Print Friendly and PDF

Hayal Kadın (1948) Portrait of Jenni

 


  “Yapayalnız Ve Sevgisizdik.

  Zaman Bir Hata Yaptı.

  Sen Beni Yine De Bekledin Ve Böylece Aşkımızı Bulduk.

  - Ya Şimdi Kaybedersek?

  - Hayır, Daha Yeni Başlıyoruz.

  Sen Sevip Sevilene Kadar Hayat Diye Bir Şey Yoktu Sevgilim.

  Ölüm Diye Bir Şey Yok.”


Yönetmen: William Dieterle

Yıl: 1948

Oyuncular: Jennifer Jones, Joseph Cotten, Ethel Barrymore, Lillian Gish, Cecil Kellaway, David Wayne, Albert Sharpe, Henry Hull, Florence Bates, Felix Bressart, Clem Bevans, Maude Simmons

Türler: Dram, Romantik, Fantastik, Gizem

Özet

Büyük buhran döneminde, Eben Adams New Yorkta yaşayan başarıya aç bir ressamdır ve kendisine başarı getirecek bir ilham peşindedir.En sonunuda kendisinden tablo satan alacak birisini bulur. Jennie Appleton adındaki bu gizemli genç kız ile özel bir kaderi paylaşacaklardır..


Altyazı

 

En başından beri  insanoğlu sonsuzluğun kudretine bakarak hep aynı soruları sormuştur.

Zaman nedir?

  Uzay nedir?

Yaşam nedir?

  Ölüm nedir?

  "Kim bilir, belki de ölmek yaşamaktır.  Yaşamak da ölmek. " EURIPIDES Yüzyıllar boyu medeniyetler  filozoflar ve biliminsanları buna cevap aramışlardır.

Bize baki kalan  her ruhun, kendi varoluş sırrını kendisinin çözmesi gerektiğidir.”

Jennie'nin Portresi"nin akıllardan çıkmayan efsanesi iki temele dayanır.

Hakikat ve umut.

New York Metropolitan Müzesi'nde böyle bir portre asılıdır.

Bu portrede Jennie adında oturan bir kız vardı.

Fazlasıyla gerçek.

Zaten bilim bize, hiçbir şeyin ölmediğini sadece şekil değiştirdiğini söyler.

Zaman da geçip gitmez.

  Sadece bükülür.

Geçmiş de gelecek de daima bizimle birliktedir.

Bilginin gölgeliklerinden ve müzede asılı duran portreden dile gelir bizim hikâyemiz.

Gerçek perdelere yansımaz ancak kalplerinizde yaşar.

  Güzellik doğruluktur, doğruluk da güzellik.

  Tüm bilebileceğin ve bilmen gereken bu.

Şimdi de "JENNIE'NİN PORTRESİ"

New York’ta kışlar sert geçer.

1934'te de pek farklı değildi.

Ancak sanatçılar için farklı bir tür ıstırap vardır.

Kıştan da kışın getirdiklerinden de daha kötü.

Daha çok zihinlerdeki bir kış mevsimi gibidir.

Dünyanın vurdumduymazlığı korkunç bir his.

Cesaretim hepten tükenmişti.

  Buyrun efendim, nasıl yardımcı olabilirim?

  Resimlerimden birisini alabilirsiniz belki.

  Maalesef satışlarımız çok kötü.

  Neredeyse sıfır.

  Kötü bir dönem.

  Yine de neleriniz var görmek isterim.

  - Manzaralar.

  - Çoğunlukla.

  Evet, çok fena.

  Bunlar Cod Burnu'nda yaptıklarım.

  Kuzey Trurolu balıkçılar.”

Land's End" Manzaralar.

  Birkaç tane şehir eskizi de var.

  Bu köprülü olan.

  Güzel bir köprü ama köprüleri sevmek yetmiyor.

  Her gün onlarca köprü resmi geliyor.

  Bayan Spinney, korkuttunuz beni.

  Bu ortağım Bayan Spinney.

  İsminiz ne demiştiniz?

  İsmimi söylemedim.

  Adım Eben Adams.

  - Neden bu kadar agresifsin?

  - Değilim.”

Ben Eben Adams, bilseniz iyi edersiniz" der gibi.

  Nedir bu tavır?

  Acele etme.

  Bakalım neler varmış.

  Sizin ve ortağınızın ilgisini çekecek şeyler yok.

  Haklısın muhtemelen.

  Senin ilgini neler çekmiş görmek isterim.

  Otur, Adams.

  Belki bir şey satmayacaksın ama en azından dinlen.

  Oturmanızı tavsiye ederim.

  - Çiçeklerde iyisin.

  - Teşekkür ederim.

  - Hiç Robert Browning okudun mu?

  - Çok eskiden.

  Onun Andrea del Sarto için yazdığı "Kusursuz Ressam" şiirini bilir misin?

  Oran, anatomi, renk 

Her türlü yeteneği vardı ama hiçbir şeyi yoktu.

  Raphael pençe gibi biçimsiz el çizerken, o kusursuz el çizerdi.
(Şiir Yazının Altında)

  Ama Raphael işine aşıktı.

  Zavallı Andy del Sarto.

  Sanırım demek istediğinizi anladım.

  Bunların hiçbirinde gerçek bir aşk yok.

  - Yapmayın, Bayan Spinney.

  - Kabul et, Matthews.

  Ben yaşlı bir bekarım.

  Kimse aşkı yaşlı bekarlardan daha iyi bilemez.

  Senin derdin ne, Adams?

  Bir şey yaparken derinlemesine ilgilenmeyi öğrenmelisin.

  Çiçeği alıyorum.

  Çiçeklere karşı zaafım var.

  O da fena yapmıyor.

  12,50 dolara tamamdır.

  İtiraz edersen, almam.

  İtiraz yok.

  Ödemeyi yapın, Bay Matthews.

  50 sentiniz var mı?

  - Hayır, hiç yok.

  - 50 cent kaybettin.

  Daha çok çiçek isterseniz evden getirebilirim.

  Ben de bundan korkuyordum.

  İyi günler.

  Çok teşekkürler.

  Hoşçakalın Bayan Spinney.

  Resmi satın almayı gerçekten istediğinizi sanmıyorum.

  İstemeseydim almazdım.

  Çok güzel gözleriniz var.

  Hoşçakalın.

  Korkarım bu resim bir kaç dolardan fazla etmez.

  Biliyorum.

  Ama Adams eder.

  Evet ama bizim de kâr etmemiz gerekiyor, Bayan Spinney.

  Bence yani.

  Resmi kendime aldım.

  Ne kadar hoş bir jest.

  Yirmi yıldır ilk defa, Bay Matthews.

En azından cebimde biraz param vardı.

Ancak açlıktan dolayı biraz sersemlemiştim.

Sonra aniden, bir takım sıradışı şeyler fark ettim.

Şehrin sesi tamamen farklılaştı.

Sanki başka bir zamandan geliyordu.

Yazın parkın çayırından gelen sesler gibiydi.

  Benim o.

  Yanında kimse yok mu?

  Hayır, neden olsun ki?

  Hava iyice karardı.

  Eve gitmiyor musun?

  Şimdilik gitmem gerekmiyor.

  Kimsenin beni beklediği yok.

  Neyse, en azından siz varsınız.

  Ben Jennie.

  - Jennie.

  Jennie ne?

  - Jennie Appleton.

  Annem ve babam akrobattırlar.

  Hammerstein'de akademisinde çalışıyorlar.

  - İp cambazlığı yaparlar.

  - Neden Hammerstein dedin?

  Niye?

  Orası ben daha çocukken kapanmıştı.

  Başka bir yerle karıştırıyor olmalısınız, ben daha dün oradaydım.

  - Öyle mi?

  - Resimlerinize bakabilir miyim, Bay?

  Adams.

  - Resim olduğunu nasıl anladın?

  - Anladım işte.

  Böyle büyük kiliselerde hep küçük pencereler olur.

  Küçük olmalılar çünkü Cod Burnu çok rüzgârlıdır.

  Pek sevmedim.

  Beni korkutuyor.

  - Rüzgâr mı?

  - Hayır, karanlık sular.

  Orada uçta bir deniz feneri olmalı.

  Evet doğru.

  Nereden bildin?

  Tam hatırlamıyorum.

  Kayalıkların ucundadır.

  Bir gün sana gösteririm.

  - Land's End Feneri.

  - Hatırlamıyorum demiştin.

  Hatırlamıyorum.

  Sadece biliyorum.

  Keşke resimlerinizi beğenseydim ama beğenmedim.

  Herke öyle düşünüyor.

  Bu yüzden satamıyorum işte.

  Belki de manzara çalışmamalısınız.

  Neden insanları resmetmiyorsunuz?

  Cecily Browns'ın pek çok portresi vardır.

  - Cecily Brown kim?

  - En iyi arkadaşım.

  Her gün okula gidiyorum ama sadece sabahları.

  Neler öğreniyorsunuz?

  Dün Kaiser'i okuduk.

  Almanya Kralı.

  Çok eskiden öyleydi.

  Yanılıyorsunuz.

  Cecily Brown'un babası Almanya'da, Kral'ı her zaman görüyor.

  Dediğine göre Kaiser beyaz bir ata biniyormuş.

  Dövüşmeyi çok severmiş.

  Ben de dövüşebilirim.

  Cecily'yi dövebiliyorum.

  Benden iri ama ben daha kuvvetliyim.

  İyi dövüşürüm.

  Cecily Brown için en iyi arkadaşım demiştin.

  Öyle.

  Birisiyle oynamak çok keyiflidir.

  Sizin oynayacak kimseniz yok mu?

  Hayır.

  Neyse, maalesef benim gitmem gerekiyor.

  Kendimle ilgili bayağı bir şey anlattım size.

  Sakıncası yoksa sizinle yürüyeceğim.

  Bir şarkı biliyorum.

  Dinlemek ister misiniz?

  Memnuniyetle.

  Kimsenin bilmediği  

bir yerden gelip   herkesin gittiği   bir yere gidiyorum.

  Rüzgâr eser 

Deniz kabarır 

Kimseler bilmez.

  Benim gittiğim yeri   kimseler bilmez.

  - Kim öğretti bunu?

  - Kimse.

  Herhangi bir şarkı işte.

  - En iyi olduğum oyun ne biliyor musunuz?

  - Neymiş?

  Dilek tutmaca.

  - Ben en büyük dileğimi söyleyeceğim.

  - Dileğin nedir?

  Önce gözlerinizi kapatmalı ve etrafınızda üç defa dönmelisiniz.

  Dilerim ben büyüyene kadar beni beklersiniz.

  Böylece her zaman beraber olabiliriz.

  Ama beklemezsiniz sanırım.

  Daha fazla kalamam.

  Hoşçakalın.

  - Paketini getireyim.

  - Teşekkürler.

  Ne tuhaf bir çocuk.

  Jennie!

  - Siz misiniz, Bay Adams?

  - Evet, Bayan Jekes.

  Her zaman o kadar sessiz geliyorsunuz ki sizi zorlukla duyabiliyorum.

  - Diğer kiracılarıma göre çok kibarsınız.

  - Kimseyi rahatsız etmek istemem.

  Sizin gibi bir beyefendi, tabii ki istemez.

  - Şimdilik 5 dolar versem?

  - Olmaz ama alacağım.

  - Yakında tamamlarım.

  - Öyle olsa iyi olur.

  Ayrıca başka resimlerimle de ilgileneceğinizi düşünmüştüm.

  Olmaz, banyom resimle doldu.

  Koyacak yer kalmadı.

  Salona mı koyayım?

  Hayır, sizden öyle bir şey bekleyemem.

  Siz işinizi biliyorsunuz, Bayan Jekes.

  Kedinin fareyle oynadığı gibi oynadınız ve üstüne bindiniz.

  Ama çok çekici birisi değil mi?

  Bir o kadar da beyefendi.

  Bu nedenle atamıyorum ya.

  Ama o evinizi şereflendiriyor, Bayan Jekes.

  Tüm vaktini resim yapmakla geçirmesini hiç anlayamıyorum.

  Gerçi, geçen ayların kirasını kar kürüyerek ödedi.

  Ne resmi yapıyor, kadın mı?

  Çıplak ka 

Kabul edersiniz ki o bir beyefendi ve beyefendiler çıplak kadın resmi yapmaz.

  Hayır, tabii ki yapmaz.

Nedense aklımda hep o küçük kızın şarkısı çalıyor  ve büyümesini beklemem ile ilgili söylediği o son söz.

Ama insanlar bir başkasının büyümesini bekleyemez ki.

Bu kızda farklı bir şeyler var.

Acaba resmini çizebilir miyim?

  - Selam dostum.

  - Günaydın, Gus.

  Günaydın mı?

  Yeni mi kalktın?

  Öğlen oldu.

  Harika bir sabahtı ama.

  Geç saate kadar çalıştım.

  Sabaha karşı anca yatabildim.

  Kahvaltı yaptın mı?

  - Hayır.

  - Sana yemek ısmarlayayım mı?

  Olmaz Gus, kabul edemem.

  Zaten geçinmek için çok fazla çalışıyorsun.

  Dur bir dakika.

  Bende biraz para var.

  - Şaka mı?

  - Dün 12,50'ye bir resim sattım.

  - Harika bir haber.

  - Bugün öğle yemeğin benden.

  Büyük bir zevkle, dostum.

  Arabayı toparlayayım geliyorum.

  Bir dakikaya çıkarız.

  Seni hiç anlamıyorum, Gus.

  Yememle neden bu kadar ilgileniyorsun?

  Belki de aç insan görmeye dayanamıyorumdur.

  Bırak öyle kalayım, dostum.

  İşini düzgün yapan insanlara büyük saygı duyarım   bu onu öldürse bile.

  Sen resim yapmak istiyorsun.

  Kendi çizdiğin yoldan gidiyorsun.

  Gerisi mühim değil.

  Bunu seviyorum, dostum.

  Çoğu zaman dostlar nasihatte bulunur ama kendi hayat tecrüben gibisi yoktur.

  İşini kolayca ve rahat bir şekilde görmeni sağlıyor.

  Eldeki bir çeyreklik, gelecek olan bir dolardan daha iyidir.

  Yemek, uyumak ve ölmek.

  Sonra senin gibi bir dost gelir.

  Diğerleri kadar çok dert etmeyen birisi.

  İşte seni özel kılan bu.

  Belki de hiçbir şey kaçırmıyorsundur.

  Atla haydi.

  Arkadaşım Moore'un yerini tavsiye ederim.

  Kavurması ve lahanası iyidir.

  Aynen evde gibisin.

  Başka bir yerde bunu bulamazsın.

  - Pardon, dostum.

  - Önemli değil.

  Pekâlâ.

  Fular mı takıyorsun?

  Benim değil.

  Parkta karşılaştığım küçük bir kıza ait.

  - Küçük bir kız için büyük bir eşarp.

  - Komik kız.

  Anne babasının Victoria'daki Hammerstein'da akrobat olduğunu söyledi.

  - Hammerstein yıllar önce kapandı.

  - Tabii ki öyle.

  - Ama o dün orada olduğunu söylüyor.

  - Çocuklar böyle işte.

  Sürekli hayal kuruyorlar.

  Şuna ne diyorsun?

  Sarah Bernhardt veda turnesi için Amerika'ya geliyor.

  - Sarah Bernhardt mi?

  Delirdin mi sen?

  - Burada öyle yazıyor.

  Ünlü Fransız oyuncu Sarah Bernhardt, önümüzdeki ay burada olacak.

  Bakayım.

  Evet, öyle yazıyor.

  Bu gazete 1910 tarihli.

  1910 mu?

  Nereden buldun o kadar eski bir gazeteyi.

  Parktaki kızın eşarbı bu gazeteye sarılıydı.

  - Gus, reklamı oku.

  - "Hammersteins Victoria"

EVA TANGUAY

Amerikalı Komedyen WILL ROGERS

Kement Atma Üstadı LES APPLETON Sıradışı İp Cambazı

- Ne var bunda?

  - Aynen kızın dediği gibi.

  - Anlamadım.

  - Adı Jennie Appleton'dı.

  Yani?

  Şimdi düşünüyorum da

Zamane çocuklar gibi giyinmemişti.

  Bu çocuğa inanmaya başlamıyorsun değil mi?

  - Tabii ki hayır.

  - Haydi, yemeğini ye.

  Annemin bir lafı vardır: "Eğer midende az şey olursa, kafanda çok şey olur.”

 Anlıyorum.

  Hayal gördüğümü düşünüyorsun.

  Hayır Gus, son derece gerçekti.

  Gördüm onu.

  Sana resmini bile yapabilirim.

  - Selam, Gus.

  - Selam dostum, nasılsın?

  Arkadaşımı tanıştırayım.

  Moore buranın sahibidir.

  - Selam, Bay Moore.

  - Zengin miyim sanıyorsun?

  - Fena olmazdı.

  - Bunu duyduğuma sevindim.

  - Gus, her şey yolunda mı?

  - Yolunda sayılır.

  Ne demek sayılır?

  Bir sorun mu var?

  Hayır, yok.

  - Yemek nasıl, iyi mi?

  - Güzel güzel.

  Neyin var senin?

  Sen kırmak isteyeceğim birisi değilsin.

  Bunu söylemek istemezdim ama   eğer beni buralarda bir daha göremezsen, hiç şaşırma tamam mı?

  Değişiklik olsun diye, artık Nicks'de yemeyi düşünüyorum.

  - Nicks'de mi?

  - Evet.

  - Nicks mi?

  - Nicks'le bir derdin mi var?

  Hayır, hiç bir derdim yok.

  Başka yerde yemek istiyorsan Nicks'de de yemek yiyebilirsin tabii.

  - Gününüz nasıl geçiyor?

  - Harika bir gün.

  Daha da iyi olsun.

  Demek Nicks'de yemeye başlayacaksın artık.

  Evet, öyle düşünüyorum.

  İnsanların değişmesine engel olamazsın.

  Herkes değişir.

  Bazıları arkadaşlık veya sadakat nedir bilmezler.

  - İnsan bazen biraz değişiklik istiyor.

  - Ne değişecekmiş?

  Mesela bu salon biraz fazla kasvetli sanki.

  - Kasvetli mi?

  - Evet.

  Sorumlusu sensin, dostum.

  Buna engel olabilirdin.

  - Ne yapmam gerekiyormuş peki?

  - Ben o kadarını bilmem, dostum.

  Belki şuradaki üç tane resmi duvara asabiliriz.

  Bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama   keşke tüm duvarı kaplayan bir resim olsaydı şurada.

  Bunun olamayacağının farkındayım tabii ki.

  Niye olamıyormuş?

  Fresk diye bir şey duymadın mı sen?

  - Neymiş o?

  - Duvar üstüne yapılan resim.

  Böyle bir şey mümkün mü?

  Duvara resim yapılabiliyor mu?

  Elbette mümkün.

  Eskiden beri yapılan bir şeydir.

  Gördün mü?

  Seni cahil.

  Aslına bakarsanız, şuradaki duvar fresk yapmak için çok uygun.

  Bak sen şu tesadüfe!

  Dünyanın en büyük sanatçılarından birisi masamızda oturuyor.

  Neden ondan yapmasını istemiyorsun?

  Bu işi de araya alabilirsin, dostum.

  Bu işi de diğer siparişlerinin arasına sıkıştırabilirsin, değil mi?

  Pek emin değilim.

  Sen yemeklerini burada yersin.

  O da senden tek kuruş almaz.

  Afedersiniz, efendim.

  Şunu asmam gerekiyor.

  Kaçırdık.

  Elimize düştü ama kaçırdık.

  Boşver, Gus.

  Takma kafana fazla.

  AZİZ PATRICK GÜNÜ AKŞAM YEMEĞİ ve DANS

Asilere!

  Asilere!

  Çok yaşa, dostum!

  - Mick Collins'i gördün mü hiç?

  - Kendime çok kızıyorum ama hiç göremedim.

  O halde yapman gereken şu dostum.

  Buraya tam barın üzerine bir Michael Collins resmi yaptıracaksın.

  Mick Collins ve onun önderliğinde İngiliz zulmüne karşı savaşan adamları.

  Bir dakika, Gus.

  Şuradaki adam neden bu köhne yerin en büyük şansı olmasın.

  Buraya gelen her İrlandalı vatansever için de harika olmaz mıydı bu?

  Neden şurada yalnız oturan adamı kullanmıyorsun?

  Ve sana hiçbir maliyeti olmayacak.

  - Fena fikir değil gibi.

  - Sana ne gördüğümü anlatayım.

  Daha doğrusu arkadaşımın orada ne gördüğünü anlatayım.

  Şafak vakit İrlanda'da tepelik bir yer.

  Yaşlı karaağacın altında yonca desenli kilim serili, üstünde Mick Collins ayakta duruyor.

  Silahına dayanmış, saldırı anını bekliyor.

  Tüm o Murphys'ler, Flannegan'ler ve O'Shea'ler onu bekliyor.

  Bir süre sonra savaşta Mick bizzat onlara önderlik edecek ve onları zafere taşıyacak.

  - Asilere!

  - Asilere!

  Yapın şu resmi, Bay Adams.

  - Asilere!

  - Asilere!

  - Bu nedir?

  - Parkta gördüğüm küçük bir kızın eskizi.

  Çok hoş.

  Öyle değil mi, Bayan Spinney?

  Evet, güzel bir şey yakalamışsın, Adams.

  - Neden sevdim biliyor musun?

  - Neden?

  Kızın asaleti beni çok eski günlere götürdü.

  Kadınlarda zamandan bağımsız farklı bir şeyler olmalı.

  Sonsuzluk gibi sanki.

  Tüm eski portrelerde görebilirsin bunu.

  Sanki bir zamanlar onlarla bir yerde karşılaşmış gibi hissettirirler kendini.

  Peki o zaman, Bay Adams.

  Size ne yapacağımı söyleyeyim.

  Bu eskizi alacağım.

  25 dolar ödeyeceğim ve Bayan Spinney'nin ne diyeceğini sormayacağım bile.

  Bir şey diyeceğim yok.

  Öyle mahcup hissetme kendini, Adams.

  Artık talihim döndü sanki.

  Fresk yapımı için günde üç öğün yemek ve şimdi de bir eskiz için 25 dolar.

  Bir eskiz için hem de, teşekkürler.

  - Nereye gidiyorsun peki?

  - Hiçbir yere  Herhangi bir yere  Kimsenin bilmediği bir yerden gelip, herkesin gittiği bir yere gidiyorum.

  - Neydi bu?

  - Parktaki kızın söylediği bir şarkı.

  Nereden geldiğini veya nereye gittiğini bilmiyoruz ama

 bir çaya ne dersin?

  - Memnuniyetle.

  - Buyrun.

  - Teşekkürler.

  - Sonra görüşürüz, Bay Matthews.

  Nasıl isterseniz, Bayan  Maine'deki çocukluğumdan beri hiç paten yapmadım.

  - Maine'de mi büyüdünüz?

  - Paris'in güneyinde bir yerdir.

  Nehirleri, gölleri ve dağları ile küçük şirin bir kasabadır.

  Babam ölene kadar marketçilikle uğraştı.

  Annem de babamdan birkaç sene sonra öldü.

  İki-üç sene boyunca hem okudum hem de çalıştım.

  - Kafanızı şişiriyorum.

  - Bence gayet ilgi çekici.

  Size bir şey sormak istiyorum.

  Dediğiniz gibi mahcup hissetmiyorum kendimi.

  Çok bilinen bir sorunla karşı karşıyayım.

  Sanatçıların karşılaştığı türden bir sorun.

  Düşündüğünüz gibi değil.

  Geçim sıkıntısı değil derdim.

  Her gün evsahibini idare etmek de hiç umrumda değil.

  Sanatçıların benden daha dayanıklı olması gerektiğini biliyorum.

  Ama onlar yeteneklerinin farkındaydı.

  Bunu bilirseniz her şeyi göğüslersiniz.

  Neden böyle olduğumu düşünüyorum, biliyor musunuz?

  Mücadele eden binlerce sanatçının yanında söylemeye değer bir şeylerim olabilir mi?

  Rahat ol, Adams.

  Otur şöyle lütfen.

  Dolanıp durman sinirlerimi bozuyor.

  Bana bir şeyler hatırlattın biliyor musun?

  Tahmin edemiyorum.

  Genç bir kızken hayalini kurduğum sevgiliye benziyorsun.

  Kendimden şüphe ederdim.

  - Siz mi?

  - Ben bile.

  Bak ne hale geldim.

  Umudunu kaybetmiş genç sanatçılara nasihat veren, hayalleri yıkılmış yaşlı bir bekar.

  Bayan Spinney.

  Ne yapmalıyım?

  Bence eskiz ne yapman gerektiğini gösteriyor.

  Tek ihtiyacın olan şey ufak bir ilham.

  Parktaki şu küçük kız gibi mesela.

  Olabilir değil mi?

  Bence siz de biraz paten yapmalısınız?

  Görüşürüz.

  Teşekkürler, Bayan Spinney.

  Merhaba, Bay Adams.

  Merhaba, Jennie.

  Eğlenceli mi?

  - Sen olduğuna inanamıyorum.

  - Neden?

  - Çok uzamışsın.

  - Belki de sana öyle gelmiştir.

  Hayır, gerçekten de çok büyümüşsün.

  Tabii ki büyüdüm.

  Acelem var çünkü.

  - Ne dilediğimi hatırlamıyor musun?

  - Tabii ki hatırlıyorum.

  Haydi kayalım.

  Haydi, daha hızlı.

  - Çok komik.

  - Ben de çok komik hissediyorum.

  Bu arada, bende sana ait bir şey var.

  Ne güzel bir eşarp.

  Bankta bulmuştum.

  Senin olduğunu söylemiştin.

  Öyle mi?

  Öyle dediysem, doğrudur.

  Bak ne diyeceğim.

  Neden ben büyüyene kadar sende kalmıyor?

  Çabucak büyümek için bir sebebim daha olur.

  Pekâlâ.

  Sana bir iyilik borçluyum ne de olsa.

  - Öyle mi?

  Neden?

  - Geçen gün eskizini yaptım ve sattım.

  - Çok sevindim.

  - Yağlıboya portre de istediler.

  - Ne dersin?

  - Kimin portresini yapmak istiyorsunuz?

  Bilmiyorum.

  Henüz karar vermedim.

  - Belki de benim resmimi yaparsınız.

  - Başka kim olabilir ki?

  Yağlıboya bir tablom olacak.

  - Emily deli olacak.

  - Emily mi?

  En iyi arkadaşım.

  Bay Fromkes'ın yaptığı bir resmi var.

  Senin de benim resmimi yapacağını söylemiştim.

  Nereden biliyorsun?

  Bunu dileyip, gözlerimi kapayarak üç defa etrafımda dönmüştüm.

  Emily yine de yapmayacağını söylemişti.

  Ben de tokat atmıştım.

  Emily mi?

  Seninle sürekli kavga edenin Cecily olduğunu sanıyordum.

  Cecily mi?

  Cecily Brown'dan mı bahsediyorsunuz?

  Ama o üç yıl önce Boston'a taşındı.

  Size söylediğimi sanıyordum.

  Hayır, söylemedin.

  - Çok tuhaf.

  - Neyse, önemi yok.

  Gel haydi, kayalım.

  Benim birazdan gitmem gerekiyor.

  Hayır, gitme.

  Sıcak çikolata ister misin?

  - Sıcak çikolataya bayılırım.

  - Şuradan alalım.

  - Ne kadar da harika, teşekkürler.

  - Bir şey değil.

  Jennie, nerede oturuyorsun?

  Gelip görmek isterim seni.

  Gelip beni görebileceğin bir yer olduğunu sanmıyorum, henüz.

  - Neden?

  - Öyle olması gerekiyor.

  Portreme ne zaman başlarsın?

  Ailen ne zaman izin verirse.

  Neredeler şu anda?

  Hammerstein'de.

  Hâlâ Hammerstein'deler demek.

  İp üstünde yaptıkları muhteşem bir yeni gösterileri var.

  Saçma olduğunu biliyorum ama bazen onları izlerken çok korkuyorum.

  Bu yüzden bu kadar meşhurlar zaten.

  Herkes korkuyor izlerken.

  Görmek isterdim.

  Öyleyse gidip onlardan bana modellik yapman için izin alabilirim.

  Neden onları görmem için beni Hammerstein'e götürmüyorsun?

  Evet, yapalım bunu.

  Biraz izin alabilirim.

  - Cumartesi matinesine gelebilir misin?

  - Olabilir.

  Nerede buluşalım?

  Burada parkta buluşuruz.

  Daha önce karşılaştığımız bankta.

  Saat 2'de orada olurum, en azından denerim.

  Çikolata harikaymış.

  Teşekkürler.

  - Gerçekten gitmem gerekiyor artık.

  - Öyle mi?

  Ayrılmaktan nefret ediyorum.

  Bir daha ne zaman görüşürüz bilememekten.

  - Hoşçakal.

  - Hoşçakal.

  Birisine mi bakıyorsun, Adams?

  Sana bahsettiğim şu küçük kıza bakıyordum.

Spinney'nin Jennie'yi göremediğini biliyordum artık.

O zamandan beri gözünü üzerimden ayırmıyordu.

Sürekli gözlem altında tutulması gereken bir hasta gibiydim.

Cumartesi gelince içime bir mutluluk dolmuştu.

Jennie ile Hammerstein'de beni nasıl bir sürpriz bekliyor, çok merak ediyordum.

Ne yazık ki Jennie'den tek bir işaret yoktu.

  Anlaşılan, buluşmamızı unutmuştu.

Jennie'nin ailesini hakkında ne bulabilirsem bulmaya karar verdim.

  Bir arkadaşımla bahse girdim, belki siz yardımcı olabilirsiniz.

  - Hammerstein Tiyatrosu'nu hatırlar mısınız?

  - Hatırlamak mı?

  Hammerstein hakkında soru sormak için en doğru kişiye geldin.

  - Bence buralardaydı ama arkadaşım  - Arkadaşın bahsi kaybetmiş.

  Hammerstein tam şurada şimdi Rialto'nun olduğu yerdeydi.

  Bir şey daha soracağım.

  - Appletonları hatırlıyor musunuz?

  - Appletonlar mı?

  - Genelde trapez gösterisi yaparlarmış.

  - Trapez  Sanki  Bence Rialto'ya git ve Yaşlı Pete'e sor.

  Şimdi kapıcılık gibi bir iş yapıyor.

  Hammerstein'da sahne alırmış.

  Zamanının en iyilerindenmiş.

  O biliyor olabilir.

  Çok teşekkürler.

  Appleton, Appleton  Evet evet, dört tane Appleton vardı.

  1902'deydi.

  Palyaçoluk yapıyorlardı.

  Oldukça iyiydiler.

  Viyana'dan gelmişlerdi.

  Bunlar ip cambazıydı.

  Karı kocaydılar.

  Sene 1910.

  Mike ve Pat Appleton vardı.

  İrlandalıydılar.

  Bazı dans ve figürleri vardı.

  1904 veya 1905'di.

  1910.

  Lütfen, bırak bildiğim gibi yapayım.

  En başa dönüp oradan başlamam gerekiyor.

  Görüyorsunuz, hatırlayamıyorum ve hatırlamamak hoşuma gitmiyor.

  Sanırım biraz yaşlandım artık.

  - Size zahmet verdim, üzgünüm.

  - Zahmet olmadı.

  Hafızam gayet iyidir.

  Bazen çok iyi hatırlayamıyorum.

  - Clara bilir.

  - Clara kim?

  Clara Morgan.

  Hammerstein'de kostümlerle ilgilenirdi.

  Kimin başı derde girse ona giderdi.

  Bu siyah insanlar, çok akıllı oluyorlar.

  Dert nedir biliyor musun?

  Sen onu nerede bulabileceğimi biliyor musun?

  Tabii ki biliyorum.

  - Nerede oturuyor peki?

  - Şeyde  332 Doğu, 135.

  Cadde - Çok teşekkürler.

  - Hafızam iyi, ha?

  - Kesinlikle.

  Hoşçakal.

  - Teşekkürler, çok sağolun.

  Hepsi muhteşem yeteneklerdi.

  Bugün gördüklerinin hepsinden daha etkileyiciydiler.

  Tüm sanatçıları şahsen tanıdığınızı hissedeceksiniz.

  İşte buradalar.

  Appletonlar bunlar.

  Mary ve Frank Appleton.

  - Bu kız  - Kızları Jennie o.

  - Kızları mı?

  - Evet.

  Torunları olmasın?

  Hayır.

  Bu fotoğraf çekildiğinde Jennie'yi tanıyordum.

  Kocaman hüzünlü gözleri olan küçük sevimli bir kızdı.

  Sahne arkasına gelir ve kucağıma otururdu hep.

  Ben de ona şekerleme veridim.

  - Şimdi nerede biliyor musun?

  - Hayır.

  Anne babası trapez gösterisinde öldükten sonra izini kaybettim.

  Uzun yıllar önceydi.

  Halat kopmuştu.

  Olay olduğunda Jennie de oradaydı ve onları izliyordu.

  Ona ne olduğunu hatırlamadığına emin misin?

  Teyzesinin onu manastıra göndermek istediğine dair şeyler duymuştum.

  Jennie katolik değildi   ama teyzesi bir kız için en doğru yerin manastır olduğunu söylerdi.

  Çok teşekkür ederim, Bayan Morgan.

  - Vakit ayırdığınız için minnettarım.

  - Ben teşekkür ederim, Bay Adams.

  Anılarımı paylaşma fırsatını her zaman bulamıyorum.

  Umarım Jennie'yi bulursunuz.

  Çok tatlı bir kızdı.

  Ben de öyle umuyorum.

  Tekrar teşekkürler.

O gece her şey bana rüya gibi görünüyordu.

Sayısız ışıklarıyla şehrin kuleleriAma Jennie'nin hayal ürünü bir çocuk olmadığından emindim.

Zaman ve mantığa karşı koyan bir çocuk değildi o.

İçgüdüsel olarak kendimi parktaki o banka giderken buldum.

Jennie'nin bankına.

Ve gittim de.

Sıradışı bir atmosferde buluverdim kendimi.

Zaman da karla beraber eriyordu sanki.

Duyduğum ağlama sesi de bu illüzyonun bir parçası mıydı yoksa?

  Jennie, ne oldu sana?

  - Neden ağlıyorsun?

  - Annem ve babam.

  Ne oldu?

  Başlarına bir şey mi geldi?

  Kaza mı geçirdiler?

  - Bunun olacağını biliyordum.

  - Neyi biliyordun?

  Bunun olacağını biliyordum.

  Hep bundan korkuyordum.

  - Ve bu gece  - Bu gece mi?

  Jennie, seni anlıyorum.

  Ne kadar canının yandığını biliyorum.

  Onlar buna üzülmemiştir.

  Bir de böyle düşünmeye çalış.

  - Öldü onlar.

  - Hepimiz bir gün öleceğiz.

  Çok severdim onları.

  Onlar da beni severdi.

  Üzülmemelisin.

  Onlar da üzülmeni istemezdi, öyle değil mi?

  - Değil mi?

  - İstemezlerdi.

  Bir keresinde, onların başına bir şey gelirse üzülmememi söylemişlerdi.

  Çünkü yapmak istedikleri işi yapıyorlardı.

  Eğer başlarına bir şey gelirse İkisinin de başına aynı anda gelebilirdi.

  - İstedikleri de buydu.

  - Bak gördün mü?

  Evet.

  - Öyleyse ağlamamalıyım, değil mi?

  - Hayır.

  Bunu istemezlerdi.

  - Onlar diledikleri şekilde öldüler.

  - Evet, öyle.

  Ben kendime ağlıyorum.

  Onlar yok artık.

  - Yapayalnız kaldım çünkü.

  - Hayır, Jennie.

  Belki de hep yalnız kalacağım.

  Nedendir bilmiyorum ama   uzun süre yalnız kalacağımı sanmıyorum.

  Çünkü acele ediyorum.

  Artık daha da acele ediyorum.

  - Teyzem beni manastıra gönderecek.

  - Manastıra mı?

  - Sen gitmek istiyor musun?

  - Tabii ki istiyorum.

  Böylece hızla büyüyeceğim.

  Anlamıyor musun?

  Hayır, Jennie.

  Anlamıyorum.

  Keşke anlayabilseydim ama hiçbir şey anlamıyorum.

  Seni her gördüğümde, değişiyorsun.

  Daha da büyüyorsun.

  Olanlardan bahsediyorsun ama onlar uzun zaman önce olmuş oluyor.

  Öyle mi?

  Bazen ben de öyle düşünüyorum.

  Belki de bir şeylerin farkına varmam için böyle oluyordur.

  Ne gibi?

  Bilmiyorum.

  Ama sanırım bir gün öğreneceğim.

  Sanırım bir gün aradığımı bulacağım.

  Biliyor musun?

  Bence sen de bulacaksın.

  Umarım.

  Beni bekleyeceksin, değil mi?

  Bana biraz daha zaman tanı.

  Pekâlâ, Jennie.

  Dinle.

  Yıldızlar.

  Duyabiliyor musun onları?

  Yıldızların ortaya çıkışını dinle.

Soğuk, buz gibi aylar birbirini kovaladı.

Jennie etrafında dönen gizemler, düşüncelerimi allak bullak etmişti.

Elimden olan bir şey yoktu.

  Elimden gelen hiçbir şey yoktu.

  Baharın gelmesini her zamankinden daha fazla istiyordum.

  Oysa kış dünyayı sarmış ve geçmek bilmiyordu sanki.

  Skipper!

  - Seni yaramaz.

  Merhaba, Adams.

  - Merhaba, Bay Matthews.

  Ne zaman parka gelsek böyle kaçıp duruyor.

  - Yakaladığın için teşekkürler.

  - Ben yakalamadın, o bana geldi.

  Skipper'dan beklenmeyecek bir iltifat.

  Genelde yabancılara hiç yaklaşmaz.

  Sıkıntılı olduklarını hissetmedikçe tabii.

  Sıkıntı mı?

  Ne tür bir sıkıntı hissetmiş olabilir ki bende?

  Bana kalırsa her sanatçının yaşadığı türden bir şeydir.

  Eninde sonunda sadece resim yaparak yaşamak onlara yetmiyor.

  Belki de kıt kanaat yaşamak demeliyim hatta.

  Er ya da geç tanınmak isterler.

  Resimlerinin satılmasını isterler.

  Bunu yapan iyi ve düzgün insanlar çıkar.

  Ama ben canını sıkan tek şeyin bu olduğunu sanmıyorum.

Bay Matthews haklıydı.

  Başka bir şey daha vardı.

Zihnim bana oyunlar oynamaya başlamıştı.

Zihnim tarafından öylesine ele geçirilmiştim ki  hayallerim her zamankinden daha da gerçek geliyordu bana.

Bana her şey Jennie'yi hatırlatıyordu.”

Kimsenin bilmediği bir yerden gelip, herkesin gittiği bir yere gidiyorum.”

 Nihayet bahar gelmişti.

  Çalışmaktan yorulmuştum.

Ama çoğunlukla, hiçbir şey yapmamaktan memnundum.

Kalpten inanıyordum ki hiçbir şey yoluna girmeyecekti  ta ki Jennie dönene kadar.

Birisiyle dertleşmem lazımdı.

  Spinney'den başka konuşacak kim vardı ki?

  Belki de hayatımdaki en önemli tabloyu yapacağım.

  Bunu yapabileceğimi biliyorum.

  - Jennie'nin portresini mi?

  - Evet.

  Hayatımda ilk defa bir şeyden bu kadar eminim.

  - O olmadan yapamazsın ama.

  - Yapamam tabii ki.

  - Bir daha görünmeyecek gibi duruyor.

  - Bilmem.

  - Neden öyle düşünüyorsun?

  - Bu kadar ihtiyacın olduğunu anlamamıştım.

  Kalıcı bir şeyler yapabilmek için ilhamını hayata geçirmelisin.

  Sen bunu bulamadın ve  Yani diyorsun ki ben onu kendim yarattım çünkü ihtiyacım olan  İlham mı?

  Belki de.

  Belki onu hiç görmedin.

  Belki de gördün.

  Ne fark eder ki?

  Yaşlandıkça, göremeyeceğin pek çok şeye inanmayı öğreneceksin.

  Sen tualini onun için hep hazır tut bence.

  Girin.

  - Selam dostum?

  - Gus.

  Dışarıda harika bir New York havası var.

  Sen neler yapıyorsun burada?

  - Bir portre için tual hazırlıyorum.

  - Haydi ya.

  - Demek tual hazırlıyorsun?

  - Aynen öyle.

  Resimlerden bahsetmişken 

- Geçen gün Moores'e uğradım.

  - Biliyorum.

  Resmi henüz bitirmediğim için bana kızgın.

  - Sonuçta bir anlaşma yaptınız dostum.

  - Yarı yolda mı bırakmışım onu?

  Mick Collins biraz kızgın.

  Ayağa kalkmadan nasıl olacak da adamlarına önderlik edecek.

  Söyle Moore'a yakında geleceğim.

  - Bir şekilde bitiririm.

  - Tabii tabii.

  Nankör olduğumu düşünme.

  Sorun değil, dostum.

  Annem hep şöyle derdi: "Eğer kafan hep bulutluysa, gönlünde bir fırtına var demektir.”

 HOŞGELDİNİZ, ERIN'İN EVLATLARI

Büyük Michael Collins resminin açılışı şerefine ilk iki bira bedava.

  Haklıymışsın, Gus.

  - Baksana adım atacak yer yok.

  - Görebiliyorum.

  Harika bir fikirdi.

  Sessiz olun millet.

  Açılış vakti geldi.

  Yaşasın Eben Adams!

Yaşasın Eben Adams, yaşasın.

Alkışlar kesilmiyordu ama bana kalırsa o duvar resmi beş para etmezdi.

Kendimi çok değersiz hissediyordum.

Birden bir korku düştü içime.

Dünya son derece boş ve sessiz bir yer gibi göründü gözüme.

Tek bir işaret hayatıma anlam verebilirdi.

  Tek bir işaret onu değerli kılardı.

Görünüşe göre öyle bir işaretin geleceği yoktu.

Sanat hayatım boş bir park gibiydi.

  - Jennie!

  - Eben!

  Hayır, gerçek değil bu.

  - Gerçek olamaz.

  - Evet, gerçek.

  Bak.

  Daha erken gelmeye çalıştım ama yapamadım.

  - Çok güzelsin, ne kadar da büyümüşsün.

  - Tabii ki büyüdüm.

  Acelem var.

  - Manastırdaki kolejde ilk senem.

  - Harika.

  Kıyafetin de  Sevdin mi?

  Pazar kıyafeti.

  Şuna bak, buradan köprü görülebiliyor.

  Eben, hep seni düşündüm.

  - Bir boşlukta gibiydim.

  - Neler düşünüyordun?

  Tüm bunların ne kadar da güzel olduğunu.

  Didindim durdum hep.

  Ve artık   bunun peşini bırakmayacağım.

  Neredeyse eminim ki

 - Emily ne öğrenmek istiyor biliyor musun?

  - Ne?

  Benimle ne zaman evleneceğini.

  Beni sevmiyor musun, Eben?

  Biliyorum henüz yaşım uygun değil ama yakında olacak.

  O nedir?

  Radio City'nin bir eskizi.

  Radio City mi?

  Hiç duymadım.

  Yapılalı çok olmadı.

  Sevdin mi?

  - Çok tuhaf.

  - Pek iç açıcı değil.

  - Land's End feneri bu.

  - Evet, Land's End Feneri.

  Nereden biliyorsun?

  Hiç gittin mi oraya?

  Bilmem.

  Sanırım  Cape Cod burnundaki terkedilmiş bir deniz feneridir.

  Bir kaç yıl önce yapmıştım bunu.

  Nedense üzüyor beni.

  Öyleyse, koy bir kenara gitsin.

  Bak, tual hazır.

  - Tual mi?

  - Senin portrenin tuali.

  Senin portren.

  Yapmaya karar vermiştik ya.

  Eben, eğer sen de istiyorsan.

  Bir gün buraya geleceğini biliyordum.

  Başka hiçbir şey yapasım yok.

  Otur şöyle.

  - Buraya mı?

  - Evet.

  Tam oraya.

  Hep oturduğunu hayal ettiğim yere.

  - Les çok kıskanacak, söylediğimde.

  - Biraz dön.

  Pazar günü bazı arkadaşlar yemin edecek.

  Çok keyifli olacak.

  Sen de gelir misin?

  Çok isterim Jennie.

  Lütfen kımıldama.

  Başını çevir.

  Bir kaç sınıf arkadaşım ayrılıyor.

  Gitmelerine çok üzülüyorum.

  Jennie, elin.

  Başını çevir.

  Böyle iyi, bozma.

  Eben, söz ver beni hiç unutmayacağına.

  Merhaba, Eben!

  - Merhaba, Eben.

  - Merhaba, Jennie.

  Bir an korktum.

  - Seni burada bulamayacağım sandım.

  - Burada olacağımı söylemiştim.

  Töreni kaçırmak istemiyorsak acele etmeliyiz.

  Şu ellerinde mum tutanlar yemin edecek olanlar.

  Öğretmenlerimiz arkada oturuyor.

  En baştaki yaşlı olan Rahibe Marie Margaret.

  Tarih öğretmeni.

  Onun yanındaki Rahibe Marie Euphemia.

  Fen öğretmeni.

  Girişin yanındaki ise en sevdiğim.

  Rahibe Marie Misericorde.

  Beni beklediğin için çok mutluyum, Eben.

  Rızkımızı esirgeme bizden.

  Bize karşı günah işleyenleri affettiğimiz gibi sen de bizi affet.

  Günaha girmemize izin verme.

  Kötülüklerden koru.

  Çok güzel, değil mi?

  Burası kendimi gerçeğe daha yakın hissettiğim bir yer olmuştur hep.

  Sanki çok yakında   anlayacakmışım gibi.

  Dünya ne kadar da güzel, Eben.

  Güneş aynı güzellikteki bir gökyüzünde süzülüyor.

  Tıpkı dün yaptığı, yarın da yapacağı gibi.

  Yarın ne zaman gelecek, Jennie?

  Fark eder mi?

  Her zaman.

  Düne göre, bugün de yarındı.”

Kimsenin bilmediği bir yerden gelip, herkesin gittiği bir yere gidiyorum.”

 Bu şarkıyı bir yerlerde duymuştum.

  Tabii ki.

  Parktaki ilk günümüzde sen söyledin bana.

  Öyle mi?

  Unutmuşum.

  Rüzgâr eser, deniz kabarır   Tanrı bilir.

  Bence de biliyor, Eben.

  Demek üstadımız burada çalışıyor.

  İdare ediyorum işte.

  Şöyle otur Spinney.

  - Tabii ki henüz bitmedi.

  - Çekinme, göster bakalım.

  Ne diyorsunuz?

  Aradığın şeyi bulmuşsun, Eden.

  Sevdin mi?

  Yıllardır resim satıyorum, Eben.

  Benim işimde, bir gün karşına bir resim geldiğinde   "muhteşem bir resim" diyebilmenin hayaliyle yaşarsın hep.

  Şu an hissettiğim şey de bu işte.

  - Sevdim demek istiyor.

  - Çok sevindim.

  Kadınlar hakkında, onlarda ebedi bir şeyler var dediğimi hatırlıyor musun?

  Ne bugünle ne de geçmişle ilgili bir şeyler.

  Bunu çok iyi yakalamışsın, Eben.

  İşte şu yüz ifadesi, bunu o kız yapan.

  Gördüğün şey, yaştan ve zamandan soyutlanmış bir yüz.

  Daha bitmedi.

  Gerçekten.

  Hiç tevazu gösterme, Eden.

  Bu muhteşem bir resim.

Portreyi tamamlamak için adeta bir dalgaya kapılmış, büyük bir hevesle çalışıyordum.

Yüzünü çevreleyen siyah saçları ve kahverengi gözleriyle büyüleyiciydi.

Zamandan bağımsız masalsı bir büyünün beni ele geçirdiğini düşünmeye başlamıştım.

En azından, aşkın sonsuz olduğunu biliyordum.

Günlük küçük mutluluklar da bunun bir parçasıydı.

  Eben!

  Bir şekilde seni burada bulacağımı biliyordum.

  Sık sık gelip sana bakıyorum.

  İçimde bir korku vardı.

  Biliyorsun kolejden daha yeni mezun oldum.

  Bu harika.

  Artık hep beraber olabiliriz.

  Maalesef kısa bir süre daha beklememiz gerekecek.

  Teyzem buradaydı.

  Yazı birlikte geçirmek için onunla beraber gitmemi istiyor.

  - Ne zaman gitmen gerekiyor?

  - Yarın.

  - Elveda demeden gitmek istemedim.

  - Elveda mı?

  Sadece bir kaç aylığına.

  Tekrar güzel vakit geçireceğiz nasıl olsa.

  Daha da güzel olacak hatta.

  Sensiz kaybediyorum kendimi.

  Hayır, söyleme böyle.

  İkimiz de kaybolmamalıyız.

  Sudaki ay ışığına bak.

  Nehir üstünde bir patika oluşturuyor sanki.

  Jersey tepelikleri orada değil mi?

  Biraz daha uzakta.

  Canın sıkkın gibi söyledin.

  Mutlu değil misin?

  Düşünüyordum sadece.

  Mesafelerin ne kadar uzak olduğunun bir önemi yok.

  Oraya, tepelerin ardına  Birileri gidebilir.

  Ya da doğuya, çam ormanlarına.

  Ya da denize doğru.

  Önceleri mesafeler hakkında bildiğim tek şey buydu.

  Şimdi daha farklı şeyler hissediyorum.

  Mesafeler acımasız.

  Dün ile yarın arasındaki mesafe dehşete düşürüyor beni.

  Beni korkutan şey, arada bir köprü olmaması.

  Var.

  Şu anda olduğunu biliyorum.

  - Ama ben daima olsun istiyorum.

  - Olacak.

  Umudunu kaybetme.

  Hâlâ aynı.

  Dinle.

  Tüm şehir uyuyor.

  - Dünyada bizden başka kimse kalmamış.

  - Sadece biz.

  Hayat yeniden başlıyor.

  Şu küçük tekneye bak, ışıklarını kapadı.

  Gece bitti.

  Artık yarın.

  Jennie, ne bu yazı ne de geleceği düşünüyorum artık.

  Bunu sana bırakıyorum.

  Nasıl buluştuk, nasıl bu duruma geldik bilmiyorum.

  Biz birbirimiz için yaratılmışız.

  Hayatlarımızın bağları birbiriyle örülmüş.

  Ne zaman ne de dünya çözebilir onları.

  Eben, umarım portremi bitirebilirsin.

  Sence insanlar ileride neler olacağını bilebilir mi?

  Yani, başlarına gelecekleri bilebilirler mi?

  Bazen ne kadar canının sıkıldığını biliyorsun?

  Hem de hiç olmamış şeyler hakkında Belki de onlar ileride olacak olanlardır.

  Belki de biliyoruz   ama korkuyor ve kabul etmek istemiyoruz.

  Sanırım saçmalıyorum.

  Zihnim biraz tuhaf çalışıyor galiba.

  - Merhaba, Eben.

  - Merhaba.

  - Neredeyiz?

  - Beraberiz.

  Zavallı sevgilim benim.

  Yorulmuş olmalısın.

  Üzgünüm.

  - Uyuya kalmışım.

  - Evet.

  Gel buraya.

  Bak.

  Bitti.

  - Bu ben miyim gerçekten?

  - Sensin.

  Jennie'nin Portresi.

  - Bence bu bir sanat eseri.

  - Öyle mi?

  Bence çok meşhur olacaksın.

  Bence bir gün bir müzede sergilenecek   dünyanın her yerinden insanlar onu görmeye gelecek.

  Eğer gelirlerse görmeye gelecekleri şey benim tablom olmayacak.

  - Sen olacaksın.

  - Teşekkür ederim, Eben.

  Artık, imzanı atabilirsin.

  Eben Adams.

  Oturup senin resim yapışını izlemek istiyorum hep.

  Öyle kusursuz bir model buldum ki tekrar tekrar resmini yapacağım.

  Hayır, onu demek istemedim.

  Dünyanın tüm güzelliklerini resmetmeni istiyorum.

  Dünyadaki en güzel şey sen olmalısın.

  Eben, senin şu deniz ve Land's End Feneri resimlerini   ne zaman görsem kalbim duracak gibi oluyor.

  Çok ilginç.

  Bize yalnızlığı ve terk edilmişliği hatırlatıyor belki de.

  Neyse, bu konudan daha fazla bahsetmeyelim.

  - Paris'i anlat bana.

  Orada mı okudun?

  - Evet.

  Keşke orada olsak Eben.

  Ne kadar da eğlenirdik.

  Yapacağız.

  Lüksemburg'a götüreceğim seni.

  Festivallere gideceğiz.

  Evet, Eben.

  Evet.

  St.

  Cloud Ormanı'na gidip ağaçların altında şarap içeceğiz.

  Oraya zaten gitmişiz gibi hissettim kendimi.

  Sanki tüm hayatımızı birlikte geçirmişiz.

  Bir kadının ile bir erkeğin ve dünyadaki diğer kadınların ve erkeklerin   birbirlerine ait olduklarını bilmelerinin sebebi nedir?

  Aynı zaman diliminde yaşamaları sadece bir şans mı?

  Şuna ne dersin?

  Başka bir zamanda, başka kişiler olarak yine birbirimizi sevmiş miyizdir sence?

  Hayır, başkası olmaz.

  Dünyanın bir ucundan öteki ucuna kadar yaşamış tüm insanlar arasında   sevdiğin tek bir insan ve bulana kadar arayacağın tek bir aşk olmalı.

  Benim aşkım da sensin, Eben.

  - Gitmeliyim.

  - Lütfen gitme, Jennie.

  Ben de gitmek istemiyorum ama yazın sonunda tekrar kavuşacağız nasıl olsa.

  - Emin misin, Jennie?

  - Tam olarak bilemiyorum.

  Rüzgâr eser 

Deniz kabarır 

Emin olmak istiyorum, Eben.

  Emin olduğunu söyle bana.

  Ben eminim, Jennie.

  Toparlanayım.

  - Ne güzel bir eşarp.

  - O senin, Jennie.

  Bana mı aldın?

  Sevdiğin bir eşarp olduğunu düşünmüştüm.

  Parktaki ilk buluşmamızdan beri saklıyorum.

  Jennie.

Öğleden sonraları güneş artık daha açılı vuruyordu şehrin üstüne.

Akşamları, göçmen ördekler Manhattan semalarından geçerek güneye göç ediyorlardı.

Yaz güze dönmüştü ama Jennie hâlâ dönmemişti.

Korkunç bir yalnızlığa düşmüştüm.

Neredeydi?

  Biliyorum bunu söylemek bana düşmez ama   böyle kendi içine kapanarak bu işin içinden çıkamazsın.

  Gus, anlamıyorsun.

  Varsayalım ki, yani diyelim ki 

Ne diyelim, Gus?

  Diyelim ki asla geri dönmeyecek.

  Dönmeli.

  - Aksi mümkün değil.

  - Ya ona bir şey olduysa?

  Hayatına devam etmek istemez misin, dostum?

  Jennie konusunda hiçbir zaman ikna olmadın değil mi, Gus?

  - Lafı ağzında geveleme.

  - Neyse, önemli değil.

  Senin veya bir başkasının neye inandığının bir önemi yok.

  - Çünkü biliyorum.

  - Tabii ki biliyorsun.

  Manastıra gittiğini söylememiş miydin?

  Artık orada değil.

  Mezun oldu.

  Rahibeler iletişimi koparmamak konusunda çok iyidirler.

  Rahibeleri severdi.

  Özellikle bir tanesini, çok severdi.

  Neden ona sormuyorsun?

  Jennie orada kendini gerçeğe çok yakın hissettiğini söylemişti.

  Eğer bu gece iyi bir uyku çekeceğine söz verirsen, sabah ilk iş seni oraya götürürüm.

  - Sana borçlanmak istemem, Gus.

  - Para mühim değil, dostum.

  Annem hep derdi ki; "Eğer kalpten dost olursan, emin ol "

 Ne derdi annem?

Manastırda ne bulmayı bekliyordum, bilmiyorum.

Bildiğim tek şey, Jennie'nin burada vicdani gerçeği bulduğuydu.”

Bence o biliyor, Eben" dediğinde oradaydım.

Jennie'yi son gördüğümden beri ilk kez kendimi yalnız hissetmiyordum.

Dünya, Jennie ve ben bir bütün olmuştuk sanki.

Fakat bir süre sonra yolumuzu kaybetmiştik.

Geçmiş tekrar önümüze çıkmıştı.

Mutluluğu birlikte bulmuştuk ve bir daha hiç kaybetmeyebilirdik.

  Beni ne için görmek istemiştiniz?

  Buradan mezun bir kız hakkında size bir şey sormak istemiştim.

  Büyük ihtimal siz onun nerede olduğunu biliyorsunuzdur.

  Biz rahibeyiz.

  Mezun olan kızlarla bağımızı koparmayız pek.

  - Adı neydi?

  - Jennie Appleton.

  Jennie Appleton mı?

  Evet.

  Hatırlıyorsunuz değil mi?

  Evet, Jennie'yi çok iyi hatırlıyorum.

  Bizim mezhebimizde olmasa da Jennie en sevdiğim öğrencilerimdendi.

  Çok tatlı bir kızdı.

  Garip, ruhani bir dünyası vardı.

  Üzerinden hiç eksik olmayan hüzünlü bir hali vardı hep.

  Bence onu çok iyi tanımladınız.

  Nerede olduğunu biliyor musunuz?

  Ama Jennie öldü.

  - Ne zaman?

  - Yıllar önce.

  Üzgünüm, sizi sarstım sanırım.

  Hayır.

  - Muhtemelen aynı kişiden bahsetmiyoruz.

  - Ailesini tanır mıydınız?

  Hayır.

  Sadece bir kazada öldüklerini biliyorum.

  Halat kopması mı?

  Trapezciydiler değil mi?

  Maalesef aynı Jennie Appleton'dan bahsediyoruz.

  Ailesini kaybettikten kısa bir süre sonra teyzesi onu bize getirmişti.

  Mezun olana kadar da burada okudu.

  Sonra teyzesi gelip, yazı geçirmek için New England'a götürdü onu.

  Düzenli olarak yazışıyorduk.

  Mektuplarından birini okumamı ister misiniz?

  Lütfen.

  Oturmaz mısınız?

  Onun mektupları hep çok etkilemiştir beni.

  Bu yüzden saklarım.

  Bu bana yazdığı son mektup.

  Sevgili Rahibe Marie, çok yakında dönüyoruz.

  Bu yaz çok uzun ve yapayalnızdı.

  Seni tekrar görmeyi, yanına oturup içimi dökmeyi ne kadar da isterdim.

  Biliyorum ki sen bana dünyanın tüm güzelliklerini öğretmeye çalıştın hep.

  Ve her geçen gün de güzelleşmeye devam ettiğini.

  Başımıza ne geldiği mühim değil.

  Bazen, bu güzelliklerin bana hiç uğramadığı gibi dehşet verici düşüncelere kapılıyorum.

  Sevip sevileceğim birisini asla bulamayacağım düşünüyorum.

  Bu düşüncelerim beni korkutuyor.

  Senin tesellilerine ve tavsiyelerine çok ihtiyacım var.

  Sevgilerimle.

  Jennie.

  O sene New England sahillerini dev dalgalar vurmuştu.

  5 Ekim'di.

  Çok iyi hatırlıyorum.

  Her 5 Ekim'de Jennie'yi gününü kutlamak için ararım.

  Sonradan, Jennie'nin her gün tek başına yelken yaptığını öğrendim.

  Küçük bir burundaki terkedilmiş deniz fenerine gidermiş.

  Land's End Feneri.

  İşte o gezilerinden birinde dalgalar onu almış.

  Son görüldüğü zaman oymuş.

  Land's End Feneri.

  Onu orada bulabilirim.

  Ama Jennie öldü, Bay Adams.

  Bunu kabullenmelisiniz.

  - Zor olsa da  - Kabul etmem.

  Onun öldüğünü söylemeyin.

  Üç ay önce kollarıma aldım onu, on yıl önce değil.

  Onu seviyorum.

  Geri istiyorum onu.

  Tanrı'nın tasavvuru nedir, ben bilemem.

  Ama Tanrı'nın takdirinden şüphe etmeyin.

  İnancınızı kaybetmemelisiniz.

  Bizim aklımız ermez.

  Ancak çok azına.

  Kaba olmak istemem.

  Nezaketinize minnettarım.

  - Dalgalar sahili ne zaman vurdu demiştiniz?

  - 5 Ekim.

  - Bugün?

  - 1 Ekim.

  Dört günüm var o halde.

  Ama Bay Adams, bahsettiğim 5 Ekim yıllar önceydi.

  O kadar da emin misiniz?

  Bizim aklımız ermez demiştiniz.

  Jennie'nin ailesi öldü demiştiniz.

  Ama ben onu o gece bankta ağlarken buldum.

  Burada öğrenciydi dediniz.

  Ben onu burada ziyaret ettim.

  Teyzesi ile New England'a gitti dediniz.

  Gitmeden hemen önce onunlaydım.

  Öyleyse nasıl olur da hepsi yıllar önceydi dersiniz?

  Evet, bizim aklımız ermez.

  Ama şimdi az da olsa biliyorum.

  Jennie'nin yaşam şeklini anlayabiliyorum.

  Onun bir parçası olduğumu da biliyorum.

  Hayatlarımızın birbirine örülmüş olduğunu kendisi söyledi bana.

  Ne zaman ne de dünya çözebilir bunu demişti.

  İşte benin inandığım bu.

  Teşekkürler Rahibe.

  Acele etmeliyim.

  Nezaketiniz için teşekkürler.

  Nerelerdeydin sen?

  Bir sorun mu var?

  Bir süre buralarda olmayacağım.

  Ne kadar sürer bilmiyorum.

  İşte Jennie'nin portresi.

  Dönene kadar saklar mısın?

  Tabii ki.

  - Nereye böyle?

  - Sanırım nerede olacağını biliyorum.

  Oraya gidip onu bekleyeceğim.

  Cape Cod burnunda bir yer.

  Land's End diye biliniyor.

  Hoşgeldin, Adams.

  Nerelerdeydin?

  Bir sürü siparişim var senin için.

  O zaman bana 100 dolar avans verebilirsin sanırım.

  Ona 100 dolar verin, Bay Matthews.

  Sorun ne?

  Ters giden bir şeyler mi var?

  - Boşver, sen sadece öde.

  - Nasıl isterseniz, Bayan Spinney.

  Teşekkür ederim.

  Teşekkürler Spinney.

  Her şey için.

  - Hoşçakalın, Bay Matthews.

  - Güle güle evlat.

  Keyfine bak.

  Büyük işler yapacağız seninle.

  Oradayken küçük bir kilise resmi yap benim için.

  Kocaman çan kulesi olan küçük beyaz bir kilise.

  - Denize düşüp boğulma sakın.

  - Neden öyle dedin?

  ERKEKLER ÇOK APTALCA ŞEYLER YAPAR.

  OKYANUSTAN KORKARIM BEN.

  SEN ZORLU BİRİSİN.

  DENİZ SENİ ALAMAZ.

  ZORLULAR DA BOĞULUR, BİLİRSİN.

  Hoşçakal.

  4 EKİM Fırtına uyarısı var mı?

  - Ne fırtınası?

  - Kasırga geliyor.

  Buraya kasırga falan geldiği yok, genç dostum.

  Hava gayet güzel.

  Aynen orada dediği gibi.

  Barometre fırtınanın geldiğini ne kadar önceden gösterir?

  Yeterince.

  20'li yıllardaki o kasırgayı yeterince önceden göstermemişti ama.

  Ben de duymuştum onu.

  Yine bu zamanlarda olmuştu değil mi?

  Vay canına!

  Şimdi düşündüm de; 5 Ekim'di.

  Hatırlıyorum.

  Çünkü 4 Ekim onun doğumgünüydü.

  Bugün.

  Land's End Feneri'ne gitmek istiyorum.

  Nereden tekne bulabilirim?

  Land's End Feneri mi?

  Aklıma hiçbir sebep gelmiyor.

  Birisi neden oraya gitmek ister ki?

  Boşver sebebini.

  Teknesi olan birisini tanıyor musunuz?

  - Cal'ın bir teknesi vardı?

  - Güzel.

  Beni Cal'a götürebilir misin?

  Hayır.

  Şimdi düşündüm de; Cal teknesini kiralamaz.

  Gidip Eke'i bul bence.

  Bazen tekne kiraladığını duymuştum.

  Eke'i nerede bulabilirim?

  Eke'i bulmak çok kolaydır.

  Her zaman aynı yerde oturur.

  - Neresiymiş orası?

  - Hemen söylüyorum.

  Rıhtıma doğru in ve Eke'i aradığını söyle  Teknenizi kiralamanızı isteyebilir miyim?

  Gidip kendin de yeni bir tekne alabilirsin.

  Neden bana para ödüyorsun?

  Ama bu elbiselerle yarına nasıl çıkarsın orasını bilemem.

  Yaprak kımıldamıyor.

  Rüzgâr çıkacak merak etme.

  Yaklaşıyor.

  Olabilir.

  Bu işler hiç belli olmaz.

  20'lerdeki o kasırgadan sonra.

  Dalgaya ne diyorsun?

  Dev bir dalgadan bahsedildiğini duydum.

  Dev dalga mı?

  Evet.

  Evet, bir dalga vardı.

  Bazen hiç görmediğimi düşünüyorum.

  Sanki sadece okudum.

  Kutsal metinlerden bir şey okur gibi.

  Denizlerin ötesinden dağ gibi gelir.

  Karaya doğru ilerler.

  Kıyamet günü gibi.

  Şu ziyarete gelen kıza olanları duymuş muydun?

  Dalgaların kaptığı kız.

  Adı Jennie Appleton'dı.

  Bunu bana sorman çok ilginç.

  Çünkü ona tekneyi ben kiralamıştım.

  Ölene kadar unutmayacağım.

  - Onu tanır mıydın?

  - Evet, tanırdım.

  Çok güzel bir kadındı, değil mi?

  Öyle hüzünlü bakan iri gözleri vardı ki.

  Kocaman hüzünlü gözler  Çok uzaklardan gelir gibi bir hali vardı.

  Tam olarak ne oldu?

  Dalga onu aldığında neredeydi?

  Tam olarak Land's End'deydi.

  Teknenin pruvasını oradaki iskeleye bağlı olarak bulmuştum.

  Geriye ne kaldıysa tabii.

  Bir şey sorabilir miyim?

  Eğer deniz fenerine ulaşsaydı, kurtulurdu  - Öyle değil mi?

  - Evet.

  Ama başaramadı.

  Biliyorum.

  O fırtınada kayalığa çıkmak oldukça zordur.

  - Özellikle bir kadın için.

  - Üstelik de yalnızsa.

  Muazzam bir rüzgâr dağları yırttı.

  Rabbinin huzurunda kayaları un ufak etti.

  Ama Tanrı o rüzgârda değildi.

  Seni bulamayacağım diye çok korktum.

  - Bir daha asla bırakmayacağım seni.

  - Uzun zaman oldu.

  Dur bir bakayım sana.

  - Dalga geliyor.

  - Sorun değil.

  Ne olursa olsun.

  Ne olursa olsun mu?

  SANA SADECE RÜYALARDA DOKUNMAK İSTEMİYORUM ARTIK.

  Lütfen inan bana.

  Dalga birazdan yine vuracak.

  - Tüm ömrümüzü beraber

 - Sonsuza kadar beraberiz Eben.

  Göremiyor musun?

  YAPAYALNIZ VE SEVGİSİZDİK.

  ZAMAN BİR HATA YAPTI.

  SEN BENİ YİNE DE BEKLEDİN VE BÖYLECE AŞKIMIZI BULDUK.

  - YA ŞİMDİ KAYBEDERSEK?

  - HAYIR, DAHA YENİ BAŞLIYORUZ.

  SEN SEVİP SEVİLENE KADAR HAYAT DİYE BİR ŞEY YOKTU SEVGİLİM.

  ÖLÜM DİYE BİR ŞEY YOK.

  - Fenere ulaşmalıyız hemen.

  - Boşuna uğraşıyorsun Eben.

  Lütfen Eben, bırak beni.

  Hayır, sensiz hayatın hiçbir anlamı yok.

  Sen yaşamalısın Eben.

  İnancını koru.

  - İşte geliyor.

  - Elveda sevgilim.

  İşte bu genç dostum.

  Traş olmak iyi hissettirir.

  - Günaydın, Kaptan Cobb.

  - Günaydın.

  - Bayan Spinney.

  - Merhaba Adams.

  Ne işin var burada?

  Merak ettik seni.

  Ben de gelip ne durumda olduğuna bakmak istedim.

  Kaptan Cobb seni görmeme izin verdi.

  Şimdi ikimiz de onun konuğuyuz anlayacağın.

  - Çok iyisiniz, teşekkürler.

  - Hiç sorun değil.

  Bak sana ne diyeceğim, genç dostum.

  Ne için burada olduğunu Eke'ye söylemen büyük şans.

  Onun gibisine denk gelmek her zaman mümkün olmuyor.

  - Bundan hiç şüphen olmasın.

  - Başka kimseyi buldunuz mu?

  Kimse o havada denize açılacak kadar aptal değildir.

  - Onun teknesi nerede peki?

  - Neden bahsediyor?

  Teknesi vardı.

  Neden bahsettiğini anlamıyorum, genç dostum.

  Orada başka hiçbir sandal yoktu.

  Çoğu kişi o gün işe çıkmamıştı zaten.

  Seni de oradan onlar kurtarmış.

  Eke'ni sana neden tekne kiraladığını bile hala anlamıyorum.

  Yine Jennie'yi gördün değil mi?

  Korkunçtu.

  Onu tutmaya çalıştım.

  - Ama dalga  - Sakin ol.

  En azından onu tekrar görmüş oldun.

  Evet.

  Hiç değilse artık Jennie'ye inandığına sevindim.

  Evet.

  İnanıyorsun, değil mi?

  Sen inanıyorsun ya önemli olan da bu.

  Nereden buldun bu eşarbı?

  Bunu mu?

  Sahilde seni bulduğumuz yerin yakınlarında.

  Evet Spinney.

  Jennie'yi tekrar gördüm.

  Bu Jennie'nin mi yani?

  Sorun değil.

  Ben onu kaybetmedim.

  Her şey yolunda artık.

  EBEN ADAMS RESİMLERİ

Adams'ın erken dönem resimleri arasında hiç tanınmış eseri yoktur.

  Ancak onun "Jennie'nin Portresi" adlı efsanevi eseri ile başlayan   sonraki dönem eserlerinin tümü eşsiz kabul edilir.”

Jennie'nin Portresi"

Çok güzel, değil mi?

  - Gerçek mi acaba?

  - Öyle olmalı.

  Ne fark eder ki?

  Ona göre gerçekmiş demek ki.

  Yoksa bu kadar canlı görünmezdi.

  Ne kadar da akıllıca konuşuyorsunuz.

Eben bu gerçekten ben miyim?

Bence bir gün bir müzede sergilenecek  ve dünyanın her yerinden insanlar onu görmeye gelecek.

 

-----------

   İngiliz Şiiri III: Tennyson'dan Whitman'a. Harvard Klasikleri.  1909-1914. 675. Andrea Del Sarto

 

“Kusursuz Ressam”

 

Robert Browning (1812-1818)

 

 

B UT , daha fazla kavga etmemize izin vermiyor,        

Hayır, benim Lucrezia'm; benimle bir kez olsun:         

Oturun ve dilediğiniz gibi olsun.  

Yüzünü çeviriyorsun, ama kalbini mi getiriyor? 

O zaman arkadaşın arkadaşın için çalışacağım, asla korkma,         5

Kendi öznesine kendi yolundan davranmak,     

Kendi zamanını düzelt, kendi fiyatını da kabul et,      

Ve parayı bu küçük elin içine kapat       

Ne zaman olursa benimkini alır. Will? şefkatle? 

Oh, onu özleyeceğim, -kababaya, aşk!           10

Düşündüğünden çok sıkıcıyım.    

Bu akşam normalden daha fazla ve öyle görünüyor    

Sanki şimdi affet - oturmama izin vermelisin   

Elimdeki pencerenin yanında.      

Ve Fiesole'de bir buçuk saat boyunca bak,                15

Evli insanların kullandığı her iki akıl da, 

Sessizce, akşamları sessizce       

İşlerime kadar gelebilirim  

Her zamanki gibi neşeli ve taze. Denememize izin ver.         

To-Morrow, bunun için nasıl sevineceksin!                20

Yumuşak elin bir kadın,    

Ve benim adamın göğsüne meme tıkması içeride kıvrılıyor.  

Kaybedilen zamanı saymayın; servis yapmalısın

İhtiyacımız olan beş resmin her biri için:

Bir model kaydeder. Yani! bakmaya devam et -         25

Serpentining güzelliğim, mermi yuvarlar!         

—Bu mükemmel kulakları nasıl delirtebilirsin,  

İnciyi buraya bile koy! Ah, çok tatlı -     

Yüzüm, ayım, herkesin ayı,         

Herkes neye bakar ve onu arar,            30

Ve sanırım sırayla bakılıyor,        

Göründüğünde - kimsenin yokluğu: çok sevgili, daha az değil.       

Gülümse? neden, resmim hazır,  

Ressamların ahenkimiz dediğimiz şey var!       

Yaygın bir tanecik herşeyi yitirir, -                  35

Tüm alacakaranlıkta, sen ve ben 

-Sen, benim için ilk gurur noktasında    

(Bitti gitti), - ama ben her noktada;       

Gençliğim, umudum, benim sanatım, her şey tonda   

Çok hoş Fiesole için.                  40

Şapel tepesinden tungur eden çan var;   

Yol boyunca bu duvarın uzunluğu

Ağaçları daha güvenli, daha fazla iç içe geçirir; 

Son keşiş bahçeden ayrılır; günler azalır,

Ve sonbahar büyüyor, her şeyde sonbahar.               45

Eh? bütün bir şekle düşmüş gibi görünüyor      

Sanki hem işimi hem de kendimi gördüm gibi  

Ve benim doğduğum her şey,      

Bir alacakaranlık parçası. Aşk, biz Tanrı'nın elindeyiz. 

Şimdi bizi ne kadar tuhaf görüyor ki;              50

Öylesine özgür gözüküyoruz, o kadar çabuk kızardık!

Keçeyi koyduğunu hissediyorum: Bırak yalan olsun!    

Bu oda, örneğin - kafanı çevir -  

Bütün bunlar bizim arkamızda! Anlamıyorsun   

Sanatım hakkında da bilgi sahibi olmamak               55

Ama en azından insanların konuştuğunu duyabilirsiniz:        

Ve o karikatür, kapıdan ikinci     

-Bu şey, aşkım! öyle şeyler olmalı

Bak Madonna! - Söylemek cesurca.       

Kalemimle bildiğim şeyi yapabilirim.               60

Ne görüyorum, kalbimin dibinde ne var 

Keşke bu kadar derin dilerse -    

Kolayca da yapabilirim - dediğimde, mükemmel,       

Övünme, belki de: yargıcın,         

Geçen haftaki Legate'nin konuşmasını dinleyenler,              65

Ve Fransa'da da söyledikleri kadar.        

Her halükarda, her şey kolay!      

İlk önce eskiz yok, çalışma yok, uzun geçmiş:  

Hayatlarının çoğunun hayalini yapıyorum.        

-Rüya? yapmaya çabalamak ve yapmak için acı çekmek,                70

Ve yapmamakta. Yirmi tane sayabilirim 

Parmaklarının iki katı, ve bu kasabayı terketme,        

Kim çalışıyor, başkalarının nasıl çalıştığını bilmiyorsun

Bulaşmış gibi küçük bir şey boyamak     

Bornozları ile dikkatsizce geçiyor, -                75

Yine de çok daha azını, çok daha azını, Birisi diyor ki,

(Onun adını biliyorum, önemli değil) - çok daha az!   

Eh, daha az, Lucrezia: Ben yargılanıyorum.       

Onlara daha doğru bir Tanrı ışığı yakarlar.       

Boğulmuş dayak doldurulmuş ve durmuş beyinlerinde,                  80

Kalp ya da whate'er else, istemeden devam ediyor      

Bu düşük darbeli usta ellerin benim.      

Yapıtları yere düşüyor, ama biliyorum ki,

Bana bir zamanlar cennet gibi yaklaşan bir cennete uzan.     

Girin ve onların yerini yeterince al,                  85

Geri dönüp dünyaya söyleyemeseler de. 

İşlerim daha yakın cennet, ama ben burada oturuyorum.      

Bu adamların ani kanı! tek kelimeyle -   

Onları övün, kaynar ya da onları suçlar, o da kaynar.  

Ben kendimden ve kendime resim yapıyorum            90

Ne yaptığımı bil, erkeklerin suçuyla karşılanmadım     

Ya da övgüleri de. Birisi     

Morello'nun ana hatlarının yanlış bir şekilde izlendiği, 

Onun tonu yanlış; bundan ne haber? ya da       

Doğru bir şekilde takip edildi ve iyi sıralandı; bundan ne haber?               95

Diledikleri gibi konuş, dağ bakımı ne yapıyor?  

Ah, ama bir erkeğin ulaştığı kişinin elini tutması gerekir.      

Ya da cennet nedir? Hepsi gümüş gri     

Sanatımla mükemmel ve mükemmel: Daha da kötüsü!         

Ne istediğimi ve ne kazanabileceğini biliyorum.         100

Ve yine de bilmek için ne kadar kârsız, iç çekmek      

“İki yaşındaydım, başka biri ve kendim olsaydım,       

Kafamız dünyaya baktı! ”Hiç şüphem yok.        

Yonder, şu ünlü gençliğin bir işi. 

Beş yıl önce ölen Urbinate.         105

('Kopyalandı, George Vasari bana gönderdi.)    

Her şeyi nasıl yaptığını hayal edebilirim. 

Onun ruhunu, kralları ve papayı görerek,         

Ulaşmak, o cennet o kadar onu yenileyebilir,   

Sanatın üstünde ve onun aracılığıyla - için yol verir;             110

Bu kol yanlış bir şekilde konur - ve yine orada -         

Çizim çizgilerinde kusurlu bir hata,       

Onun bedeni, konuşmak için: Ruhu haklıdır,    

Doğru anlamına gelir - bir çocuk anlayabilir.    

Yine de, ne bir kol! ve ben onu değiştirebilirim:         115

Ama tüm oyun, içgörü ve gerginlik        

Benim dışımda, benden! Ve sonuçta?     

Bana onları sen mi ekledin, bana ruh verdin.    

Rafael'e yükselebilirdik, ben ve sen!       

Hayır aşkım, istediğim her şeyi verdin, sanırım -                 120

Evet, birçok kez hak ettiğimden daha fazla.     

Ama sende aynı mükemmel kaşla ...     

Ve mükemmel gözler ve mükemmel ağızdan daha fazlası,   

Ve ruhum sesim bir kuş gibi       

Fowler'ın borusu ve tuzağa kadar devam ediyor.                 125

Bunlarla aynı olsaydın, ama bir akıl aldın!         

Bazı kadınlar böyle yapar. Orada ağız vardı çağırdı     

“Tanrı ve zafer! asla kazanç elde etmek 

Gelecekte şimdiki, bu nedir?       

Agnolo ile yan yana, şöhret için yaşayın!         130

Rafael bekliyor: Tanrı'ya, her üçüne de! ”

Bunu senin için yapmış olabilirim. Öyle görünüyor:     

Belki de değil. Hepsi Tanrı'nın onuru gibidir.    

Ayrıca, teşvikler ruhun kendinden gelir; 

Geri kalanlar boşuna değil. Neden sana ihtiyacım var?         135

Hangi eşi Rafael'i aldı, ya da Agnolo'yu mu vardı?       

Bu dünyada kim bir şey yapabilir, yapmaz;       

Ve bunu kim yapardı, algılayamıyorum: 

Yine de irade biraz - biraz da, iktidar -  

Ve böylece yarı-erkekler mücadele ediyoruz. Sonunda,                  140

Tanrım, bitirir, telafi eder, cezalandırır.  

Ödül katıysa, benim için daha güvenli.   

Burada altüst olmuş bir şey olduğumu,  

Zavallı, bu kadar uzun, küçümseyen, gerçeği konuşmak için.

Cesaret edemedim, biliyor musun, bütün gün eve dönüp,              145

Paris'teki Lordları etkileme korkusu için.

En iyileri geçip kenara baktıklarında;     

Ama bazen konuşurlar; Hepsine dayanmalıyım.

Peki konuşabilirler! Bu Francis, ilk defa  

Ve Fontainebleau'daki bu uzun yıl!                 150

Elbette bazen yerden ayrılabilirim.         

Rafael'in günlük giydiği şöhretini giy.     

O insani büyük hükümdarın altın görünüşünde, -       

Sakalında bir parmak ya da kıvrılmış kıvrım     

Ağzının gülüşünü yapan iyi işareti,                 155

Omzumun bir kolu, boynumun etrafında

Altın zincirinin kulağımdaki kulağı,        

Nefesini benimle gururla boyayorum,     

Bütün mahkemesi onunla gözlerini gezdirdi.    

Bu açık sözlü Fransız gözleri ve ruhların böyle bir ateşi                  160

Profuse, elim o kalplerin yanında dolaşıyordu, -         

Ve en iyisi, bu, bu, bu ötesinde,  

Bu arka planda, işimi beklerken,  

Son bir ödülle sorunu taçlandırmak!      

İyi bir zaman değildi, krallık günlerim miydi?             165

Ve huzursuz olmadın… ama biliyorum -

Yapıldı ve geçti; Doğru söylüyorsun, içgüdüm dedi ki;

Çok yaşa, hayat büyüdü, altın ve gri değil,       

Ve ben zayıf gözlü yarasa ben güneşe başlamamalı    

Dört duvarı dünyasını yapan grange'den.         170

Nasıl başka bir şekilde bitebilir?  

Beni aradın ve ben de kalbine eve geldim.        

Zafer, oraya varmak ve orada kalmaktı; dan beri        

Ona ulaştım zafer, ne kayboldun?

Ellerimin yüzünü saçının altından çekmesine izin ver           175

Sen güzel Lucrezia benimsin!      

“Rafael bunu yaptı, Andrea yaptı; 

Dua ettiğinizde Romalılar daha iyidir.    

Ama yine de bakirenin bakiziydi ”-        

Erkekler bana izin verir. Yargılamaktan memnun oldum                180

İki resim de varlığınızda; temizleyici büyür       

Daha iyi bir servet düşünmeye karar verdim.    

Çünkü biliyor musun, Lucrezia, Tanrı'nın yaşadığı gibi,         

Dedi bir gün Agnolo, onun çok özü,      

Rafael'e… Bunca yıl biliyordum…          185

(Genç adam düşüncelerini alevlendirdiğinde)    

Roma'nın görmesi için bir saray duvarı   

Bu yüzden kalpten fazla kalkmıştı.        

“Arkadaşım, kusura bakma küçük bir fırça var.

Floransa'mızı yukarı ve aşağı doğru çeker,                190

Kim, plan yapmaya ve yürütmeye hazırlanıyordu        

Senin olduğu gibi, senin papaların ve kralların tarafından iğrenç,     

Terinizi kaşınızın içine getirin! ”   

Rafael'e! - Ve gerçekten de kol yanlış.   

Zorlukla bakıyorum… ama, sadece sen göreceksin,             195

Tebeşirle buraya ver - çabuk, böylece çizgi gitmeli!    

Ay ama ruh! O Rafael! ovmak!     

Yine de, tek umrumda, eğer doğruyu konuşsaydı,      

(Ne o? Neden, kim ama Michel Agnolo? 

Zaten böyle kelimeleri unuttun mu?)               200

Eğer gerçekten böyle bir şansı olsaydı, kayboldum, -  

İsterseniz - minnettar değil - ama daha memnun.     

Peki, düşünmeme izin ver. Ve gerçekten gülüyorsun! 

Bu saat bir saat oldu! Başka bir gülümseme?    

Her gece yanımda oturursan her gece             205

Daha iyi çalışmalıyım, anladın mı?

Yani daha fazla kazanmalıyım, daha fazlasını vermeliyim.     

Bakın, gece karanlığa yerleşti; bir yıldız var;     

Morello gitti, saat ışıkları duvarı gösteriyor.     

Bahis baykuşu, aradığımız ismi söyler.            210

Pencereden gel, aşk, en sonunda gel,    

Melankoli küçük evin içinde        

Onunla çok eşcinsel olmak için inşa ettik. Tanrı sadece.       

Kral Francis beni affedebilir: Geceleri     

Resimden baktığımda gözler yoruldu,             215

Duvarlar aydınlatılır, tuğladan tuğla       

Farklı, harç yerine, parlak parlak altın,   

Onun altınları onları çimentoyla bağladı!

Bırakın birbirimizi sevelim. Gitmelisin    

Bu kuzen yine burada mı? dışarıda bekler mi?           220

Seni görmeli-senle değil, benimle mi? Bu krediler?     

Daha fazla oyun borcunu ödemek için? bunun için gülümsedin mi? 

Eh, gülümseyin beni alsın! Daha fazla harcaman var mı?       

El ve göz ve bir şey bir kalp iken 

Beni bıraktı, iş eşyalarım, ve değerin ne?         225

Fantazimi ödeyeceğim. Sadece oturmama izin ver      

Gecenin gri kalan kısmı,   

Boşver, sen diyorsun ve mükemmel bir muse   

Nasıl boyayabilirdim, Fransa’daydım ama         

Bir resim, sadece bir tane daha - Bakire'nin yüzü.                230

Bu sefer senin değil! Seni yanımda istiyorum    

Onları duymak için - yani, Michel Agnolo -      

Yaptığım her şeyi yargıla ve sana değerini söyle.        

Mısın? Orospu, arkadaşını tatmin et.     

Koridorunun konularını alıyorum.         235

Portreyi elden bitirin - orda,        

Ve onu başka bir şeye ya da ikiye atın   

Eğer öyleyse; bütünü yeterince kanıtlamalıdır   

Aynı Cousin'in ucubesini ödemek için. yanında,

Neyin daha iyi ve neye değer olduğum,           240

Serseri için on üç scudi al! 

Aşk, bunu yapar mısın? Ah, ama o ne?   

Kuzen, seni daha ne mutlu eder? 

 

  Ben yaşlılıktan geceye kadar huzurlu yaşıyorum.      

Çok pişmanım, daha az değişecektim.            245

Orada benim geçmiş yaşamım yatıyor, neden değişiyor?       

Francis’e çok yanlış!

Onun parasını aldım, cazip ve uyuldu,    

Ve bu evi inşa ettiler, günah işlediler ve hepsi söylendi.        

Babam ve annem isteyerek öldüler.                250

Peki, kendime ait zenginlerim vardı? Anlıyorsun         

Biri nasıl zenginleşir! Her birinin onun yerini almasına izin verin.     

Onlar fakir doğmuş, fakir yaşamakta ve yoksullar ölmüştür; 

Ve benim zamanımda biraz çalıştım      

Ve bolca ödenmedi. Bazı iyi oğul          255

İki yüz resmimi boyayın - deneyelim!     

Şüphesiz, bir şey bir denge vurur. Evet.  

Beni yeterince sevdin, gece gibi görünüyor.      

Bu bana burada yeterli olmalı. Biri ne olurdu?   

Cennette, belki de, yeni şanslar, bir şans daha -                 260

Yeni Kudüs'te dört büyük duvar   

Melekler kamışı tarafından her tarafta ölçülür. 

Leonard, Rafael, Agnolo ve ben için       

Örtmek için - ilk eşi olmayan üç  

Benimki bende! Yani hala üstesinden geldiler            265

Çünkü hala Lucrezia var, ben de seçiyorum.     

   Yine Kuzen'in düdüğü! Git aşkım.       

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar