Print Friendly and PDF

Aldatmasın Seni


14





Vezin: Mefâilün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün





Uyan gafletten ey gâfil seni aldatmasın dünyâ,
Yakanı al elinden kim seni sonra kılar rüsvâ.  





Ne sandın sen bu gaddârı ki tâ böyle anı sevdin,
Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağmâ.  





Adâvet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşmân
Ki asla senden ayrılmaz ömür âhir olunca tâ. 





İşittin Hakk Rasûlünden nice âyât-u ahbârı,
Veli nîdem ki kâr etmez bu öğütler sana aslâ. 





Bu zâhir gözünü örtüp bana tut cân ile gönlün
Ki her bir sözün içinde duyasın cevher-i manâ.





Kelâm-ı Mustafâ zevkin dimâğında bulagör kim
Muadil olmaz ol zevke hezâran “men ile selvâ.”   





Kemâl-i devlet istersen oku ayât-ı Kur’ânı
Ki her harfin içinde var Niyâzî bin dürr-i yektâ
  





Uyan gafletten ey gâfil seni aldatmasın dünyâ,
Yakanı al elinden kim seni sonra kılar rüsvâ.  





Ey gâfil uyan gafletten seni aldatmasın dünyâ,
Elinden kurtul ki, sonra seni kılar rezil eder.  





يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ





“Firavun, kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!” [1]





Ne sandın sen bu gaddârı ki tâ böyle anı sevdin,
Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağmâ.  





Böyle onu çok sevdiğin bu zalimi ne sandın,
Kim onu sevdiyse dinini yağmâ eyledi.  





Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hadislerinde kulluğu Allah Teâlâ'dan başkasına hasredenlerin akıbetlerinden bahseder:





“Yarın kıyamet gününde insanlar bir araya toplanacak. Allah, her kim, her neye tapıyorsa onun ardına düşsün buyuracak. Artık kimi güneşin, kimi ayın ve kimileri de Tağutların ardına düşüp gideceklerdir.”  [2] 





Adâvet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşmân
Ki asla senden ayrılmaz ömür âhir olunca tâ. 





Nefsin düşman olarak yeter, kimseye düşman olma
Nefsin ömrün bitene kadar senden asla ayrılmaz. 





Düşman olarak belirlenmiş için tek yapılacak hedef hazırlıklı bulunmaktır. Eğer bu hazırlık bir şekilde tehir veya ertelenirse helak olmak umulur.





Macchia­velli “düşman kesinlikle saldırmak niyetindeyse, bir komutan savaştan kaçamaz,” [3] demektedir.





İşittin Hakk Rasûlünden nice âyât-u ahbârı,
Veli nîdem ki kâr etmez bu öğütler sana aslâ. 





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden nice ayetleri ve haberlerini işittin,
Veli! Ne yapayım ki bu öğütler sende etki bırakmaz. 





Bir hadis-i Şeriflerinde Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem nübüvveti değer ve önemini şöyle belirtir:





“Benimle insanların misâli bir ateş yakan kimse gibidir ki, ateş etrafını aydınlattığı zaman ateşin çevresinde bulunan hayvanlar ve küçük kelebekler ateşe düşmeye başladılar, o kimse bu hayvanları ateşe düşmekten men etmeye başladı. Fakat hayvanlar o zata galebe ederek düşüncesizce, süratle ateşe düşüyorlardı. Siz düşüncesiz ve tedbirsiz olarak ateşe düşerken ben eteklerinizden yakalayıp ateşe düşmekten sizi kurtarmaya çalışıyorum.”  [4] 





Bu zâhir gözünü örtüp bana tut cân ile gönlün
Ki her bir sözün içinde duyasın cevher-i manâ.





Bu dünyevi gözünü kapatıp bana gönlünü cân ile tut
Böylece her bir sözün içinde manâ cevherlerini duyarsın.





Kur´ân-ı Kerim’in Allah Teâlâ tarafından indiğini ve düzenli bir şekilde kontrol edilerek zamanın ihtiyaçlarına karşı aynı iniş hızı ile olduğunu anlamak ile Allah Teâlâ kelâmının yüceliğini anlarsın denilmiştir. Kur´ân-ı Kerim nasıl Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme nüzül ediyorsa senin şahsın için de düzenli bir inişide vardır.





Bu hesaplamalar ve grafiğin çizimi doğruysa (ki %100'lük bir sıhhat ve kâmil bir uyuşum beklenmeksizin her halükârda yeterli bir yaklaşıklıkta sahihlik söz konusu olmakta ve nüzul eğrisi tümüyle bükümsüz bir çizgi olmasa da genel anlamda doğrusal bir yapı arz etmektedir) nüzul eğrisinin sabit bir eğime sahip oluşu şu önemli sonucu da ortaya koymaktadır:





Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme tüm vahiy dönemleri boyunca her yıl nazil olmuş vahyin kelime sayısı sabit olup; bu değer, her yıl için 3670 kelime civarında seyretmiştir.





Her yılı ve her gününde yeni olay­lar ve görevlerin ortaya çıktığı, İslam Nebi’sinin sayısız imanı, ahlakî, sosyal, idari siyasî ve hatta ailevî problemlerle karşı karşıya olduğu çok yoğun Medine dönemlerinde bile; nispeten yoğun olmayan ve Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gençlik yıllarıyla eş zamanlı Mekke dönemindeki ilk güçsüzlük ve gariplik dönemlerindeki gibi aynı sayıda kelime nazil olmuştur. Bu vakıa; ürünleri kişisel, dış şartlara ve zamanla bağlantılı meşguliyetlere göre farklı çevresel tepkilere paralel olarak iniş-çıkışlar gösteren ve öte yandan kendi şaheserlerinin önemli bir bölümünü sınırlı olgunlaş­ma ve duyumsayış dönemlerine borçlu olan yazar, sanatçı ve idarecilerin durumuy­la çelişmektedir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem  içinse, vahiy sürecini etkileyecek (bu sürece bir tür dâhide bulunacak) bu tür kişisel-ruhi haller, konum, koşul ve gereksinimler mevcut değildir!. Dolayısıyla bu öncüller sonucunda, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şahsının ve muhitinin üstündeki bir varlık ve söyleyicinin





وَقُرْاَنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْزِيلاً





“Kuran'ı, insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik.[5] emri mucibince Kur´ân-ı Kerim'i kesintisiz acelesiz, sabit bir oranda ve tarihsel bir ardışıklıkla nazil buyur­duğu ortaya çıkar!





Kur'anî içeriğin çeşitliliği ve bu Kitab'ın cümlesel düzenli gelişimine (2,11 değerinden 42,13'e kadar artış göstermiş olan ortalama ayet uzunlukları açısından) değindikten sonra; Kur´ân-ı Kerim'in bu özelliklerine ilaveten tüm beşeri kitap, yazı ve söz­ler karşısında eşsiz olduğu gibi, nüzul sürecinden yararlanılmaksızın tetkiki olduk­ça güç olan vahyin nüzulüne ilişkin zamansal kesitlerdeki kelime sayılarının da sa­bit oluşu gerçeğiyle karşılaşmaktayız.[6]





Kelâm-ı Mustafâ zevkin dimâğında bulagör kim
Muadil olmaz ol zevke hezâran “men ile selvâ.”   





Mustafâ Kelâmının zevkini dimâğında bulan kimseye
binlerce “kudret helvası ile bıldırcın eti”   o zevke eşit olamaz





MEN VE SELVÂ:





Mûsa aleyhisselâmın duası ile Allah Teâlâ’nın İsrâiloğullarına gökten yağdırdığı kudret helvası (men) ve bıldırcın eti (selvâ).





“Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, ‘Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin’ dedik. Onlar Bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.” [7]





İsrâiloğulları Tîh sahrâsına düştüklerinde yiyecek istediler. Mûsa aleyhisselâmın duâsı bereketiyle Allah Teâlâ onlara men indirdi. Men'in ne olduğu husûsunda değişik rivâyetler vardır.





“Allah Teâlâ bu men'den her gece yapraklar üzerine her kişi için yetecek miktarda yağdırdı. Bunu yiyen İsrâiloğulları;





“Ey Mûsa! Tatlı yemekten usandık. Allah Teâlâ’ya duâ et de bize yiyecek et versin” dediler.  Mûsa aleyhisselâm duâ etti. Allah Teâlâ onlara selvâ indirdi. Her kişi men ve selvâdan bir gece ve bir gün yiyeceği kadar alırdı. İsrâiloğulları bu nimetin de kıymetini bilmediler. “Men ve selvâdan bıktık; bakla, soğan, gibi şeyler isteriz” dediler. Nimete şükretmediler. Men ve selvâyı da depo edip biriktirmeye başladılar. Fakat bunlar kurtlanıp bozuldu, yiyemediler.





Kemâl-i devlet istersen oku ayât-ı Kur’ânı
Ki her harfin içinde var Niyâzî bin dürr-i yektâ
  





Büyük kemâlat istersen Kur’an-ı Kerim ayetlerini oku
Çünkü Niyâzî her harfin içinde binlerce eşsiz inciler vardır





Kur´ân-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın kelamı olduğu için sonsuz manaları havidir.  Bu ise ehline dahi gizli kalmıştır.





Vahiy metninin, Allah Teâlâ'nın kelâm sıfatının mutlak ve sonsuzluğunun bir aynası olarak, sınırsız anlayışlara mevzu olabilme yetkinli­ği vardır. Örneğin Sehl b. Abdullah'ın, Kur´ân-ı Kerim metni hakkındaki şu ifa­desi, bu gerçeğin bir başka biçimde anlatımı sayılabilir:





“Eğer kula, Kur´ân-ı Kerim'in her bir harfi için yüz anlayış verilse dahi o, Allah Teâlâ'nın, kitabında tek bir ayete yerleştir­miş olduğu anlamlar (imkânın)ın sonuna bile varamazdı; çünkü o, Allah Teâlâ'nın kelamıdır. Kelam ise, O'nun sıfatıdır. Nasıl ki, Allah Teâlâ'nın sonu, sınırı yok ise, bunun gibi, O'nun kelamım anlamanın da sonu, sınırı yoktur” [8]





Hayran­lık uyandıran yönleri hiç tükenmez; onun nihayetine ulaşılamaz. Ona, rıfk ve sempatiyle yönelen, kurtulur, sertlikle yönelense ayağı kayar yok olur.” [9] ifadesi ile bir başka büyük sahabi Abdullah b. Mesud radiyallahü anh a atfedilen,





“Kim, öncekilerin ve sonrakilerin ilmine sahip olmayı arzularsa, o, Kur'an'ı harmanlasın, onu iyice tedebbür etsin” [10] tesbiti, Kur´ân-ı Kerim'in özünde, tekçi, monist bir anlam dünyasını değil, ama müteaddit ve de çok değişik bir manalar potansiyelini kapsadığını gösterir,





Bu iki anlayışın değerlendirilmesine gelince: her şeyden önce, nass'ın “ken­dinde anlamı”nı gözetmeyerek, hükümleri tamamen öznel ve göreli bir yöntemle oluşturmak, bizi tam bir bilinmezlik ve solipsizme [Özne'ye göre, bizzat kendisin­den başka hiç bir realitenin olmaması [11] sürüklerken, muhtemel ve mümkün yorumlan sadece lafzın formuna sığınarak reddetmek de, tam bir dogmatizm ve ibarecilik olacaktır.[12]





Ki her harfin içinde var Niyâzî bin dürr-i yektâ Niyâzî her harfin içinde binlerce eşsiz inciler vardır, daki mana için (Elif) harfine yapılan yorumları hatırlayalım. 





“(Elif) harfinde Allah Teâlâ 'nın sıfatlarından altı sıfat bulunmaktadır:





(Birincisi) ibtidâ (ilk, başlangıç olmak). Çünkü “elif ilk harfdir. Nitekim Allah Teâlâ da varlığın ilkidir.





(ikincisi) istiva (dümdüz, dosdoğru olmak). Çünkü “elif aslen dümdüz olup, herhangi bir şeye eğimli bulunmamaktadır. Nitekim Allah Teâlâ da adalet hususunda dosdoğru olup, bundan sapmamaktadır.





(Üçüncüsü) infirâd (teklik, birlik). Çünkü “elif tektir. (Nitekim Allah Teâlâ  da tektir)





(Dördüncüsü) inkıta (kopukluk) ve ittisal (bitişik olmak) Çünkü “elif hiçbir harfe bitişmezken, bütün harfler ona bitişmektedir. Nitekim Allah Teâlâ da, her şeyden uzak olmasına rağmen her şey ona bağlıdır.





(Beşincisi) istiğna (hiçbir şeye muhtaç olmama) ve ona ihtiyaç duyulması. Çünkü “elif hiçbir harfe ihtiyaç duymaz, ancak bütün harfler ona muhtaçtır. Nitekim Allah Teâlâ da, hiçbir şeye muhtaç olmamasına rağmen, her şey ona ihtiyaç duymaktadır.





(Altıncısı) ülfet (yakınlık) Çünkü “elif, kelimelerin biribirlerine yakınlaşmalarına ve ısınmalarına sebeptir. Nitekim Allah Teâlâ da, mahlûkâtın biribirlerine yakınlaşmalarının sebebidir.”  [13]





Kâşânî bu hususta şöyle der : “Burada ince bir hakikat bulunmaktadır: Enbiyâ aleyhisselâm hecâ harflerini, mevcudatın mertebeleri hizasına koymuşlardır. İsâ aleyhisselâm Ali kerremâ’llâhü veche ve bir kısım sahabenin sözlerinde bu hususa işaret edilmektedir. Bundan dolayı “Mevcudat, Besmelenin ba 'sından zuhur etti” denilmiştir. Çünkü bu harf (ba harfi), “zatullah “in hizasına konulmuş olan (elif) harfine bitişiktir. Bu ise, Allah Teâlâ'nın ilk yarattığı şey olan “akl-ı evvel “e işarettir.”  Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm” cümlesinde telaffuz edilen harfler onsekizdir. Yazılı olan harfler ise, ondokuzdur. Cümle içerisinde yer alan kelimeler biribirlerinden ayrıldıklarında, harfler de yirmi ikiye ayrılır. Bunlardan on sekiz harf, on sekiz bin âlem olarak ifâde edilen âlemlere işarettir. Çünkü bin rakamı, diğer sayı mertebelini ihtiva eden tam bir sayıdır. Bu sayının üstünde bir sayı olmayıp, mertebelerin anasıdır. Bu sayı (on sekiz sayısı) ile âlem-i ceberut, âlem-i melekût, arş, kürsî, yedi semâ, dört unsur (hava, su, ateş, toprak) ve mevâlîd-i selâse (Ma 'den, nebat, hayvan) den ibaret olan âlemlerin anaları (asılları) ifâde edilir. Bu âlemlerden her biri, kendi içerisinde kısımlara ayrılırlar. On dokuz harf, mezkûr âlemlerle birlikte insanî âleme de işaret eder. Çünkü insanî âlem, her ne kadar hayvan âlemine dâhil olsa da, varlığa hasredilmiş olması, her şeyi ihtiva etmesi ve şerefi itibariyle başlı başına bir cins olup, değeri ve delili olan başka bir âlemdir.”  Meleklerine ve Cebrail'e” (Bakara, 98) âyetinde ifâde edilen melekler arasındaki Cebrâîl gibi.





Kelimelerin biribirlerinden ayrılmaları hâlinde oluşan (22) yirmi iki sayısının tamamlayıcısı olan gizli üç elif (îsîm, Allah ve Rahman kelimelerinde yazılmayan elifler), zat, sıfat ve ef'âl itibariyle gizli ilâhî âleme işarettir. Bu gizli ilâhî âlem, tafsilât itibariyle üç âlem olmasına rağmen, gerçekte tek bir âlemdir. Yazılı olan üç elif ise, bu âlemlerin insanî en büyük tecelligâhta zuhuruna işarettir. Bu ilâhî âlemin gizliliğinden dolayı, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme “Rahman” kelimesinin elifinin nereye gittiği sorulduğunda, ilâhî hüviyetin, yaygın rahmet suretinde gizlendiğine; ancak ehlinin bilebileceği bir şekilde insanî bir surette zuhuruna işaret olarak, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem onu şeytanın çaldığını söylemiş ve onun yerine (Bismillah) 'in ba 'sının uzatılmasını emretmişti?: “





Görüldüğü gibi Kâşânî on sekizbin âlemin bulunduğunu, on dokuz rakamının ise, insanî âlemle birlikte diğer on sekiz bin âleme İşaret ettiğini belirtmektedir. Bunlar vücûdun, cüz'îyyat itibariyle olan mertebeleridir. Vücûdun küllî mertebeleri ise zat, sıfat ve fiil mertebeleridir.





Kaşanî’ye göre zat, sıfat ve ef âl itibariyle gizli olan bu âlemler, tafsilât itibariyle üç olmasına rağmen gerçekte tek bir âlemdir. Bu âlem ancak ehlinin anlayabileceği şekilde insanî surette tecellî etmektedir. Bu da insan-ı kâmildir. (Be) harfi, “zâtullah”ın hizasına konulmuş olan (elif) harfine bitişiktir. Bu harf, mevcudatın zuhur sebebi ve Allah Teâlâ'nın ilk yarattığı şey olan “akl-ı evvel”dir.[14]





 














[1] Hud, 98





[2] Buhari, Ezan 139; Müslim, İman 81.





[3] (Max HORKHEİMER, 2005), s. 430





[4] Münâvi, Şemseddin, Feyzu'l-Kâdir Şerhu Câmii's-Sağir, Beyrut, 1972, c.5, s.518.





[5] İsrâ, 106





[6] (BAZERGÂN, 1998), s. 142-143





[7] Bakara, 57: A’raf, 160





[8] Zerkeşi, el-Burhan fi ulumi'l-Kur'anı, thk. Muhammed, Ebu'1-Fadl ibrahim, Daru'l-Ma'rife, Beyrut, ts. 1/9- Aynı şekilde, "Kur'an Tercümanı" ve "Hibru'l-Ümme" (Ümmetin tüm Deryası) diye nitelenen İbn Abbas radiyallahü anh nisbet edilen, "Kur'an'da çeşit­li dallar (zu şücûn), fenler (funûn), açık ve saklı anlamlar bulunmaktadır.





[9] Alusi, Rûhu'l-meani, Beyrut, ts. 1/7





[10] Gazzalî, İhya ulûmi'd-din, Daru thyâi'l-Kutubi'l-Arabiyye, ts., 1/290; ez-Zerkeşi, el-Burhan, II/154)





[11] Paul Foulquie, Dictionnaire de la Lan-gue Philosophique, PUF., Paris - 1969, s. 685 solipsisme" mad 9





[12] (KILIÇ, 2-4 Şubat 1996), s. 31-32





[13] (ERGÜL, 2002), s.150





[14] (ERGÜL, 2002), s. 157-158


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar