Print Friendly and PDF

Anlar Bizi


192





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Hamr-ı rûy-i yâr ile sekrân olan anlar bizi,
Katresin bahr eyleyip ummân olan anlar bizi.
 





Câhil anlamaz zevil-irfân olan anlar bizi,
Vâkıf-ı esrâr olup hayrân olan anlar bizi.





Anlamaz hayvân olan,  insân olan anlar bizi,





Halkın artık eksiğine keylimiz yoktur bizim. 





Kimseye tâ’netmeğe hiç dilimiz yoktur bizim,
Lâ-mekândan gelmişiz bir ilimiz yoktur bizim,





Bu fenâ gülzâra hergiz meylimiz yoktur bizim,
Her seher bülbül gibi nâlân olan anlar bizi. 





Sırr-ı vasl-ı yâri yol azanlara açılmazız,
Biz hakikat şemsiyiz revzenlere açılmazız,
Biz ricâl esrârını şol zenlere açılmazız,
Zâhid-i leffâf olan reh-zenlere açılmazız,





Açılup güller gibi handân olan anlar bizi. 





Sanmanız zâhid gibi havf u recâ abdâlıyız,
Geçmişiz andan şehâ bezm-i likâ abdâlıyız,
Tekye-i iklîmi lâhûtta bekâ abdâlıyız,
Baş açık yalın ayak râh-ı fenâ abdâlıyız,





Ref’edip ten cübbesin üryân olan anlar bizi. 





Mısriyâ şehr-i fenâya uğradı râhım bugün,
Şems-i rûy-i yâr ile bedr oldu çün mâhım bugün,
Kuluna rahmeyleyip kıldı nazar şâhım bugün,
Lî-maallâh sırrına mahremdir İbrâhim bugün,





Ol sarây-ı vahdete mihmân olan anlar bizi. 





Hamr-ı rûy-i yâr ile sekrân olan anlar bizi,
Katresin bahr eyleyip ummân olan anlar bizi. 





Câhil anlamaz zevil-irfân olan anlar bizi,
Vâkıf-ı esrâr olup hayrân olan anlar bizi.





Anlamaz hayvân olan,  insân olan anlar bizi,





Yâr yüzünün şarabı ile sarhoş olan anlar bizi,
Damlasını derya eyleyip okyanus olan anlar bizi. 





Câhil anlamaz irfân sahibi olan anlar bizi,
Sırlar vâkıfı olup hayrân olan anlar bizi.





Anlamaz hayvân olan,  insân olan anlar bizi,





Sözlerin anlaşılmasında karşısındakinin ahvali çok önemlidir. Yoksa en güzel şekilde beyan eden ve edilmiş olan Kur'ân-ı Kerim dahi birçok insan tarafından anlaşılmamıştır. Bunun nedeni karşı tarafın yetersizliğinden başka ne olabilir. Hakikatler gün gibi açık olsada ilgilinin görüşü ve bakışı çok önemlidir.





Bir gün Konya'nın Şerafeddin Cami'î civarındaki bir dükkânda halk toplanmış, şehre ilk defa gelen bir gramofonun başında tartışıyorlar:





“Gramofonda Kur'an-ı Kerim okumak caiz midir, değil midir?”





Ali Kemalî (d.1853-hyt: 4 Ekim 1920); fikir beyan etmesi için öğrencilerinin de bulunduğu tartışma yerine çağrılır ve meseleyi dinledikten sonra şöyle der:





“Siz bunu münakaşa edeceğinize oturup, acaba Frenk bunu nasıl icat etti, sesi plağa nasıl aldı diye kafa yorsanız daha iyi değil mi?”





Bu soru üzerine herkes susar ve tartışma sona erer.[1]





Halkın artık eksiğine keylimiz[2] yoktur bizim. 





Kimseye tâ’netmeğe hiç dilimiz yoktur bizim,
Lâ-mekândan gelmişiz bir ilimiz yoktur bizim,





Bu fenâ gülzâra hergiz[3] meylimiz yoktur bizim,
Her seher bülbül gibi nâlân olan anlar bizi. 





Halkın fazlasına eksiğine ölçeğimiz yoktur bizim. 





Kimseye tâ’netmeğe hiç dilimiz yoktur bizim,
Mekânsız yerden gelmişiz bir yurdumuz yoktur bizim,





Bu fenâ gül bahçesine asla meylimiz yoktur bizim,
Her seher bülbül gibi figan olan anlar bizi. 





Fena bahçesi (Fenâ fi’llâh) makamından geçip mekânsız yurda (bekâ bi’llâh) erişene eski halleri anlatmak uygun düşmediğidir. Geçmişin hayali ile meşgul olmak abesle iştigal etmektir. Geleceği düşünmekse boşuna gayrettir. Şimdiki hal ise yoktur. O zaman insan için varlığın değeri yerine kendini Allah Teâlâ’nın emirlerine daldırıp kendi yokluğundan kurtulup, onda kendini bulmaya çalışmalıdır. Çünkü beşerin varlığı Allah Teâlâ katında yok ile aynıdır.





Sırr-ı vasl-ı yâri yol azanlara [4]açılmazız,
Biz hakikat şemsiyiz revzenlere açılmazız,
Biz ricâl esrârını şol zenlere açılmazız,
Zâhid-i leffâf
[5] olan reh-zenlere açılmazız,





Açılup güller gibi handân olan anlar bizi. 





Yâr vaslının sırrını yolunu şaşıranlara açmayız,
Biz hakikat güneşiyiz pencerelere açmayız,
Biz erler sırlarını şol kadınlara açmayız,
Çok konuşan zâhid olan eşkiyalara açmayız,





Açılıp güller gibi gülücü olan anlar bizi. 





Recül, manen olgunlaşmış insandır. Kur'an-ı Kerim tercümelerinin bazılarında hatalı olarak “erkek” diye tercüme edilmiş olan bu kelime, aslında kadın'ı da erkeği de kapsayan insan-i kâmil'i ifade eder. Tıpkı, adam olma'nın, yetişmiş, olgunlaşmış fert olmak anlamına gelmesi gibi, recul olmak da, insan-i kâmillik seviyesine yükselmektir.





Rical kelimesi recul'un çoğuludur.  recullerin sırrını yoldan çıkanlara açmadıklarını bildiriyor. Reculler hakikat güneşi (şemsi) dirler. Bundan ötürü onların kendi sırlarını, çalanlara açmadıklarım bildiren Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz özellikle çok lâf konuşan zahitlerden olan yol kesenlere, yani İslam’ın hakikatini bozarak insanların, hakikat ilmine giden yolda, yollarını saptıranlara, sır vermediklerini ifade ediyor.





Sanmanız zâhid gibi havf u recâ abdâlıyız,[6]
Geçmişiz andan şehâ bezm-i
[7] likâ[8] abdâlıyız,
Tekye-i
[9] iklîmi lâhûtta bekâ abdâlıyız,
Baş açık yalın ayak râh-ı fenâ abdâlıyız,





Ref’edip ten cübbesin üryân olan anlar bizi. 





Sanmayın zâhid gibi korku ve ümit abdâlıyız,
Geçmişiz andan padişah sohbetine kavuşma abdâlıyız,
İlâhî iklîm Tekkesinde bekâ abdâlıyız,
Baş açık yalın ayak fenâ yolu abdâlıyız,





Ten cübbesini atıp çıplak olan anlar bizi. 





Abidler ve zahitler her şeyde Allah Teâlâ'yı görmedik­leri için onlardan sıkılmışlardır. Şayet her şeyde O'nu görselerdi hiçbir şeyden sıkılmazlardı.





Mısriyâ[10] şehr-i fenâya uğradı râhım bugün,
Şems-i rûy-i yâr ile bedr oldu çün mâhım bugün,
Kuluna rahmeyleyip kıldı nazar şâhım bugün,
Lî-maallâh sırrına mahremdir İbrâhim bugün,





Ol sarây-ı vahdete mihmân olan anlar bizi. 





Ey Mısri fenâ şehrine uğradı yolum bugün,
Yâr yüzünün güneşi ile dolunay oldu ayım bugün,
Kuluna rahmeyleyip kıldı nazar şâhım bugün,
Lî-maallâh sırrına mahremdir İbrâhim bugün,





O vahdet sarâyında misafir olan anlar bizi. 














[1] (KARTALCI, 2004),s.14





[2] Keyl: Ölçme.   Kile. Hububat ölçüsü. Ölçek





[3] Hergiz: f. Aslâ, kat’iyyen. Hiçbir suretle.





[4] Azan:(Üzn. C.) Kulaklar; Yol azan: Yolunu şaşıranlara





[5] Leffaf: Çok konuşan, çok lâf eden. Pek fazla söyliyen. Can sıkan





[6] Abdal: t. Safdil, ahmak, bön.   Afganistan’da yaşıyan bir Türk kavminin adı, bu kavimden olan kimse.   Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve bunlardan olan kimse.   Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah’a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bak : Ebdal)





[7] Bezm: f. Sohbet meclisi. Muhabbet yeri. Yiyip içme, îş u nûş. Meclis





[8] Likâ: kavuşmak; buluşmak, görüşmek; Allah’a ve sevdiklerine kavuşma.





[9] Tekye: f. Zikir veya ders için toplanılan yer.   Dervişlerin meskeni ve mâbedi.   Yaslanılacak, dayanılacak şey.   İtimâd etmek, dayanmak.(İşte Hoca-i Kâinat olan Fahr-i Âlem’in (A.S.M.) kudsi medresesi ve tekkesi olan Suffe’nin demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hâfızanın ziyadesi için dua-i Nebeviyeye mazhar olan Hz. Ebu Hüreyre; gazve-i Tebük gibi bir mecma-i nâsda vukuunu haber verdiği şu mu’cize-i bereket, manen bir ordu sözü kadar kat’i ve kuvvetli olmak gerektir. M.)





[10] Ya: “Hey, ey!” mânasında nida olarak kullanılır. Arapçada başına geldiği kelimenin i’rabını ötre okutur. “Yâ-Halimu, Yâ-Rahimu” da olduğu gibi. Yâ, terkibli kelimelerin başına gelirse; baştaki kelimeyi “üstün” meftuh okutur. “Yâ Rabbe-l Âlemîn” de olduğu gibi.”  Yâ” üç şekilde kullanılır:1- Müennes zamiri olur. Kübrâ $ Hüsnâ gibi.2- Harf-i inkâr olur.3- Harf-i tezkâr olur. Bu hâlde elifle olursa “Harf-i nidâ” dır. Bâzen te’kid için kullanılır: “Yâ Allah, Yâ Rabbi” denildiği gibi. Bazen teessüf, istimdad ve istigase ifade ettiği de olur. “Yâ meded Allah, Yâ Allah!” gibi. Yâ, terdif beyan eder. “ Ve yahut” manasına: “Ya gelir ya


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar