Print Friendly and PDF

Bağrım Yanık


109





Vezin: Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün





Derviş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek,
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek.





Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Âşk âteşinde eriye altın gibi sızmak gerek.





Zikr-i Hakk’a meşgul ola yana yana tâ kül ola,
Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek.





Eyün kişi yol alamaz maksûdunu tiz bulamaz,
Yoğ olmayan vâr olamaz vârını dağıtmak gerek. 





Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı,
Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek. 





Derviş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek,
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek.





Derviş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek,
Bağrı onun yanık gerek can gözleri açık gerek.





Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Âşk âteşinde eriye altın gibi sızmak gerek.





Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Âşk âteşinde eriye altın gibi sızmak gerek.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“İnsanlar madenler (gibi)dir” [1]





Kâmil olan bu kimyevi değişiklikleri bilir ve bu değişiklik sebeplerinin ne gibi eczalarla giderileceğini fark eder,  işte o ecza ile madenleri aslı olan altına çevirir.  Çünkü altın pek saftır,  her şey pas tutar,  altın tutmaz, zirâ aslı olan zâtı pâktır.  Fakat zamanla değişikliklere uğrayarak gümüş, bakır ve demir gibi sâir madenlere dönüşmüştür.  İşte Kâmil kişi kimyevî bir ecza ile ârız olan illeti giderir, aslında ircâ eder, esas olan kimyâ ilmi de budur.  Kezâlik ruhun aslı da pâktır ve saftır.  Fakat sonradan ârız olan illetler sebebiyle eski asıl hâlini kaybetmiş ise,  Mürşid-i Kâmil o ârız olan illetleri tevhid ile girişim yaparak onu tekrar aslına döndürür.





Zikr-i Hakk’a meşgul ola yana yana tâ kül ola,
Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek.





Zikr-i Hakk’a meşgul ola yana yana tâ kül ola,
Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek.





Kül olmak, yok olmak manasına geldiği için tevhidin ilk mertebeleridir.





Eyün[2] kişi yol alamaz maksûdunu tiz bulamaz,
Yoğ olmayan vâr olamaz vârını dağıtmak gerek. 





Hafif kişi kişi yol alamaz maksûdunu tez bulamaz,
Yok olmayan vâr olamaz vârını dağıtmak gerek. 





Eyün kişi,  yani kibirli ve kendisini beğenmiş kimse istediğini çabuk bulamaz.





Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı[3],
Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek. 





Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı,
Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek. 





Bu beyitlerin bir nevi hikâyeleştirilmiş şekli diyebileceğimiz şu ilginç rivayet ise şöyledir. Buna göre Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz, Hıristiyanlar arasında İslâmiyet’i yayan çok büyük bir velidir.





Rivayete göre Mısrî, Limni de gezerken bir kilisenin önüne gelmiş. Bir kalabalığı görünce de içeri girmiş. Meğer o gün onların dinî bayramı imiş. Papaz ayin yapmak, vaaz vermek istemiş ancak söyleyeceğini unutmuş. İncil’e bakmış yazılar silik. Neresini açmışsa böyle. Bakmış ki yabancı birisi var. Cemaate aralarında bir yabancı olduğunu söylemiş. Mısrî ye de, Bu gün bizim bayramımız, Allah Teâlâ ve İsâ’ yı gücendirmeyiniz, müsaade edin ayinimizi yapalım demiş. Mısrî de,





“Yâ öyle mi! Vah, vah!. Büyük hata etmişim. Özür dilerim Allah ve İsâ aleyhisselâmın rızasını almak için öyleyse ayinden sonra ben kilisenin eşiğine yatacağım. Bütün kilisede bulunanlar benim üstüme basıp geçin”  Diyerek ısrar etmiş. Onlar da kabul etmişler. Âyin sonunda üstüne basarak geçenlerin hepsi şehadet getirerek müslüman olmuş. Papaz, aman efendim, hatanız, kusurunuz affoldu. Kalkın. Bizi kırk yıllık dinimizden döndürüyorsunuz demiş. (Diğer bir varyantta ise o da basmış ve istemediği halde şehadet ve salâvat getirerek müslüman olmuş.) Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz de o zaman,





Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı





Mısrî gibi bir balçığı her bir ayak basmak gerek nutkunu (ilahi) söylemiş.[4] Dervişlerin en alçağı tevhid-i ef’al sâlikidir ve dâimî zikir sâhibidir. Beyitte geçen buğday içinde burçak,  buğday aynı değerde satılarak birlikte öğütülüp un olur.  Tevhid-i ef’âl sâliki ve zikr-i dâimî sahibi de gerek burada Dünyada,  gerek kabirde ve gerekse âhirette behemehâl kemâl bulur,  ona noksan makâmları tamamlattırılır.   














[1] Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 199; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1. bsk. Beyrut, 1929, II, 257. (UYSAL, 23 Bahar 2007 )





[2] Eyün: Asil olamayan, hafif, kibirli





[3] Burçağı: Hayvan yemi için yetiştirilen mercimeğe benzeyen otsu bitki.





[4]  (KABAKCI, 2006 ),s. 58-59; Yard. Doç. Dr.Kenan ERDOĞAN, “Şiir-Efsane-Menkıbe ilişkisi Ve Niyâzî-i Mısrî’nin Menkabelerine Göre Bazı şiirlerinin Hikâyesi” Sosyal Bilimler Yıl:2003 Cilt:1 Sayı: 1, s. 50


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar