Print Friendly and PDF

Âşka düş ehl-i canân etsin seni


204





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Zühdünü ko âşka düş ehl-i canân etsin seni,
Pîr-i âşka kulluk et cânâne cân etsun seni.
 





Bir zaman bülbül gibi efgânın ağdır göklere,
Şol kadar kıl nâleyi kim gülistân etsin seni. 





Âr u nâmusun bırak şöhret kabâsından soyun,
Giy Melâmet hırkasın kim ol nihân etsin seni. 





Yüzünü yerler gibi ayaklar altında ko kim,
Hak teâlâ başlar üzre âsumân etsin seni. 





Verme râhat nefsine dâim gazâ-yi ekber et,
Kâbe-i dil feth olup dârül-emân etsin seni. 





Gel Niyâzi’nin elinden bir kadeh nûş eyle kim,
Mahvedip nâm-ı nişânın bî-nişân etsin seni. 





Zühdünü ko âşka düş ehl-i canân etsin seni,
Pîr-i âşka kulluk et cânâne cân etsun seni. 





Zühdünü koy âşka düş canân ehli etsin seni,
Aşkın üstâdına kulluk et, cânâne cân etsin seni. 





Bir zaman bülbül gibi efgânın ağdır[1] göklere,
Şol kadar kıl nâleyi
[2] kim gülistân etsin seni. 





Bir zaman bülbül gibi efgânını yükselt göklere,
Şu kadar inilti kıl ki gülistân etsin seni. 





Âr u nâmusun bırak şöhret kabâsından soyun,
Giy Melâmet hırkasın kim ol nihân etsin seni. 





Âr ve nâmusun bırak şöhret cübbesinden soyun,
Melâmet hırkasın giy ki ol gizli etsin seni. 





Melâmet: Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık.





Melâmetîliğin pîri sayılan Hamdun Kassâr kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz, melâmet yolunun ne olduğunu soran İbrahim el-Kannâd’a “Halk için süslenmeyi, her hal ve davranışta halkın rızasını gözetmeyi kesinlikle terk etmen ve kınayanın kınamasının seni Allah yolundan alıkoymamasıdır.” [3] der. Buradaki halkın tavrını dikkate almama ve kınayanın kınamasına aldırmama meselesi, kişinin kendisi dışında oluşmuş dindarlık ölçülerine bir tepkidir. Yoksa onlarla zıtlaşmak değildir. Çünkü bir şekilde;





Dinde tanrı rızası için istenen şey, aslında bütün için, topluluk için gerçekleşmektedir. [4]





Melâmetînin özellikleri arasında sayılan, kişinin nefsini kınaması/eleştirmesi de aslında bu meseleyle ilgilidir. Çünkü bu, herkese kendi durumuna ve konumuna uygun bir dindarlık anlayışı oluşturma yükümlülüğü getirmektedir. Bu işi dışarılarda bir yerde aramak yanlış ve boşunadır. Melâmet ehlinin “sufilerce kabul gören ve benimsenen çoğu şeye karşı”olmasının  geri planında bu anlayışın önemli bir yeri vardır.[5]





 “Melâmet, terk-i ibadet, terk-i adab-ı şeriat terk-i esrar-ı tarikat değildir. Melamet “tesettür” demektir. Cümle evliyaullah hırka-i melamete bürünmüşlerdir. Melâmi demek, ma'na-i ihlasa riayet ve kaide-i sıdk-ı derûni için ihfa-yı salah ve taat ve setr-i hayrat ve ibadet etmek demektir.”  [6] Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-aziz tarikan halvetî iken mesleken Melâmîdir. Esâsen melâmet bir tarikat değildir bir meslekî halil ve mevhibeî celildir. Her tariktan zuhur eder. “Her tarikin gayesi (sonu) melâmettir” sözü buna bir burhânı celildir.  Zira meslek başka, tarikat başkadır. Kur’ân-ı Kerim’de haklarında buyrulmuştur ki:





يا ايُّها الّذين امنُوا منْ يرْتدّ منْكُمْ عنْ دينه فسوْف ياْتى اللهُ بقوْمٍ يُحبُّهُمْ ويُحبُّونهُ اذلّةٍ على الْمُؤْمنين اعزّةٍ على الْكافرين يُجاهدُون فى سبيل الله ولا يخافُون لوْمة لائمٍ ذلك فضْلُ الله يُؤْتيه منْ يشاءُ واللهُ واسعٌ  عليمٌ





[7] “Ey imân edenler! Sizden her kim dininden dönerse, muhakkak Allah Teâlâ bir kavmi getirir ki, onları sever, onlar da O'nu severler. Mü'minlere karşı mütevazi olurlar, kâfirlere karşı da izzet sahipleri bulunurlar. Allah yolunda savaşa atılırlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte o, Allah Teâlâ'nın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah Teâlâ vâsidir, alîmdir.” [8]





Yüzünü yerler gibi ayaklar altında ko kim,
Hak teâlâ başlar üzre âsumân etsin seni. 





Yüzünü yerler gibi ayaklar altında koy ki,
Hak teâlâ başlar üzerinde gökyüzü etsin seni. 





Verme râhat nefsine dâim gazâ-yi ekber et,
Kâbe-i dil feth olup dârül-emân etsin seni. 





Verme râhat nefsine dâim en büyük savaşı et,
Gönül Kâbe’si feth olup emin yurt etsin seni. 





Amellerin en zoru küçük cihaddır. Çünkü bu cihad küffarın elinde bulunan ruhu kurtarıp Allah Teâlâ'ya satmaktır. Cihadın en zoru ve en büyüğü nefisle savaşmaktır. Çünkü bu savaşta her zaman ve her an ruhu feda etmek vardır. Nefis baş kaldırdıkça hemen onu öldürmek gerekir. Aksi takdirde nefis bir ejderha olur, ruhu ısırıp derhal öldürür.





Ama bu işi yapmak öyle kolay değildir. Bu, zayıfların yapabileceği bir iş değildir. Yakin nuriyle kuvvetlenmiş, şüpheden ve yalandan kurtulmuş olanların işidir.





Lakin bunun başlangıcı, amellerin kolayından gücüne doğru gide gide amelleri düzeltmektir ta ki nefis memleketlerinin etrafı eksilsin ve ruh memleketlerinin etrafı artsın. Eğer salik böyle yaparsa elbette Allah Teâlâ'nın yardımıyla nihayet nefsi yener. Nitekim Cenabı Hak Teâlâ Hazretleri buyurmuştur: "Görmüyorlar mı ki biz arzı getirip uçlarından eksiltiyoruz? Onlar mı üstün geliyorlar?" [9] Bu ayet, her iki cihanın, tamamen üstün gelmek için ilerlediklerine delalet eder.





Fakat elbette küçük muharebede askere bir kumandan lazımdır. Böyle olduğuna göre elbette büyük muharebe olan nefis mücahedesinde de bir kumandana ihtiyaç vardır. Çünkü nefis mücahedesi birçok bakımlardan ötekinden zordur. Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz: "Küçük muharebeden büyük muharebeye dönüyoruz." [10] buyurmuşlardır. Bu mücahedenin kumandanı mürşid, en kuvvetli aleti (silahı) de şeyhin verdiği TEVHİD'dir. Sonra talibin istidadına göre şeyhin emrettiği diğer ameller gelir. Fakat avam için Büyük Cihad, kâmil, iman, riyasız, işittirmesiz, kendini beğenip kendini temize çıkarma olmadan şeriatle amel etmektir. Fazlasını yapmakla da Allah Teâlâ'ya yaklaşmaya devam eder. Nitekim bir Hadis-i Kudsi'de Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Kulum bana nafilelerle o derece yaklaşır ki onu severim. Onu seversem, onun gözü, kulağı olurum... Kul, bununla Allah Teâlâ'nın nuruna nail olur. Allah Teâlâ ile olan akibetinden pişman olmaz. Zira sevgilinin yaptığı her şey, sevgilidir.[11]





Gel Niyâzi’nin elinden bir kadeh nûş eyle kim,
Mahvedip nâm-ı nişânın bî-nişân etsin seni.
Gel Niyâzi’nin elinden bir kadeh iç ki,
Mahvedip nâm ve nişânın nişansız etsin seni. 










[1] Ağmak: Yukarı kalkmak, yükselmek, yukarıya meyletmek.   Buhar olup yukarı kalkmak, buharlaşmak





[2] Nâle: f. İnleyen, sızlayan, figân eden.





[3] Sülemî, Risale, 71





[4] (Max HORKHEİMER, 2005), s. 132





[5] (KONUR, Sayı XXI, İzmir 2005,)





[6] (ÇİMEN, 2002), s.37





[7] Mâide, 54





[8] (ERGİN Hasan Cafer, Yz_K.000544 -297.792 Belediye Yazmaları - Depo), v.6-7





[9] Enbiya, 44





[10] “Küçük cihattan büyük cihada dönmüş bulunuyoruz” sözüne karşılık büyük cihadın ne olduğu sorulunca; Dikkat edin o, nefis mücadelesidir” buyurdu. (Suyûtî. Câmi’us-Sagîr. II/253: İbn. Hacer. İbn. Aliyenin sözü olarak rivayet ederken. Irâkî ve Beyhakî zayıf bir senedle Cabirden rivayet etmişlerdir.; bkz. Aclunî. I/424. 425)





[11] (ATEŞ, 1971), ELLİ İKİNCİ SOFRA


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar