Bir Nefes Ayrılmadım
ز Z
84
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Sırf içirdi bize vahdet câmını cânânımız,
Anın için bir nefes ayrılmadı mestânımız.
Küfr-ü imân gussasından kurtulup Yâr’in bugün,
Şol ruh-i zülfünde bulduk küfr ile imânımız.
Lutf ile dün gice geldi bize teşrif etti Yâr,
Adın işitirken il oldu şükür mihmânımız.
Nice geldi cânı teslim eyledik kurbanlığa,
Hamd-ü lillâh kabul oldu bugün kurbânımız.
Halk-ı âlem her dem okur “Küllü şey’in halikün“,
Kendi okur dâimâ “İllâ vechehu“ Subhânımız.
Bir aceb hatlar dürür geh yazılur, geh silinir,
Vech-i bâkî levhi üzre dâimâ â’yânımız.
Aşinâlık arttığınca ey Niyâzî dost ile
Arttı bezm-i vahdet içre günbegün seyranımız
Sırf içirdi bize vahdet câmını cânânımız,
Anın için bir nefes ayrılmadı mestânımız.
Yanlızca bize vahdet şisesini içirdi cânânımız,
onun için bir nefeslik zaman ayrılmadı sarhoşluğumuz.
“Vahdet sırf câmını içtik” demekten murad “Ahadiyyet” makâmıdır. Diğer makâmlar sırf vahdet değildir. Cem makâmında, halk bâtın, hak zâhir olduğundan hem Hakk var hem halk var. Hazret-ül cem makâmında Hakk bâtın, halk zâhir ki, şerîat makâmıdır, burada da hem Hakk var hem hallk var. Cem-ül cem makâmı vahdettir, iki kısma bölünür: Biri zâhir, diğeri bâtın. Cenâb-ı Hak هُوَ اْلاَوَّلُ وَاْلاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ [1] “Evvel o’dur, âhir O’dur, zâhir O’dur, bâtın O’dur” buyurmuştur, yani zâhir de O’dur, bâtın da O’dur olunca, görüldüğü üzere zâhir, bâtın sözleri vardır. “Ahadiyyet” ise, orada bir şey yok, yani vahdet sırf orada var, ikilikten eser yoktur.
Küfr-ü imân gussasından kurtulup Yâr’in bugün,
Şol ruh-i zülfünde bulduk küfr ile imânımız.
Küfür ve imân tasasından kurtulup Yâr’in bugün,
Şu ruhun perçeminde bulduk küfr ile imânımız.
Lutf ile dün gice geldi bize teşrif etti Yâr,
Adın işitirken il oldu şükür mihmânımız.
Lutf ile dün gece geldi bize teşrif etti Yâr,
Adın işitirken yurt oldu şükür misafirimiz.
“Dün gece Yâr bize lütfedip teşrif etti” sözleriyle o zaman Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîze öyle bir tecellî vakî oldu ki aynı Hazreti Mûsa aleyhisselâm ya Tûva vâdisinde Allah Teâlâ’nın ateş sûretiyle tecellî ettiği gibi, bize de Yâr teşrif etti demek istiyor.
Nice geldi cânı teslim eyledik kurbanlığa,
Hamd-ü lillâh kabul oldu bugün kurbânımız.
Nice geldi cânı teslim eyledik kurbanlığa,
Hamd-ü lillâh kabul oldu bugün kurbânımız.
Çeşitli dinlerde bir Tanrı'ya ya da bir başka doğaüstü varlığa sunulan can; İslam’da Allah Teâlâ'ya yakınlaşmak amacıyla kesilen hayvan.
Hemen bütün dinlerde kurban, canlılığın kutlanması, onun ilâhî ve yok edilemez doğasının olumlanması anlamına gelir. Kurbanın doğaüstü varlığa adanarak kutsanan canı, kurbanı sunan ile doğaüstü varlık arasında bağ kuran kutsal bir güce dönüşür. Kurban aracılığıyla canlılık ilâhî kaynağına döner ve o kaynağın gücünü, yani canlılığını yenileyip tazeler; bir başka deyişle, yaşam yaşamla beslenir. Meselâ: kurban sunan bir Romalı kendi tanrısına, "Bu sunu seni çoğaltsın" biçiminde seslenir. Kurban sunan kişinin temel özlemi kutsal gücün çoğalmasından yararlanmaktır. Bir anlamda kurban, ilâhî yaşam gücünün, kaynağı ile görünümleri arasındaki karşılıklı akışının itici gücü ve güvencesidir. Kurban olarak sunulan canlıyı yakmak, kesmek ya da bir başka biçimde canını almak, kurban etme, yani o canı kutsama edimiyle genellikle özdeş değildir. Meselâ: bir hayvanın kesilmesi, onun önceden Tanrı'ya adanmış yaşamının "özgür kılınarak" Tanrı'ya verilmesidir. Gene canlı bir öğe içeren yiyecek sunularının sunak[2] ateşinde yakılması, sununun tütsü yoluyla Tanrı'ya ulaşmasını sağlar. Kurban ayinleri pek çok değişik biçim ve amaç taşımasına karşın hepsinin temel anlamı kutsal güçle zorunlu ve etkili bir ilişki kurmak, insanın ve dünyasının kutsal düzendeki yerini pekiştirmektir.
İnsanın kutsal gerçekliğe ilişkin deneyiminin bir görünümü olarak kurbanın dinsel bilinçte derin kökleri vardır. Bu nedenle kurban geleneğinin olası kökenleriyle ilgili her önerme, dinin kökenleriyle ilgili önermeler gibi büyük ölçüde kurguya dayanmak zorundadır. Özellikle E.B. Taylor, W. Robertson Smith ve J.G. Frazer'ın bu konudaki araştırmaları kurban geleneğinin anlaşılmasına büyük katkılarda bulunmuş, ama doyurucu sonuç vermemiştir.
Tanrı'yla bütünleşmek ve onun kutsal yaşamına katılmak amacıyla insan kurban edilmesi ya da insan yerine bir hayvan sunulması da dinler tarihinde rastlanan olgulardır. En değerli sunu olarak insan yaşamının kurban edilmesinde kefaret amacının da bulunduğu görülür. Savaşta kazanılan zaferin karşılığı olarak tanrılara kurban sunmak amacıyla savaş tutsaklarının kılıçtan geçirilmesi eski çağların yaygın geleneklerinden biridir. İnsan kurban etmenin toprağın verimliliğini artırma çabasıyla ilişkisi, bu geleneğin avcı ya da çoban halklara göre tarım topluluklarınca daha yaygın biçimde benimsenmesini açıklar. Meselâ bu topluluklarda bereket tanrılarını beden-leştirdiğine inanılan kutsal krallar güçten düştüklerinde, toprağın verimliliğini olumsuz yönde etkilememeleri için kurban edilirlerdi. Bazen de kralların yerine bir süre için başkaları kutsanır ve öldürülürdü.
Afrika'da insan kurban etmenin atalara tapınma ile bağlantılı olduğu çeşitli yerlerde, ölenlerin kölelerinden bazıları da onlarla birlikte canlı olarak gömülür ya da öldürülerek efendilerinin mezarında onların altına konurdu. Fonlar, krallarının ölümü dolayısıyla çok gösterişli insan kurban etme törenleri düzenlerlerdi. Asantiler de Taze Yam Şenliği'nde turfanda adağı olarak genellikle suçluları, bazen de köleleri kurban ederlerdi.
Bugün Meksika'nın bulunduğu bölgede Güneş'in insanlarla beslenmesi gerektiği yolundaki inanç nedeniyle Azteklerle Nahuaların mevsimlik mısır ayinlerinde her yıl binlerce kişi kurban edilirdi. İnkalarda ise bu tür toplu kurbanlar kralların tahta çıkışıyla sınırlıydı. Bugünkü Peru'da ve Kuzey Amerika'daki bazı Yerli kabileleri arasında da insan kurban edildiği olurdu.
Mısır'da ve Orta doğu’da yapılan kazılar, eski çağlarda kraliyet ailesinden biri öldüğünde öbür dünyadaki yaşamını maiyetiyle birlikte geçirmesi için bazen çok sayıda hizmetkârlarının da gömüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Asur ve Kenan dinlerinde, bazen de İsrailoğulları arasında çocukların yakıldığı anlaşılmaktadır.
Vedalar dönemindeki Hindistan'da insan kurban etme geleneğini sürdüren Tanrıça Kali'nin müritleri her cuma akşamı bir erkek çocuk kurban ederlerdi. Japonya'da da insan kurban etme geleneği ortaçağların başlarına değin sürdü. Çin'de ise kralı maiyetiyle birlikte gömme uygulaması, 17. yüzyıla değin aralıklarla sürdürüldü.
Eski Yunanlılar ve Romalılar arasında hayvanların öldürüldüğü çeşitli ayinlerde önceleri insanların da kurban edildiği sanılmaktadır. Sonraları Hıristiyanlar da gece şölenlerinde kurban edilmiş insanların etini yemekle suçlanmıştır. Ortaçağlardan başlayarak yakın geçmişe değin Yahudilerin, Pe-sah (Hamursuz) Bayramı'nda Hıristiyan çocuklarını kurban ettikleri söylenir.[3]
Halk-ı âlem her dem okur “Küllü şey’in halikün“,
Kendi okur dâimâ “İllâ vechehu“ Subhânımız.
Âlemin halkı her zaman okur “Küllü şey’in halikün“,
Subhânımızın Kendi okur dâimâ “İllâ vechehu“.
“Halk-ı âlem her dem okur” yani âlemlerde olan yaratılmış olanlar dâimâ şunu okur: “Her şey helâk olucudur, her şey helâk olucudur”, her an da fânîdir, her bir tecellî de fânîdir (herşey yok olucu, mahvolucudur)
Hak sûbhânehû ve taalâ hazretleri de: “İllâ veche, illâ veche” yani herşey helâk olucudur, illâ veche, “Yalnız Hakk bâkîdir” (yalnız Allah Teâlâ bakîdir) buyuruyor. كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Bir gün “O’nun zâtından başka her şey helak olacaktır” [4] ayetine garip bir mana verdi: Bununla Allah Teâlâ kendisini övmüyor ve kullarına karşı da kıdem ve bekasından ötürü kendini medhedip:
“Ben daima kalırım, siz ise, yok olup gideceksiniz” demek istemiyor, belki de kendi merhametine davet ediyor ve (bakı ve ebedî olmanız için) damlanın denizde kaybolması gibi siz de yok olmaktan müstesna olan zâtında tamamıyla yok olun” diyor. Nasıl ki demiştir.
Şiir:
“Onun zâtından başka her şey yok olur.
Onun zâtında değilsen varlık bekleme.
“Bizini zâtımızda yok olan kimsenin cezası “Her şey yok olucudur” âyetindeki yok oluculuk olmaz.
Çünkü o, “lâ” yi geçti, (şimdi) “İllâ” dadır.” İllâ” da olan kimse yok olmadı. ([5])[6]
Bir aceb hatlar dürür geh yazılur, geh silinir,
Vech-i bâkî levhi üzre dâimâ â’yânımız.
Bir aceb hatlar durur geh yazılır, geh silinir,
Bâkî olan yüzünün levhası üzere dâimâ gözlerimiz.
Hatlardan murad bu mahlûkattır. Her anda bu mahlûkat vücûda gelir, yok olur, vücûda gelir yok olur, velâkin vech-i bâkîde kalan sûretlerimiz dâimîdir.
Aşinâlık arttığınca ey Niyâzî dost ile
Arttı bezm-i vahdet içre günbegün seyranımız
Ey Niyâzî aşinâlık arttıkca dost ile
Vahdet meclisi içinde gündengüne seyranımız arttı
“Kişinin Hakk ile ma’rifeti terakkî buldukça”, yani bir kimsenin Allah Teâlâ’yı bilme hususundaki bilgileri çoğaldıkça, ona olan âşinâlığı da o nisbette artar. Onun vahdet bezminde seyrânı terâkkî bulur, yani o kimsenin vahdet alanında ilerleyişi artar ve bu ilerleyiş ile artık ondan dünyâ ve âhiret kesilmez.
[1] Hadid, 3
[2] Sunak: altar: (i.) kurban kesilen yahut buhur yakılan özel yüksek yer, kurban taşı, mezbaha
[3] Anabritannica, Kurban maddesi
[4] Kasas, 88
[5] Mesnevi, c. I, s. 3052-3054.
[6] (Ahm95), c. 2, s. 66-(484)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar