyılın en güçlü, en orijinal bir şairidir. Şiirleri bugün dahi deyiş kudreti, teşbihleri, imajları ile günümüz şairlerini etkileyecek, onları hayran bırakacak bir güzellikte, bir inceliktedir. Yediyüz yıl önce Mevlâna’nın şahane bir üslup içinde, gönül diliyle söylediği şiirler sınırsız, süresiz, sonsuz bir zaman içinde insanoğlunun mutluluğunu, Hakk’a vuslatını dile getirmekte, insanoğluna yepyeni bir “yaşama sevinci” sunmaktadır.

SEYİT KEMAL KARAALİOĞLU

Mevlâna, sanatı mabede sokar, sanatı ibadetten sayar. Onun için, hayatın her anı, her davranış şiir, musiki, sema, bütün güzel sanatlarla uğraşmaktan ibarettir. Tanrıya ulaşmanın tek yolu insandaki hayvanı yenmek, üstün insan olmaktır. Tanrı aşkının insanı temizleyip yücelttiğine, Tanrıdan kopan ruhun Tanrı aşkıyla kanatlanarak, nefis denilen ihtiras ve madde engelini aşıp tekrar Tanrıya varacağına inanır.

PROF. DR. ABDÜLKADİR KARAHAN

Unutmamak gerekir ki: bir sofi için, hayat: Allah Teâlâ’ya dönüş seyahatidir. İdeal insan korku ve vehimden yakasını kurtarabilendir. Ölüm geldiğimiz yere dönüşten ibarettir.

Mutasavvıf büyük bir şair olarak Mevlâna Ce- laleddin-i Rumi, iyiliğe yönelmek, kötülüğün geçici olduğuna inanarak ondan sakınmak, hayırlı işleri yararlı davranışlarla insanlara ve Müslümanlara hizmette bulunmak, samimiyet ve saffetle hareket etmek, Allah (c.c.) dan başkasına kul olmamak gibi en yüksek ahlakî vasıflarla manen giyimli olarak tasavvufun önce insanlar için istediği bir yaşayışı seçmemizi telkin ve tavsiye etmiştir.

NEVİN KORUCUOĞLU

Mevlâna’nın hayranlarından bir tasavvuf şairi olan 3. Murad Konya dergahını tamir ettirmeye gelmiş şu içli şiiri ile padişah olduğu halde toprağına yüz sürmek istediğini, aşkını, inancını tevazu içinde anlatmıştır. Mevlâna’ya verdiği lakap Molla Hünkar, astan dergah eşik anlamındadır. Gülbank mesnevi ayinlerinde okunan duadan biridir. Şiir şöyledir:

Beyler Hazreti Pîre gidelim

Görelim Molla Hünkarı

 Yolunda zahmet çekelim

Görelim Molla Hünkarı

Gelin gülbengini çekelim

Astanına bakalım

Çerağı ondan yakalım

Görelim Molla Hünkarı

Yanar altın kandilleri

Sema döner dedeleri

Ebubekr nesilleri

Görelim Molla Hünkarı

Sultan Murad varmak ister

Canı özler görmek ister

Hâkine yüz sürmek ister

Görelim Molla Hünkarı

YILMAZ ÖZTUNA

Ölümsüz şiirleri, yüzlerce Türk bestekârı tarafından bestelenmiştir. Mevlâna Celaleddin-i Rumi Türk’lüğün insanlık alemine kazandırdığı en büyük isimlerden biridir.

PROF. DR. ÂMİL ÇELEBİOĞLU

Hakiki büyük insanları yakından tanırsak onlarda, Peygamber ve velilerde daima yanan insanlık sevgisi ateşinin kıvılcımlarını buluruz. O kıvılcımlar ki, düştüğü çatının hacmine göre, küçük veya büyük yangınlar çıkarır.

Ateşe girip ateş olan, onda yanan odun da olsa, kömürde, pis de olsa temiz de yanmaya kül olmaya dayandı mıydı ne kirden iz kalır ne hayrı şeylerden. Hepsi tek bir şey, hepsi tertemiz olur. Ne kapkara duman, ne yanan ne yakılan kalır. Izdırabın sonu kemal tahammülün sonu cemal olur.

“Eşrefoğlu Rumi senin, Aşk oduna yansın canın. Aşk od’una yanmayanın, Kalbi safi olmaz imiş”

Ateşe dayanmak, aşka inanmak ancak imanladır. İman yoksa ne aşk, ne nebi, ne veli ve ne de hakiki insan vardır.

Kainattda her şey bir dönüş halinde zerreden yıldızlara kadar. Bir cezbeye tutulmuş, bir aşka yakalanmış, sureta sarhoş gibi. İnsan nasıl olur bir şeye inanır, bağlanır da ona aşık olmaz. Öyle sakin, bomboş duruyorsa o, inançsız, aşksız, kupkurudur, ölüdür. O, aleve değdiyse nasıl olurda coşmadan, haykırmadan durabilir. Bu ateş denizine dalabilen, bu Tanrı sırrına eren yolculardan Mevlâna asırlardır bütün insanlara sesleniyor: “Eğer sen sevgilini gör- mediysen, bulmadıysan, niye aramıyorsun ? Yok ona kavuştuysan neden sevincinden coşmuyorsun?”

O, herkesi sever, kötüyü de, iyiyi de. Bu muhabbet iyiyi oldurur, kötüye yol buldurur. Öyle der: “Aşk çocuklar için süt, büyüklere bal, olgunlara geminin batmasına sebep olan son yük...”

Bu mânâ kelâma gelmez, bu söz, hitâma ermez. Dalgalar yorulur, köpükler durulur, denizler bâki. Balıklayın niceler gâfil, bilmezler nerede sahil. Hak’tan gayri her şey fâni. Şair-i Hâmus diliyle beyan-ı aczedip susalım, gayri, “Söz kısa kesmek gerektir, vesselâm.”

AYTEN LERMİOĞLU

Mevlâna Celâleddin, sadece bir mütefekkir, bir mutasavvıf ve şair değildir. Evliya burcunun güneşidir. “Ulemâ, Enbiyanın Varisidir” Hadisi hükmünce Hz. Peygamberin manevi varisidir; velâyet sırrının tecelligâhıdır.

Mevlâna Hak’ın aşkıyla, aklın fikrin çok ötesine varmış, “ Bir ayağım Şeriatte, bir ayağım pergel gibi yetmişiki milleti dolaşıyorum” buyurmuştur. Kendisi hayatını: “HAMDIM, PİŞTİM, YANDIM” diyerek üç kısa fakat ateşli sözlerle hulâsa etmiş,”yandım” kelimesiyle neler neler anlatmıştır. “Hamdım” sözüne gelince. Doğrusu bu şaşılacak bir sözdü. Bununla beraber ihtimal k, “Hamdım” kelimesi, Hazret-i Şems’e mülâki olmazdan evvelki devreyi ifade etmektedir.

Mevlâna bir seçilmiş olarak dünyaya salınmıştır. Velîler dünyaya geldikten sonra olmuş değil, olup gelmiş seçkinlerdir. Ancak ibadet, mücahede ve çile, cevherlerini gün ışığına çıkarmakta, kendilerini kendilerine tanıtmaktadır.

Bir mısrasında Mevlâna: “Sevgide derlenip toplananlar şu insan kalabalığı gibi ölmezler” buyurmuştur. Koca Velîyi işte bu yönden mütalâa etmek gerekir: Pişmesi, yanması, açıkçası sevgide derlenip toparlanması ve şu insan kalabalığı gibi ölmeyişi...

Dünya tarihinde hiç kimse O’ nun kadar aşkla gıdalanmamış, hiç kimse O’nun kadar aşkı dile getirememiştir. Mevlânanın şiiri şairlik için değil vâsıl olduğu ilahi hakikat sırlarını aşinalarına açıklamak dile gayesiyle söylemiş, vecdini ifadeye vasıta etmiştir. Sözleri hikmet, hakikat kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’in hadis-i kudsî ve hadislerin tefsirleri açıkçası insanı kâmil tarafından izahıdır.

DOÇ. DR. MEHMET BAYRAKTAR

Hz. Mevlâna, âlem ve atom hakkında bildikleri gerçeği bir dörtlüğünde sembolik olarak şöyle getiriyordu:

“Eğer bir atomu kesersen

Ortasından bir güneş

Ve güneş etrafında da

Durmadan dönen gezegenler görürsün”

Böylece Hz. Mevlâna bir yandan merkezi güneş olan gezegenler sistemine ve onların güneş etrafındaki dönüşlerine diğer yandan da atomun parçalanabileceğine, atomun içindeki çekirdek ve etrafında dönen elektronlara işaret etmiştir. Herşeyin durmaksızın hareket halinde olduğunu anlatmıştır. Yukarıdaki dörtlük de semâda şekillenmiştir.

Mevlevî semâsını hatırlayınız. Ortada bir semâzen başı onun etrafında dönen semâzenler vardır. Ortadaki semâzen başı hem dünyamızın güneşini hem atomun çekirdeğini (nötron ve protonları) temsil etmekte onun etrafındakiler dönen gezegenleri (ve atom çekirdeği etrafında dönen elektronları) temsil etmektedir.

Aynı asırda yaşayan büyük mutasavvıf Muhyid- din-i Arabî gibi Hz. Mevlâna da alemin ve atomların an be an değiştiğini her şeyin hareket ettiğini söyler. Hareket alemin aslıdır ve kalıcı hiçbir zerre yoktur. Her şey Mevlevîler gibi semâ yapmaktadır. Fakat insanların çoğu bunu farkında değildir.

Kaynak: Âhenk…Fikir Kültür Edebiyat Dergisi… Âhenk 13 Nisan 2004

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar