Print Friendly and PDF

Aşkına Al Canımı


68





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Kim ki aşkın dârına ber-dâr olur,
Cümle uşşâk içre ol serdâr olur.
  





Bunda uşşâkı yakan od âkibet,
Nâr-ı İbrahim gibi gülzâr olur.  





Bunda ağyâr kesretinden kurtulan,
Vahdet illerinde vâsl-ı yâr olur.  





Korkma Tâmudan eğer âşık isen,





Bülbül olanın yeri gülzâr olur.  





Cennet-i irfâna dâhil olanın,
Kande baksa gördüğü didâr olur.  





Gözsüz olanlar o yüzü göremez,
Anı gören hep “ulül-ebsâr“ olur.  





Dünyânın lezzâtına aldanma kim,
Bir gün ola cümle zehr-i mâr olur.  





Sen gerekse ol cihânda pâdişâh,
Bir beş on günde o târümâr olur.  





Tâc-ü tahtı kulluğuna ol şehin,
Verir isen devletin tekrâr olur. 





Ger kabul oldunsa şâh oldun ebed,
Kande böyle assılı bazâr olur.  





İllâ tâc-u taht’a olmaz vasl-ı yâr,
Âdet oldur ana cân işâr olur.  





Kim ki kendin yoğ ederse, Mısriyâ,
Yokluğun tâ gâyetinde vâr olur. 





Kim ki aşkın dârına ber-dâr olur,
Cümle uşşâk içre ol serdâr olur.  





Kim ki aşkın dârına asılmış olur,
Cümle âşıklar içinde o kumandan olur.  





Her kim âşk yolunda can verirse,  o kimse âşıklar içinde serdâr (Baş tacı) olur.  





Bunda uşşâkı yakan od âkibet,
Nâr-ı İbrahim gibi gülzâr olur.  





Bunda âşıkları yakan ateş sonunda,
İbrahim aleyhisselâmı yakmayan ateş gibi gül bahçesi olur.  





Burada âşıkları yakan ateş İbrâhim aleyhisselâmın ateşi gibi sonunda gül bahçesi olur. Malumdur ki,  Nemrûd, İbrahim aleyhisselâm için o kadar büyük bir ateş yaktırdı ki,  bir mil mesâfeden yani dörtbin adımdan daha yakına kimse yaklaşamazdı. Sonra şeytanın öğretmesi üzerine onu mancınık ile ateşe attı. Bir de dürbünle bakıp gördü ki, Hazreti İbrahim aleyhisselâm ateşin içinde biriyle oturmuş muhabbet ediyor. Hazreti İbrahim aleyhisselâm bir sandık içinde ateşe atılmış,  sandık yanmış İbrahim aleyhisselâm yanmamıştı. İşte âşıkı yakan ateş böyle gül bahçesi olur.  





Bunda ağyâr kesretinden kurtulan,
Vahdet illerinde vâsl-ı yâr olur.  





Bunda dışarının kargaşasından kurtulan,
Vahdet illerinde yâre vasıl olur.  





Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur:





"Ey kullarım, beni çok zikr edin ki, felaha (kurtuluşa) eresiniz." [1]





Hakîkat ehline göre felahın üç mertebede üç manâsı vardır:





1-Şerîatta felah, sıfatlara karşı duyulan sevgiyi tevhitle yok edip Hakk'a yaklaşmak ve sırlarına vakıf olmaktır.





2-Tarîkatte felah, likâullah (Hakk'ın cemâlini) bulmaktır,





3-Hakîkatte felah, Hakk'ın zât deryasında yok olup hüve hüve olmaktır.[2]





Korkma Tâmudan eğer âşık isen,





Bülbül olanın yeri gülzâr olur.  





Eğer âşık isen korkma cehennemden,





Bülbül olanın yeri gül bahçesi olur.  





Bu beyitteki gibi cehennemi tezyif[3] eden ifadelerden maksat hakikatte olmayıp aşkın yüceliğini isbat etmektir.





353. Mes’ele Bir zaviyenin mescidinde eşhâs-i muhtelife ile müştehî oğlanlar muhtelit olup, envâ'-i teganniyât ile tevhîd ederler­ken tevhidi tağyir edip gâh "dil-i men" gah "can-i men" deyip gâh beyt





"sen bir ulu sultansın canlar içinde cansın,





çün iyan gör­düm seni pinhan kapısı değil" deyip, gâh beyt





"cennet cennet de­dikleri bir ev ile birkaç huri,





İsteyene ver sen anı bana seni gerek seni" deyu göğüslerin döğüp evzâ'-i garibe ettiklerinde,   ehâlî-i mahalleden ba'zı kimseler zâviye-i mezbûreye şeyh olan Zeyde "bu makûle evzâ' niçin ettirip razı olursun" dediklerinde Zeyd "ne lâzım gelir demekle cevap verse şer'an Zeyd-i mezbûra ne lâzım olur?





Elcevap: Evzâ' ve akvâl-i mezbûre kemal mertebe fuhş ol­duğundan gayri, cennet hakkında dedikleri kelime-i şenî'a küfr-i sarihtir, katilleri mubahtır, şeyhleri olan bîdin hikâyet olunan akvâl ü ef'âle "mübaşeret dahi ederse ne lâzım gelir" demekle kâfir olduğundan gayri, ol kabâyihi ibâdet kabilinden addedip âyet-i kerîmeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur, bu i'tikat-tan rücû' etmezse katilleri vacip olur.[4]





Âhirette de “Sırat” cehennem üzerine kurulacaktır.   Bir mü’min sırat üstünden geçerken,  cehennem nidâ edecek.   Çabuk geç yâ mü’min,  zirâ senin nûrun benim ateşimi söndürdü.  





Cennet-i irfâna dâhil olanın,
Kande baksa gördüğü didâr olur.  





İrfân Cennetine dâhil olanın,
Nereye baksa gördüğü sevgili olur.  





Gözsüz olanlar o yüzü göremez,
Anı gören hep “ulül-ebsâr“ olur.  





Gözsüz olanlar o yüzü göremez,
Anı gören hep “görüş sahibi” olur.  





Hakk’ın yüzünü gözsüz olanlar göremez.   Ancak anı bâsiret sahipleri görür.  Bu görüş anlayıştır. Allah Teâlâ’yı beşerin beşer haliyle görmesi düşünülmez.





Dünyânın lezzâtına aldanma kim,
Bir gün ola cümle zehr-i mâr olur.  





Dünyânın lezzetlerine aldanma ki,
Bir gün ola cümle yılan zehri olur.





كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيًْا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى اَنْ تُحِبُّوا شَيًْا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ ِلاَ تَعْلَمُونَ





“Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir. “ [5]





Sen dünyânın geçici olan lezzetlerine aldanma.   Birgün olur o lezzet duyduğun şeyler yılanın zehiri olur,  zirâ dünyâ ehli gerek mezarda ve gerekse âhirette yılanların sûretleriyle azab göreceklerdir.  





Sen gerekse ol cihânda pâdişâh,
Bir beş on günde o târümâr olur.  





Sen, gerekse o cihânda pâdişâh,
Bir beş veya on günde o perişan olur.  





Tâc-ü tahtı kulluğuna ol şehin,
Verir isen devletin tekrâr olur. 





Tâc ve tahtı kulluğuna o padişaha,
Verir isen devletin tekrâr olur. 





İbrahim Edhem kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz tâc ve tahtını terk edip sonsuz devlete kavuştu, çünkü bâtınî devletliğin yanında zâhir devleti onun yanında hiçbir şey değildir.  





Ger kabul oldunsa şâh oldun ebed,
Kande böyle assılı bazâr olur.  





Eğer kabul oldunsa şâh oldun ebed,
Nerde böyle bal satılan pazar olur.  





İllâ tâc-u taht’a olmaz vasl-ı yâr,
Âdet oldur ana cân işâr olur.  





İllâ tâç ve tahtla yâra kavuşmak olmaz,
Âdet oldur ona cân haberdar olur.  





Kim ki kendin yoğ ederse, Mısriyâ,
Yokluğun tâ gâyetinde vâr olur. 





Yâ Mısri! Kim ki kendin yok ederse,
Yokluğun tâ nihayetinde vâr olur. 





İnsanın yok olması demek nefsin terbiye edilerek Hakk’a kavuşmasıdır. Bu çetin savaşın galibi olmakla Hakk’ın hükümranlığı açığa çıkar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Küçük cihattan büyük cihada dönmüş bulunuyoruz” sözüne karşılık büyük cihadın ne olduğu sorulunca; Dikkat edin o, nefis mücadelesidir” buyurdu.[6]





Nefsin isteklerden uzaklaşarak kazandığı kazanç ise yokluktur. İstememeyi istemek en büyük erdemdir. Bu yokluğun biati Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin huzurunda yapılmıştır. Avf İbnu Mâlik el-Eşca'î radiyallâhü anh anlatıyor:





"Biz Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin huzurunda 7 veya 8 veyahut da 9 kişiydik.





"Allah Resulü'ne biat etmiyor musunuz?" dedi. Ellerimizi uzatarak:





"Hangi şartlara uymak üzere biat edeceğiz ey Allah'ın Resûlü?" dedik. Şu cevabı verdi:





"Allah'a ibadet etmek ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak (verilen emirlere) kulak verip itaat etmek -ve bu sırada gizli bir kelime fısıldayarak devamla- "Halktan hiçbir şey istemeyin" buyurdu.





Avf İbnu Malik ilâveten der ki, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi benimle dinleyen o cemaatten öylelerini biliyorum ki, bineğinin üzerinde iken kazara kamçısı düşse kimseye





"Şunu bana verir misin?" diye talebde bulunmaz (iner kendisi alır)dı."[7]





Yine bu konuda Sevban radiyallâhü anh anlatıyor:





"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem  (bir gün):





"Cenneti garanti etmem mukabilinde,  insanlardan hiçbir şey istememeyi kim garanti edecek?" buyurdular. Sevban radiyallâhü anh atılıp:





"Ben, (Ey Allah'ın Resulü!)" dedi.





Sevban (bundan böyle) hiç kimseden bir şey istemezdi." [8]





[Kıyamet gününde merteben yüksek olmasını ister­sen kesesi boş ol. Çünkü sıfır boş olduğu için sayıların üstündedir.][9]










[1] Cuma, 10





[2] (Eroğlu Nuri, 2007), s. 60





[3] Tezyif: çürütme, küçük düşürme, küçük görme, alaya alma.





[4] (DÜZDAĞ, 1972)





[5] Bakara, 216





[6] Suyûtî. Câmi’us-Sagîr. II/253: İbn. Hacer. İbn. Aliyenin sözü olarak rivayet ederken. Irâkî ve Beyhakî zayıf bir senedle Cabirden rivayet etmişlerdir.; bkz. Aclunî. I/424. 425





[7] Müslim, Zekat 108, (1043); Ebu Davud, Zekat 27, (1642); Nesâî, Salât, 5, (1, 229); İbnu Mâce, Cihâd 41, (2867).





[8] Ebu Davud, Zekat 27, (1643); Nesâî, Zekat 86, (5, 96)





[9] Fülkü'l-Ebhâr fi şerhi Lücceti'l-Esrâr; 6.lücce : (KARABULUT, 1984), s. 270


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar