THE CENTURY OF THE SELF (BEN ASRI)
Yapım: 2002 ~ İngiltere
Tür: Belgesel
Yönetmen: Adam Curtis
Oyuncular: Adam Curtis,
Bill Clinton, Martin S.
Bergmann, Robert Reich, Tony Blair,
Werner Erhard
Senaryo: Adam Curtis
Yapımcı: Lucy Kelsall, Adam Curtis,
Stephen Lambert
Süre: 4 saat 10 dk
S. Freud'un bilinçaltını
araştırma tekniklerinin, kitlelerin isteklerini belirlemede kullanılarak nasıl
bir tüketim toplumunun oluşturulduğu üzerine bir BBC belgeseli.
Bundan
yıl önce, Sigmund Freud tarafından insan doğası hakkında yeni bir teori ortaya
atıldı.
"Her insanın zihin
derinliklerinde saklı ilkel cinsel ve saldırgan güçler"
keşfettiğini söylüyordu. Bu güçler kontrol edilmediği takdirde, bireyler ve
toplum kaos içinde yok olmaya sürüklenebilirdi. Bu belgesel serisi, iktidarı
elinde tutanların kitlesel demokrasi çağında, tehlikeli kalabalıkları kontrol
etmek için Freud'un teorilerini nasıl kullandıklarını anlatıyor.
Hikâyenin
merkezinde sadece Sigmund Freud değil, Freud ailesinin diğer üyeleri de yer
alıyor. Bu bölümde Freud'un Amerikalı yeğeni Edward Bernays'den
bahsedeceğiz. Günümüzde Bernays neredeyse tamamen unutulmuştur. Fakat yirminci
yüzyıldaki etkisi neredeyse amcası kadar büyüktür. Çünkü Bernays, Freud'un
insan hakkındaki fikirlerini alıp, kitlelerin manipülasyonu (hileli
yönlendirme) için kullanan ilk kişiydi. Seri üretim mallarını
insanların bilinçdışı arzularıyla ilişkilendirerek, ihtiyaçları olmayan şeyleri
istemeleri için insanları nasıl ikna edeceklerini Amerikan şirketlerine ilk
gösteren kişiydi. BURADAN YOLA ÇIKARAK KİTLELERİ KONTROL ETMENİN
YOLLARINA DAİR YENİ BİR SİYASİ FİKİR OLUŞACAKTI. İnsanlar, içlerindeki
bencil arzular tatmin edildiğinde mutlu olurken, aynı zamanda uslu çocuklar
haline geliyorlardı. Bugün bütün dünyayı saran, sadece tüketen insan modeli
böyle başlamıştı.
MUTLULUK MAKİNELERİ
VİYANA
Freud'un
insan zihninin nasıl çalıştığına dair fikirleri, aynen psikanalistler gibi
artık toplumda önemli ölçüde kabul görüyor. Her yıl Viyana'daki büyük bir
sarayda psikoterapistlerin balosu düzenleniyor. Bu gördüğünüz psikoterapi
balosu. Psikoterapistler geliyor,
DR
ALFRED PRITZ: Dünya Psikoterapi Konseyi Başkanı
iyileşmek
üzere olan bazı hastalar geliyor, Dünya Psikoterapi Konseyi Başkanı eski
hastalar geliyor ve daha birçok başka insan geliyor. Arkadaşlar, aynı zamanda
güzel, şık ve rahat bir baloya gelmek isteyen Viyana sosyetesinden insanlar.
Fakat durum eskiden böyle değildi. Yüz yıl önce, Viyana çevresi Freud'un fikirlerinden
nefret ediyordu. O zamanlarda Viyana, orta Avrupa'yı yöneten geniş bir
imparatorluğun merkeziydi. Habsburg sarayındaki güçlü soylulara göre, Freud'un
düşünceleri utanç vericiydi. Ama aslında birinin içsel duygularını analiz edip
deşmek, onların mutlak hâkimiyetini tehdit ediyordu. Bakın, o zamanlarda
iktidar bu insanların elindeydi. Tabii ki içinizden geçen hisleri dışa
vurmanıza izin vermiyorlardı. Yani, yapamıyordunuz. Mümkün değil
yapamıyordunuz.
KONTES
ERZIE KAROLYI:
Budapeşte
Düşünebiliyor musunuz, mesela üzgünsünüz, Budapeşte kasabada bir şatoda (!)
birini görüyorsunuz Budapeşte çok mutsuzsunuz, bir kadın olarak. Arkadaşınıza
gidip de omuzlarında ağlayamazdınız. Köye gidip de hislerinizi anlatamazdınız.
Bunu yapınca sanki kendinizi ona satmış gibi oluyordunuz. Yapamıyordunuz. Yani.
Çünkü size saygı duymaları gerekirmiş.
Elbette
Freud bu düşünceyi epey sorguladı. Çünkü bakın, kendinizi incelemek için,
birçok başka şeyi de masaya yatırmanız gerekiyordu. İçinde yaşadığınız toplumu,
çevrenizdeki her şeyi. O zamanlarda bu iyi bir şey değildi.
Neden?
Çünkü
bir yere kadar kendi kendinize yarattığınız bu imparatorluk, çoktan küçük
parçalara ayrılmış oluyordu. Ancak imparatorluğu yönetenleri daha çok korkutan
şey, Freud'un her insanın içinde gizli tehlikeli içgüdüsel dürtüler olduğu
düşüncesiydi. Freud "psikanaliz" adını verdiği bir yöntem
geliştirmişti. Rüyaları analiz edip serbest çağrışım yöntemiyle, hayvani
geçmişimizden kalan etkili cinsel ve saldırgan dürtüleri yüzeye çıkardığını
söylüyordu. Duygularımızı bastırıyorduk, çünkü çok tehlikeliydiler. Freud,
bugünlerde "bilinçdışı" dediğimiz zihnin gizli kalmış bölümünü
keşfetmek için bir yöntem geliştirdi,
Dr.
ERNEST JONES: Freud'un meslektaşı
Bu
gizli bölümden bilinçli bölümün hiçbir şekilde haberi yoktu. Hepimizin zihninde
bir bariyer olduğunu, Freud'un meslektaşı bu sayede bilinçdışından gelen o
gizli ve istenmeyen dürtülerin açığa çıkmasını önlediğimizi söylüyordu.
1914
yılında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Avrupa'yı savaşa sürükledi. Freud
ise, artan dehşete bakarak bunu kendi bulgularının korkunç bir kanıtı olarak
gördü.
"En
hüzünlü şey, psikanaliz bilgimizden yola çıkarak bakınca, insanlardan tam
olarak böyle davranmasını beklerdik,"
diye yazıyordu. Devletler insanların içindeki ilkel güçleri açığa çıkarmıştı.
Kimse de bu güçleri nasıl durduracağını bilmiyor gibiydi.
ENRICO
CARUSO: O zamanlarda, Dünyanın en iyi sesi
Freud'un
genç yeğeni Edwars Bernays, Dünyanın en iyi sesi Amerika'da bir basın ajansında
çalışıyordu. Dünyanın en iyi sesi En önemli müşterisi, Amerika turnesine çıkmış
olan dünyaca ünlü opera sanatçısı Caruso'ydu. Bernays'in ailesi Amerika'ya
yirmi yıl önce göçmüştü. Ama o amcasıyla bağlantısını koparmamıştı. Tatillerde
onunla birlikte Alplere gidiyordu. Ancak bu sefer Bernays'in Avrupa'ya dönüşü
çok farklı bir gerekçeye dayanıyordu. Caruso'nun Toledo Ohio'da çıktığı gece
Amerika, Almanya ve Avusturya'ya karşı savaşa gireceğini açıkladı.
AMERİKA
BURADA!
Savaş
girişimlerinin bir parçası olarak, Amerikan hükümeti halkı bilgilendirmek için
bir komite kurdu. Basında Amerika'nın savaş emellerini desteklemesi için
Bernays görevlendirildi. Dönemin başkanı Woodrow Wilson, ABD'nin eski
imparatorlukları yeniden canlandırmak için değil, bütün Avrupa'ya demokrasi
getirmek için savaşacağını açıkladı. Dünya Barışı İçin Program Bernays, bu
düşünceyi hem yurtiçinde, hem de yurtdışında pazarlama konusunda olağanüstü
başarılı oldu.
ÖZGÜRLÜK
ÖLMEZ (Her zaman kullanıldı bu
slogan)
EDWARS
BERNAYS: Röportaj 1991
Savaşın
sonunda, başkanla birlikte Paris Barış Konferansı'na katılması için davet aldı.
Sonra birdenbire, Woodrow Wilson ile barış konferansına gider misin diye
sordular.
Edwars
Bernays: 26 yaşımda, bütün barış
konferansı boyunca Paris'teydim. Konferans kentin dışında yapılmıştı.
Demokrasinin yerleşmesi için dünyayı güvenli hale getirmeye çalıştık. Esas
slogan buydu. (ÖZGÜRLÜK ÖLMEZ) Wilson'ın Paris'te verdiği resepsiyon, Bernays
ve diğer Amerikalı propagandacıları şaşkına çevirmişti. Yaptıkları propagandaya
göre, Wilson insanları özgürleştiren biriydi. Bireylerin özgür olacağı yeni bir
dünya yaratmak üzere olan bir adam.
“ÇOK
YAŞA WILSON”
Onu
bir halk kahramanı haline getirdiler. Kalabalıkların Wilson etrafında
dalgalandığını gören Bernays, barış zamanında da böylesine büyük kitleleri ikna
etmenin mümkün olup olmadığını düşünmeye başladı. Amerika'ya geri döndüğümde,
savaş için propaganda yapılabildiğine göre, barış için de kullanılabileceğine
kanaat getirmiştim. Almanlar çok kullandığı için “propaganda” olumsuz
bir kelime haline gelmişti. O yüzden başka sözcükler aramaya başladım. Sonunda "HALKLA
İLİŞKİLER KONSEYİ" lafını bulduk. Bernays New York'a döndü ve Broadway
civarlarında küçük bir büroda Halkla İlişkiler Konseyi'ni kurdu. Bu terim ilk
kez burada kullanılmıştı. 19. Yüzyılın sonundan bu yana, Amerika milyonlarca
insanın şehirlerde yaşadığı bir sanayi toplumu haline gelmişti. Bernays, bu
yeni kalabalıkların düşünme ve hissetme biçimlerini değiştirmek ve yönlendirmek
için çeşitli yollar bulmayı kafasına koymuştu. Bunu başarmak için, amcası
Sigmund'un yazdıklarına başvurdu. Paris'teyken amcasına hediye olarak bir
miktar Havana purosu göndermişti. Freud da ona "Psikanalize Giriş"
adlı eserinin bir kopyasını yolladı. Bernays bu kitabı okudu.
İnsanların içinde gizli kalmış irrasyonel güçler fikrinden çok etkilendi. Bilinçdışını
manipüle ederek para kazanıp kazanamayacağını merak etmeye başladı.
PAT
JACKSON: Halkla İlişkiler Danışmanı ve Bernays'in iş
arkadaşı:
Eddie'nin
Freud'dan aldığı şey aslında insanların karar verme sürecinde çok daha fazla
etkenin rol oynadığı düşüncesiydi. Sadece bireyler için değil, gruplar arasında
da değişik mekanizmalar vardı. Bir de bilginin davranışı kontrol ettiği fikri
vardı. Böylece Eddie şöyle bir fikir geliştirdi. İnsanların irrasyonel duygularına
oynayacak şeylere bakmanız lazım. Bakın, bu sayede Eddie hemen başka bir
kategoriye kaymış oldu. Kendi alanından ve birçok hükümet yetkilisinden
farklılaştı. Bugün bile yöneticiler öyle düşünmüyor. Sanıyorlar ki, insanlara
olgusal bilgileri verirsek, hepsi tutup "Ha, tabii ya!" diyecekler.
Eddie dünyanın böyle işlemediğini biliyordu. Bernays, popüler sınıfların
zihinleri üzerinde deney yapmaya koyuldu. En çarpıcı deneyi ise, kadınları
sigara içmeye ikna etmesiydi. O dönemlerde kadınların sigara içmesi
bir tabuydu.
Bernays'in
eski müşterilerinden, Amerikan Tütün Şirketi genel müdürü George Hill, ondan bu
tabuyu yıkmanın bir yolunu bulmasını istedi.
"Pazarımızın
yarısını kaybediyoruz," diyordu.
"Çünkü
erkekler, kadınların toplu yerlerde sigara içmesine karşı bir tabu
geliştirdiler. Bunu düzeltmek için bir şeyler yapabilir misin?"
Ben
de dedim ki,
"Biraz
düşüneyim." Sonra da, müsaade
ederseniz kadınlar için sigaranın ne demek olduğunu anlamak maksadıyla bir
psikanalistle görüşeceğim dedim.
"Kaça
patlar?" diye sordu. Neyse, Dr.
Brille'i aradım, A.A. Brille. O zamanlarda Amerika'nın önde gelen
psikanalistlerinden.
Neden
amcanızı aramadınız?
Amcanızı
niye aramadınız?
E,
Viyana'daydı adam.
A.A.
Brille, Amerika'daki ilk psikanalistlerden biriydi. EPEY YÜKSEK BİR ÜCRET
KARŞILIĞINDA, BERNAYS'E SİGARANIN PENİSİ SİMGELEDİĞİNİ, ERKEĞİN CİNSEL GÜCÜNÜ
HATIRLATTIĞINI SÖYLEDİ. Bernays'e şunu söyledi;
eğer
sigarayı erkek iktidarına meydan okuma fikriyle bir araya getirebilirsen,
kadınlar da sigara içerler. Çünkü o zaman kadınların da kendilerine ait bir
penisleri olmuş olur.
New
York'ta her yıl binlerce kişinin katıldığı Paskalya töreni düzenleniyordu.
Bernays, törende bir olay tezgâhlamaya karar verdi. Birkaç zengin yeni
sosyeteyi kıyafetlerinin içine sigara saklamaları için ikna etti. Sonra törene
katılacaklardı. Bernays onlara işaret ettiğinde, sigaralarını gösterişli bir
şekilde yakacaklardı. Bu arada Bernays basına haber salarak, kadınların seçme
hakkını savunan bir grup kadının, "özgürlük meşaleleri" adını
verdikleri sigaralarını yakarak protesto yapmaya hazırlandıklarını bildirdi.
Bunun büyük ses getireceğini biliyordu. O anı yakalamak için bütün
fotoğrafçıların geleceğini de biliyordu. Yani, "Özgürlük
Meşaleleri" ifadesiyle Bernays artık hazırdı. Burada bir simgeniz var,
kadınlar, genç kadınlar, yeni sosyeteler, İnsan içinde sigara içiyorlar. Öyle
bir ifade kullanıyorlar ki, bu eşitliğe inanan herkes süregiden tartışmada
onları desteklemek zorunda kalıyor. Çünkü, "özgürlük"
meşaleleri. Yani, bütün Amerikan paralarının üstünde ne vardır?
Özgürlük!
Özgürlük
heykelinin tuttuğu meşale, dikkat edin bütün bunlar içiçe giriyor. Duygular
var, hatıralar var, rasyonel bir ifade var. Çok fazla duygusallık taşısa da,
rasyonel düzeyde bir anlam ifade ediyor. Hepsi bir arada. Sonra ertesi gün bu
olay sadece New York gazetelerinde değil,
Bir
grup genç kız "Özgürlük" ifadesi” olarak sigara dumanı üflüyor bütün
Amerika'da ve dünya basınında yer alıyor.
Bir
grup genç kız "Özgürlük" ifadesi” olarak sigara dumanı üflüyor Bu
noktadan sonra, kadınlara sigara satışı artmaya başladı. Bir tek sembolik
reklamla, sigara içen kadınlar toplumsal kabul gördü. Bernays'in yarattığı
düşünce şuydu, eğer bir kadın sigara içiyorsa, bu onun daha güçlü ve bağımsız
olduğunu gösteriyordu.
ŞANSLI
VURGUN
Bu
düşünce hala etkinliğini sürdürüyor. Bana sarıl sevgilim, sarıl. Bu olayın
ardından Bernays, insanların arzuları ve hisleriyle ürünlerin bağlantısını
kurunca, insanları irrasyonel bir şekilde davranmaya ikna etmenin mümkün
olduğunu anladı. Sigara içmenin kadınları daha özgür kıldığı fikri, tamamen
irrasyoneldi. Ama buna rağmen kadınlar daha bağımsız hissettiler. Bu şu
anlama geliyordu, çok alakasız nesneler, sizin başkaları tarafından nasıl
görülmek istediğinize dair duygusal simgeler taşıdığında, çok güçlü hale
geliyorlardı. Eddie Bernays şunu gördü, Bir ürünü satmak için,
PETER
STRAUSS: Bernays'in elemanı 1948-52
Akla
hitap etmek yanlış. Yani, "Bir araba almanız gerekir" demeyeceksiniz.
"Eğer bu arabayı alırsanız, iyi hissedersiniz" demek gerekiyor.
Sanırım Bernays, insanların sadece bir şey satın almadıklarını, duygusal veya
kişisel olarak ürün veya hizmete kendilerini bağladıklarını ilk fark eden
kişiydi. Yeni bir elbiseye ihtiyacınız olduğunu düşünmek değil mesele. Yeni bir
elbiseyle daha iyi hissetmek. Bu, Bernays'in çok ciddi anlamda bir katkısıdır. Bugün
bu düşünce herkese malum olmuş durumda, ama sanırım ilk fikir ondan çıktı.
Ürün
veya hizmete duygusal bağlılık düşüncesi.
Bernays'in yaptıkları karşısında Amerikan şirketleri şaşkına döndüler. Savaştan
zengin ve güçlü olarak çıkmışlardı, ama endişeleri gittikçe artıyordu. Seri
üretim teknolojisi, savaş sırasında iyice gelişmişti. Artık üretim bantlarından
milyonlarca ürün akıyordu. Fazla üretim tehlikesinden korkuyorlardı. Bir gün
öyle bir noktaya geleceklerdi ki, insanlar yeterli ürüne sahip olacak, artık
bir şey satın almayacaklardı. O noktaya kadar, ürünlerin büyük kısmı
kitlelere halen ihtiyaç temelinde satılıyordu. Zengin kesim lüks mallara uzun
süredir alışmıştı.
“Akıntıya
karşı dururlar”
Milyonlarca
Amerikalı işçi sınıfı için, “Sokakları sürekli adımlarken” ürünlerin
büyük bölümü ihtiyaçlar olarak pazarlanıyordu.
“Saf
ipek” İşte giyilecek çorap
“DAYANIKLI”
diyerek ayakkabı, külotlu çorap, hatta araba gibi ürünler işlevine ve dayanıklılığına
vurgu yapılarak pazarlanıyordu.
Walter:Yeni
arabamı aldığına bahse girerim!
Bu reklamların amacı, sadece insanlara ürünün
pratik değerini göstermekti, o kadar.
“İşte
burada!”
“Yeni
Ford'unperformansına dair bir ders”
ŞİRKETLER
FARK ETTİ Kİ, AMERİKALILARIN BÜYÜK BÖLÜMÜNÜN ÜRÜNLER HAKKINDAKİ DÜŞÜNME
BİÇİMLERİNİ DEĞİŞTİRMELERİ GEREKİYORDU.
Önde
gelen Wall Street bankacılarından, Leahman Brothers'tan Paul Mazer, yapılması
gereken konusunda çok açıktı.
"AMERİKA'YI
İHTİYAÇ KÜLTÜRÜNDEN ARZU KÜLTÜRÜNE DÖNÜŞTÜRMEMİZ GEREKİYOR,"
diye yazıyordu. İnsanlar arzulamak için eğitilmeliydi, yeni şeyler
istemelilerdi, hem de eskisi henüz tamamen bitmeden. Amerika'da yeni bir
düşünce yapısı yaratmalıyız. İnsanların arzuları, ihtiyaçlarını gölgede
bırakmalı. O dönemden önce, Amerikalı tüketici diye bir şey yoktu. Amerikalı
işçi vardı.
PETER
SOLOMON: Yatırım Bankacısı Ve Amerikalı sermaye sahibi
Yatırım
Bankacısı, bunlar üretiyor,
biriktiriyor,
Yatırım
Bankacısı, yemek zorunda oldukları şeyleri yiyordu. Yatırım Bankacısı İnsanlar
neye ihtiyacı varsa onu satın alıyordu. Zenginler ihtiyaçları olmayan
şeyleri satın almıştır belki, ama çoğu insan almıyordu. Ve Mazer, bunun
kırılmasını öngördü. Aslında ihtiyaç duymadığınız şeylere sahip olacaktınız,
istediğiniz şeylere, ihtiyaçların zıddı anlamında. Şirketler adına bu
mantaliteyi (zihniyeti) değiştirmek için merkezde duran adam, Edward Bernays
idi. Bernays Amerika içinde,
STUART
EWEN: Halkla İlişkiler Tarihçisi
Şirketler
açısından kitlelere etkin bir şekilde hitap edebilmek için psikolojik teoriyi
en temel unsur olarak herkesten çok merkeze koyan kişidir. Her çeşit ticari
yapılanma ve satış organizasyonu, Sigmund Freud için hazır kıta bekliyordu.
Yani, insan zihnini neyin motive ettiğini öğrenmeye çok hevesliydiler.
Kitlelere ürün satma konusunda Bernays'in kullandığı tekniklere karşı oldukça
açıktı hepsi.
20.
YÜZYILIN BAŞLARINDAN İTİBAREN, NEW YORK BANKALARI AMERİKA'NIN HER YERİNDE
SÜPERMARKET ZİNCİRLERİ KURULMASI İÇİN FON SAĞLADILAR.
Bu
marketler, seri üretim mallarının satış mağazaları olacaktı. Ve Bernays'in işi
de, yeni müşteri tipini oluşturmaktı. Bernays, bugün kitle halinde tüketicileri
ikna edebilmek için kullanılan birçok yöntemi yaratmaya başladı.
William
Randolph Hurst'ün yeni kadın dergilerini pazarlaması için görevlendirildi.
Bernays,
başka müşterilerinin ürettiği ürünleri dergi yazıları ve reklamlarla,
hâlihazırda müşterisi olan Clara Bow gibi ünlü film yıldızlarıyla birleştirerek
kadınları büyüledi. Bernays aynı zamanda filmlerin içinde ürün tanıtımını
başlattı. Kendi temsil ettiği firmaların kıyafet ve mücevherlerini, filmlerin
galasında (öngösterim) yıldızların üzerine giydirdi. Kendi iddiasına göre,
araba üreten şirketlere, erkek cinselliğinin simgeleri olarak araba
satabileceklerini söyleyen ilk kişiydi.
Dr.
DONALD A. LAIRD: Danışman Psikolog
BERNAYS,
BAZI ÜRÜNLERİN İNSANLARA İYİ GELECEĞİNİ SÖYLEYEN RAPORLAR YAZMALARI İÇİN
PSİKOLOGLARA PARA VERDİ. Sonra da bunların bağımsız çalışmalar olduğunu
iddia etti. Süpermarketlerin içinde moda gösterileri düzenledi. Ünlülere
para vererek çok temel ve yeni bir mesajı tekrarlattı:
"Satın
aldığınız şeyleri sadece ihtiyaçtan almadınız, kendinizi nasıl gördüğünüzü
başkalarına göstermek için de aldınız."
“Kıyafetlerin
bir psikolojisi vardır, bunu hiç düşündünüz mü?”
MRS
STILLMAN: 1920'lerin Ünlü Pilotu
Karakterinizi
nasıl yansıtıyorlar? Hepiniz ilginç karakterlere sahipsiniz, ama bazılarınız
bunu gizliyor. Neden hep aynı şeyleri giydiğinizi merak ediyorum, hep aynı
şapkalar, aynı ceketler. Eminim ki hepiniz çok ilgi çekicisiniz, harika
özellikleriniz var. Ama sokakta sizlere bakınca, hepiniz aynı görünüyorsunuz.
İşte bu yüzden size kıyafetlerin psikolojisinden bahsediyorum. Kendinizi
kıyafetin içinde daha iyi ifade etmeye çalışın. Gizli kaldığını düşündüğünüz
şeyleri meydana çıkarın. Merak ediyorum, kişiliğinize hiç bu açıdan baktınız
mı?
Size
bazı sorularım olacak.
Neden
kısa etek seviyorsunuz?
Ah,
çünkü görecek daha fazla şey oluyor. Daha çok şey görmek mi?
Bunun
size ne faydası var?
İnsanı
daha çekici kılıyor. 1927 yılında Amerikalı bir gazeteci şöyle yazıyordu:
"Demokrasimize
bir yenilik geldi, buna tüketicilik adı veriliyor."
"Amerikalı
vatandaşların ülke açısından önemi artık vatandaşlık değil, tüketicilik."
(En iyi çok para harcayan vatandaş)
Gittikçe
yükselen tüketicilik dalgası, borsada patlama yarattı. Ve
yine Edward Bernays işin içine girerek, kendi temsil ettiği bankalardan kredi
alarak sıradan insanların da hisse senedi alması gerektiği gibi yeni bir fikri
pazarlamaya başladı. Ve yine milyonlarca insan onun tavsiyesini dinledi.
Ürünlere, fikirlere v.s. karşı insanların kitleler halinde (PETER STRAUSS:
Bernays'in çalışanı 1948-52) nasıl tepki vereceğini çok iyi bilen biriydi
Bernays. Fakat politik anlamda düşünürsek, sokağa çıkacak olsa, etrafına üç
kişi toplayıp da kendini dinletebileceğini hiç sanmıyorum. Düşüncelerini kolay
ifade edemezdi, biraz komik bir tipi vardı ve insanlara birebir ulaşmak gibi
bir düşüncesi hiç yoktu. Hiç olmadı. İnsanlar hakkında teker teker düşünmez,
konuşmazdı. İnsanları binlerce kişilik gruplar olarak görürdü. Yani, benim
onunla hiç işim olmazdı.
Bernays
kısa sürede kalabalıkların zihinlerini okuyan adam olarak ün kazandı. 1927
yılında başkan onu aradı. Başkan Coolidge sessiz sakin bir adamdı.
Ülkede espri konusu haline gelmişti. Basında duygusuz ve espriden anlamayan bir
portresi vardı. Bernays'in çözümü, ürünlerle yaptığı şeyin aynısını yapmak
oldu. 34 ünlü film yıldızını Beyaz Saray'ı ziyaret etmesi için ikna etti. İlk
kez siyaset halkla ilişkilerle bir araya gelmişti. İlk kez siyaset halkla
ilişkilerle bir araya gelmişti.
ÜNLÜ
DOSTLARIN ZİYARETİ
EDWARD
BERNAYS: Röportaj 1991
Kişileri
sıraya dizdim ve "Adınız nedir?" diye sordum. Adam "Al
Jolson" diyordu. Ben de "Sayın Başkan, Al Jolson."
diyordum. Ertesi gün Amerika'daki bütün gazetelerin birinci sayfasında bu olay
yer aldı.
"Başkan
Coolidge Beyaz Saray'da Oyuncuları Ağırladı."
The
Times'ın attığı başlık şöyleydi:
"Başkan
Neredeyse Güldü."
Herkes
memnundu. Ancak Bernays Amerika'da zengin ve güçlü hale gelirken,
Viyana'daki amcası felaketle karşı karşıyaydı. Avrupa'nın büyük bölümünde
yaşanan enflasyon ve ekonomik kriz Viyana'yı da sarsmıştı. Freud'un bütün
serveti erimişti. İflasın eşiğindeyken, yeğenine mektup yazarak yardım istedi.
Bernays ise, Freud'un çalışmalarını Amerika'da ilk kez yayınlamak için yola
koyuldu. Amcasına değerli dolarları göndermeye başladı. Freud bu paraları
yabancı bir bankada gizli hesapta tutuyordu. Bernays Freud'un ajansıydı
diyebiliriz, kitaplarını bastırıyordu. Evet, elbette kitaplar basılmaya
başlayınca, Eddie kendini tutamayıp onları pazarlamaya çalıştı. Herkesin
okuduğunu görmek, tartışma yaratmak istiyordu.
"Freud'un
seks hakkında ne dediğini duydun mu?"
lafını yaymak, "Sigara neyi simgeliyor?" gibi çeşitli
tartışmalar.
Bütün
bu hikâyeler nasıl yayıldı sanıyorsunuz?
Akademisyenler
tutup da bu lafları yaymadılar ülkeye herhalde. Eddie Bernays yaydı.
Ardından Freud kabul gördü. Asıl şimdi bir müşteriye gidip de, "Evet,
Siggy Amca" diye bahsetmek anlamlı oldu. Anlatabiliyor muyum,
pazarlamadan sonra mana kazandı. Ama şunu unutmayın, Eddie öncelikle Siggy
Amca'yı Amerika'da yarattı. Sonrasında kabul görmesini sağladı. En sonunda da,
Siggy Amca'yı sermayeleştirdi.
Tipik
Bernays performansı.
Bernays
bir yandan Freud'a kendini Amerika'da tanıtmasını tavsiye ediyordu.
Cosmopolitan dergisi için amcasından "Bir Kadının Evdeki Zihinsel
Yeri" başlıklı bir yazı istedi. Bernays bu derginin de temsilcisiydi.
Freud sinirden çıldırmıştı. "Böyle bir fikir düşünülemez,"
demişti. Çok kaba bir teklifti, zaten Amerika'dan nefret ediyordu. Freud
insanlık hakkında gittikçe daha kötümser oluyordu. 1920'lerin ortalarında yazın
Alplere çekiliyordu. Berchtesgaden bölgesindeki eski bir otel olan Moritz
Pansiyonu'nda kalıyordu. Şimdilerde otelden kalıntılar var. Freud “grup
davranışı” hakkında yazmaya başladı. İnsanlardaki bilinçdışı saldırgan
güçlerin, kitleler halinde olunca ne kadar kolay tetiklendiğini söylüyordu.
Freud, daha önce insanlardaki saldırgan içgüdüleri yeterince dikkate almadığını
düşünüyordu. İlk düşündüğünden çok daha tehlikeliydi bu güçler. I. Dünya
Savaşı'nın ardından, Freud tam bir kötümser oldu. İnsanın imkânsız bir
yaratık olduğunu düşünüyordu,
Dr.
ERNST FEDERN: Viyanalı Psikanalist
İnsan
aşırı sadist ve kötü bir tür. Ve insanın gelişebileceğine inanmıyordu. İnsan
vahşi bir hayvandı, dünyadaki en vahşi hayvan. İşkenceden ve öldürmekten zevk
alıyorlardı. Freud insanları sevmiyordu. Freud'un eserleri Amerika'da
yayınlanınca, 1920'lerin gazetecileri ve entelektüelleri arasında sıradışı bir
etki bıraktı. En çok etkilendikleri ve korktukları şey, Freud'un çizdiği
tabloda, modern toplumun hemen altında gezinen tehlikeli güçlerdi. Bu
güçler kolaylıkla taşkın kalabalıklar ortaya çıkarabilir, hükümetleri bile
devirebilirdi. Rusya'da olanların kaynağında bu güçlerin olduğuna inanmışlardı.
Çoğuna göre bunun anlamı, demokrasinin temel prensiplerinden birinin yanlış
olmasıydı. İnsanların rasyonel bir temelde karar alma yeteneği olduğuna
güvenmek imkânsızdı.
Önde
gelen siyaset yazarlarından Walter Lippmann, eğer insanlar irrasyonel
bilinçdışı güçler tarafından yönlendiriliyorsa, o zaman demokrasiyi yeniden
düşünmek gerektiğini savunuyordu. "Şaşkın güruh" dediği
kalabalığı yönetecek yeni bir elit kesime ihtiyaç olduğunu söyledi. Bu iş
psikolojik tekniklerle yapılabilirdi. Kitlelerin bilinçdışı duyguları kontrol
edilmeliydi. Bir yanda Walter Lippmann var, muhtemelen Amerika'nın gelmiş
geçmiş en etkili siyasi düşünürüdür, aslında diyor ki,
“kitle
zihninin temel mekanizması saçmalık, irrasyonalite ve hayvanlıktır. Sıradan
insanları sokaktaki kalabalık olarak görüyor, onların zihinleriyle değil
omurilikleriyle hareket ettiğini söylüyordu.
Medeniyetin altında gezinen bilinçdışı içgüdüsel dürtüler, hayvansal
dürtülerden bahsediyordu.”
Böylece,
psikoloji bilimine kitle zihninin işleyiş mekanizmalarını inceleyen bir alan
muamelesi yapmaya başladılar. Özellikle de amaçları, toplumsal kontrol
stratejilerini bu mekanizmalara nasıl uygulayacaklarını bulmaktı. Edward
Bernays, Lippmann'ın fikirlerinden çok etkilenmişti. Bu fikirleri kullanarak
kendini öne çıkarabileceğini düşündü.
1920'lerde
Bernays, Lippmann'ın istediği şey için teknikler geliştirdiğini iddia ettiği
bir dizi kitap yazmaya başladı. İnsanların içsel arzularını harekete geçirip
onları tüketim ürünleriyle tatmin ederek, kitlelerin irrasyonel güçlerini
yönetmek için yeni bir yol yaratıyordu. Bunun adına da "rıza
mühendisliği" diyordu. Babama göre demokrasi muhteşem bir kavramdı.
Ama etraftaki bütün kitlelerin güvenilir bir karar verebileceğine inandığını sanmıyorum.
ANN
BERNAYS: Edward Bernays'in kızı
ÇOK KOLAY BİR ŞEKİLDE ONLAR YANLIŞ KİŞİYE
OY VEREBİLİR, YANLIŞ ŞEYİ İSTEYEBİLİRDİ. O YÜZDEN YUKARIDAN YÖNLENDİRMEK
GEREKİYORDU ONLARI. BİR BAKIMA AYDINLANMIŞ DESPOTİZM DİYEBİLİRİZ. İNSANLARIN
ARZULARINA VE FARK EDİLMEMİŞ ÖZLEMLERİNE, BÖYLE ŞEYLERE HİTAP EDİYORSUNUZ. EN
DERİN ARZULARINA, EN DERİN KORKULARINA DALIP, ONLARI KENDİ AMAÇLARINIZ UĞRUNA
KULLANABİLİYORSUNUZ.
Sonra,
1928'de Bernays ile aynı fikirde olan bir başkan geldi. Başkan Hoover,
Amerikan yaşam tarzının merkezindeki motorun tüketicilik olduğunu açıkça
telaffuz eden ilk siyasetçiydi. Seçildikten sonra, bir grup reklamcı ve
halkla ilişkilerci’ye şöyle dedi:
"Siz
arzu yaratma mesleğini edindiniz, insanları sürekli hareket eden mutluluk
makinelerine dönüştürdünüz. Bu makineler ekonomik büyüme için vazgeçilmez
oldu."
1920'lerde
ortaya çıkmaya başlayan bu yeni fikir, kitlesel demokrasiyi yürütme tarzını
anlatıyordu. MERKEZİNDE TÜKETEN BİREY vardı. Bu birey hem ekonominin
yürümesini sağlıyor, hem de mutlu ve uyumlu davranıyor, yani dengeli bir toplum
yaratıyordu.
STUART
EWEN: Halkla İlişkiler Tarihçisi
Hem
Bernays'in, hem de Lippmann'ın KİTLELERİ YÖNETME KAVRAMLARI, demokrasi
fikrini alıyor ve onu geçici bir şeye, insanlara iyi hissetmeleri için ilaç
vermek gibi, acil isteklere ve acil acılara müdahale edecek, ama nesnel
koşulları zerre kadar değiştirmeyecek bir şeye dönüştürüyor. Yani gerçek
demokrasi, demokrasi fikrinin temelinde yatan şey, iktidar ilişkilerini
değiştirmektir, tarih boyunca dünyayı yönetmiş olan iktidarları. Bernays'in
demokrasi anlayışı ise, iktidar ilişkilerini korumaya yönelikti. Hatta bunu,
halkın psikolojik hayatını etkilemek pahasına yapıyordu. Aslında kafasında
bunun gerekli olduğuna inanıyordu. İrrasyonel benliği etkilemeye devam
ederseniz, yöneticiler yapmak istediklerini yapmaya rahatça devam edebilirler.
Bernays
artık iş dünyası seçkinleri arasında merkezi bir figür olmuştu. Bu seçkinler,
Amerikan toplum ve siyasetine 1920'lerde hâkim olmuşlardı. Epey zengin de
olmuştu. New York'un en pahalı otellerinden birinin suitinde yaşıyor, burada
sık sık partiler veriyordu. Aman yarabbim, Sherry Netherland otelinin en iyi
köşesindeki suitte yaşıyordu. Bu muhteşem evde, bütün pencereler Central Park'a
ve plazalara bakıyor. Tam köşedeki bu evi suareler düzenlemek için
kullanıyordu. Belediye başkanı geliyordu, bütün medya patronları geliyordu,
siyasi liderler, iş dünyasından yöneticiler, sanatçılar. Yani, "kim
kimdir" partisiydi bunlar. İnsanlar Eddie Bernays'i tanımak
istiyorlardı. Çünkü onun kendisi bir tür ünlü haline gelmişti. Olmayan şeyleri
olduran bir çeşit büyücü gibiydi. Herkesi tanıyordu, belediye başkanını,
senatörü, siyasetçilerle telefonda görüşüyordu. Sanki yaptığı iş dolayısıyla
gerçekten yükselmiş gibiydi.
Tamam,
yükselsin, fakat bu çevresindeki insanlar için katlanılacak bir şey değildi.
Özellikle de diğerlerinin aptal gibi hissetmesine neden oluyordu. Yanında
çalışan kişiler aptaldı, çocuklar aptaldı, eğer insanlar bir işi onun gibi
yapmıyorsa, onlar da aptaldı. Bu kelimeyi sürekli, durmadan kullanırdı.
Budala ve aptal.
PEKİ
KİTLELER?
Onlar
da aptaldı. Ancak Bernays'in gücü ciddi biçimde yok olmak üzereydi. Hem de
kontrol etmek için hiçbir şey yapamadığı irrasyonel bir insan davranışı
yüzünden. 1929 Ekim ayının sonunda, Bernays büyük bir ulusal organizasyon
düzenledi. Ampulün icadının 50'inci yılını kutlamak istiyordu. Başkan Hoover,
büyük şirket patronları, John D. Rockefeller gibi bankacılar, hepsi Amerikan iş
dünyasının gücünü kutlamak için Bernays tarafından çağrılmıştı. Fakat daha
toplanırlarken haberler gelmeye başladı. New York borsasındaki hisseler feci
bir şekilde değer kaybediyordu. 1920'lerde spekülatörler milyarlarca dolar borç
almıştı. Bankacılar ise, piyasa krizlerinin artık geçmişte kaldığını, yeni
bir dönem başladığını söyleyip duruyordu. Fakat yanıldılar. YAŞANAN ŞEY,
TARİHTEKİ EN BÜYÜK BORSA KRİZİYDİ. Yatırımcılar paniğe kapılmıştı. Acımasız
bir kızgınlıkla, hiç düşünmeden ellerindeki hisseleri satıyorlardı. Ne
bankacılar, ne de politikacılar bu kadar satışı karşılayabilecek sermayeye
sahipti.
Ve
29 EKİM 1929'DA, BORSA ÇÖKTÜ.
Bu
çöküşün Amerikan ekonomisine müthiş bir zararı oldu. Küçülme ve işsizlik
sonucu, milyonlarca Amerikalı işçi ihtiyaçları olmayan şeyleri almayı
bıraktılar. Bernays'in çok büyük çabalarla gerçekleştirdiği tüketim patlaması
yok olmuştu. Hem kendisi, hem de halkla ilişkiler mesleği gözden düştü.
Bernays'in kısa süren iktidarı bitmiş gibi görünüyordu. Wall Street'in
çökmesi, Avrupa'yı da çok kötü etkilemişti. Böylece, yeni demokrasilerde
gitgide büyüyen ekonomik ve siyasi krizler daha da yoğunlaştı. Hem Almanya hem
de Avusturya'da, farklı siyasi partilerin silahlı kanatları arasında şiddetli
sokak kavgaları oluyordu. Bu sırada çene kanserine yakalanan Freud,
çöküş karşısında yine Alplere çekilmişti. "Uygarlığın
Huzursuzluğu" adlı bir kitap yazdı.
Kitap,
medeniyeti insanlığın ilerlemesinin bir göstergesi olarak gören anlayışa karşı
bir saldırı niteliğindeydi. Freud "Tam aksine, medeniyet insanların
içindeki tehlikeli hayvani güçleri kontrol etmek için oluşturulmuştur."
Diyordu.
Freud
ÜSTÜ KAPALI OLARAK, DEMOKRASİNİN MERKEZİNDE YER ALAN BİREYSEL ÖZGÜRLÜK
İDEALİNİN İMKÂNSIZ OLDUĞUNU SÖYLÜYORDU. İNSANLAR HİÇBİR SURETTE
KENDİLERİNİ GERÇEKTEN İFADE ETMEMELİYDİ, ÇÜNKÜ BU ÇOK TEHLİKELİYDİ. HER ZAMAN
KONTROL EDİLMELİ, YANİ HEP HUZURSUZ OLMALIYDILAR.
İnsanlık
medeni olmak istemiyor ve medeniyet huzursuzluk getiriyor. Fakat bu hayatta
kalmak için gerekli, aksi halde yaşayamazdık. Yani insan huzursuz olmalıydı,
çünkü onu sınırlar içinde tutmanın tek yolu buydu.
İnsanlığın
eşitliği hakkında Freud ne düşünüyordu?
Buna
inanmıyordu. Bizim partimiz vardı ve Hitler dedi ki:
"Bu
partiler yok edilmeden Almanya'dan bahsedemeyiz."
Bu
doğru. 32 tane partiniz olamaz. Sonra dediler ki, bu komediyi bitirecek
tek bir insan vardır. Freud kötümserlikte yalnız değildi. 1920'lerde
demokrasiye karşı duyulan güvensizlik arttıkça Adolf Hitler gibi
siyasetçiler ortaya çıktı. Naziler demokrasinin tehlikeli olduğunu düşünüyordu.
Çünkü bencil bir bireyciliği ortaya çıkarıyordu, fakat bunu kontrol edecek
araçlara sahip değildi. Hitler'in partisi, Nasyonel Sosyalistler,
propagandalarında demokrasiyi kaldıracakları sözünü vererek seçimlere girdi.
Çünkü demokrasi, kaosa ve işsizliğe yol açıyordu.
“Demokratik
partiler, dünyada bir cennet sözü verdiler. 38 parti, 6 milyon işsiz 30 Temmuz
1933”
1933 Mart'ında Nasyonel Sosyalistler
Almanya'da iktidara geldi.
İnsanları
farklı bir şekilde kontrol altına alacak bir toplum yaratmak için yola
çıktılar. İlk yaptıkları işlerden
biri iş dünyasını kontrol altına almak oldu. Gelecekte üretim planlaması devlet
tarafından yapılacaktı. Amerika'daki çöküşün gösterdiği gibi, serbest piyasa
çok riskliydi. İşçilerin boş zamanı bile "Keyifli güç" adında
bir organizasyon yoluyla devlet tarafından planlandı. Sloganlarından biri "Ben
değil hizmet" ti. Ancak Naziler, bunu eski otokratik kontrolün bir
çeşidi gibi görmüyordu. Bu, demokrasiye karşı yeni bir alternatifti. Kitlelerin
hisleri ve arzuları yine merkezde olacak, ama öyle bir yönlendirilecekti ki,
bütün ulus birlik olacaktı.
Bunun
öncü temsilcilerinden biri Propaganda Bakanı Joseph Goebbels idi.
Silahlara dayalı bir iktidar iyi bir şey olabilir. Ama eğer, ulusun kalbini
kanatlandırır ve duyguları ayakta tutarsanız, daha iyisini yaparsınız. Goebbels
büyük gösteriler düzenledi. Ona göre bunların işlevi, "ulusun zihnini
birleştirerek aynı şeyi düşünmek, hissetmek ve arzulamak"tı. Amerikalı
bir gazeteciye yaptığı açıklamada, ilham aldığı kişilerden birinin Freud'un
yeğeni Edward Bernays olduğunu söylemişti. Freud, kitle psikolojisi üzerine
çalışmasında, böyle kitleler arasında insanların içindeki korkunç
irrasyonalitenin nasıl ortaya çıkabileceğini açıklıyordu. Arzunun "libidinal"
dediği derin güçleri lidere yönelirken, saldırgan içgüdüler grubun dışında
kalanlara yöneltiliyordu. Freud bunu bir uyarı niteliğinde yazmıştı. Ama
Naziler bile bile bu güçleri destekliyordu, çünkü bunları yönetip kontrol
altına alacaklarını düşünüyorlardı.
VİYANA
Freud,
kitlelerin libidinal güçlerle birbirine bağlandığını söylüyordu.
Dr.
LEOPOLD LÖWENTHAL: Freudiyen Psikanalist
Birbirlerini
seviyorlar ve düşünceleriyle hislerini şef üzerinden yukarıya doğru
dağıtıyorlardı. Libidinal güçler nedir?
Aşk
gücü.
“Nefret
yok mu?”
Hayır,
o dışarıdaki ötekiye yöneliyor.
ACHTUNG JUDEN (DİKKAT
YAHUDİLER)
Bunlar
kalabalık. Ihlamur ağaçlarının altından Wilhelm Caddesi'ne yukarıdan
bakıyordum. Binlerce insanın nasıl toplandığını görüyordum. Hitler'in yanından
geçerken tamamen çıldırıyorlardı. Bağırmaya başladılar. Ve o noktada anladım
ki, bu irrasyonel güçler, Almanya'nın kontrol dışı güçleri, Almanların içindeki
güçler fışkırmıştı, dışarı çıkmıştı. Gösteri sırasında grup marşlarla
ilerliyordu.
FÜHRER
EMRET BİZ YAPALIM!
KİTLE
ve DAVRANIŞI
Amerika'da
da öfkeli kalabalığın gücü karşısında demokrasi tehdit altındaydı. Borsanın
çökmesinin etkileri felakete yol açmıştı. Öfkeli kalabalık, felaketin sorumlusu
olarak gördüğü şirketlere karşı öfkesini yöneltmiş, şiddet artmaya başlamıştı.
Sonra 1932'de yeni bir başkan seçildi. O da serbest piyasayı kontrol etmek için
devletin gücünü kullanacaktı. Ama onun amacı demokrasiyi yok etmek değil,
güçlendirmekti. Bunu yapmak için, kitlelerle başa çıkmanın yeni bir yolunu
geliştirecekti.
BAŞKAN
ROOSEVELT:Devir teslim töreni-Mart 1933
Anayasal görevim dâhilinde, yaralı bir
dünyanın ortasındaki yaralı bir milletin ihtiyacı olan tedbirleri almak için
hazırım. Milli buhranın halen kritik olduğu şu zamanda, sonradan karşıma
çıkacak olan belli görevleri savuşturmayacağım. Kongreden istediğim, krize çare
olarak elde kalan tek araçtır; genişletilmiş yönetme yetkisi. (Kanun
hükmünde kararname yetkisi)
Böylece
"New Deal" adı verilecek olan iktisat yasaları başlamıştı.
Roosevelt, Washington'da bir grup genç planlamacı ve teknokratı bir araya
getirdi. Onlara, ülkenin iyiliği için büyük sanayi projeleri planlayıp yönetme
görevini verdi. Roosevelt, borsanın çökmesinden sonra, modern endüstriyel
ekonomileri artık serbest kapitalizmin yönetemeyeceğini düşünüyordu. Bu iş
artık devletin işiydi. Büyük iş adamları dehşete kapılmıştı. Ama New Deal
Nazilerin büyük ilgisini çekmişti, özellikle de Joseph Goebbels'in.
“Amerika'daki
toplumsal gelişmeleri yakından takip ediyorum. Başkan Roosevelt'in doğru yolu
seçtiğine inanıyorum. Tarihte bilinen en büyük toplumsal sorunlarla karşı
karşıyayız. Milyonlarca işsize iş bulmak zorundayız ve bu işler özel
girişimlere bırakılamaz. Bu sorunu ancak hükümetler çözebilir.”
Roosevelt
de Naziler gibi toplumu farklı bir şekilde organize etmeye çalışıyordu. Fakat
Nazilerden farklı olarak, insanların rasyonel olduğuna inanıyor ve yönetimde
aktif rol oynayabileceklerini düşünüyordu. Roosevelt, sıradan Amerikalılara bu
politikaları anlatmanın mümkün olduğunu, onların görüşlerini dikkate
alabileceğini düşünüyordu. Bunu yapabilmek için, Amerika'nın sosyal
bilimcilerinden George Gallup'un yeni fikirlerine başvurdu.
Washington'daki New Deal'ın en iyi okuması kamuoyu yoklaması. Ünlü istatistikçi
George Gallup, her hafta milletin ne düşündüğünü Princeton New Jersey'deki
bürosundan Washington'a aktarıyor. New York'ta ise, Fortune dergisi analisti
Elmo Roper, ülkenin nasıl yönetildiğiyle ilgili milletin olumlu ve olumsuz
görüşlerini yayınlıyor. Gallup ve Roper, insanların bilinçdışı
güçlerin kölesi olduğunu ve dolayısıyla kontrol edilmesi gerektiğini söyleyen
Bernays'e katılmıyordu. Kurdukları kamuoyu araştırması sistemi, insanların
ne istediklerini bilecek kadar güvenilir olduğu fikrine dayanıyordu. Eğer
insanların duygularını manipüle etmeden, doğrudan hakiki sorular sorulursa,
kamuoyunun fikrini ve davranışını ölçüp tahmin edebileceklerini düşünüyorlardı.
Peki
ya buna ne dersiniz?
“Franklin
D. Roosevelt'in New Deal programı, ülke için genel olarak kötü mü oldu?” (Doğru
soru)
Olmaz,
o soru yönlendirici. Kendi içinde bir cevap öneriyor. Şöyle olur mu?
“Şu
anda Başkan Roosevelt'e karşı olan duygularınız, genel olarak olumlu mu, yoksa
olumsuz mu?” (hileli soru)
-Bu
daha iyi.
-
Evet, bu daha iyi.
GEORGE
GALLUP Jnr: George Gallup'un oğlu
Bilimsel anketlerden önce, birçok insan
kamuoyu görüşüne güvenilemeyeceğini, irrasyonel olduğunu, bilgisizliğe
dayandığını, kaotik, kuralsız vs. olduğunu düşünüyordu. Dolayısıyla bu
görüş gözardı edilmeliydi. Ancak bilimsel anketle birlikte bence, insanların
rasyonel olduğu anlaşıldı, doğru karar verdikleri görüldü. Bu sayede,
ülkenin yönetiminde herkese söz hakkı verilerek, demokratik yönetimlerin
halktan gerçek bilgi alma şansı oldu. Biliyorum, babam illa ki halkın sesi
Tanrı'nın sesidir diye düşünmezdi. Ama insanların sesinin rasyonel bir ses
olduğunu, dinlenmesi gerektiğini içten hissederdi. Roosevelt'in yaptığı,
kitleler ve siyasetçiler arasında yeni bir bağ kurmaktı. Artık halk arzularını
doyurarak yönetilen irrasyonel tüketiciler değildi. Tersine, ülke yönetiminde
söz sahibi olan mantıklı vatandaşlardı.
1936'da
Roosevelt tekrar seçilmek için aday oldu.
Büyük şirketler üzerinde daha fazla kontrol kurma sözü verdi. Şirketlere göre
bu, diktatörlüğün başlangıcıydı. Roosevelt özel girişimlere engel oluyor ve
ülkeyi nesiller boyu ödenemeyecek bir borcun altına sokuyor. İyileşmenin yolu, iş
dünyasını serbest bırakmaktır. Ama Roosevelt, büyük bir zaferle yeniden
seçildi. Arkadaşlar, bu sefer gerçekten ortalığı kasıp kavurduk. Bu zafer
karşısında İŞ DÜNYASI AMERİKA'DA İPLERİ YENİDEN ELE ALMAK İÇİN KARŞI SALDIRIYA
GEÇTİ. Savaşın merkezinde Edward Bernays ve kendi icat ettiği halkla ilişkiler
mesleği olacaktı.
Seçimlerden
sonra iş dünyası bir araya geldi. Çeşitli tartışmalar yapmaya başladılar. Özel
görüşmeler yapılıyordu, birbirlerine bu New Deal karşısında ideolojik bir savaş
yürütmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Bir taraftaki demokrasi fikrini, diğer
taraftaki özel girişim fikriyle yeniden birleştirmek gerektiğini
düşünüyorlardı. Bunu da, günümüzde hala devam eden "Ulusal Üreticiler
Birliği" şemsiyesi altında yapacaklardı. Amerika'daki bütün büyük
şirketler bu kuruma üyeydi. Açık açık büyük şirketlerle halk arasında duygusal
bağ kurmayı hedefleyen kampanyalar başlatıldı. Büyük ölçüde Bernays'in
yöntemleri kullanılıyordu. Aslında tamamen onun yöntemleri.
General
Motors'un Hikâyesi İlerleme Töreni General Motors, ilerleme töreni. Amerika'nın
otoyollarını ve eğimli yollarını geziyoruz. Milyonlarca Amerikalıyı
memleketlerine taşıyoruz. Modern sanayinin ardındaki büyüleyici hikâye. Kampanyada,
Amerika'yı siyasetçilerin değil, şirketlerin kurduğunu anlatan dramatik
hikâyeler üretildi. Hepimiz için daha iyi yaşam koşulları.
Bernays,
General Motors'un danışmanıydı, ama artık yalnız değildi. Kendi kurduğu
endüstri artık genişlemişti. Yüzlerce halkla ilişkiler danışmanı müthiş bir kampanya
düzenledi. Sadece reklamları ve reklam panolarını kullanmakla kalmadılar. GAZETELERİN
EDİTÖR SAYFALARININ İÇİNE GİZLİ MESAJLAR SOKMAYI DA BAŞARDILAR.
Sert
bir kavga oldu. Kampanyaya cevap olarak hükümet, basının iş dünyası
tarafından ahlaksızca yönlendirildiğini anlatan uyarı filmleri hazırladı.
Merkezdeki kötü adam, yeni bir figür olan halkla ilişkiler danışmanıydı. Sonra
da amaçlarını gerçekleştirmek için tamamen perde arkasında çalışarak, halkı
yanıltmaya ve kandırmaya çalışıyorlar. Halkın çıkarları açısından böyle
grupların amacı iyi veya kötü olabilir. Ama yöntemleri, demokratik kurumlara
karşı ciddi bir tehlike arz ediyor. Filmlerde, sorumlu vatandaşların kendi
başlarına basını nasıl izleyebilecekleri de anlatılıyordu. Haberlerde gizli
çarpıtmaları tespit edip işaretleyerek bir tablo oluşturabilirlerdi. Fakat
bu samimi girişim, Edward Bernays'in güçlü hayalgücü karşısında komik
kalıyordu. Bir ütopya yaratmak üzereydi. Eğer bu gerçekleşirse, Amerika'da
serbest piyasa kapitalizmi yeniden yeşerecekti.
“Gökkuşağının
Üstünde Bir Yerde” (slogan)
1939
yılında New York, Dünya Fuarı'na ev sahipliği yaptı. Edward Bernays baş
danışmanlardan biriydi. Fuardaki ana temanın Amerikan iş dünyası ile demokrasi
arasındaki bağlantı olması için ısrarcı oldu. Artık geleceğe çok yakınız.
Fuarın merkezinde dev bir kubbe vardı. Bernays buna "Democracity"
adını vermişti. Merkezdeki sergide, General Motors'un inşa ettiği, Amerika'nın
geleceğini gösteren hareketli kocaman bir model duruyordu. Babama göre, Dünya
Fuarı statükoyu korumak için bir fırsattı.
ANN
BERNAYS: Edward Bernays'in kızı
Statüko
da, demokrasi içinde kapitalizmdi, demokrasi ve kapitalizm, o evlilik, o bağ,
iç içe. Bunu yaparken insanları manipüle etti ve kapitalist toplum dışında bir
yerde gerçek demokrasi olamazmış gibi gösterdi. Kapitalist toplum her şeyi
becerebiliyordu. O muhteşem otoyolları yapıyordu. Herkesin evine hareketli
resimlerden götürüyordu. Kablosuz telefonlar yapıyor, parlak spor arabalar.
Tüketim odaklıydı, ama komik bir şekilde, demokrasi ve kapitalizmin bir arada
iyi gittiği sonucuna varıyordunuz.
Dünya
Fuarı sıradışı bir başarıydı. Amerika'nın hayalgücünü etki altına aldı.
Ortaya koyduğu vizyon, yeni bir demokrasi anlayışıydı. Şirketler, insanların en
içten arzularına cevap buluyordu. Siyasetçiler bunu asla yapamazdı. Ama bu
demokrasi çeşidi, insanları Roosevelt gibi aktif vatandaş değil, pasif
tüketiciler olarak görüyordu. Çünkü Bernays'e göre, kitlesel demokraside
kontrolü sağlamanın tek yolu buydu. İNSANLARIN SÖZ HAKKI OLMASI DEĞİL,
İNSANLARIN ARZULARININ SÖZ HAKKI OLMASIYDI MESELE. İNSANLARIN SÖZ HAKKI YOK,
İNSANLAR BÖYLE BİR ORTAMDA KARAR ALMA SÜRECİNDE HİÇ YER ALMIYOR. Yani,
demokrasi aktif vatandaşlık düşüncesinden, pasif tüketici halk düşüncesine
indirgendi.
Tüketici,
içgüdüsel ya da bilinçdışı arzularla hareket ediyordu. Eğer bu ihtiyaç ve
arzuları tetikleyebilirseniz, onlardan istediğinizi alabilirsiniz. Ancak,
insanların rasyonel mi irrasyonel mi olduğu konusundaki iki görüşün mücadelesi,
Avrupa'daki olaylardan ciddi biçimde etkilenmek üzereydi. Bu olaylar Freud
ailesinin de kaderini değiştirecekti. 1938 Mart'ında, Naziler Avusturya'yı
istila etti. Bu olaya Anschluss (Almanya ve Avusturya Birleşmesi) deniyordu.
Hitler Viyana'ya geldiğinde, olağanüstü heyecanlı kitlesel bir pohpohlamayla
karşılaştı. Fakat henüz şehre doğru giderken, perde arkasında Naziler
sistematik bir tahrik başlatmıştı. Yeni büyük Almanya'nın düşmanlarına karşı,
kalabalığın nefretini ortaya çıkardılar. Anschluss, düşmanlara karşı duyulan
korkunç nefretin patlamasıydı. Sözde düşmanlar, ya da düşman dedikleri şey her
neyse.
MARCEL
FAUST: 1930'ların Viyana
Sakini
Yahudilerin
tamamına karşı ve Nazileri Avusturya'da istemeyen bütün Avusturyalılara karşı
nefret.
"Artık
her şey meşru, ne isterseniz yapın," dediler. Onlar da yaptı. Hırsızlık,
gasp, cinayet, hangi birini sayayım.
Elbette
bir de insanların ahlaki çöküşü. Ahlaksızlıkla normal davranış arasında ince
bir çizgi vardır, çabucak yön değiştirebilirsiniz. Viyana'da şiddet ve
suikastler arttıkça, Freud şehri terk etmeye karar verdi. İngiltere'ye gitmeyi
planlıyordu, ama biliyordu ki birçok ülke gibi İngiltere de Yahudi
mültecilere girişi yasaklamıştı. Ama beklediği yardım İngiltere'deki bir
psikanalistten geldi, Ernest Jones'tan.
Jones,
İçişleri Bakanı Sir Samuel Hall ile aynı buz pateni kulübüne üyeydi. Hall'u
ikna ederek Freud'a İngiltere'de çalışma izni çıkardı. 1938 Mayıs'ında Freud,
kızı Anna ve ailesinin diğer üyeleriyle birlikte Londra'ya doğru yola çıktı.
Freud Londra'ya geldiğinde İngiltere savaşa hazırlanıyordu. Hampstead'de
bulunan bir eve kızı Anna ile yerleşti. Freud'un kanseri artık iyice
ilerlemişti.
1939
Eylül ayında, savaşın patlak vermesinden üç hafta sonra öldü. İkinci Dünya
Savaşı, hükümetlerin demokrasiye ve yönettikleri insanlara bakışını tamamen
değiştirecekti.
İkinci
bölümde, Amerikan hükümetinin savaşın bir sonucu olarak, bütün insanların
içinde vahşi tehlikeli güçler olduğuna nasıl inandığını göreceğiz. Bu güçler
kontrol altına alınmalıydı. Ölüm kamplarındaki
korkunç kanıtlar, bu güçler açığa çıktığında neler olabileceğini gösteriyordu.
Savaş
sonrası Amerika’sında, siyasetçiler ve planlamacılar, aynı tehlikeli güçlerin
kendi halklarının da içinde yattığına inandılar. Bu iç düşmanı kontrol etmek
için, Freud ailesinden yardım istediler. Ve her yola gelen Bernays, sadece
Amerikan hükümetiyle değil, CIA ile de çalışmaya başladı. Sigmund Freud'un
kızı Anna da Amerika'da gücünü artıracaktı. Çünkü ona göre, insanlara
içlerindeki irrasyonel güçleri kontrol etmeyi öğretebilirdik. Buradan, kitlelerin
içsel psikolojik yaşamlarını yönetecek devasa hükümet programları çıkacaktı.
Gelin
biraz rüyalardan konuşalım. Hepimizin hiç farkında olmadığı düşünceleri vardır.
Bu düşünceler, yetişkin benliğimiz tarafından hatırlanmak için çok uygunsuz ve
rahatsız edicidir. Üstelik genellikle huzurunuz kaçırırlar. Yüzeyin altında
gezerler, aynen volkanların altındaki lavlar gibi. Rüya, bu düşüncelere
giden ana yoldur. Bilinçdışına giden ana yol. Sigmund Freud'un bilinçdışı
hakkındaki düşüncelerinin, savaş sonrası Amerika'sında kitleleri kontrol etmek
amacıyla iktidarlar tarafından nasıl kullanıldığını anlatacağız.
Politikacılar
ve planlamacılar şuna inanıyordu: Bütün
insanların içinde saklı, tehlikeli irrasyonel korkular ve arzular olduğunu
söyleyen Freud haklıydı. Bu içgüdülerin dışarı çıkmasıyla birlikte, Nazi
Almanya'sındaki barbarlıkla karşılaştığımızı düşünüyorlardı. Bunun yeniden
olmasını engellemek için, insan zihni içindeki bu gizli düşmanı kontrol etmenin
yollarını aramaya koyuldular. Hikâyenin merkezinde, Sigmund Freud'un kızı
Anna ve yeğeni Edward Bernays bulunuyor. Bernays, halkla ilişkiler
mesleğini icat etmişti. Amerikan halkının zihinlerini yönetmek ve kontrol
altında tutmak amacıyla çeşitli teknikler geliştirmek için Amerikan hükümeti,
büyük şirketler ve CIA tarafından Freud ailesinin fikirleri kullanıldı.
İktidardakiler, demokrasinin işlemesini sağlamak için tek yolun dengeli bir
toplum yaratmak olduğunu, normal Amerikan yaşamının hemen altında gezinen vahşi
barbarlığın bastırılması gerektiğini düşünüyorlardı.
RIZA
MÜHENDİSLİĞİ
Hikaye,
II. Dünya Savaşı'nın çetin kavgasının ortasında başlıyor. Çarpışmalar
yoğunlaştıkça, Amerikan ordusu, askerler arasında çok yüksek oranda zihinsel
çöküşlerle karşılaştı. Çarpışmadan geri çekilen askerlerin % 49'u geri
gönderilmişti. Çünkü hepsinin akıl sağlığı bozulmuştu. Umutsuzluk içindeki
ordu, psikanalistlerin yeni fikirlerine başvurdu. Deneyleri gizli
kamerayla kayıt altına aldılar.
Kayıtlarda
yazdığına göre baş ağrıları çekiyormuşsun.
-
Bir de ağlama nöbetleri geliyormuş.
-
Evet efendim. Sanırım sizin meslekte nostalji deniyor.
-
Başka bir deyişle, sıla hasreti.
-
Evet efendim. Savaştan kısa süre önce baş gösterdi.
Sevgilimin
bir resmi elime geçti. Evet.
-
Özür dilerim, devam edemeyeceğim.
-
Sorun değil.
Sıradan
insanların hislerine ve korkularına ilk kez birileri bu kadar ilgi
gösteriyordu. Deneyin merkezinde,
Orta Avrupa'dan gelen birkaç mülteci psikanalist vardı. Bunlar, projeyi
yönetmek ve şekillendirmek için Amerikalı psikiyatristlerle birlikte
çalıştılar.
Profesör
MARTIN BERGMAN: ABD Ordusunda Psikanalist 1943-45
Amerika'ya
ilk geldiğimde, psikiyatri servisinde askerlerle çalıştım. Onları rehabilite
(iyileştirme) ediyorduk. Doğu kıyısından batı kıyısına trenle seyahat ettim.
Müthiş bir merakım vardı. Bütün o küçük kentlerde neler olup bitiyordu? Tren
geçip gidiyordu oradan. Orduda geçirdiğim yıllardan sonra, o küçük kentlerde
herkesin neler yaptığını iyice öğrendim. Çünkü oralardan gelen sayısız insan
gördüm. Onların özlemlerini, hayal kırıklıklarını falan anladım. Sanki birileri
beni Amerika'nın tam kalbine giden ayrıcalıklı bir geziye davet etmişti. Bunu
bilerek yapmıyorum efendim, lütfen bana inanın. Görüyorum, inanıyorum sana.
Duyguları açığa vurmak bazen çok iyi gelir.
-
Evet, umarım öyledir efendim.
-
Elbette, içinde sıkışıp kalmaz.
Peki,
efendim, size karşı çok dürüst olacağım. Sevgilimi o kadar çok seviyorum ki.
Kendimi önemli hissettiren tek kişi oydu. Ve böylece, onun yardımıyla sayısız
engeli birlikte aştık.
Sakin
ol şimdi, sadece bir çarpıntı
Psikanalistler,
Freud'un geliştirdiği yöntemleri kullanarak askerleri geçmişlerine götürdüler.
Çöküşlerin doğrudan çarpışmalardan kaynaklanmadığı sonucuna vardılar. Çarpışma
stresi, sadece eski çocukluk hatıralarını canlandırmıştı. Bunlar, askerlerin
kendi şiddet dolu duyguları ve arzularına dair hatıralardı. Onları
bastırmışlardı, çünkü çok korkunç duygulardı.
Derin
nefes al, başa dönelim, ne zaman .
Psikanalistlere
göre bu, Freud'un teorisini fazlasıyla kanıtlıyordu.
Aslında insanları ilkel irrasyonel güçler yönlendiriyordu. II. Dünya Savaşı
çok ciddi biçimde yıkıcı bir deneyimdi. Çünkü çoğu insanın hayatında,
irrasyonel olanın ne kadar büyük rol oynadığını keşfettim. Şimdi rahatlıkla
diyebilirim ki, Amerika'da rasyonel ve irrasyonel arasındaki dengede, terazinin
irrasyonel .yönünde çok ağır bastığını öğrendim. Olağanüstü büyük bir mutsuzluk
var, çok büyük acılar var. Çok fazla. Reklamlarda izlediklerimize bakarsak, çok
çok üzgün bir ülke. Çok fazla problemli bir ülke.
ZAFER!
JAPONYA TESLİM OLDU
II.
Dünya Savaşı'nda zafer, demokrasinin bir zaferi olarak kutlandı. Fakat içten
içe birçok politikacı, askerlerin analizinden çıkan sonuçlardan endişe
duyuyordu. Sonuçlar gösteriyordu ki, her Amerikalının içinde irrasyonel ve
şiddet dolu dürtüler vardı. Almanya'da yaşananlar da bunu doğrular gibiydi. Çok
sayıda sıradan Alman, savaş sırasında toplu katliamlarda suç ortaklığı
yapmıştı. Bu gizli güçler çok kolay açığa çıkabiliyor, demokrasiyi yerle bir
ediyordu. II. Dünya Savaşı sırasındaki deneyimler neticesinde, politikacı ve
planlamacılar şuna kanaat getirdi: İnsanlar oldukça irrasyonel olabiliyordu.
ELLEN
HERMAN: Amerikan Psikolojisi Tarihçisi
Gruplaşmalar
ve acemilikler yüzünden, Öngörülemeyen bir duygusallık vardı. İnsan kişiliğinin
temelinde yaşayan bir tür kaos. Aslında bu, toplumu zehirleyebilirdi. Sosyal
kurumlara öyle bir zarar verebilirdi ki, bütün toplum hasta olabilirdi.
Almanya'da böyle olduğunu düşünüyorlardı. İrrasyonel olan, antidemokratik olan
taraf saldırıya geçmişti. İnsan doğasının inanılmaz ölçüde yıkıcı olabileceği
görüşü vardı. Amerikalılar da aynı şekilde davranacak diye müthiş ürküyorlardı.
Ya da, o şekilde davranma ihtimalleri var diye. Böyle bir şeyin tekrarlanmasını
engellemek istiyorlardı. Yani ne lazımdı, demokratik değerleri
içselleştirebilen insanlar. Fırtınada dik durabilecek insanlar lazımdı. Ve
psikanaliz kendi içinde bunun olabileceğine dair bir umut taşıyordu. Yeni
pencereler açıyordu. İnsanın içsel yapısının nasıl değiştirileceğini söylüyordu.
Böylece yaşama daha çok bağlı olacak, özgür olacak, demokrasiyi koruyacak ve
taraf olacaktı.
Psikanalistler
şuna kanaat getirdiler: Hem bu tehlikeli
güçleri anlıyorlar, hem de onları nasıl kontrol edeceklerini biliyorlardı. Bu
yöntemleri demokratik bireyler yaratmak için kullanacaklardı. Çünkü demokrasi
kendi başına bunu başaramamıştı. Bu düşüncenin kaynağı sadece Sigmund Freud
değildi. En genç kızı Anna da böyle düşünüyordu. Savaş çıkmadan hemen önce
babasıyla birlikte Londra'ya kaçmıştı. Babası ölünce, dünyadaki psikanalitik
hareketin bilinen lideri Anna Freud olmuştu. (Babasının toplumla
paylaşmadığı bazı bilgileri bildiğini düşünebiliriz.) Mesleğini babasının
rüyasını gerçekleştirmeye adamıştı. Onun fikirlerini dünya çapında kabul
ettirecekti.
Sigmund
Freud (1856- 1939) Psikanalizin kurucusu Freud hareketinin merkezinde Anna
teyzem vardı. Çünkü kendi çabasıyla o noktaya gelmişti.
ANTON
FREUD: Anna Freud'un yeğeni
Bu
şekilde biliniyordu. Sadece onun kızı olduğu için değil. Çok çalıştı, bunun üzerine
çok uğraştı. Daha ziyade yasakçı biriydi. Bana karşı sıcak bir insan değildi.
Öpebileceğiniz, sarılabileceğiniz bir teyze değildi. Asla. Bütün hayatı
psikanalizi yaygınlaştırmak üzerine dönüyordu. Freud'un kendisi, psikanalizin
rolünü şöyle görüyordu: İnsanlara kendi bilinçdışı dünyalarını anlamaları için
yardımcı olmak. Fakat Anna Freud'a göre, bireylere bu içsel güçleri kontrol
etmeyi öğretmek mümkündü. Bu düşünceye Hepsinden ziyade, Dorothy
Burlingham adlı yakın arkadaşının çocuklarını analiz ederken varmıştı.
Dorothy
Burlingham Amerikalı bir milyonerdi. 1920'lerde kötü bir evlilikten kaçmış,
çocuklarını Viyana'da Anna Freud'a getirmişti. Müthiş bir anksiyete (endişe-
sıkıntı) ve saldırganlıktan muzdariptiler. Ama Anna Freud, etraflarındaki
dünyayı değiştirerek çocukları bu durumdan kurtarabileceğini düşünüyordu.
İlgilendiği
MICHAEL BURLINGHAM: Dorothy Burlingham'ın torunu
Sanıyordu
ki, içlerine girip aslında çevrelerine girip, çünkü daha çocuktu onlar.
Kendilerine ait bağımsız bir hayatları yoktu. Aileleriyle ya da anneleriyle
görüşüyordu. Okullarına gidiyordu, bütün hayatlarını etkileyebiliyordu. Gerçek,
yaşadıkları dünyayı. Hayatlarını değiştirmek için. Onlara yardım etmek için.
İnsanlar gibi onları da değiştirecekti?
Sanırım
o biraz, aklının bir köşesinde onları değiştirebileceğini düşünüyordu.
Burlingham'ın çocuklarına yaptığı analizden sonra, ANNA FREUD İÇSEL DÜRTÜLERİ
NASIL KONTROL EDECEĞİNE DAİR BİR TEORİ GELİŞTİRDİ. ÇOK BASİTTİ; ÇOCUKLARA
TOPLUM KURALLARINA UYUM SAĞLAMAYI ÖĞRETECEKTİ. Ama bu sadece ahlaki
rehberlikten ibaret olmayacaktı. Anna Freud'a göre, Burlingham'ın çocukları
gibi kişiler, adab-ı muaşerete sıkı sıkıya bağlı kalmalıydılar. Böylece büyüdüklerinde,
zihinlerinin ego adı verilen bilinçli tarafı, bilinçdışını kontrol altına alırken
verdiği mücadelede büyük güç kazanacaktı. Fakat çocuklar uyum sağlamazsa,
egoları zayıf kalacaktı. O zaman bilinçdışının tehlikeli güçlerinin merhametine
kalacaklardı. Babamın vakasında, onun eşcinsel olabileceğini düşünüyorlardı.
Çabalarının büyük bölümünü, babamın eşcinsel olmasını engellemek için
harcadılar. Eşcinsel olsa da olmasa da, yani, ben şu an bilmiyorum gerçeği.
Niye
bunu engellemek istediler?
Çünkü
bunu anormal görüyorlardı, gelişimin normal bir yolu değildi. Toplumun normal
kabul ettiği çizgide gelişmesini istiyorlardı. Çünkü bunu yapmadıkları
takdirde, anlamadığınız, farkında bile olmadığınız güçlerin esiri
olabilirdiniz. Analiz çok büyük başarıyla sonuçlanmış gibi görünüyordu.
1930'larda Burlingham'ın çocukları Amerika'ya döndü. Şehir dışına yerleşip
mutlu evlilikler kurdular. Bilmedikleri bir şey vardı. Yaşadıkları deneyim,
Amerikan halkının içsel zihin dünyasını kontrol etmek için yapılacak devasa
toplumsal deneyin çıkış noktası olacaktı.
ÜLKENİN
AKIL SAĞLIĞI
1949'da
Başkan Truman, Ulusal Akıl Sağlığı Kanunu'nu imzaladı.
Kanun, doğrudan psikanalistlerin savaştaki bulgularına dayanıyordu. Askere
alınan milyonlarca Amerikalı, gizli anksiyete ve korkudan muzdaripti. Kanunun
amacı, toplumu tehdit eden bu görünmez düşmanla baş etmekti.
II.
Dünya Savaşı asker alımlarında ortaya çıkan duygusal dengesizliklerin dehşet
verici oranıyla sarsılan Kongre, 1946 yılında Ulusal Akıl Sağlığı Kanunu'nu
kabul etti. İlk kez akıl hastalığı ulusal bir sorun olarak görüldü.
DR.
ROBERT H. FELİX, bu yeni dev projenin başkanı.
Önümüzdeki
muazzam problemlerin fazlasıyla farkında. Ulusal Akıl Sağlığı Programı'nın
öncelikli gayelerinden biri, akıl sağlığı ve akıl hastalığıyla ilgili bilimsel
bilgilerimizi artırmaktır.
Şu
an yapamıyoruz, neden?
Çünkü
akıl sağlığı alanında çalışan sayısı çok az. Kanunu hazırlayan en önemli
kişilerden ikisi, Menninger kardeşlerdi, Karl ve Will.
Will,
savaş sırasındaki psikoterapi deneylerini yürütmüştü. Şimdi kardeşiyle birlikte
yüzlerce psikiyatrist yetiştirmeye başlamışlardı. Menninger kardeşlere göre,
Anna Freud'un fikirlerini geniş bir ölçekte uygulamak mümkündü. Çocuklardaki
gibi, yetişkinlere de uygulanabilirdi. Psikiyatristlerin işi, sıradan
Amerikalılara kendi bilinçdışı güdülerini nasıl kontrol edeceklerini öğretmekti.
Psikanaliz, daha iyi bir toplum yaratmak için kullanılabilirdi. Dediklerine
göre, psikanalitik düşünce toplumun iyiliğini sağlayabilirdi. Çünkü zihinlerin
işleyiş biçimlerini değiştirebilirdiniz.
DR.
ROBERT WALLERSTEIN: Psychoanalyst, Menninger Clinic 1949-66
İnsanların
kendilerini ve başkalarını incitecek davranışlarını törpüleyebilirdiniz, bunun
için anlayış kapasitelerini geliştirmek yeterliydi. Bu vizyonu psikanaliz
getirmişti. İnsanları gerçekten değiştirebilecekleri mi?
İnsanları
gerçekten değiştirebilecekleri. Hem de sınırsız şekillerde değiştirebilirdiniz.
40'ların sonunda, Amerika'da dev proje başladı. Psikanalizin fikirleri
kitlelere uygulanıyordu. Yüzlerce kentte psikolojik rehberlik merkezleri
kuruldu.
SHAWNEE
REHBERLİK MERKEZİ
Buralarda
çalışan psikiyatristler, milyonlarca sıradan Amerikalı'nın zihinlerinin
içindeki gizli güçleri kontrol etmenin kendi işleri olduğunu düşünüyorlardı.
*Sarışın
kız akıl sağlığı için işe gidiyor.
Evet,
bir işim var, yardıma ihtiyacım var. Sevdiğiniz ya da sevmediğiniz özel bir
öğretmeniniz oldu mu?
Biri
haricinde bütün öğretmenlerimi seviyordum.
Hatırlıyorum.
O
öğretmenle probleminiz neydi?
Bilmiyorum.
Sadece
korkuyordum ondan.
Çoğu
zaman gece dışarıdayken beni korkutuyordu.
Abimden
nefret ediyorum. Aşağılık adam.*
Aynı
zamanda, binlerce danışman psikanalizi evlilik rehberliğinde uygulamak için
eğitildi. Sosyal hizmet görevlileri ev ziyaretleri yaptılar. Aile hayatının
psikolojik yapısı hakkında tavsiyeler verdiler. Bunların hepsinin arkasında ANNA
FREUD'UN TEMEL FİKRİ vardı. Eğer insanlar, aile ve toplum hayatının
genel kabul görmüş örüntülerine uyum sağlaması için desteklenirse, egoları
güçlenecekti. İçlerindeki tehlikeli güçleri kontrol altına alabileceklerdi.
DUYGULARINIZI
KONTROL EDİN
Yaşama
Psikolojisi Duygularınız eylemlerinizi kontrol ederse, sadece kendiniz değil,
çevrenizdekiler de etkilenir. Eğer bu durum sık sık tekrarlanırsa, kalıcı hasar
görmüş bir kişiliğe yol açabilir. Duygularınızın ateşini kontrol edebilirsiniz.
Böylece daha hoş bir kişiliğiniz olur.
Dr.
HAROLD BLUM: Psychoanalyst
Bu
deneyimden geçmiş birinden beklentimiz, daha yüksek içgörü sahibi, daha
anlayışlı ve daha kuralcı bir kişi olmasıydı.
Peki
şeylere ne oluyor?
Kurallar
arasında gerektiğinde boşvermek de var, bir futbol maçından zevk almak gibi.
Daha anlayışlı, evet rasyonel, ama yakışık alır duyguları olan bir insan. İnsan
zihninin kural koyucu tarafı
Asıl
egemen taraf olacaktı.
Neyin
yerine?
Tutkularınız
ve karanlık güdüleriniz tarafından ezilmek yerine. O taraf insanın kendi
tutkularının efendisi olacaktı. İçinde yaşadığımız dünyaya adapte olmak,
mutluluğun yolu diye düşünüyorlardı. İnsanlar kendi nevrotik çatışmalarından
kurtarılabilirdi. Ve dürtülerden. Kendilerine zarar verecek davranışlardan
kaçınacaklardı.
Dr.
NEIL SMELSER: Siyasi düşünür ve psikanalist
Aslında
kendi gerçekliklerine adapte olacaklardı. Ama bu gerçekliği hiç sorgulamadılar.
Hiç sorgulamadılar ki, o gerçekliğin kendisi bir kötülük kaynağı olabilirdi. Ya
da, kendinizi sömürmeden, acı çekmeden, taviz vermeden uyum sağlayamayacağınız
bir şey de olabilirdi. Yani, günün siyasetine uyumlu bir çalışma vardı.
Duyguların dengede olması, iyi gelişen bir kişilik için önemlidir. Fakat bu,
Amerika'da psikanalizin yükselişinin sadece başlangıcıydı. Psikanalistler
artık büyük şirketlere kayıyordu. Yöntemlerini sadece örnek vatandaş
yaratmak için değil, örnek tüketici yaratmak için de kullanacaklardı. Geçen
bölümde, Freud'un Amerikalı yeğeni Edward Bernays'in, Amerikan şirketlerini
ikna ederken, insanların bilinçdışı hislerine hitap ederek nasıl ürün
satabileceklerini ilk söyleyen kişi olduğunu anlatmıştık. Şimdi de bir grup
psikanalist, Bernays'in başladığı işi devam ettirerek, tüketicinin bilinçdışına
girip onu yönlendirebilmek için bir sürü yöntem geliştirmeye başlamıştı.
Başlarında Ernest Dichter vardı. Dichter Viyana'da Freud'un komşu
bürosunda çalışıyordu. Sonra Amerika'ya gelmek zorunda kaldı. New York'un
kuzeyinde eski bir malikânede Motivasyon Araştırma Enstitüsü'nü kurdu.
Motivasyon
Araştırma Enstitüsünde, insanların neden belli bir şekilde davrandıklarını,
neden belli bir ürünü aldıklarını araştırmak için merak uyandırıcı bir işle
uğraşıyor. İnsanların reklamlara verdikleri tepkiler araştırılıyor.
Dr.
Ernest Dichter, Biz dışarı çıkıp
doğrudan "Neden aldınız, neden almadınız?" diye sormuyoruz. Bütün bir
kişiliği, tüketicinin kendini nasıl gördüğünü anlamaya çalışıyoruz. Modern
sosyal bilimlerin bütün imkânlarını kullanıyoruz. Bu sayede her türlü yeni
ürünü satabilmek için kışkırtıcı psikolojik yöntemler buluyoruz. Diğer
psikanalistler gibi, Dichter de Amerikan vatandaşlarının temel olarak
irrasyonel kişiler olduklarını düşünüyordu. Onlara güven olmazdı. Ürün satın
alırlarken onları asıl etkileyen şey, bilinçdışındaki arzular ve duygulardı.
Dichter, Amerikan tüketicisinin "gizli benliği" dediği şeyi
açığa çıkarmanın yollarını bulmak istiyordu.
FRITZ
GEHAGEN: Ernest Dichter'in psikoloğu
ve çalışanı
İnsanların
bir şey satın alırken zihinlerinde yatan bilinçdışı ve çalışanı motivasyonları
açığa çıkarmaya çalışıyordu. Bu MOTİVASYONLAR SOSYOLOJİK, PSİKOLOJİK VEYA
CİNSEL OLABİLİRDİ. Statü ve fark edilme talepleri de olabilirdi. İnsanların
dile getiremediği veya getiremeyeceği şeyler vardı. Çünkü bunlar kendileri için
bile sırdı. Bu sırlar, insanların kendi doğasının o kadar içindeydi ki, eğer
çıkıp da söylerlerse bunlardan utanç duyacaklardı. İnsanlarla mülakat
yapıyordu, ama doğrudan soru sormuyordu.
HEDY
DICHTER: Ernest Dichter'in Karısı
Psikanalizde
olduğu gibi, serbest konuşmalarını sağlıyordu. Zaten psikanalizden geliyordu.
Sonra dedi ki,
"Ürünlerle
ilgli bir grup seansı yapsak nasıl olur?
Doğru
mu?
Ve
Dichter evdeki garajın üzerinde bir oda yaptırdı, dedi ki, Ürünlerin
psikanalizini yapabiliriz, ürünler de kendi ihtiyaç ve arzularını gerçekten dile
getirebilirler. Şimdi bu salatalardan ikisini deneyeceğiz. Bakalım ne olacak.
İşte bu tipik bir ev kadını, kullanma talimatını okuyor. Bu seanslar seyredilip
incelenebilirdi. Diğer insanlar üzerine yorum yapabilirdi. İnsanlar bu işten
bahsedebilir, herkes ona katılabilirdi. Bunu yapan ilk kişiydi. Şimdiye kadar
ilk kez böyle bir şey yapılıyordu. Yukarıda da film projektörü vardı, orada
reklam falan oynatılıyordu. İnsanların tepkisi ölçülüyordu. Dichter,
insanların ürünler hakkındaki gizli psikolojik isteklerini bulmak için
bilinçdışını araştırma yöntemleri icat etti. Bunu focus grup yoluyla
yaptı. İşe yaradı!
“Alışveriş
için teşekkürler”
Dichter'in
yükselişi, Betty Crocker Foods için yaptığı bir focus grup çalışmasıyla oldu.
1950'lerin başında birçok yiyecek firması
gibi, onlar da yepyeni tüketime hazır ürünler icat etmişti. Fakat piyasa
araştırması sırasında tüketiciler bu fikri beğenmelerine rağmen, ürünleri satın
almıyorlardı. En büyük sorun, Betty Crocker kek karışımındaydı. Dichter, ev
kadınlarının kek hakkında serbest yorum yaptığı bir dizi focus grup
gerçekleştirdi. Vardığı sonuca göre, kolaylık ve rahatlık olarak pazarlanan kek
imajı hakkında bilinçdışı bir suçluluk duyuyorlardı. Yani anlamıştı ki, ev
kadınlarının hissettiği suçluluk, ürünün tüketilmesine bir engel teşkil
ediyordu. (Reklamlarda annemin yaptığı gibi)
BILL
SCHLACKMAN: Ernest Dichter'in psikoloğu ve çalışanı
Temelde
bir yandan kendilerine kolaylık sağladığı için istiyorlar, ama suçluluk
duyuyorlardı. Böyle durumlarda yapmanız gereken, engeli kaldırmaktır. Yani
suçluluk duygusunu. Bunun yolu da, ev kadınına daha çok katılımcı olduğunu
hissettirmektir.
Bunu
nasıl yaparsınız?
Bir
yumurta ekleyerek.
-
Bu kadar kolay mı?
-
O kadar kolay.
Dichter,
Betty Crocker firmasına paketin üzerine şunu yazdırdı: Evin hanımı bir
yumurta eklemeli. (Hile)
"Böylece
bilinçdışı bir simge olarak, ev kadını kendi yumurtalarını kocasına hediye
ettiğini hissedecek, suçluluk duygusu azalacaktır,"
diyordu.
BETTY
CROCKER BU TAVSİYEYİ DİNLEDİ VE SATIŞLAR PATLADI.
Kekim
hazır!
Tüketici,
kendisinin bile tam olarak anlamadığı temel ihtiyaçlara sahip olabilir.
Tüketiciyi tamamen sömürebilmek için bu ihtiyaçları da bilmeniz gerekiyor.
İnsanların savunmalarını alarak, savunmalarını kaldırmalarına yardımcı olarak
onlara istediklerini vermek yanlış mıdır?
Geçen
senekinden çok daha uzun.
Evet.
Bazı modellerde 10 cm daha uzun.
Dichter'in
bu başarısından sonra, şirketler ve reklam ajansları psikanalistleri işe almak
için yarışa girdi. Derin adamlar olarak tanındılar. Ürünleri insanların gizli
arzularıyla eşleştirerek, şirketlere milyonlarca dolar kazandırma sözü
verdiler.
Dichter'in
kendisi de milyoner oldu, şöyle sloganlar üreterek:
"Lavabonuzda
bir kaplan"
Barby
bebek pazarı bile çocuklarla yapılan focus grupla ortaya çıktı. Ama Dichter'e
göre bu, satış yapmaktan öte bir şeydi. Anna Freud gibi o da, çevre
koşullarının insan kişiliğini geliştirmek için kullanılabileceğini düşünüyordu.
Ürünler, hem insanların arzularını doyurma, hem de onlara etraflarındaki diğer
insanlarla ortak bir kimlik kazandırma gücüne sahipti. Dengeli bir toplum
yaratma stratejisiydi.
Dichter,
arzu stratejisinin kurallarını koymuştu.
Dengeli vatandaşı anlamak istiyorsanız, modern insanın sıkıntılarını gidermek
için sürekli kendini tatmin arayışında olduğunu bilmelisiniz. Modern insan, kendi
benlik imgesini oluşturmak için, onu tamamlayan ürünleri satın almaya her
zaman hazırdır. Kendinizi bir ürünle özdeşleştirirseniz, terapiye gitmiş gibi
olursunuz. Ürün benlik imgenizi geliştirir, daha güvenli bir insan olursunuz.
Hemen ardından dışarı çıkıp istediklerinizi başarıyla gerçekleştirmek için
kendinize güveniniz gelir.
Ernest
inanıyordu ki, bu sayede bütün toplumumuz gelişecek, gezegendeki en iyi toplum
olacaktı. 1950'lerin başlarında, psikanalistlerin düşünceleri Amerikan
yaşamının merkezine yerleşti. Psikanalistler zengin ve güçlü hale geldiler.
Birçoğunun New York'ta Central Park manzaralı danışma odaları vardı.
Siyasetçilere ve Arthur Miller ve Tennesse Williams gibi yazarlara danışmanlık
yaptılar. İnsan davranışının kökenindeki gizli şeyleri anlamak için yardım
arıyorlardı. Bizi arıyorlardı. Washington bizim ne düşündüğümüzü merak
ediyordu.
“Önemli
yazarlar, önemli siyasetçiler psikanaliz seanslarına geliyordu. Bekleme
listelerimiz vardı.”
Çünkü
analiz edilmek isteyen o kadar çok hasta vardı ki. Bu ilgi biraz şımarttı. Amerika'da
psikanalistlerin fikirleri kabul gördükçe, siyaset, toplumsal planlama ve iş
dünyasında yeni bir elit kesim oluşmaya başladı. Bu elit kesimi birbirine
bağlayan şey, kitlelerin temelde irrasyonel olduğu düşüncesiydi. Amerika gibi
özgür bir demokrasinin işlemesi için, kitle aklını kontrol edecek psikanalitik
yöntemler kullanmak gerekiyordu. Elit bir kesimin gerekli olduğuna kalpten
inanıyorlardı. EĞER VATANDAŞLAR TEK TEK KENDİ HALİNE BIRAKILIRSA, DEMOKRATİK
BİR VATANDAŞ OLMA YETENEKLERİ YOKTU. (Milletvekilinin tayinini parti
başkanı yapıyordu) Hem demokratik bir vatandaş, hem de iyi bir tüketici gibi
davranacak bireyleri oluşturmak için, gerekli koşulları yaratacak bir elit
kesime ihtiyaç vardı. Yaptıkları şeyleri antidemokratik bulmuyorlardı. Aslında
tek tek bireylerin kapasitelerini yok ediyorlardı. Demokrasi ise bunu tam
tersi. Demokrasinin gelecekte yaşayabilmesi için gerekli koşulları
yarattıklarını sanıyorlardı. Amerika'da psikanalizin güçlü hale gelmesi, Anna
Freud için bulunmaz bir zaferdi. Düşüncelerini yaymak için durmak bilmeden
çalışmıştı. Kendisi İngiltere'de kaldı, Dorothy Burlingham ile yaşıyordu.
Görünüşte cennet gibi bir hayattı. Hafta sonları gitmek için Suffolk kıyısında
Dorothy ile bir yazlık satın almışlardı. Yazları Dorothy'nin çocukları,
torunları da alıp Amerika'dan ziyarete geliyordu. Fakat işin aslı, her şey
çok kötüye gidiyordu. Anna Freud'un 1930'larda analiz ettiği Bob ve
Mabbie Burlingham, kişisel yıkımlar yaşıyorlardı. Evlilik hayatları çökmek
üzereydi.
Bob
iyice alkolik olmuştu.
Mabbie
ise korkunç anksiyeteler geçiriyordu.
İngiltere
ziyaretlerinin asıl amacı, Anna Freud ile daha fazla analiz yapmaktı. Sorun
şuydu:
"Pek
de iyi görünmüyor, değil mi?"
Çünkü
ortada sinir krizleri geçiren birisi vardı. İçki âlemler yapan birisi. Bu
değildi istenen, tam oturmamıştı. Yani, insani açıdan bakınca, bu pek de arzu
edilen bir durum değildi. Bu insanlara yardım etmek istiyorsunuz, ama işler
iyice dallanıp budaklanıyor. Analiz çevrelerindeki herkes biliyordu ki, Bob
ve Mabbie birer deneme tahtasıydı. Bu işin ne kadar harika olduğuna dair
canlı kanıtlardı. Fakat işin gerçeği halının altına süpürüldü. Hiç duyulmadı.
Yani bu insanların, nüfuzu ve güçleri o kadar fazlaydı ki, işte, çok dikkatli
davranıyordunuz. Anna Freud müthiş güçlü bir insandı. Siz de torunlarsınız.
Anne babanızın hayatında neler olduğunu filan sizden çok çok daha iyi
biliyordu. Münakaşa edeceğiniz tek bir şey bile yoktu. Bütün bu durumun bir
ürünü olarak duruyordunuz. Fakat aynı zamanda, hepimiz biliyordu ki epey
yanlış giden bir şeyler vardı.
Yaşlandıkça
daha fazla önem kazanmaya başladı, değil mi?
Siyasi
olarak, bilimsel olarak, ama nerede duracağını bilmiyordu. Biraz fazla doğrucu bir
kadındı. O ne yapsa doğrusu öyleydi, Bildiğim kadarıyla, hiçbir zaman yanlış
veya hatalı davrandığını kabul etmezdi. Benim hislerim bu yönde. Ama Freud
ailesinin Amerika'daki gücü ve etkisi, gittikçe daha fazla büyümek üzereydi.
Siyasetçiler, kriz zamanında yardım için Anna Freud'un kuzeni Edward Bernays'e
gitmeye başlayacaktı. Bernays, kitlelerin içsel duygularını ve korkularını
manipüle (kontrol) ederek, soğuk savaş mücadelesinde Amerikalı siyasetçilere
yardım edecekti. Ne ben, ne de bir başkası hiçbir tehlike olmadığını
söyleyebilir. Elbette bu riskleri almaya henüz hazır değiliz. Ama histerik
olmamız da gerekmiyor.
1953
'te Sovyetler Birliği ilk hidrojen bombasını patlattı.
Böylece komünizm ve nükleer savaş korkusu Amerika'yı iyice sardı. İktidardakiler,
halkı nasıl teselli edeceklerini düşünmeye başladılar. Komiteler kuruldu ve
halkı bilgilendirici filmler çekildi. Filmler, nükleer saldırı gibi tehditler
karşısında sükunet çağrısı yapıyordu.
ENDİŞE
- ÖLÜMLER
Yapılan
hata, atom bombasının yok etme potansiyelinin % 15'i için, insanların endişe
kapasitesinin % 85'ini harcamasıdır. Bu sırada Edward Bernays New York'ta
yaşıyordu. 1920'lerde halkla ilişkiler mesleğini icat etmişti. Ve şu an
Amerika'daki en güçlü Public relations (PR) Halkla ilişkiler adamıydı.
Başkan Eisenhower dâhil olmak üzere birçok siyasetçiye danışmanlık yapmış,
büyük şirketler için çalışmıştı. Amcası Sigmund gibi, Bernays de insanların
irrasyonel güçler tarafından yönlendirildiğini düşünüyordu. Halkla baş
edebilmenin tek yolu onların bilinçdışı arzu ve korkularıyla bağ kurmaktı.
BERNAYS'E
GÖRE, İNSANLARIN KOMÜNİZM KORKUSUNU AZALTMAYA ÇALIŞMAK YERİNE, BU KORKULARI
İYİCE YÜKSELTİP, KORKUYU MANİPÜLE (kendi
amacı doğrultusunda yönlendirmek) ETMEK LAZIMDI.
Öyle
bir yapılmalıydı ki bu, soğuk savaşta bir silah gibi olmalıydı. Rasyonel
sözler fayda etmiyordu. Babamın insan gruplarına bakışı, onları manipüle
edebilir
“Biçimlendirebilirdiniz.”
EDWARD
BERNAYS'İN kızı
Onların
en derin arzularına ve korkularına erişebilir, bunları kendi amaçlarınız uğruna
kullanabilirdiniz. Sokaktaki halkın sağduyusuna güvendiğini sanmıyorum. Çok
kolay bir şekilde yanlış adama oy verebilir, yanlış şeyi isteyebilirlerdi. O
yüzden yukarıdan biri onları yönetmeliydi.
MUZ
ÜLKESİNE YOLCULUK
Bernays'in temel müşterilerinden biri, dev
şirket United Fruit Company idi. Orta Amerika'daki Guatemala'da, çok
geniş muz tarlaları vardı. United Fruit onlarca yıldır, ülkeyi uysal
diktatörler yoluyla kontrol ediyordu. Ülkenin adı Muz Cumhuriyeti'ne
çıkmıştı. Ama 1950'de, genç subay Albay Arbenz başkan seçildi.
United Fruit'in ülkedeki hâkimiyetini sona erdirmek için söz vermişti. 1953
yılında, hükümetin şirket tarlalarının büyük bölümüne el koyduğunu açıkladı. Büyük
bir halk hareketiydi bu, ama United Fruit için felaketti. Arbenz'den
kurtulmak için Bernays'in yardımına başvurdular. United Fruit Bernays'i
getirdi. Şirketin ne yapması gerektiğini temel olarak anlamıştı. =
LARRY
TYE: Gazeteci, Boston Globe
İşin
biçimini değiştirecekti. Halkın seçtiği, oradaki insanların yararına çalışan
bir hükümet fikrini değiştirecekti. Amerika kıyılarına bu kadar yakın olması
dolayısıyla, hazır Soğuk Savaş da varken, Amerikan demokrasisine karşı bir
tehdit haline getirdi. Amerikalılar "kızıl korku"ya tepki
veriyordu. Komünizmin yapabileceklerinden korkuyorlardı. Bernays bunu
alıp kızıl komünist meselesine dönüştürmeye çalıştı ve becerdi. Hem de
burnumuzun dibinde. United Fruit şirketini ticari bir kuruluş olmaktan
çıkardı. Sanki Amerikan demokrasisi, Amerikan değerleri tehdit
altındaymış gibi meseleyi yansıttı. Gerçekte Arbenz, Moskova'yla ilişkisi
olmayan bir sosyal demokrattı. Ama Bernays, onu Amerika'ya karşı komünist
bir tehdide dönüştürecekti. Amerika'nın etkili gazetecilerini için
Guatemala'ya bir gezi düzenledi. Neredeyse hiçbiri, ülke veya
siyaseti hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bernays onlar için eğlenceler
düzenledi. Kendi seçtiği Guatemala siyasetçileriyle görüşmeler ayarladı. Onlar
da, "komünist" Arbenz'in Moskova tarafından yönlendirildiğini
söylediler. GEZİ SIRASINDA, ÜLKENİN BAŞKENTİNDE ŞİDDETLİ BİR
ANTİ-AMERİKAN GÖSTERİ DÜZENLENMİŞTİ. United Fruit için çalışan herkes,
gösteriyi Bernays'in tezgahladığına yaptığına emindi.
BERNAYS
BİR TARAFTAN AMERİKA'DA BAĞIMSIZ BİR SAHTE HABER AJANSI KURDU.
Ajansa
"Orta Amerika Enfromasyon Bürosu" adını verdi.
Bu
ajansın basın bültenleri, Amerikan medyasını haber yağmuruna tuttu. Moskova,
Amerika'ya saldırmak için Guatemala'yı üs olarak kullanacaktı. Bütün bunlar
arzulanan sonucu yarattı. Guatemala'da Jacob Arbenz rejimi 1951'de göreve
geldiğinden beri gittikçe komünist hale geldi. Mecliste ve yüksek hükümet
görevlerinde bulunan komünistler büyük komitelerin başına geçtiler: İşçi
örgütleri, çiftçiler ve propaganda organları. Ajitasyon yoluyla komşu
ülkelere ve Amerika'ya karşı gösteriler düzenlediler. Bernays'in yaptığı
açısından, çok yeni bir şey vardı. Uzaktaki tehdidi alıp arka bahçemizdeki
Guatemala'ya getirdi. İlk defa New Orleans'ın birkaç yüz mil açığında kızılları
görüyorduk. Eddy Bernays, bunun gerçek bir tehdit olduğuna herkesi
inandırmıştı. ARKA BAHÇEMİZDE BİR SOVYET ÜSSÜ OLACAKTI.
Bernays'in tek yaptığı Arbenz rejimini karalamak değildi. Gizli bir ajandanın
parçasıydı o.
Başkan
Eisenhower, Arbenz rejimini
devirmek gerektiğini kabul etmişti, ama bu gizlice yapılmalıydı. CIA,
bir darbe organize etmesi için görevlendirildi. United Fruit Company ile
çalışarak, CIA silahlı bir isyan ordusu hazırladı. Yüzbaşı Armas
adlı birini de ülkenin yeni lideri olarak seçti. İşin başındaki CIA ajanı
Howard Hunt idi. Sonradan Watergate hırsızlarından biri olacaktı.
Özellikle de Arbenz'i korkutmak için bir terör kampanyası düzenledik.
Askerlerini korkutacaktık. Aynen Alman Stuka bombacılarının II. Dünya Savaşı
öncesinde Hollanda, Belçika ve Polonya halklarını korkuttuğu gibi. İş
başladığında herkes donup kalmıştı. CIA pilotlarının kullandığı uçaklar
Guatemala şehrini bombalarken, Edward Bernays Amerikan basınındaki propaganda
kampanyasını sürdürüyordu. Amerikan halkını, bu olayı demokrasi için
özgürlük savaşçıları tarafından Guatemala'nın kurtarılması olarak görmeleri
için hazırlıyordu. Darbenin oluşması için, halkın ve basının darbe
koşulları için hazır olmaları gerektiğini çok iyi biliyordu. Ve bu koşulları
kendisi yarattı. Çok güçlü bir kavrayışı vardı. Orada bir devirme koşulu
yaratıyordu. Ama neticede, gerçekliği yeniden yaratıyordu. Kamuoyunu yeniden
yaratıyordu. Antidemokratik ve manipülatif bir yolla. 27 Haziran 1954'te
Albay Arbenz ülkeden kaçtı. Armas yeni lider olarak geldi. Birkaç ay içinde
başkan yardımcısı Nixon Guatemala'yı ziyaret etti. United Fruit'in PR
departmanının tezgâhladığı bir olayla, Nixon'a birçok Marxist edebiyat eseri
gösterildi. Bunların başkanlık sarayında bulunduğunu söylediler.
BU
OLAY, DÜNYADA KOMÜNİST BİR HÜKÜMETİN HALK TARAFINDAN DEVRİLDİĞİ İLK OLAYDIR. Bu
yüzden hem sizi, hem de Guatemala halkını verdiğiniz destek için kutluyoruz.
Şundan
eminiz ki, halkın desteğiyle sizin liderliğinizde, ki Guatemala ziyaretimde
halktan yüzlerce kişiyle karşılaştım, Guatemala insanlar için refah ve
özgürlüğün bir arada olduğu yeni bir döneme girecektir.
Guatemala'daki
komünizmden kalanların sergilendiği bu etkinliğe - davetiniz için teşekkür
ederim.
-
Rica ederim.
Bakalım
yemekten sonra anne tatlı olarak ne yapmış. Muzlu zencefilli kek. Bu
besleyici yiyeceğin kışkırtıcı hazırlanma şekillerinden sadece biri. Artık
masanıza gelen muzların nereden geldiğini gördüğümüze göre, Muzlar Diyarı'na
yolculuğumuz sona erdi. Umarız yolculuk hoşunuza gitmiştir. Muzları sevdiğinizi
biliyoruz.
BERNAYS,
AMERİKAN HALKINI MANİPÜLE ETMİŞTİ.
(ustalıkla yönetmişti) Ama bunu yapmasının nedeni, o zamanlarda
birçokları gibi onun da, Amerika'nın ve şirketlerin çıkarlarının birbiriyle
aynı olduğunu düşünmesiydi. Özellikle de komünizm gibi bir tehdit karşısında.
Ama BERNAYS'E GÖRE, BUNU AMERİKAN HALKINA RASYONEL OLARAK ANLATMAK
İMKÂNSIZDI. ÇÜNKÜ ONLAR İRRASYONELDİ. Tersine, içsel korkularına dokunup
manipülasyon (hileli yönlendirme) yapmak gerekiyordu, daha yüksek bir hakikatin
çıkarları için. Buna "Rıza mühendisliği" diyordu. Bütün
bunları, kendini adadığı Amerikan yaşam tarzı için yapıyordu. Samimiyetle
adamıştı. Yine de, insanların son derece aptallaştığını düşünüyordu.
Bu
Bir Paradoks.
İNSANLARI
KENDİ HALLERİNE BIRAKMAYIP, SİZİN İSTEDİĞİNİZ ŞEYİ SEÇMEYE ALTTAN ALTA
ZORLARSANIZ, O ZAMAN ARTIK DEMOKRASİDEN BAHSEDEMEZSİNİZ.
Bu
başka bir şey, ne yapacağınızın söylenmesi, bu otoriter bir zihniyetin
yapabileceği bir şey. Ancak, Soğuk Savaş ile mücadele etmek amacıyla Amerikan
halkının içsel duygularını manipüle etmek gerektiği fikri, artık Washington'da
yerleşmeye başlamıştı. Hepsinden önemlisi, CIA bunu daha da ileri götürecekti.
Sovyetlerin, insanların duygularını ve hafızalarını gerçekten değiştirecek
psikolojik yöntemler üzerinde deney yapmalarına takmışlardı. Amaçları, daha
uysal vatandaşlar yaratmaktı. Beyin yıkama olarak biliniyordu. CIA'deki
psikologlar, bunun gerçekten mümkün olduğuna inanıyorlardı. Bunu kendileri
denemek istiyorlardı. O dönemde oluşmaya başlayan insan imgesine göre, her
insan ciddi anlamda savunmasızdı.
CIA
Şef Psikolog: 1950-74
Bu
savunmasızlık sayesinde, insanlar kendi istemedikleri, ama benim istediğim
şekilde olmaları için programlanıp manipüle edilebilirdi. İnsanları öyle bir
manipüle edebilirdiniz ki, sizin kendi amaçlarınızı gerçekleştirecek birer
otomata dönüşebilirlerdi. İnsanlar bunun mümkün olduğunu sanıyorlardı. 50'lerin
sonunda, CIA Amerika'daki üniversitelerin psikoloji bölümlerine milyonlarca
dolar yatırdı. (TÜRKİYEDE İSE PSİKANALİZ VE S. FREUD HAKKINDA KÖTÜLEME
KAMPANYASI YAPILDI. BUNDA GENELİ MÜSLÜMAN OLAN KİTLE KULLANILDI. ÇÜNKÜ HİLELERİ
İNSANLAR BİLMEMESİ İSTENİLDİ.) İnsanların içsel dürtülerini kontrol edip
değiştirmeye çalışan deneyler için gizlice fon aktarıyorlardı. Bu
deneylerin en meşhuru, Amerikan Psikiyatri Birliği başkanı Dr. Ewen Cameron
tarafından yapıldı. O dönemin birçok psikiyatristi gibi, Cameron da insanların
içinde toplumu tehdit eden tehlikeli güçler olduğuna inanıyordu. Ama ona
göre, bu güçleri kontrol etmenin yanında, yok etmek de mümkündü. Ona göre,
psikiyatri sadece akıl hastası olan insanlarla ilgilenmemeliydi. Hükümette de
yer almalıydılar.
DR.
CAMERON'ın meslektaşı ve psikoloğu
Siyasetçiler
psikiyatristleri dinlemeliydi. Psikiyatristler her mecliste yer almalı ve
siyasi kararları yönlendirip tartmalıydı. Çünkü onlar, insanlar için neyin iyi
olduğunu rasyonel ve bilimsel açıdan biliyorlardı. Cameron, Montreal'de bir
hastanede The Allan Memorial adlı bir klinik kurmuştu. O
zamandan beri kapalı.
Cameron
çeşitli zihinsel sorunları olan hastaları aldı. Teorisine göre, bunların nedeni
unutulmuş ya da bastırılmış hatıralardı. Fakat, bunları psikoterapiyle
ortaya çıkaracak kadar sabırlı değildi. Onun yerine, basitçe silecekti. Cameron
LSD dahil çeşitli ilaçlar kullandı. ECT tekniğini de kullandı: Elektrokonvülsif
Terapi.
O
zamanlarda depresyonu önlemek için kullanılıyordu. Fakat Cameron bu yöntemi
yeni insanlar üretmek için kullanacaktı.
Gerçekten
de bunu, bireyin temel fonksiyonlarını değiştirmek için kullanıyordu. Eski
hatıralarını, eski davranışlarını değiştirmek için. Bence, sanırım bir noktada
şöyle demişti, geçmişteki her şeyi silince, yeni davranışları kaydetmek için
boşluk yaratmış oluyorduk. Bunun için çok yüksek düzeyde şoklar uyguladı.
Günde defalarca şok yiyen insanlar, bir süre sonra, yüzlerce ECT tedavisiyle
birlikte, çok ilkel bir çeşit bitkisel yaşama geçiyorlardı.
Dr.
Cameron'ın hastası
Bana
neler olduğunu hatırlamıyorum.
Dr.
Cameron ile tanışmıştım, ama onu hiç hatırlamıyorum.
Bunların
hiçbirini hatırlamıyorum.
Beni
"Uyku Odası" dedikleri bir yere gönderdiler.
Bana
o elektrokonvülsif şok tedavilerini uyguladılar. Yüzlerce doz ilaç ve LSD
verdiler.
Bunların
hiçbiri hafızamda yok. Allan Memorial'da geçirdiğim o zaman ve ondan önceki
bütün hayatım silindi, yok oldu.
Sonra,
birinin endazesini kaydırıp savunmasını düşürünce, insanlar doğada nefes alan
şeylere dönüşüyor, sadece vücudun temel fonksiyonları çalışıyordu. Ardından bu
insanları maddelerle besliyordu. Beyin olumlu yönde programlansın diye olumlu
maddeler veriyordu. Bu şekilde insan tamamen değişmiş olacaktı. Sonra
yastıklarımızın altına "Psişik Yolculuk" adlı kasetler
koyuyordu.
Tahminimce,
bu boş beyine kendi karar verdiği şekilde bir program yüklüyordu. Benim gibi
insanlar yeni bir insan olarak uyansın diye.
Aslında,
Cameron'ın deneyleri tam bir felaketti. Başardığı tek şey, hafıza kaybına
uğrayan onlarca insan yaratıp, hepsine şu lafı tekrarlatmaktı:
"Kendimi
iyi hissediyorum".
Bu
olay değil sadece. CIA'in desteklediği neredeyse bütün deneyler başarısız oldu.
BÜTÜN HIRSLARINA RAĞMEN, AMERİKALI PSİKOLOGLAR İNSAN ZİHNİNİN İÇ MEKANİZMASINI
KONTROL ETMENİN NE KADAR ZOR OLDUĞUNU ANLAMAYA BAŞLADILAR. BİZLER BİR HAYALETİN
PEŞİNDE KOŞMUŞUZ, BİR İLLÜZYONUN.
İnsan
zihni dışarıdan manipülasyona ve dış faktörlere çok açık sanıyorduk.
İnsanın son derece kompleks bir varlık olduğunu anladık.
Basit
çözümler yoktu. Ama tuhaf bir devirde yaşadığınıza dair bir ağırlık çöküyordu
zihninize. Psikanalistler Amerika'da güç kazanmıştı, çünkü teorilerine göre,
insanların içindeki tehlikeli güçleri nasıl kontrol edeceklerini biliyorlardı.
Ama şimdi, büyük bir başarısızlıkla yüz yüzeydiler.
İnsanlar,
psikanalistlerin temel fikirlerini sorgulamaya başlayacaktı.
Düşüş,
Hollywood'la başladı. Los Angeles Psikanaliz Merkezi Film endüstrisi
psikanalizden çok etkilenmişti.
Anna
Freud ise, Los Angeles'ta bulunan onlarca analist üzerinde güçlü bir nüfuza
sahipti. Analistler, film yıldızlarını, yönetmenleri ve stüdyo şeflerini analiz
ediyorlardı.
Anna
Freud'un en yakın arkadaşı hepsinden önce geliyordu; Ralph Greenson. 1960
yılında, dünyanın en ünlü yıldızı Greenson'dan yardım istedi.
Marilyn
Monroe umutsuzluk içinde alkol
ve ilaçlara bağımlı hale gelmişti. Akşam yemeği için gittiğimde, karşımda
Marilyn Monroe vardı. All About Eve (Film-1950) Onun bir resmini yaptım,
adında.
-
Bu yemen Ralph Greenson'daydı?
-
Evet. Ralph ona şunu göstermeye çalışıyordu, pardon, ben ona hiçbir zaman Ralph
demedim ki, Romy ona şunu göstermeye çalışıyordu, bir aile yaşamının nasıl
olması gerektiğini. Köpeği gezdiriyorduk, sonra Romy dedi ki:
"Ee,
burda ne işin var senin?"
Ben
de dedim,
"Beni
yemeğe davet etmedin ki."
O
da, "Sen o kadar hasta değildin." dedi.
"Öyle
mi?" dedim.
"Hiç,"
dedi,
"çocuğun
hiç yol yordam bildiği yok."
Diğer
bir deyişle, hedefin ne olduğunu bilmiyordu.
Greenson'ın
yaptığı, Anna Freud'un teorisini uygulamak oldu. Eğer Marilyn Monroe, toplumda
hayatın normal akışı olarak kabul edilen şeyi öğrenirse, böylece egosuyla içsel
yıkıcı dürtülerini kontrol edebilirdi. Ama Greenson bu işi iyice abartmıştı.
Monroe'yu
ikna ederek, Ralph'in evi gibi döşenmiş yakında bir eve yerleşmesini sağladı.
Sonra kadını kendi aile yaşamının içine çekti. O, karısı ve kızı, Monroe'nun
ailesinden biriymiş gibi davrandılar.
Greenson'ın
kendisi konformist (uyumlu kimse) bir örnek olmuştu.
Teorisi:
Böylece bu kişi, kadının önemli gördüğü, idealize ettiği kişi, eğer tatmin
edici bir baba figürü olursa, egosu bundan yarar görecekti..
Karısı
ve çocukları, herkes işin içindeydi. Kişiyi güçlendiriyorlardı. Zihni
güçlendiriyorlardı. İçsel yaşamı kontrol eden aktörü güçlendiriyorlardı.
Yetersizliğe, aşırı yıpranmaya ve tersliğe karşı. Böylece Marilyn Monroe artık
aşkı arayan yardıma muhtaç biri olmayacaktı. Yeterli sevgisi vardı. Ama bütün
çabalarına rağmen, Greenson Marilyn Monroe'ya yardımcı olamadı.
MARİLYN
MONROE 5 AĞUSTOS 1962'DE,
EVİNDE İNTİHAR ETTİ.
Anna
Freud dahil analiz çevresindeki insanlar intihar karşısında şoka girdiler..
Amerikan yaşamının önde gelen figürleri, şimdiye kadar psikanalizi coşkuyla
desteklerken, artık psikanalizin Amerika'da neden bu kadar güçlü olduğunu sorgulamaya
başladılar. Bunun sebebi gerçekten de bireylere faydalı olması mıydı?
Yoksa
aslında, toplum düzenini korumak için bir tür engel mi oluşturuyordu?
Eleştirenlerden
biri de Monroe'nun eski kocası Arthur Miller'dı. Bana göre, psikanaliz acı
çekmeyi bir hata, bir zayıflık göstergesi olarak ele alıyor. Hatta bir hastalık
göstergesi sayıyor. Ama aslında, bugün bildiğimiz en önemli hakikatler,
insanların acılarından türemiştir.
Mesele,
acıyı geri almak veya dünya üzerinden yok etmek değil, onun sayesinde
hayatımıza bilgi katmaktır. Onu sürekli engelleyip kendimizi "iyileştirmeye"
çalışmayı bırakmalıyız. Beynimize yerleştirilen mutluluk dedikleri his dışında
her şeyi engelliyoruz. Bana öyle geliyor ki, insanı özgürleştirmek yerine, en
büyük çaba kontrol etmek için harcanıyor. Onu serbest bırakmak yerine,
tanımlamaya uğraşıyorlar. Çağımızdaki delilik iktidarında bütün ideolojinin
bir parçası bu.
Hey,
bugün mesaj göndermenin çılgınca bir yolu var.
Ekranda
yanıp sönüyor, gözümüzden kaçıyor.
Ama
kısa sürede bilinçdışınıza giriyor.
REKLAM
GİRİN
(Reklamlar
direk bilinçaltına hitap ettiğini anlamamız için, bir yaşındaki bebeklerin
televizyondaki ilk seyrettikleri program olması açısından önemlidir.)
Aynı
zamanda, insanları kontrol etmek için şirketlerin psikanalizi kullanmasına
karşı da saldırı başladı.
İLK
ATAK, Vance Packard'ın yazdığı "Gizli
İkna Ediciler" adlı çok satan kitapla başladı.
Psikanalistleri,
Amerikan halkını duygusal kuklalara çevirmekle suçluyordu. İnsanların tek
işlevi, seri üretim bantlarının durmasını engellemekti. Bunu başarmak için, her
yeni marka ve model çıktığında, insanların bilinçdışı arzularını manipüle
ederek özlem yaratıyorlardı. Modasının ne zaman geçeceği planlanmış ürünler
sistemine insanları fark ettirmeden dâhil ediyorlardı.
İKİNCİ
SALDIRI, etkili bir felsefeci ve
toplumsal eleştirmen Herbert Marcuse'den geldi. Psikanaliz eğitimi almıştı.
Bu,
psikanalizin çocukça bir uygulaması. Hem üretim sürecinde, hem teknolojide
siyasi olarak sistematik biçimde kaynak israfını dikkate almıyorlar. Örneğin
ürünlerin ne zaman eskiyeceği planlanıyor, örneğin sayısız marka ve alet
üretiliyor, ama son tahlilde hepsi birbirinin aynısı. Sayısız çeşit farklı
araba markası üretiliyor. Bu refah, aynı zamanda bilerek veya bilmeyerek, bir
tür şizofrenik varoluşa neden oluyor. Bu toplumda inanılmaz yüksek düzeyde
saldırganlık ve yıkıcılık biriktiğine inanıyorum. Bunun nedeni, sonradan patlak
veren içi boş bir refahtır.
Marcuse,
sadece psikanalizin kötü emellere alet edilmesinden bahsetmiyordu. Çok daha
temel bir şeyden bahsediyordu. Marcuse'ye göre, insanları kontrol etmek
gerektiği fikri baştan yanlıştı. İnsanların içsel duygusal güdüleri vardı,
ama bunlar kendi içinde şiddet dolu veya kötü değildi. Bu güdüleri tehlikeli
yapan şey, onları bastıran ve çarpıtan toplumdu. Anna Freud ve takipçileri,
insanları topluma uyumlu hale getirmeye çalışırken bu bastırmayı daha da
artırdılar. Böyle yaparak, aksine insanları daha da tehlikeli hale
getirdiler. Marcuse bu toplumsal yapıya itiraz etti ve böyle bir dünyaya uyum
sağlamamak gerektiğini söyledi. Aslında, bireylerin uyum sağladığı şey yozlaşma
ve kötülük, ve yozlaştırmaktı. Yani, kötülüğün kaynağının insanın iç çatışması
değil, toplumsal yapı olduğunu söyledi. Toplumdaki hastalığın toplum düzeyinde
olduğunu, içindeki bireylerin hastalığından kaynaklanmadığını. Eğer insanlar
buna karşı çıkmazsa, aslında kötülüğe teslim olacaklardı.
Modern
psikolojide belki de en çok kullanılan ifadelerden biri, "çevreye uyum
sağlayamayan" ifadesidir. Uyumsuz lafı, modern çocuk psikolojisinin
ayrılmaz bir parçasıdır. Elbette hepimiz nevrotik ve şizofrenik bir
yaşamdan kaçınmak için uyum sağlamaya çalışırız. Ancak sonuç bölümüne
yaklaşırken, samimiyetle şunu söylemek isterim, toplumumuzda ve dünyamızda öyle
şeyler var ki, bunlara uyum sağlamadığım için gurur duyuyorum. İçinde iyi niyet
taşıyan bütün insanları, güzel bir toplum yaratılana kadar bunlara uyum
sağlamamaya davet ediyorum. Dürüstçe ifade ediyorum, asla ırk ayrımına ve
ayrımcılığa uyum sağlamaya niyetim yok. Dinsiz yobazlığa uyum sağlamaya hiç
niyetim yok. İhtiyaçları çoğunluktan esirgeyip, lüksleri azınlığa dağıtan bir
ekonomik sisteme uyum sağlamaya hiç niyetim yok.
Refah
toplumu içinde, Tanrı'nın yarattığı milyonlarca çocuğu fakirlik kafesinin içine
sıkıştırıp boğulmaya bırakan bir ekonomik sistem.
Freudiyen
psikanalistlerin siyasi nüfuzu sona ermişti.
Aksine şimdi, toplumsal kontrolün baskın bir türünü yaratmakla suçlanıyorlardı.
Anna Freud ve Dorothy Burlingham, Sigmund Freud'un Londra'daki eski evinde
yaşıyorlardı. 1970'te Dorothy'nin oğlu Bob, alkolizm nedeniyle öldü. 1973'te
Bob'un kızı Mabbie, Anna Freud ile analizlere devam etmek için geri döndü.
Analize devam etmek için geri döndü. Maresfield Gardens bölgesinde numaradaki
Freud'un evinde oturuyordu. Sanırım kocasıyla beraber olmadığı zamanlarda en
azından. Sonra intihar etti. Uyku hapları almıştı.
Freud'un
kendi evinde mi? Evet, Freud'un kendi evinde.
Yani,
işte, tabii ki buradan çıkarılabilecek birçok sonuç olabilir. Bence artık ipin
ucuna gelmişti o noktada. Her ne kadar olay sanki belli bir kasıtla yapılmış
gibi görünse de. Elbette intihar oldukça politik bir eylemdir. Bunu
Sigmund Freud'un evinde yapmak ise, tabii ki New York'ta Riverdale'de yapmaktan
kesinlikle farklı.
Üçüncü
bölümde, Freud ailesinin düşmanlarının nasıl yükseldiğini anlatacağız. Onlara
göre, daha iyi bir toplum yaratmanın yolu, bireyi serbest bırakmaktı. Fakat
göremedikleri bir şey vardı. Bu özgürleşme fikri, şirketlere ve siyasilere,
insanın sonsuz arzularını besleyerek bireyi kontrol etmenin yeni yollarını
sağlayacaktı.
“Yalnızlığın
ne demek olduğunu bilmiyorsun?
Mavi
olmak ne demek bilmiyorsun?
Bir
gün anlayacaksın o hayatın bedelini ödeyeceksin!
Sonra
göreceksin mavi olmak ne demekmiş!
Olabileceğinizin en
iyisi dışında bir şey kabul etmeyin.
Hayatınızı bir sanat
eserine dönüştürün.
Bu belgeselde, Sigmund
Freud'un bilinçdışı hakkındaki fikirlerinin, iktidardakiler tarafından
kitleleri kontrol etmek için demokrasi çağında nasıl kullanıldığını anlatacağız.
Geçen bölümde, Freud'un düşüncelerinin 1950’de Amerika'da nasıl yayıldığını
anlattık.
Bu düşünceler, Freud'un
kızı Anna ve halkla ilişkileri icat eden yeğeni Edward Bernays tarafından
pazarlanmıştı.
Bernays, Freud'un
teorilerini reklam ve pazarlamanın kalbine taşıdı.
Senin gibi bir adam,
yani, böyle bir araba mı satın aldı!
Her ikisine göre de,
bütün insanların içinde gizli bir irrasyonel kişilik vardı. Bu kişilik, hem
bireyin iyiliği için, hem de toplumun dengesi için kontrol altında
tutulmalıydı. Ancak Freud'lar iktidardan devrilmek üzereydiler. Rakipleri,
onların insan doğası hakkında yanıldığını söylüyorlardı. İçteki benlik
bastırılıp kontrol edilmek yerine, kendini ifade edebilmesi için teşvik
edilmeliydi. Böylece yeni bir güçlü insan türü ortaya çıkacak, daha iyi toplum
oluşacaktı. Fakat aslında bu devrimden çıkan şey tam tersiydi. İZOLE OLMUŞ,
SAVUNMASIZ VE EN ÖNEMLİSİ AÇGÖZLÜ BİR BENLİK.
Şirketler ve siyaset
tarafından manipüle edilmeye daha öncekilerden çok çok daha yatkın bir kişilik.
İktidardakiler artık benliği kontrol etmek için onu bastırmaya değil, sonsuz
arzularını beslemeye başlamıştı.
HEPİMİZİN KAFASINDA BİR
POLİS GEZİYOR
Burada yaptığımız şey
duyguların özgürleşmesi. Yani sadece bastırılan hatıralar değil, bastırılan
duygular da özgürleşiyor.
Örneğin, bağırmak,
ağlamak, sinir boşaltmak.
İnsanların sinirini
bozuyorsun!
Buna izin vermeyeceğim!
Hayır! Hayır!
Öldürürüm seni!
Bu şey
Ben yaşlı bir adamım,
bakın.
Bütün gücümü
toplayamıyorum, ama genç insanlar böyle hislere sahiplerse yapabilirler.
Hiç fena değil.
1950’lerde, bir grup
dönek psikanalist yeni bir terapi biçimine başladı. New York'ta küçük odalarda
çalışıyorlardı. Duygularını açıkça ifade etmeleri için hastaları teşvik
ediyorlardı.
Yardım edin.
Güzel, söyle, söyle.
Yardım istiyorum,
yardım.
Bu, Amerikalılara
hislerini nasıl kontrol edeceklerini öğreterek zengin ve güçlü hale gelmiş olan
Freudiyen psikanalistlere karşı doğrudan bir saldırıydı. Freud'un deyişiyle,
onlar duygulardan korkuyorlardı.
Dr. ALEXANDER LOWEN=
Deneysell Psikoterapist
1950’ ler
1950’ler Onlara göre,
onların istediği şey kapalı insanlardı, oldukça düzenli, doğru şeyi yapan,
doğru hayatı yaşayan tipler. Bunu istiyorlardı. Ama yoğun duyguların olmadığı
bir hayat. Freud'un kendisi duygusal değildi, o bir entelektüel Freud'du. Ben
de entelektüeldim, biliyorum, ama şu an daha fazla bir şeyim. Bu grubun
lideri, Freud ve ailesinin nefretini kazanmış bir adamdı. Wilhelm Reich.
Reich, Kanada
sınırındaki uzak dağlarda kendine yaptırdığı evde izole bir yaşam sürüyordu.
Reich ilk olarak, 1920’lerde Viyana'da Freud'un sadık öğrencilerinden biriydi.
Ama, psikanalizin temel yaklaşımları üzerinden Freud'a karşı çıktı. Freud'a
göre yine de, insanlar halen ilkel hayvani içgüdülerle hareket ediyorlardı. Toplumun
görevi ise, bu tehlikeli güçleri bastırıp kontrol etmekti. Reich tam tersini
düşünüyordu. "İnsan zihninin içindeki bilinçdışı güçler iyidir,"
diyordu. Bunların toplum tarafından bastırılması işi bozuyordu.
[Bilinçdışı iyiydi de,
çevresi kötüydü]
İnsanları tehlikeli hale
getiren işte buydu.
MORTON HERSKOWITZ:
Wilhelm Reich'ın öğrencisi 1949-52
Reich ve Freud, insan
doğası hakkında temel farklılıklar taşıyan iki görüşe sahiptiler. İşin özünde,
Freud kontrolsüz, şiddet dolu, savaştaymış gibi, cehennem içinde duygular
görüyordu. Reich'e göre bunlar insanlığın kaderi değildi. Orijinal
dürtülerin açığa çıkmasına izin verilmediği için böyle oluyordu. İşin ardında
yatan doğal dürtü, Reich'a göre libidoydu, yani cinsel enerji. Eğer
bu açığa çıkarsa, insanlar neşv-ü nema (gelişme-yetişme) bulacaktı. Fakat bu
düşünce onu sadece Sigmund Freud ile değil, kontrolsüz cinsel güçlerin
tehlikeli olduğuna inanan Anna Freud ile de karşı karşıya getirdi. Babama göre,
libidoyu özgürleştirince siz de özgür oluyordunuz.
LORE REICH RUBIN:
Wilhelm Reich'ın kızı
Zamanında nevrozun iyi
orgazm eksikliğinden ya da orgazm olmamaktan kaynaklandığı teorisini
geliştirdi. Ve bu, biliyorsunuz Anna Freud bakireydi. Yani bu çok önemli. Çünkü
hiç bir erkekle cinsel ilişkisi olmamıştı. Burada ise bir adam, sağlıklı
olmanın yolu iyi orgazmdan geçer diyor, karşısında ise bir kadın, mastürbasyon
yaptığı gerekçesiyle babası tarafından analize alınıyor. Bir yanda cinselliğe
gerçekten karşı olan bir kadın, diğer yanda cinsel özgürlük vaazları veren bir
adam var. Yani, bir çatışma kaçınılmazdı, değil mi?
Çatışma, 1934'te
İsviçre'de bir konferansta aleniyet kazandı. Psikanalitik hareketin tanınmış
lideri Anna Freud, Wilhelm Reich'ı hareketin dışına itti. Adamın kariyerini
mahvetti. Babamdan cidden kurtuldu, bir kenara attı. Sanırım, benim yapmaya
çalıştığım şeylerden biri de Anna'dan kurtulmak.
Açar mısınız?
Yani, bence Anna
Freud'un yaptığı yanına kar kalmamalı, insanlar bilmeli. Babamı Uluslararası
Psikanaliz Birliği'nden attırmak için manevralar yaptı.
Yani intikam
alıyorsunuz?
Eh, öyle de denebilir.
Peki. Ya da bir doğruyu
düzeltmek.
Hayır!
Bir yanlışı düzeltmek.
Burayı yayınlamasanız iyi olur.
Buna Freudiyen sürçme denmiyor mu?
Evet, öyle deniyor.
Reich Amerika'ya kaçtı.
Kendine bir ev ve labaratuvar yaptırdı. Muhteşem fikirleri delilik noktasına
kadar varmıştı. Libidinal enerjinin kaynağını keşfettiğini düşünüyordu.
Bu kaynağa "orgon enerjisi" adını verdi ve kocaman bir silah
yaptı.
ORGON ENERJİSİ: GÖZLEM
EVİ
Bu silah atmosferdeki orgonu
toplayarak bulutlara doğru püskürtecek, böylece yağmur oluşturacaktı. Aynı
zamanda, dünyanın geleceğini tehdit eden UFO'lara karşı da bu silahı
kullanabileceğini söylüyordu. bindokuzellialtı'da Reich, federal yetkililer
tarafından tutuklandı. Çünkü orgon enerjisi kullanarak kanseri iyileştirdiğini
iddia ettiği bir cihaz satıyordu. Reich, deli muamelesi gördü. Hapse atıldı,
bütün kitapları ve yazıları mahkeme kararıyla yakıldı. Bir yıl sonra Reich
hapishanede öldü.
Freudiyenlere göre, asıl
tehdit unsuru artık tamamen ortadan kalkmıştı. Fakat yanılıyorlardı.
Freudiyenlerin fark etmediği şuydu: Amerikan toplumu üzerindeki etkileri de
artık tehdit altındaydı.
Bu durum bir açıdan sadece onların fikirlerini gözden düşürmüyor, aynı zamanda
Reich'ın düşüncelerinin Amerika'da ve kapitalist dünya içerisinde çok daha
fazla kabul görmesini sağlıyordu.
AMA SONRA BİRDENBİRE
Sanki, tek dokunuşta “Tüketici,
kral”dır. Onun heveslerine göre üreticiler, toptancılar ve perakendeciler
oluşuyor. Onun güvenini kazanan, bu oyunu da kazanır. Onun güvenini kaybedenin
kendisi de kaybolur.
1950'lerin sonunda
psikanaliz Amerika'da tüketim kültürünü yönlendirmekte epey etkili oldu. Çoğu
reklam şirketinde psikanalistler çalışıyordu. Geçen bölümde gördüğümüz gibi,
tüketici eğilimlerini anlamak için yeni yollar geliştirmişlerdi. En başta da
focus grubu geliyordu. Burada tüketiciler ürünler hakkında duygularını
serbestçe dile getiriyorlardı. Böylece ürünlerin pazarlanması için yeni yollar
keşfedildi. Tüketicinin gizli bilinçdışı arzularına hitap ediliyordu.
“Alışveriş için
Teşekkürler”
Fakat 1960'ların başında
yeni kuşak bu düşünceye saldırdı. Amerikan şirketlerini, insanları ideal
tüketici haline getirmek için duygularını manipüle etmek amacıyla psikolojik
yöntemler kullanmakla suçladılar.
REKLAM, MANİPÜLASYON
DEMEKTİ.
ROBERT PARDUN: 1960
'larda Aktivist Öğrenci
Reklam, içinizden
gelmeyen, başkasından gelen bir şeyi size yaptırmak için bir yöntem.
Birisi diyor ki, "Bu
sene toz pembe renkli gömlekle, ona uygun toz pembe ayakkabılar
giymelisin."
Ben de diyorum ki,
"Neden? O ben
değilim ki, o zaman başka birisi olurum."
Ürettikleri malları
satın alacak birisi olmanızı istiyorlardı. Bir başkasının aracı olma hisi, ben
böyle olmak istemedim. Ben bir başkasının adamı olmak istemiyorum. Ben kendim
olmak istiyorum. 1960'ların ortasında Amerika'da kampüs içinde protesto
hareketleri başladı. Öğrencilerin asıl hedeflerinden biri Amerikan
şirket dünyasıydı. ŞİRKETLERİ, AMERİKAN HALKININ BEYNİNİ YIKAMAKLA
SUÇLUYORLARDI. Tüketim kültürü sadece para kazanmayı sağlamıyor. Kitleleri
koyun haline getirmek için de kullanılıyor ki, bu sırada hükümet Vietnam'da
vahşi ve yasadışı bir savaş yürütebilsin.
Öğrencilerin hocası,
ünlü radikal düşünür Herbert Marcuse'ydi. Marcuse psikanaliz okumuştu. Freudiyenlere
karşı çok sert eleştiriler getiriyordu:
"İnsanların, seri
üretim nesneleri üzerinden duygularını ve kimliklerini ifade etmeye
indirgendiği bir dünya yaratmak isteyenlere yardımcı oldular. Bunun sonucu olarak,
"tek boyutlu insan" dediği, konformist (uyumlu kimseler) ve
bastırılmış bir tip ortaya çıktı.”
HERBERT MARCUSE:
Röportaj 1978
Psikanalistler,
Amerika'yı yönetenlerin kirli işlerini yapan ajanlara dönüştüler. Yönetimdeki
iktidar yapısının bireylerin sadece bilincini değil, bilinçdışını ve bilinçaltını
da ne kadar büyük ölçüde manipüle ve kontrol edebildiğini görmek en çarpıcı
fenomenlerden biriydi. Bu durum psikolojik bir temelde meydana çıktı.
Freud'un belirttiği
bilinçdışı ilkel güdülerin kontrolü ve manipülasyonu söz konusuydu.
Ekran başındaki sevgili
Amerikalıları bir düşünün.
Hepsinin de beyni
yıkanmış, çocuklar.
Hepsinin beyni yıkanmış.
BEYNİ …İKİLMİŞ
Marcuse'nin
söylediklerini takip eden yeni öğrenci solu, bu toplumsal kontrol sistemine
karşı saldırıya geçti. Düşüncelerini şu sloganla özetlediler:
"Hepimizin
kafasında bir polis geziyor. Onu yok etmeliyiz." Bu polisi yok etmenin
yolu ise, onu oraya yerleştiren devleti ve şirketleri yok etmekten geçiyordu.
Weatherman adlı bir grup
şirketlere bombalı saldırılar düzenledi. Onlara göre bu şirketler, hem tüketim
malzemeleri üzerinden insanların zihnini kontrol ediyor, hem de Vietnam'da kullanılan silahları
üretiyordu.
BERNADINE DOHRN:
Weatherman Devrimci Örgütü Kurucusu
Tarih boyunca görülmüş
en vahşi düzenin içinde yaşarken, şiddete başvurmamak mümkün değil. Şiddete
başvurmayacağım diye asla söz veremem.
LINDA EVANS: Weatherman
Devrimci Örgütü Üyesi
Maddi değerler üzerine
kurulmamış bir yaşam sürmek istiyoruz. Ancak bütün yönetim sistemi ve Amerikan
ekonomisi, bencillik, kişisel hırs ve kar etmek üzerine kurulmuş durumda. Yani
insan olabilmek için, birbirimizi sevmek ve eşit olmak için, birbirimize roller
biçmemek için, kendi pozitif yaşam değerlerimizi uygulamaktan bizi alıkoyan
yönetim biçimini devirmemiz gerekiyor. Fakat Amerikan devleti buna şiddetle
karşılık verdi.
1968'de Chicago'da
yapılan demokrasi toplantısında, polis ve ulusal muhafızlar binlerce
göstericinin üzerine salındı. Böylece, Amerika'da yeni solun acımasızca
bastırıldığı dönem başlamış oldu. 18 ay sonra Kent State Üniversitesi'nde dört
öğrencinin öldürülmesiyle olaylar doruğa çıktı. Bu muamele karşısında sol kesim
dağılmaya başladı. Devletin gücüyle karşı karşıya kalmıştık. Bu güç, tahmin
ettiğimizden çok daha büyük, kuvvetli ve keskindi. Ve bu noktada, sanki taktik
değişikliğine gidilmiş gibi bir şey oldu. Bu şiddetli müdahale karşısında, yeni
sol kesim yeni bir fikre yönelmeye başladı. Madem insanların kafalarının
içindeki polisi çıkarmak için devleti yıkmak mümkün değildi, o zaman herkes
kendi zihnine ulaşmanın bir yolunu bulmalı, devlet ve şirketler tarafından
yerleştirilen kontrol mekanizmalarını kendisi yok etmeliydi. Bu sayede yeni bir
birey, yani yeni bir toplum oluşacaktı.
STEW ALBERT: Yippie
Partisi Kurucu Üyesi
Aktif siyasetin içinde
olan insanlar şuna ikna olmuştu; eğer kendilerini değiştirip sağlıklı birey
olmayı başarırlarsa ve yalnızca insanların kendini değiştirmesini hedefleyen
bir hareket başlarsa, bir gün gelecek ve bütün bu süregiden pozitif değişim
sayesinde toplum kendiliğinden dönüşecekti, yani niceliğin niteliğe dönüşümü diyebiliriz. Ama siyasi
aktivizm şart değildi. Yeni bir benlik oluşturma meselesiydi. Eğer
yeterince insan kendisini değiştirirse, toplum da değişebilirdi. Yani, kişisel
olan şeyler de politik hale geldi?
Evet, kişisel alan politik
oldu. Ama kişisel olan şeyleri değiştirmeden siyasi bir değişim yaratmanız
mümkün değildi. ABD'nin devlet gücüne karşı gelme şansımız yoktu. Yani, onların
silahlı gücü vardı. Ve yeni bireyi oluşturmak için, Wilhelm Reich'ın fikir ve
yöntemlerine başvurdular. Ölümünden bu yana, Reich'ın fikirlerini temel alan
küçük bir psikanalist grubu yeni yöntemler geliştirmişti. Amaçları, toplum
tarafından bireylerin zihnine kazınan kurallardan kurtulmayı sağlayacak yollar
geliştirmekti. Merkezleri, California'nın uzak bir kıyısında eski küçük bir
oteldeydi. Esalen Enstitüsü adını vermişlerdi. Fritz Perls, Esalen'de en
önde gelen psikanalistti.
Perls, Reich tarafından
eğitilmişti.
Toplu yüzleşme benzeri
bir teknik geliştirmişti.
İnsanları zorluyor,
toplumun tehlikeli bulduğu ve bastırılması gerektiği düşünülen hislerini
herkesin önünde dışa vurmalarını istiyordu. İçimdeki şeyden korkuyorum, küçük
bir şeytan gibi duruyor orada.
Pek fazla dışarı
çıkmıyor.
Ortaya çıkarmak çok zor.
FRITZ PERLS ATÖLYESİ
Esalen Enstitüsü 1960'lar
Şimdi o içindeki şeyi
sandalyeye koy ve konuş onunla. Perls buna, grubun önünde sıcak sandalyeye
oturmak diyordu. Diyelim ki bu sıcak sandalye, siz de Perls olun. Beni,
kendi kurallarımı koymaya, kendimi açığa çıkarmaya doğru yönlendiriyorsunuz.
MICHAEL MURPHY: Esalen
Enstitüsü Kurucusu
İçimdeki her unsura açık
olup onları fark etmemi sağlıyorsunuz. Sonra da içimdeki güce hâkim oluyorum.
Şeytan mı olayım?
Evet. Evet, dışarı
çıkabilirim. Adamın içinden çıkabilirim.
Adamı bir kenara atabilirim.
"Seni," diye
söyle, "seni."
Seni bir kenara
atabilirim.
Seni, evet. Şeytanı
bizimle yalnız bırak şimdi.
Hepinizi ağlatırım.
Kendinizi berbat
hissedersiniz. Belki de sonsuza kadar.
Şu gördüğünüz ağızdan
çıkacak öyle şeyler söylerim ki, istediğim herkesi mahvederim, her
birinizi.Tabii dışarı çıkarsam. İçinizden kimseye acımam.
Sana bile.
Tamam. Şimdi nasıl
hissediyorsun?
Daha iyiyim.
Yani, gerçekten dürüst
olduğumu hissettim.
Peki. Güç ne kadar
artıyor dikkat edin.
Yani, kim olduğunuzun, nasıl
davrandığınızın, nasıl hissettiğinizin, dünyadaki bütün varlığınızın esas
sahibi siz olmalısınız. Yani, size bir özerklik tanıyor, özgürlüğünüzün sahibi
siz oluyorsunuz. Benden korkulur. Güçlerimi harekete geçirdiğimde benden
korkarsınız.
"Güçlerimle sizi korkutuyorum,"
deyin.
Güçlerimle sizi korkutuyorum.
Şimdi, gücü nerede
hissediyorsunuz, ellerde mi, kaslarda mı?
Güçsüzüm. Uyanın!
İçimdeki süper gücü
istiyorum, Allah'ın belası!
Tamam, tamam Dur artık.
Bu yaptığım hoş değildi,
sadece yapmak istiyordum ve yaptım.
Esalen'de çalışanlara ve
Perls'e göre, burada bireyin içindeki hakiki benliği dışa vurması için
yöntemler yaratıyorlardı.
Beni alkışlamalarını istiyorum. Onlara göre bu sayede, toplumsal koşullanmadan
kurtulmuş yeni özerk varlıklar ortaya çıkacaktı. Chicago'da yenilgiye
uğrayan sol kesim arasında bu fikir müthiş ilgi uyandırdı. Bu yöntemler
eski düzeni yıkacak kadar güçlü bir yeni bireyi açığa çıkarmak için
kullanılabilirdi. 60'ların sonu ve 70'lerin başında, binlerce insan Esalen'e
üşüştü. Bundan birkaç yıl öncesine kadar, orası kenarda kalmış gizli
kapaklı bir yerdi. Şimdi ise, kişisel dönüşüm amaçlı ulusal bir hareketin
merkezi olmuştu:
İnsanın Potansiyeli
Hareketi.
Çok çekici hale geldi.
İnsanlar bu keşif akımına katılmak istiyordu. Yedi-sekiz yıl içinde Amerika'da,
Esalen'i örnek alan civarında benzer yerler açıldı.
Kendimi özgürleşmiş hissediyorum.
Cidden mi?
Harika bir şey.
Ve ciddi bir siyasi
anlam kazandı. Kişisel dönüşümü toplumsal dönüşümden ayrı tutamazsınız. İkisi
birlikte işler. Hareket büyüdükçe, Esalen yöneticileri bu yöntemleri toplumsal
sorunları çözmek için kullanmaya karar verdiler. Önce ırkçılıkla başladılar.
Radikal zenci ve beyazlardan oluşan yüzleşme grupları düzenlediler. Her iki
grup da, toplum tarafından içlerine işlenen ırkçı hislerini dışa vurmaları için
teşvik edildi. Bunu yaparken o hisleri aşacaklar, sonra karşıdakini birey
olarak kabul edeceklerdi.
"Aşkın bir deneyim
olarak radikal yüzleşme,"
adını verdiğim bir yüzleşme dizisi başlattım. Böyle bir zenci/beyaz
yüzleşmesinin gerekli olduğunu, bu sayede iki ırk arasındaki meselenin köküne
inebileceğimizi düşündük. Çekingen ve kibar davranmakla olmuyordu. Doğrudan
aslanın midesine inecektik, bu ırk ayrımcılığının temeline. Ve son derece
çarpıcı oldu. Esalen Enstitüsü'nde yapılan en sert toplantıları yaşadık.
Şuna bak içi beyazmış,
üstünde kıyafetin var, ayakkabın var. Bana baktığından eminsin öyle mi?
Mahalledeki polis belası
da sizden geliyor.
Yok ya? Nerden benim
oluyor polis?
Hükümetiniz var, belediye
başkanınız var. Yapma ya. Başkan sizin, elçiler sizin.
Sen de oy kullanıyorsun.
Vietnam'da insan
öldürdünüz.
Onların hepsi köle
işçilerdi. Bir sürü binalar gökdelenler var, ekonomik ve siyasi olarak hepsine
hakimsiniz. Onlar da mı sizin değil?
Hem bizim, hem sizin.
Sonra zenciler toplanıp
beyazlara saldırdılar.
Bütün hepsini oturup
seyrettik. Buna birini dikizlemek diyorlardı.
Dikizlemek derken, en
gizli sırlarını öğrenmek. Şarlatanlıklarını falan, hepsini.
Mesela beyaz liberaller.
Beyaz liberallerin çok üzerine gittiler.
"Ben özgürüm," saçmalığını anlatma
bana şimdi.
Şerefsiz yalancının
tekisin, açık pembe bir orospu çocuğusun.
Buraya niye geldiniz
bilmiyorum ki.
Sizin kara kitabınız yok
mu?
Ha?
Refah içinde gibisiniz.
Ha?
Ne diye geldiniz buraya?
Bacaklarınızı ayırıp
oturmuşsunuz karşımda, külotlarınızı sergiliyorsunuz.
Peki niye geldiniz o
zaman?
Zenci/beyaz yüzleşme
grupları tam bir felaketti. Zenci radikallere göre bu iş, onları zayıflatmak
amaçlı hain bir saldırıydı.
Onları özgür bireylere dönüştürmeye çalışan Esalen, aslında ırkçılığa karşı
mücadelelerinde onlara güç veren tek şeyi de yok ediyordu; ortak zenci kimliği.
Benim sebebim mi?
Senin sebebin. Senin
burada olma sebebin benimkinden farklı.
Sonra, İnsanın
Potansiyeli Hareketi, kişisel gelişimin işe yarayacağını düşündüğü başka bir
toplumsal gruba yöneldi.
Rahibeler.
Ama bu sefer daha
başarılı oldular. Los Angeles'ta bulunan Temiz Kalp Manastırı,
Amerika'daki en büyük dini kız okullarından biriydi. Birkaç radikal
psikoterapist manastıra geldi. Kişisel özgürleşme yöntemlerini, kimlikleri
dışarıdan dayatılan kurallarla belirlenen ve bunları çok derin bir şekilde
içselleştirmiş olan bireyler üzerinde denemek istediler. Modern görünmek
isteyen manastır, deneye katılmayı kabul etti. Yüzlerce Temiz Kalp rahibesiyle
hafta sonlarında yüzleşme toplantıları düzenledik. Rahibeler çok çekingendi.
Dr. WILLIAM COULSON:
Rahibelerin yüzleşme grubu lideri
Normal insanlardan daha
fazla içine kapanık oluyorlar. Onlara dedik ki,
"Bu kadar çekingen
olmayın, kendinizi serbest bırakın."
"Siz iyi
insanlarsınız, içinizdeki gerçek kişiyi saklamanıza gerek yok."
"Rahibe rolünü
oynamanıza gerek yok."
"Mahzun bakışlar
atmanıza gerek yok."
"İhtiyatlı olmak
fazla abartılan bir erdem."
“Kendinizi
zorluyorsunuz,
Temiz Kalp rahibe adayı Psikoterapi
deneyi sırasında röportaj
“Kimliğinizi
arıyorsunuz,”
“kim olacağınızı.”
“Aynı zamanda hizmete
adanmış “
“Bir hayat yaşamaya
çalışıyorsunuz.”
“Bütün bunları
kimliğinize uydurmaya çalışıyorsunuz. Ama aslında, yani, bu iş çok karmaşık
oluyor bazen. Bazen kafanızdaki engeli aşıp çılgın ve aptalca şeyler
yapıyorsunuz. Bahçede koşup portakal çalıyorsunuz, buzdolabından kola
aşırıyorsunuz, çılgınca şeyler. Kendimi ikiyüzlü gibi hissettim ve insanların
beni ne giydiğime göre değil, kim olduğuma göre yargılamasını istedim. Bu
değişimden memnunum yani. Korkuyorsunuz ama devam ediyorsunuz.
“Evet, korkudan
ölebilirim, ama buna değiyor.”
Deney, manastırı
dönüştürmeye başladı. Rahibeler, sıradan kıyafet giyme alışkanlıklarını
bırakmaya karar verdiler. Ama psikoterapistler, başka güçleri de
uyandırdıklarını gördüler. Ortaya çıkardığımız şeylerden biri cinsel
enerjiydi. Kilisenin başarıyla engellediği şeylerden biri, artık engel
tanımıyordu. Cemaat üyesi bir rahibe vardı. Öncekinden bile daha özgür
olabileceğini düşündü. Sınıf arkadaşlarından birini baştan çıkardı. Sonra, aday
rahibelerin başındaki daha yaşlı rahibeyi de baştan çıkardı. Çok tutucu
biriydi ve onu bile cinsellik yoluyla özgürleştirmek istedi. Yaşlı olan,
adayı alıp arabayla markete götürdü, geri geldiler, garaja girdiklerinde ona
yaklaştı, uzun uzun dudaklarından öptü, sonra muhtemelen ilk defa öpüşen aday,
daha fazlasını istedi. Deney büyük bir felakete yol açtı. Bir yıl içinde 300
rahibe, yeminlerinden azat edilmek için Vatikan'a dilekçe verdi, ki bu sayı
manastırın yarısından fazlaydı. Altı ay sonra ise manastır kapandı. Geride
birkaç tane rahibe kalmıştı. Ama onlar da radikal lezbiyen rahibelerdi.
Diğerleri dini yaşamı terk ettiler.
Rahibelikten istifa mı
ettiler?
Evet, artık normal insan
oldular.
SANA SÖYLÜYORUM DİNLE
HER YERDEYİZ ARTIK!
60'ların sonunda,
kendini keşfetme düşüncesi Amerika'da hızla yayılıyordu. Yüzleşme grupları,
kendini geliştirmeye ve yozlaşmış kapitalist kültürden uzak kalmaya dayandığı
için radikal bir alternatif kültür olarak görülen her şeyin merkezi oldular. Kendimiz olabilmek için
onları özgürleştirmek istiyorum. Amacımız sevgi, deneyimler, pozitif bir yaşam
tarzı. Sizin yaşam tarzınız yanlış demiyoruz. Sadece özgür olmak istiyoruz,
ne olmak istiyorsak onu olmak. Ya da kendimizi aradıkça ne olduğumuzu
bulursak, o olacağız.
Amerikan şirketleri
üzerinde bu durum ciddi sorunlar yaratmaya başlamıştı. Çünkü bu yeni bireyler,
öngörülebilir tüketiciler gibi davranmıyorlardı. ÖZELLİKLE DE HAYAT
SİGORTASI SEKTÖRÜ ENDİŞELİYDİ. Üniversiteyi bitiren öğrenciler arasında
hayat sigortası yaptıranlar gittikçe azalıyordu. Amerika'nın en iyi piyasa
araştırmacısı Daniel Yankelovich'ten bu durumu analiz etmesini
istediler. O da psikanaliz okumuştu.
DANIELl
YANKELOVICH:Yankelovich Partners Piyasa Araştırma Şirketi
Hayat sigortası işi, o
dönemde protestan ahlakına en çok yaslanan işti. Gelecek için fedakârlık yapan
bir insansanız, ancak o zaman hayat sigortası yaptırırsınız. Eğer bugün için
yaşıyorsanız, hayat sigortasına ihtiyacınız kalmaz. Yani, ortaya çıkmaya
başlayan bazı yeni değerlerin, bir noktada protestan ahlakının temel
değerlerine karşı olduğunu hissetmişlerdi. Gördüklerim karşısında şaştım kaldım.
Geleneksel ve hâkim
yoruma göre, bu durumu yaratan aşırı uçlardaki siyasi akımlardı. Fakat biz
açıkça gördük ki, bu yorum aslında gerçeğin üzerini örtüyor. Bu durumun
temelinde kendini ifade etme meselesi vardı. Birey ve içimizdeki benlik
meselesiyle uğraşıyorlardı. İnsanlar için bu çok önemli hale gelmişti,
kendini ifade edebilmek.
Yankelovich, bu yeni
dışavurumcu bireylerin gelişimini ve davranışlarını incelemeye koyuldu.
Şirketlere verdiği bilgiye göre, bu yeni insanlar yine tüketiciydiler. Fakat
artık onları Amerikan toplumunun dar katmanlarına sıkıştıracak hiçbir şey
istemiyorlardı. Daha ziyade, konformist bir dünyada onların farkını yansıtacak,
bireyselliğini ortaya çıkaracak ürünler istiyorlardı. Amerikan şirketleri
böyle şeyler üretmiyordu. Ürünlerin zaten her zaman duygusal bir anlamı vardı.
Yeni olan şey ise, bireysellikti. Ana fikir şuydu; "bu ürünle
kendimi ifade ediyorum."
Bu ürün küçük bir Avrupa
arabası olabilir. Belli bir müzik sistemi olabilir. Kendinizi sunma biçiminiz,
kıyafetleriniz. Kaslarımdan ani bir enerji fışkırıyor. İnsanlar artık bu gibi
şeyler için para harcıyordu. Çevrelerine kim olduklarını anlatmak için. Fakat
üreticilerin, görünen piyasalar ve tüketiciler hakkında neler olduğuna dair
gerçekten en ufak fikri yoktu. Büyük reklam şirketleri, işletme grupları
denen ekipler kurdular. Bu yeni bireylere nasıl hitap edecekleri hakkında
çalışmalar yapıyorlardı. Ajanslardan birinin müdürü, bütün çalışanlara bir
bildiri gönderdi.
"TOPLUM KURALLARINA
UYUM SAĞLAMAYANLARA UYUM SAĞLAMALIYIZ," diyordu.
"Bobby Dylan'ın
yaptığı müziği dinleyip, sinemaya daha çok gitmeliyiz."
Ama asıl sorun, focus
gruplarına bu dışavurumcu bireylerin artık pek katılmamasıydı. Reklamcılar,
kendi başlarının çaresine bakacaklardı. Çok hoş yeni bir ürünümüz var, dans
edeceksiniz, gözden kaybolmak için bir fırsat. Lezzetli küçük kareler malt
buğdayından, çatallı, çıtır çıtır ve enfes bir tadı var. Daha hızlı ama. Ben de
onu diyorum. Folk rock olacak, ama folk ve rock çok olacak. Ve çok daha ciddi
bir sorun vardı aslında. Kendini ifade etmek isteyen insanlar için yapılacak
üretim, çeşitlilik yaratmak anlamına geliyordu. Ancak Amerika'da geliştirilen
seri üretim sistemleri, eğer aynı nesnelerden çok sayıda üretilirse karlı
olabiliyordu. Bu sistemler, konformist bir toplumun sınırlı arzularını karşılamak
için mükemmeldi. Dışavurumcu birey, bütün bu üretim sistemini tehdit
ediyordu. Üstelik tehdit hızla büyümek üzereydi.
AKLINIZ NASIL?
Hadi! Çünkü bir
girişimci, bu yeni bağımsız bireyin seri üretimi için bir yöntem icat etmişti.
Adı, Werner Erhard idi. Geleneksel olarak zihnimizde olduğunu sandığımız
bazı şeyler aslında dış dünyada bulunur, şimdi o noktaya da geliyoruz.
Erhard, EST adlı bir
sistem icat etmişti:
ERHARD SEMİNAR TRAİNİNG.
Nasıl kendileri
olacaklarını öğrenmek isteyen yüzlerce insan hafta sonu oturumlarına
katılıyordu. Bir süre sonra EST'nin taklitleri de çıktı; mesela İngiltere'deki
Exegesis. Erhard'ın yöntemlerinin bir çoğu İnsanın Potansiyeli Hareketi'nden
alınmaydı. Fakat Erhard, bu hareketi yeterince ileri gitmedikleri için eleştiriyordu.
Ona göre, bütün insanların içinde merkezi bir çekirdek olduğunu söyleyen bu
hareket, insan özgürlüğüne başka bir sınırlama getiriyordu. Aslında sabit bir
benlikten söz edemezdik. Yani, insan ne olmak istiyorsa onu başarabilirdi.
İnsanın Potansiyeli Hareketi'nin tezine göre, insanların özünde gerçekten iyi
bir şeyler vardı.
WERNER ERHARD= EST'nin
Kurucusu
Eğer yüzeydeki
katmanları kaldırırsanız, güya elinizde bir öz kalacaktı. Bu öz kendiliğinden
zaten dışavurumcu bir öz idi. Hakiki benlik buydu, muhteşem bir şey ortaya
çıkacaktı. Gerçekte olan ise, bu son katmana ulaşmış insanlar gördük ve bu
katmanı da aştıklarında ellerinde hiçbir şey kalmamıştı.
Tamam, it!
Hadi, itele!
EST oturumları çok yoğun
ve acımasızdı. Her katılımcı bir sözleşme imzalıyordu. Buna göre, toplum
tarafından oluşturulan kimliklerini kırmak için, eğitimciler gerekli gördükleri
her şeyi yapacaklar ve kimse ayrılmayacaktı.
Hadi dedim!
Bastır, it!
Senden daha güçlü
bastırırsam ezilip gideceksin.
Artık sertçe itmen
lazım, hadi şimdi.
Ha şöyle, it geriye.
Güzel, aferin. Güzel!
Bir daha!
Evet!
EST eğitimindeki esas
mesele, katman altındaki katmanın altındaki katmanlara doğru ilerlemekti. Sonunda en alt
katmana gelip onu da kaldırdığınızda, orada tamamen boşluk ve anlamsızlık
olduğunu fark ediyorsunuz. Şimdi bu, varoluşçuluğun geldiği son noktadır.
EST ise bir adım daha
ileri gitti. İnsanlar fark etmeye başladı ki, buradaki sadece anlamsızlık ve
boşluk değil, anlamsızlık ve boşluğun kendisi anlamsız ve boş bir şeydi. Böyle
bakınca, büyük bir özgürlük olduğunu görüyorsunuz. Bütün bu sıkışma, kendinizi
mahkum ettiğiniz bütün kurallar yitip gidiyor. Elinizde ise koca bir hiçlik
kalıyor. Hiçlik ise, olağanüstü güç kazandıran bir çıkış noktası. Çünkü bir şey
yaratmak için önce bir hiçliğe ihtiyacınız vardır. Bu hiçlikten yola çıkarak
insanlar bir yaşam yaratabilecek hale geldiler ve kendilerine benlik oluşturma
şansı buldular.
Kendilerini icat
edeceklerdi?
Kendilerini icat
edeceklerdi. Ne olmak istiyorsanız olabilirsiniz. O sesi çıkarmaya başlamanızı
istiyorum, ve bu ses yoluyla insanları ve dünyayı nasıl istiyorsanız o şekilde
yaratacaksınız. Erhard'ın yaptığı, en önemli şeyin birey olduğunu vurgulamaktı.
JESSE KORNBLUTH:
Gazeteci, New Times 1970’ ler
Toplumsal mevzuların bir
önemi yoktu. Sizi ilgilendiren tek şey, tatmin edici bir yaşam sürüp
sürmediğinizdi. EST katılımcıları oturumlardan çıktıklarında, kendini
düşünmenin bencillik değil, en büyük görev olduğunu düşünüyorlardı.
Gel beni öp ve gülümse,
beni bekleyeceğini söyle,
hiç bırakmayacakmış gibi
bana sarıl.
JOHN DENVER: EST Mezunu
Eğitim iki hafta sonu
sürüyor. Gerçekten hayatımdaki en inanılmaz deneyimdi. Bu deneyime ömür boyu
minnettar kalacağım. Çok faydasını gördüm. Kim olduğumuzu gerçekten bilmek
istiyoruz. Hayatımızda birçok şey yaşıyoruz, kendimizle ilgili gittikçe daha
çok şey öğreniyoruz. Bizi ayakta tutanın gerçekte ne olduğunu bulmak, kendimizi
nasıl keşfedeceğimizi görmek istiyoruz.
EST büyük bir başarı
kazandı. Şarkıcılar, film yıldızları ve yüz binlerce sıradan Amerikalı
1970'lerde bu eğitimlerden geçti. Fakat belli bir süreç içinde, kişisel
dönüşüm hareketini başlatan siyasi fikir yok olmaya başladı. Başlangıçtaki
fikre göre, kendini keşfetme ve ifade etme yoluyla yeni bir kültür doğacaktı.
Bu sayede devletin iktidarına meydan okunacaktı.
Kültürümüzü siyasetten
ayırmalarına izin vermeyeceğiz.
Hepimiz insanız, hepimiz
birlikteyiz.
Fakat şimdi de,
insanların basitçe kendi içinde mutlu olabileceği, toplumu değiştirmenin
bununla ilgisi olmadığı düşüncesi ortaya çıkmaya başlıyordu. Bu düşüncenin önde
gelen isimlerinden biri de Jerry Rubin'di. 1968'de Rubin, Yippie'lerin
lideri olarak Chicago yürüyüşünü yönetmişti. Ama artık o da EST eğitiminden
geçmişti. Ölmeye hazırdım ve bir anlamda kurban kompleksine sahiptim. Sanırım
bu hepimizde vardı. Kendini feda etme idealinden vazgeçtim.
JERRY RUBIN: Yippie
Partisi Kurucusu Röportaj 1968
Artık eskisi kadar
haksızlık üzerinden hareket etmiyorum. Şimdi kendimizi kendi içimizden yeniden
yarattık. Temel olarak siyaset ortadan kalkmış, tamamen bu yeni yaşam tarzı
gelmişti. Benliğin daha da derinine inme arzusu baş göstermişti. Şu anda ise
fazla abartılı bir bireye dönüştü. Yakın arkadaşım ve Yippie kurucularından
Jerry Rubin de kesinlikle bu yönde hareket etti. Ve bence, kendi başına kendini
geliştirip mutlu olabileceği fikrine kapılmaya başlıyordu.
Tek kişilik sosyalizm.
Öyle mi?
Böyle mi düşünüyordu?
Aslında bu kapitalizmin
ta kendisi.
İşin esprisi orada.
Bence çok komik.
Bence komik, çünkü
insanlar hayatlarının büyük bölümünü geçmişlerine hapsolmuş ve geçmişleriyle
kafayı yemiş, geçmişle sınırlı bir halde geçiriyor. Bundan kurtulmak büyük bir
özgürlük getiriyor. İnsanlar kendilerini yaratabiliyorlar.
EST, Amerikan toplumunun
bütün katmanlarında hızla yayılan bir düşüncenin yoğunlaşmış ve canlanmış
ifadesiydi. Kitaplar ve televizyon programları, 'insanın ilk görevi kendisi
olmaktır' düşüncesini yaymaktaydı. Bu değişimi gözlemleyenler, bu
düşüncenin ne kadar hızlı yayıldığını görünce şaşkınlığa düştüler.
DANIEL YANKELOVICH:
Piyasa Araştırmacısı
1970 'te bu düşünce
toplumun küçük bir kesiminde vardı. Belki yüzde 3-5 kadar. 1980'de ise toplumun
% 80’ine yayılmıştı. Şunu sordunuz,
"Nasıl kendimizi
gerçekleştirebiliriz?"
Sabah kalkıp
diyeceksiniz ki, her sabah tıraş olduğumda aynaya bakıp kendime söylerim,
gerçekten söylüyorum:
"Bugün kimse günümü
zehir edemez. Kimse!"
Benlik ve iç benlikle bu
kadar haşır neşir olanlar, toplum içinde 1970 'ler boyunca gittikçe yayıldı ve
arttı. Beni geçmişte yaşamaktan kurtardınız. Bugünden itibaren deneyimlerimi
olumlu yönde kullanmaya başladım ve hem bugün hem de yarın için daha iyi bir
insan olmak istiyorum. Ama tabii mesele şuraya geliyor, kendini ifade eden biri
nasıl olunur?
İşte bu noktada,
Amerikan kapitalizmi devreye girmeye karar verdi ve bireylere kendilerini ifade
etmeleri için yardımcı oldu. Bunu yaparken de çok büyük paralar kazandı. İlk iş
olarak, bu yeni insanların kendileri olmak için ne istediklerini keşfetmek
amacıyla, kafalarının içine girmenin yollarını buldular. Bunun yolunu iş
merkezleri değil, Amerika'daki en güçlü bilimsel araştırma merkezlerinden biri
buldu. Kaliforniya'daki Stanford Araştırma Merkezi (SRI), şirketler
ve hükümet için çalışıyordu. Bilgisayarların ilk gelişimlerinin büyük bölümünü
onlar yapmıştı. Savunma Bakanlığı için de, sonradan Yıldız Savaşları Projesi
adı verilecek bir çalışma yapıyorlardı. 1978 'de, SRI'de çalışan birkaç
ekonomist ve psikolog, önceden kestirilemeyen yeni tüketicilerin arzularını
okuyup ölçme ve karşılamanın bir yolunu bulmaya karar verdiler.
JAY OGILVY: Psikolojik
Değer Araştırması Yöneticisi, SRI 1979 -88
O döneme kadar önem
verilmeyen bütün arzular, istekler ve değerleri ölçmek için titiz bir yöntem
geliştirme düşüncemiz vardı. İş dünyasında ne derler bilirsiniz, "Ancak
ölçebildiğiniz şeyi yaparsınız." Temelde üreticilere şunu
söylüyorduk, eğer gerçekten sadece temel ihtiyaçları değil, çok daha gelişkin
insanların bireysel heves, arzu ve isteklerini de karşılamak istiyorsanız, işi
parçalara ayırmak zorundasınız, her şeyi bireyselleştirmek zorundasınız.
SRI, bunu yapabilmek için bireyi özgürleştirme işine başlamış olanların
yardımına başvurdu. İnsanın Potansiyeli Hareketi'nin önderlerinden birisi olan
psikolog Abraham Maslow'a gittiler. Esalen gibi yerler yapılan çalışmaları
gözlemleyen Maslow, psikolojik kategorilere dair yeni bir sistem geliştirmişti.
Buna "İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ" diyordu. İnsanların hislerini
özgürleştirdikçe geçtiği farklı duygusal aşamaları tanımlıyordu.
En üstte kendini
gerçekleştirme yer alıyordu. Bu noktadaki bireyler tamamen kendi yolunu kendi
çiziyor, toplumdan bağımsız hareket ediyordu. SRI ekibi, Maslow'un
hiyerarşisini temel alarak toplumu kategorize etmenin yeni bir yolunu
bulabileceğini düşündü. Sosyal sınıfları değil, farklı psikolojik ihtiyaçlar ve
dürtüleri temel alacaklardı. Bunu test etmek için dev bir anket hazırladılar.
İnsanların kendilerini nasıl gördüğüne, içsel değerlerine dair yüzlerce soru
vardı. Sorular, insanların Maslow'un kategorilerine uyup uymadığını görmek için
tasarlanmıştı. İnsanların gerçekten nasıl hissettiğini bulmaya çalışıyorduk. O
yüzden bu rahatsız edici soruları sorduk.
AMINA MARIE SPENGLER:
Psikolojik Değer Araştırması Program Yöneticisi 1979-86
Soruları sorması için
anket düzenleyen bir şirketi görevlendirdik. Onlar bile şimdiye kadar böyle bir
şey görmediklerini söyledi. Genellikle hafta içinde bir mektup göndermek
zorunda kalırsınız. Sonra bir mektup daha ve en sonunda cevap alabilmek için
telefon açmanız gerekir. Bizim ankette % 86 oranında geri dönüş oldu ve sadece
bir mektup gönderdiler. İnsanlar bu anketi severek doldurdular.
"Başka anketiniz
varsa doldurabilirim"
diye notlar iliştirilmiş sayısız anket geldi. Çünkü bizim sorularımız,
insanlara daha önce hiç düşünmedikleri şeyleri düşündürüyordu. O sorular
üzerine düşünmek hoşlarına gitti.
Ne gibi mesela,
içlerindeki hisler mi?
Evet, aslında ne
hissettikleri, gibi. Onları neyin motive ettiği, hayatlarının anlamı, önem
verdikleri şeyler. Yani, bir acayip gelmişti.
Cevaplar daha sonra
bilgisayarda analiz edildi. İnsanların kendilerini nasıl gördüğüne bakınca,
Maslow'un kategorilerine uyum sağlayan belli şablonlar ortaya çıktı.
Hiyerarşinin en tepesinde, bütün sosyal sınıfları içeren, büyük ve genişlemekte
olan bir grup belirdi. SRI bunlara "KENDİNİ YÖNETENLER"
diyordu. Bu insanlar kendilerini toplumdaki konumları ile değil, kendi
yaptıkları seçimlerle tanımlıyorlardı. Ama SRI şunu keşfetti; bu
insanlar kendilerini ifade etmek için seçtikleri farklı davranış kalıpları
üzerinden tanımlanabilirdi. Kendini ifade etme biçimleri sonsuz değildi ve
belli türlere ayrılabiliyordu. SRI ekibi bunu ifade eden bir terim
geliştirdi: YAŞAM TARZI. Yeni bireyciliği kategorize etmeyi başarmışlardı.
Geliştirdikleri sisteme Değerler ve Yaşam Tarzları, kısaca VALs
diyorlardı.
Bu değişimin önde gelen
üç yeni VALs grubu var.
SRI Değerler ve Yaşam
Tarzları Promosyon videosu 1983
Bunlara topluca kendini
yönetenler diyoruz. Bu insanlara göre kişisel tatmin paradan ve statüden daha
önemli. Kendilerini ifade etmeye eğilimliler. Karmaşık ve bireyselci bir
yapıları var. BEN KENDİMİM diyenler Rob "Ben kendimim"
diyor. Ben kendimim diyenler yeni değer arayışındalar, geleneklerden koparak
kendi standartlarını yaratıyorlar. Rob, kendi ismini bile kendi yaratmış: Rob-ot.
Jody bir deneyselci.
DENEYSELCİLER
Bu grup, doğrudan tecrübe ederek kendilerini
geliştirme arayışında. Deneyselciler aynı yerde uzun süre durmuyor. Her şeyi
bir kere denemek peşindeler. Tabii bütün bu aktiviteler için ürün ve hizmete
ihtiyaçları var. Aktif hobileri var, basit ürünlere sahipler ama bunların
fiyatı illa ki ucuz değil.
TOPLUMSAL BİLİNÇ
SAHİPLERİ
Ben bir kitapçıyım,
kitap satıyorum.
Bir işadamıyım. Bu,
kapitalizme inandığım anlamına gelmiyor. Sadece şu an yaptığım iş bu.
SRI, anahtar sorudan
oluşan basitleştirilmiş bir anket hazırladı. Bunları cevaplayan herkesi, hemen
gruptan birine koyabiliyorlardı. İşletmeler bu sayede ürünlerini hangi grubun
satın aldığını görebiliyordu. Böylece ürünlerin nasıl pazarlanacağına da karar
veriyorlardı. Amaç, ürünü o grubun değer ve yaşam tarzını gösteren bir sembol
haline getirmekti. "Yaşam tarzı pazarlaması" böyle başlamıştı.
Bu sayede, insanlara sadece nüfus, yaş aralığı ve gelir düzeyi falan açısından
bakılmadı. Altta yatan motivasyonlarını gerçekten anlama şansımız oldu. Yani,
pazarlamanın büyük kısmı insanların eylemlerine bakıp, ne yapacaklarını tahmin
etmekten ibaretti. Fakat bizim yaptığımız farklı bir şeydi. İnsanların derinde
yatan değerlerine bakıp, onların yaşam tarzını tahmin etmeye çalışıyorduk.
Nasıl bir evde yaşadıklarını, nasıl bir araba kullandıklarını. Böylece
şirketler onlara farklı yollarla bir şeyler satabiliyordu. Onları anlıyorlardı,
belli etiketleri vardı. İnsanların neye benzediğini, nerede yaşadıklarını,
yaşam tarzlarını biliyorlardı. Eğer bir ürün belli bir grubun değerlerini
yansıtıyorsa, o grup tarafından satın alınabilirdi. Değer ve Yaşam Tarzları
sistemini güçlü kılan şey buydu. Kendini gerçekleştirmek isteyenlerin hangi
yeni ürünü seçeceği tahmin edilebiliyordu. Sistemin bu gücü çarpıcı biçimde
ortaya çıkmak üzereydi.
VALs sistemi sadece
alacakları ürünü değil, oy verecekleri siyasetçileri de tahmin edebilecekti.
Hanımlar beyler,
Amerika'nın yeni başkanı karşınızda, Ronald Reagen!
1980 yılında Ronald
Reagen başkanlık yarışına girdi. Kendisi ve danışmanları, yeni bireycilik
üzerine kurulan bir program izleyerek seçimi kazanacaklarını düşünüyordu. Bu
program, hükümetlerin elli yıldır insanların hayatına yaptıkları müdahaleye
savaş açmaktı. Bir konuşma yazdım. Temel kararları insanlar versin, yargıçlar
önümüzden çekilsin, bürokratlar çekilsin, merkezi hükümet çekilsin. Reagen'a
konuşma başlığı olarak birçok şey önerdim. O ise şunu seçti;
"Hakimiyet
milletindir."
İnsanlar tekrar yönetimi
ele alsın, kendi kaderlerini kontrol etsinler, Washington'daki bir grup elit
kesim yapmasın. Şöyle düşünüyorum, Washington'da uygulayacağım yönetim şekli,
burada size bahsettiğim sorunların hepsini çözebilecekmiş gibi yapmak değil.
Ama sizinle birlikte olursak çözebiliriz. Yönetimi ele aldığımda, Amerikan halkının
sırtından hükümeti indirip sizleri özgür bırakacağım, işte o zaman en güzelini
siz yapacaksınız.
(Bizim siyasetçiler aynı konuşmayı yapıyorlar)
Radikal bir çıkıştı.
Ilımlı cumhuriyetçiler bunun bir intihar olduğunu düşündüler. Jimmy Carter gülünç buldu,
basın ise fazlasıyla negatifti. Fakat tuhaf bir şey oldu, New Hampshire 'daki
ankette çok iyi sonuçlar çıktı. Burası kazanmamız gereken ilk büyük eyaletti.
Asıl tuhaf olan, Reagen'ın politikalarına çok güçlü bir destek varmış gibi bir
hava esmesiydi. Geleneksel seçim anketleri, sınıf, yaş ve cinsiyet temelinde
tutarlı bir çizgi bulamıyordu. Değer ve Yaşam Tarzları sistemini geliştirenler
ise bunun sebebini bildiklerini düşünüyorlardı. Sistemlerini hem Amerika'da,
hem de İngiltere'de deniyorlardı. Onlara göre, hem Reagen, hem de
Thatcher'ın bireysel özgürlükle ilgili mesajları, hiyerarşinin en tepesinde
olan, kendini yöneten gruba hitap ediyordu. Çünkü onların kendilerine bakışı da
böyleydi. O insanlar birey olmayı, bireyselci olmayı gerçekten önemsiyorlardı.
CHRISTINE MacNULTY= SRI
Değer ve Yaşam Tarzları Ekibi Program Yöneticisi 1978-81
Thatcher ve Reagen'ın
ortaya koyduğu mesajlara erken dönemde bakarken şunu dedik, genç insanların
çoğuna gerçekten hitap edecek sözcükler kullanıyorlardı, özellikle de kendini
gerçekleştirme yolunda ilerleyenlere hitap ediyorlardı. Bu insanlara "kendini
yöneten insanlar" diyorduk. Birçok meslektaşımız bunun tamamen
saçmalık olduğunu söyledi. Çünkü kendini yöneten insanların toplumsal
duyarlılığı çok yüksekti, muhafazakâr bir partiye asla oy vermezlerdi, ya da
cumhuriyetçilere asla oy vermezlerdi. Fakat biz dedik ki, Thatcher ve
Reagen onlara bu şekilde hitap etmeye devam ederse, sonunda oy vereceklerdir.
Öyle bir liderlik
düşlüyorum ki, hükümeti sırtınızdan alacağım ve en iyi bildiğiniz şeyi
yapabilmeniz için herkesi özgür bırakacağım. Teşekkür ederim.
Kendini gerçekleştirme
hedefinde olan bireylerin solcu değil de sağcı bir politikacıyı seçmeleri çok
aykırı bir düşünceydi. Değer ve Yaşam Tarzları ekibi, bu tahminlerini test
etmek için seçim anketi düzenledi. Buradan çıkan sonuçları, yeni psikolojik
kategorilerle karşılaştırdılar. Ankette sorulan "Kime oy
vereceksiniz?" sorusuna Thatcher ve Reagen diye cevap verenlerin
kendini yönetenler olduğu çok belliydi. O seçimlerdeki farkı da onlar yarattı.
Onların Thatcher ve Reagen'a oy vermesi farkı yarattı. Kendi ekibimde bulunan
meslektaşlarım bile bu duruma gerçekten şaşırdı. Bu sonuç, geliştirdiğimiz
yöntemin gücünü gösterdi. Çünkü kendini yöneten kişileri sokakta ayırt etmeniz
çok zor. Thatcher ve Reagen'a oy veren bu insanlar kendini yönetenler, her
kesimden çıkabilirdi. Sosyal sınıflar açısından bir korelasyon (ihtimal) görmek
de çok zor. Yani, eğer gidip yaş, cinsiyet, sosyal sınıf diye bakarsanız,
hiçbir zaman bunları bulamazsınız. Fakat eğer onların değerlerini yakalayabilen
bir anketle giderseniz, hemen kolayca tanıyabilirsiniz.
Bu yeni bir yöntem
miydi?
Evet, tamamen yeniydi.
1981'in başında, Ronald
Reagen başkanlığı devraldı. Ancak, ekonomik felakete sürüklenen bir ülkeyle
karşılaşmıştı. 1970'lerdeki korkunç enflasyon, Amerika'nın geleneksel ağır
sanayisinin büyük bölümünü yok etmişti. Milyonlarca işsiz vardı. Ama seçim
kampanyasında sözüne sadık kalan Reagen, savaştan bu yana bütün hükümetlerin
yaptığı gibi yardım etmek amacıyla müdahale etmeyeceğini söyledi.
RONALD REAGEN=
Devir-teslim töreni Ocak 1981
Amerika, büyük ekonomik kayıplar ve acılarla
karşı karşıya. Ulusal tarihimizdeki en uzun ve en kalıcı enflasyonlardan birini
yaşıyoruz. Kapanan fabrikalar çalışanları işsizliğe, acıya ve onursuzluğa
mahkum etti. Bu kriz içinde, hükümet sorunlarımıza çözüm değildir. Hükümetin
kendisi bir sorundur. Fakat Amerika'nın hasta ekonomisi kurtarılmak üzereydi.
Hükümet tarafından değil, yeni insanlar tarafından, yani piyasa araştırmacılarının
tespit ettiği kendini gerçekleştiren bireyler tarafından. Yeni ekonomi denilen
sistemin motorunu oluşturmak üzereydiler. Ne istersen olabilirsin.
“SEN”
Peki yardım için gerçekten ne istiyorsunuz?
Lezzetli bir ürün bence
iyi olurdu. Neden böyle bir şey istiyorsunuz?
Yöntemlerden birisi,
insanlara bir soruyu sürekli, tekrar tekrar sormak. Şöyle soruyorduk,
"Ne istiyorsunuz,
gerçekten ne istiyorsunuz, neden onu istiyorsunuz?"
Sonra cevapları hakkında
konuşmaya başlıyorlardı. Aklından geçenleri, mahrem şeyleri de anlatıyorlardı.
Bu yöntem, soğan soymaya benziyordu. İnsanların korunmak için bir sürü
tabakadan oluştuğunu düşünürseniz, düşünceler ve davranışlardan, inançlardan,
biz merkezde duran şeye ulaşmak istiyorduk. Değer ve Yaşam Tarzları icat
edildikten sonra, psikolojik piyasa araştırmaları sektörü büyümeye başladı. (Yaşam Koçu)
60'lerde Freudiyen
psikanalistler tarafından geliştirilen focus grubu yöntemi, daha yeni ve etkili
bir şekilde uygulanıyordu. FOCUS GRUBUN ESAS AMACI, AZ ÇEŞİTLİ ÇOK SAYIDA
ÜRÜNÜ SATMAK İÇİN İNSANLARI BAŞTAN ÇIKARMANIN YOLLARINI BULMAKTI. Ama şimdi
focus grubu farklı bir şekilde kullanılıyordu; yaşam tarzı gruplarının asıl
hislerini keşfetmek için. Ve böylece, bu grupların kendilerini nasıl
görüyorlarsa o şekilde ifade etmesine vesile olan yeni ürün çeşitleri
yaratılacaktı. Tüketim toplumu tarafından dayatılan konformizme karşı isyan
eden jenerasyon, artık onu kucaklıyordu, çünkü bu sayede kendileri
olabiliyorlardı.
STEW ALBERT: Yippie
Partisi Kurucu Üyesi
Kapitalizmin en zekice
başarısı, benim gibi insanların bile ilgi duyabileceği ürünler yaratmaktı.
Jerry Rubin gibi insanların satın almak isteyebileceği ürünler var. Kapitalizm,
daha geniş anlamda bir benliğe işaret eden ürünler üretmek için büyük bir
endüstri geliştirdi. Bizimle aynı fikirdeymiş gibi görünen, insanın sonsuz
olduğu hissini veren, istediğiniz şeyi yapabileceğinizi düşündüren ürünler.
BİZİM FELSEFEMİZİ ALDI VE ONUNLA BARIŞTI. Sonra da güya sizin bu
sınırsız birey olmanıza yardım eden ürünler çıkardı. Size bir yaşam tarzı
satan, bir varoluş tarzı satan ürünler. Ürün size değer satmaya başladı.
Bunu giyeceksiniz, böyle
bir evde yaşayacaksınız, böyle mobilyalarınız olacak, bu bilgisayarı
kullanacaksınız.
Normal kotlarınız var
mı?
Çok çeşidimiz var, kot,
ipek kabanlar var.
Şu restoranda yemek
yiyeceksiniz, bunların hepsinde bir değer var.
Çağdaşlık,
soğukkanlılık,
PHIL KNIGHT: Nike
Başkanı
Bu gördüğünüz kesinlikle
bir pazarlama değildir. yani, bu HAREKETİN ASIL ÇIKIŞ NOKTASI OLAN KENDİMİZE
ÖZGÜRCE BİR KİMLİK YARATMA DÜŞÜNCESİ YERİNE, BİR KİMLİĞİ SATIN ALABİLME
DÜŞÜNCESİ GELDİ.
Güya dünyayı değiştirmek
bizim elimizdeydi, dünyayı istediğimiz gibi dönüştürecektik. Giydiğim kıyafet
bir önermedir.
Bu yeni arzu yığınına
paralel olarak endüstriyel üretim teknikleri de gelişti.
Bilgisayarlar sayesinde
artık üreticiler, az sayıda malı ekonomik olarak üretebilir hale gelmişlerdi. Seri
üretimin yarattığı engeller ortadan kalkmıştı. Seri üretim icat edildiğinden
beri Amerikan şirketlerinin korkulu rüyası haline gelen bu endişe de artık yok
olmuştu. Gereğinden fazla mal üretmekten korkuyorlardı. Bu yeni bireyle
birlikte, tüketicinin arzuları sınırsız gibi görünüyordu. Amerika'da
şirketlerin her zaman en büyük derdi, arzın talepten fazla olması meselesiydi.
Gereğinden fazla ürettiklerini düşünüyorlardı. Bunları satacak bir pazar
olmadığını düşünüyorlardı. Artık böyle şeyleri pek duymuyoruz. Çünkü önceden
sınırlı ihtiyaçları olan bir pazar kavramı vardı. O ihtiyaçlar
giderildiğinde artık pazar bitmiş demekti. Şimdi ise, sınırsız ve sürekli
değişen ihtiyaçlarla tanımlanan bir pazar var. KENDİNİ İFADE ETMEK
PAZARA HAKİM OLMUŞ. (Özgürleşme kazığını yine insanlar yemişti.) Ürün ve
hizmetler artık sonsuz değişik yöntemle ihtiyaçlara cevap verebilir. Bu
yöntemler ise durmadan değişir. Dolayısıyla, ekonomilerin sınırları kalkmış
oluyor. Bu arzu patlaması neticesinde, Amerikan ekonomisini yeniden
canlandıran, hiç bitmeyecekmiş gibi duran bir tüketim patlaması meydana geldi.
Bütün bu düşüncenin çıkış noktasına göre, bireyin özgürleşmesi sonucunda
toplumsal kurallardan bağımsız yeni insanlar ortaya çıkacaktı.
Bu radikal değişim
gerçekleşmişti. FAKAT BU YENİ İNSANLAR BİR YANDAN ÖZGÜR HİSSEDERKEN, DİĞER
YANDAN KİMLİKLERİNİ OLUŞTURMAK İÇİN ŞİRKETLERE GİTTİKÇE BAĞIMLI HALE GELDİLER.
Şirketler şunu fark etti; insanların özgün bireyler gibi hissetmesini
teşvik etmek onlara yarayacaktı. Ve ardından insanlara bu bireyselliği
ifade etmek için yol göstereceklerdi.
İnsanların konformizme
isyan ettiğini hissederek yaşadığı bir dünya, şirketler için bir tehditten öte,
en büyük fırsat haline gelmişti.
Bugün nereye gitmek
istiyorsunuz?
ROBERT REICH= Clinton
hükümeti üyesi, İktisatçı 1993-97
Bir anlamda bu, bireyin
zaferiydi. Belli bir bireysel tutkunun zaferiydi. Dünyadaki her şeyi ve bütün
ahlaki yargıları bireysel tatmin çerçevesinde değerlendiren bir bakış açısı
vardı. Aslında bu mantıkla gidersek varacağımız nihai nokta, toplumun olmadığı,
bir grup bireyci insanın kendi bireysel refahını gözeterek bireysel tercihler
yaptığı bir dünyadır.
Bir sonraki bölümde, Amerika
ve İngiltere'deki sol siyasetçilerin yeniden iktidara gelmek için şirketler
tarafından geliştirilen yöntemleri nasıl kullandığını göreceğiz. Ama fark
etmedikleri bir şey vardı. Şirketlerin işine yarayan bu yöntemler, kendi siyasi
inançlarını temelden sarsacaktı. Kendilerini, yeni bireyin açgözlü arzuları
arasında sıkışmış halde bulacaklardı.
Bu seni aşar. Bu, günümüz toplumuna hükmeden bir
düşüncenin yükseliş hikâyesi. Tüm
istek ve arzularımızı tatmin etmenin önceliğimiz olduğu söylenir.
=Söz hakkı senin=kendi
tarzında. Bugün, her istediğinize nasıl sahip olacağınızı anlatacağız.
=Söz hakkı senin=
“Kendi tarzında benim
için uygun olmayan farklı bir hayat istiyorum”.
“Benim için uygun
olmayan farklı bir hayat istiyorum”
=Ne
giymeliyim?=
=Bugün
nereye gitmek istiyoruz?=
“Başka bir hayat
istiyorum, benim için uygun olmayan doğuş kalıbım dışında. Buradayım, bana bak.”
Geçen bölümlerde
benliğin yükselişinin iş hayatıyla beraber nasıl teşvik edilip geliştiğini
gördük. Sigmund Freud'un fikirlerini
kullanarak, bireyin içsel arzularını okuma teknikleri geliştirip onları
ürünlerle beslediler. Final
bölümümüz bu düşüncenin nasıl politikayı ele geçirdiğiyle ilgili. Hem İngiltere hem de Amerika’daki sol
görüşlü politikacıların bu teknikleri gücü kazanmak için nasıl kullandıklarıyla
ilgili. Daha iyi ve yeni bir demokrasi
formu yarattıklarına inandılar. Öyle
ki bireyin iç hislerine tamamen yanıt veren bir form. Ama politikacıların gözden kaçırdığı şey
bu tekniklerin çıkarılmasına neden olan düşüncenin aslı insanları
özgürleştirmeyi amaçlamıyor, günümüz kütlesel demokrasisiyle onları kontrol
edecek yeni bir yol amaçlıyordu.
Hikâyenin
kökeni 1920'lerde Amerika'da yaşayan bir adama dayanıyor. Edward Bernays, Sigmund Freud'un yeğeni. Bernays, halkla ilişkiler mesleğinin
kurucularından biriydi ve amcasının "insan davranışları bilinçdışı
cinsel ve agresif dürtülerle yönlendirilirler" teorisi tarafından
büyülenmişti. Bernays'in
müşterilerinin çoğu büyük Amerikan şirketleriydi ve Bernays onlara Freud’un
belirttiği gibi eğer ürünlerini bilinçaltındaki arzuları açığa çıkaran simge ve
şekillerle ilişkilendirirlerse daha çok ürün satacaklarını söyleyen ilk
kişiydi.
Onlara önerdiği bu strateji insanların, toplum
arasında yeni açığa çıkan ürünlere sadece ihtiyaçları doğrultusunda değil ayrıca, içlerindeki arzuları uyandırıp
yanıtlayabilen ürünlermiş gibi bakmalarını sağlıyordu. Yani, şu bir kalıp sabun ya da bir poşet un
sizi daha mutlu daha başarılı, daha cazibeli,
daha cesur bir insan yapar.
Sövülenden çok övülen bir insan yapar.
Dünyamızda bulunan güçlü kişiler insanların akıllarını okuyup
insanlara istediklerini bu terimlerle verebilenlerdir. Ve Bernays bunun kalbi miydi?
Bernays, sistemin
çarklarını döndüren bu teorileri ifade edenlerin önderiydi. 1920
'lerde Barnays'in fikirleri kendilerini kanıtladılar. Amerika gelişen, büyük bir sektör
oluştu. İnsanların içsel
arzularını okumaya dayalı bir sektör. Temel
teknikleri ise hedef kitle tekniğiydi.
Önceki bölümlerde hedef kitlelerin Amerikan şirketleri için çalışan
psikoanalistler tarafından ortaya atıldığını gördük. Amaç, tüketicilerin içsel duygu ve
ihtiyaçlarını, aynı psikoanaliz hastaları gibi, ifade etmelerine izin
vermekti. Sonra bu bilgi doğrultusunda
yeni ürünler ortaya atılıp şekilleniyordu.
Ve günümüzde 100 yaşına yaklaşan
Edward Bernays, bu marketin kurucusu
olarak anılmaktadır.
Merhaba
doktor. Sizi gördüğüme sevindim. Gelin buraya, harika. Doktor, ne, ne doktoru, bugünkü konumuz nedir? Siz halkla
ilişkilerin babasısınız. Evet, bugün
buradaki konumuz bana doktor derseniz insanlar daha çok inanacaktır. Anlıyorum. Güzel fikir. Bernays'in fikir ve teknikleri aynı
zamanda 1980'lerde İngiltere'yi de ele geçirmişti. Amerika'nın aksine, İngiltere'de elitlere
hükmetmek kitleleri kötüye sürüklemek olarak algılanmıştır. Bu BBC'yi yöneten soylu kişi tarafından
özetlenmiştir. 60'ların sonunda
bile, popüler programlara "yem"
gözüyle bakılıyordu. İşleri, izleyicileri
daha ciddi programları elit tabakanın iyi dediği programları izlemeye teşvik
etmekti.
Ve
market araştırmaları bu davranışı yansıtıyordu. Bireyler market araştırmalarınca gözlenip
sosyal statülerine göre A'dan C2 ye, D ve E olarak sınıflandırıldılar. Tahminimce mi? C2 olabilir. Evet, bavulunu taşıma şeklinden bence de
öyle.
-
Evet, taksi yok.
-
Taksi yok ve eşyalar öylece çantalarda.
Evet, sanırım kadın kendi bakıyor çocuklara - ki bu başlıca belirtidir.
-
Evet, çocuklar güzel giydirilmiş.
Evet, öyleler.
-
Muhtemel bir işçi, tesisatçı belki.
-
Evet işçi, ben de öyle diyecektim.
-
Aynı fikirdeyiz yani.
-
Evet, aynen öyle. İnsanlara ürünler ve
politika hakkında fikirleri sorulduğunda,
sınıflarına göre seçilirler ve gerçeğe dayalı sorularla ne
düşündüklerine bakılır.
Desteklediğiniz partiyi bir kenara bırakın, -
sizce bu seçimleri kim kazanır?
-
İşçiler. İşçi. Kendi düşüncenizi söyleyin. Hangi partiye oy vereceksiniz? Liberallere. Liberallere oy vereceksiniz.
-
İkinci olarak kim gelir?
-
Muhafazakârlar. Bu. Sağolun.
İnsanlara ne hissettikleri ve istedikleri sorulup isteklerinin
verilmesi, kırsalların elitleri yönetmesi gibi görülebilir. Bu onların halk için en iyisini biliriz
inançlarına karşıt bir görüş olur.
Diğer ülkelerdeki kanıtlara bakılırsa Birleşik
Devletler mesela, seçim öncesi anketlerinin insanların motivasyonlarını
yorumlamak için kullanılmadığı bir yer. Sonra sen onlara sahip olmaları
gerektiklerini değil istediklerini verirsin.
Ama bu daha çok mu ya da daha az demokratik mi bilmiyorum. Bu çok tehlikeli bence, anketlerin bu amaçla kullanılması. Ama, 70'lerin ortalarındaki ekonomik krizde
İngiliz endüstrisi tüketicilerin içsel hislerine dikkat edilmeye
yönlendirildi. Durgunluk arttıkça,
tüketicinin harcamaları da oldukça düştü.
Ve şirketlerin batmaması için reklamcıların ısrarı daha etkili
reklamların yapılması yönündeydi. Ve
bunu yapabilmek için insanların satın almasını dürten psikolojik dürtüler
araştırılmalıydı.
Reklam endüstrisi, İngiliz ev kadınlarını hedefleyen hedef grup
yürütmek için Amerikalıları getirdiler.
Bugün 10 kişilik bir grup olsanız da hepiniz ayrı birer bireysiniz. Grup düşüncesi istemiyoruz. Ne kadar delice olursa olsun sizin fikir ve
düşüncelerinizi bilmek istiyoruz. Hayal
gücünüz bırakın coşsun, çünkü çabuk
kahve gibi fikirler böyle doğdu. Şimdi
birisi, siz mesela mutfak lavabosu olun?
Ve
mutfak lavabosu olarak, sizi temizleyen ürünler hakkında ne
düşünüyorsunuz? Yani, temiz
hissetmeliyim ve temiz olarak kalmalıyım.
Her yanım yağla kaplı olsaydı bundan nefret ederdim. Yani temizlenmem kolay olmalı. Şimdi bir ev hanımı, siz lavabonuzu
temizlemek için ne kullanırsınız?
Gittikçe zorlaşıyor. Bir parça bez kullanacağım tabii. Ve çok fazla su. Bu sıkıcı işi yaparken siz ne
hissediyorsunuz?
Memnun
musunuz?
Eğer
temizlemeyi başarmışsam memnunum.
Görevimi
yapıyorum, bu iş başarılı diyebiliyorum.
Tüketicilerden, değişik ürünlere temizlik malzemelerinden emniyet
kemerlerine kadar şeyler olmaları istendi.
Amacımız mantıklı konuşmak değildi ürünlerle olan duygusal bağları
ortaya çıkarmaktı. Bu kesin ve
hatasız olarak Sonra politikacılara dank etti, insanların kendilerini ifade etmelerine
izin verilmeliydi. Eyalet tarafından
kontrol edilmek yerine bireyler toplumun
merkezi haline gelmeliydi.
bireyler toplumun merkezi haline gelmeliydi =İngilizlerin
muhafazakarlara ihtiyacı var
Bazı
sosyalistlere göre insanlar bilgisayarlardaki numaralar gibi olmalı. Bize göre hepsi birer bireydir. Hepimiz farklıyız. Kimse, çok şükür
ki, başka birine benzemiyor. Her ne kadar sosyalistler tersini
düşünseler de. Dolayısıyla herkese
farklı davranılmalıdır diyoruz biz.
Ama her insan kendine göre oldukça önemlidir. İstediği gibi çalışmak, kazandığını harcamak, mülk sahibi olmak, eyalete üstün güç değil, hizmetçi olarak
sahip olmak ister herkes. Ekonominin
özü budur. Diğer özgürlüklerimize
sahip olmanın temelinde bu özgürlük yatar.
Bayan Thatcher'ın vizyonu milyonlarca bireyin istek ve arzularının
serbest piyasa yöntemiyle sağlandığı bir toplumdu. Ona göre bu yöntem, İngiltere'nin
yenilenmesini anahtarıydı. Onun
gücündeki artışla, reklam ve market
endüstrisi büyüdü. Görevleri, İngiliz
halkının aslında neyi istediklerini bulup bunları bireylere satmaktı. Yeni ortam ile hedef kitle büyüdü. Araştırmaları yürütenler, daha derin düşüncelere ulaşmak için
psikoterapi teknikleri kullanmaya başladılar.
İnsanlar markalar hakkında ne düşünüyor anlamaya çalışıyoruz.
“Markalara
nasıl bağlanıyorlar.”
“Müşterilerin
düşüncesinde Markaların kişilikleri ne.”
Ve bunu anlamaya çok ama çok yardımcı olacak bir kaç teknik var. Tüketicilerden duygularını ifade etmeleri
için çizim yapmaları istendi. Kendi kafalarının
içine girip, kendi hisleri çıkarmaları ve bunu kâğıda dökmeleri istendi. Ve bunlar sıradan işicilerin Guinness
içmekle ilgili duyguları. İşte burada
Guinness'in oldukça baskın, kadın görünüşü.
Sana göre böyle bir kişiliği olan
bir kadın figürü var.
-
Ne çeşit bir insan bu?
-
Paulie Yate, önceden yatağa uzanırdı.
çevresinde dergiler ve çikolatalar olurdu. 50'lerin yıldızları
gibi. Araştırmalar sonucunda
pazarlamacılar yeni bir bireysellik keşfettiler. Net olarak, 1979'da ilk kez muhafazakarlara
oy verenler. Bundan böyle sosyal
sınıflar içinde anılmadan kendilerini ifade etmek istiyorlardı. Önemli nokta almak istedikleri ürün
seçimleriydi.
Fark
ettik ki insanlar hala toplumun bir parçası olarak kalıp ancak kendilerini
özerk bireyler olarak ifade etmek
istiyorlar. Bireysellik diyebiliriz
buna. Kendi kişiliklerine sahip
olmaları demek sanırım. Herkesle aynı
olmak istemiyorum. Birazcık farklı
olmak, kendime özgü olmak istiyorum.
Yukarısı daha özgün sanırım, çok belli değil ama oldukça özgün
sanırım.
-
Pahalı.
-
İtalyan. İtalyan, pahalı ve iyi
kalite.
-
Birazcık farklı.
-
Evet, kendi standartımızı belirlemek istiyoruz. Böylece bizde olanlar başka kimsede olamayacak.
-
Biz yanlızca
-
Herkesle aynı miktar ödemek istiyoruz.
-
Biz farklı olmak istiyoruz. İş dünyası
bu yeni bireyselliğe çok isteklice yanıt verdi. Bu konu İngiltere’deki tüketici profilinde
artışı sağlayan ana güç haline geldi.
Hedef kitleden alınan yeni bilgiler doğrultusunda, üreticiler herkesin bireyselliğini
göstermelerini sağlayan yeni bir ürün profili çıkardılar. Ayrıca insanlar yeniden kategorize
edildiler. Artık sosyal sınıflara göre
değil, psikolojik ihtiyaçlarına göre
sınıflandırılmışlardı.
Eğer
öncelikleri güvenlik ve eşya alımıysa, bu gruba genelciler dedik. Eğer öncelikleri statü ya da başkalarının
görüşleriyse, arzucular. Eğer kendi başarıları
ya da kendi görüşleri önemliyse, yenilikçiler. Bu yeni akım, elit kesimin baskınlığındaki
enstitüleri ele geçirmeye başladı.
Özellikle basın dünyasında. Bu
hücum halkla ilişkiler mesleği önderliğinde olmuştu.
Geçmişte
halkla ilişkiler bozuk ve yıpranmış görünüyordu ama şimdi ünlüleri ve ürünleri
öne çıkaran büyüleyici bir işti. Başka
bir yükselen isim ise yine Freud ailesinden Matthew Freud'du, liberal
parlemento üyesi Clement'in oğlu.
Freud
ve diğer halkla ilişki uzmanları reklamları gazetenin manşetlerine ünlüleri
basamak olarak kullanarak başarabileceklerini fark ettiler. Gazeteler bir şart koşarak ünlülerde
röportaj yapmayı önerdiler. Bu şart,
röportaj içinde Freud'un temsil ettiği ürünlerinden, üretici firmanın istediği
şekilde bahsetmekti.
Freud'larla
olan şuydu “Bir çeşit ürün
yerleştirme hatta ürün—Üretici firmalar ürünlerinin basında nasıl görüneceği
hakkında söz sahibi oldular.” Mesela, Caprice'in tutkusunu çıtır pizza
için kullanmak istiyorsunuz, o zaman kontratınızda Pizza Hut'dan giriş
paragrafında en az iki kez istenilen yerlerde ve Pizza Hut'ın logosunu
istenilen boyutlarda ve istenilen
yerlerde kullanacağınıza dair maddeler olur.
Ayrıca Caprice'in çıtır pizzayı yerken bir resmi olacağı konusunda
anlaşmış olursunuz. Gazetede bu
makalenin nasıl olacağına dair seçim şansınız yok. Sizin göreviniz söylendiği şekilde bunu
basmaktır.
-
Freudlar mı söylüyordu?
-
Freudlar söylüyordu. İşte ve anonim
şirketlerde artışlar başlamıştı. Eski
gazetecilere göre, manşetlere taşınan bu reklamlar gazetecilik mesleğini
çökertmeye başlamıştı. Ama bayan
Thatcher'ın ortağı "The Sun and The Times" sahibi Rupert
Murdoch'a göre, bu kitlelerin
hislerini görmezden gelen kibirli
elitlere karşı demokratik bir devrimdi.
Haber
okuyucaya "yok artık" dedirten her şeydir. Kitlelerle iletişime geçen herkesten nefret
ediyorlardı. Onlara göre gazetede
geçen sözler kitleler için değillerdi.
Bu iş televizyona bırakılmalıydı
ya da kimse yapmamalıydı. The
Sun'la çok gurur duyuyorum. Ama The
Sun bugün programınızda gösterilmedi.
Siz sadece 3. sayfayı gösterdiniz, Ama 1 . ya da 2. ya da diğer sayfalar ne
olacak? BBC'nin çarpıklığının ve
elitizminin bir göstergesi bu, ne
de olsa insanları programa çekmek için Star Trek'in en seksi bölümünü
koyuyorsunuz. Ki az önce şu oda da onu
izliyordum. Seyirci çekmek için
koyduklarını sanmıyorum. Sadece o
yayınlandığı için şanslıyız. Bu
programa izleyicileri taşımak için
yapıyorlar, sistemi biliyorum. 80
'lerin sonlarında Bayan Thatcher ve medyaki ortakları bireylerin isteklerini
toplumun merkezi haline getirdiler.
Geçen haftaki bölümden bildiğimiz üzere bu Başkan Reagan'ın Amerika'da
yaptığı şeydi. Politikacılar ve iş
alanları hükümetin üstlendiği ihtiyaçları karşılama olgusunu devralıyordu. Bu işlem tüketicilere arzularını tatmin
etmenin öncelikli durum olduğuna inandırmaktı. Thatcher ve Reagan'a göre bu daha iyi bir
demokrasi şekliydi. Ama rakipleri
ve sol partiler bunun insan doğasının en bencil ve açgözlü yönleri olduğunu
söylediler. Ronald Reagan ve Margaret Thatcher yeni bir
ekonomik felsefe benimsemişti.
Buna göre yargı birimi sadece bireyler değil,
bireylerin kişisel tatminlerini ve bireylerin kendi mutluluk ve sıhhatleri de
demekti. Bu bireylerin, ihtiyaçları,
istekleri ve arzuları olduğuna ve bunların bilinçdışı bir şekilde tatmin
edilebileceğini söyleyen bir çeşit
başarı gibiydi. Bu, 20.
yüzyıl'a Freud'a kadar gider. Bilinçdışı kavramı, rasyonel bilincimize
göre bizler küçük birer tıkacız umutlar, korkular ve arzular denizinde sallanıp
duruyoruz. Pazarlamacıların, bize bir
şeyler satmak isteyen birlerinin hatta politikacıların amacının bu arzu,
bilindışı arzu bataklığını kullandıklarının farkında değiliz. Sol tersine inanıyordu. Daha iyi bir toplum yaratmak için insanlara
izole birer birey gibi davranılmamalı. Diğerleriyle ortak çıkarlara sahip
olduklarına inandırılmalılardı. Onların korkularından ve hislerinden
sıyrılmalarına yardım etmeliyiz
Ben
ve çevremdekiler demek istiyoruz ki korktuğumuz tek şey korkunun kendisi.
İsimsiz, mantıksız, tanımsız terör ilerlemeci hareketleri felç eden
şeyler. Bu fikir, Amerika'da 1930'lar
krizi sırasında yükseldi. Başkan Roosevelt, Wall Street çöküşü sonrasındaki
kaosla, Amerikalıları sendikalara
katılmaya teşvik edip, tüketici grupları oluşturup, kendi aralarında refah
sistemi kurdurarak, yüzleşti. Amacı
kollektif bir farkındalık yaratarak krize yol açan dizginsiz kapitalist gücünü
yenecek bir silah yaratmaktı. Bu düşünce 50 yıl boyunca Demokratik partinin
sloganı oldu. Ancak şimdi,
Roosevelt'in varisleri Başkan Reagan’ın ateşlediği kişisel çıkar fikrine dil
uzatıyorlar. Sizin göremediğiniz şey
Sayın Başkan yüzlerdeki umutsuzluk.
Belki,
Sayın Başkan, Chicago'daki sığınağa uğrayıp oradaki evsizlerle
konuşsaydınız, Belki, Sayın Başkan,
siz bir milyonerin vergi kaçırmasından dolayı ya da paramızın yetmeyeceği füze
için paraya ihtiyacınız olduğunu söylediğiniz için, oradaki yardımı reddeden
kadına sorsaydınız. Ronald Reagan
yaptığı en kötü şey şefkat yoksunluğunu saygı duyulur hale getirmişti.
Dedi
ki, çok çalıştınız, çok kazandınız evsiz
yaşayıp, çalışmamayı seçen insanlar için bu parayı vermemek konusunda kendinizi
suçlu hissetmeyin. Böyle derdi. Bunu
zarif, iyi huylu bir şekilde söyleyip, sözün zorbalığını gizlerdi.
Bu
konuda bir şey yapabilir miyiz?
Peki,
neden olmasın?
Buradaki
insanların hayatı için beraber çalışırsak,
bu kargaşayı temizlemek için beraber çalışmamamız için bir neden
yok. ve böyle şeylerin olmadığı bir
dünya inşaa etmek için. Yoldaşlıktan
ve ortak acılardan öğrendiğimiz nitelikler savaş sonrasında boşa
gitmeyecek. Bu emsalsiz deneyim ile
yeni bir dünya kurulacak.
Güç
Zenginin gücü cüzdanından gelir Fakirin gücü politikadan gelir.
Kitlelerin
kollektif gücünü kullanarak paranın ve ticaretin dizginsiz güçlerine karşı gelme fikri savaştan sonra
İşçi partisini İngiltere'de iktidar yaptı. Ama 80'lerin işçileri, aynı
Amerika'daki demokratlar gibi,
milyonlarca kişinin muhafazakârların tarafına kaymasından sonra seçim
üstüne seçim kaybettiler. Her yerde
maviyi görüyoruz, tüm ülkeyi süpürüyor.
Onlar dünün partisiydi ama gelecek bizim. Bunun üzerine, işçi partisinin büyük
çoğunluğu eğer tekrar iktidar olmak istiyorlarsa, işçi sınıfının yeni
bireysellik kavramıyla anlaşmaya varması gerektiği, fikrindeydi. Bunlardan biri reklam yapımcısı Phillip
Gould'du. Ki kendisi hayatı boyunca
işçi sınıfını desteklemiştir. Gould'a
göre işçilerin egemenliği tüm İngiltere enstitülerinde kol gezen kibirli
asilzadeler tarafından parçalanmıştı.
Onlar, işçi sınıfı seçmenlerinin yeni isteklerini görmezden
geldiler.
İşçi partisi insanları dinlemeyi bıraktı.
Günümüz ve aklıma gelen en iyi örnek seçimi. Bu seçimi diğer seçimlerden ayıran
özellik insanların sesleri duyulamadı.
İşçi partisinin önde gelen isimlerinden biriyle yemek yedik, yenilgide ismi geçenlerden biri ve karısı
dedi ki;
"Tanrım,
bu işçi sınıfı insanları. Onlara eğitim veriyoruz." "Hayatta şans veriyoruz onlar ne
yapıyorlar. The Sun okuyup "
" bize oy vermiyorlar."
Ve
bu insanlar arasında bir fark vardı.
Hayatı, sadece kendileri için iyi yapmaya çalışıyorlardı. İşçi partisindeki bu elitizm arasında
doldurulması gereken bir uçurum vardı.
Gould, Peter Mandelson etrafında toplanan çağdaşların arasına
katıldı. Amaçları İşçi Partisinin
giden oylarını geri kazanmaktı. Bunun
için Gould reklamcılıktan çok iyi bildiği bir tekniğe başvurdu; Hedef
Kitlesi.
Gould,
banliyödeki hedef kitleleri, Bayan Thatcher tarafına geçenleri küçük gruplara
böldü. İnsanlar, politik düşünceleri
hakkında değil, düşüncelerin altında yatan nedenleri konuşmaya teşvik
edildiler.
Ve
Gould'un bulduğu insanlar ve politika arasındaki ilişkide temel bir
değişmeydi. Artık kendilerini herhangi
bir grubun üyesi olarak değil,
vergileri ödemelerinin karşılığı olarak politikacılara isteklerde
bulunan bireyler olarak görüyorlardı.
Aynı ticaretin onlara tüketici olarak öğrettiği gibi.
Gördüm
ki insanlar tüketici haline gelmişler.
İnsanlar kendi şartlarına göre hayat ve politika istiyorlar. Sadece politika değil, hayatın her alanında
geçerli bu. İnsanlar kendilerini
otonom bireyler olarak görüyorlar onlar saygı duyulmak istiyorlar sadece
ürünler konusunda değil eğitim ve sağlık konusunda da en iyisini istiyorlardı. Ve İşçi Partisi anladı ki insanlar
gerçekten çok ama çok değişmişler. Ve
işçi partisi de değişmezse kazanamazdı.
Philip Gould İşçi partisine bazı şeylerden ödün verilmesi gerektiği
söyledi, kendi deyişiyle yeni arzu sahibi sınıf. Gould, Acımasız muhalefetle karşı karşıya gelecekti. 1992 seçimlerinde, Gould kazanmanın tek yolu olduğunu söyledi. Parti, vergileri arttırmayacağına dair söz
verecekti. Ama muhalefet başkanı
John Smith karşı çıktı. İşçi sınıfı,
temel politikasına bağlı kalmalıydı.
Seçimlere, vergilerdeki artış ile daha adil bir toplum yaratacakları
fikriyle katıldılar. Kampanya
başlayınca görüldü ki Philip Gould yanılmıştı. Seçim anketleri İşçi Partisi'nin lehinde
gösteriyordu. Muhafazakâr kampanyanın
İşçi hükümetinin vergileri arttıracağını söylemesine rağmen. Her ne kadar muhafazakar yanlısı basın
üstüne basarak vergilerin arttırılacağını söylese de muhafazakarlar kendi
iplerini çekiyorlardı. Tories(muhafazakâr
bir parti) neden doğruculuk fikri yayıyor. kontrolcülük fikrini yayıyor. Bundan
iyisini yapamazlarsa,
kaybedecekler. Ve başka bir şey
daha vardı, onlar hala aynıydı. Sürekli vergi konusundaki bu mesajla
ilerlemeye çalışacaklardı. Bu sabahki
zorluk da buydu galiba. Bir sürü
insanda oluşan topluluk var ve 7 gündür aynı mesajı içeren konferansları
dinliyorlar. Ve sıkılıyorlardı,
yoruluyorlardı, misilleme yapıyorlardı.
Ve medya büyük haberi hissetti, Tory yenilmişti. Ve İşçi Partisi tekrar kazanıp iktidara
geleceğine inanmıştı.
Şimdi
gelecek hükümetin başındaki kişilerle tanışma zamanı. Hazine Bakanı John Smith ve sırada gelecek
başbakanımız, Neil Kinnock. İşçi
Partisi kampanyasını yürütenler modern sunumlar ile eski politikayı
değiştirmeden seçmenleri geri kazanacaklarını sandılar. Ama Philip Gould
kaybedeceklerine inanmıştı. Hedef
kitlesi sayesinde Gould biliyordu ki anketlerde İşçi Sınıfına o vereceklerini
söyleyenler aslında, çıkarlarını gözetmeksizin muhafazakarlara oy vereceklerdi,
ama bunu kabul etmeye utanıyorlardı.
John Major'da bunu biliyordu.
Çünkü onun hedef kitlesi de aynı şeyi söylüyordu. İşçi Partisi’nin 5 puan önde gittiği anket
hakkında ne düşünüyorsun? Bunu kafama
takmazdım. Önemli olan sokaklarda
olanlar.
-
Sokaklarda olan şeyler güzel mi?
-
Sokaklarda olanlar güzel, evet.
Şaşırtıcı şekilde güzel oluyor sokaklarda yaşananlar. Oldukça şaşırtıcı, sınırları
zorlayıcı. Açıklayamam ama öyle
geliyor. Neyse, hadi. Şimdi
yerlerinize oturun, gidiyoruz. John
Major'ın 'deki zaferi işçi partisi için felaketti. Peter Mandelson etrafında toplanan bir grup
reformcu ve Philip Gould'a göre partinin yaşamasının tek yolu temel
politikayı değiştirmekti. Ama bu
fikir lider konumundaki John Smith tarafından reddedildi. Philip Gould İngiltere'den ayrılıp Bill
Clinton kampanyasında çalışmak üzere Amerika'ya gitti. 1992 seçiminde ve sonrasında insanlar büyük
zorluklar çektiler. Keyifsiz ve
moralsiz hissettiler. Ve Clinton'ın
kampayasına katılmak olağanüstü bir deneyimdi çünkü daha önce telafuz
edemediğim, açıklayamadığım düşünceler
burada telafuz ediliyordu. Orta sınıfı
restore edip, sınıfın geleceğini düzelten ve Amerikan Rüyası'nı restore eden
bir başkan ister misiniz?
New
Hampshire'da Bill Clinton'a oy verin ve tüm ülkeye mesajı gönderin. Hep birlikte geliyoruz. Gould Farketti ki İşçi Partisi gibi
demokratlar da kararsız seçmenler üstünde hedef kitle oluşturuyordu.
Bill
Clinton'ın yaptığının farkı kararsız seçmenlerin istekleri doğrultusunda
politikalarında düzeltmeler yapmasıydı.
En önemlisi, insanlar sosyal yardımlaşma için değil sadece kendi
çıkarları için vergi ödemek istiyorlardı.
Vergimin yüzde kaçı sosyal yardım kuruluşlarına gidiyor bilmiyorum ama
rakam çok ufak olsa dahi her doların %25 olsa dahi bu çok fazla. Yani bu yardımı alan insanlar sonuç olarak
verimsizler. Clinton takımı kazanmak
istiyorsa banliyödekiler için vergi indirimi sözü vermeliydi. Ayrıca tüm kampanya boyunca hedef kitleyi
her görünüşü, konuşmayı ya da politikayı kontrol etmek için kullandılar. Clinton'ın deyimiyle "Unutulan Orta
Kesim" etkin politikanın merkez figürü haline geldi. Birleşik Devletlerin başkan adayları uzun yıllardır hazırlık yapıp, planlıyorlardı.
Yeni
olan girişim, sofistike yahut yarı-sofistike teknikleri toplum psikolojisini
beslemek için kullanıp, ve bireylerin
arzularının ne olduğunu bulup ve buna uygun bir adayla, bir platformla, imajla
kelimelerle tam olarak bu arzuları karşılamaktır. Bu, yeni seviyede bir paketti. Uç
noktalarda oy aramaktı. Orta kesimin
vergileri arttırmayacağım. Orta kesim
biraz dinlenmeyi hak ediyor. Hükümet
geliyor. Daha fazla paranızı alıp size
daha az şey veriyorlar.
Orta
kesim insanlarını oluşturan, çalışkan Amerikalılar adına diyorum ki, sizin adayınız olarak Birleşik Devletler
başkanı olmaktan gurur duyarım.
İnsanlar neyi önemsiyor konusuna odaklandılar. Biliyoruz ki ekonomi salak durumda. Ancak James Carvell ve George
Stephanopolus önderliğindeki Bill Clinton takımı orta kesimin bencil arzularına teslim olduklarına inanmıyorlardı. Vergi indirimleri kazanmak için ödenmesi
gereken bedeldi. Ancak başa geçtikleri
zaman hala demokratik politikalara bağlı kalıp, Reagan tarafından görmezden gelinen fakir
halka yardım edecekler, en önemli,
sağlık sektörünü düzelteceklerdi.
Vergi indirimlerini telafi etmek için zenginlerin vergilerini
arttıracaklardı. Bu şekilde hem yeni
hem de eski seçmenleri memnun eden bir koalisyon oluşturacaklarını
düşündüler.
İlk
defa yarın kazanacağız. Ve bunu anlamı bir çok insan daha iyi bir işte
çalışacak. İnsanlar sağlık için daha
az ödeyip, daha çok ilgi görecekler
dahası çocuklar daha iyi okullara gidecekler.
Yani, sağolun. Ama
demokratların optimistliği kısa ömürlü oldu.
1992
'de Clinton büyük bir zaferle başkan
seçildi. Ama ilerleyen haftalarda gördüler ki bütçe
açığı beklenilenden daha büyüktü.
1993
'de Beyaz Saray'da yapılan bir toplantıda,
Merkez Bankası müdürü açığın 300 milyar dolar olduğunu söyledi. Daha fazla para aktarmak Pazarı çökertip, kriz yaratacaktı. Vergi indirimlerini telafi etmenin tek yolu
savunma ve sosyal yardım alanlarında para kesintileri yapmaktı. Clinton seçim yapmalıydı.
Eski
politikalar mı, yeni politikalar mı?
Eskiyi
seçti. Vergi indirimleri sonlandırıldı
ve ülkeyi eski demokratik politikalarla sakinleştirmeyi denediler. Hükümet fakire ve muhtaca yardım
edecekti. Bu akşam sizlere hükümet
neler yapabilir onu anlatacağım. Çünkü
inanıyorum ki hükümet insanlara iş bulup,
yarım milyon iş yaratmak için daha fazlasını yapmalı.
Bu
işler yollar yapacak, hava alanları yapıp, evlerinizi onaracak, kırsal alanlara
yaşam getirip, gençliğe umut ve fırsatları yayacak.
Sağlık sektörü reformu harika bir fikir gibi
geldi bana. Ama bazı ayrıntılarda
ödümü koparıyordu.
-
Ne gibi?
-
Mesela..
Clinton
yönetiminin başlarında ben dâhil çoğumuz, Başkan Clinton'ın kendisi de
biliyordu ki eski geleneklerimize sırt çevirdik. Halka bireyselliğin ötesinden samimi
idealler yaydık. Yenilenmiş gündem
yalnız sağlık sektörünü içermiyordu ayrıca çocuk sağlığı, halk arasında büyüyen
eşitsizlik evsizlik ve özellikle orta gelirli vatandaşların uğraşmak istemediği
daha nicelerini kapsıyordu. Ancak
vergi indirimi söz alan banliyö halkı Bill Clinton'ın yeni vizyonundan memnun
değildi. İhanete uğramış hissediyorlardı
ve intikam istiyorlardı. Bu fırsatı
1994 kongre seçimiyle yakaladılar. Newt Gingrich önderliğindeki Cumhuriyetçiler,
vergi indirimi ve sosyal yardımlaşmayı kaldırma sözü verdiler. Ve Clinton'ın tarafına geçenler yine taraf
değiştirip Cumhuriyetçilerin büyük bir üstünlükle kazanmasını sağladılar.
Sanırım, küçük hükümete gelen bu büyük oylar,
Thatcher-Reagen’ın yenilenen politikasıyla gelen vergi indirimi içindir. Bu fikir cazip geldi sanırım. Bu demek oluyor ki kendi sorumluluklarını
üstlenmek istemeyen insanlar için refah devleti anlayışı misafirperverliğini
yitirecek. Hiç şüphe yok buna. Bugün refah devletinin bittiği gündür. Clinton için bu felaketti. Clinton reformlarına yeri olmayan düşman
kongreyle yüzleşti. Popülerliği gözden
düşüverdi ve kesin görülen bir şey yıl
içinde tekrar seçilemezdi. Çaresizlik
içindeki Clinton, Kabinesine haber
vermeden Amerika'nın en acımasız politik stratejistine gitti, Dick Morris.
-
Sizden ne yapmanızı istedi?
-
Arkasını kollamamı.
Clinton seçimini kaybettiğinde büyük sıkıntılar
içindeydi. Kongrenin kontrolünü kaybetmişti
ve benden gidip onu kurtarmamı istedi.
Yani kabaca söylersek benden boğulan bir insanın can kurtarandan
istediği şeyi istedi. Morris'in
Clinton'a dediği şey seçimi kazanmasıydı.
Bunun için temel politikalarda değişiklik yapılmalıydı. Banliyölerdeki kararsız seçmenler şimdi
birer tüketici gibi düşünüp, davranıyordu.
Onları kazanmanın tek yolu tüm ideolojiyi unutup, politikayı bir çeşit tüketici işine
dönüştürmekti. Clinton onların heves
ve isteklerini anlayıp bunları tatmin etmeliydi. Eğer Clinton bu tüketici mantığını izlerse,
onlarda Clinton'ı izlerdi. Ona dedim
ki yapılması gereken en önemli şey iş hayatında bulunan "tüketici
kuralları" felsefesini politik sisteme de getirmelisin. Çünkü, bence pazarlar iş hayatına nasıl
yanıt veriyorsa politikada istek ve arzulara bunu yapmalıdır. Sonuçta hassasça yaklaşılmalıdır. -kar ya
da oy - ikiside iş. Bence bunların
hepsi aslında bakış açıları değişmiş seçmen demek onlara hedefmiş gibi
yaklaşmak yerine onlara sahip onlarmış gibi yaklaşılmalıdır. Manipüle edebileceğiniz bir şey gibi
yaklaşmak yerine halka, onlardan
öğrenecekleriniz varmış gibi yaklaşmalısınız.
Siz olduğunuz yerde kalıp manipüle edilmesi gerekenler seçmenlermiş gibi
davranmamalı, onların ne istediği öğrenip ona göre uyum sağlamalısınız. Kararsız seçmenlerin düşüncelerini anlamak
için Morris pazarlama anlayışını politikaya taşıyan ilk kişi oldu. Morris, Amerika'nın seçkin pazar araştırma
firmalarından birine gidip, Penn
ve Schoen'ı ve onlar deyişiyle nöro-kişilik anketini kullandı. Bu yüzler hatta binlerce kişiyi kapsayan
bir anketti, ancak politik olarak sorulan
tek soru kararsız seçmen olup olmadıklarıydı. Diğer sorular özel psikolojik
sorulardı. Kararsız seçmenlerin belli
bir psikolojik tipi olup olmadığını inceliyordu
İnsanlara
şöyle sorular soruyoruz;
"Ömür
boyu aynı partiye mi oy verirsiniz?"
"Bir
şeyler gördüğünüzde listeleyip organize mi etmek istersiniz?"
"Genelde
işlerinizi planlı mı yaparsınız yoksa "
"
spontane misinizdir?"
"Nerelere
gitmek istersiniz?, Hangi sporları yaparsınız?"
"Eşinizle
beraber romantik bir haftasonunda ne yaparsınız?"
Yani
insanlara kendi hayatları hakkında özel sorular sorarak yapmaya çalıştığımız
şey hangi tip insanlar oylarını değiştirebilir aslında nasıl bir kişilikleri
var insanların, bunları görmekti.
Nöro-kişilik anketi Clinton takımının kararsız seçmenleri hayat
anlayışlarına göre ayırmasına yaradı.
Onlara, havuz, avlu ya da büyükler üniversite şehirlerinde yaşayan
entel gruba "cübbeler"
gibi isimler verildi. Böylece,
takımdakiler yaşam şekillerine göre ayrılan bireylerin hangi şekilde
kendilerini güvende hissedeceklerini belirlediler. Aynı iş alanlarının ürünlere yaptığı
gibi. Dick Morris buna "küçük
çaplı politika" diyordu.
İnsan hayatının daha önceden fark edilmeyen küçük, endişeleri şimdi politikacılar için gücü
kazanmanın anahtarı olmuştu
Amerika,
kemer takmalı mıyım, sigarayı bırakmalı mıyım, üniforma giymeli miyim,
mahallem güvenli mi?
gibi
günlük sorunlara odaklanmıştı. Bu yeni
bir bireysellik sayılmazdı. Bildiğimiz toplumsal düzen bozulmuştu ve biz
insanların düşüncelerini okuyup değerler ve yaşam şekilleri hakkında
psikolojilerini görüp, hangi konuların önemli olduğunu, hangi sorunların
Başkan'a bildirilmesini istediklerini anlıyorduk. Ve bu sorunlar bilinenin aksine oldukça ama
oldukça farklıydı. Seçim kampanyaları
başlarken Clinton'ın Morris'in yaklaşımını..
açıklaması Beyaz Saray'a şok
geçirtti. Tüm bilinen politikalar
kaldırılmıştı. Onların yerine
sadece kararsız seçmenlerin endişeleri üzerine konsantre olunmuştu.
Koruma
çipleri televizyona takılmalı böylece çocukların pornografi izlemeleri önlenir. Okul otobüslerine telefon konulup anne
babaların daha güvende hissetmeleri sağlanabilir. Dick Morris ayrıca Başkanı boş vakitlerini
kararsız seçmenlerin yaptığı gibi değerlendirmesini istedi. Clinton'ı av gezisine gönderdi ve aynı
"Big Sky" grubu insanlarının sevdiği gibi kıyafet giydirdi. Amaç kararsız seçmenlerin yaşam
anlayışlarını yansıtmaktı. Clinton'ın
kabinesindeki liberaller bu fikirden nefret etti. Derdim ki Dick neden bir kampanyada, kampanyasıydı bu, sanki sabun satıyormuş gibi, bütün başkanlar insanların ilgisini çeken minyatür girişimlerle uğraşsınlar. Koruma çipi, bunu televizyona koyabilirsin
böylece çocukların pornografi izlemediğine emin olursun, ya uniforma meselesi. Neden onlardan
bahsediyoruz, sıradanlar, ve
önemsizler. Ve o da derdi ki "Eğer bunları yapmazsak " " tekrar seçilemeyebiliriz." Ben de derdim ki eğer bir şey yapmak için
otoritemiz kalmazsa.. tekrar
seçilmenin ne anlamı var. O da derdi
ki "Otoritenin ne önemi var eğer tekrar " seçilemezsen? Tüm amacımız seçilmek
değil mi?" Ancak Morris'in
yeni politikası inanılmaz başarılıydı.
Kararsız seçmenler arasında Clinton'n oyları artmaya başladı. ve Dick Morris ile birlikte pazarlamacı
Mark Penn Beyaz Saray politikaları üstünde etkili oldu. Mark Penn Denver yakınlarında bir ofise çağrı
merkez i kurdu. ve her gece yüzlerce
operatör evleri arayıp ..Clinton'ın
sunduğu yeni politikaların detaylarını anlattılar, tepki ölçtüler.
Bu
politika Denver Colorado'da bulunan bir grup insanın Westchester ve Pasadena'da
oturan seçmenleri arayıp, onlara
hükümetten ne istediklerini sorup, özellikle Clinton'ın düşündüğü bazı
politikaları sormaktı. Eğer hükümet
şöyle bir servisi mi yoksa böyle servis mi sunsa oy verme ihtimalleri artardı. İnsanlar düşüncelerini söylüyorlardı, Mark Penn de bunları Bill Clinton'a
aktarıyordu. Sözler onundu. Esas
olarak banliyö bölgesi seçmenleri 90’larda Amerikan iç politikasını
yapılandırdılar. Hatta bazı dış
politikaları. Gerçekten mi?
Evet,
Mark Penn "Bosna'yı bombalamalı
mıyız? tarzı sorularla anketler yapıyordu.
Morris
ayrıca Clinton'a eski politikalardan bazılarını göstermelik olarak kaldırmalıyız dedi. Karasızların
güvenini kazanmak için. Ağustos
1996'da, Clinton fakir ve işsizlere yardımın kaldırılacağını söyleyen bir
anlaşma imzaladı. İnsanları çalışmaya
zorlayarak refah dönemi geri gelebilirdi.
Bu yeni sisteme "iş teşvik"'i deniyordu, balık vermeyin balık tutmayı öğretin
diyordu. Bu yıl önce Başkan Roosevelt
tarafından yaratılmış sosyal yardımlaşmayı bitiren etkili bir yoldu. Clinton kabinesinin çoğunluğuna göre de
Roosevelt'in sunduğu yenilikçi politik
ideallerinde sonuydu. Düşünce, lider
pozisyonundaki kişinin, insanları bencil bireyler olmak yerine sosyal varlıklar
gibi düşünüp, davranmalarına ikna
etmesiydi. Dick Morris ve anketçileri
kazandı.
Demek
istediğim Başkanın aklını şekillendirenler seçmenleri bireysel arzular gibi
gözlemleyip bu arzuları kendi çıkar ve gayeleri için kullananlardır. Demek istedikleri demokrasi, akla
getirilmeyen ilkel arzuları çıkar doğrultusunda kullanmaktan başka bir şey
değildir, olmamalıdır. İlkel yani
insanların bilinçli olarak farkında olmadıkları, sadece kendilerini tatmin etmek için
istedikleridir. Aynı politik zafer
İngiltere'de de gerçekleşmek üzereydi.
1994
yılında Tony Blair İşçi Partisi Başkanı oldu, Peter Mandelson etrafında toplanan
reformcu grup güçlü hale geldi. Neredeyse her gece Philip Gould banliyödeki
kararsız seçmenler üstünde hedef kitleler oluşturdu ve bu sefer dinlendi. Arzu sahibi sınıfın korku ve arzuları İşçi
Partisi'ni şekillendiren ana güç haline geldi. Ben o sıralar eskiden muhafazakâr partiye
oy verenlerle konuşuyordum.
Artık İşçi partisine oy veriyorlardı ve para
sıkıntı çektiklerini ve vergilere getirilen artışlara limit konulması
gerektiğini söylüyorlardı. Onlara göre
suç işlemek sorun demekti ve saygı görmeliydiler, sosyal yardımı hak eden
insanların almasını istiyorlardı, hakketmeyenlerin değil. İşçi sınıfının çoğunluğu bunu bencillik
olarak gördü. Ben öyle görmedim, bence
anne ve babanın ailesi için en iyisini yapmaya çalışması bencillik değildir,
aile için iyisini yapmaktır, insanlar böyledir. Gürültü ya da başka türlü komşularının
rahatsız edenlerin peşine düştüm.
Kanun
ve nizam İşçi Partisinin işi.
Kampanyanın
felsefesi kararsız seçmenlere odaklanalım, hedef gruplarının ne istediklerini
bulup, onları ne cezbeder bakalım ve bu bulduklarımızı durmaksızın seçimler
için kullanalım.
Bugün
size bir şeyler olacak. Cebinize para
gireciğinin sözünü verdikten sonra,
muhafazakârların üstüne gölge düştü.
Philip Gould çok önemliydi çünkü "ham madde"'yi
politikacılara bu çeşit politikalar
yapabilmesi için verdi, ve Gould bir şeyle çıkıp geldiğinde
istisnasız onu takip ettiler. Blair'ın kendisi 12 sayfalık bir bildiriye
bakıp "Pekala, bunu yapmalıyız" dedi. Biz, daha iyi şeyler tüketilmesi için daha
çok kazanılmasını istiyoruz. Biz,
insanların daha az vergi ödemesini istiyoruz.
Gordon Brown, İşçi partisinin vergi oranlarını değiştirmeyeceğini
söylüyor. İşçi hükümeti temel vergi
artış oranını değiştirmeyecek.
Vergilerin arttırılmayacağının iyice anlaşılmasını istiyorum. Hatta İşçi Partisi, orta İngiltere'yi
kendileri için daha hırslı olmaya, daha iyiyi arzulamaya ailelerinin İşçi
Partisiyle daha iyi olacaklarına inandırdılar. 10 kişilik bir grup şarap içip, çerez
atıştırırken, düşündükleri şey İşçi
Partisinin yapmış olduğu tüm kararlarda etkili oldu. Hatta bu kampanyayı yürütenler bu fikir
kendilerininmiş izlenimi vermek isteseler de bu Amerika'dan hatta
söylenen, sözlere kadar Amerikan
market araştırmacılarının kararsız seçmenler üstüne yaptığı testlerdendi.
Peter
Mandelson ve takımı Amerika’dayken kampanyamızı izlediler ve harfiyen bizi
kopyaladılar. Sistemin yararı insanlara balık
vermiyor, balık tutmayı
öğretiyordu. Mandelson her şey
olabilir ama aptal değildi. İşleyen
bir şey gördü ve neden yapmayayım? diye düşündü. Ve manifestolarını okuyup kendime her şeyi
almışlar dediğimi hatırlıyorum.
Bilirsiniz bir yandan gurur duyuyorsunuz ama diğer yandan şerefsizler
diyorsunuz. Amerika'daki gibi, İşçi'lerde
kararsız seçmenleri tam mutlu etmeyen politikaları bıraktılar. Bazı temel prensiplerden vaz geçmek
anlamına gelse bile bu. Böylece önemli
madde olan madde, sanayinin halk kontorolünde olması yasası anayasadan
düşürüldü. Madde 'ün amacı insanların
kollektif gücünü, iş dünyasındaki engellenemeyen aç gözlülüklerine karşı
kullanabilmekti. Ancak Tony Blair,
artık kendilerinin serbest piyasa tarafından sömürülmediğine inanan önemli
seçmenlerle karşılaştı. Artık
kendilerini işlerin onlara verdiği kimliklerle ve öyle tatmin edilen birer
birey olarak görüyorlardı. Yenilenen
madde serbest piyasayı kontrol etmeyeceğine,
sadece büyüteceğine söz verdi.
İş dünyası, hükümetten güçlüdür.
Daha
hızlıdır, daha yaratıcıdır. İş,
ülkenin hayat damarıdır. Oralardan,
toplumun ihtiyacı olan tüm faydalar gelir.
İnsanlara iş verirler, yatırım
yaparlar. Bence Tony Blair bunu yapan,
iş hayatını düzelten, partiden bu da İşçi Partisi.
İşçi Partisinin bu yaptığı gücünü politik
sistemden değil ya da demokratik,
politik sistemden değil, yani büyük işlerden alanlar içindi. Köklü çıkarları olanlar için, statükocular
içindi. Tabii bu şey şimdilik aklıma
gelenler İşçi Partisinin olması gerekenler karşı güçtü aynı zamanda. Bu demek oluyor ki iş sektörü büyümeye
devam etmeli, sahne arkasından yol
almalılardı. Çünkü baskı yaratmanın
bir anlamı yok. Kettering'de şarap
yudumlayan 8 kişiden baskı yaratacak bir şey çıkmaz yani çok mutlu, çok
rahatlamış, çok üretici zaferinde, İşçi Partisinin başını çekenler bu başarının
yeni bir demokrasi formunu teyit ettiğini söylediler.
Hedef kitle tekniğiyle, insanın iç arzularını anlayıp, doyurarak onlara
güç veriliyordu. Kendileri için en iyisini
politikacıların bildiği, meçhul
insanlar yapmanın aksine. Hedef
kitleyi pazarlama aracı gibi görmüyordum.
İnsanların söylemek istediklerini duyaran araç olarak görüyordum. Ve yeni bir politika formu olarak
görüyordum. İnsanlar verdikleri gibi,
geri de alabilirler.
Şimdi
bizler köleyiz, onlar efendiler.
1997 'nin asıl önemi bence, 100 yıldır İngiltere'ye hükmeden elitist
politikaların sonu olmasıydı. Şimdi
Futurama'ya yaklaşıyoruz. 1939
'da Sigmund Freud'un yeğeni Edward Bernays,
tüketicinin kral olduğu bir gelecek toplumu yarattı. New York'da Dünya Fuarı vardı ve Bernays
ona "democracity" diyordu. Bu tüketici demokrasisi'nin ilk ve en
dramatik tablosuydu. Bireylerin
ihtiyaç ve isteklerinin serbest piyasa tarafından okunup, doyurulduğu bir
toplumdu. Dünya Fuarı bütün
endişelerin buluştuğu yer haline geldi.
Westinghouse,
General Motors ve Amerikan Yaza Kasa şirketiyle buluştular. Şirket üstüne şirket sunumları oldu. Sanki insanlığın arzuları, istekleri,
hırsları bir merkezde toplanmış ve özel girişim sitemleri ile tüm bunlar
cevaplanacakmış gibiydi. Burada şöyle
bir kavram vardı. Sanki serbest piyasa ideolojiler ve politik güçler izinden
gitmiyordu. Sanki sadece insanların
istekleri doğrultunda bir şeydi. Bu
yeni İşçi'lerin ve Amerikan demokratlarının iktidar mücadelesinde ortaya çıkan
demokrasi formuydu. Hepsi iş
yerleri tarafından insanların arzuları okuyan sistemleri kullandı. Ve hepsi Bernays'in, bu daha iyi bir
demokrasi türü fikrini kabul ettiler.
Ama Dünya Fuarı aslında Bernays tarafından onun müşterileri, yani
Amerika şirketleri için yaratılmış özenli bir propagandaydı. İçten içe Bernays gerçek demokrasinin hiç
işe yaramayacağına inanıyordu. Amcasının insan doğasıyla ilgili düşünceleri
bunda etkili olmuştu. Freud'a göre
bireyler bilinçli düşenceler ile değil,
ilkel bilinçdışı arzu ve hislerle hareket ediyorlardı. Ve Bernays bu nedenle, kitlelerin kendi
hayatlarını, kendilerinin kontrol
etmesini çok tehlikeli görüyordu. Ve
tüketicilik fikri insanlara kontrol ilüzyonunu sağlarken elitlerin de topluma
yöneticilik yapmasına izin veriyordu.
İşler insanların kontrolünde değil,
insanların arzuları kontrolde demekti bu. İnsanların sorumluluğunda değildi
işler. Bu alanda, insanların karar
verme gücü yoktu. Yani demokrasi aktif
vatandaşlık varsayılan bir şeyin şimdiki toplumun pasif tüketiciler olması
fikrine dönüştürülmesidir. Öyle ki
halkın asıl istediği, sizden onlara köpek maması vermenizdir. İşçi Partisi'nin problemi bu
propagandaya inanmaları. İş sektörü
tarafından geliştirilen insanların düşüncesine, okuma sistemine yüzeysel baktılar ve yeni
demokrasi formu oluşturabileceklerini söylediler. İşçiler iktidar da iken Philip Gould'un
"devamlı demokrasi" dediği sistemi denediler. Ancak iş hayatında yeni ürünler dizayn etmeyi sağlayan sistem İşçi
hükümetini karşıt arzu ve hevesler labirentine sürükledi. İşçi Partisi'nin ilk döneminde, hedef kitleler demiryollarının öncelik
olmadığını gösterdi ve İşçiler'in politikaları buna itaat etti. Ancak şimdi aynı gruplar, daha önce
demiryollarına yönelik daha çok yatırım yapmadıkları için hükümeti suçluyordu. Hedef kitle politikasının amacı tek
olmamasıdır, çünkü insanlar karşıt
fikirli ve mantıksızdır. Eğer bir
konuya karar vermek için tüm yaptığınız bireysel fikirlerden oluşan kitlelerin
düşüncelerini dinlemek ise, sorun
yaratırsınız. Çünkü o düşünceler
bocalayan, tutarsız ve en önemlisi bir noktaya birleşmemişlerdir. Ve insanlar sürekli
"daha
az vergi ama "
"
daha iyi hizmet istiyorum"
diye
tabii ki derler. Ama siz ne
diyeceksiniz
"Daha
çok vergi ancak daha iyi hizmet ister misiniz?"
Daha
az emin hale gelirler. Onlar daha çok
vergi öderlerse daha iyi hizmet alacaklarına inanmıyorlar. Ve bataklığa saplanır kalırsınız. Açıkçası politikacıların söylemesi gereken
"bak,
bu benim inancım."
"Bana
göre azıcık daha çok öderseniz
"
" daha iyi hizmet alacaksınız,"
"
ve sizi temin ederim bu parayı mantıklı bir şekilde kullanacağım."
"Şimdi
bana oy vermek istiyor musunuz?
Evet mi hayır mı?"
Ve
Blair'in yapamadığı buydu. Tony Blair
onlara zaten inandıkları şeyleri geri vermeye çalıştı inandıkları şeyler
tutarsız bireysellik ve çelişkili saçmalıklardı ve Tony Blair'ın tüm sunduğu
buydu. ve sonra neden insanların onu
anlamadığını soruyor. Onu anlamamaları
değil sorun, sorun insanların kendi
başlarına yapamayacakları şeyleri yapan birini istemeleri. O da tutarlı bir politik düşünceyle gelerek
inanabilirlik sağlayacak biridir. Yeni
İşçiler bir ikilemle karşılaştı. Benimsedikleri
tüketici politikası onları tuzağa düşürdü ve kısa süreli çelişkili politikalara
maruz bıraktı. Şimdi daha görkemli
bir vizyonu doyuran, büyüyen talepler vardı.
Bu, Hükümetin gücünü kullanarak gitgide büyüyen eşitsizlik sorununu
çözüp ülkedeki sosyal yapıları ayrıştırma vizyonuydu. Bunu başarmaları için
seçmenlere kendi çıkarları dışında düşündürmeleri lazımdı. Ve bu insan davranışlarına hükmeden
Freudyen görüşün, insanların bencil içgüdülerle hareket ettiği fikrine meydan
okuyordu. Ki insan varlığının bu
konsepti ideal tüketici ürettikleri için firmalar tarafından, beslenip,
büyütülmüştür.
Ne kadar özgürüz sansak da, gerçekte,
politikacılar gibi kendi arzularımızın kölesiyiz.
Bundan
daha iyi olabileceğimizi unuttuk,
insan doğasının başka yönleri olduğunu. Esas olarak burada insan doğasının farklı
görüşü mevcut ve demokrasinin.
İnsanların mantıksız olduğunu gözlemelisiniz, bilindışı duygular yığını
olduklarını. Bu direk Freud'dan
geliyor. Ve işverenler bunu
cevaplamaya gayet uygunlar. Bunun
için kendilerini bileylemişler. Ve
pazarlamanın anlamı budur. Sembol, müzik, resim ve kelimeler hepsi
için bilinçdışı hislere başvururlar.
Politika bundan daha fazlası olmalıdır.
Politika
ve lider kişi, toplumu mantıklı
tartışmalar ışığında birleştirmeli,
bu tartışmalar insanlar için en iyi ne ve saygının ne olduğuna bakıp, en
iyisini isteyen mantıklı yeterlilik olmalıdır. Böyle değil de Freudyen ise basitçe
bilinçdışı hislere başvurma meselesidir.
İşverenler bunları uyguluyor, bırakın onlar uygulasın. Firmalar daha iyi biliyor, nasıl
uygulanacağını biliyorlar. İş demek bu
hisleri karşılama işidir ne de olsa.
Yeşil
ağaçlar görüyorum, kırmızı güller de
Tomurcuklanıyorlar
senin ve benim için
Ve
düşünüyorum ne güzel bir dünya
Yazar
ve yapımcı ADAM
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar