Print Friendly and PDF

Aldanma


180





Vezin: Mef’ûlü Mefâilün Mef’ûlü Mefâilün





Ey şeyh! Zen-i dünyânın gel âline aldanma
Şem’i ruhi nârına pervâne gibi yanma,

Fânidir anın hüsnü var rengine boyanma,
Ahdine ve vâdine gönül verip aldanma.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.  





Bu dünya yedi başlı bin dişli ejderdir,
Her başta bin ağzı var her lokması âdemdir,
Zehridir anın tiryâk,  tiryâki anın semdir,
Her şerbeti kim içsen,  şerbet değil ol demdir.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma. 





Mat oldu nice şeyhler bu dünyânın elinden,
Doymadı biri bunun câhından ve mâlından,
İbret alabilirsen al mâh ile sâlinden,
Gör nice döner tiz tiz herbirisi hâlinden.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma. 





Akl ile bunun hergiz bir hilesi bilinmez,
Şeytânı dahî gizli ilm ile o bulunmaz. 
Her ne kadar ana sen şetm eylesen alınmaz,
Rıfk ile eder mekri her yakaya çalınmaz.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.  





Mısrî sanadır bu söz cehd et alagör ibret,
Fakr ile edip fahri etme ana sen minnet,
Tutma sakın aslâ hiçbir kimseye var kudret





Emrâz-ı cehilden sen buldunsa eğer sıhhat,.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.
  





Ey şeyh! zen-i[1] dünyânın gel âline aldanma
Şem’i ruhi
[2] nârına pervâne gibi yanma,
Fânidir anın hüsnü var rengine boyanma,
Ahdine ve vâdine gönül verip aldanma.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.  





Ey şeyh dünyânın, kadının gel hilesine aldanma
Işığının yüz gösteren ateşine pervâne gibi yanma,
Fânidir onun güzelliği var rengine boyanma,
Ahdine ve vâdine gönül verip aldanma.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.  





Dünyanın günahtaki hissesi açık ve belirgindir. Güzelliklerdeki ki hazzı ise gizli ve belirsizdir. gizli olan dünya hazzının tedavisi daha zordur.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Kadınlar şeytanın tuzaklarıdır” [3] 





 “Aldanma”dan maksat gönlünden çıkar demektir. Çünkü gönüle almak hem iyiliğe ve kötülüğe sebep olan işlerdendir. Onun için gönül hicreti ile hicret etmelidir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





 “Muhacir Allah'ın nehyettiği şeylerden uzaklaşan kimsedir” [4] eğer bir kişi dünyadan kendini korumaz ise onun aldatıcılığı Allah Teâlâ’dan uzaklaşmasına sebep olur. Dünyanın hilesinin büyüklüğüne en güzel misal şunu verebiliriz.





Bir gün Sultan Veled, kardeşi Çelebi Emîr Âlim ve arkadaşlardan bir toplulukla Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahu’l-azizin huzurunda oturmuştu. Tam o sırada İslâm sultanı bir kese altın gönderdi ve onunla Mevlânâ hazretlerinden kendisine inayet ve duada bulunmasını rica etti. O zamanda Çelebi Emîr Âlim sultanın sevilen bir dostu ve hazinedarı idi. Mevlânâ:





“Ey dostlar! En büyük isim (ism-i âzam) hangisidir?” diye sordu. Hepsi baş koyup: “Bunun cevabını Hüdavendigâr buyursun” dediler. Bunun üzerine Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz:





“En büyük isim (ism-i âzam) bu altın ve gümüştür. O insanı hem Hakk’a ulaştırır, hem de bâtılı süsler; çünkü bu olmadan ne dünya bayındır, ne de ahiret ehli şâd olur” bu­yurdu. Nitekim Sultan Veled hazretleri bu­yurmuştur.





Şiir:





“insanların sevinci dünyanın bütün hoşlukları altın ve gümüşlerdir.





“Ey Veled, eğer altın ve gümüşten merdivenin varsa emel binasının damına çabuk çıkarsın.”   [5]





Bu dünya yedi başlı bin dişli ejderdir,
Her başta bin ağzı var her lokması âdemdir,
Zehridir anın tiryâk,  tiryâki anın semdir,
Her şerbeti kim içsen,  şerbet değil ol demdir.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma. 





Bu dünya yedi başlı bin dişli ejderdir,
Her başta bin ağzı var her lokması âdemdir,
Onun zehri panzehiridir,  panzezehiri anın zehirdir,
Her şerbeti ki içsen,  şerbet değil ol kandır.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma. 





Hz. Ömer’in İran’ın fethiyle ilgili söyledikleri çok manidardır: Hz. Ömer radiyallâhü anh, herkesin aksine, İran’ın fethi sebebiyle üzülmüştür. Vaktiyle gençliğinde ticaret vesilesiyle o bölgeleri görmüştü. Refah içinde yaşayan bu bölge insanlarının sefîhâne hayatları ve ileride onları taklide kalkışacak galip Arapların içine düşecekleri kötü durum onun gözünün önüne gelmişti. Çünkü o, servet ve varlığın bir sefahat anahtarı olabileceğini çok iyi biliyordu. Medine şehri deve kervanlarının taşıdığı ganimetlerle dolup taşmaktaydı. Yığılan bu ganimetler karşısında halifenin gözleri yaşarmış ve





“Ne olurdu, İran ile aramızda ateşten bir dağ olsaydı da biz oralara varmamış olsaydık” dedi. Hayretler içinde Hz. Ömer radiyallâhü anhın yüzüne bakan sahabenin ileri gelenleri bunun sebebini sorduklarında ise o:





“İleride vuku bulacak bütün fitneler işte şu yığın yığın servetlerin içinde gizlidir.” [6] cevabını vermişti. Bu hadise bize daha sonra ortaya çıkan bir kısım ihtisas, husumet ve ihtilafların nedenlerini anlamamıza dair ipuçları vermektedir.  





Mat [7] oldu nice şeyhler bu dünyânın elinden,
Doymadı biri bunun câhından ve mâlından,
İbret alabilirsen al mâh
[8] ile sâlinden,
Gör nice döner tiz tiz herbirisi hâlinden.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma. 





Bu dünyânın elinden nice şeyhler yenildi,
Doymadı biri bunun makamından ve mâlından,
İbret alabilirsen al ay ile yılınden,
Gör nice döner tez tez herbirisi hâlinden.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma. 





Allah Teâlâ şöyle dedi: “Allah bir kavme hidayet ettikten sonra saptıracak değildir.”   [9] Bu ayet hakiki hidayete sapıklığın bulaşmayacağına işarettir. Çünkü O Allah Teâlâ’nın ilmindeki zati ve asli saadete dayanır. Allah Teâlâ’nın bilgisindeki de arizi ve itibari olarak görünürdeki şekavetle (aslî kötülükle) değişmez. Hakiki idlal, saptırma da böyledir. O’na hidayet bulaşmaz. Çünkü o,Allah’ın ilmindeki zati ve asli şekavete dayanır. Allah Teâlâ’nın ilindeki arizi ve itibari olan görünürdeki saadetle değişmez. Şu ayet buna işarettir:





“Bilakis Allah sizi imana hidayet etmesini size minnet eder. Eğer doğru kişilerseniz.”   [10] İman davanızda doğru kişilerseniz, eğer böyle değilse görünüşte sizde var olsa da gerçekte sizin için hidayet yoktur. Allah Teâlâ ‘nın şu sözü de aynı şekildedir:





“Allah O’nu bilgi üzerinde saptırdı.”   [11] Çünkü sapıklar Allah Teâlâ’nın ilminde ebedi olarak mühtedi olamaz, sapık bunu bilse de. Çünkü onun hakkı bilmesi ona iktidayı getirmez. Allah Teâlâ şöyle dedi:





“Nefisleri O’nu yakinen kabul ettikleri halde O’nu inkâr ettiler.”   [12] Allah Teâlâ bizi ve sizi eğrilmek ve sapmaktan korusun.[13]





Akl ile bunun hergiz bir hilesi bilinmez,
Şeytânı dahî gizli ilm ile o bulunmaz. 
Her ne kadar ana sen şetm eylesen alınmaz,
Rıfk ile eder mekri her yakaya çalınmaz.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.  





Akıl ile bunun asla bir hilesi bilinmez,
Şeytânı dahî gizli ilm ile o bulunmaz. 
Her ne kadar ona sen küfr eylesen alıngan olmaz,
Rıfk ile kurar tuzağı herkes tarafından anlaşılmaz.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.  





Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz dünya karşısında akılın acizliğini kabul etmektedir. Çünkü akıl sezgi ile hareket etmediği için manevî konularda yetersizliği muhakkaktır.





J. Paul Sartre'a göre akıl, hayatın sırlarını ve problemlerini çözemez. Oysaki İslâm düşünürleri, akla hayatın sırlarını ve karmaşıklığını çözebilecek bir güç olarak bakmaktadırlar.[14]





Nefsin hilesinin büyüklüğü ise akılın idrakinden yüksek olduğudur. Çünkü akıl nefsin hilesi karşısında aciz kalır. Kalbin yardımı olmayınca sonuç hüsrandır.





Bir derviş, nefsin hile ve aşırı derecedeki isteklerinden bıkıp usanmıştı. Bir gün kendi pirini rüyada gördü. Pir, bu dervişin önüne civa ile dolu bir leğen koydu ve eline el­mastan bir kılıç verdi. Derviş bu elmas kılıçla, tasın içindeki cıvayı ne kadar ikiye bölmek is­tediyse de civa yine birleşti. Nihayet bu işten usa­nıp aciz gösterdi. Uyanınca, başı ucunda şeyhin durduğunu gördü. Şeyh ona:





“Ölünceye kadar böyle nefisle uğraşıp didişmekten elini çekmemen ve imkân nispetinde katil nefsi öldürmekten geri durmaman lâzımdır. Çünkü nefis ölmeyince onun hilesinden kendini kurtaramazsın” dedi.”   dedi.[15]





“İnsan başkasından kurtulabilir, ama kendinden kutulamaz.”[16] Bu nedenle insanın kendine karşı tavrı Epiktetos’un dediği gibi “Katlan ve kendini tut” mak olmalıdır.





Mısrî sanadır bu söz cehd[17] et alagör ibret,
Fakr ile edip fahri etme ana sen minnet,
Tutma sakın aslâ hiçbir kimseye var kudret





Emrâz-ı cehilden sen buldunsa eğer sıhhat,.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.
  





Mısrî sanadır bu söz gayret et alagör ibret,
Fakr ile edip fahri etme ana sen minnet,
Tutma sakın aslâ hiçbir kimseye var kudretinle





Cahillik hastalığından sen buldunsa eğer sıhhat,.  





Hakdır bu sözüm hakla inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,  her sözü yalan sanma.  





Çalışma ve gayret olmadan tasavvuf ehli olduğunu iddia edenler bu yola ihanet edenlerdendir. En çok gayret ve himmet gerektiren yol bu yol müntesibine gerekir. Fetvalarda dahi bu konunun işlenmesi bu yolda bazı kişilerin istismar ettiklerini göstermektedir.





338. Mes’ele Tekkelerde münzevî olup "ehl-i tevekkülüz" diyenlerin şer'an hal­leri makbul müdür?





Elcevap: Değildir.[18]














[1] Zen:f. Kadın, nisa; -zen: kesen





[2]Ruh: f. Yanak, yüz, çehre.   Arabçada: Efsânevi bir kuş. (Bak: Ruhsâr)RUH : Can, nefes, canlılık.   Öz, hülâsa, en mühim nokta.   His.   Kur’an.   İsâ (A.S.).   Cebrail (A.S.).   Korkmak. (Bak: Vicdan)(Ruh, bir kanun-u zivücud-u haricîdir. Bir namus-u zişuurdur. Sabit ve dâim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem dâimî, hem âlem-i emirden gelmiş





[3] İsmail Durmuş, “Mesel”, DİA, XXIX, 295. (UYSAL, 23 Bahar 2007 )





[4] Buharî. İman. 4-5: Ebu Davud. Cihad. 2. Nesaî. İman. 8. 9. 11





[5] (YAZICI, 1995), c. 2, s. 378, (5)





[6] Tahir Harimi Balcıoğlu, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları, İstanbul, 1940, s. 23-24; Bkz. Mevlana Şiblî,





Asrı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, IV, 304, 1974.





[7] Mat: (i.), (f.) (-ted, -ting) hasır; paspas; bardak veya vazo altllığı; arap saçı gibi bir birine dolaşmış yığın; (f.) hasır ile örtmek; bükerek veya keçeleştirerek hasıra benzetmek; hasırlaşmak, keçeleşmek; düğümlenmek, bir birine dolaşmak, çitişmek.





[8] Mah: Mahveden.   Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bazı kitablarda geçen bir ismidir. Nübüvvet ve risaletinin nuru, küfür karanlıklarını mahvettiğinden bu isim verilmiştir





[9] Tevbe, 115





[10] Hucurat, 17





[11] Casiye, 23





[12] Neml, 14





[13] (ÇETİN, 1999), s.66; (BURSEVİ), v 12b, 11. Varidat





[14] (BAYRAKLI, 2002), s. 157





[15] (YAZICI, 1995), c. 2, s. 83, (501)





[16] Jean Paul Sartre





[17] Cehd: Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması.   Azim, gayret, fedakârlık. Takat





[18] (DÜZDAĞ, 1972)


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar